<%@ Language=VBScript %> Hz.ALİ (2) Sayfa 2

 

2.FASİKÜL   
SAYFA> | Giriş | 1 | 2 | 3 |   

YÜCE AHLAK

-Birisi Ali'yi bir anlaşmazlık konusunda Ömer Bin Al-Hattab'a şikayet eder. Ömer de müminlerin emiriydi. İkisini çağırıp Ali'ye: Ya Ebi Hasan hasmının yanında dur dedi. Ali'nin yüzünden etkilendiği belli oluyordu. Bunun üzerine Ömer: Hasmının yanında durmak zoruna mı gitti ya Ali dedi. Ali: Hayır ya müminlerin emiri dedi. yalnız ikimizi eşit tutmadığım gördüm. Bana lakabımla hitap ederek beni yücelttiğini kendisine lakabıyla hitap etmediğini gördüm. Ali binip oradan ayrılırken yaya olarak yanında yürüyenler vardı.

- Onlara : Bir şey mi istiyorsunuz, dedi. Hayır dediler. Öyleyse dağılın yaya olanın binmişin yanında yürümesi binmiş olanı bozar yürüyeni de küçümser dedi.

 

YÜCE AHLAK

Canlı bir varlıktaki,  özellikle  de bir yücedeki ahlakı, sıfatları ve karakteri birbirinden ayırmak çok zor ve yapmacık olur. Bunlar birbiriyle iç içe ve birbirini tamamlayan bir bütündür. Biri diğeri için bir neden ya da bir başkası için sonuç olarak ortaya çıkar. Veyahut birinin ya da ikisinin neden ve sonuçta destekleyicisi olabilir. Onun için de benim çabam teorik olarak ayırıp pratikte birleştirmekten başka bir hedefe sahip değildir. Böylesi bir teorik ayırma işleminde tahlil ve çıkarsamaya gitmeyeceğim, bunu eşyanın kendi doğasından ve kendiliğinden bir çıkarsamaya varılmasından isteyeceğim. Bütün bunlar bir özetti. Amacımız İmam-ı Ali'nin kişiliğini her yönüyle kavramaktır. Ahlakını ve karakterini öğrenmemiz ileriki araştırmalarımıza bir çerçeve oluşturacaktır. Sözümüze de Ali'nin ibadeti ve anlamıyla başlayalım...

Ali Bin Ebi Talip'in kendisi, yakınları ve insanlarla ilişkilerindeki birçok tavrının nedeni olan inancı ile bilinirdi. Bazı inananlarda olduğu gibi Ali'nin inancının koşul ve ortamın dayattığı bir çeşit kölelik olmadığını görüyorum. Bunların büyük bir çoğunluğunda ibadet, bazen içlerindeki bir zayıflığın yansıması, bazen de yaşam ve canlılarla karşı karşıya gelmekten kaçmanın bir anlamı, miras olarak kalmış ve çoğu zaman insanların ve toplumun kutsanmasından kaynağını alan yeni bir hevesle desteklenmiş heves olarak görülmektedir; ancak İmamın yanındaki ibadet, yeryüzü ile gökyüzünü bir araya getirecek şekilde uzayıp büyüyen ahlak çemberinin taraflarını bağlayacak her türlü kuvvetten alındığını görürsün. Canlıları her türlü iyiliğe iten şeyler uğruna bir çeşit savaşımdır. Her halükarda, bozgunculuğa karşı ve onunla her yönüyle savaşan, münafıklık ve özel çıkarlar uğruna kavga ve sömürü ruhuna karşı olan, bir başka yönüyle de horlanma, yoksulluk ve miskinliğe karşı isyan eden özelliğinden kaynaklanmaktadır Bütün bunların dışında yaşadığı çağın özelliği olan kriz ve buhranın bütün özelliklerine karşı bir isyandır. Özünde, hakkaniyet uğruna şehitlik ruhundan gelmektedir. Onun . inancı, "İmamın özelliği; yalanın sana yararlı, doğrunun zararlı olduğu yerde doğruyu egemen kılmaktır." Sözüyle dile getirdiği imanın özelliklerinden kaynaklanmıyor muydu? Daha sonra bu doğruluğun şehidi, çağının çıkarları doğruluğun dışında olmasına karşın yaşamını böyle geçirmedi mi? Ayrıca buna ek olarak şunu söyleyebiliriz: Bu doğruluk şehidi, şehitliğin ölçütlerini doğru olarak kabul edecek olursak bütün insanlığın üstünde yaşamadı mı? Ayrıca imamın ibadetini irdeleyen bir kişi, Ali'nin yönetim ve politik tavırlarında isyankar olduğu gibi inanç ve ibadetinde de isyankar olduğunu görür. İbadetinde bir şairin tutkusu mevcuttur. İbadetini yaparken saf bir gönül ve dolu bir yürekle rahat bir şekilde dururdu ki, bu evrenin bütün güzellikleri gözü önüne gelecek olursa içindeki denge, etkileşim ve yankılarda karşılığını bulurdu. Özgür insanların inancı ile yücelerin ibadetlerinin temel kuralını oluşturacak olan olağanüstü güzellikteki şu ibareyi söylemiştir: "Arzu ile Allah'a ibadet eden kişilerin ibadeti tüccar ibadetidir. Korku ile Allah'a ibadet eden kişilerin ibadeti de köle ibadetidir. Şükür için ibadet eden insanların ibadetleri ise özgür kişilerin ibadetidir. " İmamın ibadeti, ibadet eden birçok kişide olduğu gibi korkup kaçan ya da hevesli bir tüccarın ibadetinin olumsuzluğundan değil, tersine bir uzman deneyimi, bir bilge aklı ve bir şair yüreği özünde yüce, kendini ve evreni kavrayan kişinin pozitifliğinden kaynaklanan bir ibadettir.

İnancın ve ibadetin bu anlayışıyla Ali, insanları; insanlığın genel çıkarları uğruna Allah'a inanmaya yöneltiyordu. Ya da ibadet tüccarlarının ahret zenginliği arzusunu erteleyen bir davaya inanmalarını istiyordu. Zalim ile mazlum arasında adaleti gerçekleştirebilirler ve insaflı davranabilirler diye insanları inanca yönelterek şöyle diyor: "Allah'a inanın... Düşman ve dosta adaletli davranmaya inanın." Hakkaniyeti, görmeden kabullenmeni sağlamayan, sevmediğine karşı taraf olmanı, sevdiğine karşı yakınlık duymanı önlemeyen insanı aldatmanı engellemeyecek ve sana kötülük yapanı, affetmeni sağlamayacak bir imanın, imamın gözünde hiçbir faydası yoktur.

*      *      *

İçinde imanın bu özelliğini taşıyan birisinin yaşama bakışı mutlaka Ali Bin Ebi Talip'in bakışı gibi olacaktır. Çünkü bu nitelik herhangi bir zevki hedef almaz herhangi bir lezzete feda edilmez. Tam tersine içinde barındırdığı her türlü etki ile kapsamlı bir kişilikte karşılığını bulurdu. Onun için de Ali dünyada yoksul ve tasarruflu kaldı. Eliyle yaptığı yüreği ve diliyle söylediği her şeyde sadık olduğu gibi yoksulluğunda da sadıktı. Dünya lezzetini, devlet ve egemenlik nedenlerinden ve diğerlerinin varmaya çalışıp temel dayanakları olarak gördüğü hiç bir şeyi önemsemedi. Çocuklarıyla basit bir evde otururken mülk değil sadece halifelik yanma geldi. Kendisi eşinin eliyle dövdüğü arpayı yerken onun işçileri Şam'dan, Mısır'dan, İrak'tan ve diğer yerlerden Hicaz'a gelebilen her türlü lezzetleri alıyorlardı. Hatta birçok defa kendisi müminlerin emiri iken eşinin arpayı çekmesini reddeder kendi yemeğini kendi eliyle çekerdi. Dizi üzerinde kırdığı kuru ekmekleri yerdi. Soğuk şiddetlenir de üşürse ruh tasavvufçuluğundan üzerine kendisini soğuktan koruyacak bir kaftan değil de ince yaz elbiselerinden birisini alırdı. Harun bin Antere babasından naklederek şöyle dedi: Havranak'ta kış mevsimi sırasında Ali'nin yanına girdim, üstünde eski bir kadife parçası vardı ve içinde titriyordu. Kendisine: Ya müminlerin emiri Allah sana ve ailene bu maldan bir nasip kıldı, sen kendine karşı böyle davranıyorsun? dedim. Kendisi ise: Vallahi sizden bir şey saklamıyorum. Bu benim Medine'den beraberimde çıkardığım elbisemdir.

Ali minberden şunları söylüyordu: "Bende elbise parası olsaydı satmazdım. Benden kılıcımı alacak kimse y ok mu." Adamın biri kalkıp şunu söyledi: "Sana elbise parası veririm. "

Ali çarşıya çıkıp şunu söylemeye başladı: Kimde üç dirheme bir elbise var? Birisi çıkıp bende var diyerek elbiseyi getirdi. Elbiseyi beğenip parasını verdikten sonra, "Nimetinden bunu veren Allah 'a çok şükür. " dedi.

Birisi Ali'ye Al-Balozac adında nefis ve lezzetli bir yemek getirdi. Ali bunu yemedi, yemeğe bakarak "Vallahi güzel kokuyorsun, rengin de güzel, tadın da iyidir. Ancak kendimi alışmadığım şeylere alıştırmak istemiyorum." dedi.

İbn i Milcem gelip onu alt edinceye kadar evinde yağıyla kavrulur bir şekilde yaşamaya devam etti. Ali'nin taraftarlarından hiç kimse kendisi müminlerin emiri iken öldüğü şekilden daha az biçimde ölmedi. Ali'nin tasavvufçuluğu birbirinden ayrı görülse dahi yiğitliğinin bir biçimi ve anlamından başka bir şey değildir. Ali'nin yiğitliği ahlak ve mertliğin bir anlatımı değil midir? Yüce bir düşünce uğruna bir savaşım, ezilenlerin ve sömürülenlerin zaferi ve sert dişilerin arasından kurtarılması uğruna bir insanlık değil midir Böyle olunca (ki böyledir) yoksulların ve sefillerin çoğunlukta bulunduğu bir ülkede rahat yaşamayı reddetmez mi!..

Birisinin anlattığına göre Ali ve ailesi evlerinde bir lokma yiyecek bulamayacak kadar aç kalırlar. Ali, yemek kazanabilmek için gider, bir gece birazcık arpa karşılığında sabaha kadar hurma ağaçlarına su verir. Sabah olup arpayı aldıktan sonra üçte birini öğütüp çorba türünden yiyecek yaptılar. Yemek piştikten sonra yemek isteyen birisi gelir ve onu verirler. Daha sonra ikinci bölümünü pişirirler. Piştikten sonra yine birisi gelip yemek ister ve onu da verirler. Son olarak üçüncü bölümü pişirirler, yemek piştikten sonra müşriklerden bir esir gelip yemek isteyince onu da verir ve o gün aç kalırlar.

Bu güzel öykü Ömer Bin Abdülaziz'i (Ali'yi sevmeyen ve kürsülerden ona çamur atıp söven Emevi ailesinin bir halifesidir) şunu söylemeye yöneltti: Dünyanın en yoksul insani AliBinEbiTalip'tir.

Ali'nin taş üstüne taş, kerpiç üstüne kerpiç ve yan yana iki kamış dizip ev yaptırmadığı bilinen bir şeydir. Kendi özel, sefil evinde yaşayan bir yoksuldan daha üst bir yerde oturmamak için kendisine Kufe'de hazırlanan beyaz sarayda oturmayı reddetti. Ali'nin söyledikleri arasında yaşama yönteminin özünden çıkan şunlar mevcuttur: "Onlarla birlikte çağın zorluklarına katlanmadan bana Müminlerin emiri denmesini kabullenebilir miyim?" İbn El-Esirin söylediğine göre Ali Peygamberin kızı Fatma ile evlendiklerinde koyun derisinden başka yatacak hiçbir şeyleri olmadığını ve geceleri bunun üzerinde yatıp gündüzleri de yemeklerini yediklerini söylemektedir. Halife olduğunda da İsfahan'dan ona mal gelir. Bu malı yediye bölerken içinde bir ekmek bulur ve ekmeği de yediye böler!..

Ali hep bunu söylerdi: "En iyi yoksulluk, yoksulluğu saklamaktır."

*      *      *

Ali Bin Ebi Talip yiğitliği en iyi anlamlarıyla ve kapsadığı her türlü mertlikle temsil etmekteydi. Kibarlık ve incelik yiğitliğin özünün iki temelidir. Ki, bunların ikisi de imamın karakterindendir. Onun için de, kendisine zarar verse dahi bir kimsenin zarara uğraması, herhangi bir yaratığın kendisini öldüreceğini bilse dahi birisinin bu yaratığa saldırmaya kalkışması en nefret ettiği şeylerdendi. Kendisindeki bu kibarlık ve incelik ruhu, Emeviler onu sövgü yağmuruna tuttuklarında onlara karşılık vermesini engellemişti. Sövseler dahi ona düşman olanlara sövmesi yücenin ahlakından değildi. Dostlarının Emeviler'e kötü biçimde sövmelerini yasaklamıştı. Sıffın savaşları sırasında dostlarından bir grubun gaddarlık ve hileye ayak uydurdukları için Şamlılara sövdüklerini duyduğu her an için şunu söylerdi:

Sizin sövgücü olmanızdan nefret ediyorum. Şayet durumlarını anlatıp yaptıklarını say saydınız daha doğru ve daha mazur olacaktı. Söveceğinize şöyle söyleseydiniz: Allah'ım kanlarını ve kanlarımızı akıtma, aramızı bul, yanlışlıklarından onları alıkoy ve hakkı bilmeyenimiz öğrensin, saplantı ve saldırganlığa düşen kurtulsun.

*      *      *

İmamın mertliği tarihte örneğine nadir rastlanabilecek bir mertliktir. Yaşamındaki mertlik örnekleri sayılabilecekten çok fazladır. Örneğin : askerlerin, kin ve nefret dolu oldukları bir anda çekilen düşmanlarını öldürmelerini ve yaralı düşmanlarına ilk yardımda bulunmamalarını kabullenmemişti. Aynı biçimde herhangi bir mahremi açmalarını ve mal almalarını da kabullenmemişti. Bir başka olay ise, Cemel vakasında düşman ölüleri üzerine namaz kılıp onlara gufran (8) diledi. Kendisini öldürmek için fırsat kollayan en şiddetli düşmanlarından Abdullah Bin El-Zubeyr, Mervan Bin Al-Hakem ve Sait Bin Al As'ı ele geçirdiğinde onları affedip iyilik yaptı ve taraftarlarının yapabilecekleri bir durumda iken onlara herhangi bir zararda bulunmamalarını sağladı. Ayrıca Amro Bin Al As'ı ele geçirdiğinde, Muaviye Bin Ebi Sufyan'dan daha az tehlikeli olmamasına karşın onu bırakıp komplolarını sürdürmek için yaşamını kurtarmasına izin verdi. Çünkü Zülfıkar onun boynuna dayandığı anda Amro, özel yöntemiyle ondan af dilemişti. O anda Ali, Amro'yu yok etmiş olsaydı hile, desise ve Muaviye ordusunu yok ederdi. Sıffın çarpışması sırasında Muaviye adamlarıyla birlikte bir süre su ile Ali arasına girerek susuzluktan ölünceye kadar sana bir damla dahi su yok deyip onu susuzluktan öldürmeye kalkıştı. Ancak!.. Bundan sonra Muaviye ordusuyla aralarında neler olabilirdi? Yüce yiğit, üzerlerine yürüyüp onları sudan uzaklaştırdı. Daha sonra da, kendi askerlerinin içtiği gibi onların da içmesine izin verdi. O zaman suyu onlardan engellemiş olsaydı, susuzluktan ölme korkusuyla teslim olmaya zorlayıp alt ederdi. Bir defasında Ayşe'nin onu yok etmek için yönettiği Cemel vakasında adamlarından iki kişinin Ayşe'yi ele geçirdiklerini öğrendiğinde onların yüzer kırbaçla cezalandırılmalarını emretti.

Bu çarpışmada zafer elde ettikten sonra Ayşe'nin yanına gidip en onurlu biçimde uğurlayıp bizzat kendisi uzun bir mesafe beraberinde gitti. Daha sonra da kendisini Medine'ye kadar onurlu saygıdeğer biçimde götürüp ona hizmet edecek kimseler verdi. Abdülkays'ın kadınlarından yirmi kadına erkek elbisesi giydirip kılıç kuşatıp gönderdiği söylenir. Yolda giderken Ayşe, Ali'den çirkin biçimde söz etmeye başladı. Of çekip adamlarıyla ve askeriyle mahremini çiğnediğini söyledi. Medine'ye yetiştiklerinde kadınlar elbiselerini çıkarıp biz de kadınız dediler.

*      *      *

Bu yüce sıfatlar sonsuz bir zincir dizisinin halkaları gibi birbirine bağlanmış olup birbirini desteklemektedir. En iyi halkaları da doğruluk ve sadakattir. Doğruluk kendisine halifeliği kaybettirecek bir düzeye vardı. Bazı durumlarda doğruluk yerine başka bir alternatif kabul edecek olsaydı hiç bir düşman onu ele geçiremez ve hiç bir dostu da ondan yüz çevirmezdi. Muhacirlerin büyükleri, bir defasında toplanıp kendisinden yerini sağlamlaştırmcaya kadar Muaviye'yi idare edip daha sonra yargılamak için ikna etmeye çalıştılar. Hile ve düzenbazlıktan kendisini uzak tutup hepsine karşı çıktı. Dilbaz, hileci ve iyi idare etmesini bilen Muğayre Bin Şu'ba Ali'nin hilafetini kabul ettikten sonra yanına gelerek şöyle dedi: "İtaat edip nasihatte bulunmaya hakkın vardır. Senin bugünün yarınını kurtaracaktır. Bugününü kaybetmekle yarınını kaybedersin. Muaviye'nin, Ibni Amr'ın ve yapanların yaptıklarım kabul et. Sana itaat ederler ve askerleri seni kabullendikten sonra değiştirirsin ya da bırakırsın!. "

Ali kısa bir süre için sustuktan sonra hileyi reddettiğini açıklayıp şöyle dedi: "Dinimde iki yüzlü davranıp davamı dünya ile değiştiremem"

Muaviye'nin hilesi ortaya çıkınca İmam ı Ali, yüce ahlakın formülünü oluşturabilecek şunu söyledi: Vallahi Muaviye benden daha hileci değil, ancak kendisi azgın ve gaddarca davranmaktadır. Bende gaddarlık nefreti olmasaydı insanların en hilecisi ben olurdum. Koşullar ne olursa olsun doğruluğun zorunluluğu üzerindeki ısrarı hakkında şunları söyledi: "İmanın belirtisi, yalanın sana yararlı olduğu yerde doğruluğu egemen kılmandır."

*      *      *

Cesaretin gerçek sınırları içerisinde ele alınacak olursa, fiziki bir eylem olmadığı tam tersine kişinin bir karakteri ve imanın bir meziyeti olduğu ortaya çıkar. İmamın cesareti de, kendisi açısından bir düşüncenin anlatımı ve bir iradenin eylemidir. Çünkü ekseninde, haklı bir karakteri ve iyiliğe olan inancı savunmak vardır!..

Hiçbir yiğidin, hiçbir meydanda ona karşı dayandığı görülmemiş ve hiçbir atlının ona karşı at sırtında durduğu duyulmamıştır. Ölümcül bir cesarete sahipti. Ne kadar güçlü, şiddetli, saldırgan ve ne kadar da korkunç şöhrete sahip olursa olsun hiçbir kahramandan çekinmemiştir. Tam tersi çarpışma esnasında, hiçbir zaman ölümü aklına bile getirmemiştir. Nasihat edip hidayete çağırmadan hiçbir yiğitle çarpışmamıştır. Müşriklerin Müslümanlarla savaşlarında korkunç kahramanları olan ve Arap yarımadasının en meşhur savaşçısı Amro Bin Abdud'a karşı daha bıyıkları terlememiş bir genç iken atıldı. Bu yiğide karşı olan acayip cesareti hidayetin, gurur, kibir ve sefaya karşı bir zaferidir. İslamiyet'in başlangıcındaki hendek savaşı sırasında Amro, çelik zırhlara barınmış bir şekilde çıkıp Müslümanlara kimin çarpışacağını sormaya başladı. Ali ortaya atılıp bu meydan okumaya karşı gücünü toplayarak ben varım dedi. Peygamber, bir yandan Ali'nin genç oluşu, diğer bir yandan da, Amro'nun sertliği dolayısıyla ona şefkatinden şunları söyledi: Bu Amro'dur... Yerine otur. Uzun bir tartışmadan sonra ve Amro'nun çağrısını, Müslümanları küçümseyerek bir kaç defa tekrarlaması üzerine, Peygamber Ali'ye izin verdi. Ali, mutlu ve hırslı biçimde ortaya çıktı. Amro ona bakarak küçümsedi ve onunla çarpışmayı reddetti. Daha sonra yanına gelip kim olduğunu sordu. Sadece Ali'yim diyerek sustu. Amro: Abd Menafin oğlu Ali mi? diye sordu. Ali: Ebi Talip'in oğluyum. Amro ona yaklaşarak: Yeğenim, amcaların kimlerdir, en yaşlıları kimdir? Senin kanını akıtmak istemiyorum. Bunun üzerine Ali: Vallahi ben senin kanını akıtmak istemiyor değilim dedi. Amro kızdı ve girenlerin anlatımına göre Ateşperest gibi bir kılıç darbesiyle atıldı. Ali darbeyi kalkanıyla karşılayınca kalkanı parçalayıp kafasına değdi. Daha sonra Ali onun omzuna vurdu. Yere düşüp kalktı, bir daha düşüp kalktı ve toz duman birbirine karıştı. Ancak Ali, Amro'yu öldürmeden geri çekilmemişti.

Olgunluk çağına girdikten sonra nadir olan cesaretinden ve en şiddetli atılımlara sahip, en korkunç yiğitleri nasıl atlarının sırtından alıp hiç yorulmadan ya da herhangi bir çaba harcamadan yere çaldığından söz etmiştik.

Nahj Al Balağa'da (Olgunluk çizgisi) Muaviye'nin bir gün şöyle baktığında Abdullah Bin Zübeyr'in ayakları altında yatağı üzerinde otururken gördüğünü ve bunun üzerine kalkıp doğrulduğunu yazıyor. Bu olay üzerine Abdullah ona:

Ya müminlerin emiri, isteseydim seni öldürebilirdim dedi Bunun üzerine Muaviye şöyle dedi: Bakıyorum bizden sonra cesaretlenmişsin ya Ebi Bekr. Abdullah Cevaben: Cesaretimden neyi inkar ediyorsunuz, ben Ali Bin Ebi Talip karşısında duranlarla birlikte durmadım mı?.. Muaviye: Bunda bir şey yok. Ancak Ali'nin seni ve babanı sol eliyle yakaladığını ve boş kalan sağ eliyle kimi yakalayıp öldüreceğini aradığını biliyorum dedi.

Abdullah Bin Zübeyr'in en şiddetli kahramanlardan ve Ali'nin karşısındaki en fitne karlardan biri olduğunu göz önünde bulundurursak, kendi cesaretini abartarak Ali'nin karşısında bir dizi savaşçıyla birlikte durduğunu söylemekten daha abartılı bir şey bulmadığını gördüğümüzde Ali'nin cesaretini ve kahramanlığını nasıl tasavvur ettiğini kavrayabiliriz. Aynı biçimde Muaviye'nin Ali'ye olan düşmanlığını ve yeni krallığını korumak için Ali'nin her türlü iyi tarafının dışarıya vurulmasını istemediğini de göz önüne alarak bunları söylediğini gördüğümüzde Muaviye'yi bu itirafa zorlayan Ali'nin bu uzak boyutlu cesaretini kavrayabiliriz.

*     *     *

Ali bütün bu gücü ve nadir cesaretine rağmen ve koşullar ne olursa olsun fitneye düşmekten çok çekinirdi. Zorlanmadığı durumda Ali'nin kavgaya yanaşmadığı üzerine bütün tarihçiler, anlatanlar ve haberciler birleşmektedir. Düşmanlarıyla sorunları çözmeye çalışırdı, barışçıl biçimde düşmanlığı sürdürecek olan olursa da kan dökülmesini ve kavgayı engellerdi. Oğlu Hasan'a sürekli şunları söylerdi: "Hiçbir zaman kavgaya davet etmeyin. "

İmamın sözleri saf bir madenden çıktığına göre, oğlu Hasan'a vasiyet ettiği gibi davrandığına göre de kavgaya sürekli zorlanarak girmiştir. Harici askerler onunla savaşmak için hazırlık yaptıklarında birisi gelip ona, onlar başlamadan kendisinin girişimde bulunmasını istemişti. Bunun üzerine şöyle dedi: "Benimle savaşa başlamadan onlarla savaşmam." Sürekli olarak da yiğidin mertliğinin, iyiliğe inananın inancının ve içindeki insanlık ruhunun, ikna olabilirler diye onlarla tartışmanın zorunlu olduğunu görmekteydi. Onu kafir ilan eden Haricilerden çok kişinin bulunduğu bir topluluğa hitap ederken bazı hariciler hitabetinin sihrine kapıldılar. Ali'nin hitabı ve belağati onu beğeniye zorlamış olacak ki, şöyle bağırdı: Allah kahretsin bu kafiri ne kadarda bilgedir. Ali'nin taraftarları üzerine yürüyüp onları öldürmeye kalkıştılar. Onlara bağırarak şöyle dedi: Kendisi bir nedenle sövdü. Siz de onu affedin.

Daha önce kendisini susuzluktan öldürmek isteyen Muaviye'nin askerleri arasındaki sorundan söz etmiştik. Bunların kötülüklerini nasıl iyilikle karşıladığını ve suyu onlardan nasıl kesmeyip kendisi ve taraftarlarıyla eş tuttuğunu anlatmıştık. Ki, Muaviye ile aralarında sayılmayacak kadar böyle olaylar vardır. Bütün bu olaylar da, fitneden çekinen ve hep iyiliği öngören özel ve yüce bir dahiliğe işaret etmektedir. Bunlardan bir tanesi de, İmam ı Ali'nin yaşamını yazanlardan birisinin anlattıklarıdır. Ki şöyle dedi:

Sıffın gününde Muaviye'nin adamlarından Krez İbn Al Sabah Al Humeyri adında biri çıkıp iki saf arasında kim çarpışacak diye seslendi? Ali'nin adamlarından birisi çıktı. Onu öldürüp üzerinde durarak bir daha kim çarpışacak diye bağırdı? Bir başkası daha çıktı. Onu öldürüp birincisinin üzerine attı ve kim çarpışacak diye bağırdı. Üçüncüsü çıktı. Onu da diğerleri gibi öldürüp kim çarpışacak diye bağırdı? Bütün insanlar çekinerek birinci sıradakiler arkadaki sıraya doğru çekilmeye başladı. Ali saflarında korkunun yayılmasından çekinerek, cesareti ve şiddetiyle tanınan bu adama karşı çıkarak onu öldürdükten sonra bütün saflara şöyle seslendi: Ey insanlar! Keşke bizim başlattığımızı siz de başlatmasanız. Sonra yerine döndü.

Bunun gibi Cemel savaşında olanlar da vardır. Düşmanları toplanıp üzerine yürüdüler. Taraftarlarından sıraya girmelerini istedi ve girdiler. Daha sonra onlara şunu söyledi: "Hiç bir ok atmayın, hiçbir hançer y a da kılıç sallamayın. Mazur görün." Bununla da savaştan kaçınıp sorunları barışçı yollarla çözüp insanların ölmesini engellemek istiyordu. Bir dakika geçmeden karşıdaki saftan bir adamın attığı okla Ali'nin taraftarlarından birisi öldü. Bunun üzerine Ali: Allah 'im sen şahit ol diye bağırdı. Daha sonra bir adam daha vurularak öldü. Yine Ali Allah'ım sen şahit ol dedi. Abdullah Bin Budeyl'de vuruldu. Kardeşi onu kaldırıp getirdi. Ali, yine

Allah 'im sen şahit ol dedi ve savaş başlamış oldu.

*      *      *

Devamı