SON MESAJ
İslâm İnkılabının Büyük Rehberi
ve
İran İslâm Cumhuriyetinin Kurucusu
Ayetullahil Uzma İmam Humeyninin (ra)
Siyasi İlâhî Vasiyetnamesi
İMAM HUMEYNİNİN (RA)
VASİYETNAMESİ
ÖNSÖZ
Bismilâhîrrahmanirrahiym
Resulullah
sallallahu aleyhi ve
âlihi
ve sellem buyurdular: Sizlere
iki ağır ve
paha biçilmez emanet -sekaleyn- bırakıyorum: Kitabullah ve itretim
Ehl-i Beytim... Bu ikisi asla birbirinden ayrılmaz ve Havzda
birlikte bana gelirler.
Hamd, ancak Allahadır
ve - Allahım - sen münezzehsin, Muhammed ve Ehl-i Beytine
selamın olsun, rahmetin olsun; celâl
ve cemalinin mazharı, kitabının esrarının hazinedarlarıdır onlar.
O kitap ki Senden başkasının bilmediği ve sana mahsus olan bütün
isimlerle birlikte ahadiyyetin tecelli etmiştir onda. Muhammed
-saa- ve onun
âline
zulmeden habislik ağacının kökü durumundaki zalimlere de lânet
olsun...
Sekaleyn
hususunda eksik ve yetersiz - de olsa - kısaca bazı
hatırlatmalarda bulunmayı gerekli görüyorum. Ancak, bu hatırlatma
sekaleynin gaybî, mânevî
ve irfânî
boyutları açısından olmayacak elbet. Zira ben gibilerinin kalemi
Mülkten
meleküt-i Alâya
ve ondan lâhuta
varıncaya kadar idrâki
bütün varlık Alemine ağır gelen, ben ve sen gibisinin anlama
gücünü aşan ve manâsına
tahammülün tâkatleri
kestiği - hatta belki de imkansız olduğu - bir mertebeyi ele alma
ve mutlak büyük olan sıkl-ı ekber
dışında her şeyden daha büyük olan sıkl-ı kebîr
ve sıkl-ı ekberin yüce hakikatlerinin terkedilmesi - mahcur -
olması nedeniyle insanlığın başına gelmiş olanlardan, keza Allah
düşmanları ve entrikacı taağutlların
bu iki sıkla ettiklerinden - ki bunları saymaya da ne sınırlı
vakit ne de eksik bilgim elvermiyor - sözetme cüreti göstermekten
acizdir; ancak, bu iki sıklın başına gelenlere çok kısa ve özlü
bir şekilde değinmeyi uygun buluyorum.
Bu iki sıkl asla birbirinden ayrılmaz ve
Havzda
birlikte bana gelirler cümlesi, belki de hz. Resulullah
sallallahu aleyhi ve
âlihi
ve sellemin rıhletinden sonra bunlardan birinin başına gelenin
diğerinin de başına geldiği ve Havzda Allah Resulüne gelinceye
kadar bu mahcurlardan birinin mahcurluğunun / terk edilişinin
diğerinin de mahcurluğu olacağına işarettir. Bu havz, kesretin
vahdetle birleştiği
ve damlaların deryada kaybolup gittiği makam mıdır, yoksa
insanoğlunun akıl ve irfanına sığamayacak bir şey midir?.. Kezâ,
şunu da söylemek gerekir ki taağutilerin, Resulullah sallallahu
aleyhi ve
âlihi
ve sellemin bu iki ağır emanetine yaptığı zulümler Müslüman
ümmete, hatta bütün insanlığa yapılmıştır ki kalem bunu beyandan
acizdir.
Şunu da hatırlatmak
icabeder ki Sekaleyn
hadisi
bütün Müslümanlar arasında mütevatirdir ve
Kutub-u Sitteden
diğerlerine varıncaya kadar Ehl-i Sünnetin
bütün kitaplarında muhtelif beyanlarla ve defalarca Resul-ü Ekrem
sallallahu aleyhi ve Alihi ve sellemden nakledilmiştir ve bu
hadis-i şerif
muhtelif mezheplerin Müslümanları başta gelmek üzere bütün
insanlığa kesin hüccet tir ve kendilerine hüccetin tamamlanmış
olduğu bütün Müslümanlar bu konuda mesuliyetlerini yerine
getirmekle yükümlüdürler; bihaber cAhiller için herhangi bir
mazeret sözkonusu olsa da mezhep ulemAsı için yoktur.
Şimdi, ilâhî emanet
Kitabullah ve İslâm Peygamberi sallallahu aleyhi ve
âlihi
ve sellemden geriye kalanlara neler olmuş, görelim. Uğruna kan
ağlanması gereken son derece üzücü olaylar, hz. Alinin - s- şehâdetinden
sonra başladı.
Benciller ve tağutîler, Kuran-ı Kerimi Kuran düşmanı
iktidarlara alet ettiler, baştanbaşa bütün Kurânı
bizzat Peygamber-i Ekrem sallallah-u aleyhi ve
âlihi
ve sellemden öğrenmiş bulunan, aranızda iki ağır ve paha
biçilmez emanet bırakıyorum nidâsını
hala kulaklarında taşıyan ve Kuranın gerçek müfessiri ve
hakikatlere
âşinâ
olanları türlü bahane ve önceden hazırlanmış oyunlarda geri -
plana - iterek, gerçekte, Havza girinceye kadar insanlık için
maddi mânevi hayatın en büyük düsturu olan ve halâ
da öyle bulunan Kurânı,
bizzat Kuranla sahne dışı bıraktılar ve bu mukaddes kitabın
ülkülerinden biri olan ve hala da öyle bulunan ilâhî adalet
iktidarına iptal çizgisi çektiler; Allahın dininden, ilâhî sünnet
ve Kitaptan sapmanın temelini attılar ve derken iş öyle bir yere
vardı ki kalem utanır onu açıklamaya...
Bu eğri temel
ilerledikçe eğrilikler ve sapmalar arttı. O kadar ki, insanları
kemâle
erdirmek, bütün Müslümanların, hatta tüm insanlık ailesinin
birleşmesini sağlamak, insanlığı ulaşması gereken yere ulaştırıp,
kendisine isimler in öğretildiği bu Adem evlâdını
şeytanlar ve taağutların şerrinden kurtarmak, dünyayı tam bir
eşitlik ve adalete kavuşturmak; iktidarı, insanlığın hayrına
olacak kimselere devredebilmeleri için Allahın mâsum
velilerine -evvelinden
âhirine
tüm mahlukâtın
selamı onlara olsun- vermek gayesiyle yüce Ahadiyyet makamından
Muhammedi tam keşfe
nâzil
olan Kuran-ı Kerimi öylesine sahne dışı bıraktılar ki insanları
hidayete erdirmede adeta hiçbir rolü yokmuş gibi oldu ve iş öyle
bir noktaya vardı ki Kuranın rolü zâlim
iktidarlar, ve taağutilerden daha beter olan habis din adamları
tarafından zulüm ve fesad yaratma, Hak Tealaya inad edenler ve zâlimlerin
bahanesi olma mesâbesine
indirildi. Kuran, bu kader belirleyici kitap, komplocu düşman ve
cahil dostlar eliyle ne yazık ki mezarlıklar ve yas toplantıları
dışında rolü olmayan ve hala öyle bulunan bir hale getirildi;
Müslümanlar ve insanlığın vahdetini sağlaması, onların hayat
kitabı olması gereken şey ayrılık ve ihtilâf
vesilesine dönüştürüldü veya bütünüyle sahne dışı bırakıldı.
Nitekim gördük; birisi kalkıp da İslâm devletinden sözedecek olsa
ve İslâm, Allah Resulü sallallahu aleyhi ve
âlihi
ve sellem, Kuran ve sünnetin baştanbaşa onunla dolduğu siyasetten
bahsedecek olsa Adeta en büyük günahı işlemiş sayılmakta ve
siyasetle uğraşan molla tâbiri
dinsiz mollayla eşanlamda kullanılmaktaydı ki bu durum şimdi de
böyledir...
Son zamanlarda
büyük şeytâni
güçler; kendilerini yalan yere islâma
yamamış bulunan İslâmî düsturlardan uzak sapık iktidarlar
kanalıyla Kuranın mahvı ve süper güçlerin şeytâni
maksatlarının tahakkuku gayesiyle güzel hatlarla Kuranlar
basmakta, öteye beriye göndermekte ve bu şeytanca oyunla Kuranı
sahne dışı sahne dışı bırakmaktadırlar. Muhammed Rıza Han
Pehlevinin
bastırdığı Kuranı hepimiz gördük; bazılarını bununla kandırdı,
islâmi
gayeden habersiz olan bazı din adamları da onun meddahlığını
yapmadaydı. Görüyoruz ki kral Fahdda
her yıl halkın sonsuz servetlerinin büyük kısmını Kurân-ı
Kerim basma ve Kuran düşmanı bir mezhebin propagandasını yapma
yolunda harcamakta ve Vahhabilik
gibi hiçbir esasa dayanmayan, baştan sona hurafe dolu bir mezhebi
yaymak suretiyle gafil milletler ve halkları süper güçlere
yöneltmekte; aziz İslâm ve Kuran-ı Kerimi yine İslâm ve Kuranı
yıkma yolunda kullanmaktadır.
Biz ve bütün
varlığıyla İslâm ve Kurana bağlı bulunan milletimiz; baştan sona
kadar Müslümanların, hatta bütün insanlığın vahdetinden sözeden
Kurânî
hakikatleri türbeler ve mezarlıklardan kurtarmak ve onu
insanoğlunun eline, ayağına, kalbine ve aklına dolanan; yokluğa,
yokoluşa, taağutilere esir ve köle olmaya sürükleyen bütün
zincirlerden kurtarabilecek yegâne
reçete olarak yüceltmek isteyen bir mezhebe mensup olmakla iftihar
ederiz. Keza, kurucusunun, Allah Tealânın
emriyle Allah Resulü sallallahu aleyhi ve
âlihi
ve sellem olduğu ve bütün bağlardan kurtulmuş olan Emirel
Müminin Ali b. Ebu Tâlibin
insanlığı tüm kölelik ve zincirlerden kurtarmakla
görevlendirildiği bir mezhebe mensup olmakla iftihar duyarız.
Kurandan sonra maddi ve mânevi hayatın en
büyük düsturu olan ve insanlığı kurtuluşa götürecek en yüce kitap
sayılan, mânevi ve devlet yönetimiyle ilgili emirleri en büyük
kurtuluş yolu bulunan Nehcul Belağa
kitabının bizim mâsum imamımıza aid oluşuyla övünürüz.
Ebu Talib oğlu Aliden, kadir Allahın
kudretiyle hayatta bulunan ve her şeye nezaret eden insanlığın
kurtarıcısı, zamanın sahibi hz. Mehdiye
- hepsine binlerce selam ve tahiyyât
olsun - varıncaya kadar tüm mâsum
imamların
bizim imamlarımız olmasıyla iftihar ederiz.
Kurân-ı
Said
adıyla anılan hayat verici duaların bizim mâsum imamlarımıza aid
oluşuyla övünürüz biz. İmamların Şâbâniyye
Münacaatı,
Hüseyin b. Ali aleyhisselamın
Arafat duâsı,
Muhammed soyunun Zeburu
olan Sahife-i Seccadiye
ve Allah Tealâ
tarafından Zehra-ı Merziyyeye)
ilham edilmiş olan Sahife-i Fâtımiyye
ile de iftihar ederiz.
Bâkırel
Ulumun
târihin
en yüce kişiliği olmasıyla övünç duymadayız biz; Allah Teâlâ,
Resul sallallahu aleyhi ve Alihi ve sellem ve mâsum imamlardan
başka kimsenin idrâk edemediği ve edemeyeceği o da bizdendir.
Mezhebimizin Câferi
oluşuyla övünürüz biz; ki sonsuz bir derya olan fıkhımız
onun eserlerinden biridir yalnızca... Ve biz, Allahın salat ve
selamı onlara olsun, tüm mâsum imamlarla iftihar ve onların yolunu
izleyeceğimizi taahhüd etmişizdir.
Allahın salat ve
selamı onlara olsun, mâsum imamlarımızın İslâm dininin
yüceltilmesi ve boyutlarından biri adil devlet kurmak olan
Kuranın uygulamaya geçirilmesi yolunda hapis ve sürgünlerde
yaşamış ve sonunda yaşadıkları çağın zâlim
iktidarları ve taağutilerini devirme yolunda şehid olmuş
bulunmalarından iftihar duyarız. Ve biz bugün Kuran ve sünnetin
hedeflerini uygulamaya geçirmek isteyişimiz ve halkımızın muhtelif
kesimlerinin bu kader belirleyici yolda şevkle ve can-u gönülden
malını, canını ve sevdiklerini Allah yoluna feda ediyor oluşuyla
iftihar etmedeyiz.
Yine övünmedeyiz ki
hanımlar, yaşlı ve genç kadınlar büyüğüyle, küçüğüyle kültürel,
iktisadi ve askeri sahnelerde hazır bulunup İslâm ve Kuran-ı
Kerimin gayelerinin yüceltilmesi yolunda erkeklerle omuz omuza
veya onlardan daha iyi bir şekilde faaliyet göstermiş;
saaaşabilecek güçte olanlar İslâm ve İslâmî ülkenin müdafaası için
önemli farzlardan olan askeri eğitime katılmış ve düşmanların
komplosu ve dostların İslâm ahkamı ve Kuranı bilmemeleri
neticesinde onlara, hatta İslâm ve bütün Müslümanlara zorla
yüklenmiş bulunan mahrumiyetlerden kendisini kurtarmış ve
düşmanların kendi menfaatleri için cahiller ve Müslümanların
maslahatından habersiz bazı din adamlarını kullanarak meydana
getirmiş olduğu hurafelerin bağımlılığından sıyrılmışlardır;
saaaşa katılma gücü olmayanlar da cephe gerisinde milletin kalbini
mutluluk ve sevince boğacak, düşmanlar ve onlardan daha beter olan
cahillerin yüreğiniyse öfke ve hışımla titretecek şekilde
çalışmaktadırlar. Ve biz, nice büyük kadınların hz. Zeynep aleyhâ
selamın misali
evlatlarını kaybettiklerini, Allah Tealâ
ve aziz İslâm uğruna herşeylerini feda ettiklerini haykırdığını
gördük defalarca; bununla iftihar ediyor ve biliyorlar ki buna
karşılık elde ettikleri şey, dünyanın naçiz metası bir yana
dursun, Naim Cennetlerinden
bile üstündür. Keza bizim milletimiz, hatta dünya mustazafları ve
Müslüman diğer milletler; yüce Allahın, aziz İslâm ve Kuranı
Kerimin düşmanı olan kimselerin düşmanı olmaları, bunların
uğursuz canice emellerine varabilmek için hiçbir cinayet ve
hıyanetten vazgeçmeyecek, başa geçmek ve istediği makamı elde
edebilmek için dost-düşman tanımayacak yırtıcı vahşilerden
oluşması ve baştanbaşa tüm dünyayı kasıp kavuran; iğrenç
emellerine ulaşabilme uğruna, kalemlerin yazmaya, dillerin
söylemeye utandığı cinayetler işleyen ve büyük İsrail gibi aptalca
bir hayalle
her cinayete sürüklenebilen dünya siyonizminin müttefiki
durumundaki bizatihi terörist devlet Amerikanın bunların başını
çekiyor olmasıyla iftihar duyar. Kezâ,
İslâmî milletler ve dünya mustazafları; Amerika ve İsraile
uşaklık yolunda bizzat kendi milletlerine her hıyaneti yapmaktan
çekinmeyen Ürdünlü kaatil tellal Hüseyin
ve kaatil Israille aynı torbadan yem yiyen ahır arkadaşları Hasan
ve Hüsnü Mübarek
gibilerinin düşmanı olmakla övünürler. Keza biz, dost-düşman
herkesin milletlerarası hukuk ve insan haklarını çiğneyen bir hain
olarak tanıdığı ve mazlum Irak milletiyle körfez emirliklerine
karşı işlediği zulümlerin İran milletine karşı işlediği
zulümlerden az olmadığını herkesin bildiği -Mişel- Eflakçı Saddam
gibi bir hainin bize düşman olmasıyla da övünürüz. Keza, biz ve
dünyanın mazlum milletleri, dünya kitle iletişim araçları ve
haberleşme sistemleriyle propaganda mekanizmalarının, biz ve
dünyanın bütün mazlumlarını cani süper güçlerin vereceği
direktifler doğrultusunda her türlü cinayet ve ihaneti işlemiş
olmakla suçlamalarından iftihar duyarız. Amerikanın onca
iddialarına, onca saaaş araç gereçlerine, sahib Olduğu onca uşak
ülkelere ve geri kalmış mazlum milletlerin sonsuz servetlerine
elkoyması ve bütün basın yayın organlarını elinde bulunduruyor
olmasına rağmen gayretli İran milleti ve kademine ruhlarımız feda
olası hazreti Bakiyyetullah
ülkesi karşısında kime başvuracağını bilemeyecek kadar çaresizlik
içinde şaşakalıp rezil olması ve yöneldiği herkesten red cevabı
almasından daha büyük ve daha yüce bir iftihar sebebi olur mu?
İşte bu, milletleri, özellikle de İslâmî İran milletini
uyandırarak şahlık zulmünun zulmetinden İslâm nuruna hidayet
buyuran hazreti Bari Tealanın -Celle Azametihi- gaybi
yardımlarından
başka birşey değildir.
Şimdi, zulüm görmüş muhterem milletler ve
aziz İran milletine tavsiyem odur ki ne mülhid
doğu ve ne de zaıim kafir
batıya bağımlı olmayan bu ilâhî doğru yola, Allah Tealanın onlara
nasip buyurmuş olduğu yola sağlam, azimli, ahdine sadık ve kararlı
bir şekilde bağlansınlar, bir lahza olsun bu nimetin şükründen
gaflet etmesinler, süper güçlerin ister harici ister hariciden
beter olan dahili mümessillerinin kirli elleri onların temiz
niyetleri ve demir iradelerinde sarsıntıya yol açmasın ve
bilsinler ki dünya kitle haberleşme araçlarıyla doğu ve batı
şeytani güçlerinin baskıya başvurmaları onların ilâhî kudretlerine
delidir ve Allah Teala onların mükafaatını hem bu alemde hem de
diğer alemlerde verecektir: Gerçekten de Allah tüm nimetlerin
sahibidir ve herşeyin saltanatı Onun elindedir. Keza acizane
olarak Müslüman milletlerden cidden şunu isterim ki mutahhar
imamların, insanlık aleminin bu büyük yolgöstericilerinin sosyal,
iktisadi, ve askeri kültürlerini can-u gönülden, fedakarca ve
sevdiklerini feda etme pahasına layıkıyla izlesin ve uygulasınlar.
Bu cümleden olmak üzere risalet ve imamet
okulunu ifade eden ve ister ahkam-ı evveliye, ister sâneviyyeyle
olsun - ki her ikisi de İslâmî fıkıh okuludur - milletlerin rüşd
ve azametinin garantisi olan geleneksel fıkıhtan
zerrece sapmasınlar, Hakka ve dine karşı inat gösteren Vesvas-ı
Hannaslara kulak asmasınlar, bir adım olsun sapmanın İslâm din ve
ahkamının, ilâhî adalet devletinin çöküş başlangıcı olacağını
bilsinler, keza namazın siyasi ifadesi demek olan Cuma
ve cemaat namazlarını
asla ihmal etmesinler; zira bu cuma namazı Hak Tealanın İran
İslâm Cumhuriyetine karşı en büyük inayetlerindendir; keza bu
cümleden olmak üzere mutahhar imamlara, özellikle de Allahın,
peygamberlerin, meleklerin
ve sâlihlerin
selam ve salatları onun büyük ve kahraman ruhuna olsun, Seyyid-i
Mazluman ve Server-i Şehidan hz. Ebâ
Abdullahil Hüseyne yas merasimleri
düzenlemeyi asla ihmal etmesinler ve bilsinler ki imamların
-aleyhimusselam- İslâm'ın bu
tarihi
kahramanlığını anma merasimleri münasebetiyle buyurmuş oldukları
ve
Âli
Beyte
zulmedenlere edilecek lanet ve beddualar, tarih boyunca gelmiş
geçmiş bütün zalim yöneticilere karşı milletlerin ilelebet
kahramanca feryatları demektir. Keza artık son bulmuş ve cehenneme
vasıl olmuş bulunmalarına rağmen Emevilerin
-Allahın laneti onlara olsun- işledikleri zulümleri lanetleme ve
bu zulümler dolayısıyla kargış ve feryat etmenin dünya zalimlerine
karşı haykırış ve zulmü yıkıcı bu haykırışı sürekli canlı tutuş
demek olduğunu da bilirsiniz. Keza Hakk imamları aleyhimusselamla
ilgili ağıtlar, mersiye
ve sena şiirlerinde her asır ve mekanın zalimlerinin işlemiş
olduğu kötülük ve zulümler ezici bir şekilde hatırlatılmalı ve
Amerika, Sovyetler ve bağımlı uşaklarıyla, bu cümleden olmak üzere
büyük
ilâhî
Hareme
ihanet eden Suudi hanedanı - Allahın, meleklerinin ve
Resullerinin laneti onlara olsun- eliyle İslâm'ın mazlumiyet çağı
olan bu çağda -onların işlediği zulümler- ezici bir şekilde
hatırlatılarak lanetlenmeli ve kargışlanmalıdır. Keza hepimiz şunu
bilmeliyiz ki Müslümanlar arasında vahdeti sağlayacak şey;
Müslümanların, özellikle, Allahın salat ve selamı onlara olsun
Eimme-i İsni Aşer/On İki İmam/Şiâsı'nın
kimliğinin
koruyucusu olan, bu siyasi merasimlerdir... Ve hatırlatmam gereken
nokta şudur: Benim siyasi-ilâhî vasiyyetim, şanı yüce İran
milletine mahsus değil, bilakis, bütün Müslüman milletler ve hangi
din ve millete mensup olursa olsun, dünyanın bütün mazlumlarına
bir tavsiyedir.
Allah-u Azze ve
Celleden acizane dileğim biz ve milletimizi bir an olsun kendi
halimize bırakmaması ve gaybi inayetlerini bu İslâm evlatları ve
aziz saaaşçılardan esirgememesidir.
RuhullahiI Museviyyil
Humeyn
Bismillahirahmanirrahiym
Kıymetli milyonlarca insanın, ölümsüz
binlerce şehid ve diri şehid
durumundaki aziz malullerin gayretlerinin semeresi ve milyonlarca
Müslüman ve dünya mustazaflarının umudu olan muhteşem İslâmî
inkılâbın
ehemmiyeti, değerlendirmesinin kalem ve beyanı aşacağı bir
ölçüdedir.
Bütün hatalara rağmen yüce Allahın büyük
kereminden umudunu kesmeyen ve tehlikelerle dolu yolunun azığı
ancak mutlak Kerimin keremine gönül verişi olan ben Ruhullah
Musevi Humeyni, diğer iman kardeşleri
gibi bu inkılaba, getirdiklerinin kalıcı olmasına ve giderek daha
fazla semere vermesine ümidvar olan hakir bir din öğrencisi
unvanıyla şimdiki nesle ve geleceğin aziz nesillerine tekrar
mahiyetinde de olsa bazı mevzuları vasiyet olarak arzetmek istiyor
ve bağışlayıcı Allah Tealâdan
bu uyarılarda niyet temizliği inayet buyurmasını niyâz
ediyorum.
1- Biz biliyoruz ki dünyayı sömüren
emperyalistler ve zalimlerin ellerini büyük İrandan çektiren bu
büyük inkılab ilâhî yardımlarla muzaffer oldu. Allah Tealanın
kudretli eli olmasaydı otuz altı milyonluk bir nüfusun İslâm ve
din adamlarına karşı girişilen onca propagandaya, özellikle şu son
yüzyılda matbuat ve konuşmalarda İslâm ve milliyet düşmanı meclis
ve mekanlarda kalem ve söz erbaplarının milliyet adı altında
yaptıkları sayısız onca bölücülüklere rağmen; aziz vatanın
ilerlemesi ve gelişip yükselmesi için çalışması gereken faal genç
nesli fasid şah ve kültürsüz babasıyla güçlü ülkelerin sefaretleri
tarafından millete zorla yüklenen kukla iktidar ve ısmarlama
meclislerin işlediği hıyanetler karşısında kayıtsızlık ve fesada
çekme gayesiyle düzenlenen onca abes şiirler, laubali mizahlar;
ayyaşlık, fuhuş, kumar, içki ve uyuşturucu maddeler karşısında;
daha da kötüsü ülkenin kaderinin kendilerine teslim edildiği
liseler, üniversiteler ve öğretim merkezlerinde, tamamen azınlıkta
kalmaları ve baskı altında tutulmaları cihetiyle müspet bir iş
yapamayan iyi ve dürüst kimselerin de aralarında bulunduğu, İslâm
ve İslâm kültürüne, hatta milliyet ve milliyetçilik adına doğru
milli ye de yüzde yüz karşı olan doğu veya batı çarpılmışı
öğretmen ve öğretmen üyelerinin çalıştırılması karşısında, bu ve
daha onlarca mesele ve bu cümleden olmak üzere din adamlarının
uzlet ve bir köşeye çekilmeye itilmesi ve propaganda yoluyla
bunların çoğunun fikri sapmalara sürüklenmesi gibi durumlar
karşısında bu milletin yekvücut halinde kıyam edebilmesi ve
memleketin dört bir yanında tek bir düşünce etrafında kenetlenerek
Allah-u Ekber feryadıyla,
insanı hayretlere düşüren mucizeyi fedakarlıklarla dahili ve
harici tüm güçleri sahne dışı bırakıp memleketin kaderini bizzat
ele alabilmesi mümkün değildi. Binaenaleyh hem ortaya çıkışı, hem
mücadele niteliği, hem de inkılab ve kıyamının saiki açısından
İran İslâm İnkılabının bütün inkılaplardan ayrı ve farklı
olduğunda şüphe etmemek gerekir. Bunun, yağmaya uğramış şu mazlum
millete Mennan Allah Teala tarafından lütfedilmiş
ilâhî bir
armağan ve gaybi bir hediye olduğunda da şüphe yoktur.
2- İslâm ve İslâmî devlet,
uygulanması halinde dünya ve ahirette evlatlarının saadetini en
iyi şekilde temin eden ve zulümlerin, çapulculukların, fesad ve
tecavüzlerin üzerine kıpkızıl bir kalem çekebilecek güce sahib
olan ve insanları, kendi uygun gördüğü kemale ulaştırabilecek bir
ilâhî hadise
ve tevhidi olmayan okulların tersine; hayatın ferdi, içtimai,
maddi, mânevi, kültürel, siyasi, askeri ve iktisadi bütün
boyutlarına nezaret ve müdahalede bulunan, insan ve toplumun
eğitimi ve maddi ve mânevi ilerleme üzerinde önemsiz sayılacak
kadar da olsa zerrece rolü olabilecek hiçbir noktayı gözardı
etmemiş olan bir okuldur; toplum ve bireyin tekamülü yolunda engel
ve müşkül olabilecek şeyleri hatırlatmış ve bunların giderilmesine
çalışmıştır. Allah Teala'nın yardım ve desteği sayesinde ve ahdine
sadık milletin güçlü elleriyle İslâm Cumhuriyetinin kurulmuş
bulunduğu ve bu İslâmî devlette sözkonusu tek şeyin İslâm ve
onun ileri hükümleri olduğu şu sırada şanlı İran milletine düşen
görev, İslâm'ın muhtevasının bütün boyutlarda tahakkukunu sağlamak
ve onu koruma ve kollama yolunda gayret göstermektir. Zira İslâm'ı
korumak bütün farzların başında gelir; Adem aleyhisselamdan
Hatem-un Nebiyyin sallallahu aleyhi ve
âlihi
ve selleme varıncaya kadar bütün yüce peygamberler bu yolda
canlarına malolan gayret ve fedakarlıklar gösterdiler, hiçbir
engel onları bu büyük farizâdan
alıkoyamadı ve aynı şekilde onlardan sonra da ahdine sadık ashab
Allahın salatı onlara olsun İslâm imamları, kanlarını verecek
raddeye varan bir gayret ve çabayla onu korumaya çalıştılar. Bugün
İranda resmen ilan edilmiş ve kısa sürede büyük neticeler vermiş
olan bu ilâhî emanetin olabildiğince korunması, kalıcılığı için
gerekenin yapılması ve önündeki engel ve sorunların giderilmesi
yolunda çaba gösterilmesi genelde bütün mülümanlara ve özelde İran
milletine farzdır ve umulur ki nurunun şuası bütün Müslüman
ülkelere yansır ve bütün devletler ve milletler bu hayati konuda
yekdiğeriyle görüş birliğine vararak dünya mazlumları ve
ezilmişlerini tarihin canileri ve dünyayı sömüren süper güçlerin
elinden ebediyen kurtarırlar.
Ömrümün şu son
nefeslerinde, bu ilâhî emanetin hıfzı ve bekasına yardımcı olacak
hususlar ve onu tehdid eden tehlike ve engellerin bir kısmını
şimdiki nesil ve geleceğin nesilleri için arzetmeyi bir vazife
biliyor ve alemlerin Rabb'inin dergahından herkes için tevfik ve
yardım niyaz ediyorum.
a - Şüphesiz İslâmî
inkılabın kalıcılığının sırrı, zaferin sırrından başka birşey
değildir, zaferin sırrını da millet bilmektedir ve gelecek
nesiller bunun iki temel prensibinin ilâhî saik ve İslâmî
hükumet yüce gayesiyle, bu saik ve gaye için baştanbaşa bütün
ülkede milletin el ve sözbirliği içinde bir araya gelmesi
olduğunu tarihte okuyacaklardır.
Şimdiki ve gelecek bütün nesillere şunu
vasiyet ediyorum: İslâm ve Allah devleti sürekli var olsun, dahili
ve harici sömürücü ve sömürgeci güçler ülkenizden el çeksin
istiyorsanız Allah Tealanın Kuran-ı Kerimde öğütlemiş olduğu bu
ilâhî saiki bırakmayın; zafer ve onun kalıcılığının sırrı olan bu
saikin karşısında amacın unutulması ve tefrika ve ihtilafa
düşme yer alır. Baştanbaşa bütün dünyanın propaganda borazanları
ve onların yerli uşaklarının bütün güçlerini bölücülük yaratıcı
söylenti ve yalanlara harcaması ve bu uğurda milyarlarca dolar
sarfetmesi boşuna değildir. İslâm cumhuriyeti muhaliflerinin
sürekli bölgeye gelip gitmeleri de sebepsiz değil ve maalesef
bunların arasında bazı İslâm ülkelerinin, kendi menfaatlerinden
başka bir şey düşünmeyen ve gözü kapalı kulağı tıkalı bir şekilde
Amerikaya teslim olmuş bulunan devlet ve yöneticileri de
görülmektedir; alim kılıklı bazıları da katılmış onlara... İran
milleti ve dünya Müslümanları için bugün ve gelecekte sözkonusu
olması ve ehemmiyetinin gözönünde bulundurulması gereken nokta
ocaklar yıkan tefrika yaratıcı propagandaları tesirsiz hale
getirmektir. Müslümanlara, özellikle İranlılara ve hassaten şu
çağda tavsiyem, bu komplolara tepki göstermeleri ve insicam ve
vahdetlerini mümkün olan her yolla arttırarak küffar ve
münafıkları
ümitsizliğe düşürmeleridir.
b- Son yüzyılda,
özellikle bu yüzyılın son on yıllarında ve bilhassa inkılâbın
zafere ulaşmasından sonra apaçık göze çarpan önemli komplolardan
biri de milletleri, özellikle fedakar İran milletini İslâm'dan
ümidi keser hale getirmek maksadıyla muhtelif boyutlarıyla
yürütülen geniş çaplı propagandalardır. Bazen açıkça ve acemice
1400 yıl
önce vazedilmiş olan İslâmî hükümlerin bu
çağda ülkeleri idare edemeyeceği veya ~İslâm genci bir dindir,
her türlü yenilik ve medeniyete karşıdır ve ülkelerin bu çağda
dünya medeniyeti ve bu medeniyetin getirdiklerini bir kenara
bırakması mümkün değildir.., vb. gibi ahmakça propagandalarla;
kimi zaman da İslâm'ın kutsallığından yanaymış gibi görünen bir
şeytanlık ve sinsilikle İslâm ve diğer ilâhî dinler mâneviyatla
ilgilenir; nefisleri ıslah, dünyevi makamlardan çekinme, dünyadan
uzak durmaya çağırma, insanı Allaha yaklaştırıp dünyadan
uzaklaştıran ibadet, zikir
ve dualarla
meşgul olmaya davetle uğraşırlar; devlet, siyaset ve iktidar ise
bu maksad ve büyük mânevi gayeye aykırı şeylerdir, zira bütün
bunlar dünyayı düzeltmekle ilgilidir ki bu da yüce peygamberlerin
yoluna aykırıdır! dediler ve maalesef bu ikinci yöntemle yapılan
propagandalar, İslâmî tanımayan bazı dindarlar ve dinadamlarını o
kadar etkiledi ki devlet ve siyaset işlerine karışmayı fısk ve
günah addettiler, halâ bu görüşte olanlar bulunabilir, İslâm'ın
müptela olduğu büyük bir faciaydı bu. Birinci grup için şunu
söylemek gerekir ki devlet, kanun ve siyasetten ya habersizdirler
ya da kendilerini kasten bilmiyormuş gibi göstermektedirler. Zira
kanunların kıst ve adi ölçüsüne göre icrası, zorba yönetim ve
zalimleri engelleme, ferdi ve içtimai adaleti yayma; fuhuş ve
türlü sapmaları yasaklama; akıl, adalet, bağımsızlık ve kendine
yeterlilik ölçüsüne dayalı bir hürriyet sağlama; sömürgecilik,
sömürücülük ve köleciliği önleme, bir toplumun fesad ve mahvını
önlemek gayesiyle adalet ölçüsüne dayalı kısas
had
ve tazir
cezalarını uygulama; topluma akıl, adalet ve insaf ölçülerine göre
bir siyasetle yol aldırma ve benzeri daha yüzlercesi, insanlık ve
sosyal hayat tarihi boyunca zamanın geçişiyle aşıma uğrayıp
eskiyecek şeyler değildir. Bu iddia, matematik ve akıl
kurullarının bu çağda değiştirilerek yerine yeni kuralların
oturtulması gerektiğini söylemeye benzer.
Yaradılışın
başlarında sosyal adalet sağlanmalı; zulüm, çapulculuk ve adam
öldürme önlenmeliydi; ancak, bugün atom çağında bulunduğumuzdan o
yöntemler eskimiş tir demek ve İslâm'ın yeniliklere karşı
olduğunu iddia ederek devrik -şah- Muhammed Rıza Pehlevi gibi
"Bunlar bu çağda hayvanlara binerek yolculuk yapmak istiyorlar
demek ahmakça bir ithamdan başka birşey değildir. Zira medeniyetin
getirdikleri ve yeniliklerden maksat, insanoğlunun medeniyet ve
ilerlemesinde rol oynayan buluşlar, icadlar ve teknik gelişmeler
ise ne İslâm, ne de diğer hiçbir tevhidi din buna karşı
çıkmamıştır ve çıkmayacaktır da. Bilakis, bilim ve teknik İslâm ve
Kuran-ı Mecid'in de önemle vurgulamış olduğu şeylerdir. Yok, eğer
medeniyet ve yenilikle, bazı profesyonel aydınların dediği gibi
Bütün kötü ve gayri meşru işlere ve fuhuşa, hatta
eşcinselliğe.... vb. şeylere serbesti tanınsın anlamı
kastediliyorsa; doğu ve batı çarpılmışları her ne kadar körükörüne
bir taklitçilikle onu yaymaya çalışsalar da bütün semavi dinler
bilim adamları ve akl-ı selim sahibi insanlar buna karşı
çıkacaktır. Sinsice bir rol üstlenen ve İslâm'ı devlet ve
siyasetten ayrı bilenlere gelince; bu cahillere Kuran-ı Kerim ve
sünnet-i Resulullah sallallahu aleyhi ve
âlihi
ve sellemin hiçbir konuda devlet ve siyaset mevzuunda olduğu
kadar hükmü bulunmadığını söylemek gerekir. Bilakis, İslâm'ın
ibadetle ilgili hükümlerinin çoğu ibadî-siyasîdir ki onlardan
gafil duş bunca musibete yol açmıştır zaten. İslâm Peygamberi -s-
de dünyanın diğer devletleri gibi bir devlet kurdu, ancak, sosyal
adaleti yayma saikiyle.... İslâm'ın ilk halifelerinin geniş
devlet yönetimleri vardı ve Ali b. Ebu Tâlib
aleyhisselamın hükumeti de aynı saikten hareketle daha geniş ve
daha kapsamlıydı, tarihin apaçık meselelerindendir bu. Ondan sonra
tedricen yönetim sadece isim itibariyle İslâmiydi; İslâm ve
Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve
âlihi
ve sellemin yolunda bir İslâm devleti olduğunu iddia edenler
bugün de çoktur.
Ben bu vasiyetnamede işaret ederek
geçiyorum, ancak yazarların, sosyolog ve tarihçilerin Müslümanları
bu yanlışlıktan kurtarmalarını ummaktayım; enbiya
aleyhimusselamın yalnızca mâneviyatla ilgilendiği, devlet ve
dünyevi iktidarın tardolduğu; enbiya, evliya ve büyüklerin ondan
uzak duydukları ve bizim de böyle yapmamız gerektiği yolunda
söylenmiş ve söylenegelenler, Müslüman milletlerin mahva
sürüklenmesi ve yolun kaniçici emperyalistlere açılmasıyla
sonuçlanan üzücü bir yanlışlıktır. Zira tard ve kınanması gereken,
sultacılık ve sapık gayeler için olan şeytani hükumetlerle
diktatörlük ve zulümdür; onların uzak durduğu dünya ise servet
yığma, mal biriktirme, kudret düşkünlüğü ve taağutçuluktur;
velhasıl insanı Hak Tealâdan gafil eden bir dünyadır.
Mustazafların lehine; zulmü ve kötülüğü önleme ve sosyal adaleti
sağlama gayesiyle - istenen - Hakk Hükumeti ise, tahakkuku için
Davud oğlu Süleyman,
şanı yüce İslâm peygamberi sallallahu aleyhi ve
âlih
ve değerli vasileri gibilerinin gayret gösterdikleri şeydir ki en
büyük farzlardan ve gerçekleştirilmesi en yüce ibadetlerdendir.
Nitekim bu -tür- hükumet ve devletlerde bulunan siyaset gerekli
işlerdendir. Uyanık ve zeki İran milleti İslâmî bir bakış
açısıyla bu komploları tesirsiz hale getirmeli ve ahdine sadık
yazar ve hatipler milletin yardımına koşarak komplocu şeytanların
kökünü kazımalıdırlar.
e - Bu tür
komplolarla aynı kumaştan, hatta daha da sinsice olanı ülke
çapında, daha çok da küçük yerleşim merkezlerinde yaydırılan
İslâm Cumhuriyeti de halk için birşey yapmadı; taağutun zaalim
rejiminden kurtulabilmek için onca şevk ve heyecanla fedakârlıkta
bulunan halk, daha beter bir rejimin eline düştü; müstekbirler
daha bir müstekbir, mustazaflar daha bir mustazaf oldular;
hapishaneler geleceğin ümidi olan gençlerle dolu, işkenceler eski
rejimdekinden daha beter ve daha bir insanlık dışı; İslâm adına
hergün birkaçını idam ediyorlar, eyvahlar olsun; şu cumhuriyete
İslâm adını vermeselerdi keşke! Bu devir Rıza Han
ve oğlunun devrinden daha kötü; halk eziyet, zahmet ve çıldırtıcı
pahalılık içinde boğuluyor; baştakiler bu rejimi komünist bir
rejime doğru götürüyorlar; halkın malına el konuluyor; halkın her
konuda hürriyeti elinden alınmış durumda.., ve planlı bir şekilde
sürdürülen buna benzer daha birçok söylentidir. Nitekim her birkaç
günde bir her köşe bucakta, her mahalle ve sokakta aynı
söylentinin dillere düşüyor olması, bunun hesaplanmış bir plan ve
komplo olduğunu göstermektedir.
Taksi dolmuşlarda
bu belli konu... Otobüslerde de aynısı... Birkaç kişilik
toplantılarda yine aynı konu konuşulur ve bir konu biraz
eskidiğinde bir başkası çıkıverir ortaya... Ve maalesef şeytani
hilelerden bihaber olan bazı dinadamları, komplocuların bir-iki
piyonunun kendileriyle temasa geçmesiyle meselenin -gerçekten-
öyle Olduğunu zannediveriyorlar. Meselenin püf noktası da bu tür
mevzuları duyup inanıverenlerin dünyadan, dünyadaki inkılapların
durumundan, inkılap sonrasının hadiseleri ve bunların doğurduğu
kaçınılmaz muazzam müşkülatlardan habersiz kimseler olmasıdır.
Nitekim tümü de İslâm'ın lehine olan değişim ve dönüşümlerden de
haberleri yoktur bunların; gözü kapalı ve meselenin aslından -
habersiz olarak bu gibi konulan duymuş ve kendileri de gaflete
kapılarak veya kasten onlara katılmışlardır.
Tavsiyem odur ki
dünyanın halihazırdaki vaziyetini incelemeden, İranın İslâmî
inkılâbıyla diğer inkılapların mukayesesine girişmeden, milletler
ve ülkelerin inkılap yaparken ve inkılaplarından sonra nelerle
karşılaştıklarını, ne badireler atlattıklarını inceleyip bunları
araştırmadan; Rıza Han ve ondan da beter olan Muhammed Rızanın bu
taağutzede millete yüklediği dertler ve çapulculukları boyunca
işleyip bu hükumete miras bıraktıkları evler batırıp ocaklar
söndüren bağımlılıklardan; bakanlıklar, devlet daireleri, iktisat,
ordu, ayyaşlık merkezleri ve içki satan mağazaların durumuna
varıncaya kadar hayatın bütün boyutlarında meydana getirilen
kayıtsızlık ve sorumsuzluklar, eğitim ve öğretimin durumu, liseler
ve üniversitelerin vaziyeti, sinemalar ve fesad yuvalarının
durumu, gençler ve kadınların hali; dinadamları, dindarlar, ahdine
sadık hürriyetperverler, zulme uğramış iffet sahibi hanımlar ve
camilerin taağut dönemindeki vaziyetini araştırmadan; idam olunan
ve hapse mahkum edilenlerin dosyalarını incelemeden, zindanlar ve
yetkililerinin uygulamalarının niteliğine bakmadan; büyük
sermayedarlar ve toprak ağalarının malvarlığını, stokçular ve
pahacıların durumunu araştırmadan, adliyeler ve inkılap
mahkemelerinin vaziyetini inceleyip bunları geçmişteki yargı ve
adliyeyle karşılaştırmadan; İslâmî Şûra
Meclisi
temsilcileri, hükumet üyeleri, valiler ve şu zamanda -inkılaptan
sonra - işbaşına gelmiş olan diğer yetkililerin durumunu araştırıp
inkılap öncesi durumla kıyasını yapmadan, hükumet ve Yeniden Yapım
ve Onarım Cihadı Teşkilatının
içecek su ve sağlık ocağına varıncaya kadar her türlü ihtiyaç
malzemesinden mahrum bulunan köylerdeki çalışmalarını incelemeden,
tahmili saaaş
ve onun getirdiği evsiz barksız kalmış milyonlarca insan, şehid
aileleri, saaaştan zarar görenler, Afganistanlı ve Iraklı
milyonlarca mültecinin
meydana getirdiği müşkülü de gözönüne alarak önceki rejimin
varlığı boyunca verdiği bütün hizmetlerle bunları kıyaslamadan,
Amerikayla dahili ve harici bağlılarının ekonomik ambargo ve ard
arda gelen komplolarını da gözönünde bulundurup bütün bunlara bir
de yeterli miktarda, meselelere aşina mübelliğ ve şeri hakimin
bulunmayışı ve İslâm muhalifleriyle sapmışlar ve hatta cahil
dostlar tarafından oluşturulan
kargaşa ve karışıklıkları...
vb. daha onlarca
meseleyi ekleyecek olursanız... Rica odur ki, meseleleri bilmeden
olumsuz tenkitlerde bulunmayınız, sudan bahanelerle yanlışlar
yamayıp sövüp saymaya başlamayınız ve yüzlerce yıl zorbaların
zulmü ve kitlelerin cehaletinden sonra bugün daha yeni yürümeye
başlamış ve dört bir yanı dahili ve harici düşmanlarla sarılmış
körpe bir yavrucak durumundaki şu garib İslâm'ın haline
acıyınız... Ve sudan bahanelerle yanlışlar yamamaya çalışan
sizler, düşünün bir, ezip yoketme yerine ıslah ve yardıma
çalışmanız; münafıklar, zalimler, sermayedarlar ve Allahtan
bihaber insafsız stokçuların tarafını tutma yerine mazlumların,
zulme uğramışlar ve mahrum bırakılmışların yanında yer almanız;
bozguncu gruplar, müfsid teröristler ve dolaylı olarak onlardan
yana olma yerine bir de mazlum ulemadan ahdine sadık hizmet ehli
mazlumlara varıncaya kadar terör edilmiş olanlara bir dönüp
bakmanız daha iyi olmaz mı?..
Ben bugün bu
cumhuriyette büyük İslâm'a bütün boyutlarıyla amel edildiğini ve
bazı şahısların cehalet, ukde ve disiplinsizlik yüzünden İslâmî
hükümlere aykırı davranmadığını asla söylemiş değilim ve söylemem;
ancak diyorum ki yasama, yürütme ve yargı organları onca yıpratıcı
zahmetlere katlanarak bu ülkeyi İslâmileştirmeye çalışmakta ve
onlarca milyonluk millet de onlara destek ve yardımcı olmaktadır
herşeyi bahane ederek yanlışlar yamamaya çalışan bu köstekleyici
azınlık eğer yardıma koşacak olursa bu emeller daha kolay ve daha
çabuk tahakkuk bulacak ve maazallah, bunlar kendilerine
gelmezlerse milyonluk kitleler uyanmış, meseleleri kavramış ve
sahnede olduğundan Allah Tealânın izniyle insani İslâmî arzular
gözkamaştırıcı bir şekilde gerçekleşecek, yok yere bahanelerle
yanlışlar yamamaya çalışanlar ve yoldan sapmış bulunanlar bu
muazzam coşkun sel karşısında mukavemet edemeyeceklerdir. Ben bu
çağdaki İran milleti ve milyonluk kitlelerinin; Resulullah
sallallahu aleyhi ve
âlih
dönemindeki Hicaz halkı ve, Allahın salavat ve selamı her ikisine
olsun, Emirel Müminin ve Hüseyin bin Ali dönemindeki Irak ve
Kufe halkından daha iyi olduğunu cüretle iddia etmekteyim. O
Hicaz ki, Resullullah sallallahu aleyhi ve
âlih
döneminde Müslümanlar bile kendisine itaat etmiyor ve birtakım
bahaneler öne sürerek cepheye gitmiyorlardı; Allah Tealâ, Tevbe
Suresinin
birkaç ayetinde onları kınamış ve azap vaadetmiştir. Ve o hazrete
o kadar yalan isnad ettiler ki nakledildiğine göre minberden
onlara bedduada bulundular. Keza o Irak ve Kufe halkı da Emirel
Müminine o kadar kötü davrandılar ve
itaatsizlik gösterdiler ki hazretin onlardan şikayeti
tarih ve nakil
kitaplarında meşhurdur; keza bu Irak ve Kufe Müslümanlarının
Seyyidüş şüheda aleyhisselama reva gördükleri... Ve olan oldu...
Şehadete ellerini bulaştırmayanlar da ya saaaş meydanından
kaçtılar, ya da yerlerine oturdular, tâ
ki
tarihin o cinayeti vuku buldu...
Ancak, bugün ordu ve kolluk güçleriyle
İnkılap Muhafızları
ve Seferberleri
gibi silahlı kuvvetlerinden; aşiretler ve gönüllülerle cephedeki
ve cephe gerisindeki sivil halk kuvvetlerine varıncaya kadar İran
milletinin tam bir şevk ve iştiyakla ne fedakarlıklarda bulunup
nice kahramanlıklar yarattığını görmedeyiz. Yine baştanbaşa bütün
ülkenin muhterem halkının ne değerli yardımlarda bulunduğunu
görüyoruz... Kezâ,
şehidlerin geride kalan yakınları, saaaş felaketzedeleri ve
ailelerinin kahramanca destanımsı bir çehre ve aşıkane ve güven
verici söz ve davranışlarla biz ve sizle karşılaştıklarını
görüyoruz ve bütün bunlar onların Allah Tealâya, İslâm'a ve
ölümsüz hayata olan dopdolu iman, ilgi ve aşklarındandır. Oysa ki
ne Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve
âlihi
vesellemin mübarek huzurlarındadırlar, ne de Mâsum İmam salavat-ı
aleyhimnin huzurunda... Ve saikleri de gayba iman ve güvendir ve
bu, muhtelif sahalârda başarı ve zaferin sırrıdır; İslâm böyle
evlatlar yetiştirmiş Olduğu için övünmelidir ve biz de böylesi bir
çağda ve böylesi bir milletin huzurunda olduğumuz için
övünmeliyiz.
Burada, muhtelif sâiklerle
İslâm Cumhuriyetine muhalefet edenler ve menfaat düşkünü fırsatçı
münafıklarla sapmışların kendilerinden faydalanmakta Olduğu
gençlere, kız olsun, erkek olsun, vasiyet ediyorum:
Tarafgirlikte
bulunmadan ve hür bir düşünceyle hüküm verin ve İslâm
Cumhuriyetinin devrilmesini isteyenlerin propagandalarını,
yaptıklarının niteliği ve mahrum kitlelere karşı nasıl
davrandıklarını, onları desteklemiş ve desteklemekte olan gruplar
ve devletleri, içeride onlara katılmış ve onları desteklemekte
olan dahili grup ve şahısları, kendi aralarında ve
sempatizanlarının yanındaki ahlâk ve davranışlarını ve muhtelif
hadiseler karşısında nasıl tavır değiştirdiklerini dikkatle ve
nefsani eğilimlerinize kapılmadan inceleyiniz ve bu İslâmî
Cumhuriyette münafıklar ve sapmışların eliyle şehid edilenlerin
hal ve durumlarını araştırınız, bunlarla düşmanları arasında bir
değerlendirme yapınız; bu şehidlerin -konuşma- kasetleri bir
ölçüde mevcuttur, muhaliflerin kasetleri de sizin elinizde vardır
belki; bakın bakalım hangi grup, toplumun mazlum ve mahrumlarından
yanadır...
Kardeşler! Bu
satırları benim ölümümden önce okumayacaksınız. Ben öldükten sonra
okumanız mümkün; o zaman da ben sizin aranızda olmayacağım ki
kendi menfaatime ve makam ve kudret elde edebilmek gayesiyle
ilginizi kazanabilmek için genç kalplerinizle oynamak isteyeyim...
Sizler, liyâkat
sahibi gençler olduğunuzdan her iki cihanın da saadetini
kazanabilmeniz için gençliğinizi Allah Tealânın
yolunda; aziz İslâm ve İslâm cumhuriyeti uğruna harcamanızı
isterim. Ve Gâfur
Allah Tealâdan
sizleri insaniyetin doğru yoluna hidayet etmesini; ben ve sizin
geçmişimizi geniş rahmetiyle affetmesini niyaz ederim. Sizler de
kendinizle başbaşa kaldığınız anlarda Allah Teâlâdan
bunu isteyin, zira Rahman ve Hâdîdir
O...
Bir vasiyet de,
değerli İran milletiyle faasid iktidarlara müptelâ
ve büyük güçlerin esareti altında bulunan diğer milletlere
ediyorum. Evvelâ
aziz İran milletine tavsiye ediyorum ki muazzam cihadınız
ve yiğit delikanlılarınızın kanlarıyla kazanmış olduğunuz nimetin
kadrini en aziz meseleler gibi biliniz; onu koruyunuz ve
kollayınız, muazzam bir ilâhî nimet ve büyük bir rabbani emanet
olan onun yolunda çaba sarfediniz ve bu Sırât-ı
Mustakıymde karşılaşılabilecek müşkülatlardan ürkmeyiniz, zira
Allaha yardım ederseniz 0 da size yardım eder ve adımlarınıza
sebat verir. Keza İslâm Cumhuriyeti devletinin müşkülatlarını
can-ı gönülden paylaşıp bunların giderilmesine çalışan hükumet ve
meclisi kendinizden bilerek kıymetli bir aziziniz gibi koruyun
onu. Keza meclise, hükumete ve yetkili makamlara tavsiyem şudur:
Bu milletin kadrini bilin ve onlara hizmette, özellikle gözümüzün
nuru ve cümlemizin velinimeti olan, fedakârlıkları
ve emekleriyle İslâm Cumhuriyetinin kurulduğu ve bu cumhuriyetin
devamlılığını da onların hizmetlerine borçlu olduğumuz
mustazaflar, mahrumlar ve zulme uğramışlara hizmette kusur
etmeyin; kendinizi halktan, onları da kendinizden bilin; kültürsüz
çapulcular ve beyinsiz zorbalar olan ve halâ
da öyle bulunan taağuti devletleri daima kınayın; ancak, bir İslâm
devletine yakışır davranışlarla tabii...
Müslüman milletlere
gelince; İslâm Cumhuriyeti Devleti ve mücahid İran milletini örnek
almanızı ve milletlerin isteklerine-ki İran milletinin isteğidir
bu-boyun eğmedikleri takdirde zalim devletlerinize olanca
gücünüzle haddini bildirmenizi tavsiye ederim; zira Müslümanların
bedbahtlığının sebebi doğuya ve batıya bağımlı devletlerdir, İslâm
ve İslâm Cumhuriyeti muhaliflerinin propaganda borazanlarına kulak
asmamanızı kesinlikle tavsiye ederim, zira hepsi de süper güçlerin
menfaatlerinin temini için İslâmî sahne dışı bırakma
gayretindedirler.
ç- Sömürücü ve
sömürgeci büyük güçlerin uzun yıllardır uygulanmakta olan ve
İranda Rıza Han zamanında doruğuna ulaşıp Muhammed Rıza döneminde
türlü yöntemlerle izlenen şeytâni
plânlarından
biri de din adamlarını inzivaya itmedir ki, Rıza Han döneminde
baskı, sindirme, din adamlarına kıyafet yasağı koyma, hapis,
sürgün, hürmetsizlik, idam ve benzeri usullerle ve Muhammed Rıza
zamanında daha başka plan ve metotlarla uygulama sahasına konuldu;
bunlardan biri de üniversitelerle din adamları arasında düşmanlık
yaratmaktı. Bu sahada çok geniş propagandalar yapıldı ve maalesef
her iki kesimin de süper güçlerin şeytâni
komplosundan habersiz olmaları sebebiyle, kayda değer neticeler
alındı. Bir yandan ilkokullardan üniversitelere varıncaya kadar
-bütün okullarda- öğretmen, hoca, öğretim üyesi, dekan ve
rektörlerin batı veya doğu çarpılmışlarıyla İslâm'dan sapmış
olanlar ve -ya- diğer dinlere mensup kimseler arasından seçilip
işbaşına getirilmesine, ahdine sadık müminlerin azınlıkta
bırakılmasına ve böylece gelecekteki iktidarı yüklenecek olan
etkin kesimi çocukluktan yetişkinlik çağı ve gençlik dönemine
kadar kesinlikle bütün dinlerden, özellikle İslâm'dan ve dinlere
bağlı olanlardan, bilhassa da Müslüman tebliğci ve din
adamlarından nefret edecek bir şekilde yetiştirmeye çalıştılar,
bunları o dönemlerde İngiliz uşağı ve daha sonraları da
sermayedarlar, toprak ağaları ve irtica yanlısı, ilericilik ve
medeniyete karşı kimseler olarak tanıtıyorlardı. Diğer yandan din
adamları, tebliğciler ve dindar kimseleri kötü propagandalarla
üniversiteler ve üniversitelilerden korkutarak herkesi dinsizlik,
kayıtsızlık, İslâm ve diğer dinlerin mazharlarına karşı olmakla
itham ediyorlardı. Neticede devlet adamlarının dinlere, İslâm'a,
Müslüman dinadamları ve dindar kimselere karşı olması ve böylece
din ve dinadamlarını seven halk kitlelerinin iktidar, devlet ve
ona ait herşeye muhalif kılınması ve devlet, millet, üniversiteli
ve din adamları arasında meydana getirilecek bu köklü ihtilalle,
yolun, ülkenin herşeyi onların hakimiyetine geçecek ve milletin
varı yoğu onların cebine akacak şekilde çapulculara açık
bırakılması isteniyordu; nitekim bu mazlum milletin başına neler
geldi ve giderek daha da neler gelecekti, gördünüz... Din adamı ve
üniversiteliden esnaf, işçi, çiftçi ve diğer kesimlere varıncaya
kadar bütün milletin mücahedeleri ve Allah Tealânın
izniyle esaret zincirlerinin parçalanıp süper güçlerin kudret
setlerinin yıkıldığı, onlardan ve bağlılarından ülkenin
kurtarılmış olduğu şu sırada tavsiyem odur ki bugünün ve geleceğin
nesli gaflete kapılmasın, üniversiteliler ve iffet sahibi aziz
gençlerimiz dinadamları ve İslâmî bilimleri tahsil eden din
talebeleriyle dostluk ve fikir beraberliği bağlarını alabildiğine
güçlendirip sağlamlaştırsınlar, gaddar düşmanın plan ve
komplolarından gafil olmasınlar, sözleri ve davranışlarıyla
onların arasına nifak tohumları saçmaya çalışan kimse veya
kimseleri görür görmez onu irşâd
edip aydınlatsınlar, öğütte bulunsunlar; bunun etkisi olmazsa
ondan yüz çevirsinler, onu yalnızlığa itsinler ve komplonun kök
salmasına meydan vermesinler, zira suyu kaynağındayken kesmek daha
kolaydır; özellikle üniversite öğretim görevlilerinden biri sapma
ve sapkınlığa yol açmak isterse onu aydınlatıp irşâd
etsinler, eğer olmazsa kendilerinden ve sınıflarından
uzaklaştırsınlar. Bu tavsiye daha çok, dinadamları ve dini
bilimler tahsil etmekte olan öğrencilere yöneliktir;
üniversitelerdeki komplolar ise özel bir derinlik taşırlar,
toplumun mütefekkir beyni olan her iki muhterem kesim de
komplolara dikkat etmelidir.
d - Dünya ülkeleri
ve aziz ülkemizde maalesef büyük tesirler bırakmış olan ve izleri
bugün bile büyük ölçüde mevcut bulunan plânlardan
biri de, sömürüye uğramış ülkeleri kendi özlerine
yabancılaştırarak onları batı veya doğu çarpılmışı haline
getirmektir. Öyle ki, kendilerini, kendi güç ve kültürlerini hiç
yerine koydular; batı ve doğuyu, iki güçlü kutbu üstün ırk ve
onların kültürünü daha yüce ve bu iki gücü cihanın kıblegâhı
bildiler ve -bu- iki kutuptan birine bağımlı olmayı vazgeçilmez
farzlardan biniymiş gibi tanıttılar. Bu üzücü meselenin hikayesi
uzun; onlardan yediğimiz ve şimdi de yemekte olduğumuz darbeler de
öldürücü ve ezicidir... Daha da üzücü olanı, sulta altındaki zulüm
görmüş milletleri her hususta geri kalmış bir halde tuttular ve
onları tüketici ülkeler haline getirdiler; bizleri kendi terakki
ve şeytânî kudretlerinden o kadar korkuttular ki kendiliğimizden
birşeyler yapacak ve bir buluşta bulunacak cüretimiz bile yok;
herşeyimizi onlara teslim etmişiz, kendi kaderimiz ve ülkemizin
kaderini onların eline bırakmış; gözler kapalı, kulaklar tıkalı
vaziyette emre hazır olmuşuz... Bu kofluk ve suni beyinsizlik
hiçbir işte kendi bilgi ve fikrimize güvenmememize, doğu ve
batıyı körükörüne taklide kapılmamıza sebeb oldu. Sahib olduğumuz
kültür, edebiyat, sanat ve teknik de doğu ve batı çarpılmışı
kültürsüz yazar ve hatipler tarafından eleştiri ve alay
kasırgasına tutuldu, yerli fikir ve gücümüz ezilerek ümitsizliğe
düşürüldü ve düşürülmekte... Batı gelenek ve görenekleriniyse ne
kadar rezil ve kepaze de olsa söz, yazı ve davranışlarıyla yayarak
süslü övgülerle milletlere yutturdular ve yutturmaktalar da...
Mesela bir kitap, bir yazı veya bir konuşmada birkaç batı kavramı
bulunacak olsa, muhtevasına bakmaksızın hayranca bir hayretle
kabul eder ve onu söyleyen veya yazanı bilimadamı ve aydın kişi
sayarlar. Beşikten mezara kadar, neye bakarsanız bakın, eğer bir
batı veya doğu kavramıyla isimlendirilmişse ilgi görüp beğeniyle
karşılanmakta, medeniyet ve ilericiliğin bir belirtisi
sayılmaktadır; ancak, eğer yerli öz kelimeler kullanılmışsa
dışlanacak, köhne ve artakalmış telâkki edilecektir...
Çocuklarımız eğer bir batı ismi taşıyorlarsa övünçlü, yerli bir
isim taşıyorlarsa mahcup ve gerikalmış oluvermektedirler...
Caddeler, sokaklar, mağazalar, şirketler, eczahaneler,
kütüphaneler, kumaşlar ve her ne kadar içeride üretilmiş olsa dahi
bütün mallar, halk tarafından beğeni ve kabul görebilmek için
yabancı isim taşımalıdırlar... Oturup kalkmalarda, bütün görüşme
ve muaşeretlerde ve hayatın her boyutunda tepeden tırnağa Avrupai
olmak bir iftihar vesilesi, yüzakı, medeniyet ve ilerleme; buna
karşılık kendi yerli örf ve geleneklerimizse eski kafalılık ve
geri kalmışlıktır... Önemsiz ve yurtiçinde tedavisi mümkün de olsa
her hastalık ve rahatsızlık için yurtdışına gitmeli ve kendi
doktor ve tıp uzmanlarımızı kınayıp ümitsizliğe düşürmelidir!...
İngiltere, Fransa,
Amerika ve Moskovaya gitmek pek değerli bir iftihar; Hacc ve
diğer mübarek mekanlara gitmekse eskikafalılık ve
gerikalmışlıktır!...
Din ve mâneviyatla
ilgili şeylere kayıtsız davranmak aydınfikirlilik ve medeniyet
belirtisi, buna karşılık, bu gibi meselelere sadakat göstermekse
eskikafalılık ve gerikalmışlıktır... Bizim herşeyimiz" demiyorum.
Bilindiği üzere yakın tarih boyunca özellikle de son yüzyıllarda
bizi her türlü ilerlemeden mahrum bıraktılar; Pehlevi hanedanı
başta gelmek üzere hain devlet adamları ve kendi gayretlerimizin
ürünü herşeye karşı olan propaganda merkezleri, keza kendini küçük
görme veya aşağılık duygusuna kapılmalar bizi ilerleme yolunda
yapılabilecek bütün faaliyetlerden alıkoydu. Türlü malların
ithali; bayanları ve erkekleri, özellikle de genç kesimi makyaj,
süs ve konfor malzemeleri gibi ithal malları ve çocukça oyunlarla
oyalama, aileleri yarışa sokma ve alabildiğine tüketicileştirme
-ki bunun da pek acı hikayeleri vardır- ve faal üyeler olan
gençleri fuhuş ve ayyaşlık merkezleriyle oyalayıp mahvına sebeb
olma... ve inceden inceye hesaplanmış bu gibi onlarca felaket,
ülkeleri hep geri kalmış bir halde tutmak içindir. Bu tuzakların
çoğundan gözalıcı bir ölçüde kurtulunmuş olduğu, halihazırdaki
mahrum gençliğin faaliyete geçip kendiliğinden birşeyler yapmaya
koyulduğu; İranlı uzmanların yapamayacağı ve faaliyete
geçiremeyeceği zannedilen ve faaliyete geçirilebilmesi için
hepimizin doğu veya batı uzmanlarına el açmış olduğumuz çoğu
fabrikalar, uçak... vb gibi gelişmiş araçların gerekli yedek
parçalarını iktisâdîambargo ve tahmili saaaş neticesinde kendi
gençlerimizin daha da ucuza malederek yapabildiğini, fabrika
vb.lerini faaliyete geçirebildiğini, ihtiyacı giderdiğini ve eğer
istersek yapabileceğimizi ispat ettiklerini bizzat gördüğümüz şu
sırada aziz millete dostça ve hizmetkârane bir vasiyette
bulunuyorum:
Zeki, uyanık ve
dikkatli olmalısınız, doğu ve batıya bağımlı siyasetçiler şeytani
vesveseleriyle sizleri bu beynelmilel çapulculara doğru
itmesinler; azimli bir irade, faaliyet ve yılmak bilmez bir
çalışmayla işe koyularak bağımlıkların giderilmesi yolunda kıyam
edin ve bilin ki Arya ve Arap ırklarının Avrupa, Amerika ve Sovyet
ırklarından eksik kalır yanı yoktur; onlar da kendi öz benliğini
bulacak, ümitsizliği kendisinden uzaklaştıracak ve kendisinden
gayrısına bel bağlamayacak olursa, uzun vadede herşeyi
yapabilecek, her işin üstesinden gelebilecektir ve Allah Tealâya
tevekkül, kendine güven, başkalarına bağımlılığa son verme ve
şerefli bir hayata kavuşup ecnebilerin egemenliğinden kurtulma
yolunda zorluklara dayanmanız şartıyla bu gibi insanların
ulaşabildiği şeylere siz de ulaşacaksınız. İster bugünün, ister
geleceğin nesillerinde olsun; hükumetler ve yetkililere düşen,
kendi uzmanlarının kadrini bilmek, maddî mânevî yardımlarla onları
işe teşvik etmek, ocaklar söndüren ve tüketime yol açan malların
ithalini önlemek ve mevcut imkanlarla yetinip herşeyi kendi
yapmaktır. Gençlerden, kız ve erkeklerden zahmet ve sıkıntıya
katlanma pahasına da olsa istiklal, hürriyet ve insani değerleri
konfor ve süslere, zevk ve eğlencelere, kayıtsızlıklara, batı ve
vatansız satılmışlar tarafından kendilerine sunulan fuhuş
merkezlerinde bulunmaya feda etmemelerini isterim. Nitekim
tecrübenin de göstermiş olduğu gibi onlar sizin mahvınızdan,
ülkenizin kaderinden habersiz olmanızdan, servetlerinizi talan
etmekten, sizi sömürü zincirine vurup bağımlılık zilletine
düşürmekten, ülkeniz ve milletinizi tüketici haline getirmekten
başka birşey düşünmemekte, bu ve benzeri vesilelerle sizleri geri
kalmış ve onların deyişiyle yarı vahşi bir halde bırakmak
istemektedirler.
e- Onların büyük
komplolarından biri de, daha önce değindiğim ve defalarca
hatırlattığım üzere eğitim ve öğretim merkezlerini, özellikle de
ülkelerin kaderinin orada yetişecek elemanlara bağlı olduğu
üniversiteleri ele geçirmektir. İslâm ulemâsı ve İslâmî bilim
medreselerine karşı uyguladıkları yöntem, üniversite ve liselerde
uyguladıkları yöntemden farklıdır. Planları, yolları üzerine
dikilen dinadamlarını ya Rıza Hanın döneminde uygulanan ve tersi
sonuç verip geri tepen sindirme, kaba kuvvete başvurma ve
karalayıp iftira yakma; ya da aydın denilen tahsilli kesimi
ayırmak için uygulanan şeytanca planlar, propaganda ve iftiralar
gibi yine Rıza Han zamanında baskı ve sindirme düzeyinde uygulanan
ve Muhammad Rıza döneminde kaba kuvvete başvurmaksızın, ancak bu
defa sinsice sürdürülen yöntemlerle ortadan kaldırmak ve inzivaya
zorlamaktır. Üniversiteye gelince, burada uygulanan plan gençleri
yerli kültür, örf ve öz değerlerinden saptırmak, onları doğu veya
batıya itmek ve devlet adamlarını bunların arasından seçerek
onları ülkelerin kaderine hükmettirmek ve böylece onların eliyle
her istediklerini yapabilmektir. Bunlar ülkeyi talan ettirip
bâtılılaşmaya sürüklesin ve halkın gözünden düşürülmüş, inzivaya
itilmiş ulemâ
da bu yenik haliyle onları engellemeye muktedir olmasın... Sulta
altındaki ülkeleri sürekli geri kalmış bir halde tutmak ve talan
etmek için en iyi yoldur bu... Zira hiçbir zahmet ve masraf
olmaksızın ve milli görüşe dayalı -nasyonalist- toplumlarda ses
seda çıkarmaksızın ne var ne yoksa hepsi süper güçlerin cebine
akıvermektedir... Binaenaleyh üniversite ve yüksekokulların ıslah
ve temizlenmesine gidildiği şu sırada hepimiz yetkililere yardımcı
olmalı, üniversitelerin saptırılmasını ebediyen engellemeli ve
nerede bir sapma görülecek olursa hemen harekete geçip onun
giderilmesine çalışmalıyız. Bu hayati iş ilk merhalede bizzat
üniversite ve yüksekokul öğrencilerinin güçlü elleriyle
yapılmalıdır. Üniversitenin sapmadan kurtuluşu, memleket ve
milletin kurtuluşudur. İlk planda bütün yetişme çağındakilere ve
gençlere, ikinci planda anneler, babalar ve onların dostlarına ve
sonra da devlet adamları ve memleketin hayrını düşünen aydınlara
vasiyetim, ülkenizi felaketten koruyacak olan bu önemli hususta
can-u gönülden çaba harcayarak üniversiteleri gelecek nesle teslim
etmenizdir... Gelecek bütün nesillere de tavsiyem odur ki
kendiniz, aziz ülkeniz ve insan yetiştirici İslâm'ın kurtuluşu
için üniversiteleri sapma ve doğu ve -ya- batı çarpılmışlığına
uğramaktan koruyup gözetiniz ve bu insani İslâmî hareketinizle
büyük güçlere ülkeden el çektirerek onları ümitsizliğe düşürünüz.
Rabb'iniz yardımcınız ve koruyucunuz olsun.
f- Önemli işlerden
biri de İslâmî Şûra
Meclisi milletvekillerinin ahdine sadık kimseler olmasıdır. İslâm
ve İran ülkesinin meşrutiyet
sonrasından cinayetkâr
Pehlevi rejimi çağına kadar ve her dönemden daha beter ve
tehlikelisi de şu tahmili bozuk rejim -şah- döneminde, salih
olmayan ve sapmış Şûra
Meclisi'nden ne fevkalâde üzücü darbeler yediğini, memleket ve
milletin bu uşak tıynetli ve değersiz kaatillerin elinden nice
ağır zararlar ve felaketlere uğradığını gördük, Bu elli yılda
mazlum bir azınlık karşısındaki sapmış sahte bir çoğunluk;
İngiltere, Rusya ve son zamanlarda da Amerikanın, istediği her
şeyi, Allahtan habersiz bu sapıklar eliyle yapmalarına ve
memleketi mahv ve yokoluşa sürüklemelerine sebep oldu. Rıza
Handan önce batı çarpılmışlarıyla bir avuç ağa ve toprak ağası;
Pehlevi rejimi döneminde de o kandökücü rejimle tasmalı uşak ve
yardakçılarının tasallutu neticesinde meşrutiyet sonrasından
itibaren anayasanın önemli maddelerine takriben hiçbir zaman
uyulmadı. Allah Tealânın inayeti ve şanı yüce milletin himmetiyle
ülkenin kaderi şimdi halkın eline geçti; milletvekilleri bizzat
halktandırlar, vilayetlerin toprakağaları ve hükumetin dahli
olmaksızın bizzat halkın reyiyle İslâmî Şûrâ
Meclisine seçilmişlerdir ve umulur ki onların İslâm'a ve memleket
maslahatına bağlılıklarıyla her türlü sapma önlenmiş olur.
Bugün ve gelecekte
millete vasiyetim odur ki azimli iradeleriyle İslâm ahkâmı ve
memleket maslahatına karşı taşıdıkları sadakatle her seçim
devresinde, genellikle toplumun orta kesimi ve mahrumlarından
olan, İslâm ve İslâm Cumhuriyetine sadık, Sırât-ı
Mustakıymden doğu veya batıya sapmayan, sapık okullara eğilimli
olmayan, tahsil görmüş, İslâmî siyasetler ve günün meselelerine
vakıf milletvekillerini meclise göndersinler; keza muhterem ulemâ
camiası ve bilhassa değerli taklid merciilerine
toplumun, özellikle cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimleri gibi
meselelerine uzak durmamalarını ve kayıtsız kalmamalarını vasiyet
ediyorum. Doğu ve batı yandaşı politikacıların ellerinin, nice
zahmet ve eziyetlere katlanarak meşrutiyetin temelini atan ulemayı
sahne dışı bıraktığını, ulemanın da politika oyuncularının oyununa
gelerek memleket ve Müslümanların meselelerine müdahalede
bulunmanın kendi şanlarına yakışmayacağı zannına kapılıp sahneyi
batıçarpılmışlarının eline bıraktığını ve böylece meşrutiyet,
anayasa, memleket ve İslâm'ın başına, telafisi uzunca bir zamanı
gerektiren işler açtığını hepiniz gördünüz ve gelecek nesil de
duyacak...
Allah Tealâya
hamdolsun; engellerin giderildiği ve halkın her kesiminin dahli
için hür bir ortamın meydana gelmiş olduğu şu sırada herhangi bir
mazeret kalmamış olup Müslümanların işlerinde ihmalkarlık
göstermek büyük ve bağışlanmaz günahlardandır. Herkes gücü ve etki
imkanı çerçevesinde İslâm ve vatana hizmette bulunmalı ve sömürücü
iki kutbun bağımlıları, batı ve doğu çarpılmışları ve büyük İslâm
öğretisinden sapmış olanların nüfuzunu ciddiyetle önlemeli ve
İslâm ve İslâm ülkelerinin beynelmilel çapulculardan başkası
olmayan muhaliflerinin tedricen ve zarif oyunlarla bizim ülkemiz
ve diğer İslâm ülkelerine sızarak memleketleri, bizzat o
milletlerden olanlar vasıtasıyla sömürü tuzağına düşürdüklerini
bilmelidirler. Dikkatle tetikte olmalı, bir sızma hareketine daha
ilk adımındayken mukabelede bulunmalı ve onlara fırsat
vermemelisiniz. Rabb'iniz yardımcı ve koruyucunuz olsun.
İslâmî Şûra
Meclisi temsilcilerinden bu çağ ve gelecek çağlarda istediğim odur
ki, Allah göstermesin, sapmış bazı unsurların desise ve siyasi
oyunlarla kendilerini milletvekili olarak halka yüklemeleri
halinde meclistekiler onların itibarnamelerini geri çevirsin ve
bağımlı bir tek anarşist unsurun dahi meclise girmesine fırsat
tanımasınlar. Keza resmi dini azınlıklara da
Pehlevi rejimi dönemlerinden ibret almalarını, milletvekillerini
kendi dinleri ve İslâm Cumhuriyetine sadık olan, dünyayı sömüren
güçlere bağımlı olmayan; ilhadi, karma ve sapık okullara eğilim
göstermeyen kimseler arasından seçmelerini vasiyet ederim. Bütün
milletvekillerinden meclis arkadaşlarına tam bir iyiniyet ve
kardeşlikle davranmalarını, ve kanunların, Allah korusun,
İslâm'dan sapmaması yolunda çaba harcamalarını isterim; İslâma ve
semavi bükümlere hep birlikte sadık kalın, umulur ki dünya ve
ahiret saadetine nail olursunuz. Muhterem Anayasayı Koruma ve
Kollama şûrâsından
isteğim ve kendilerine tavsiyem, ister şimdiki ve ister gelecek
nesillerde olsun, İslâmî ve milli vazifelerini tam bir dikkat ve
kudretle ifa
etmeleri, hiçbir gücün etkisinde
kalmamaları, mutahhar şeriat
ve anayasaya
aykırı düşen kanunları hiçbir müsamahada bulunmaksızın
engellemeleri ve memleketin; kimi zaman sânevî
hükümler, kimi zaman da Velayet-i Fakih
yoluyla icra olunması gereken zaruretlerini gözönünde
bulundurmalarıdır.
Ayrıca yüce millete
vasiyetim ister cumhurbaşkanlığı seçimleri, ister İslâmî Şûrâ
Meclisi üyeleri ve ister rehber veya Rehberlik Şûrâsı'nı
tayin edecek "Uzmanların
seçimleri olsun, bütün seçimlerde sahnede bulunmaları ve muteber
esaslara uygun kimseleri seçmeleridir. Mesela Rehberlik Şûrâsı
veya rehberi tayin edecek Uzmanları seçerken dikkat göstermeli ve
ihmalkârlıkta bulunup Uzmanları şeri usul ve kanuni ölçülere
uygun olarak seçmemeleri halinde İslâm ve memlekete telâfisi
imkansız zararlar geleceğini ve bu durumda herkesin Allah Tealâ
indinde mesul olacağını bilmelidirler. Binâenaleyh taklid
merciileri ve büyük alimlerden esnaf, çiftçi, işçi memur ve
diğerlerine varıncaya kadar milletin her kesimi ister şimdiki,
ister gelecek nesillerde olsun, İslâm ve memleketin kaderine
müdahale etmemeleri halinde mesuldürler. Nitekim bazı anlarda
ihmalkârlık
gösterip sahnede bulunmamanın büyük günahların
başında gelmesi pakalâ
mümkündür.
O halde vaka vuku bulmadan, iş işten
geçmeden bir çare bulmak gerekir, aksi takdirde iş herkesin
kontrolünden çıkacaktır; meşrutiyetten sonra yaşadığınız ve
yaşadığımız gerçektir bu. Binaenaleyh milletin, memleketin dört
bir yanında, uhdesine bırakılan işleri İslâmî usuller ve anayasaya
uygun tarzda yerine getirmesinden ve cumhurbaşkanı ve milletvekili
tayininde ahdine sadık tahsilli kesim ve işlerin akışından
haberdar olan ve sömürücü ve sömürgeci güçlü ülkelere bağımlı
bulunmayan, İslâm ve İslâm Cumhuriyetine bağlılığı ve takvasıyla
tanınmış aydın kimselerle meşverette bulunmasından, İslâm
Cumhuriyetine sadık takva sahibi ulemâ ve dinadamlarına da
danışarak cumhurbaşkanı ve meclis üyelerinin, aç ve yalınayak
yoksulların mahrumiyet ve ızdıraplarının acısını anlaması mümkün
olmayan, Iezzetler ve şehvetler içinde boğulmuş müreffeh
sosyetelerle toprak ağaları ve sermayedarlardan değil; toplumun
mustazaf ve mahrumlarının mazlumiyet ve mahrumiyetini tadmış ve
onların refaha ulaşmasını düşünen kesimden olmasına dikkat
göstermesinden daha büyük ve daha üstün bir çare yoktur.
Keza cumhurbaşkanı
ve meclis üyelerinin liyakat sahibi ve İslâm'a sadık, memleket ve
millete yüreği yanan kimseler olması durumunda pek çok müşkülün
vuku bulmayacağını ve eğer bazı müşküller olacak olursa bunların
da giderileceğini bilmemiz gerekir. Rehber veya Rehberlik Şûrâsının
tayini için Uzmanların seçiminde de aynı mana; hususi bir
özellikle gözönünde bulundurulmalıdır; zira milletin seçimiyle
tayin edilen Uzmanlar tam bir dikkatle veya her çağın büyük
merciileri olan müçtehidlere, memleketin dört bir yanındaki büyük
alimlere, sadık bilimadamları ve dindar kimselere danışılarak
Uzmanlar Meclisi ne gönderilecek olursa müşkülat ve meselelerin
pek çoğu -Rehber veya Rehberlik Şûrası
için en lâyık
ve en sadık şahsiyetlerin tayin edilmiş olması cihetiyle-
başgöstermeyecek veya en iyi şekilde giderilecektir. Keza
anayasanın 109
ve 110
maddelerine binaen Uzmanların tayininde milletin; Rehber veya
Rehberlik Şûrasının
tayininde de uzmanların ne denli ağır bir vazife taşıdığı
gözönünde bulundurulacak olursa, seçimde gösterilecek en küçük
ihmalkârlığın
İslâm'a, memlekete ve İslâm Cumhuriyetine nice zararlar
getireceği ve bunun son derece ehemmiyet taşıyan ihtimalinin dahi
onlara ilâhî mükellefiyet yüklediği anlaşılacaktır.
Süper güçlerle
onların içeride ve dışarıdaki bağımlılarının İslâm Cumhuriyetine
ve gerçekte İslâm Cumhuriyeti adı altında bizatihi İslâm'a saldırı
çağı olan bu çağ ve gelecek çağlarda Rehber ve Rehberlik Şûrasına
vasiyetim, kendilerini İslâm'a, İslâm Cumhuriyetine, mahrumlar ve
mustazaflara hizmete adamları ve rehberliğin, özü itibariyle
kendileri için yüce bir makam ve matah birşey olduğu zannına
kapılmamalarıdır; bilâkis,
bu mevzuda meydana gelecek bir kaymanın, Allah göstermesin,
nefsani isteklerden kaynaklanması halinde bu dünyada ebedi utanç
ve öbür dünyada Kahhar Allahın gazab ateşini beraberinde
getireceği ağır ve tehlikeli bir vazifedir. Mennan Hadi Allah
Tealâya bütün gönlümle yalvarıyor, bizi ve sizleri bu tehlikeli
imtihandan yüzakıyla kendi huzuruna kabul buyurarak kurtarmasını
niyaz ediyorum. Bu tehlike şimdi ve geleceğin cumhurbaşkanları,
hükumetleri ve yetkilileri için de, yüklenmiş oldukları görev
derecesine göre daha hafif ölçülerde sözkonusudur. Binaenaleyh
Allah Tealâyı daima hazır ve nazır, kendilerini de hep Onun
huzurunda bilmelidirler. Allah Tealâ yardımcıları olsun.
g- Önemli işlerden
biri de halkın canı, malı ve namusuyla ilgilenen yargı
meselesidir. Rehber ve Rehberlik Şûrâsına
vasiyetim, resmen uhdelerinde bulunan en yüksek yargı yetkilisini
tayin işinde şeri, İslâmî ve siyâsi sahalârda sözsahibi olan,
iyi bir geçmişe sahib, tecrübeli ve ahdine sadık kimseler atamaya
çalışmalarıdır. Yüksek Yargı Şûrâsından
isteğim, eski rejim döneminde üzücü ve esef verici bir hale
getirilmiş bulunan yargı işine ciddi bir şekilde çeki - düzen
vermeleri ve halkın canı ve malıyla oynayan ve İslâm adaleti diye
birşey tanımayan kimseleri bu fevkalâde
önemli makama yaklaştırmamaları, ciddiyetle ve yılmak bilmez bir
gayretle adliyeyi
tedricen değiştirmeleri ve İslâmî usullere uygun şartlar taşımayan
hakimler yerine inşaallah ilmiye medreselerinde, bilhassa mübarek
Kum İlmiye medresesinde ciddiyetle öğrenim görüp eğitilerek
önerilen gerekli şartlara haiz hakimleri atamalarıdır; böylece
İslâmî yargı, ülkenin dört bir yanında hakim olur inşaallah.
Çağımızın ve gelecek çağların hakimlerine vasiyetim; adaletle
hükmetmenin önemi, yargıdaki büyük tehlike ve haktan gayri bir
hükümde bulunma hususunda, Allahın salavâtı
onlara olsun, Mâsumlardan gelen hadisleri gözönünde bulundurarak
bu önemli işi üstlenmeleri, bu makamın ehil olmayan kimselere
bırakılmasını önlemeleri, ehil olan kimselerin bu vazifeyi
üstlenmekten kaçınmamaları, ehil olmayan kimselere meydan
vermemeleri ve bu makamın tehlikesi kadar mükafaat, fazilet ve
sevabının da büyük olduğunu bilmeleridir; keza yargı işini
üstlenmenin ehil kimselere farz-ı kifaye
olduğunu da bilirler.
ğ- Mukaddes ilmiye
medreselerine vasiyetim şudur: Defalarca arzetmiş olduğum gibi
İslâm ve İslâm Cumhuriyeti düşmanlarının İslâmî yoketmeye
ahdettiği ve bu şeytâni
emellerine erişebilmek için mümkün her yola başvurdukları bu
zamanda onların uğursuz emelleri için ehemmiyet taşıyan ve
İslâm'la İslâmî medreseler için tehlikeli olan yollardan biri de,
ilmiye medreselerine, sapmış ve fasid kimseleri sızdırmaktır ki
bunun kısa vadede doğuracağı büyük tehlike uygunsuz davranışlar ve
sapık ahlâk ve yöntemlerle ilmiye medreselerinin adını kötüye
çıkarmak; uzun vadede doğuracağı çok büyük tehlike ise İslâmî
bilimlere vakıf bir veya birkaç sahtekârın
üst mevkilere ulaşıp kendilerini temiz yürekli halk kitleleri
arasında göstermek ve kendisini onlara sevdirmek suretiyle münasip
bir fırsatta aziz İslâm'a, İslâmî bilimler medreseleri ve
memlekete öldürücü darbeler indirmesidir. Keza çapulcu büyük
güçlerin, toplumların içine, milliyetçisinden suni aydınına ve
fırsatını bulduğunda herkesten daha tehlikeli ve zarar verici olan
dinadamı kılıklı kimselere varıncaya kadar muhtelif elemanlar
yerleştirdiğini ve bunların kimi zaman otuz kırk yıl boyunca
kendilerine dindar insanlar süsü vererek İslâmî bir şekilde veya
paniranizm
ve vatanperverlik ve daha başka hilelerle milletler arasında sabır
ve tahammülle yaşadığını ve zamanı geldiğinde görevlerini yerine
getirdiklerini bilmekteyiz. Aziz milletimiz bu kısa süre zarfında,
inkılâbın zafere ermesinden sonra Halkın Mücahidleri
Halkın Fedaileri,
Tudehçiler
ve daha başka isimler altında bunun örneklerini gördü; herkes
uyanık davranmalı ve bu tür komploları etkisiz hale getirmelidir.
Hepsinden daha önemlisi de ilmiye medreseleridir
ki bunların tanzim ve tasfiyesi, zamanın taklid merciilerinin de
teyidiyle medreselerin muhterem hocaları ve tecrübeli üstadlara
düşer. Düzenin düzensizlikte olduğu teorisi işte bu komplocu
düzenbazların uğursuz aşılamalarından biridir belki de... Her hâl-ü
karda vasiyetim, bütün çağlarda, özellikle de komplolar ve
planların hız ve güç kazanmış olduğu bu çağda dini medreselere
düzen verme yolunda kıyam etmenin gerekli ve zaruri olduğudur.
Değerli ulemâ,
fuzelâ
ve medrese hocaları bu işe zamanlarını vermeli ve dakik sahih bir
programla ilmi medreseleri, bilhassa Kum
ve diğer büyük ve önemli medreseleri zamanın bu diliminde bir
zarar görmekten korumalıdırlar. Keza muhterem ulema ve medrese
üstadları fakihliğe ait derslerle fıkıh ve usul medreselerinde
İslâmî fıkhın korunabilmesi için tek yol olan büyük şeyhlerin
yolundan sapılmasına müsade etmemeli ve dikkatlerin, münazara ve
ilmi tartışmaların, araştırma ve yeni buluşların günden güne
artması yolunda çaba sarfetmeli, selef-i sâlihten
miras kalan ve ondan sapmanın, inceleme ve araştırmanın
temellerini sarsacağı geleneksel fıkhin mahfuz kalmasına ve
sürekli, araştırma üzerine araştırma eklenmesine çalışmalıdırlar.
Tabii ki diğer bilim dallarında da İslâm ve memleketin
ihtiyaçlarına mutabık programlar yapılacaktır; bu dallarda da
seçkin insanlar yetiştirilmelidir. Keza öğrenme ve öğretimine
herkesin katılması gereken en üstün ve en yüce medrese dallarından
biri de -Allah bu sahada cümlemizi rızıklandırsın- cihâd-ı
ekber
olan ahlâk,
nefsin tehzib ve tezkiyesi ve Allaha doğru seyr-ü sülük ilmi
gibi İslâmî mânevi bilimlerdir.
h- Düzeltilmesi,
tas[iye edilmesi, korunup kollanması gereken işlerden birisi de
yürütme gücüdür. Topluma faydalı ve ileri kanunların meclisten
geçip Anayasayı Koruma ve Kollama Şûrâsınca
onaylanarak görevli bakanlık tarafından iblağından sonra salih
olmayan uygulayıcıların eline geçmesi ve bunlar tarafından çirkin
bir şekle sokularak çarpıtılıp kurallara aykırı bir şekilde veya
bürokratik yazışmalar ya da alışkın oldukları, işi dolambaçlı
yollara dökmek suretiyle veya kasıtlı olarak halkı tedirgin edici
şekilde davranmaları mümkündür; ki bu da, tedricen ve müsamaha
gösterme sonucu bir gaileye yolaçar. Şimdi ve gelecek çağlardaki
mesul bakanlara vasiyetim şudur: Siz ve bakanlıklarda çalışan
memurların rızkının temin Olunduğu bütçe milletin malıdır;
binaenaleyh hepiniz millete, özellikle de mustazaflara hizmet
etmekle mükellefsiniz; halka zorluk çıkarmak ve vazifeye aykırı
davranmak haramdır ve kimi zaman da, Allah göstermesin, ilâhî
gazaba yolaçar. Siz hepiniz milletin desteğine muhtaçsınız.
Halkın, bilhassa mahrum kesimlerin desteğiyle zafer kazanıldı,
memleket ve zenginlikleri şahlık zulmünden bu destekle kurtarıldı;
birgün onların desteğinden mahrum kalırsanız görevinizden
uzaklaştırılırsınız ve zalim şehinşahlık rejiminde Olduğu gibi
sizin yerinize devlet mevkilerini zaalimler işgal ediverirler.
Binaenaleyh hakikat açıktır, milletin rızasını kazanmaya
çalışmanız, İslâmî ve insani olmayan davranışlardan çekinmeniz
gerekir. Aynı sâikle
geleceğin içişleri bakanlarına eyalet valilerinin seçiminde dikkat
göstermelerini, ülkede alabildiğine huzurun hakim olması için
layık, dindar, ahdine sadık, akıllı ve halkla geçinebilen kimseler
seçmelerini tavsiye ederim. Her ne kadar bütün bakanlar ve
bakanlıklar görev mahallerinin işlerini düzene koymak ve buraları
İslâmileştirmekle muvazzafsa da, yurtdışındaki büyükelçiliklerin
mesuliyetini taşıyan Dışişleri Bakanlığında Olduğu gibi,
bazılarının kendine has bir özelliği olduğunu bilmek gerekir.
Zaferin başından beri Dışişleri Bakanlarına büyükelçiliklerin tâğutilikleri
ve buraların İslâm Cumhuriyetine münasip büyükelçiliklere
dönüştürülmesi yolunda tavsiyelerde bulundum; ancak onlardan
bazıları ya yapamadıklarından, veya yapmak istemediklerinden,
müspet bir girişimde bulunmadılar ve zaferin üzerinden üç yıl
geçtiği şu sırada halihazırdaki Dışişleri Bakanı her ne kadar bu
yolda teşebbüse geçmişse de azimli bir çalışma ve zaman ayırmak
suretiyle bu önemli işin de hallolması umulur. Keza şimdiki ve
gelecekteki Dışişleri Bakanlarına vasiyetim şudur: İster
büyükelçilikler ve bakanlığın ıslah ve değiştirilmesinde, ister
dış siyasette
ülkenin istiklal ve menfaatlerinin korunması ve memleketimizin
içişlerine müdahale maksadı taşımayan devletlerle iyi ilişkiler
kurma hususunda olsun, sizin pek büyük mesuliyetiniz vardır...
Mevcut her boyutuyla bağımlılık taşıyan herşeyden kesinlikle
kaçınınız ve her ne kadar bağımlılığın bazı konularda aldatıcı ve
çekici bir görünüm taşıması veya halihazırda bir faydası ve
menfaati olması mümkünse de neticede memleketin kökünü
kazıyacağını bilmeniz gerekir. İslam ülkeleriyle daha iyi
ilişkiler kurma, devlet adamlarını uyandırma ve vahdete davet
yolunda gayret sarfediniz, biliniz ki Allah Tealâ
sizinledir. İslam ülkelerinin milletlerine vasiyetim de şudur:
İslam ahkâmını
uygulama safhasına geçirmek olan amacınız doğrultusunda dışarıdan
birinin size yardımcı olmasını beklemeyin; hürriyet ve istiklâli
tahakkuk ettirecek olan bu hayati meselede bizzat kendiniz kıyam
etmelisiniz. İslam ülkelerinin tanınmış alimleri ve muhterem
hatipleri, hükumetleri; yabancı büyük güçlere bağımlılıkları
kurtulmaya ve kendi milletleriyle kaynaşmaya davet etsinler; bu
durumda zaferi bağırlarına basabileceklerdir.
Aynı şekilde
milletleri de vahdete davet etsinler ve İslam'ın emrine aykırı
olan ırkçılıktan sakındırsınlar; hangi ülkede bulunur, hangi
ırktan olursa olsun iman kardeşlerine kardeşçe el uzatsınlar, zira
yüce İslam onları kardeş olarak nitelemiştir. Keza hükumetler ve
milletlerin himmeti ve Allah Tealânın
teyidiyle bu iman kardeşliği birgün tahakkuk bulacak olursa
dünyanın en büyük gücünü Müslümanların teşkil ettiğini
göreceksiniz. Alemlerin Rabb'inin izniyle bu kardeşlik ve
eşitliğin gerçekleşeceği günün ümidiyle...
Her asırda,
bilhassa hususi özellikleri olan bu asırda İrşâd
Bakanlığına vasiyetim odur ki batıl karşısında Hakkın tebliği ve
İslam Cumhuriyetinin hakiki çehresini tanıtma yolunda çaba
göstersinler. Süper güçlere ülkemizden el çektirdiğimiz şu zamanda
büyük güçlere bağımlı olan bütün kitle iletişim organlarının
propaganda hücumuna uğramış durumdayız. Süper güçlere bağlı
yazarlar ve konuşmacılar henüz yeni kurulmuş şu İslam
Cumhuriyeti'ne ne yalanlar, ne iftiralar yamamadılar ki... Halâ
da yamamaktalar... İslam hükmüne göre bize kardeşlik eli uzatması
gereken bölgedeki İslam hükumetlerinin çoğu maalesef bize ve
İslam'a karşı düşmanlığa kalktılar ve hepsi dünya sömürücülerinin
hizmetinde, her yandan bize saldırıya geçtiler. Bizim propaganda
gücümüzse oldukça zayıf ve yetersiz kalmaktadır ve biliyorsunuz ki
dünya bugün propaganda üzerinde dönmekte... İki kutuptan birine
eğilimli olan sözde aydın yazarlarsa ne yazıktır ki kendi millet
ve ülkelerinin hürriyetini düşünecekleri yerde bencillikler,
fırsat kollayıcılıklar ve tekelcilikleri yüzünden bir an olsun
düşünmeye; kendi milletinin, kendi ülkesinin maslahatını gözönünde
bulundurmaya, geçmiş zalim rejimdekiyle bu cumhuriyetteki hürriyet
ve bağımsızlık arasında bir karşılaştırma yapmaya; refah ve
eğlenceye düşkünlük gibi şeyleri kaybetmiş olmalarının yanısıra
kazanmış oldukları değerli ve şeref dolu bir hayatla, zalim şahlık
rejiminden bağımlılık, uşaklık, fesad yuvaları; zulüm ve fuhuş
kaynaklarına methiyeler düzüp övgüler saymakla elde ettikleri
arasında bir değerlendirmede bulunmaya ve dünyaya gözlerini henüz
açmış bulunan şu cumhuriyete iftiralar yakıp haksız
yakıştırmalarda bulunmaktan vazgeçmeye, millet ve hükumetle aynı
safta yer alarak kalemlerini ve dillerini tâğutiler
ve zalimlere karşı kullanmaya mecal bulamamaktadırlar.
Öte yandan tebliğ
meselesi sadece İrşad Bakanlığının uhdesinde değildir, bilâkis
bütün bilim adamlarının; yazar, konuşmacı ve sanatkârların
vazifesidir. Dışişleri Bakanlığı, büyükelçiliklerin tebliğ
yayınlarına sahip olmasını ve İslam'ın nurlu çehresini dünya
insanlarına gösterebilmesini sağlama yolunda gayret sarfetmelidir.
Nitekim bu çehre, İslam muhaliflerinin üzerine çekmiş olduğu maske
ve kendimizden olan dostların eğri büğrü anlamalarından kurtulur
ve Kuran ve sünnetin her boyutta ona davet ettiği o güzel haliyle
gözler önüne serilirse İslam dünyayı saracak ve onun iftiharlar
yüklü bayrağı her yerde dalgalanmaya başlayacaktır. Müslümanların,
kâinatın
evvelinden ahirine kadar benzeri bulunmayan bir metaa sahip
olmaları; ancak, hür fıtratı
gereği her insanın talib olduğu bu paha biçilmez cevheri gereğince
sunamamış, hatta bizzat kendilerinin de ondan gafil ve ona cahil
kalmış, kimi zaman da ondan kaçmış bulunmaları ne kadar da üzücü
ve kahredicidir...
ı- Son derece
önemli ve kader belirleyici mevzulardan biri de anaokullarından
üniversitelere varıncaya değin eğitim ve öğretim merkezleri
meselesidir ki fevkalade önemine binden tekrar edecek ve kısaca
değinerek geçeceğim. Talan edilmiş olan millet, son yarım yüzyılda
İslam ve İrana inen öldürücü darbelerin büyük bölümünün
üniversitelerden geldiğini bilmelidir. Üniversiteler ve diğer
eğitim ve öğretim merkezleri İslamî ve memleket menfaatleri
doğrultusunda milli programlarla çocukların ve gençlerin eğitim ve
terbiyesi yolunda uğraşmış olsalardı vatanımız asla İngiltere ve
onun ardından da Amerika ve Rusyanın kursağına inmez ve ocaklar
söndüren andlaşmalar talana uğramış şu mahrum millete asla tahmil
olmaz, yabancı müsteşarlar asla İrana ayak basamaz, İranın
servetleri ve bu çile çekmiş milletin siyah altını asla şeytâni
güçlerin cebine dökülmez; Pehlevi sülalesiyle bağlıları milletin
malını asla yağmalayamaz, yurtiçi ve yurtdışında mazlumların
cesedleri üzerine parklar ve villalar dikmez, yabancı ülkelerin
bankalarını bu mazlumların el emeğiyle dolduramaz, kendilerinin ve
yakınlarının ayyaşlık ve serseriliklerine harcayamazlardı. Eğer
meclis, hükumet, yargı gücü ve diğer organlar İslamî ve milli
üniversitelerden kaynaklanmış olsalardı bugün milletimiz ocaklar
söndürücü müşkülatların pençesinde kıvranmazdı, keza dürüst ve
namuslu şahsiyetler -bugün İslam karşısında arzı endamda bulunan
değil- doğru manasıyla milli ve İslamî eğilimlerle
üniversitelerden yasama, yürütme ve yargı merkezlerine girmiş
olsalardı bugünümüz başka bir bugün, vatanımız bundan başka bir
vatan olur, mahrumlarımız mahrumiyet bağından kurtulur, zulüm ve
şahlık mezaliminin kıymetli faal genç nesli mahvetmek için herbiri
tek başına yeterli olan fuhuş, uyuşturucu ve fesad yuvalarının
defteri dürülür ve millete; ülkeyi yele veren, insanı mahva
götüren böyle bir miras kalmamış olurdu; keza üniversiteler eğer
İslamî -insanî- milli olsalardı topluma yüzlerce, binlerce öğretim
üyesi kazandırabilirlerdi. Ancak ne kadar üzücü ve esef vericidir
ki lise ve üniversiteler, mazlum ve mahrum bir azınlık dışında
tamamı planlı ve programlı bir şekilde dikte ettirilen
batıçarpılmışı veya doğuçarpılmışı kimseler tarafından idare
edilmekteydi ki bunlar üniversitelerde kürsü sahibiydiler, aziz
yavrularımız bu gibileri tarafından öğrenim görüp terbiye
edilmekteydiler. Mazlum ve aziz gençlerimiz, çaresiz, süper
güçlere bağımlı bu kurtların elinde büyüyerek yasama, yürütme ve
yargı makamlarına geliyor ve onların, yani zalim pehlevi rejiminin
emrine uygun şekilde hareket ediyorlardı. Şimdi, Allah Tealaya
hamd olsun, üniversiteler, canilerin ellerinden kurtarılmıştır;
her çağda İslam Cumhuriyeti devlet ve milletine düşen, sapık
ekollere bağlı veya doğu ve batıya eğilimli fâsid
unsurların üniversitelere, yüksekokul ve diğer eğitim ve öğretim
merkezlerine sızmasını önlemek, mesele çıkmaması ve yapabilirlilik
imkanının kaybedilmemesi için bunu ilk adımda engellemektir.
Liseler, öğretmenokulları, yüksekokullar ve üniversitelerin aziz
gençlerine vasiyetim odur ki kendilerinin, kendi millet ve
ülkelerinin istiklal ve hürriyetinin korunabilmesi için sapmalar
karşısında bizzat kendileri kıyam etsinler.
i- Ordu, İslam
İnkılâbı
Muhafızları, jandarma
ve polis kuvvetlerinden
İslam İnkılabı Komitelerine
Mustazaf Seferberler ordusu ve aşiret güçlerine varıncaya değin
bütün silahlı kuvvetlerin kendilerine mahsus bir özelliği vardır.
İslam Cumhuriyetinin güçlü kuvvetli pazuları olan; sınırları,
yolları, şehirleri ve köyleri kollayan; kısacası güvenliği
koruyarak millete huzur bahşeden bu kuvvetlerin millet, hükumet ve
meclis tarafından özel bir ilgi görmesi gerekir. Keza büyük güçler
ve yıkıcı siyasetler için dünyada herşey ve her kesimden daha çok
kullanılmaya elverişli olanın silahlı kuvvetler olduğu
bilinmelidir. Siyasi oyunlar neticesinde ihtilaller, rejim ve
devlet değişiklikleri hep silahlı kuvvetler vasıtasıyla
gerçekleşir; sahtekar çıkar düşkünleri onların başındakilerden
bazılarını satın alırlar, onların eli ve oyuna gelmiş komutanların
entrikalarıyla ülkeleri ele geçirir ve mazlum milletleri sulta
altına alarak ülkelerin istiklal ve hürriyetlerini gasbederler.
Eğer namuslu ve dürüst komutanlar işbaşında bulunursa, düşmanlara
bir ülkeyi işgal etme veya orada ihtilal yapabilme imkanı asla
doğmaz veya muhtemelen böyle bir durum ortaya çıkacak olsa dahi
ahdine sadık komutanlar tarafından yenilgiye uğrayacak ve
sonuçsuz
kalacaktır.
Çağın bu
mucizesinin milletin eliyle gerçekleşmiş olduğu İranda da ahdine
sadık silahlı kuvvetlerle dürüst ve vatansever komutanların büyük
ölçüde payı vardı. Keza, Tikritli Saddamın Amerika ve diğer
güçlerin emir ve yardımıyla başlatmış Olduğu lanet olası tahmili
saaaşın iki yıla yakın bir zamandan sonra mütecaviz Baas ordusu ve
güçlü destekleyicileriyle onların uşaklarının siyasi ve askeri
yenilgisiyle yüzyüze gelmiş olduğu bugün de yine silahlı askeri
güçler, güvenlik güçleri, İnkılab Muhafızları ve sivil halk
kuvvetleri, milletin cephelerde ve cephe gerisinde göstermiş
Olduğu fedakârane
desteklerle bu büyük öğüncü yaratmış ve İranın başını dimdik
kılmışlardır. Aynı şekilde, İslam Cumhuriyetini yıkmak için
seferber olan doğu ve batıya bağlı kuklalar eliyle içeride
sergilenen komplo ve entrikalar da Komite gençleri, Mustazaf
Seferberler ve polisin güçlü elleri ve gayretli milletin
yardımıyla altüst edildi. İşte bu fedakar aziz gençler, ailelerin
huzur içinde dinlenebilmesi için geceleri uyanıktırlar; Allah
yardımcıları olsun...
Binaenaleyh ömrümün şu son adımlarında genel
olarak bütün silahlı kuvvetlere kardeşçe vasiyetim şudur: Ey
İslam'a aşk besleyen ve değerli görevini Likaullah
aşkıyla cephelerde ve ülke çapında fedakarca sürdüren azizler,
dikkatli ve uyanık olun!.. Zira batı ve doğuçarpılmışı politik
aktörlerle siyaset kurtları ve perde gerisindeki canilerin
esrarengiz ellerinin hain ve katil silahlarının keskin ağzı her
kesimden daha ziyade ve dört bir yandan gelmek üzere siz azizlere
yönelik durumdadır ve canı pahasına inkılabı zafere kavuşturup
islamı dirilten siz azizleri kullanarak İslâm Cumhuriyetini
yıkmak ve sizleri İslâm namına ve vatan ve millete hizmet adına
İslâm ve milletten ayırarak dünyayı sömüren iki kutuptan birinin
pençesine düşürmek, sizin zahmet ve fedakârlıklarınıza,
siyasi hileler ve İslâmî ve milli şeklindeki görünüşlerle iptal
çizgisi çekmek istemektedirler.
Silahlı kuvvetlere
kesin vasiyetim, nizamın kanunlarında da belirtilmiş olan,
askerlerin parti, örgüt ve siyasi akımlara girmemesi kuralına
uymalarıdır. İster asker ve kolluk görevlisi, ister İnkılâb
Muhafızı, seferber ve diğer güçlerden olsun, silahlı kuvvetler
mensupları kesinlikle hiçbir örgüt ve partiye girmesinler ve
kendilerini siyâsi
oyunlardan uzak tutsunlar. Bu durumda askeri güçlerini koruyabilir
ve gruplararası ihtilaflardan sakınmış olurlar. Keza komutanlar,
komutaları altındaki fertleri parti ve hiziplere girmekten
menetmekle yükümlüdürler; inkılap milletin hepsinden gelmiş
olduğundan ve herkes onu korumakla muvazzaf bulunduğundan hükumet,
millet, Saaunma şûrası
ve İslâmî Şûrâ
Meclisinin şeri ve vatani görevi, ister komutanlar ve üst
kesimdekiler, ister daha sonraki kademedekiler olsun, silahlı
kuvvetlerin İslâm ve ülke maslahatına aykırı birşey yapmaya veya
partilere girmeye -ki bu durumda kesinlikle mahva
sürükleneceklerdir - ya da siyasi oyunlara katılmaya kalkışması
halinde ilk adımdan itibaren buna karşı çıkmaktır; keza rehber ve
Rehberlik Şurasına da, ülkenin herhangi bir zarar görmemesi için
bu gibi bir hadiseyi kesin bir tavırla önlemek düşer. Dünya
hayatımın şu son demlerinde bütün silahlı kuvvetlere müşfikçe bir
vasiyette bulunuyorum: Hürriyet ve istiklalden yana yegane okul
olan ve Allah Tealânın herkesi onun hidayet nuruyla yüce insani
makama davet etmekte olduğu İslâm'a bugün gösterdiğiniz sadakat ve
bağlılığı azimle sürdürün. Zira sizi ve aziz milletinizle ülkenizi
kendisine köle yapmaktan başka bir maksatla size yaklaşmayan; aziz
ülke ve milletinizi geri kalmış bir halde, tüketim pazarı şeklinde
ve zulmü kabullenmenin ağır utancı altında tutan süper güçlere
bağlı ve bağımlı olma zilletinden ancak bu kurtarır. Keza
zorluklara katlanma pahasına da olsa insanca şerefli yaşamı;
hayvani refah getirse de ecnebilere köleliğin zilletli yaşamına
tercih edin ve ileri endüstriyel ihtiyaçlarda başkalarına el
açmanız ve hayatınızı dilencilikle geçirmeniz halinde
kendiliğinden birşeyler yapabilme, yeni icat ve buluşlarda
bulunabilme gücünün sizlerde tomurcuklanmayacağını bilin. Herhangi
bir şeyi yapmaktan kendilerini aciz gören ve onları, fabrikaları
çalıştırmaktan ümitsizliğe düşürenlerin, ekonomik ambargodan sonra
şu kısa müddet zarfında kendi zekalarını kullanarak ordu ve
fabrikaların pek çok ihtiyacını bizzat giderdiklerini bizatihi
görüp müşahede ettiniz. Bu saaaş, ekonomik ambargo ve yabancı
uzmanların ülkeden kovulması, bizim gafil olduğumuz, farkına
varamadığımız bir ilâhî armağandı. Şimdi bizzat hükumet ve
ordunun, dünya sömürücülerinin mallarını protesto etmesi ve kendi
gayretleriyle birşeyler yapma yolunda çabalarını artırması halinde
memleketin kendi kendine yeterli olacağı ve düşmana dilenmekten
kurtulacağı umulur.
Burada şunu da
eklemeliyim ki bunca suni gerikalmışlıktan sonra dış ülkelerin
büyük endüstrilerine ihtiyacımız olduğu inkar edilmez bir
gerçektir; ancak bu, bizim ileri bilimlerde ille de iki kutuptan
birine bağımlı olmamız gerektiği manasına da gelmez. Hükumet ve
ordu, ahdine sadık öğrencileri gelişmiş ileri sanayie sahip olan,
ancak, sömürücü ve sömürgeci olmayan ülkelere gönderme yolunda
çaba sarfetmeli ve Amerika, Rusya ve bu iki kutbun yörüngesindeki
ülkelere göndermekten kaçınmalıdır. Meğer ki inşaallah bir gün
gelir de bu iki güç kendi hatalarını anlar; insanlık, insan
sevgisi ve başkalarının haklarına saygı gösterme yoluna girerler
veya inşaalah dünya mustazafları, uyanmış milletler ve ahdine
sadık Müslümanlar onlara hadlerini bildirirler. Böyle bir günün
ümidiyle...
j-
Radyo televizyon, matbuat, sinema ve tiyatrolar ötedenberi
milletlerin, özellikle genç neslin mahv ve uyuşturulmasında etkin
vasıtalar olagelmişlerdir. Şu son yüzyılda, özellikle de ikinci
yarısında, ister İslâm ve emektar ulema aleyhinde, ister doğu ve
batı sömürücülerinin lehinde propagandalar için olsun, bu
araçlarla ne büyük planlar yapıldı ve mallarına, özellikle her
çeşit lüks ve konfor eşyalarına pazar oluşturmada; binaların
taklidi, döşenmesi ve konforunda, içecek ve giyeceklerle bunların
şekil ve biçimlerinin taklidinde hep bu araçları kullandılar.
Öyle ki, konuşma ve
davranışlardan giyecek ve giyim tarzına varıncaya kadar hayatın
her boyutunda bâtılılara benzemek, bilhassa müreffeh ve yarı
müreffeh bayanlar arasında büyük bir iftihardı; adab-ı muaşerette,
konuşma tarzı, söz ve yazılarda batı kökenli kelimeleri kullanma
öyle bir raddeye varmıştı ki bunları anlamak halkın
Çoğu
için
imkansız, hatta onlarla aynı sıradan olanlar için de zordu.
Televizyon filmleri genç kadın ve erkekleri hayatın normal
akışından, iş, teknoloji, üretim ve bilimden saptırarak kendi
özünden ve kişiliğinden habersizliğe doğru iten, kendine ait
herşeye, kendi ülkesine, hatta kendi kültür ve edebiyatına ve hain
menfaatçiler tarafından pek Çoğu
doğu
ve batı kütüphane ve müzelerine aktarılmış olan kendi nefis
eserlerine karşı kötümserlik ve karamsarlığa sürükleyen batı ve
doğu ürünleriydi...
Dergiler üzücü ve
rezilane makale ve resimlerle, gazeteler İslâm ve kendi öz
kültürleri aleyhinde yarışırcasına makalelerle halkı, bilhassa
etkin genç kesimi iftiharla doğu ve batıya doğru yönlendirmedeydi.
Buna bir de fesad, ayyaşlık, kumar ve lotarya merkezlerine
yaygınlık kazandırma yolunda yapılan geniş propagandalarla lüks
eşyalar, oyun ve makyaj malzemeleri, alkollü içkiler; bilhassa
petrol, gaz ve ihraç edilen diğer zenginlik kaynaklarımıza
karşılık batıdan ithal edilen oyuncaklar, oyuncak bebekler, lüks
hediyelik eşyalar ve benim gibilerinin bilemediği daha yüzlerce
şeyi ekleyiniz... Aynı şekilde, Allah göstermesin, ocaklar
söndüren kukla Pehlevi rejiminin ömrü devam etmiş olsaydı,
milletin bütün umutlarını bağlamış Olduğu temiz tıynetli
gençlerimiz, bu İslâm ve vatan evlatları, türlü şeytani hile ve
oyunlarla bozuk rejim, kitle haberleşme araçları ve doğu ve batı
hayranı aydınlar tarafından İslâm ve milletten koparılacak, veya
gençliklerini fesad merkezlerinde çürütecek, ya da dünyayı sömüren
güçlerin hizmetine girerek memleketi mahva sürükleyeceklerdi.
Allah Tealâ biz ve onlar hakkında lütufta bulundu da müfsidler ve
yağmacıların şerrinden hepimizi kurtardı.
Şimdi,
halihazırdaki ve gelecekteki İslâmî Şûra
Meclisiyle cumhurbaşkanı ve gelecek cumhurbaşkanlarına, bütün
zamanların Anayasayı Kollama Şûrasıyla
Yargı Şurası ve hükumetine vasiyetim, şu haberleşme
mekanizmalarının, matbuat ve dergilerin İslâm ve memleket
maslahatından sapmasına izin vermemeleridir. Gençlerin, genç kız
ve erkeklerin mahvına sebeb olan batı tarzı serbestinin İslâm ve
akıl açısından geçersiz olduğunu; İslâm'a, genel iffet ve memleket
maslahatına aykırı propaganda, makale, konuşma, kitap ve
dergilerin haram olduğunu, bunları önlemenin hepimize, bütün
Müslümanlara farz olduğunu, yıkıcı serbestilerin önlenmesi
gerektiğini; şeri açıdan haram, İslâmî millet ve ülkenin izlediği
istikamete aykırı ve İslâm Cumhuriyetinin haysiyetine ters düşen
şeylerin kesinlikle engellenmemesi halinde herkesin mesul
olacağını hepimizin bilmesi gerekir. Halk ve hizbullah gençler
yukarıda bahsi geçen hususlardan biriyle karşılaşacak olurlarsa
ilgili makamlara başvursunlar; onlar gevşek davranırlarsa bu defa
bizzat kendileri önlemekle mükelleftirler. Allah Tealâ
hepsinin yardımcısı olsun.
k- İslâm'a, İslâm
Cumhuriyeti ve milletine karşı düşman faaliyetlerde bulunan
şahıslar ve irili ufaklı gruplara, öncelikle de onların içerideki
ve dışarıdaki elebaşlarına nasihat ve vasiyetim şudur:
Başvurduğunuz her yol, giriştiğiniz her komplo, meded umduğunuz
her ülke ve makamla elde etmiş olduğunuz uzun tecrübe; kendini
alim ve akıllı bilen sizlere fedakar bir milletin izlediği
istikametin terör, bomba, patlama ve hiçbir esasa dayanmayan
gelişigüzel uydurulmuş yalanlara tevessül suretiyle
saptırılmayacağını; esasen hiçbir hükumet ve devleti, özellikle de
küçük yaştaki çocuklarından ileri yaşlardaki ihtiyar erkek ve
kadınlarına varıncaya değin tamamı gaye uğrunda; İslâm
Cumhuriyeti, Kuran ve din yolunda canı pahasına fedakârlıklarda
bulunan İran milleti gibi bir milleti bu gayri insani ve mantık
dışı yöntemlerle düşürebilmenin mümkün olmadığını öğretmiş
olmalıdır. Milletin sizden yana olmadığını, ordunun sizlere düşman
olduğunu; sizden yana ve size dost olduklarını farzetseniz dahi
acemice hareketleriniz ve sizin tahrikinizle işlenen cinayetlerin
onları sizden kopardığını, kendinize düşman kazanmaktan başka
hiçbir şey yapamadığınızı sizler de bilirsiniz - ve eğer
bilmiyorsanız pek safça düşünüyorsunuz demektir-. Sizlere, şu
ömrümün sonunda, hayrınıza olacak bir vasiyette bulunuyorum:
Evvela, ikibinbeşyüz yıllık bir şahlık zulmünden sonra, en iyi
evlatlarını ve gençlerini feda ederek Pehlevi rejimiyle doğu ve
batı dünyasömürücüleri gibi canilerin zulmünden kendisini
kurtarabilmiş, tağut zulmüne uğramış ve cefa çekmiş bu milletle
saaaşa kalkışmışsınız... Ne kadar aşağılık olsa da, bir insanın
vicdanı bir makama kavuşabilme ihtimali uğruna kendi millet ve
vatanına karşı böyle davranmaya, küçüğüne büyüğüne acımamaya nasıl
razı olur?!.. Bu faydasız ve akılsız işleri bırakmanızı, dünya
sömürücülerinin oyununa gelmemenizi öğütlerim size; nerede
olursanız olun, bir cinayete eliniz bulaşmamışsa kendi vatanınıza,
İslâm'ın kucağına dönün ve tevbe edin; Allah Tealâ, merhamet
edenlerin en merhametlisidir ve İslâm Cumhuriyeti ve millet de
sizi affeder inşaallah; yok, eğer bir cinayete eliniz bulaşmış ise
o zaman da Allah Tealânın vermiş olduğu hüküm durumunuzu
belirlemiştir zaten, yine de yolun yarısından dönün ve tevbe edin
ve eğer cesaretiniz varsa cezanızı çekmeyi kabullenerek Allah
Tealânın pek acı olan azabından kendinizi kurtarın; yoksa nerede
olursanız olun, bari ömrünüzü daha fazla boşa harcamayıp başka bir
işle uğraşın, böylesi daha hayırlıdır. Sonra da onların dahili ve
harici yandaşlarına vasiyet ediyorum: Dünyayı sömüren güç
sahiplerine hizmet ettikleri ve onların planlarını uyguladıkları
ve farkında olmaksızın onların tuzağına düşmüş oldukları artık
anlaşılmış bulunan kimseler için ne diye gençliğinizi heder
ediyorsunuz?
Kim uğruna bizzat
kendi milletinize cefada bulunuyorsunuz?!
Siz onların oyununa
gelmiş olanlarsınız; eğer İrandaysanız milyonluk kitlelerin İslâm
Cumhuriyetine sadık ve onun uğrunda fedakar olduklarını apaçık
görüyor; halihazırdaki rejim ve devletin halka ve yoksullara can-ı
gönülden hizmet etmekte olduğunu, yalan yere halkçılık, halk
mücahidi ve fedâisi
iddialarında bulunanlarınsa Allahın halkına karşı düşmanlığa
giriştiğini ve siz safdil kız ve erkekleri kendi emelleri ve
dünyayı sömüren iki güç kutbundan birinin maksatları için oyuna
getirdiklerini, kendilerininse ya yurt dışında, iki cani kutuptan
birinin kucağında keyif çatmakla meşgul veya içeride, bedbaht
canilerin evleri gibi dayalı döşeli lüks örgüt evlerinde sosyete
hayatı yaşayıp cinayetlerini sürdürmekte ve siz gençleri ölümün
kucağına göndermekte olduklarını aşikar bir şekilde müşahede
ediyorsunuzdur...
Yurtdışı ve
yurtiçindeki siz genç ve yetişkinlere müşfikçe öğüdüm yanlış
yoldan dönmeniz ve toplumun İslâm Cumhuriyetine can-ı gönülden
hizmet eden mahrumlarıyla birleşerek millet ve memleketin,
muhaliflerin şerrinden kurtulması ve hep birlikte şerefli bir
hayat sürdürebilmeniz gayesiyle hür ve bağımsız bir İran için
faaliyete geçmenizdir. Niçin ve daha ne zamana kadar kendi şahsi
menfaatlerinden başka birşey düşünmeyen ve süper güçlerin yanıbaşı
ve koruması altında kendi milletiyle saaaşa tutuşarak sizi kendi
uğursuz emelleri ve kudret hırslarına feda eden insanların emrine
amade olacaksınız?.. Onların iddialarıyla davranış ve amellerinin
bağdaşmadığını ancak safdil gençleri kandırma gayesi güttüğünü
inkılâbın
bu zafer yıllarında siz de gördünüz ve coşkun millet seli
karşısında sizin hiçbir gücünüz olmadığını ve yaptıklarınızın
bizzat kendinize zarar vermek ve ömrünüzü çürütmekten başka bir
netice getirmediğini de biliyorsunuz. Ben, hidayetten ibaret olan
vazifemi yerine getirdim; ölümümden sonra size ulaşacak olan ve
iktidar niyeti taşımayan bu nasihate kulak vermeniz ve kendinizi
pek acı olan ilâhî azaptan kurtarmanız umulur. Mennan Allah Tealâ
sizleri hidayete ulaştırsın ve sizlere doğru yolu göstersin...
Komünistler ve
Halkın Fedaileri Gerilla Örgütü gibi solcular ve sol eğilimli
diğer gruplara vasiyetim şudur: Sizler okulları, bilhassa İslâm
okulunu doğru şekilde bilenlerin yanında bu okulların ve İslâm
okulunun sahih bir incelemesini yapmaksızın hangi saikle, bugün
dünyada yenilgiye uğramış bir okula yönelmeye razı oldunuz? Ne
oldu ki, araştırmacılar nezdinde niteliği koflaşmış bulunan birkaç
izmle avunur olmuşsunuz? Sizleri, kendi memleketinizi Rusya veya
Çinin kucağına çekmeye ve kitle sevgisi adına kendi milletinizle
saaaşa girişerek ecnebilerin çıkarları uğruna kendi ülkeniz ve
zulüm görmüş kitlelere karşı komplo ve sabotajlarda bulunmaya iten
asıl sebep nedir?
Komünizmin ortaya çıktığı ilk andan bu yana
iddiacılarının dünyanın en tekelci, en diktatör ve en iktidar
hırslısı devletler olageldiğini ve halâ da böyle bulunduğunu
görmektesiniz. Halklardan yana olduğunu iddia eden Rusyanın
ayakları altında nice milletler ezilerek varlıklarını
yitirdiler... Müslümanlarından gayri müslimlerine varıncaya değin
tüm Rus milleti ötedenberi Komünist Parti diktatörlüğünün baskısı
altında çırpınıp durmakta ve her çeşit hürriyetten mahrum olarak
dünya diktatörlerinin dikta ve baskısından çok daha ağır bir dikta
ve baskı altında bulunmaktadırlar. Partinin sözde parlak
simalarından biri olan Stalinin -İrana- geliş ve gidişindeki
teşrifatı ve onun eşraflığını gördük...
Siz kandırılmışların o rejim aşkına can attığı şu sırada Rusya ve
onun uydusu durumundaki Afganistan gibi ülkelerin mazlum halkları
onların zulümleri altında can vermektedir. Durum böyleyken halktan
yana olduğunu iddia eden sizler şu mahrum halka elinizin ulaştığı
her yerde ne cinayetlerde bulundunuz, keza yanlış yere sağlam
taraftarınız olarak tanıtmış ve pek çoğunu kandırarak hükumet ve
halkla saaaşa gönderip ölüme vermiş olduğunuz aziz Amul halkına
karşı ne cinayetler işlemediniz ki?.. Ve mahrum halkın
taraftarı(!) olan sizler İranın mahrum ve mazlum halkını Sovyet
diktatörlüğünün eline vermek istemekte; halkın fedaisi ve
mahrumların taraftarı adı altında böyle bir hıyaneti icra da
etmektesiniz; ne varki Tudeh Partisi ve onun yoldaşları komplo,
entrika ve İslâm Cumhuriyetinin taraftarlığı maskesi altında,
diğer gruplarsa silah, terör ve bombalamalarla yapmaktadır bunu.
İster bazı karinelerin ortaya koyduğu
kadarıyla Amerikancı komünist olduğu anlaşılan ve solculuğuyla
meşhur olanlar, ister batıdan beslenip ilham alanlar, ister Kürt
ve Beluçların
taraftarlığı ve muhtariyeti adı altında silaha sarılıp Kürdistan
ve diğer bölgelerin mahrum halklarının hayatıyla oynayarak İslâm
Cumhuriyeti hükumetinin bu eyaletlere kültürel, sağlık, ekonomik
ve yapım - onarım hizmetleri vermesini engelleyen Demokrat Parti
ve Komule
gibilerine olsun, vasiyetim, millete katılmalarıdır; nitekim bu
bölgelerin ahalisini bedbaht etmekten başka birşey yapmadıklarını
ve yapamayacaklarını şimdiye değin kendileri de tecrübe
etmişlerdir. Binaenaleyh kendilerinin, millet ve bölgelerinin
hayrına olan, hükumetle teşrik-i mesaide bulunarak eşkıyalıktan,
ağyara uşaklık ve kendi vatanına ihanetten elçekmeleri, ülkeyi
yapıp kurmaya koyulmaları ve İslâm'ın onlar için hem can? batı
kutbundan, hem de diktatör doğu kutbundan daha iyi Olduğu ve
halkın insani arzularını onlardan daha iyi yerine getirdiğinden
emin olmalarıdır.
Yanılgıya düşerek
batıya -ve muhtemelen doğuya- eğilim gösteren ve şimdi ihanetleri
belli olan münafıklara kimi zaman taraftarlıkta bulunmuş olan ve
İslâm'ın kötülüğünü isteyenlere karşı çıkanlara, hataya kapılıp
yanılgıya düşerek, bazen beddua ve taneden Müslüman gruplara
vasiyetim, yanlışlarında ayak dirememeleri ve İslâmî bir cesaretle
hatalarını itiraf edip hükumet, meclis ve mazlum milletle Allah
Tealânın
rızası
uğruna söz ve yolbirliğine girerek tarihin
şu mustazalarını müstekbirlerin şerrinden kurtarmalarıdır; merhum
Müderrisin,
o ahdine sadık temiz düşünceli ve pak tıynetli alimin sözünü
hatırlayınız; o günlerin silik ve donuk meclisinde şimdi
mahvolacaksak eğer, kendi ellerimizle kendimizi mahvetmek niye?!
demişti... Bugün ben de, Allah yolunun o şehidinin anısına siz
mümin kardeşlere arzediyorum: Amerika ve Rusyanın cani eliyle
devran sayfasından silinmemiz ve kıpkızıl, şerefli
bir kanla Rabb'imizin huzuruna çıkmamız, doğunun Kızıl ve
batının
Siyah Ordusunun bayrağı altında müreffeh sosyetik bir hayata
sahib olmamızdan yeğdir ve bu, büyük enbiyaların, Müslümanların
imamlarının ve din-i mübinin büyüklerinin hayat tarzı, onların
yolu yordamıydı; bizim de buna uymamız ve bağımlılıkları
olmaksızın yaşamak isteyen bir
milletin bunu yapabilmeye muktedir olduğuna ve dünya
kudret sahiplerinin
bir millete, o milletin inancına aykırı bir tahmilde
bulunamayacağına kendimizi inandırmamız gerekir. Afganistandan
ibret alınmalıdır; gaasıb hükumet ve solcu partiler Rusyayla
birlikte oldukları ve halâ da öyle bulundukları halde şimdiye
değin halk kitlelerini sindirebilmeyi başaramamışlardır.
Ayrıca, dünyanın
mahrum milleti artık uyanmıştır şimdi, ve bu uyanışlar çok
geçmeden kıyamla, hareket ve inkılâbla sonuçlanacak ve kendilerini
zalim müstekbirlerin sultasından kurtaracaklardır ve siz İslâmî
değerlere sadık Müslümanlar, doğu ve batıdan kopup ayrılmanın
kendi bereketlerini göstermekte olduğunu, yerli beyin elemanların
harekete geçerek kendi kendine yeterliliğe doğru ilerlediğini,
doğu ve batının hain uzmanlarının milletimize imkansızmış gibi
gösterdiği şeylerin bugün gözalıcı bir şekilde bizzat milletin eli
ve düşüncesiyle gerçekleştiğini ve inşaallah-u tealâ uzun vadede
gerçekleşeceğini görmektesiniz.
Bu inkılâb ne yazık
ki geç tahakkuk buldu; hatta Muhammed Rızanın kirli zorba
saltanatının başlangıcında olsun gerçekleşmedi maalesef; eğer
gerçekleşmiş olsaydı, talana uğramış İran, bundan bambaşka bir
İran olurdu...
Yazarlara,
konuşmacılara, aydınlara, sırf kusur yamamak için eleştirenlere ve
ukde sahiplerine vasiyetim şudur: Zamanınızı İslâm Cumhuriyetinin
istikametine ters yönde harcayacağınıza ve bütün gücünüzü meclis,
hükumet ve hizmette bulunan diğerlerine karşı karamsar ve garazkar
olma ve onları kötüleyip durma yolunda sarfedeceğinize ve bu
hareketinizle kendi memleketinizi süper güçlere doğru iteceğinize,
bir gece olsun Rabb'inizle halvet edin ve eğer Allah Tealâya
inancınız yoksa, bari vicdanınızla başbaşa kalın ve insanların
kendilerinin bile çoğu kez varlığından habersiz kaldığı deruni
saiklerinizi inceleyiverin... Bakın bakalım hangi insaf ve hangi
ölçülerle, lime lime olmuş şu gençlerin kanını cephelerde ve
şehirlerde görmezden geliyor, içeride ve dışarıdaki zalim ve
yağmacıların sultasından kurtulmak, kendi ve aziz evlatlarının
canı pahasına kazandığı hürriyet ve bağımsızlığını fedakarlıkla
korumak isteyen bir milletle psikolojik saaaşa girişiyor,
ihtilaflar yaratıp haince komploları körükleyerek müstekbirlere ve
zalimlere geçit veriyorsunuz?!. Fikir, kalem ve beyanınızla
meclis, hükumet ve millete kendi vatanınızın korunması yolunda
kılavuzlukta bulunsanız daha iyi olmaz mı? Bu mazlum mahrum
millete yardımcı olmanız ve yardımınızla İslâm devletine istikrar
kazandırmanız daha uygun değil midir? Bu meclis, cumhurbaşkanı,
devlet ve yargı organını eski rejimdekinden daha mı kötü
buluyorsunuz? O lanet olası rejimin, sığınacak yeri olmayan şu
mazlum millete reva gördüğü zulümleri unuttunuz mu? Şu İslâm
ülkesinin o dönemlerde Amerikanın bir askeri üssü durumunda
olduğunu ve ona bir sömürge gibi davrandıklarını, meclisten
hükumet ve askeri kuvvetlere varıncaya kadar onların elinde
olduğunu; onların müsteşarlarının, teknisyen ve uzmanlarının bu
millete ve milletin zenginlik kaynaklarına neler ettiklerini
bilmiyor musunuz? Fuhuş yuvaları, kumarhaneler, meyhaneler, içki
bayileri, sinemalar ve genç nesli mahvetme yolunda herbiri büyük
bir rol oynayan diğer fesad merkezlerinden memleketin dört bir
yanına fahşa yayıldığı hafızalarınızdan silindi mi? 0 rejimin
kitle haberleşme araçlarını, baştan sona fesad saçan dergilerini
ve gazetelerini unuttunuz mu yoksa?...
O fesad pazarlarından hiçbir eser kalmadığı
şu sırada birkaç mahkemede veya pek Çoğu belki de sapık gruplardan
sızmış olan birkaç gencin İslâm ve İslâm Cumhuriyetinin adını
kötüye çıkarmak gayesiyle sapık faaliyetlerde bulunması cihetiyle
ve müfsid-i fil arz olan ve İslâm ve İslâm Cumhuriyeti aleyhine
kıyam eden birkaç kişinin öldürülmesi mi sizi feryada getirmekte;
açıkça İslâmî reddeden ve ona karşı silahlı kıyama veya silahlı
kıyamdan daha üzücü olan kalem ve dille kıyama girişenlerle bir
olup onlara kardeşlik elini uzatmakta, Allah Tealânın, kanının
dökülmesini helal buyurmuş olduğu kimselere gözümüzün nuru
demekte ve mâsum gençleri küfür ve dayakla ezerek 14 İsfend
faciasına
sebeb olan oyuncuların yanında oturup velveleye seyirci kalmakta
olmanızı İslâmî ve ahlâk i bir hareket saymakta; İslâm'a karşı
inat gösterenlere, sapık ve mülhidlere amellerinin karşılığındaki
cezayı veren hükumet ve yargı gücünün yaptığına karşılık feryadı
basarak mazlumluktan mı dem vurmaktasınız? Geçmişinizi bir
dereceye kadar bildiğim ve bazılarınızı da sevdiğim için siz
kardeşlerime üzülüyorum ben; hayırsever kılığındaki kötülere,
çoban kılığındaki kurtlara ve herkesi alaya alıp oyuna getirerek
millet ve memleketi yoketme ve talancı iki kutuptan birine
hizmette bulunma niyetinde olan entrikacılara değil...
Değerli gençler ve yetişkin insanları ve
toplumun eğiticisi olan ulemayı kirli elleriyle şehid eden ve
Müslümanların mazlum bebeklerine acımayanlar kendilerini toplumda
rezil, Kahhar Allah Tealânın huzurunda yardımcısız rüsva
kıldılar, dönüş yolları da yoktur, zira nefs-i emmare
şeytanı hükmetmektedir onlara... Ancak, ya siz mümin kardeşler?..
Mazlumlara, mahrumlara ve her türlü nimetten mahrum bulunan
yalınayak ve başıaçık kardeşlerimize hizmet etmeye çalışan hükumet
ve meclise siz niçin yardımcı olmuyor ve şikayet edip
duruyorsunuz?!.. Her inkılâbın gereği olan bunca zorluk ve
müşkülatlara, onca hasar ve evinden barkından olan yerli ve
yabancı milyonlarca avare insanla gelen tahmili saaaşa ve
haddinden fazla sabotaj ve kösteklemelere rağmen Cumhuriyet
hükumet ve kurumlarının şu kısa süre zarfında vermiş Olduğu hizmet
miktarını eski rejimin bayındırlık hizmetleriyle mukayese ettiniz
mi acaba?.. O zamanın bayındırlık hizmetlerinin hemen hemen
yalnızca şehirlere, üstelik şehirlerin lüks semtlerine mahsus
olduğunu, fakir ve mahrum insanların bu hizmetlerden ya pek az
yararlandıklarını ya hiç yararlanmadıklarını; halihazırdaki
hükumet ve İslâmî kurumlarınsa bu mahrum kesime canla başla hizmet
etmekte olduğunu bilmiyor musunuz? İşlerin daha çabuk
yapılabilmesi ve ister istemez çıkacağınız Allah Tealânın
huzuru na Onun kullarına hizmet etmiş olmanın nişanıyla
varabilmek için siz mü'minler de hükumetin yardımcısı olunuz.
1- Tavsiye edilmesi
ve hatırlatılması gereken meselelerden biri de İslâm'ın, zulüm
altındaki mazlum kitleleri mahrum edici zalimce ve sınırsız
kapitalizmi kabul etmediği, tersine, bunu kitap ve sünnetle ciddi
bir şekilde reddederek sosyal adalete aykırı bulduğudur. Gerçi
İslâm devleti rejimine ve İslâm'da hakim siyasi meselelere vakıf
olmayan bazı ters görüşlüler yazı ve konuşmalarında İslâmî
sınırsız bir mülkiyet ve kapitalizmden yanaymış gibi göstermeye
çalıştılar ve bundan halâ da vazgeçmiş değillerdir. İslâmî bu
şekilde yanlış anlamış olmalarıyla İslâm'ın nurlu simasını örtmüş,
garaz sahipleri ve İslâm düşmanlarına İslâm'a saldırma ve onu
Amerika, Ingiltere ve batının diğer yağmacıları gibi bir
kapitalist batı rejimi şeklinde telâkki
etme bahanesi vermiş, onlar da bu cahillerin sözlerine ve
davranışlarına dayanarak maksatlı bir şekilde veya ahmakça bir
hareketle, gerçek İslâmbilimcilerine başvurmaksızın İslâm'la
nizaya kalkışmışlardır. Keza İslâm, eski dönemlerden bugüne değin
kadında ortaklık ve eşcinselliğe kadar varan ve ezici bir
diktatörlükle istibdadı da beraberinde getiren ortaklaşacılık
yanlısı ve ferdi mülkiyete muhalif komünizm ve Marksizm - Leninizm
gibi bir rejim de değildir. Bilakis İslâm, mülkiyeti tanıyan ve
mülkiyete, onun ortaya çıkış ve tüketiminde belli sınırlamalarla
saygı gösteren ve hakkıyla uygulanması halinde sağlam bir iktisâd
ın çarklarını harekete geçirerek sıhhatli bir rejimin gereği olan
sosyal adaleti gerçekleştiren mutedil bir rejimdir.
Burada da bir grup, inhirafi anlayışlarıyla,
İslâm ve onun sağlıklı iktisâd ından habersizlikleriyle ilk grubun
karşı noktasında yer almış ve kimi zaman bazı ayetler ve Nehcul
Belağanın bazı cümlelerine dayanarak İslâmî Marks ve onun
gibilerinin
sapık okullarıyla muvafıkmış gibi tanıtmışlardır. Bu gibileri pek
çok ayet ve Nehcul Belağanın çoğu bölümlerine dikkat etmemekte,
kendi başlarına ve kusurlu anlayışlarıyla yola çıkarak
ortaklaşacılık dinini izlemekte ve insani değerleri görmezden
gelen azınlığa ait bir partinin insan kitlelerine hayvan muamelesi
yaptığı bir küfrü, diktatörlük ve ezici baskıyı saaunmaktadırlar.
Meclise, Anayasayı
Koruma ve Kollama Şûrâsına;
hükumet, cumhurbaşkanı ve Yargı Şûrâsına
vasiyetim şudur: Allah Tealânın hükümleri karşısında mütevazi
olun ve zalim yağmacı kapitalizm kutbunun kof propagandasıyla
mülhid katılımcı ve komünist kutbun propagandalarının tesirinde
kalmayın, mülkiyet ve meşru sermayelere İslâmî sınırlar dahilinde
saygı gösterin ve yapıcı sermaye ve faaliyetlerin işlerliğe
geçerek memleket ve hükumeti kendine yeterlilik ve hafif ve ağır
sanayie kavuşturabilmesi için millete güven verin. Meşru servet
sahipleri ve zenginlere vasiyetim şudur: Adilâne servetlerinizi
çalıştırın ve tarlalarda, köylerde, fabrikalarda yapıcı
faaliyetlere geçin, bizzat bu, değerli bir ibadettir.
Aynı şekilde,
mahrum sınıfların refahı için çaba gösterme yolunda herkese
vasiyetim şudur. Dünya ve ahirette sizlerin hayrına olan,
toplumun; şahlık zulmü ve ağalık - hanlık tarihi boyunca ızdırap
ve zahmet içinde bulunmuş mahrumlarının durumuyla ilgilenmektir.
imkan sahibi zengin kesimlerin gönüllü bir şekilde, gecekondular
ve ottan kamıştan yapılma ilkel evlerde yaşayanlara ev ve refah
temin etmesi ne kadar iyi olur... Emin olsunlar ki dünya ve
ahiretin hayrı bundadır ve biri evsiz barksızken diğerinin
apartmanları olması insaf değildir.
m- Dinadamları
içinde İslâm Cumhuriyeti ve kuruluşlarına muhtelif saiklerle karşı
çıkan, bütün vaktini onu yıkmaya ayıran, komplocu muhalifler ve
siyaset oyuncularına yardım eden, hatta nakledildiğine göre bazen,
Allahtan habersiz zenginlerden bu gayeyle aldıkları hadsiz
hesapsız paralarla -muhaliflere- büyük yardımlarda bulunan
âlim
ve alim kılıklılara vasiyetim şudur: İşlediğiniz haltlardan bugüne
değin bir sonuç alamadığınız gibi, bundan sonra da alabileceğinizi
sanmıyorum. Eğer dünya için bunu yaptıysanız, Allah Tealâ
sizin şom emelinize ulaşmanıza izin vermeyeceğine göre iyisi mi,
tevbe kapısı açıkken Allah Tealânın
huzurundan af dileyin ve yoksul mazlum milletle birleşerek
milletin fedakârlıklarıyla
kazanılmış olan İslâm Cumhuriyetini himaye edin, dünya ve ahiret
hayrı bundadır. Gerçi, tevbeye muvaffak olacağınızı da
sanmıyorum... Muhtelif şahıs veya gruplardan bilerek veya
bilmeyerek serdeden İslâm ahkâmına aykırı bazı hata ve yanlışlara
binâen İslâm Cumhuriyeti ve devletine şiddetle karşı çıkan ve
Allah için onu yıkma yolunda faaliyet gösterip kendi zanlarınca bu
cumhuriyeti şahlık rejiminden daha kötü veya onun gibi
varsayanlara gelince; sadık bir niyetle halvetlerde düşünüp
taşınsınlar ve insaflı bir şekilde -bu cumhuriyetin- eski devlet
ve rejimle bir mukayesesini yapsınlar, keza dünyada vuku bulmuş
inkılâplarda
kargaşalıkların, yanlış gidişatlar ve fırsatçılıkların kaçınılmaz
olduğunu da gözönünde bulundursunlar. Aynı şekilde, siz eğer
dikkat eder ve bu cumhuriyetin karşı karşıya olduğu komplolar,
uydurma propagandalar, sınır dışından ve içeriden gelen silahlı
saldırılar, milleti İslâm ve İslâm devletinden soğutmak gayesiyle
müfside ve İslâm'a muhalif grupların bütün devlet organlarına
kaçınılmaz sızışı, işbaşında bulunanların çoğunluğu veya pek
çoğunun henüz tecrübesiz oluşu, haddi hesabı olmayan gayri meşru
karlarını kaybeden veya karı azalanlar tarafından uydurma
söylentilerin yayılışı önemli ölçüde şeri hakim eksikliği, bel
büken ekonomik müşkülâtlar, birkaç milyonluk memur kadrosunun
tasfiye ve ıslahındaki büyük güçlükler, işbilir ve uzman salih
eleman eksikliği ve işin içine girmedikçe insanın bilemeyeceği
daha onlarca zorluğu gözönünde bulundurursanız durum daha iyi
anlaşılır. Diğer taraftan faicilik
ve çıkarcılıkla; döviz kaçırma, korkunç derecede pahalılık
yaratma, kaçakçılık, vurgunculuk ve stokçulukla toplumun mahrum ve
yoksullarını helâk edecek derecede baskı altında bırakarak toplumu
fesada sürükleyen garazkâr, saltanat rejimi yanlısı büyük servet
sahibi şahıslar şikayette bulunmak ve oyuna getirmek gayesiyle siz
efendilerin yanına gelmekte ve kendilerini halis Müslümanlar gibi
gösterebilmek ve inandırıcı olabilmek için de kimi zaman hums
adına bir meblağ vermekte ve timsah gözyaşları dökerek sizleri
sinirlendirip muhalefette bulunmanız için tahrik etmektedirler.
Bunların büyük çoğunluğu gayri meşru kazançlarla halkın kanını
emerek memleketin iktisâd ını yenilgiye sürüklemektedirler.
Kardeşçe mütevazi bir öğütte bulunuyorum: Muhterem beyefendiler bu
tür söylentilerden etkilenmesinler; Allah için ve İslâm'ın
korunması gayesiyle bu cumhuriyeti güçlendirsinler, bu İslâm
Cumhuriyetinin yenilgiye uğraması halinde onun yerine, canlar
feda olası Bakıyyetullahın istediği gibi İslâmî veya siz
beyefendilerin emrine itaat edecek bir rejimin tahakkuk
bulmayacağını da bilmelidirler. Bilâkis, iki güç kutbundan birinin
istediği bir rejim başa geçer, İslâm'a ve İslâm devletine umut
bağlayıp gönül vermiş olan dünya mahrumları ümitsizliğe düşer,
İslâm da her zaman için inzivada kalır ve birgün sizler de
yaptıklarınıza pişman olursunuz; ancak, artık iş işten geçmiş ve
pişmanlık fayda etmez olur... Keza, siz efendiler bir gecede tüm
işlerin İslâm'a ve Allah Tealânın ahkâmına uygun bir şekilde
değişmesini bekliyorsanız yanlıştır ve bütün insanlık tarihi
boyunca böyle bir mucize olmamıştır ve olmayacaktır da...
Müslih-i
Küllün,
inşaallah-u Tealâ,
zuhur edeceği gün de sanmayınız ki bir mucize olacak ve
âlem
bir günde ıslah oluverecektir; bilakis, zalimler; fedakârlıklar
ve çabalar sonucu sindirilecek ve bir kenara itilebileceklerdir.
Yok, eğer siz de bazı sapık cahiller gibi o yüce insanın zuhuru
için, bütün dünyanın zulme boğulması gayesiyle küfür ve zulmün
tahakkukuna çalışılması ve böylece zuhurun ön hazırlıklarının
tamamlanması gerektiği şeklinde düşünüyorsanız İnna lillah ve innâ
ileyhi râciûn
demek gerekir...
n- Bütün dünya
Müslümanları ve mustazaflarına vasiyetim şudur: Sizler
oturup
ülkenizin
yetkilileri ve baştakilerin veya ecnebi güçlerin gelip de sizlere
hürriyet ve bağımsızlığı armağan getirmesini beklememelisiniz. Biz
ve siz en azından, dünyayı sömüren büyük güçlerin tedricen bütün
İslâm ülkeleri ve diğer küçük memleketlere ayak bastığı şu son
yüzyılda bu ülkelere hakim olan devletlerden hiçbirinin kendi
milletinin hürriyet, bağımsızlık ve refahını düşünmediğini ve
düşünmemiş olduğunu, bilâkis onların büyük bir çoğunluğunun ya
bizzat kendi milletlerine zulüm ve baskıda bulunarak yaptıkları
herşeyi kendi şahısları ve bir grup için, veya müreffeh kesim ve
sosyete takımının refahı için yaptıklarını, balçıktan yapılma
evler ve gecekondularda yaşayan mazlum kesimin ise her türlü
ihtiyaçtan, hatta açlıktan ölmeyecek kadar olsun bir yudum su ve
bir lokma ekmekten bile mahrum kaldığını ve bu zavallıları
müreffeh ve sefih bir zümrenin menfaatlerini temin gayesiyle
çalıştırdıkların; ya da büyük güçlerin işbaşına getirmiş olduğu
kuklaların ülkeler ve milletleri bağımlılaştırmak için bütün
güçlerini safederek türlü hilelerle ülkeleri batı ve doğu için bir
pazar durumuna getirip onların menfaatlerini temin ettiğini,
milletleriyse geri kalmış bir halde bırakarak tüketici durumuna
getirdiklerini ve şimdi de aynı plânla hareket etmekte olduklarını
ya bizzat müşahede ettik veya doğru tarihler bunu anlatıp açıkladı
bize... Ve siz, ey dünya mustazafları, ey İslâm ülkeleri ve ey
dünya Müslümanları! Kalkın! Hakkınızı dişinizle tırnağınızla alın
ve süper güçlerle satılmış uşaklarının propaganda yaygaralarından
korkmayın; emeğinizi sizin ve aziz İslâm'ın düşmanlarına teslim
eden cani yöneticileri ülkenizden koyun, yönetimi kendiniz ve
ahdine sadık hizmet ehli ele alın ve hepiniz İslâm'ın şanlı
bayrağı altında toplanarak İslâm'ın ve dünya mahrumlarının
düşmanlarına karşı müdafaaya girişin, bağımsız ve hür
cumhuriyetleri olan bir İslâm devletine doğru ilerleyin, onun
kurulmasıyla dünyanın bütün nüstekbirlerine haddini bildirecek ve
tüm mustazaflan yeryüzünün imam ve vârisi olmaya
ulaştıracaksınız. Allah Tealânın
vaadetmiş olduğu o günün ümidiyle...
o- Aziz İran
milletine bu vasiyetnamenin sonunda bir kez daha vasiyet ediyorum:
Dünyada zahmet ve sıkıntılara; fedakârlıklar, serdengeçtilikler ve
mahrumiyetlere tahammülün hacmi; varılmak istenen gayenin
büyüklüğünün hacmi, onun değerliliği ve yücelik derecesiyle
münasiptir. Siz mücahid ve aziz milletin uğruna kıyam etmiş
olduğu, halâ sürdürdüğü ve onun için can ve mal feda ettiği ve
etmekte olduğu şey en yüce, en üstün ve en değerli maksattır;
ezelde âlemin başlangıcından ve bu dünya sonrasından ebediyete
değin sunulmuş ve sunulacak olan maksuttur, ve bu, yaradılış ve
gayesinin esası varlığın geniş alanında gaybla şuhudun derece ve
mertebelerinde bulunan, geniş anlamıyla uluhiyet okulu ve yüksek
boyutlarıyla tevhid idesidir ki tam anlamıyla ve bütün derece ve
boyutlarıyla Muhammed sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellemin
okulunda tecelli bulmuş olup, Allahın selamı üzerlerine olsun,
bütün büyük enbiyalar ve, Allahın selamı onlara olsun,
evliyaların çabası bu -maksad-ın tahakkuku içindi ve mutlak
kemâle, sonsuz celal ve cemale ondan başka hiçbir şeyle
ulaşabilmek mümkün değildir. Topraktan yaratılanları melekûtilere
ve onlardan da yüce olanlara üstün kılan da odur, keza topraktan
yaratılanların onda -o maksatta- yürüme neticesinde kazandığı şey,
bütün hilkat âleminde, açık veya gizli, hiçbir yaratığa nasib
olmaz.
Siz, ey mücahid millet! Baştanbaşa bütün
maddi ve mânevi alemde dalgalanmakta olan bir bayrak altında
gitmektesiniz. Onu bulsanız da, bulmasanız da; Allahın selamı
onlara olsun, bütün enbiyaların yegane istikameti ve mutlak
saadetin biricik yolu olan bir yolda yürümektesiniz siz... Bu
saiklerdir ki bütün evliya onun uğrunda şehadete kucak açmakta ve
kıpkızıl ölümü baldan tatlı bilmektedirler, gençleriniz cephelerde
ondan bir yudum içiverince vecde gelmişlerdir; onların ana, baba,
bacı ve kardeşlerinde de bunun etkisi kendisini göstermiştir...
Hakikaten bizim de Keşke biz de sizinle birlikte olsaydık da
büyük bir feyze erişseydik
dememiz gerekir. Gönülleri okşayan o esinti ve coşturucu tecelli
mübarek olsun onlara!.. Keza bu tecellinin kavurucu sıcaklık
altındaki tarlalarda, takati kesen fabrika ve atölyelerde; sanayi,
araştırma ve inceleme kurumlarında, halkın büyük çoğunluğunda;
çarşı pazarlarda, yollarda ve köylerde, İslâm ve İslâm Cumhuriyeti
için bu dallarda çalışan, memleketin ilerlemesi ve kendi kendine
yeterli olabilmesi gayesiyle herhangi bir meşgaleyle uğraşmakta
olan herkeste göründüğünü ve bu yardımlaşma ve ahdine sadakat ruhu
toplumda var oldukça aziz ülkenin, devranın kaza - belasından,
inşaallah-u Tealâ, mahfuz kalacağını bilmemiz gerekir. Allah Tealâya
hamdolsun ki ilmiye medreseleri ve üniversitelerle, bilim ve
eğitim merkezlerindeki aziz gençler bu ilâhî gaybi esinti ve
nefhadan nasib almış olup bu merkezler tamamen onların elinde ve
Allahın izniyle, kötüler ve sapmışların etki alanları dışındadır.
Herkese vasiyetim şudur: Allah Tealâyı anarak kendini tanıma,
kendine yeterli olma ve bütün boyutlarıyla bir bağımsızlığa doğru
ileri!.. Onun hizmetinde olmanız, İslâmî ülkenin yükselmesi ve
ilerlemesi için yardımlaşma ruhunu sürdürmeniz halinde hiç şüphe
yok ki, Allahın eli sizinledir. Aziz millette gördüğüm uyanıklık,
akıllılık, ahdine sadakat, fedakarlık ve Hakk Yolda gösterdikleri
direnç ve yılmazlık ruhuna binâen
ve Allah Tealânın
yardımıyla bu insani manaların nesilden nesile artarak onların
torunlarına da intikal edeceğine dair taşıdığım ümitle; huzurlu
bir gönül, emin bir kalp, şad bir ruh ve Allahın fazlından ümitli
bir öz ile kardeşler ve bacıların hizmet ve huzurundan ayrılıp
ebedi mekana doğru yolculuğa çıkıyorum; sizin hayır duanıza pek
ihtiyacım var, Rahman ve Rahim Allahtan hizmette kusur,suç ve
taksirim hususunda özrümü kabul buyurmasını dilemekte ve milletin
kusurlarım, suçlarım ve taksiratım hususunda mazeretimi kabul
etmesini, irade gücü ve kararlılıkla ilerlemesini ve hizmet ehli
birinin gitmesiyle milletin demir seddinde bir gedik
açılmayacağını, daha değerli ve daha üstün hizmet ehillerinin
hizmette Olduğunu ve Allahın bu millet ve dünya mazlumlarının
koruyucusu bulunduğunu bilmesini ummaktayım.
Allahın selamı, rahmet ve
bereketleri sizlere ve Allahın salih kullarına olsun.
1 Cemadiyelevvel, 1403/26
Bâhmen 1361(15 Şubat, 1983)
Ruhullahil Museviyyil Humeyni
Bismihi
Tealâ
Bu vasiyetnameyi, ölümümden sonra Ahmed
Humeyni
halka okusun; onun bir mazereti olursa muhterem cumhurbaşkanı veya
muhterem İslâmî Şûrâ
Meclisi başkanı veya muhterem Ülke Yüce Divanı başkanı bu zahmeti
kabullensinler; bir mazeret durumunda Anayasayı Koruma ve Kollama
Şûrası
muhterem fakihlerinden birisi bu zahmeti kabullensin.
Ruhullabil
Museviyyil Humeyni.
Bismihi Tealâ
önsöz ve 29
sayfadan ibaret bu vasiyetnamenin altında birkaç meseleyi
hatırlatıyorum:
1- Hayatta olduğum
şu sırada aslı olmayan birtakım şeyler bana isnâd
edilmekte olup benden sonra bunların artması muhtemeldir. BinâenaIeyh
sesim ve uzmanlarca tasdik olunan elyazım ve imzamla olan veya
İslâm Cumhuriyeti televizyonunda söylemiş olduğum şeylerden başka
bana isnâd
edilmiş ve edilecek şeylerin muteber olmadığını arzederim.
2- Ben daha
hayattayken, bazı şahıslar bildirilerimi kendilerinin yazdığını
iddia etmişlerdir. Bunu kesinlikle tekzip ediyorum. Bugüne değin
bildirilerimi şahsımdan başkası hazırlamış değildir.
3- Yukarıdaki
mevzuda olduğu gibi bazıları da Parise gidişimin onların
vesilesiyle olduğunu iddia etmişlerdir. Bu yalandır. Ben
Kuveytten geri çevrilişimden sonra -oğlum- Ahmedle meşverette
bulunarak Parisi seçtim. Zira İslâm ülkelerinin giriş izni
vermemeleri ihtimali vardı. Onlar şahın nüfuzu altında idiler.
Paristeyse böyle bir ihtimal yoktu.
4- Hareket ve inkılâb
müddeti boyunca bazı şahısların iki yüzlü davranarak kendilerini
müslümanmış gibi göstermeleri neticesinde bazen kendilerinden
sözetmiş ve övdüğüm olmuştur, bunların düzenbazlığına uğrayarak
aldatıldığımı sonradan anladım. O övgüler, kendilerini İslâm
Cumhuriyetine sadık ve bağlıymış gibi gösterdikleri bir
zamandaydı, binâenaleyh
o meseleler suistimal edilmemelidir; herkes için ölçü, onun hâihazırdaki
durumudur.
Ruhullahil Museviyyil
Humeyni
Vasiyetnamede
Geçen Özel İsim, Şahıs ve Kurumlarla İlgili Açıklama
-
HAMD ANCAK
ALLAH TEALÂYA
MAHSUSTUR
-
KESRETİN
VAHDETLE BİRLEŞTİĞİ MAKAM
-
KUTUB-İ
SITTE (SAHÎHAN
VE SÜNEN)
-
İSİMLERİN ÖĞRETİLDİĞİ ADEM EVLADI (Velide-i İlm-ul Esına) Bu
tabirin Arapça orijinalinde geçen velide kelimesi çocuk,
ilm-ul esma ise ancak insanoğlunun öğrenebileceği bir ilim
ve marifet çeşidi demektir. Bu anlamda Velide-i ilm-ul esma
isimler ilminin evladı demektir ki bununla insan
kastedilmektedir. Allah Tealâ, yeryüzünde kendisinin halifesi
olmaya lâyık olması için ilm-ul esmâyı insana öğretti. Allah
Tealâ hz. Ademe -s- esmayı - isimler - öğretmemiş olsaydı,
Adem -s- yeryüzünde Allahın halifesi olma liyakatini
kazanamazdı.
-
KURAN-I
SAÎD
Saîdin lügat
anlamı yukarıya yükselen, yücelen dir.
-
MUHAMMED
-SAA- SOYUNUN ZEBURU
-
NÂİM
CENNETLERİ -ÖLÜMSÜZ HAYAT-
-
AHMAKÇA
BİR
BÜYÜK İSRAİL
HAYALİ
-
BAKİYYETULLAH
Bakıyyetullah,
Hûd
suresi 86. ayette geçen Kurani bir terim olup
-
AHKÂM-I
EVVELİYYE VE SANEVİYYE
-
EMEVİLER
(ÜMEYYEOĞULLARI)
-
ŞİÂ
Şiâ'nın kelime anlamı grup, dostlar, izleyicilerdir. İslâm'a
göre ümmetin rehber ve yöneticisiyle ilgili esas ölçü ve
kıstaslara ve hz. Resul-ü Ekremin -saa- hz. Alinin -s-
rehberliği konusunda buyurmuş olduklarına istinaden,hz.
Resulullahın -saa- ashabı arasında önde gelen bir grup seçkin
Müslüman, Peygamber-i Ekremin -saa- rıhletinden hemen sonraki
ilk günlerden itibaren hz. Alinin -s- halifeliğini canla
başla desteklediler. Bu grup, yani Aliyi -s- destekleyip onu
izleyenler ve İslâm ümmetini o büyük imamın idare etmesi
gerektiğine inanan Müslümanlar o günden itibaren Şia veya
Şii adını aldılar.
-
DİN
ÖĞRENCİSİ
Din öğrencisi
veya talebe, dini bilimleri tahsil ve nefsini tehzib ve
tezkiye etmek amacıyla medreselere giden ve temel vazifesi
İslâmî bilimleri öğrenmek olan öğrencilere denilir ve daha çok
İslâmî maarifleri öğrenmenin henüz ilk merhalelerinde bulunan
öğrenciler için kullanılır.
-
ALLAH-U
EKBER
Allah Tealâ
vasfa sığmayacak kadar büyüktür anlamına gelen tekbir
kelimesi, Müslümanların en önemli sloganlarından biridir.
Tekbir, mevcudatın Hakkı hakkıyla övmekten aciz olduğu ve
Onun huzuruna çıkamayacak kadar kusurlu bulunduğunun ilânıdır.
Nitekim imam Humeyni -ra- tekbiri anlatırken: AlIah-u Ekber,
Allah herşeyden büyüktür demek değildir... Zira orada zaten
Allahtan başka hiçbir şey yoktur ki Allahın ondan daha büyük
olduğunu söyleyelim... der.
Namazda onca
tekrarlanıyor olmasına ve ibadette önemli bir rolü bulunmasına
ilaveten tekbirin İslâm inkılâbı tarihinde de fevkalâde
özel bir yeri vardır. İran Müslümanları, ard arda getirdikleri
tekbirlerle 2500 yıllık şehinşahlık devletini yıktılar. Baas
uşaklarına karşı da tekbir getirerek küfrü kökünden kazıyıcı
Allah-u Ekber! nidalarıyla tahmili saaaşta yiğitçe
direndiler, keza İran İslâm Cumhuriyeti nizamının usul ve
esasını da tekbirle onayladılar; ve halâ, yılın belirli
günlerinde belirli münasebetlerle damlara ve çatılara çıkar,
tekbirler getirerek görkemli İslâmî İnkılabın ilk günlerinin
anısını tazelerler.
-
TAZİR
Çoğulu tazirat
olan tazir kelimesinin lügatte birini kınayıp tekdir etmek,
azarlayıp serzenişte bulunmak, haddini bildirmek, sopa
vurmak,...vb. gibi muhtelif anlamları vardır.
-
YAPIM VE
ONARIM CİHADI TEŞKİLATI
-
AFGANİSTANLI VE IRAKLI MİLYONLARCA MÜLTECİ
-
SİLAHLI
ASKERİ KUVVETLER VE SİLAHLI KOLLUK KUVVETLERİ
İran İslâm
Cumhuriyetinde silahlı kuvvetler iki ana gruba ayrılır:
Silahlı askeri
kuvvetler ve silahlı kolluk kuvvetleri. Silahlı askeri
kuvvetler Ordu, İslâm İnkılâbı Muhafızları Ordusu ve
Seferber Birlikler -Besic-"den müteşekkil olup ecnebi
güçlerin tecavüzlerine karşı İslâm Cumhuriyeti nizamı ve İran
ülkesinin sınırlarını korumak ve bu ülkenin Müslüman halkının
hürriyet ve bağımsızlığını saaunmakla muvazzaftırlar.
-
İSLÂM
İNKILÂBI
MUHAFIZLARI ORDUSU (SİPAH-İ PASDÂRÂN-I
İNKILÂB-I
İSLÂMÎ)
-
SEFERBER
BİRLİKLER -BESİC-
Ecnebilerin
tasallutundan kurtulma ve İlâhî Devlete ulaşma yolunda
yekvücut bir halde kıyam eden bir millet, gerçekleştirdiği
inkılâbı müdafaa gibi ağır bir görevi sadece ordu ve İnkılâb
Muhafızlarına yüklemez. Böylesine bir toplumda halkın tamamı
inkılâbı korumaya bizatihi hazır olup, bu gaye yolunda gerekli
askeri eğitimleri görmeyi bir vazife addeder.
-
CİHAD
Allah yolunda
cihad, her Müslüman'ın mükellef olduğu en önemli vazifelerden
biri olup saaaşçı mümin pek yüce uhrevi derecelere nail
olmakta ve Rabb'i tarafından özel bir rahmet ve mağfirete
kavuşturulmaktadır. Mücahid mümin, cihad meydanına girerek
canını ve malını daimi ve ölümsüz cennetlere karşılık Allaha
satar; pek kârlı
ve başarılı bir alışveriştir bu. Hz. Resul-ü Ekrem -saa- şöyle
buyururlar:
Allah yolunda
ve Onun kullarının hürriyeti için kıyama girişip cihad
edenler, kıyamette mücahidler kapısı denilen bir kapıdan
cennete girerler. Onlar, fevkalâde bir izzet ve ikramla;
omuzlarında silahları, herkesin gözü önünde ve herkesten önce
cennete alınırlar; Allaha yakın melekler onlara selam verir
ve hoşgeldiniz derler, onların cennetteki makam ve konumlarına
herkes gıpta eder.
-
MEŞRUTİYET
19. Y.Yın
sonları ve 20. Y.Yın başlarında İranda başgösteren
düzensizlik ve bozukluklar; baştakilerle onların zalim
uşakları ve zorba devlet memurlarının haddi aşan zulüm ve
haksızlıklarının halkı bezdirmiş olması, o sırada saltanatı
elinde bulunduran Muzaffereddin Şahın devlet yönetimindeki
gevşeklik, liyâkatsizlik
ve zaafı, halkın günden güne daha bir bilinçlenerek uyanması,
bilhassa ulemâ
ve ruhânilerin
bu bozuk düzene karşı başlattığı kıyam... vb. daha nice sebeb
ve etkenler Meşrutiyet Hareketi denilen bir inkılâba ortam
hazırladı ve uzun mücadele ve mücahedelerden sonra h.ş.
1324te (milâdi
1906da) bu hareket zaferle sonuçlanmış oldu.
-
RESMİ
DİNİ AZINLIKLAR
İran İslâm
Cumhuriyeti anayasasının 13. maddesinde şöyle der:
Zerdüşti,
Kelimi ve Mesihi vatandaşlar kanuni hududlar çerçevesinde dini
merasimlerini yerine getirme serbestisine sahip yegane dini
azınlıklar olarak tanınmış bulunup şahsi ahvalleri ve dini
ibadetleri hususunda kendi inançlarına uygun tarzda amel
edebilirler.
-
ANAYASAYI KORUMA VE KOLLAMA ŞURASI
-
REHBER
VEYA REHBERLİK ŞÛRÂSI
-
ANAYASANIN 109. MADDESİ
İran İslâm
Cumhuriyeti anayasasının 109. maddesi, Rehber veya Rehberlik
Şûrâsı üyelerinin taşıması gereken vasıf ve şartları kaspar.
Mezkur şartlar şunlardan ibarettir: Gereken ilmi salahiyet ve
takvaya, siyasi ve sosyal görüşe, rehberlik için yeterli
şecaat, güç ve yönetme istidadına sahib olma.
-
ANAYASANIN 110. MADDESİ
İran İslâm
Cumhuriyeti nizamı anayasasının 110. maddesi rehberlik
makamının yetki ve vazifelerinden sözeder. Bu yetki ve
vazifeler başlıca şunlardır:
-
PANİRANİZM
Pan", muhtelif
anlamlara gelen Yunanca bir ektir.
-
HALKIN
MÜCAHİDLERİ
Halkın
Mücahidleri, kelime anlamıyla halk için çalışanlar veya halk
için çarpışanlar demektir. Ancak, sözkonusu terim gerçekte
İranın siyasi tarihiyle ilgili bir isim olup 1344 -yaklaşık
1965te- şahlık rejimine karşı mücadele gayesiyle kurulan bir
gerilla örgütünün adıdır. Bu yeraltı örgütünün liderleri İslâm
ahkâmı ve bu yüce dinin hayatın her boyutuna cevap verebilecek
kapasitedeki muazzam öğretisine aşina olmadıklarından karma ve
sentez bir ideoloji seçmiş ve İslâm İnkılâbından çok kısa bir
süre sonra inkılâb ve inkılâb güçlerinin karşısında yer alarak
halka hizmet veren nice mazlum vatandaşları, inancına sadık
yiğit dinadamları ve memleketin en mümtaz gençlerini şehid
etmiş; ülke çapında giriştiği bombalı saldırılar, sivil halkı
taşıyan belediye otobüsleri ve içindeki insanlarla birlikte
evleri kundaklayıp ateşe verme.., vb. gibi insanlıkdışı
eylemlerle ülkede kan seli akıtmışlardır.
-
HALKIN
FEDAİLERİ
İran Halkının
Fedaileri Gerilla Örgütü İslâm İnkılâbının zafere erişinden
sonra inkılâb aleyhine siyasi ve terörist eylemlere girişen
tanınmış Marxist örgütlerden biriydi. Bu örgütün geçmişi,
Marxist üniversite öğrencilerinden bir grubun Ortodoksçu
Marksizmden kayarak Maoizme eğilim göstermeye başladığı
1966lara uzanır.
-
DİNİ
İLMİYE MEDRESELERİ
Dini ilmiye
medreseleri İslâmî amel, zühd, ihlas ve takvayla içiçe olarak
İslâmî bilimleri öğrenme ve dini bir mesuliyet duygusuna
dayalı olarak İslâmî kültür ve bilinçle tanışma merkezleridir.
İlmiye
medreseleri kurmanın şeri bir zaruret ve vazife olduğu,
Kuran-ı Kerimin Tevbe suresi 122. ayetindeki düsturunda
sarih bir beyanla bildirilmiştir, hz. Resulullah -saa-
döneminde İslâmî bilimleri öğrenmek pek zor değildi. Ne var
ki, zaman ilerledikçe İslâm toplumunun da giderek gelişmesi ve
bu yaygınlığın doğurduğu müşkülatlar, İslâmî ahkâmı öğrenme,
ayet ve rivayetleri doğru ölçülerle değerlendirme ve daha da
önemlisi dini maarifi koruma ve yayma yolunda birtakım yeni
imkanlar ve ön bilgilere sahib olmayı kaçınılmaz kılan bazı
şartları da beraberinde getirdi. Bugün dini ilmiye merkezleri
ve medreseleri denilen okullar bu zaruretin doğurduğu hizmet
mekanlarıdır. Bu mekanlarda İslâmî araştırma ve incelemeler
yapılır, öğrenim ve öğretimde bulunulur, İslâm'ı daha yakından
tanıyabilmek ve tahkik çalışmalarında bulunabilmek için kitap,
kütüphane... vb. her nevi imkanı bu merkezlerde bulabilmek
mümkündür. hz. Resul-ü Ekremden -saa- günümüze varıncaya
kadar kurulmuş bulunan mevcut dini ilmiye medreseleri başlıca
şunlardan ibarettir:
-
CİHAD-İ
EKBER
İslâm
öğretisinin en önemli mevzularından biri de cihad ve mücahede
meselesidir. Mücahid için pek çok fazilet ve üstünlükten
sözedilmiş olup onun ahirette alacağı mükafaat da
diğerlerininkinden fazladır. Ancak, muhtelif cihadlar arasında
en önemli, en değerli ve en makbul olanı cihad-ı ekber
olarak adlandırılmış bulunan İnsanın kendi nefsine karşı
cihad etmesidir.
En yüce insani
değerler nefse karşı cihadla kazanılır.
-
ALLAHA
DOĞRU SEYR-U SULÛK
İrfan, ilmi ve
kültürel bir sistem olarak iki kolda mütalaa edilir: Nazar!
irfan, ilmi irfan. İlmi irfana seyr-u sulûk
ilmi de denilmiştir. Seyr-u Sulûk
ilmi, sâlikin
- irfan yolunda yürüyen kimse - yüce insaniyet doruğuna, yani
tevhide ulaşabilmesi için işe nereden başlaması, sırasıyla
hangi merhale ve menzillerden geçerek bunları nasıl katetmesi
gerektiği ve bu yolu katederken ne gibi hallere uğrayacağı,
hangi hasletleri elde edeceği mevzuunu inceler. Bu yol ve
menziller daha önce aynı yoldan geçmiş ve aynı menzilleri
başarıyla geride bırakabilmiş olan, dolaysıyla bu hususta
gerekli bilgi ve tecrübeye sahip bulunan kamil bir insanın
eğitim ve denetimi altında katedilmelidir.
-
DIŞ
SİYASET
Anayasanın 152.
maddesi gereğince İran İslâm Cumhuriyetinin dış politikası
başkalarına tahakkümde bulunmama, tahakküm altına girmeme,
ülke bütünlük ve istildalini her bakımdan koruma, bütün
Müslümanların haklarını saaunma, sultacı müstekbir güçlerle
hiçbir şekilde uzlaşmama, İslâm Cumhuriyetine saaaş açmayan
ülkelerle karşılıklı barışçı ilişkiler kurma esasına dayalı
olup; ülkenin doğal ve iktisâdîzenginlikleri, kültürü, ordusu
ve diğer değerleri üzerinde yabancıların tahakkümüne yol
açacak her nevi antlaşma, anayasanın 153. maddesi gereğince
yasak ve geçersizdir. İran İslâm Cumhuriyeti, bütün beşeriyet
camiasında insanoğlunun saadetinin tahakkukunu kendisi için
bir ülkü kabul eder ve hürriyet, bağımsızlık, adalet ve Hakk
devletine sahib olmanın bütün dünya insanlarının hakkı
olduğuna inanır.
-
FITRAT
Bütün
peygamberlerin de bildirmiş olduğu üzere insanlar, adına
fıtrat denilen müşterek bir mayayla yoğrulmuş, müşterek bir
tıynet ve tabiatla yaratılmışlardır. Bu müşterek fıtrat, doğru
usullerle eğitilmeleri halinde bütün insanların yekdiğeriyle
aynı ve uyumlu bir vicdan ve eğilimlere sahib olmasını Sağlar.
-
İSLÂM
İNKILÂBI KOMİTELERİ
-
LİKÂULLAH
Bu terimde sözü
geçen likadan -kavuşma, görüşme, yüz, sima-maksat, ilmin en
kesin ve en aşikar merhalesidir. Bunun görme ve görüşme
şeklinde tabir edilmiş olması ise meselenin kesinlik ve
açıklığının çok net olmasından kaynaklanmıştır. Allah Tealâ,
bizzat kendi kelamı olan Kuranda, bugün bilinen manada gözle
görme veya diğer duyu organlarıyla algılamadan tamamen farklı
bir görme ve algılamanın varlığını ispat eder.
-
STALİN
Jozef Stalin,
Bolşevik Partisinin merkez komite üyelerinden ve Rusya
Komünist Partisinin resmi yayın organı Pravda gazetesinin
müdürlerinden biriydi. 1922de Komünist Parti Genel
Sekreterliğine getirilmiş, ardından, Sovyetler Birliğinin
fiilen devlet başkanı olmuştur. Stalinin ineği hadisesine
İmam -ra- konuşmalarında çokça değinirdi. Hadisenin tarihi
geçmişi kısaca şudur: Tahran Konferansına katılan ülkeler
arasında o günlerde Rusya da vardır.
-
DEMOKRAT
PARTİ
İran İslâm
İnkılâbının
zaferle sonuçlanmasının ardından inkılâba karşı silahlı
eylemlere girişen kavmiyetçi ve terörist örgütlerden biri de
İran Kürdistan Demokrat Partisi oldu. Bu parti, İran
topraklarının bir kısmının Sovyet orduları tarafından işgale
uğradığı 1945te kuruldu ve hemen ardından Kürdistan
bölgesinde, Kızıl Orduya bağlı bir muhtar devlet kurulduğunu
ilan etti. Rus orduları İrandan çekildikten sonra İran
Kürdistan Demokrat Partisinin İranda fiili varlığı yoktu,
ancak, doğrudan doğruya Rus güdümlü bir teşkilat olan Tudeh
Partisi tarafından ismi ve vasfı korunmadaydı. 0 yıllarda
Tudeh Partisi üyelerinden Kasımlu adlı bir şahıs, Çekoslovak
devletinin Tudeh Partisine verdiği burstan faydalanarak
burada doktorasını tamamlayıp Yahudi asıllı bir Çekle evlendi.
Mevcut
belgelere göre bu şahıs karısı aracılığıyla İsrail istihbarat
teşkilatına çalışmaya başladı ve bir süre sonra Bağdada
giderek Irak Baas Partisinin de yardımıyla Kürdistan
Dergisinin yeni dönem yayınına geçerek İran Kürdistan
Demokrat Partisi unvanını Tudeh Partisinin tekelinden
çıkardı.
-
KOMULE
Bu örgüt, İslam
İnkılabının hemen ardından bir grup maceraperest ve anarşist
unsur tarafından Maoist bir ideoloji çerçevesinde Kürdistanda
kuruldu ve eldeki belgelere göre tesisinden hemen sonra da
batı istihbarat servisleri, özellikle de İngiltere ve kukla
Bağdat rejimince desteklenerek bunlardan ciddi maddi ve askeri
himaye gördü. Komule, birtakım kavmiyetçi sloganlarla İran
kürdlerini ayrılıkçılığa kışkırtmaya çalışmakta ve amacının
Sosyalist Kürdistan kurmak olduğunu söylemedeydi. Komule
daha ziyade masum halkı acımadan katledişi ve inkılab
taraftarlarına vahşice işkencelerde bulunmasıyla tanınmış bir
örgüttü.
-
MÜDERRİS
Müderris, İran
tarihinin hürriyetperver kahramanlarından, bağımsızlık isteyen
dinadamlarından ve istibdad düşmanı mücadele insanlarından
biriydi. Hicrt 1287de Erdistanın çevre köylerinden birinde
dünyaya geldi. İlk tahsilini İsfahan, yüksek tahsilini de
Necef-i Eşrefte tamamladı. Halkın anlayacağı tarzda özlü ve
sade konuşması, insanlara sevgi ve yakınlık duyarak
gösterişsiz ve sade bir yaşantı izlemesi gibi özellikleri onu
kısa zamanda halkın lideri olma noktasına getirdi. 1328de
Milli Şûrâ
Meclisi 2. dönem toplantısında Necef ve Iran ulemasınca,
meclisin çıkaracağı kanunlara nezarette bulunacak beş
müçtehidden biri olarak meclise girdi ve 2. dönemin sonunda
Tahran halkı tarafından seçilerek bu şehrin milletvekilliğini
de üstlenmiş oldu.
- İNNA LİLLAH VE İNNA İLEYHİ RACİÛN
- KEŞKE BİZ DE SİZİNLE BİRLİKTE OLSAYDIK...
|