<%@ Language=VBScript %> Hz.ALİ (2) Sayfa 3

 

2.FASİKÜL   
SAYFA> | Giriş | 1 | 2 | 3 |   

Fitneden   uzak   kalmak   Ali'nin psikolojisinin bir temeli ve ahlakının kendisidir. Bu sıkı biçimde, sözünde durma, nefsine hakim olma her türlü kuralı çiğneyip acımasız biçimde hıyanet etseler dahi insanlara acıma temelindeki ilkelerine bağlıdır. En iyi sadakat ve bağlılık tabloları ise; Savaş hengamesi sırasında karşısında savaşanlardan tanıdıklarına, onları barışa davet eden bir bakışla bakması ve aralarındaki sözü hatırlatarak sorunlarını barışçı biçimde çözüp silahı bırakmalarını istemesidir. Daha önce aralarında bir sadakat geçmiş hiçbir düşmanına bu sadakat ve kardeşlik sözünü hatırlatmadan savaşmazdı. Eski dostlukta belki bu düşmanın vicdanını uyandıracak bir şeyler çıkabilir düşmanlık ve nefretinden vazgeçer. Ali, her şeyini kaplayan nefsindeki bu sadakat ve sevgi seli olmasaydı dostluğu düşmanlığa tercih etmezdi.

İmamın yüreğini dolduran derin sadakat duygularının ve içindeki bağlılık selinin bir delili, Ayşe başta olmak üzere, taraftarlarını ona karşı kışkırtıp düşmanlarının saflarına katarak onlarla birlikte üzerine yürüyen düşmanları olan Zubeyr Bin Al Avvam ve Talha Bin Abdullah'la aralarında geçenlerdir.

Taraftarının ve düşman habercilerinin anlattığına göre, Zubeyr ve Talha meşhur Cemel savaşında ona karşı savaşta ısrar edip onun sadakatini inkar ettiklerinde Ali, barış niyetinin bir göstergesi olarak yalın bir biçimde (hiçbir kalkan ya da silah kuşanmadan) çıktı onlara seslendi: Ya Zubeyr benim karşıma çık. Zubeyr her türlü silahla kuşanmış biçimde ona karşı çıktı. Ayşe bunu duyunca hemen bağırdı: Eyvah savaş!.. Çünkü Zübeyr'in mutlaka öleceğini biliyordu. Kavga başlarsa Ali'nin hasmının cesaretteki şansı ne kadar olursa olsun ve ne kadar fazla savaş deneyimi olursa olsun mutlaka ölecektir.

Ali'nin Zubeyr ile kucaklaştığını görünce Ayşe ve yamndakilerin dehşeti anlatılamazdı. Uzun boylu kucaklaştılar, çünkü yücenin yüreğindeki bağlılık nedenleri çoktu.

Ali, Zubeyr'e eski dostluk diliyle sormaya başladı: Yazık ya Zubeyr niye öyle çıktınız?

Osman'ın kanı diye cevap verdi.

Allah ilkimizi Osman'ın kanıyla öldürdü...dedi.

Ve daha önceki dostlukları, sözleri ve kardeşlik günlerini hatırlatmaya başladı.

Belki de böylesi bir durumda Ali ağlamıştır. Ancak Zubeyr ölünceye kadar İmamla savaşmaya devam etti. Ölümü de gönülsüz biçimde dostluk sahibi Ali Bin Ebi Talip'in eli üzerinde gerçekleşti. Görüşüyle, tutumuyla, sözü ve işiyle yardım ettiği kendisinden önceki halifelere olan iyi niyet bağlarından üç çocuğuna onların adlarını verdi: Ebi Bekr, Ömer ve Osman.

İmamın, hasmı olan Talha'nın ölümü karşısındaki tutumu, tarih boyunca şiddetle üzerine gidilen bir düşmanın düşmanına karşı aldığı eşsiz bir tutumdur. Ali, Talha'nın cesedi başında durduğunda, çok şiddetli bir üzüntüye kapılarak en sıcak bir şekilde ağladı. Aralarındaki değerli anılar, yoğun gözyaşı ve yüreğinde derin bir hüzün olarak ortaya çıktı. Cesedine bakarak şöyle demeye başladı: Seni, yıldızların altında uzanmış görmek beni çok derin bir şekilde etkiledi Ya ebe Muhammed. Bugün yerine yirmi yıl önce ölmüş olmayı Allah'tan diledi.

Ancak sadakat sahibinin bütün dostları ona sadakat göstermedi. Diğer insanlarla birlikte dünyanın zenginliklerinden yararlanmak için onu kendi vicdanına bırakmak istemiyorlardı.

Ali Der ki:

"Vallahi, altındaki her şeyiyle birlikte yedi kat gökyüzü bana verilecek olsa, bir karıncanın arpasını alarak Allah'a itaatsizlik etmem. Sizin bütün dünyalığınız, benim yanımda çekirge ağzındaki bir yapraktan daha önemsizdir."

Ali bununla, söyleyip sonra yapanlardan değildir. Tam tersine söylediği söz yaptığı eylemin içinden, duyduğu duygudan, ve yaşadığı yaşamdan doğmaktadır. Ali insanlar arasında ve insanlara çok cömert davranırdı. İnsanlara zarar vermemek için en uzak duran insandır. Onların uğruna kendini feda eden ve vicdamyla buna inanan bir insandır. Bütün yaşamı da zayıf ve mazlumlar uğruna bir savaşım, "Nam şan mirasçılarının" üretim aracı olarak kullanmak istediği halkın sonsuz bir zaferi değil miydi? Egemenlik, şan ve mal toplamak için halifeliği kullanmak isteyen Kureyşlilerin başında sert bir kılıç olarak durmadı mı? Dünya sahiplerinin, zayıf, yoksul ve mazlum kardeşlerini köle etmeleri konusunda onlara uymadığı için yeryüzündeki halifelikten ve yaşamdan yoksun kalmadı mı? Ali, halkın malından isteyen kardeşi Akil'i reddettiği zaman insanlar içerisinde onları en fazla koruyan insan değil miydi? Bu kardeşi de kendisinden vazgeçip, yoksulun, mazlumun, işçinin ve durumu iyi olmayanın malının çok az bir bölümünden yararlanmasına izin vermesi karşılığında Muaviye'ye uydu. Ali, yönetenleri ve çalışanları insanları korumaya yönlendirerek, şan ve egemenlik sahiplerinin ellerine vurarak ve bunu şiddetle savunup cezayla tehdit ederek halkın en cömert babası olduğunu göstermedi mi? Kendi taraftarlarının kulaklarında sürekli yinelenen şu vasiyetlerin sahibi Ali değil midir: "insanlara karşı insaflı davranın, gereksinimlerine tahammül edin. Onlar taraftar deposudur. Hiç kimseyi gereksiniminden alıkoymayın, isteğinden uzak bırakmayın, insanlara hiçbir kışlık ya da yazlık bir elbiseyi ve yahut iş yaptıkları bir hayvanı pahalı satmayın. Bir dirhem uğruna hiç kimseye bir kırbaç dahi atmayın."

Mısır'daki temsilcisi Altar Al Nah'iye ve yaptıklarıyla ilgili olarak şu vasiyetin sahibi Ali değil midir: "Yiyeceklerini ellerinden alan yırtıcı bir aslan olma. Onlar iki sınıftır. Ya senin din kardeşin y a da yaratılış olarak senin benzerindir. Allah 'm sana af ve sefasından vermesini istediğin gibi sen de onlara ver. Hiçbir aftan pişman olma ve hiçbir cezayı abartma" Daha sonra da şöyle devam ediyor: Tekelciliği yasakla. Ali'nin tekelciliğin yasaklanması üzerinde önemle durması onun, Muaviye ve taraftarları arasındaki sorunun uzak nedenlerinden bir tanesidir. Bunlar mülkü malı ve ganimetleri kendileri için istiyorlar Ali ise bütün halk için istiyordu.

Ali'nin insanları koruması ve yaptıklarının özürlü görülmesi öyle bir dereceye vardı ki, Basralılar ona, çocuklarına kılıçla karşı koyup sövdüler ve onları lanetlediler. Onlara karşı zaferi elde ettiğinde onlarla savaşmayı bırakıp onları kendi güvenliği içerisine aldı. Aynı biçimde kendisini öldüren İbn i Milcem hakkında da iyilik tavsiye etti. Çocukları Hasan ve Hüseyin'e şöyle vasiyet etti: "Doğruyu söyleyin. Zalime düşman ve mazlumdan y ana olun. "

Yakınları olsa dahi zalime karşı düşman olmalarını, yeryüzünün en ücra köşesinde dahi olsa mazluma yardımcı olmalarım istedi. Ali zalimleri yok etmek ve mazlumların durumlarını iyileştirmek isterken, bunun için yüreğiyle, dili, kılıcı ve kanıyla çaba harcadı. Bu uğurda yaşamı pahasına da olsa hiç bir ödün vermez ve yumuşak davranmazdı.

*      *      *

Ali'nin insanlar arasında en adil olması garip değil, tam tersine olmaması gariptir. Ali'nin adaletteki yeri, insanlığın ruhunu ve konumunu onurlandıracak bir yerdir. Bunların arasında kardeşi Akil'in halkın malından istemesi olayıdır. Ki, İmam reddetti çünkü ihtiyaç sahipleri daha evladır. Bu mal ayrıca onların malıdır. Bunun üzerine, kardeşi onu bırakıp düşmanı Muaviye'nin yanına gitmekle tehdit etti. Bu da onu etkilemediği gibi tavrını da değiştirmedi. Kardeşi de Muaviye'ye gidip şöyle demeye başladı: "Muaviye dünyada daha iyidir. "

Muaviye de Akil'in düşündüğü gibiydi. Beytülmal (Hazine) Muaviye'nin gözünde, egemenliğini pekiştirecek, yoluna feda edip Emeviler'in geçmiş şanlarım geri getirecek bir silah niteliğindeydi.

İmam mahkeme ve yargılama konularında kendisinin taraftarlarından üstün olmamasını isterdi. Tam tersi yargılamayı kendi adalet ruhunu doyurmak için yapardı. Örneğin kalkanını normal insanlar arasından Hıristiyan bir Arap'm yanında buldu. Yargıçlardan birinin yanına, yargılamak üzere götürdü. Yargıcın adı da, Şerih idi. Yargıcın önünde dururken Ali, Bu benim kalkanımdır. Ne sattım ne de hibe olarak verdim. Yargıç Hıristiyan adama yönelerek sordu : Müminlerin emirinin söylediği konusunda ne diyorsun? Hıristiyan Arap şöyle dedi: Bu kalkan benimdir. Müminlerin emiri de benim yanımda yalancıdır. Burada yargıç Şerih, Ali'ye dönüp sordu : Bu kalkanın sana ait olduğuna dair bir delilin var mıdır? Ali güldü ve şöyle dedi: Şerih doğru söylüyor bir delilim yoktur. Böylece de Şerih, kalkanın Hıristiyan araba verilmesi hükmünü verdi. Hıristiyan müminlerin emiri ona bakar vaziyette iken kalkanı aldı ve gitti. Ancak adam bir iki adım gitmeden dönüp şöyle dedi: Ben bunların Peygamber hükmü olduğuna tanıklık ederim. Müminlerin emiri beni kendisi aleyhinde hüküm verecek bir yargıca götürüyor. Daha sonra şunları ekledi: Ya müminlerin emiri vallahi bu kalkan senin kalkanındır. Benim iddiam da yalan idi. Uzun bir zaman sonra Nehravan çarpışmasında bu adamın Ali'nin yanında Haricilere karşı şiddetle savaşanların arasında görüldü.

Ali Bin Ebi Rafı şöyle dedi:

Ali Bin Ebi Talip döneminde Beytülmal (Devlet Hazinesi) haznedarı ve yazıcısıydım. Hazinede Basra günlerinden alınmış bir inci gerdanlık vardı. Ali Bin Ebi Talip'in kızı birini gönderip, hazinede inci bir gerdanlığın bulunduğunu öğrendim. Bu da senin elindedir. Kurban bayramı günlerinde giyip süslenmem için ödünç almak istiyorum. Onu verip şu şekilde haber gönderdim: Ya müminlerin emirinin kızı garantili olarak üç gün sonra geri verilmek üzere emaneten veriyorum. Evet dedi. Garantili olarak üç gün sonra geri verilmek üzere emaneten alıyorum. Müminlerin emiri bunu üzerinde gördü ve hemen sordu: Bu gerdanlığı nereden getirdin? Cevap olarak: Müminlerin emirinin haznedarı Ebi Rafî'den bayramda süslenip sonra geri vermek üzere ödünç aldım. O zaman müminlerin emiri beni çağırdı. Ben de geldim. Hemen bana: Müslümanlara ihanet mi ediyorsun ya Ebi Rafı? dedi. Müslümanlara ihanetten Allah'a sığınırım dedim. O zaman nasıl olur da benim iznim ve onların rızası olmadan Müslümanların hazinesindeki gerdanlığı müminlerin emirinin kızına ödünç veriyorsun? dedi. Cevap olarak ben: Ya müminlerin emiri o senin kızındır. Benden süslenmesi için ödünç almak istedi ben de, garantili olarak üç gün sonra geri verilmek üzere emaneten verdim. O zaman şöyle dedi: Hemen al ve yerine koy. Böyle bir şeyi de bir daha yaparsan seni cezalandırırım. Sözü kızının zoruna gitti. Ve şöyle söyledi: Ya müminlerin emiri ben senin kızınım, senin bir parçanım. bunu takınmayı kim benden daha fazla hakkeder? Ona şöyle dedi: Ya Ebi Talip'in kızı kendini haktan uzak koyma Muhacir ve taraftarların bütün kadınları bunun gibi bir gerdanlıkla mı süsleniyor? Ben de ondan alıp geri yerine koydum.

En basit olaylar karşısındaki adaleti dahi onun içinden geliyordu. Dünya nimetlerinden bir tanesini diğer insanlarla birlikte ve eşit biçimde alacak olsa dahi, kendi payının başkasına verilmesini isterdi ki, diğer insanlar hakların fazlasının küçüklerden ziyade büyüklere mahsus olduğunu düşünmesinler. Örneğin günün birinde Ebi Al Navvar'a oğlu ile birlikte gitti. Ebi Al Navvar'dan iki gömlek satın aldı. Sonra çocuğuna dönüp istediğini seç dedi. Çocuk birisini seçti, diğerini de Ali aldı.

İmamın iktidardakilere olan vasiyetleri ve mesajlarının hepsi bir eksen üzerinde dolaşıyordu. O da: Adalettir. Yakın ya da uzak olsun, insanların ona karşı olmalarının temel nedeni, hiçbir yakından yana, ya da etkin hiç kimseye hoş görünmeye çalışmayan adalet terazisi oluşundandır. Osman Bin Affan, Müslümanlarda iktidara geldiğinde, bütün akraba, yardımcı ve dostlarının şan ve servet kaynaklarında at oynatmalarını sağladı. Bununla da kötülükleri örtbas etmeye itildi. Mervan da onun üzerinde en etkili olanı idi. Yaptıklarıyla da, Ebi Beki-Al Sıddık'ın halifesi olan Ömer Bin Al Hattab'a söylediği ve doğru olan vasiyetine ters düştü. Ki şöyle diyordu: "Allah'ın Peygamberi (SAV)'ın şu, zimmeti geniş, hırslı ve kendi kendini seven dostlarına karşı uyanık ol. "

Ali'nin içinde, bu zimmeti geniş insanlara karşı bir şeyler vardı. Onun için halifeliği ele aldığında, ayırdıklarını ayırıp iktidar ve tekelden uzaklaştırdıklarını uzaklaştırıp aralarında adaletten başka bir şeyi kabul etmedi. Mesajı doğal ve adil gidişatından saptırıp, kendisine mal, egemenlik ve şan elde etmeye yeltenen herkese karşı savaştı. Bunların kulaklarına şu güzel sözleri her zaman tekrarladı: "Sizleri neyin ıslah edeceğini bilemiyorum. Ancak kendimi batıla iterek sizleri ıslah edemem. "

Ortam ve hile sonucunda zaferi elde etseler dahi hükümetleriyle hezimete uğrayan zalimlerle arasında olanların aynısı da bunlarla arasında gerçekleşti. Zulme uğramalarına karşın Ali ve taraftarlarının içindeki adalet kazanmıştı.

Ali, Bin Melcemin darbesi sonucunda öldüğünde, Ümmi Heysem Al Nah'iye ağlayarak ona bir ağıt yaktı. Ağıtın içinde insanların Ali'ye olan bakışını ve onurlu adaletini dile getiren şu beyitler vardı:

"Çekinmeden kılardı hakkaniyeti, dostuna da düşmanına da verirdi adaleti.

Dostuna da düşmanına da adalet diyen Ali idi."

*          *          *

Doğruluk yüce insanların ahlakıdır. Ali'nin yanındaki bu ahlak ise, diğer bütün karakterlerinin kaynaklarına varması içindir. Adalet, doğruluk, sadakat, mertlik vb. şeylerin hepsi kardeştir. Doğruluğu, içindeki ya da hesapladığı hiçbir şeyi saklamaz, niyet etmediği ya da içinde bulunmayan hiçbir şeyi de varmış gibi göstermezdi. Bunlardan ve kendisine sakladıkları kötülüklerden kurtulmasının hileden geçtiğini en iyi biçimde bilmesine karşın, saldırgan düşmanlarına karşı hileye başvurmamıştı. Daha önceki bölümlerde İmam'ın doğruluğu ve sadakatinden söz ederken kendisinin karakterinden öte olan mutlak doğruluğunu gördük.

*          *          *

Ahlakının esaslarından biri de, her şeyinde sadeliği temel alıp resmiyetten nefret etmesidir. Belki de bu, karakterinin ana melekesidir. Bu konuda şöyle diyordu: “Kardeşlerin kötüsü, resmiyet isteyenidir." Yine : Mümin kardeşine karşı resmi davranırsa onu kaybeder diyordu. Buradaki resmi davranmaktan kastedilen, resmiyeti gerektirecek tavırları takınmasıdır. İleri sürdüğü her görüşünde, ya da verdiği herhangi bir öğütte, veyahut hibe olarak verdiği veya engellediği herhangi bir malda, yapmacık tavırlardan kaçınırdı. Bu karakterine öyle bağlıydı ki, gereksinim sahipleri onu hile ile razı etmek, hilekar ve dolandırıcılar da onun yapmacık rızasını dahi elde etmek için çaba harcamaktan bıkıyordu. Bunun sonucunda da bunlar onu, sert, kaba ve insanlara karşı kibirli olmakla suçluyorlardı. İmam, hiçbir zaman isteyerek ya da istemeyerek sert, kaba ya da kibirli olmamıştı. Tam tersine onun her tavrı, kendisinin resmi olmayan, mübalağasız karakter ve doğal yapısının bir sonucu olarak ortaya çıkardı. Kendisini çevreleyenlerin büyük bir çoğunluğu kişisel çıkarları peşinde olduklarından, onlara karşı iyi niyete sahip değildi. Bu rahatsızlığım da hiç saklamadı. Duyguların gizlenmesi ya da açığa vurulması, ne kibirlilik ne de kabalıktır. Tam tersi Ali, kendini beğenmişlikten nefret eder ve kendini beğenmişliği hiç kabul etmezdi. Çocukları, yakınları ve taraftarlarından her zaman kibir ve kendini beğenmişlikten sakınmalarını isterdi. Bunlara, öğütlerinde şöyle diyor: "Sakın ha, sakın kendini beğenme, Şunu bilmeni isterim: kendini beğenmişlik doğruluğun zıttıdır ve yüreklerin düşmanıdır." Resmiyeti övenlerin önünde de olsa ondan nefret ederdi. Birisi övmeyi biraz abartacak olsa hemen onun sözünü keser ve şöyle söylerdi: "Ben senin dediğine katılmıyorum." Birisi de suçlamayı abartacak olursa, onun hakkında bildiğini saklamaktan kaçmmayıp hemen şöyle söylerdi: içindekileri uyandır. Onu çok sevenler ve çok nefret edenler karşısında, Ali resmiyetten hep nefret etmiştir. Bu konularda şöyle derdi: "Bir insan iki şeyden mahvolur; Sevgisini abartan bir seven ile Nefretini abartan bir düşmandan." Çünkü her ikisinde de resmiyet çok olur. Kendisi ne kibirli ne de çok mutevazidir. Çünkü ikisinde de bir resmiyet vardır. Bunların aksine kendini hep olduğu gibi gösterirdi. Adalet ve hakkaniyetin doğruluğu gibi bir doğrulukla kendisini gösterirdi. Bir gün heybesinde satın aldığı hurmayı taşırken onu görüp ver taşıyalım dediklerinde: "Hayır çocukların babası bunu taşımada daha evladır" demesiyle insanlar içerisinde Ali'den daha uysal ve daha iyi bir çizgi izleyeni görebilir misin?

Kastedilen mütevaziliği yaygın biçimde insanın iyi bir tarafı olarak görmek yanlıştır. Tam tersine bu nefret edilecek bir resmiyettir. Ali ne mütevazı, ne de kibirliydi. İçindekini, ne mütaviziliğe, ne de kibre yönelik hiçbir hesap yapmadan açığa vururdu. Çünkü ikisi de yücenin içinde yoktu. Ancak bazıları kibirli olarak ya da mütevazı olarak görüyorsa buradaki hata insanların onu tahlil eden bakış açılarının yanlışlığındandır. Kendisi bunların dışındaydı. "İmamın Dahiliği" eserinin yazarı şöyle diyor: "Savaş esnasında ona karşı çarpışanlara, onlar çelik zırhlarla örtünmüşken kendisi başı açık çıkardı. Asıl garip olanı, kendilerinin hileye bürünmüşken kendisinin açık bir nefisle çıkması değil miydi."

Sertlik bakımından da, imamın ahlakında öyle bir şey yoktu, tam tersine hep müsamahakar ve sade idi.

*      *      *

Ahlakının bir diğer tarafı da, gönül temizliğidir. Kendisi hiçbir yaratığa karşı kin beslememiş ve en şiddetli düşmanları ve bütün karşıtlarına, ona haset edip sevmeyenlere karşı hiçbir öç alma duygusu beslememiştir. Ölmek üzere iken çocuklarına ve yakınlarına onu vuran İbn Milcem'i ya da yakınlarından herhangi birini öldürmemelerini söylediğinden söz ettik. Kellesini istemesine rağmen, düşmanı olan Talha'nın ölümü üzerine ağlamıştı. Dostuna sadık, acısını açığa vuran diyerek arkasından ağıt yakmıştı. Kendisine karşı savaşmalarına, onu öldürenin onlardan birisi olmasına, dostlarına eziyet edip kendisine ve dostlarına karşı Muaviye, Amro Bin Al As ve etrafındakilerden çektiğinin fazlasıyla çektirmelerine rağmen dostlarından haricilerle savaşmamalarını istemişti. Çünkü yanlış yolda olmalarına rağmen davalarına sadık olduklarını sezmişti. Ayrıca hayatı boyunca ve. başından geçen bütün olaylarda düşmanlarına karşı kin beslediği görülmemiştir. Hatta bizzat Muaviye'ye karşı kin beslememiştir. Burada hep kendi içindeki hakka, dilindeki doğruluğa ve elindeki kılıca başvururdu. Mertliğin doğasında kendisine yapılan haksızlığa karşı susmama, başkalarına yapılan zulümde sinmeme karakteri mevcut olmasına karşın kin beslememekte mertliğin doğasında mevcuttur. Ancak, kendisine karşı düşmanlığı ilan edip ölümü isteyenlere kin beslemeyen bu ulu karakter, kin ve nefret dolu kişilerce kuşatılmıştı. Ali'nin birçok güzel sözü, içindeki iyilik ve sevgi diğerlerindeki gaddarlık nedeniyle acı sitemle doluydu.

Cömert olmak ve hatta sınırsız cömertlik onun ahlakıdır. Ancak usulüne ve amacına uygun biçimde cömertti. İnsanların malından ve emeğinden cömertlik yapan iktidar sahiplerinin cömertliği değildi. Ayrıca bunlar cömertlik yapsalar dahi, yakınlarına, akrabalarına ve onların malını korumak için kılıç sallayanlara cömertlik ederlerdi. Şayet bunun dışında cömert davranacak olurlarsa da, kendilerine cömert denmesi için yaparlardı. Çünkü bu, insanın toplum içerisindeki saygınlığını arttırır, sevgi kazanmasını sağlar ve çalıp çarptığını örterdi. Ayrıca, zalim birisi ise onun zulmünü örtbas eder, politik olarak aciz ise onun aczini gizlerdi. Anlamı itibariyle rüşvetten hiçbir farkı olmayan, tarihimizde bizim gibi şan ve egemenlik sahiplerinin tarihinde birçok meşhurun tanınmış olduğu böylesi cömertliği Ali Bin Ebi Talip'in hayatı boyunca bir defa olsa dahi görmemiş ve böylesi fırsatı olmamıştı. Onun cömertliği, etkin ve kendisi ile iç içe girmiş mertliğin bir anlatımıydı. Kızını, diğer kızlar gibi bayram gününde boynuna takmak üzere bir gerdanlığı hazineden ödünç aldığı için tenkit ederken, Kamu malından biraz destek istediği için kardeşi Akil'i tenkit ederken, her rüşvet isteyeni veya çaba harcamadan ve haksız olarak vermek isteyeni kendisinden uzaklaştırırken, kesinlikle ispat edilmiş anlatımlara göre de Medine Yahudilerine elleri şişinceye kadar hurmalara su verip ücretini alarak gereksinim sahiplerine dağıtırdı ve bu ücretle köleleri satın alıp hemen azat ederdi. Tanıyanların anlatımından Al Şa'bi'nin anlattığına göre dünyada kendi malından verirken kendisinden daha cömert yoktur. Bazı durumlarda düşmanın tanıklığı en doğru tanıklık olabileceğine göre onu kötülemeye ve lekelemeye çalışırken Muaviye Bin Ebi Sufyan'ın aşağıdaki sözleri söylediğine göre Ali'nin cömertliği nasıl olabilirdi: "Ali'nin yanında biri altın külçelerle dolu diğeri de samanla dolu iki hazinesi olsa, altın külçelerini daha önce tüketirdi."

*      *      *

Bu onurlu niteliklerin bir tamamlayıcısı, bu yüce mertliğin bir meziyeti ve ilerde sözünü edeceğimiz bu edebi dahiliğin bir devamı olarak İmamın tanındığı kendine güven duygusu ile birleşmesi doğal değil midir? Kendine güven duygusu bu özelliklerin zorunlu bir tamamlayıcısıdır. İmam bir çaba harcarken yaptığının yüceliği ve içindeki hakkaniyetin doğruluğundan emindi. Peygamber ve sahabelerinin kötü sonucundan ikaz etmelerine rağmen Arap yarımadasının en yiğidi Amro Bin El Vedd'e karşı koyması içini dolduran bu cesarete güvenmesinden kaynaklanıyordu. Etrafında çok olan düşmanlarından korumasız biçimde namaza gidip zehirli kılıçla Bin Milcem tarafından vurulması da, içini doldurup yaralarından fışkıran hakkaniyete olan güveninin bir delili değil midir. Bütün yaşamı da, işi ile sözü çok yüce bir akıldan ve ahlaktan kaynaklandığı için yaptığının doğruluğuna inanan ve bu inancında inat eden bir adamı gösterecek söz ve eylem silsilesinden ibaret değil midir?

İçinde barındırdığı bu asil güven ortamında, adaletine olan güçlü inancı, kendisi hakkındaki insanların değişen yargılarına rağmen hiç değişmeyen ve yumuşamayan tavrıyla şöyle diyor:

"Benden nefret etmesi için müminin boğazını şu kılıcımla kesecek olsam dahi benden nefret etmez. Beni sevmesi için de münafığa her şeyiyle dünyayı verecek olsam yine beni sevmez. " Bu konuyla ilgili yine şöyle diyor: "Vallahi ben tek başıma, onlarda kum gibi kalabalık olsalar dahi hiç umursamaz ve onlardan korkmazdım."

Medine'nin yerlilerinden bir grubun Muaviye'ye katıldıklarım öğrenince de, bu eşsiz güvenle oradaki temsilcisi Sehl Bin Hanif Al Ansari'ye şöyle dedi: "Senin bir kısım adamının Muaviye'ninpeşine düştüklerim duydum. Sayıları ve donanımları konusunda onları önemseme, Vallahi onlar hiçbir zaman ne zulümden vazgeçer ne de adaleti sağlayabilirler. "

 

İLİMLER YUMAĞI HZ. ALİ

-İnsanların en değersiz olanı en ilimsiz olanıdır.

İmam ı Ali

-Ya Ebi Hasan, senin hükmünü vermediğin bir sorunu Allah hayırlı kılmaz.

Ömer Bin Al Hattab

 

İMAMIN KÜLTÜRÜ

Ali Bin Ebi Talip eşsiz bir akıla sahiptir. Kendisi bununla da İslam'ın kutbudur. Arap bilimlerinin külliyatıdır. Temelini atmadığı ya da atılmasının katkısında bulunmadığı Arap kültürü mevcut değildir. Topluluk içerisindeki belagatı ve dahiliği üzerinde söylenecek çok şey vardır. Ali'nin kültürü fıkıh, hukuk, Arap dili ve edebiyatındaki kabiliyeti konusunu bu bölümde kısaca ele alacağız. Buna ek olarak gerektiği yerde bilgeliğinden de söz edeceğiz. Bu konuda çok şeyler söylendiğinden ve araştırmacılar bunu geniş biçimde incelediklerinden biz onun kültürü ve kabiliyetini kısaca ele aldık. Bu kitaptaki amacımız onların geniş tuttuğu yerleri kısaca ve kısa tuttukları, ya da ihmal ettikleri yerleri de geniş biçimde ele almaktır. Konumuza Kuran ve  hadisten başlayarak diğerlerine geçeceğiz. Böylece, Peygamberin aşağıdaki sözüyle Ali'yi nitelendirirken ne kadar isabet ettiğini görürüz "Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır." Ali Bin Ebi Talip Peygamberin nezaretinde ve onun öğrencisi olarak büyüdü. Ahlakını ve dünya ile ahlaka bakış açısını ondan miras aldı. Bu miras gönlünde ve aklında adım adım ilerledi. Kuran'ı, eşyanın özüne inip onu kavrayan bilge idrakiyle inceledi. Halifeliği Ebi Bekr, Ömer ve Osman'dan sonra devralıncaya kadar geçen uzun zaman içerisinde bu etkin derin araştırmayı yapma fırsatını elde etti. Onun için Kuran-ı metin olarak özenle okur ve öz olarak özenle yaşardı. Bunun sonucunda da, dili yüreğiyle sapmadan yaşardı.

Hadis konusundaki bilgisi üzerine de toz kondurulamazdı. Burada garipsenecekbir şey söz konusu olamaz, çünkü hiçbir mücahidin ya da sahabenin eşlik edemediği kadar uzun bir zaman boyunca Ali, Peygambere eşlik etmiştir. Diğerlerinin duyduğu ya da duymadığı birçok şeyi kendisi duydu. Ali, bizzat kendisinin Peygamberden duymadığı hiç bir hadisi anlatmadığını söyler. Çünkü Peygamberin hadislerinin hiç bir kelimesinin kendi kulağı ya da yüreği tarafından duyulmadığına mutlak biçimde inanıyordu. Ali'ye şunu söylediler: "Neden Allah'ın Peygamberi (SAV) ile en fazla sen konuşursun? " Cevaben şöyle dedi: "Şayet ona bir şey sorarsam o yanıtını verirdi. Yok eğer susarsam o öğretmeye başlardı. " 

*      *      *

Ali Bin Ebi Talip'in İslamiyet'i en iyi biçimde yaşaması gibi fıkıh olarak da en iyi biçimde bilmesi doğaldır, çağdaşlarının arasında fıkıh olarak ve daha doğru fetva veren kimse olmamıştır.Derin bilgisi ve fıkhı nedeniyle Ebi Bekr Al Sıddık ve Ömer Bin Al Hattab'm karşılaşıp çözemedikleri sorunlarda en güvendikleri kişi durumundaydı.


(1) Medine kentinin eski adı
(2) Mesaj sahibinin sözlerinden

(3) Mesaj sahibinin sözlerinden
(4) Ali Ümran süresinden

(5) Mesaj sahibinin sözlerinden
(6) Zilhicce: Hicri takviminin 12. Ayıdır
(7) Gar Sovr: Bölge adıdır.
(8) Gufran: Affetmekten çok daha geniş bir anlamda olduğu için olduğu gibi Arapça'sını kullanmak istedim.

14.09.2001

Devamı (3.Fasikül)