İZZET-İ NEFS

İzzet-i Nefs’in Anlamı

İhtimalle bir şeye ihtiyacınız olduğu halde, haysiyet ve şahsiyetinizi korumak için onu kimsenin ya­nında açmadığınız olmuştur. Ya da kimi za­man önünüze bir sorun çıkmış, fakat onu, çö­zümlemek ve bertaraf etmek için bir kimseye açma haddinde görmemişsiniz.

Acaba, şimdiye kadar kötü bir şahısla karşı kar­şıya gelmemek için yolunuzu değiştirdiğiniz, ağzı bozuk ve laubali bir şahısla ağız ağza girmemek için sabrettiğiniz, hatta kendinizi müdafaa etmekten bile vazgeç­tiğiniz olmuş mudur?

Bunlar ve bunun gibi diğer örnekler; yüce ve güçlü bir ruhun şahitleri olup, ondan “izzet-i nefs” diye bahsediyoruz.

İnsanın canı azizdir; refah ve zenginliği sever. Ama insanın insaniyeti her şeyden daha üstündür; şahsiyet, onur ve değeri, mal ve servetten daha çok üs­tündür. “keramet-i nefs” de, dünyevi ve maddi hesap­ların menfaatinden daha büyük bir değere sahiptir.

İnsan bir şeye göz diktiğinde, bu isteğini yerine getirmek için yüce insaniyetin­den bir kısmını teh­likeye ve telef olmaya maruz bırakır. Bazen de bir isteği yerine getirmek için; hak, din, şeref ve keramet-i nefs ayaklar altına alınır. Acaba, ger­çekten nefsani istekler, böyle zararlı muamelede takip edilecek kadar önemlimidir?

Sınırsız, hesapsız ve ölçüsüz olan nefsani istekler uğruna, nasıl olur da maneviyat, kemal ve değerden herhangi bir şey feda ediliyor ve elden veriliyor?

İzzet-i nefs sahipleri, asla onurlarını bir parça ekmeğe satmazlar ve yüce tabiatlarından dolayı, asla nefsi isteklerini; hakirlik, hafiflik, alçaklık ve zil­lete duçar olma sebebi yapmazlar.

Vücudun Değeri

İzzet-i nefsin diğer bir nişanesi, insanın, kendi vücu­dunun asaleti ve şahsiyetini koruması, maddiyattan yük­sek olan insanî değerlerini, hakir istekler, istik­rarsız he­vesler ve zillet yüklü dileklerle kirletmeme­sidir. İzzet; kuvvet, dayanıklılık, sağlamlık, sarsılmazlık, yıkılmazlık ve gevşemezlik manasındadır. Aziz insan, alçaklık ve hakirliklerin, onun kalp, beden ve şahsiyet zeminine nüfuz etmesine izin vermez.

İzzet-i nefs sahibi olan biri, kendi insanî kimliğini, fesat ve bozuklukların darbeleri karşı­sında mu­hafaza eder ve bu, kendini tanıma ve insanın insanî ve manevi makamının değeri bilincinde olma sayesinde mümkün olur ancak.

İnsan kendini hangi şeyle kıyaslıyor? Kendini neye karşı satıyor? Kendini neye veriyor ve karşılı­ğında ne alıyor? Gerçekten insanın değeri ne ve ne kadardır?

Hz. Ali (a.s), güzel, belagatlı ve yüce bir sözünde, insanın yüksek makamı ve onun vücudunun değeri hak­kında şöyle buyurmaktadır:

“Biliniz ki, sizin can ve vücutlarınızın cennet dı­şında bir değer ve karşılığı yoktur. O halde onu cennet dışında (bir karşılıkla) satmayınız.”[1]

Bu makamı tanıyan ve koruyan kimse, asla al­çak­lık, hakirlik, aç gözlülük ve zillete düşmez. Kendi cevherini, nefsani temenni ve maddi isteklere satmaz. İzzet-i nefs, bilinçli insanın kendini ucuz satma­sını engeller.

İstemek, Zillet Köprüsü

İnsanın vücudî varlığı, bazen bir istek sebe­biyle kırılır. Herkes, kendini kamil, ihtiyaçsız ve bü­yük göstermek ve şahsiyetini korumak için çalışır. Ancak, kimi zaman zayıf iradeli ve aç gözlü kişiler, bir istek uğruna o cevheri kay­bederler.

İstemek; ihtiyaç senedi, fakirlik ve yoksulluğun ni­şanesidir. Bazen bir onur, bir isteğin rehini olur ve ihtiyaç elini açmakla, o uzun yılların onur ve haysi­yeti, tama­men yok olur.

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Yüzünün suyu donmuştur; ancak bir şey istersen yumuşar, sızıp damlamaya başlar. Öyleyse kime yüz suyu döktüğüne dikkat et.”[2]

Saib-i Tebrizî de ne güzel söylemiştir:

Talep elini birinin önüne uzattığında,

Haysiyetinden geçmen için köprü kuruyorsun.

En kötü durum; hırs, tamah, çoklukla övünme ve fazla talepte bulunmanın, insanı istemeye mecbur bırakması ve sahip olmadığı şeyleri ele geçirmek veya sahip olduğu şeyleri artırabilmek ya da isteklerinden bazılarına ka­vuşabilmek için her işe el uzatması, tanıdık ve yabancının yanında alçalması, yalvarıp dilenmesi, küçülmesi, şunun bunun hizmet­çisi ve kölesi haline gelmesidir.

Acaba dünyanın ne kadar değeri vardır ki, insan kendi itibar ve şerefini onun rehini haline getirsin?

Para ne kadar mukaddestir ki, insan, kendi izzet-i nefsini onunla değiştirsin?

Acaba bütün isteklere ulaşılmalı mıdır? Nefsin  istediği her şeyi temin etmek gerekir mi? Öyleyse, iffet, izzet-i nefs, iç güdü ve arzuların kontrolü, hırs ve açgözlülüğü gemlemek, nerede, ne zaman ve kimin içindir?

Bu alışverişte ne veriyoruz ve ne kazanıyoruz?

Hz. Ali (a.s)’dan güzel bir söz nakledilmiştir:

“Nefsini bütün aşağılıklardan üstün tut, seni arzulara doğru çekse bile; çünkü hiçbir şey izzet-i nefsinden kaybettiğinin yerini tutamaz.”[3]

Mesele insanın izzeti ve şerefi ile ilgilidir. Bu izzet ve şeref, dünya ve nefsani istek­ler karşısında yer alarak onlardan bir kısmı he­der olursa, artık onların yerini doldura­bilecek hiçbir şey ol­maz.

Nice insanlar, “isteme” kuyularına düştüler; başkalarının ipleriyle dışarı çıktılar, nefsani istek­lerine ulaştılar, iki ekmeğin minneti altında kaldılar, kendi izzet ve şereflerini o kuyuda bıraktılar ve onurla­rını, başkalarına yaslanmakla değiş-tokuş yaptılar!

İsteme ki aziz kalasın; tamah etme ki başı dik ola­sın; kanaat et ki esir olmayasın.

Bu, özgür insanların Mevlası olan Hz. Ali (a.s)’ın kılavuzluğudur. O şöyle buyurmuştur: “Kanaat, izzet getirir.”[4]

Diğer bir sözünde de şöyle buyurmuştur: “İzzet, )halkın elindekilerden) ümit kesmekle beraberdir.”[5]

Sahip olduğun şeyle kanaat et ve elindekilerle yetin ki aziz olasın.


İzzet Cevherini Koruma

İzzet ve şeref cevherini korumak bir görevdir. Kendini tahkir ve küçümsenmeye maruz kılmamalıdır. İnsan, özür dilemek zorunda kaldığı bir işten kaçınmalı­dır ki bu yoldan da değeri, onuru ve itibarı zarar görme­sin.

Kerimane muaşeret, saygısız insanların taarruz ve saldırılarından korunmak için, izzet-i nefsden bir koruyucudur. Bu hedefe ulaşabilmek, başkalarıyla olan ilişkilerde özel bir tutumu gerektirir; bilinç esası üzerine bir ilişki, izzeti korumak, tamah ve istekleri ayak altına almak.

Öyle yaşanılmalı ki, ceza ödemek zorunda kalınmamalı.

Öyle çalışılmalı ki, azarlanmaya ve kı­nanılmaya tabi tutulmamalı.

Öyle davranılmalı ki, başkaları tarafından insana hakaret edilmemeli. En azından  bunla­rın bir bölümü bizim elimizdedir. Fakat bu, insanın söyleme, çalışma ve irşat etme görevinden kaç­ması anlamına değildir. Belki, kendini düşürecek, saygısızlığa uğrayacak ve toplumda tahkir edilecek etkenleri hazırlamamalıdır.

Hem güç ve kudret sahipleri karşısında dinî izzetimizi korumalı, hem de zenginlerle bir araya ge­lirken ve diyalog kurarken zelilane ve hakirane davranış­lardan kaçınmalıyız. Bu şekilde, Musevî izzeti, Firavnî kudret karşısında başı dik bir şe­kilde koruyabiliriz. Eğer bir kimse, servet sahibi birisine, paraları için saygı gösterirse, din ve şerefini ayakları altına alıp çiğnemiştir. Hz. Ali (a.s)’ın tabi­riyle:

“Kim, zengin birinin yanına gider de zenginliğinden dolayı ona tevazu ederse, dininin üçte ikisi gider.”[6]

Ne ilginçtir ki, bir insanın dini, tahmin edilmeyen yerlerden darbe alır.

Bu düşünce ve davranışı, çocuklara da öğretmeli ki, onlar da izzet-i nefsle yetişsinler ve zenginlere karşı küçüklük, alçaklık ve zillet hissetmesin­ler.

Eğer bizim genç neslimiz, insan kerameti, yüce tabiatlılık ve izzet-i nefs kavramını anlayamazsa, küçük bir ruh, sınırlı bir himmet ve sürekli aç olan bir gözle zenginlerin esiri olacak­tır. Çocuklara yapılacak en büyük hizmet, onların azim ve gayretlerine yükseklik, vucudî şahsiyetlerine de zenginlik bağış­lamaktır. Böyle bir terbiye sayesinde, yüce ruhlara sahip ve maddi değerlerin bağlarından kurtulmuş kişiler, bu çeşit talepleri acı ve çok ağır bulur ve onlara boyun eğmezler.

Hz. Ali (a.s)’a nisbet verilen divanda şöyle bir şiir geçmektedir: “Dağların kalesinden kayalar taşımak, bana göre, halkın minnetine tahammül etmekten daha sevimlidir. Ben her şeyin acısını tatmışım, hiçbir şey, istemek ve dilenmek­ten daha acı değildir.”

Nasır Hosrov’un dediği gibi:

Onurla ekmeksiz kalırsam,

Alçaklardan ekmek istememden daha iyidir.



[1] Nehc’ul-Belağa, S. Salih, Hikmet: 456

[2] a. g. e, Hikmet: 346

[3] a. g. e, Mektup: 31

[4] Gurer’ul-Hikem

[5] a. g. e

[6] Nehc’ul-Belağa, Hikmet: 228

index