الصفحة الماضیة


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 
PEYGAMBERLER VE
GEÇMİŞ ÜMMETLER

 



1- HZ. MUSA’NIN ALLAH-U TEÂLA’DAN SORDUĞU SORULAR
2- BEL BÜKEN MUSİBET
3- ÜMİT VE ARZU  
4- BABAYA SAYGISIZLIĞIN CEZASI
5- EVLAD MUSİBETİNDE SABIRSIZLIK
6- HZ. İSA (A.S) HAZİNE PEŞİNDE
 
7- HAVARİLERİN HZ. İSA’DAN KENDİLERİ İÇİN ÖĞÜT TALEBİNDE BULUNMALARI
8- ALİMLE ABİDİN KONUŞMASI
9-  HALKIN HELAK OLMASIYLA HELAK OLAN ABİD
10-OBURLUK ŞEYTANIN EN BÜYÜK TUZAĞI 
11- HZ. MUSA’NIN AMELLERİ DENETLEMESİ


1-  HZ. MUSA’NIN ALLAH-U TEÂLA’DAN SORDUĞU SORULAR

Bir gün Hz. Musa (a.s), Allah-u Teâla’ya şöyle arzetti:

“Kullarından hangisi senin katında daha sevimlidir?”

Allah-u Teâla şöyle buyurdu: “Beni anan ve unutmayan.”

Hz. Musa: “Kullarından hangisi yargıda diğer kimselerden üstündür?”

Allah-u Teâla: “Hakla yargıda bulunan ve nefsani isteklere uymayan.”

Hz. Musa: “Kullarından hangisi daha alimdir?”

Allah-u Teâla: “Halkın ilmini kendi ilmine izafe eden kimse. Böyle bir kimsenin, kendisini hidayete erdirecek ve onu tehlikeden kurtaracak bir sözle karşılaşması umulur.”

Hz. Musa: “Kulların arasında benden daha bilgin biri varsa, beni ona hidayet et.”

Allah-u Teâla: “Senden daha bilgin Hızır’dır.”

Hz. Musa: “Onu nerede arayayım?”

Allah-u Teâla: “Denizin kıyısındaki kayanın yanında…” [1]


2- BEL BÜKEN MUSİBET

Lokman-ı Hekim, gitmiş olduğu uzun bir yolculuktan döndüğünde, kölesini yolda görünce, kölesine:

“Babam ne yapıyor?” diye sordu.

Köle: “Baban öldü.”

Lokman: “İşimin sahibi oldum (artık kaderim kendi elimde).”

Daha sonra şöyle sordu: “Eşim ne yapıyor?”

Köle: “O da öldü.”

Lokman: “Yatağım yenilendi.”

Sonra şöyle sordu: “Kız kardeşim ne yapıyor?”

Köle: “O da öldü.”

Lokman: “Namusum örtüldü.”

Daha sonra şöyle sordu: “Kardeşim ne yapıyor?”

Köle: “O da öldü.”

Lokman: “Şimdi belim büküldü.” [2]


3- ÜMİT VE ARZU

Bir gün İsa b. Meryem (a.s) bir yerde oturmuştu. Bu esnada yaşlı bir adamın kürekle tarlasında yeri kazdığını gördü. Hz. İsa Allah-u Teâla’dan, arzu ve ümidi onun kalbinden gidermesini istedi. Aniden yaşlı adam beli bir tarafa atıp yerin üzerinde uzanarak yatmaya başladı. Biraz geçtikten sonra Hz. İsa (a.s) şöyle arzetti:

“Allah’ım! Ümit ve arzuyu ona geri çevir.”

Aniden gördü ki yaşlı adam yerinden kalkarak tekrar işe koyuldu.

Hz. İsa (a.s) yaşlı adamın yanına giderek ona: “Ey yaşlı adam! Neden az önce küreği bir kenara atarak yattın ama sonra kalkıp tekrar işe koyuldun?” diye sordu.

Yaşlı adam: Ben çalıştığım esnada kendi kendime dedim ki; “Ne zamana kadar çalışacaksın, oysa sen artık yaşlanmışsın?” Bundan dolayı küreği bir kenara atarak uzanıp yattım. Ama biraz geçtikten sonra kendi kendime şöyle dedim: “Vallahi, yaşadığın müddetçe geçimini sağlamak zorundasın.” İşte bundan dolayı kalkarak tekrar küreği elime alıp işe koyuldum.” [3]


4- BABAYA SAYGISIZLIĞIN CEZASI

Yusuf (a.s) pek çok zorluk ve sıkıntılardan sonra Mısır hükümdarı oldu. Sultanlık tahtına oturduğunda babası, kardeşleri ve ailesinin kendi yanına gelmelerini istedi. İlk önce gömleğini babasına gönderdi. O gömleği, Yusuf’a ağlamakla gözleri kör olan Yakub’un yüzüne sürdüklerinde onun gözleri iyileşerek görmeye başladı. Bu esnada onlara şöyle dedi: “Ben size demedim mi benim Allah’tan taraf bildiğimi sizler bilmiyorsunuz.”

Oğulları da dedi ki: “Ey babamız! Bizim günahlarımızın af edilmesi için Allah’tan bize mağfiret dile. Şüphesiz biz hata yapanlardanız.”

Yakup (a.s) onlara dedi ki: “Sonra Rabbimden sizin için mağfiret dileyeceğim. Şüphesiz O bağışlayan ve merhamet edendir.” [4]

Yakub (a.s), ailesi ve evlatları, sevinç içerisinde Mısır’a doğru hareket ettiler. Yusuf (a.s) da, babası ve kardeşlerinin onu bu halette (makamda) görmelerini istediğinden başında bir taç ve tahtın üzerinde oturmuş olduğu bir halde onları karşılamaya çıktı.

Yakup oğlu Yusuf’un yanına vardığında, Yusuf babası için ayağa kalkmadı. Derken onların hepsi Yusuf için (Allah’a şükür kastıyla) secdeye kapandılar.

Bu sırada Yusuf şöyle dedi: “Babacığım! İşte bu önceden görmüş olduğum rüyanın tevilidir. Rabbim onu gerçekleştirdi, bana ihsanda bulundu, beni zindandan kurtardı ve şeytan benimle kardeşlerim arasına fitne soktuktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz Rabbim her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Görüşme merasimi sana erdikten sonra Cebrail (a.s) Allah tarafından Yusuf’un yanına gelerek şöyle dedi: “Ey Yusuf! Elini aç!”

Yusuf elini açtığında parmakları arasından bir nur çıktı.

Yusuf: “Ey Cebrail! Elimden çıkan bu nur ne idi?”

Cebrail: “Bu nur peygamberlik nuru idi. Allah-u Teâla onu senin sulbünden çıkardı. Çünkü sen babanın ayağına kalkmadın (tahtından aşağı inmedin). Bundan dolayı Allah-u Teâla da o nuru senin sulbünden çıkararak Lavi’nin evlatları arasında karar kıldı…” [5]


5- EVLAD MUSİBETİNDE SABIRSIZLIK

Beniisrail kadılarından birinin çok sevdiği bir oğlu vardı. Çocuk hastalandı ve öldü. Kadı, karşılaştığı bu olaydan dolayı çok rahatsız oldu ve ağlayıp sızlamaya başladı. Bu esnada iki kişi onun yanına gelerek; “Bizim aramızda hakemlik yap” dediler.

Kadı: “İşte bundan kaçtım” dedi.

Sonra onlardan biri şöyle dedi: “Bu adam, koyunlarıyla benim ziraatımdan geçerek onlar mahvetmiştir.”

Diğeri de şöyle dedi: “Bu adam dağla nehir arasında ekin ekmiştir, oranın dışında bir geçit yolu da bana kalmamıştır.”

Kadı ilk şahısa şöyle dedi: “Sen dağla nehir arasında ekin ekerken oranın halkın geçit yolu olduğunu bilmiyor muydun?”

O adam da cevaben şöyle dedi: “Sen de, çocuğun olduğunda onun (bir gün) öleceğini bilmiyor muydun? O halde neden ağlayıp sızlıyorsun? Öyleyse kalk kadılık makamına dön.”

Onlar bu sözleri söyledikten sonra göğe yükseldiler. Kadı onların göğe yükseldiklerini görünce, onların iki melek olup nasihat etmek için onun yanına gelmiş olduklarının farkına vardı. Artık ağlamayıp makamına dönerek kendi vazifesiyle meşgul oldu. [6]

 

6- HZ. İSA (A.S) HAZİNE PEŞİNDE

Hz. İsa (a.s), havarileriyle birlikte seyahate çıktıklarında bir şehre uğradılar. Şehrin yakınına vardıklarında orada bir hazine buldular Havariler şöyle dediler: “Ey Ruhullah! İzin ver burada ikamet edelim ve bu hazinelerin zayi olmaması içi onları toplayalım.”

Hz. İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Siz burada durun ben bu şehirde yerini bildiğim bir hazinenin peşine gideyim.”

Hz. İsa (a.s) şehre varıp orada gezerken harabe bir eve uğradı. O eve girdiğinde yaşlı bir kadının orada olduğunu gördü.

Hz. İsa: “Ben bu gece sizin misafirinizim” dedi.

Sonra yaşlı kadına şöyle buyurdu: “Senin dışında bu evde başka bir kimse de yaşıyor mu?”

Yaşlı kadın cevabında şöyle dedi: “Evet, babası ölmüş bir oğlum vardır. Gündüzleri çölden diken topluyor, sonra onları götürüp pazarda satıyor ve biz de onun parasıyla geçiniyoruz.”

Akşam olunca kadının oğlu geldi. Kadın oğluna: “Bu gece, yüceliği simasından okunan nurlu bir konuğumuz vardır. O halde onun hizmetinde olmayı ve onunla konuşmayı ganimet bil” dedi.

Genç Hz. İsa’nın yanına gelip onu ağırladı, hizmetinde bulundu ve gereken vazifeyi yaptı. Geceden bir zaman geçtiğinde, Hz. İsa (a.s), o gencin durumu, geçimi vs. şeyler hakkında bazı sorular sordu. Genç kendi durumunu ve geçiminin nasıl karşılandığını Hz. İsa’ya anlattı.

Hz. İsa (a.s), o gencin konuşmasından, onun akıllı, zeki, anlayışlı ve kemale erişmek için musait fakat kafasına önemli bir şeyin takılmış olduğunu anladı.

Hz. İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Ey genç! Ben, seni perişan eden bir şeyin sürekli seni düşündürdüğünü hissediyorum. Eğer bir derdin varsa bana söyle. O derdin davası benim yanında olabilir.”

Genç şöyle dedi: “Evet, sadece Allah’ın tedavi edebileceği bir derdim vardır.

Hz. İsa (a.s) şöyle buyurdu: “O derdini bana söyle, belki Allah-u Teâla onu senden giderecek bir şeyi bana ilham eder.”

Genç şöyle dedi: “Ben bir gün çölden şehre diken götürürken, şahın kızının sarayının yanından geçtim, bu esnada gözüm şahın kızına ilişti. Ona öyle aşık oldum ki, ölümden başka bir çarenin olmadığını biliyorum.”

Hz. İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Ey genç! Onu istiyor isen, onunla evlenmen için ben sana yardımcı olurum.”

Genç hemen annesinin yanına giderek, Hz. İsa’nın sözünü ona anlattı.

Yaşlı kadın şöyle dedi: “Oğlum! Bu şahısın, üzerinde duramayacağı bir sözü sana vaadedeceğini zannetmiyorum. Onu dinle ve her ne derse itaat et.”

Sabah olunca Hz. İsa o gence şöyle dedi: “Git padişahın kapısına, yakınları ve vezirleri yanına geldiklerinde onlara de ki: Ben padişahın kızının görücülüğüne gelmişim.” Daha sonra yanıma gel ve padişahla senin aranda geçen sözleri bana anlat.”

Derken genç padişahın kapısına giderek, kapıcılara ve padişahın yakınlarına onun kızını istediğini ve bundan dolayı da buraya gelmiş olduğunu onlara söyledi. Padişahın yakınları diken kazan gencin bu sözünü duyunca gülmekten kırıldılar. Padişahın yakınları onunla eğlenmeleri için onu padişahın yanına götürdüler. Genç padişahın yanına gittiğinde, onun kızıyla evlenmek istediğini ona söyledi. Padişah da alaya alırcasına şöyle dedi: “Ben kızımı, hiçbir padişahın hazinesinde bulunmayan falan miktarda yakut ve mücevheri bana getirdiğinde, ancak sana veririm.”

Genç, Hz. İsa’nın yanına dönerek durumu ona anlattı. Hz. İsa (a.s) onu bir harabeye götürdü, o harabede birçok küçük taşlar vardı. Hz. İsa (a.s) dua edince, harabedeki taşlar, padişahın o gençten istediği yakut ve mücevher şekline dönüştü.

Genç şahıs o mücevherlerden bir miktarını alıp padişaha götürdü. Padişah ve etrafındakiler o mücevherleri görünce şaşkınlığa uğradılar. Bundan dolayı gence: “Ey diken kazan genç! Bu mücevherleri nereden elde ettin?” diye sordular. Sonra da: “Bu miktar yeterli değildir” dediler.

Genç tekrar Hz. İsa (a.s)’ın yanına dönerek, padişahın meclisindeki konuşulan sözleri ona anlattı.

Hz. İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Tekrar harabeye yit, o mücevherlerden gereken miktarda al götür.

Genç, harabeye gidip padişahın istediği mücevherleri alarak onun yanına götürdü. Padişah, onun cevherleri getirdiğini görünce, bunun normal bir olay olmadığını anladı. Bundan dolayı genci sessiz bir yere götürerek olayın neden ibaret olduğunu ondan sordu.

Genç de olayı baştan sonuna kadar yani nasıl onun kızına aşık olduğunu, kendisine nasıl bir misafirin geldiğini ve onun sözlerini padişaha anlattı.

Padişah, onun sözlerinden misafirin Hz. İsa (a.s) olduğunu anladığından şöyle dedi: “Git misafirine söyle ki buraya gelsin ve kızımın nikahını sana kıysın.”

Hz. İsa (a.s) padişahın meclisine gittiğinde, nikah merasimi düzenlendi, padişah diken kazan gence güzel bir elbise giyindirdi ve kızını onunla birlikte gerdek odasına gönderdi.

Sabah olunca padişah damadı huzuruna çağırarak onunla konuşmaya başladı. Onunla konuşurken onun akıllı, zeki, anlayışlı ve layık biri olduğunu farketti. Padişahın o kızdan başka diğer bir çocuğu olmadığından dolayı o genci kendisine veliaht tayin etti. Tesadüfen ikinci gece aniden padişah hastalanarak öldü. Söz konusu genç ise padişahın saltanat ve malına varis oldu.

Üçüncü gün Hz. İsa (a.s) vedalaşmak için o gencin yanına gitti. Yeni tahta oturmuş genç padişah onu ağırlayarak şöyle dedi: “Ey hekim! Senin benim boynumda, kesinlikle telafi edemeyeceğim büyük bir hakkın vardır. Ama aklıma takılan bir soru vardır, cevabını vermediğin takdirde bunca nimetler bana tatlı olmayacaktır.”

Hz. İsa: “İstediğin soruyu sor” dedi.

Genç şöyle dedi: “Dün gece aklıma şöyle bir soru takıldı: İki gün içerisinde beni o aşağılıktan bu yüce dereceye ulaştırma gücüne sahip olduğun halde neden bunu kendin için yapmıyor ve bu elbise ve halet içerisinde yaşıyorsun?”

Hz. İsa (a.s) cevabında şöyle dedi: “Allah hakkında arif olan, O’nun keramet yurdu ve sevabı hakkında bilgisi olan ve dünyanın fenalık ve aşağılığı hakkında ise basiret sahibi olan bir kimse, bu aşağılık ve fani olan şeylere rağbet etmez. Bizim, Allah’a yakınlıkta, O’nun marifet ve sevgisinde öyle manevi lezzetlerimiz vardır ki, kesinlikle dünya lezzetleri onunla kıyas edilmez.”

Hz. İsa (a.s) dünyanın faniliği, sıkıntıları ve ahiretin ise daimi nimetleri ve yüce dereceleri hakkında ona açıklamada bulunduğunda genç şöyle dedi: “Şimdi de yeni bir soru kafama takıldı. O halde neden daha iyi ve değerli olan şeyleri kendin için seçtin de beni bu sıkıntı ve belası büyük olan şeye duçar kıldın?”

Hz. İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Senin akıl ve zekiliğini denemek istedim. Üstelik, bu makam senin için de hazırdır; sahip olduğun makam ve durumu terk edecek olursan daha yüce makamlara erişirsin ve senin bu amelin diğer kimseler için de bir ibret ve öğüt olur.”

Derken genç, o padişahlık elbisesini çıkarıp saltanatı terketti ve yine o eski elbisesini giyinip Hz. İsa’yla birlikte şehirden dışarı çıktı. Havarilerin yanına vardıklarında, Hz. İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Bu şehirde aradığım hazine işte bu genç idi. Allah’a hamd olsun ki onu bulabildim.” [7]


7- HAVARİLERİN HZ. İSA’DAN KENDİLERİ İÇİN ÖĞÜT TALEBİNDE BULUNMALARI

Bir gün havariler Hz. İsa (a.s)’ın başına toplanarak şöyle dediler: “Ey hayır muallimi! Bizi irşat et (bize öğüt ve nasihatte bulun).

Hz. İsa (a.s) onlara şöyle buyurdu: “Musa Kelimullah (a.s) sizlere; “Allah adına yalan olarak yemin etmeyin” diye emretti ama ben size; “ister doğru olsun ister yalan kesinlikle Allah adına yemin etmeyin” diye emrediyorum.”

Havariler dediler ki: “Ya Ruhellah! Bize biraz daha nasihat et.”

Hz. İsa (a.s) buyurdu ki: “Allah’ın nebisi Musa (a.s), size zina etmemenizi emretti, ama ben size; zinayı aklınızın ucundan bile geçirmemenizi emrediyorum. Zira kim zina düşüncesinde olursa, süslü evde ateş yakan kimse gibi olur ki ateşi evi yakmasa da onun dumanı evin süsünü bozar.” [8]


8- ALİMLE ABİDİN KONUŞMASI

Bir alim, ibadetle meşgul olan bir abidin yanına giderek şöyle dedi: “Nasıl namaz kılıyorsun?”

Abid: “Benim gibi bir abidin ibadetinden mi soruyorsun? Benim namazın çok uzun sürüyor. Ben falan vakitten falan vakte kadar ibadetle meşgul oluyorum.”

Alim: “Allah’a yalvarıp yakarırken ağlaman nasıldır?”

Abid: “Öyle ağlıyorum ki göz yaşlarım akıyor.”

Alim: “Gülüp de Allah’tan korkman, kendisiyle övüneceğin ağlamaktan daha iyidir. Şüphesiz ameliyle övünen bir kimsenin ameli göğe yükselmez (Allah dergahında kabul olmaz).” [9]


9-  HALKIN HELAK OLMASIYLA HELAK OLAN ABİD

Allah-u Teâla, bir şehrin halkını helak etmek için iki meleği yeryüzüne gönderdi. İki melek emredildikleri vazifeyi yerine getirmek için o şehre vardıklarında, gecenin karanlığında ayağa kalkıp, tam bir huzu içerisinde ibadet eden ve Allah’a yalvarıp yakaran bir abidle karşılaştılar.

Meleklerden biri diğerine şöyle dedi: “Bu adamı görüyor musun? Nasıl da ağlayarak Allah’a yalvarıp yakarıyor? Onu da mı helak edelim?”

Diğer melek de şöyle dedi: “Evet, ben bu memuriyeti yerine getireceğim.”

Birinci melek şöyle dedi: “Ben bu abid hakkında Allah-u Teâla’yla konuşacağım.”

Melek o abidin halini beyan ettikten sonra Allah-u Teâla ona şöyle vahyetti: “Bu abidi de diğer kimselerle birlikte helak et. Zira o şimdiye kadar benim rızam için öfkelenerek günahkarlar karşısında yüzünü kırıştırmamıştır.” [10]


10-OBURLUK ŞEYTANIN EN BÜYÜK TUZAĞI

Şeytan, peygamberlerin yanına gelerek onlarla konuşuyordu. Herkesten daha çok Hz. Yahya ile ünsiyet etmişti.

Bir gün Hz. Yahya ona: “Senden bir soru sormak istiyorum” dedi.

Şeytan cevabında: “Senin makamın, soruna cevap vermememden çok yücedir. İstediğin soruyu sorabilir ve cevabını alabilirsin” dedi.

Hz. Yahya: “Adem oğullarını, kendisiyle avlayıp saptırdığın tuzaklarını bana göstermeni istiyorum.”

Şeytan: “Senin sözünü tam bir istekle yerine getireceğim.”

Şeytan daha sonra ilginç kıyafetini ve çeşitli tuzak araçlarını Hz. Yahya’ya gösterdi ve onlarla Adem oğullarını nasıl avladığını ve saptırdığını izah etti...

Hz. Yahya: “Acaba şimdiye kadar bir an bile olsa bana galip olmuş musun?”

Şeytan: “Hayır, kesinlikle! Ama sende beni hoşnut eden ve sevindiren bir haslet vardır.”

Hz. Yahya: “O haslet nedir?”

Şeytan: “Sen çok yemek yiyen birisisin. İftar ettiğinde çok yiyor ve ağırlaşıyorsun. Bu durum bazı amelleri yapmana ve gece namazı kılmana mani oluyor.”

Yahya: “Allah’la ahdediyorum ki, O’nu mülakat edene dek hiçbir zaman tam doyacak şekilde yemek yemeyeceğim.”

Şeytan: “Ben de Allah’la ahdediyorum ki, O’nu mülakat edinceye kadar hiçbir müslümana nasihat etmeyeceğim.”

Şeytan daha sonra dışarı çıktı ve ondan sonra bir daha Hz. Yaya’nın yanına dönmedi. [11]

İşte bu vesileyle Hz. Yahya (a.s) şeytanın en önemli tuzaklarından birisini kendisinden uzaklaştırdı.

 

11-  HZ. MUSA’NIN AMELLERİ DENETLEMESİ

Hz. Musa (a.s), kulların amellerini denetlemek için halkın en çok ibadet yapanının yanına gitti. Akşam olunca abid, kenarındaki nar ağacını silkti, iki tane nar düştü. Bunun üzerine Hz. Musa’ya dönerek şöyle dedi:

“Ey Allah’ın kulu! Sen kimsin? Sen kesinlikle Allah’ın salih kulusun. Zira ben yıllardır burada ibadetle meşgulüm, ama şimdiye kadar bu ağaçta bir tek nardan başka nar görmemişim. Eğer salih kul olmasaydın, bu ikinci nar olmazdı!

Hz. Musa şöyle dedi: “Ben Musa b. İmran’ın memleketinde yaşayan bir şahısım.”

Sabah olunca Hz. Musa (a.s) şöyle dedi: “Acaba ibadeti senden daha fazla olan birisini tanıyor musun?”

Abid cevaben şöyle dedi: “Evet, falan şahısın ibadeti benim ibadetimden fazladır.”

Daha sonra onun adını ve adresini Hz. Musa’ya söyledi.

Hz. Musa (a.s) onun verdiği adresle o şahısın yanına gitti ve onun ibadetinin daha çok olduğunu gördü. Akşam olunca, o abide iki adet ekmek ve bir sürahi de su getirdiler. Abid Hz. Musa’ya şöyle dedi:

“Ey Allah’ın kulu! Sen kimsin? Sen Allah’ın salih kulusun. Çünkü uzun bir zamandır ben burada ibadetle meşgulüm, her gün bir adet ekmek bana getiriliyordu, eğer sen salih bir kul olmasaydın ikinci ekmek getirilmezdi. Demek ki ikinci ekmek senin için getirilmiştir. Belli oluyor ki sen Allah’ın salih bir kulusun.”

Hz. Musa cevabında şöyle dedi: “Ben Musa b. İmran’ın memleketinde yaşayan birisiyim.”

Hz. Musa (a.s) sonra şöyle sordu: “Acaba senden daha çok ibadet eden birini tanıyor musun?”

Abid cevaben şöyle dedi: “Evet, falan şehirde olan demircinin (veya köylünün) ibadeti benim ibadetimden daha çoktur.”

Hz. Musa (a.s) aldığı adrese göre o adamın yanına gitti. Onun yanına vardığında, onun normal bir ibadeti olduğunu fakat sürekli zikir söylediğini gördü.

Namaz vakti ulaşınca kalkarak namazını kıldı. Akşam olduğunda ise kazancının iki kata çıkmış olduğunu gördü. Bu yüzden Hz. Musa’ya bakarak şöyle dedi: “Sen Allah’ın salih bir kulusun. Zira ben uzun bir süredir burada çalışıyorum ama kazancım her zaman belli bir miktarda oldu, oysa bu gece kazancım iki kat artmıştır. Söyle bakalım sen kimsin?”

Hz. Musa (a.s) yine şöyle dedi: “Ben Musa b. İmran’ın memleketinde yaşayan birisiyim.”

Daha sonra o adam elde etmiş olduğu parayı üçe böldü; bir kısmını sadaka verdi, bir kısmını efendisine verdi, bir kısmını da kendisine alıp onunla evine yemek aldı. O yemeği Hz. Musa ile birlikte yediler. Bu esnada Hz. Musa (a.s) güldü.

Abid: “Neden güldün?” diye sordu.

Hz. Musa (a.s) şöyle dedi: “Beni, en çok ibadet eden kimseyi görmek için birisinin yanına gönderdiler. Gerçekten onu insanların en çok ibadet edeni olarak gördüm. O da başka birisini bana gösterdi, onun ibadetinin birinci abidin ibadetinden daha çok olduğunu gördüm. İkinci abid de sizi bana tanıttı. Senin ibadetinin onlardan daha çok olduğunu düşünmüştüm ama senin ibadetin onların ibadetine oranla azdır.”

Abid cevaben şöyle dedi: “Evet, doğrudur. Benim ibadetim onların ibadeti kadar değildir. Çünkü ben bir kimsenin kölesiyim, hür değilim. Benim Allah’ı zikrettiğimi görmedin mi? Namaz vakti ulaşınca sadece (farz) namazımı kıldım. Eğer daha fazla ibadetle meşgul olursam, efendimin gelirine ve halkın işlerine zarar vurmuş olurum.”

Daha sonra Hz. Musa’ya: “Kendi vatanına dönmek istiyorsun?” diye sordu.

Hz. Musa: “Evet!” dedi.

Derken abid, başının üzerinden geçmek halinde olan bir bulut parçasına; “Aşağı gel” diye seslendi. Bulut aşağı geldiğinde buluta: “Nereye gidiyorsun?” diye sordu.

Bulut: “Musa b. İmran’ın memleketine” dedi.

Abid: “Bu şahısı da rahat bir şekilde Musa b. İmran’ın memleketine götür” dedi.

Hz. Musa (a.s) vatanına döndüğünde, Allah-u Teâla’ya şöyle arzetti: “Allah’ım! Bu şahıs, o yüce makama nasıl ermiştir?”

Allah-u Teâla şöyle buyurdu: “Bu kulum, belalarıma karşı sabrediyor, takdirime razı oluyor ve nimetlerime karşılık ise şükrediyor.”12]

 

 


[1] - Bihar, c. 13, s. 281. Hz. Hızır’la Hz. Musa’nın kıssası Kur’an’da da geçmiştir.

[2] - Bihar, c. 13, s. 424

[3] - Bihar, c. 14, s. 329

[4] - Yakub (a.s), onlara dua etmeyi seher vaktine kadar erteledi. Çünkü o saatlerde dua etmek ve mağfiret dilemek makbul olmaktadır.

Tabersi (r.a) de şöyle demiştir: Yakub (a.s) yirmi küsür yıl her Cuma akşamı evlatlarını arkasına dizerek onların bağışlanması için dua ediyordu. Nihayet Allah-u Teâla tövbelerini kabul ederek onları affetti. (Çev.)

[5] - Bihar, c. 12, s. 250 ve 251; c. 73, s. 223

[6] - Bihar, c. 82, s. 155

[7] - Bihar, c. 14, s. 280

[8] - Bihar, c. 14, s. 331

[9] - Bihar, c. 72, s. 307, 308

[10] - Bihar, c. 100, s. 81

[11] - Bihar, c. 14, s. 17

[12] - Bihar, c. 69, s. 223

index