[1] - Menaqıb, c.1, s.12.

[2] - Fevaidu'r-Razeviye, c.1, s.259.

[3] - Biri marufun, diğeri de tamahın zilleti.

[4] - İmam (a.s) Nehc'ül-Belaga'da Hz. İsa (a.s) hakkında şöyle buyurmaktadır: "Mezesi açlık, ışığı ise ay idi... (Yani; yemek bulduğu zaman, onu acıktığında yerdi.)

[5] - Adalet iki çeşittir: Biri zulmün karşısında kullanılan genel manadaki adalet, diğeriyse büyük günahlardan kaçınmak ve küçük günahlarda ısrar etmemek anlamına gelen adalettir.

[6] - Meşhur olan bir kıssa şöyle anlatılır: Padişahın biri, günlerden bir gün bir bağın önünden geçiyordu. Bağ sahibine birkaç nar getirip suyunu sıkmasını emretti. Bağ sahibi ağaçlarından iki nar koparıp getirdi ve suyunu sıktı. İki tane nardan bir kase dolusu su çıktığını gören padişah oldukça şaşırdı. Ona ne kadar vergi ödediğini sordu, o da miktarını söyledi. Bunun üzerine padişah, ondan alınan verginin çoğaltılmasını emretti. Bir başka gün padişahın yolu yine aynı yere düştü, canı nar çekmişti. Yine bağcıya nar getirip suyunu sıkmasını emretti. Bağcı gidip birkaç nar getirdi, suyunu sıktı. Ama bu kez narların suyu çok azdı. Padişah şaşkınlıkla bağ sahibine sordu: Geçen gün iki nar sıktın, bir tas dolusu su çıktı; şimdiyse daha çok nar sıkmana rağmen daha az su çıktı! Bu nasıl iştir? Bağ sahibi: Bilemiyorum efendim, herhalde padişahımızın niyeti değişmiş, dedi. Padişah, daha sonra oradan ayrıldı. Başka bir gün canı yine nar suyu çekti. Bağa gidip bağ sahibinden yine nar suyu istedi. Bağ sahibi bu kez de iki nar getirerek narların suyunu sıktı. Çıkan suların tası doldurduğunu gören Padişah, sonunda bağ sahibinin doğru söylediğini, adaletin bereketi artırdığını anlamıştı.

[7] - Hadis, şöhretin zorluklarını anlatmaktadır.

[8] - Dünyada karşılaşılan acı olaylar ahirette karşılık bulacağı için insan ahirette bu karşılıklarla hoşnut olacaktır.

[9] - İnsanlar ona sahip oldukları halde çoğu ondan faydalanmaz, aklı başıboş bırakırlar. İmam (a.s) bu nedenle aklı ayrı düşen bir dosta benzetmiştir.

[10] -Bazı nüshalarda  “akıllı” yerine “alim” yazılıdır.

[11] - Hadiste yanılan kimseden maksat, malı asıl değerinden aza satan veya onu değerinden daha fazlaya alan kişiye denir.

[12] - Hadiste geçen zor günden kasıt, kıyamet günüdür.

[13] -Bazı nushalarda “ilim” olarak geçmiştir.

[14] - Hadisteki aptallıktan kasıt, geçici aptallıktır; doğuştan olan aptallık değil.

[15] - Yani ameli, ilmi ve dostu az olan zelil olur.

[16] - Biri kudreti olduğu halde intikam almamak, diğeri bağışlamaktır.

[17] - Bütün umutların tek bir şeye bağlı kaldığı an, insanın korkması gereken en önemli andır. Çünkü bu durumda her şey bitmiş, tek çıkış yolu kalmıştır. Bu çıkış yolu da kapandığı ve başka çıkış yolu kalmadığı takdirde alınacak bir yanlış karar veya en ufak bir basiretsizlik, insana hayatî zararlar verebilir. Oysa ki çıkış yolunun birden fazla olduğu durumlarda insanın alternatifi de fazladır. Buna göre çarelerin biri tükendiğinde diğeriyle telafi edilebilir.

[18] - Belagât için çeşitli anlamlar kullanılmıştır; sözün açık olması, kavramı muhataba ulaştırmak, ortam ve şartlara uygun konuşma, söz, düzgün söz, güzel konuşma bu terim için kullanılan belli başlı anlamlardır. Manalar ve beyan ilminde ise şöyle tanımlanmıştır: Konuşmacının yabancı ve birbirinden uzak harflerden, zihne açık olmayan kelimelerden kaçınarak yaptığı konuşmaya denir. Aynı zamanda anlaşılması zor olmayan ve muhatabın durumunu da gözeterek konuşmaya da belagat denir.

[19] - Bir başka nüshada araç kelimesi yerine nişane kelimesi kullanılmıştır.

[20] - Edebî/ fasih konuşan karşısında cevap vermede acze düşülür.

[21] - Bazı ayet ve rivayetlerde halktan kopmak kınanmıştır. Çünkü böyle bir şey İslami emirlerle zıttır. İslam meşveret, müminleri ziyaret, akraba ilişkileri, ihsan, iyiyi emredip kötüden men etmek, sadaka, ilim, mümin hakları, halkla muamele, karşılıklı ziyaretleşmeye, ihtiyaçları gidermeye, İslam’ı korumaya, cihada vs. emretmiştir. Ama bununla birlikte halk günahtan tam olarak özellikle yalan, töhmet, gıybet, kötü zan, haset vb. kaçınmadığı için insanın sağlam kalmasını yalnızlığında görmüştür. Bu, bir nevi irşattır, emir veya kanun değil. Kendisini koruyabilen kimse yalnızlığı bir kenara bırakıp toplum içinde yaşamalıdır ve toplumun ihtiyacını gidermelidir. Bu şahıs yalnız kalmayı seçerse günah işlemiştir. Çünkü rivayette şöyle gelmiştir: Kim sabahlar, ama Müslümanların işleri ve (dertlerine) önem vermezse Müslüman değildir.

[22] - Hadisten de anlaşıldığı üzere, burada kasıt, Allah-u Teala'dır.

[23] - Bir başka nüshada "ganimet" yerine "himmet" (sabır) kelimesi kullanılmıştır.

[24] - Hadisin Arapça nüshalarında "en koruyucu" anlamına gelen "evkâ" kelimesinin yerine, bazı nüshalarda "evfâ" (en vefalı) ve "ekvâ" (en sağlam) kelimeleri kullanılmıştır.

[25] - Bu hadisin daha iyi anlaşılması için bir önceki hadisi dikkatle incelememiz gerekir. Önceki hadis şöyledir: Hekimin yitirdiği hikmettir; o nerede olursa olsun onu bulur. Ama cahilin yitirdiği, bilmediği bilgidir; bilse de alimi tanımadığı için onu bulma gayesi içinde değildir. Dolayısıyla cahilin yitirdiği bulunmaz.

[26] - Hadisin devamı şöyledir: "Her akıllı mahzundur." Yani; ancak cahil kimse dünyaya aşık olarak ona aldanır ve böylece de ahireti unutur; ama akıl sahibi, ahireti garanti olmayıncaya dek hüzünlüdür.

[27] - Bazı nüshalarda "sukm" (hastalık) kelimesi yerine "kısm" (nasip) kelimesi geçer.

[28] - Bazı nüshalarda "hilim" yerine "ilim" geçmektedir.

[29] - Kitapta "cimd" (cimrilik) olarak geçen bu kelime, "hamd" (övgü) de olabilir. Musannif, bu kitapta cimd'i seçmiştir.

[30] - Burada dahil olunan yerden kasıt, büyük ihtimalle kabirdir. İnsanların kendilerini yabancı hissettikleri yerler de düşünülebilir.

[31] - Başka bir rivayet ile de "sağırlaşsın".

[32] - Eskiden at yarışlarında iki mesafe arasına başlama ve bitiş yerlerini göstermek amacıyla uzun çubuklar yerleştirilirdi. Bu tür yarışmalarda çubukları kat eden kişi yarışmayı kazanırdı. Hadiste anlatılmak istenen çubuklardan kasıt da budur.

[33] - Bazı nüshalarda “Bidaik” (derdinle) kelimesi yerine “Bide’bik” (kendi tarzınla) kelimesi yazılıdır. Buna göre, hadisin anlamı şöyle olur: Kendi tarzınla yürü, o seni nereye götürürse.

[34] - Deveyi yeren hadisler de mevcuttur. Burada kastedilen, yük taşıyan develer olmayıp sahibi için yavru koruyan deve de olabilir. Yine burada kastedilen, hayrı Hak Teala’dan dilemektir; deve çöktüğünde, eşya yüklendiğinde... Aynı zamanda dua etmek olabilir; size hayır getirmesi için ya da size getirdiklerinden dolayı (dua etmek, şükretmek) sadaka vermek. Aynı zamanda da devenin gidişinde, gelişinde dua etmek, Allah’tan hayır dilemek olabilir.

[35] - Yani; şer’i kurallar dışına çıkmayacak şekilde halkla uyuşmak gereklidir veya savaş ve kavgalarda çok iyi düşünmek gerekir; çünkü halk, bir gün bir şeyin, diğer gün başka bir şeyin taraftarlığını yapar. Rüzgâr nereden eserse kendilerini o yöne bırakırlar.

[36] - Bazı rivayetlere göre de hadisin metni şöyledir: İşlerde acele etmemek, düşünüp taşınmak berekettir.

[37] - Yani, insanın sevilmesi faydalı bir hazinedir. Bu da iman ve salih amelden dolayı olabilir. Zira Allah-u Teala, Kuran-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Şüphe yok ki inanan ve iyi işlerde bulunanlara karşı rahman, gönüllere bir sevgidir verir." (Meryem/96) İmam Cafer-i Sadık (a.s)'dan nakledilen bir hadiste bu ayetin nüzul sebebinin şöyle olduğunu buyuruyor: Emir'ül-Müminin Ali (a.s), Resulullah (s.a.a)'in yanında oturmuştu. Resul-u Ekrem şöyle buyurdu: Ey Ali! De ki: "Allah'ım! Müminlerin kalplerinde benim sevgime yer ver." Daha sonra da bu ayet nazil oldu.

[38] - Merhum Seyyid Razi der ki: İmam Ali (a.s), ashabından birkaçının Sıffın Savaşı’na katılan Şamlılara küfrettiklerini işitti. Bunun üzerine onlara dönerek şöyle buyurdu: “Onlara küfretmenizi istemem. Küfredeceğinize şunları söyleyin...” İmam daha sonra da mezkur duayı okudu.

[39] - Azalan, dünya nimeti; çoğalan, ahiret nimeti; daralan, dünya hayatı ve genişleyen de ahiret hayatı olarak düşünülebilir. Çev.

[40] - Herkes için belirli bir ömür takdir edilmiştir.

[41] - Bu hadis büyük ihtimalle takiye ortamı için söylenmiştir.

[42] - Bazı nüshalarda "İslam'ın" şeklinde geçmiştir.

[43] - Düşmanın biri evlat, diğeri de herkesçe bilinen düşmandır. Ama diğer düşman, Allah'ın da Kuran'da buyurduğu gibi insanın karısı olabilir.

[44] - Nehc'ül-Belaga'nın 31. vasiyetinden anlaşıldığı üzere mezkur hadisteki "yitik"ten kasıt, fırsattır.

[45] - Bir başka nüshada "sevaptan uzaklaştırır" şeklinde rivayet edilmiştir.

[46] - Bu hadiste birkaç ihtimal vardır: 1- İmam-ı Zaman (a.s)'ın gaybeti. 2- Ömer, Osman vb. hadiselerin gelecekte vuku bulması. 3- Gelecekteki sevinçli ve kederli işler. 4- Ruhlar alemi. 5- Gaybî ilimler. 6- Hadiste zikredilen "el-Ucb" (şaşkınlık) kelimesi yerine, "el-Ateb" (öfkeden dolayı azarlamak ve kınamak) kelimesinin geçmiş olabileceği olasılığı da vardır. Yani, akıl sahibi kimsenin öfkelenmesi, şaşırtıcı bir iştir.

[47] - Hadiste geçen kurtuluştan maksat, Hz. Mehdi (a.f)'in zuhurudur.

[48] - Bir nimete sahip oluşundan dolayı başkaları tarafından imrenilen kimse.

[49] - İlim, makam ve servet insan için her zaman yararlı değildir. Aksine bunlar, şahsın mutsuzluğuna sebep olabilir. Öyleyse insanı saadete erdiren şeylere gıpta edilmelidir.

[50] - Yani; iyilik ve bahşiş etmeye gücü yetmeyen birinin güler yüzlülükle muhtaçlara hoşgörülü davranması ve onlara hoşgörüyle cevap vermesi bir nevi iyiliktir; bunun masrafa ihtiyacı yoktur.

[51] - Bazı nüshalarda "imanı olmaz" şeklindedir.

[52] - Yani, yalnız terk edilmiş, yardım edilmeyen kimse hainlere güvenir. Aynı zamanda hainlere güvenmek, ilahî lütuftan nasipsizliğin göstergesidir.

[53] - Engellerden biri vaade vefa etmemek, diğeri de onu geciktirmektir.

[54] - Mezkur hadis, burada eksiktir. İmam (a.s) Nehc’ül-Belaga’nın 165. hutbesinde şöyle buyuruyor: “Hakka yardım etmekte birbirinize engel olmasaydınız ve bâtıla (Muaviye’ye) sırt çevirmekte zayıf davranmasaydınız sizin gibi olmayan biri, size karşı tamah etmez ve aleyhinize güç toplamazdı.”

[55] - Hadisin anlamı şu da olabilir: Hastalık insanın bazı işleri yapmasına engel olur. Bu da bir çeşit zindandır. Ötekisi ise herkesin bildiği hapishaneler olabilir. Çünkü ikisinde de mahrumiyet vardır.

[56]- Bilmek gerekir ki istihare, Allah'tan hayrı dilemek anlamındadır. Din önderleri bunu emretmişlerdir ve manası şudur: İnsan işlerde kendi fikrine itimat etmemeli, aksine, Rabb'ine tevekkül edip onun dergâhına işlerin yararına olup olmadığından habersizliğini ve cahilliğini dile getirmeli, tüm işlerini Allah'a havale etmelidir. İstihare yollarından biri de Ehl-i Beyt (a.s)'dan rivayet edilen, dua ve zikir kitaplarında zikredilen dualardır. Ama asıl istihare, yukarıda kaydedilen manadır. Merhum Tureyhî, Mecma'ul-Bahreyn adlı kitapta şöyle der: "Rivayette (önce) istihare et, sonra meşveret et, diye zikredilmiştir. Bu sözün manası şudur: İşlerinde öncelikle Allah'tan hayır dile ve şöyle söyle "Ey Allah'ım! Sağlıkta da, afiyette de senden hayrı diliyorum." Şu cümleyi birkaç kez tekrarladıktan sonra meşveret edersin..." Görüldüğü üzere, istiharenin belirli bir manası ve özel bir yapılış şekli yoktur. Aksine manası, Allah'tan hayrı dilemektir.

[57]ـ الظاهر انّ الضمير زائد.

[58] - Bazı nüshalarda "gars" (fidan dikimi) kelimesi yerine "urs" (düğün) kelimesi kullanılmıştır.

[59] - Hz. Ali (a.s), bu sözü Osman'ın halifeliği ve öldürülmesi hakkında buyurmuştur. Daha fazla bilgi için bkz: Nehc'ul-Belaga, Hutbe: 30

[60] - Huşû: Allah'a karşı korku, sevgi ve şükran ile boyun eğme; bu amel ve duygunun meydana getirdiği hal, tevazu.

[61] - Huzû: Alçakgönüllülük, tevazu, riyâsızlık.

[62] - Hadisin metninde geçen "dinaet" kelimesini iki şekilde mana etmek mümkündür. Eğer mezkur kelime "deneve" fiilinin mastarı olursa yakınlık anlamına gelir. Buna göre hadisin manası şöyle olur: Tevazu (Allah'a) yaklaştırır. Eğer "denî" olarak kullanırsak, alçaklık ve aşağı düşmek manasına gelir ve buna göre de hadisin anlamı şöyle olur: Düşmana ve dünyaperestlere tevazu göstermek insanın alçalmasına sebep olur.

[63] - Tevfik: İnsanın bir işi yapabilmesinde gaybi ilahi yardıma denir.

[64] - Onlar kuvvetli ve iri yarı kimselerdi. Amlik, Hz. Nuh’un torunlarındandır. Hadisten kasıt, onların helak oluşlarından ibret alınması gerektiğidir.

[65] - Ress ahalisi çama veya çam ağacına taparlardı. Ferverdin, Ordibeheşt, Hordad, Tir, Mordad vs. adlarında (bugünkü Fars aylarının temel adları) 12 şehirleri vardı. Bu şehirlerin bütün ahalisi İsfendar adlı büyük şehirde bir araya gelirlerdi. İsfendar aynı zamanda tüm şehirlerin ibadet merkezi ve sultanın sarayının da içinde bulunduğu başkent idi. Halk, şehrin en büyük çam ağacının etrafında toplanır, kurban keser ve adak adarlardı. Şeytan da ağaçlarının içine girer, bir ilahmış gibi onlarla sohbet ederdi. Bu yüzden onlar haddi aşmışlardı. Allah da onları uyarması, bir olan Allah’a çağırması için peygamber gönderdi. Peygamber onlara nasihat ediyor, doğruluğa, Allah’tan korkmaya ve yalnız O’na ibadet etmeye çağırıyordu. Ancak onlar peygamberlerinin sözüne kulak asmayıp onu öldürmeye karar verdiler. Diri diri bir kuyuya atarak onu öldürdüler. Allah da onlara gazap edip bela gönderdi ve şehirleriyle birlikte Ress halkını helak etti.

[66] - Muhteşem saraylarıyla meşhur Fars padişahının adıdır.

[67] - Rum padişahının lakabıdır.

[68] - Yemen padişahlarının adıdır.

[69] - Yemen’de bir kabilenin atasıdır.

[70] - Asferoğulları Rum padişahları idiler. Ataları Asfer b. Rum’dur. Bazı tarihçilere göre Habeşe ordusu bunlara galip geldiğinde bu kabilenin kadınlarına saldırdılar. Bu olayın ardından dünyaya gelen çocuklar da sarışın veya sarı tenli oldukları için onlara Beni Asfer adı verildi.

[71] -İmam Ali'ye (a.s) ait diğer sözlerde de görüldüğü gibi, imam, yarım bırakılmış ihsandansa hiç yapılmayan ihsanı ve ihsana başlanıldığında onun tamamlanması gerektiğini tavsiye etmektedir. Büyük olasılıkla İmam, bu sözüyle de aynı konuyu vurgulamak istemektedir. Zira bir insana bağış yapıldığında onu kabul eden kimse bunun devamını diler, gözü yolda olur. Ama hiç ihsan almayan kimse, kimseden bir şey almadığı için herhangi bir kimseden talebi olmaz. Beklenti, yarım bırakılan ihsanlardadır.

[72] - Eğer mal, dost kazandırmışsa, mal gidince dostluk da biter; eğer saygınlık kazandırmışsa, mal gidince saygı da yiter.

[73] - İhsan sahibinin ihsanını küçük görmesi, bunu asla dile getirmemesi ve hatta yaptığı iyiliği unutması, onu öldürmek anlamına gelse de, gerçek mânada bu, ihsanı her zaman için canlı kılmak demektir.

[74] - İnsan, bağış ve ihsanda bulunarak hayır zikrini yayabilir. Ancak bu durumda her tarafta adından saygıyla söz edilir. Aksi takdirde kendisiyle birlikte yâdı da gider, unutulur.

[75] - Nakisîn, Cemel Savaşı sırasında Hz. Ali ile biatlerini bozup ona karşı savaş açanlara denirdi. Talha ve Zübeyr, Hz. Ali'ye biat ettikten kısa bir süre sonra biatlerini bozmuşlar, Ayşe'nin yanında yer almışlar, Ayşe ile birlikte bir grubu yanlarına alarak Hz. Ali'ye karşı savaş ilan etmişlerdi. Ayşe, deve üzerinde savaşa katıldığı için Cemel Savaşı olarak adlandırılan bu savaş sonrası, Talha ve Zübeyr öldürülmüşlerdi.

[76] - Kasitîn, Muaviye'ye uyarak İmam Ali ile savaşan isyancılara denirdi. Bu kimseler, Muaviye yönetiminde Fırat Nehri kenarında Sıffın Savaşı'na yol açan kimselerdir.

[77] - Marikîn, Sıffın Savaşı sonrası İmam Ali'nin ordusundan ayrılarak halk arasında bozgunculuk çıkaran, fitne ve kargaşaya neden olan isyancılardır. Hz. Ali'nin ordusuyla yapılan savaş sonrası, bu kimselerden geriye sadece dokuz kişi kalmıştı.

[78] - Redhe, içinde su olan bir çukura denir. Burada kasıt, haricîlerin lideridir. Bazı muhaddisler bu kimsenin Muaviye olabileceği görüşünü ileri sürmüşlerdir. Çünkü ordusu savaştan kaçtığında inananları kandırmak için Kuran nüshalarını mızrakların ucuna geçirip halkı göstermelik olarak Kuran'ın hükmüne davet etmişti. Bu konuda başka ihtimaller de verilmiştir. Örneğin Redhe, iblisin takipçilerinden olan, asi şeytanlardan biridir. Hz. Ali (a.s) onu öldürmüştür. Veya Redhe'nin şeytanı, cinlerden olup Hz. Peygamber (s.a.a) Cuhfe'ye gelince Hz. Ali (a.s) onunla savaşıp öldürmüştür. Ama anlaşıldığı kadarıyla Redhe Şeytanı, gökten gelen güçlü bir sesle ölmüştür. Bu nedenle onun şeytan ya da cin cinsinden olma ihtimali daha çoktur. /2790

[79] - Bazı nüshalarda "güvencenin" şeklinde geçmiştir.

[80] - Bazı nüshalarda "ilim" şeklinde geçmiştir.

[81] - Allame Hansarî, bu konuda şöyle der: Hadisin manası şöyle olabilir: İnsan bir sanat veya hünerin peşinden gidiyor ve onu terk edemiyorsa başka bir sanatla uğraşsın; o zaman amacına ulaşabilir. Ama İmam Ali (a.s) galiba İmamet makamını savunmak için böyle buyurmuştur: Yani sizin gibi insanların imamete ulaşması zordur. Öyleyse kendinizi boşuna yormayın. İmam Cafer (a.s), imamet makamını arzulayan birine şöyle buyurdu: “İlim bir nurdur, Allah onu istediğinin kalbine yerleştirir.”

[82] - Yani, onları nerede ve nasıl kullandıkları; yakınlarına nasıl davrandıkları sorulacaktır.

[83] - Nehcü'l-Belaga, Hikmetler ve öğütler bâbı.

[84] - Bazı nüshalarda "iyiliği emreden" şeklinde de gelmiştir.