Back Index Next

arasından yavaşça geçerek İmam'ın (a.s) kabrinin bulunduğu bölgeye ulaştık. Fakat kabrin nerede olduğunu bilmiyorduk. Itırlı bir meltem esiyordu. Meltemin estiği yönü tutarak yavaşça ilerledik, sonunda kabre ulaştık. Kabrin üzerindeki sandığı yıkıp yakmışlardı. Kabrin etrafını sulamaları sonucu yakınındaki kerpiçler ıslanmış, yeri çukurlaşmıştı. Biz ziyaret ettik ve kendimizi kabrin üzerine attık. Oradan benzerini hiçbir gülde  koklamadığımız çok güzel bir koku geliyordu. Ben yanımdaki esansçıya o kokunun ne olduğunu sordum. Dedi ki: "Vallahi, şimdiye kadar hiçbir esansın böyle koktuğunu görmedim." Sonra Hz. Hüseyin'le vedalaşıp kabrin etrafına birkaç işaret bırakarak geri döndük. Mütevekkil öldürülünce,

Şiîlerden ve Talibiyyîn'den (Ali b. Ebu Talib evlâtlarından) bir grup birleşerek onun kabrini ziyarete gittik ve oraya gizlediğim işaretleri çıkararak kabrini önceki hâliyle yeniden yaptık. Yine şöyle rivayet eder: Mütevekkil, Ömer b. Ferec Ruhcî'yi Mekke ve Medine hükümetine atadı. Ömer b. Ferec, Âl-i Muhammed'in halkla ilişkisini engelleyip insanların onlara iyilik ve ihsanda bulunmasına mani oldu. Birinin onlara çok az da olsa iyilik ve

ihsanda bulunduğunu duysaydı kötü bir şekilde cezalandırır, ağır bir para cezası da alırdı ondan. Ömer b. Ferec, Âl-i Muhammed'i o kadar kötü bir durumda bıraktı ki, Ali Şiîleri olan bir grup kadın sahip oldukları tek elbiseyi namaz için sırayla giyer, öyle namaz kılarlardı. Daha sonraları bu elbisenin yırtılan yerlerini yamıyor, üstü ve başları açık bir şekilde çıplak ayakları üzerinde oturuyorlardı! Nihayet Mütevekkil öldürülünce

Muntasır onlarla ilgilenerek onlara iyilik ve ihsanda bulundu, onlara bir miktar para göndererek aralarında bölüştürdü. Muntasır'ın bütün alanlarda babasıyla muhalefeti ve onun tutumlarına şiddetle karşı oluşu, Mütevekkil'in isminin kötü anılmasına ve Muntasır'ın işlerinin ilerlemesine sebep

oldu.[238] Bunlar Kureyş hilâfetinin Resulullah'ın (s.a.a) Ehlibeyt'ine karşı uyguladığı siyasetin etkilerinden bazılarıdır. İleride bunlardan diğer bazılarını da inceleyeceğiz inşallah.

Bu İncelemenin Sonucu

Kureyş, peygamberlikle hilâfetin Hâşim Oğulları'nda toplanmasını istemiyordu. Dolayısıyla Kureyş, Resulullah'tan (s.a.a) sonra Hâşim

Oğulları'nın hilâfete geçmemesi veya Hz. Resulullah'tan (s.a.a), Kureyş'in başlarından birini kınayan, onların hilâfete ulaşmasını engelleyen, rakipleri, özellikle Hâşim Oğulları ve genel olarak ensar için fazilet beyan eden bir hadisin yayılmaması için var gücüyle Resulullah'ın (s.a.a) hayatı döneminde hadislerinin yazılmasını engelleyerek ileride hilâfet konusunda birileri hakkında bir nassın kalmasına mani olmaya çalıştı! Bu hedefle, Resulullah'ın (s.a.a) hayatının son anlarındaki vasiyetinin yazılmasını engellediler; oysa bu vasiyet hakkında, "Bu vasiyetime uyduğunuz zaman benden sonra asla sapmazsınız." diye vurgulamıştı. Fakat Kureyş, Resulullah'ın (s.a.a) Hâşim Oğulları'ndan birinin hilâfete geçmesi hakkında bir şeyler yazmasından endişelenerek onun yazılmasını engellediler; çünkü onlar peygamberlikle hilâfetin bir yerde toplanmasını istemiyorlardı!

İşte bu nedenle Kureyşli sahabe Ömer, kendisiyle aynı fikirde olan diğer Kureyşli muhacirlerle birlikte Resulullah'tan (s.a.a) sonra Kureyş'in Teym boyundan Ebu Bekir adına biat almak için bütün çabalarını harcadılar. Yine bu nedenle Kureyşli halife Ebu Bekir, Kureyşli Osman aracılığıyla hilâfeti eski dostu Kureyş'in Adevî boyundan Ömer'e bıraktı![239] Yine bu sebeple Ömer var gücüyle Resulullah'ın (s.a.a) hadislerinin yazılıp yayılmasını önledi ve ashabın yazdıklarını da ateşe atarak yaktı. Bu konuda kendisine muhalefet edip Medine dışında Resulullah'ın hadislerini yayanları ise Medine'de zindana attı.[240] Yine bu sebeple Ömer birini bir yere vali tayin ettiğinde kendisi şahsen onu uğurlayıp "Sadece Kur'ân'ı tebliğ edin ve Muhammedden rivayeti azaltın; ben sizi izliyorum, dikkatli olun." diyordu![241] Yine bu nedenle Ebu Bekir'le Ömer, Hâşim  Oğulları'ndan hiçbirini savaşlarda ordunun başına veya fethedilen şehirlere vali tayin etmiyordu!![242] Ve yine bundan dolayı Ömer, altı kişilik şûrada Kureyşli Abdurrahman b. Avf aracılığıyla Kureyşli Emevî Osman'ın hilâfete geçmesinin plânını uyguladı. Ve yine bu nedenle Osman, Kur'ân'ı Resulullah'ın (s.a.a) hadislerinden ayırarak birkaç nüshada yazıp İslâm topraklarının çeşitli şehirlerine gönderdikten sonra, Kur'ân'la birlikte tefsir olarak Resulullah'ın (s.a.a) hadislerini yazmış olan diğer sahabîlerin Mushaflarını yaktı ve Kur'ân'ın yakılmasına karşı çıkan Abdullah b. Mes'-

ud'u Medine'ye çağırtarak dövmelerini ve beytülmalden aldığı aylığı kesmelerini emretti![243] Yine Osman, Resulullah'ın (s.a.a) hadislerini yayan Ebuzer'i halkın gözleri önünde Rebeze'ye sürdü![244] Ve hasta yatağında yazdığı vasiyetinde Kureyşli Abdurrahman b. Avf'ı kendi yerine seçti!

Fakat Abdurrahman b. Avf, Osman'ın hayatı döneminde vefat edip de Osman yerine Kureyş'ten birini tayin edemeden öldürülünce, Müslümanlar işlerini kendileri ellerine alıp Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) etrafına toplandılar, işler ellerinden çıkan ve artık ellerinden bir şey gelmeyen Kureyş ileri gelenlerinin ardından Hz. Ali'ye biat ettiler. Fakat o günden dört ay sonra Kureyş kendine geldi ve her taraftan asker toplayarak hükümeti İmam Ali'nin (a.s) elinden çıkarmak ümidiyle Ümmü'l-Müminin Aişe, Talha ve Zübeyir önderliğinde Cemel Savaşı'nı başlattı. Sonra aynı hedefle ve Medine'den uzak olan insanları, Osman'ı Ali'nin öldürdüğüne ve hilâfeti bu şekilde ele geçirdiğine inandırmak için Sıffin Savaşı'nı açtılar. Medine'den uzak olan Müslümanlar dinî öğretilerini, Resulullah'ın (s.a.a), Ehlibeyt'inin ve ashabının siretini, ulaşabildikleri sahabelerden, Kureyş valilerinden ve onların taraftarlarından aldıklarından, İslâm'la ve Müslümanlarla ilgili olarak bu şahısların kendilerine öğrettiklerinden başka bir şey bilmiyorlardı ve bunlara başka bir yolla da ulaşamadıklarından dolayı Kureyş, bu yolla onları İmam Ali (a.s) hakkında yanıltabilmişti. Özellikle Sıffin Savaşı'nda Muaviye ordusu İmam Ali'nin (a.s) ordusu karşısında zayıf düşünce hileyle Kur'ân'ları mızraklara takarak İmam Ali'yle ordusunu Kur'ân'ın hakemliğine ve ardından da iki kişinin hakemliğine davet etti! "Hakemeyn" olayından sonra da, hakemlik konusunda Kureyşli Emevî sahabe Amr b. As'ın, Ebu Musa Eş'arî'ye oynadığı oyun İmam Ali'nin ordusuna, hakemlerin kabulünü ısrarla isteyen Kur'ân kârileriyle onların fikirdaşlarına ağır gelince, bütün Müslümanların kâfir olduğuna hükmettiler. İmam Ali'ye karşı ayaklanıp Nehrevan'da Hz. Ali'ye karşı savaştılar, İmam da onları büyük bir yenilgiye uğrattı. Fakat sonunda Hz. Ali de Kûfe mescidinin mihrabında onlardan biri tarafından şehit edildi.[245] Bütün bu olaylar, Medine'den uzak olan insanların İmam Ali (a.s) hakkında doğru hükmedememelerine, gerçekleri karıştırmalarına ve onun hakkında yaydıkları aslı olmayan şeylere inanmalarına sebep oldu! Diğer taraftan, sadece İmam Ali'nin hilâfetine (çünkü Hâşim Oğulları'ndan İmam Ali'den başka hiç kimse İslâm dünyasına hükümet adayı değildi) muhalefet eden Kureyş'in, Hâşim Oğulları'ndan birinin başa geçmesini istemeyişi, İmam Ali'ye (a.s) dayattıkları iki savaş yüzünden bu muhalefet ve isteksizlik Emirü'l-Müminin Ali'ye (a.s) karşı şiddetli bir kin ve düşmanlığa dönüştü. O günden itibaren Kureyş'in Müslümanlara hükümeti, İmam Ali'ye (a.s) düşmanlık temeli üzerine kuruldu. İşte bu mesele, değinmekte olduğumuz

Ümeyye Oğulları'nın hükümetinde de açık bir şekilde görülmektedir.

Emevî Halifelerin İmam Ali'ye ve Onun Eserlerine Düşmanlığı

Ebu Süfyan Oğulları Hilâfetinde

Muaviye hilâfet kürsüsüne oturunca hükümetinin temellerini iki şey üzerine kurdu:

1- Hilâfeti kendisinden sonra oğlu Yezid'e bırakmak. Çünkü halifeler, "Hilâfeti Kureyş'te bırakın."[246] sloganıyla hilâfeti elden ele Kureyş'te tutmak siyasetini izliyorlardı!

2- İleri geleni Ali b. Ebu Talib olan Resulullah'ın (s.a.a) Ehlibeyt'ine karşı düşmanlık siyaseti. Tarihte, Muaviye'nin Emirü'l-Müminin Ali'ye (a.s) ve ardından da bütün Hâşim Oğulları'na duyduğu kin ve düşmanlığının eşine rastlanmamıştır! Muaviye, hükümetinin temellerini Ali ve Haşim Oğulları'nı kötülemek, onlar hakkında kötülükler ve diğerleri hakkında ise iyilik ve güzellikler uydurma ve bunları bütün ülke çapında yayma siyaseti üzerine kurdu. Muaviye her fırsatta, özellikle cuma hutbelerinde, en uzak noktaya kadar İslâm topraklarındaki bütün mescitlerde Ali'ye

lânet edip sövmeyi emretti. Çocuklar böyle yetişip yaşlılar ölünceye kadar bu siyasetini sürdürmeye karar verdi! O, bu siyasetin uygulamasında emrine itaat etmeyen Müslümanların ileri gelenlerine işkence edip sonunda onları idama mahkum ediyordu. Oğlu Yezid bu alanda ondan öne geçip bu siyaset doğrultusunda Kerbela'da Resulullah'ın (s.a.a) Ehlibeyt'ini öldürüp başlarını bedenlerinden ayırmış, Resulullah'ın (s.a.a) kadınlarıyla çocuklarını esir ederek onları Resulullah'ın (s.a.a) evlâtlarının kesik başlarıyla birlikte şehir şehir gezdirmiştir! Güya Yezid'in bu görevi yerine getirmesiyle, Ebu Süfyan soyunun bu alanda Hâşim Oğulları'na karşı vazifesi bitmiş, Emevî hilâfetinden sonra, sıra Kureyş kabilesinin Ümeyye Oğulları boyundan Mervan Oğulları'na gelmişti. Ümeyye Oğulları Kabilesinden Mervan Oğulları'nın Siyaseti Mervanoğulları halifeleri, hilâfeti aileleri arasında elden ele gezdirmede, Emirü'l-Müminin Ali'ye lânet edip küfretmede onun makam ve mevkisini aşağı düşürmede Ömer b. Abdülaziz dönemine kadar Muaviye'nin siyasetini izlemiştir. Sıra Ömer b. Abdülaziz'e gelince İmam Ali'ye (a.s) lânet edilip küfredilmesini yasaklamıştır. Ne var ki, Ömer b. Abdülaziz döneminde insanlar İmam Ali'ye (a.s) lânete ve küfretmeye alışmışlardı, hatta bazıları bunu bir farz saymakta ve bunu terk etmeyi caiz görmemekteydi! Harran ahalisi gibi Ali'ye (a.s) lânet edilmeden kılınan cuma namazını kabul edilmiş görmüyor, "Lânetsiz kılınan namaz, namaz değildir!!" diyorlardı. Yine Ömer b. Abdülaziz, iki yıl birkaç ay kadar[247] kısa bir zaman hilâfet sürdükten sonra ailesi tarafından zehirlenerek öldürüldü![248] Ömer b. Abdülaziz'in öldürülmesiyle Ümeyye Oğulları tekrar eski alışkanlıklarına dönerek İmam Ali'ye (a.s) lânete ve küfretmeye devam ettiler; bu durum Abbasîler hilâfete geçinceye kadar sürdü. Abbas Oğulları'nın siyasetini ise aşağıda inceleyeceğiz!

 Abbasî Halifelerinin Siyaseti

Abbasî halifeleri arasında Ebu Cafer Mansur Devanikî, Harunu'r- Reşid ve Mütevekkil gibi, Resulullah'ın (s.a.a) Ehlibeyt'ini öldürüp

makam ve mevkilerini Müslümanlar nezdinde aşağı düşürmede Emevîlerden öne geçenler vardı!! Yine onların aksine Resulullah'ın Ehlibeyt'inin tarafını tutup hürmetlerini gözetenler de vardı.[249] Mesele şuydu: Halk, Muaviye'den başlayarak 90 yıllık Ümeyye Oğulları'nın hilâfeti döneminde Emirü'l-Müminin Ali'ye (a.s) lânetle, küfretmeyle, ondan teberri etmeyle, onun makam ve mevkisini düşürmeyle yetişmişti.[250] Böyle bir eğitimin etkileri Abbasîlerin hilâfeti dönemine kadar sürmüş, onların döneminde de yetmiş defa sabahları ve yetmiş defa da akşamları Emirü'l-Müminin Ali'ye (a.s) lânet eden, onu kötüleyen hadisler uydurarak Bağdat'ta ve diğer büyük İslâm şehirlerinde yaygınlaştıran Hureyz b. Osman (öl. 162 hk.) gibi âlimler ve hadisçiler ortaya çıkmıştı!! Veya çeşitli şehirlerin ahalisi arasında, Vâsıt şehri ahalisi gibi insanlar da ortaya çıkmıştı. Onlar  şehirlerindeki meşhur âlim ve hadisçi Abdullah b. Muhammed b. Osman'ı (öl. 371 hk.) "Tayr Hadisi"ni anlatması yüzünden makamından alıp, kâfir ve necis olmuştur diye oturduğu yeri yıkayıp temizliyorlardı; neticede bunları dışlayarak inzivaya çekilmek mecburiyetinde bırakıyorlardı. Evet, Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) fazileti konusunda sadece bir hadis söylemesi yüzünden, şehir halkı meşhur hadisçilerini yerinden kaldırdı, necis oldu diye suçlayarak oturduğu yeri yıkayıp inzivaya itti!! Mesele, sadece söylediklerimizle, ismini andıklarımızla veya belirttiğimiz dönemle sınırlı değildir; aksine bu meseleler elden ele günümüze kadar sürmüştür. Biz geçen sayfalarda, asırlar boyunca Resulullah'ın (s.a.a) Ehlibeyt'inin ismini gizlemede, onlar hakkında çirkin şeyler yaymada, makam ve mevkilerini düşürmede halife ve hükümdarların yaptıklarından bazı örnekler aktarmakla yetindik. Onlar, Müslümanların Ehlibeyt'e yönelip kendilerine sırt dönmesinden, saltanat ve güçlerini zayıflatmalarından ve sonuçta Kureyş'in hilâfet ve hükümdarlığının ellerinden çıkıp, yerine onların hükümetlerinin yıkıntıları üzerinde Resulullah'ın (s.a.a) Ehlibeyt'inin

hükümetinin kurulmasından endişeleniyorlardı. İşte bu nedenle, Ümeyye ve Mervan Oğulları'ndan Abbasîlere kadar hükümdarlardan, hükme uyanlara, valilere ve kumandanlara kadar Kureyş siyaseti, Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinde, Ehlibeyt'in ve onun ashabının rivayetlerinde  Resulullah'ın (s.a.a) Ehlibeyt'ine ait şeyleri gizleyip tahrif etme ve gerçekleri Müslümanlardan gizleme sonucuna vardı. Hilâfet Ekolü de, ileride beyan edeceğimiz şekilde on çeşit gizleme ve tahrifle bu siyaseti uyguladılar!

• SÜNNET VE HADİSE YÖNELİK ON ÇEŞİT GİZLEME VE TAHRİF

• EHLİBEYT VE TAKİPÇİLERİNİN TUTUMU

HALİFELERİN, SİYASETLERİNE MUHALİF OLAN SÜNNET KARŞISINDAKİ TEPKİLERİ

Bu bölümde, Hilâfet Ekolü'nün, siyasetlerine aykırı naslara karşı davranışlarının bir örneğine değineceğiz. Özellikle Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinde ve sahabenin sözlerinde İmam Ali'nin (a.s) "vasi" diye meşhur olduğu söz konusu naslara karşı Hilâfet Ekolü mensuplarının tepkilerini inceleyeceğiz. Resulullah'ın (s.a.a) ashabından muteber, tamamen güvenilir çeşitli rivayetlerde, "Ali benim vasim ve yardımcımdır." ve bazı rivayetlerde de, "Ali benim halifemdir." buyurduğu geçer. Fakat bütün bu lakaplar arasında, Emirü'l-Müminin Ali, "Vasi" lakabıyla daha bir meşhur olmuş, daha fazla tanınmıştır. Öyle ki, bu lakap Ali'ye has bir isim olmuş, Ali'den başka hiç kimse bu lakapla tanınmamıştır. Nitekim daha önce Resulullah (s.a.a) da ona "Ebu Turab" künyesini vermiş ve bu, Ali'ye ait bir künye olmuş. O da bununla tanınmış ve Ali'den başka hiç kimse bu künyeyle tanınmamıştı. Sahabîler, tâbiîn ve onlardan sonra gelenler, Emirü'l-Müminin Ali'yi çokça "Vasi" diye anmışlardır; nitekim bu lakap kitap ehlinin bilginlerinin söz ve yazılarında geçmiş ve insanları bu konuda aydınlatmışlardır. Vasiyeti İnkâr Etme veya Güneşi Çamurla Sıvama!

Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) "Vasi" lakabıyla meşhur oluşu, Hilâfet Ekolü'nün siyasetiyle çeliştiğinden bunu inkâr edip, bu alandaki nasları gizlemek yolunda oldukça çaba harcadılar. İlk önce Ümmü'l-Müminin Aişe güçlü bir propagandayla İmam Ali'nin (a.s) "vasi" lakabıyla meşhur olmasına karşı mücadeleye girişip bunu tamamen inkâr etti. Ondan sonra da Hilâfet Ekolü mensupları asırlar boyunca çeşitli şekillerle İmam Ali'nin (a.s) bu meşhurluğuna karşı saldırılarına devam ettiler. Hilâfet Ekolü'nün bu alanda yaptığı en önemli hareketlerden biri, vasiyet hakkındaki nasları gizlemekti. Öyle ki her araştırmacı, gerek vasiyet alanında, gerekse diğer alanlarda genel olarak halifelerin siyasetine aykırı olan nasların gizlenmesini çok acı ve yürek yakıcı bir şey olarak bulacaktır. Hilâfet okulunun gizlemelerinden aşağıdaki on örneği, Resulullah'ın (s.a.a) sünnetini gizleme hasebiyle önemliden başlayarak en önemliye doğru sıralayacağız:

On Çeşit Gizleme

1- Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinin hadisinin bir bölümünü silip onun yerine anlaşılmaz bir söz yerleştirme.

2- Silindiğine işaret ederek sahabenin siretinden rivayetin tamamını silme.

3- Resulullah'ın sünnetinden hadisin anlamını tevil etme.

4- Silindiğine işaret etmeden sahabenin sözlerinden bir bölümünü silme.

5- Silindiğine işaret etmeden Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinden rivayetin hepsini silme.

6- Resulullah'ın (s.a.a) hadisinin yazılmasını engelleme.

7- Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinin rivayetleriyle râvilerini ve hâkim gücü eleştiren kitapları aşağılama.

8- Kitaplarla kütüphaneleri yakma.

9- Sahabenin siretinin rivayetinin bir bölümünü silip onu tahrif etme.

10- Resulullah'ın (s.a.a) doğru sünneti ve ashabın sahih sireti yerine yalan rivayetler uydurma.

* * *

1- Hadisinin Bir Bölümünü Silip Onun Yerine Anlaşılmaz Bir Söz Yerleştirmek

Hilâfet Ekolü'nde gizleme çeşitlerinden biri, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hadisinin bir bölümünü silip onu anlaşılmaz bir cümleye çevirmekti. Aynen, "En yakın hısımlarını uyarıp korkut." ayetinin tefsirinde, Resulullah'ın Hâşim Oğulları'nı İslâm'a davet ettiğini nakleden rivayette Taberî ve İbn Kesir'in yaptıkları gibi. Bu ikisi, Resulullah'ın (s.a.a) o toplantıda Ali (a.s) hakkında buyurduğu, "O sizin aranızda benim vasim ve vezirimdir." cümlesini atmış, bunun yerine "şöyle ve böyle" kelimelerini koymuşturlar; hâlbuki bu belirsiz bir ifade olup hiçbir şeyi anlatamamaktadır. Yine Buharî'nin kendi Sahih'inde, daha önce değindiğimiz Abdurrahman b. Ebu Bekir'in rivayetinde sahabenin siretine yaptıkları da bunlardandır. Buharî, Abdurrahman'ın Mervan'a ne söylediğini nakletmeyip onun yerine, "Abdurrahman bir şey dedi." diye yazmıştır! Abdurrahman'ın sözünü belirsiz ve kapalı olarak "bir şey" diye tabir etmiştir! Ayrıca Ümmü'l-Müminin Aişe'nin, Mervan'ın babasının hükmü hakkında Resulullah'tan (s.a.a) rivayet ettiği şeyi silmiştir! Yine bu gizlemelerden biri de, Resulullah'ın (s.a.a) Bedir Savaşı hakkında sahabîlerle müşaveresi ve ashabın ona cevabında yaptıklarıdır. Taberî ve İbn Hişâm şöyle yazarlar: Kureyş'in, ticaret kervanını korumak için hareket ettiğini Resulullah'a (s.a.a) haber verdiklerinde, Resul-i Ekrem bunu ashaba açarak onlarla müşaverede bulundu. Bunun üzerine Ebu Bekir kalkarak güzel bir konuşma yaptı! Sonra Ömer kalkarak o da güzel bir konuşma yaptı! Daha sonra Mikdad b. Amr kalkarak şöyle dedi: "Ya Resulullah! Allah Tealâ'nın sana emrettiğini yap, biz de senin yanındayız. Vallahi biz, İsrail Oğulları'nın Musa'ya söyledikleri 'Sen ve Rabbin git, ikiniz savaşın. Biz burada duracağız!' sözünü söylemeyiz; aksine sen ve Rabbin onların üzerine gidin, biz de sizin yanınızda onlarla savaşırız..." Resulullah (s.a.a) Mikdad'ı tebrik ederek hakkında hayır duada bulundu. Ve Sa'd b. Muaz el-Ensarî'nin Resulullah'a verdiği cevapta şöyle geçer: "Ya Resulullah! Sen nasıl istersen ve uygun görürsen öyle davran; biz de seninle birlikteyiz. Gerçekten seni peygamber gönderene andolsun ki bize denizin derinliklerine girmeyi emredersen, seninle birlikte denizin derinliklerine gireriz ve bizden hiç kimse itaatsizlik etmez." Daha sonra Sa'd'ın sözlerinin Resulullah'ı (s.a.a) memnun ettiğini yazar. Dikkat ediniz! O ikisi (Ebu Bekir'le Ömer) Resulullah'a (s.a.a) ne söylediler, neden onların söyledikleri rivayette silinerek yerine, "güzel konuştu." yerleştirilmiştir?! Bu iki sahabenin cevabı güzeldiyse, neden muhacirlerden olan Mikdad'ın ve ensardan olan Sa'd b. Muaz'ın sözlerinin tamamını naklettikleri hâlde o güzel cevabı kaydetmemişlerdir?! Müslim de bu rivayeti şöyle kaydeder: Resulullah, Ebu Süfyan'ın kendilerine doğru hareket ettiğini haber alınca sahabelerle müşaverede bulundu. Bunun üzerine Ebu Bekir konuştu, fakat Resulullah (s.a.a) yüzünü ondan çevirdi. Daha sonra Ömer konuştu Resulullah (s.a.a) ondan da yüzünü çevirdi... Hayret! Eğer bu iki sahabe yerinde ve güzel bir şey söylemişse, neden Resulullah (s.a.a) hoşlanmayarak onlardan yüzünü çevirsin?!! Bu iki sahabenin o gün Resulullah'a (s.a.a) ne söylediklerini merak ederek Vâkıdî ve Makrizî'nin kitaplarına müracaat ettiğimizde bu ikisinin başka şeyler söylediklerini gördük. Vakidî diyor ki: Ömer, Resulullah'a şöyle dedi: "Ya Resulullah! Vallahi Kureyş bütün gurur ve iftiharıyla sana gelmektedir. Vallahi Kureyş izzet bulduğu günden itibaren zillet ve alçaklığı tatmamıştır

ve tuğyan ettiği günden itibaren de kanuna ve imana yanaşmamıştır. Vallahi Kureyş iftiharlarını kaybetmeyecek ve sana karşı amansız bir savaş yapacaktır. O hâlde kendini böyle bir savaş için hazırla ve ona lâyık bir güç bul..."[251] İbn Hişâm, Taberî ve Müslim'in rivayetinden, Ebu Bekir'den sonra Ömer'in kalkarak konuşup görüşünü belirttiği anlaşılmaktadır. Taberî'yle İbn Hişâm, bu iki sahabenin sözlerini "güzel" diye nitelendirmektedir! Fakat Müslim'in rivayetinde Resulullah'ın (s.a.a) ilk önce Ebu Bekir'in ve sonra da Ömer'in sözlerinden yüzünü çevirdiği geçer. İşte buradan Ebu Bekir'le Ömer'in sözlerinin aynı şey oldukları anlaşılmaktadır. Vâkıdî'yle Makrizî Ömer'in söylediklerini kaydedip, Ebu Bekir'in

söylediklerini nakletmedikleri için Ömer'in sözlerinden Ebu Bekir'in ne söylediğini anlamak mümkündür. Bu iki sahabenin söyledikleri halkı rahatsız edebileceği için İbn Hişâm, Taberî ve Müslim'in rivayetlerinde bu ikisinin sözleri silinmiştir. İşte bu gizlemeler nedeniyle Hilâfet Ekolü mensupları arasında bunların kitapları muteber ve güvenilir sayılmaktadır. Fakat Buharî kendi Sahih'inde bu rivayeti kapalı ve belirsiz bile

olsa nakletmediği için sıhhat ve doğruluk açısından Hilâfet Ekolü'nün bütün kitapları arasında özel bir konuma sahiptir. Ayrıca, Taberî'yle İbn Kesir, Hâşim Oğulları'nı uyarıp-korkutma hadisinde Resulullah'ın (s.a.a) buyruğundan "vasim ve vezirim" ibaresini belirsiz bir şekilde "şöyle ve böyle" şeklinde yazarak değiştirmişlerdir. Çünkü bu rivayet, hilâfet ve önderlik konusunda Hz. Ali'nin (a.s) kesin hakkını insanlara beyan etmektedir; oysa insanların bundan haberi olması katiyen doğru değildi! Buharî de Abdurrahman b. Ebu Bekir'in sözlerini "bir şey" diye değiştirmiştir. Çünkü aksi durumda Abdurrahman'ın sözleri Muaviye, Yezid ve Mervan gibi halifelere dokunur ve insanları bilmeleri yakışmayan şey konusunda aydınlatırdı!

Ebu Bekir'le Ömer'in Resulullah (s.a.a) karşısında verdikleri cevaplar Sîre-i İbn Hişâm, Tarih-i Taberî ve Sahih-i Müslim'de değiştirilmiştir. Çünkü bu iki sahabenin sözleri, ilk iki halifeye yakışmayan bir anlam taşıyordu. İşte bu nedenle onlardan birinde rivayetin bir bölümünü silerek

yerine belirsiz bir şey koymuşlardır! Bu gibi gizlemelere, Hilâfet Ekolü ulemasında sık sık rastlanmaktadır.

2- Silindiğine İşaret Ederek Sahabenin Siretinden Rivayetin Tamamının Silinişi

Hilâfet Ekolü ulamasının gizlemelerinden biri de, Muhammed b. Ebu Bekir'le Muaviye arasındaki mektuplaşmalardır. Oysa Nasr b. Müzahim'in (öl. 212 hk.) Sıffin adlı kitabında ve Mes'udî'nin (öl. 346 hk.) Murucu'z-Zeheb adlı kitabında Muhammed b. Ebu Bekir'in Muaviye'ye yazmış olduğu, Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) faziletlerinden ve onun Resulullah'ın "vasi"si olduğundan bahsettiği mektubun tamamını kaydetmiştir. Muaviye de ona verdiği cevapta bütün bunları itiraf etmiştir. Fakat mektupta ve cevabında geçenler halifelerin makamını düşürecek konular olduğu için, Taberî (öl. 310 hk.) her iki mektubun rivayetlerinin senetlerine işaret ederek, "Normal insanların bu konuları duymaya gücü yetmez." bahanesiyle onları kaydetmemiştir. Başka bir ifadeyle o, böyle bir bahaneye sığınarak kasıtlı olarak hakkı insanlardan gizlemiştir!! Taberî'den sonra gelen İbn Esîr (öl. 630 hk.) de Taberî'yi izleyerek aynı bahaneyi öne sürmüştür! Bu ikisinden sonra gelen İbn Kesir ise büyük tarih kitabında[252] Muhammed b. Ebu Bekir'in mektubuna işaret etmiş; fakat, "Mektupta sert ifadeler kullanılmıştır." demekle yetinmiştir. Taberî'yle İbn Esîr, Muhammed b. Ebu Bekir'in mektubu ve Muaviye'nin cevabı hakkında, "Normal insanların bu konuları duymaya gücü yetmez." derken, normal ve sıradan insanların bu iki mektubun içeriğini duyduktan sonra halifeler hakkında görüşlerinin değişeceğini kastetmektedir! Bu gibi gizleme veya kaydedilmediğine işaret edilerek rivayetin tamamının silinmesi, Hilâfet Ekolü'nün bilginlerinde azdır.

3- Hadisin Anlamının Tevil Edilişi

Hilâfet Ekolü'ndeki gizlemelerden bir diğeri de, hadisin anlamını tevil etmektir. Nitekim Zehebî,[253] Neseî'nin (Sünen-i Neseî kitabının yazarı) hayatını anlatırken aynı şeyi yapmış ve şöyle demiştir: Neseî'den, Muaviye hakkında bir kitap yazmasını istediklerinde, Neseî, Muaviye'nin fazileti hakkında "Allah'ım! Onun karnını doyurma." hadisini yazayım mı?" dedi. Zehebî sonra diyor ki: Bu hadis Muaviye için bir fazilet olabilir! Çünkü Resulullah şöyle buyuruyor: "Allah'ım! Kendisine lânet ettiğim veya küfrettiğim kimse için lânetimi rahmet ve temizlik kaynağı kıl!" Burada Zehebî (öl. 748 hk.), Muaviye hakkındaki bu hadiste sözlerini "olabilir" kaydıyla naklettiğine göre, ondan sonra gelen ve hicretin 774'ünde vefat eden İbn Kesir de tabiatıyla kesin bir şekilde, "Muaviye dünya ve ahirette bu duadan yararlanmıştır!" diyecektir: Muaviye hakkındaki rivayet Sahih-i Müslim'de, "Men Leanehu'n-Nebiy ev Sebbehu Cealehullah Lehu Zekâten ve Tuhra" babında İbn Abbas'tan şöyle nakledilir:[254] Ben çocuklarla

oynuyordum. O sırada Resulullah (s.a.a) geldi. Ben bir evin kapısının arkasına saklandım. Fakat Peygamber yakına gelerek eliyle sırtıma vurdu ve "Git Muaviye'yi çağır." buyurdu. Ben Muaviye'nin yanına gidip döndüm ve "Muaviye yemek yiyor." dedim. Tekrar, "Git Muaviye'yi çağır." buyurdu. Ben gidip dönerek, "Hâlâ yemek yiyor." dedim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a), "Allah'ım! Onun karnını doyurma!" buyurdu.[255]

Bu hadisi İbn Kesir kendi Tarih'inde kaydetmiş ve Resulullah'ın (s.a.a), "Git Muaviye'yi çağır." sözüne, "Muaviye vahiy katiplerindendi!"

sözünü de eklemiştir. O, bu rivayeti İbn Abbas'tan naklen şöyle kaydeder: Ben çocuklarla oynuyordum. O sırada Resulullah (s.a.a) geldi. Kendi kendime, "Hz. Peygamber, benim yanıma geliyor." diyerek bir evin kapısının arkasına saklandım; fakat Resulullah (s.a.a) yaklaşarak elinin içiyle bir iki defa sırtıma vurduktan sonra, "Git Muaviye'yi çağır." buyurdu. Muaviye vahiy katiplerinden biriydi. Ben giderek ona Resulullah'ın

(s.a.a) huzuruna çıkmasını söyledim. Fakat bana onun yemek yediğini söylediler. Ben de geri dönerek Hz. Peygamber'e, "Yemek yiyor." dedim. Bunun üzerine tekrar, "Git Muaviye'yi çağır." buyurdu. Ben gittiğimde yine Muaviye'nin yemek yediğini söylediler! Üçüncü defasında Resulullah, "Allah'ım! Onun karnını doyurma." buyurdu. O zamandan itibaren Muaviye'nin karnı doymadı. O, dünya ve ahirette Resulullah'ın (s.a.a) bu duasından yararlandı. Çünkü dünyada onu Şam hükümetine atadıklarında günde yedi defa yemek yiyordu. Her defasında bir tabak etle soğan

getiriyorlardı. Onu tek başını yiyip bitiriyordu. Muaviye günde yedi defa etli yemek dışında çok miktarda tatlı ve meyve yediği hâlde sonunda "Vallahi yoruldum; ama doymadım." diyordu! Bu ise bir nimettir. Çünkü her padişah böyle bir mideye sahip olmayı arzu eder! Muaviye'nin âhiretiyle ilgili olarak da, Müslim bu rivayeti, Buharî ve diğerlerinin çeşitli yollarla bir gurup sahabeden naklettikleri şu hadisin peşinden nakletmiştir: "Allah'ım! Ben de bir kulum. O hâlde kullarından birine hak etmediği hâlde küfreder veya kırbaçla vurursam ya da lânet edersem bunu kıyamet günü sana daha yakın olabilmesi için günahlarının kefareti kıl." Müslim bu iki hadisi birleştirerek Muaviye için bir fazilet saymıştır; bunun dışında Muaviye hakkında bir şey nakletmemiştir.[256] İbn Kesir, Resulullah'ın (s.a.a) Muaviye hakkındaki duası dünya ve ahiret hayırına sebep oldu, diyor. O, dünya hayrını padişahların ve Muaviye'nin şahsının tıka basa yemesinde görmektedir. Ahiret hayrını ise, Resulullah'ın (s.a.a) -maazallah- müminlere lânet ettiğini; fakat bu lânetin onlar için temizlik vesilesi olması için dua ettiğini bildiren bir hadise dayandırmaktadır. Müslim bu hadisi kitabının "Peygamber'in Lâneti" babının son kısmında naklederek kıyamette Muaviye'nin cennete ve Allah'a yakınlığa ulaşacağını ispatlıyor! Böylece, iktidarda olan halifelerle valileri kınayıp kötüleyen hadisleri tevil ederek onları övgüye dönüştürmüşlerdir! Biz burada onların Resulullah'ın (s.a.a) -maazallah- müminlere lânet ettiği konusundaki rivayetlerini inceleyeceğiz. Resulullah'ın (s.a.a) Müminlere Lâneti Müslim kendi Sahih'inde, "Men Leanehu'n-Nebi" babında Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakleder: Allah'ım! Ben seninle anlaşıyorum ve sen asla onun aksini yapmazsın: Ben de bir beşerim; o hâlde incittiğim, küfrettiğim, lânet ettiğim veya kırbaç vurduğum müminlere bu hareketimi kıyamet günü onlar için dua, temizlik ve sana yakınlık vesilesi kıl! Ben bunları yazarken, Resulullah'a (s.a.a) isnat edilen bu şeyin büyüklüğünden dolayı kalbime hançer gömülmektedir. Bunlar bu hadisi yüce Allah'ın Resul-i Ekrem'e (s.a.a) hitaben, "Doğrusu sen yüce bir ahlâk üzeresin." ayeti karşısında söylemektedirler. Bunu, sahih rivayetin yerine uydurma rivayet koyma şeklindeki onuncu gizlemeden saymamız yerinde olacaktır. Çünkü bununla, Resulullah'ın (s.a.a) güzel ahlâkının yüceliği konusunda bütün Müslümanlara göre tevatür haddine ulaşan Hz. Peygamber'in gerçek

Back Index Next