DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

 

 

AİŞE VE YANDAŞLARININ

KUR’ÂN VE HZ. RESULÜN AÇIK

NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI



(73)

AİŞE’NİN YOLCULUK

ESNASINDAKİ NAMAZI

 

Önceden de söylediğimiz gibi Allah (c.c), dört rekat olan namazları sefer halindeyken kendi indirdiği kitabının hükmü ve Peygamber (s.a.a)’in sözüyle sahih ve muteber hadislerde iki rekat olarak belirlemiştir. Önceden de belirttiğimiz gibi İslam ümmetinin icması da bu doğrultudadır. Bu konuda tüm Müslümanlar arasında bir tek ihtilaf bile yoktur. Sadece Osman ve Aişe’nin yolculuk halindeyken namazları kısaltmadıkları mütevatir olarak elimize ulaşmıştır.

Halbuki Müslim’in birkaç yolla Zohri’den, o da Urve’den rivayet ettiği hadiste, Aişe’nin şöyle dediği belirtiliyor: “Namaz ilk farz olduğunda iki rekattı. Sefer esnasındaki namaz öylece kaldı. Ama ikamet esnasındaki namazlar dört rekat oldu.” Bu hadis aynı lafızlarla Aişe’nin kendisinden rivayet edilmiştir.[1]

 


(74)

ALLAH RESULÜNÜN ESMA İLE EVLİLİĞİ

 

Hadis hafızları zincirleme senetle Hamza b. Ebi Useyd-i Saidi’den naklederler ki o, Bedir savaşına katılan babasından şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.a) Numan’ın kızı Esma’yı hanımlığına kabul edip onunla evlenerek, beni onu getirmem için gönderdi.

Hafsa, Aişe’ye şöyle dedi: “Sen onun ellerine kına yak. Ben de onu süsleyeyim!” Bu şekilde de yaptılar. Daha sonra ikisinden biri ona şöyle dedi: “Peygamber, kadın içeri girerken ona “Senden Allah’a sığınırım!” demesinden çok hoşlanır.

Esma, Peygamber (s.a.a)’in yanına girince kapı kapandı ve Peygamber (s.a.a) ona doğru ilerlediğinde o şöyle dedi: “Senden Allah’a sığınırım!” Peygamber (s.a.a) de kendi elbisesini yüzünün önüne tutup onu giydirdikten sonra üç defa şöyle buyurdu: “Allah’a sığındım!” Daha sonra odadan dışarı çıkarak Ebu Üseyd’e şöyle buyurdu: “Ey Ebu Üseyd! Onu kendi akrabalarının yanına götür, iki keten gömlek ver ve onu boşa.”

Bu olaydan sonra Esma sürekli şöyle derdi: “Bu taş kalpli kadın beni kandırdı.”

Abdullah b. Ömer şöyle dedi: “Hişam b. Muhammed şöyle derdi: Züheyr b. Muaviye-i Cufi rivayet eder ki, Esma bu üzüntü sonucu öldü!”[2]

 

(75)

AİŞE’NİN MARİYE’YE İFTİRASI

 

Bir gün Peygamber (s.a.a), küçük çocuğu İbrahim’i kucağına alıp Aişe’nin yanına gelerek şöyle buyurdu: “Aişe! Bak, bu çocuk bana benziyor!”

Aişe şöyle diyor: Ben kıskançlığımdan dolayı şöyle dedim: “Hayır! Size benzer bir yönünü göremiyorum!!” Aişe’nin amacı İbrahim’in annesi ve Aişe’nin kuması olan Mariye’ye iftirada bulunmaktı. Aişe’nin kendisi: “O esnada her kadının içine düşebileceği bir duruma düşmüştüm” diyor.

Ama Allah (c.c), İbrahim ve annesi Mariye’yi, İmam Ali (a.s)’ın eliyle temize çıkardı.”

Hakim Nişaburi bu olayı Müstedrek'te sahih bir hadisle ve Zehebi de, Aişe’nin kendisinden nakletmektedir. Bkz. Müstedrek ve Telhis’i c. 4, s. 39. Müracaat ederseniz çok şaşıracaksınız!

 

(76)

MEĞAFİR OLAYI

 

Bu konuda Buhari’nin Tahrim suresinin tefsirinde (Sahih-i Buhari c. 3) naklettiklerini kısa ve özetle nakletmemiz yeterlidir: Aişe şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a), zevcelerinden olan Zeyneb b. Cehş’in evinde bal şerbeti içmiş ve onun yanında kalmıştı. Ben ve Hafsa (Ömer’in kızı) hangimiz önce Zeyneb’in yanına varırsak Peygamber (s.a.a)’e: “Meğafir[3] mi yedin?” diye soracağımızı kararlaştırdık.”

Peygamber (s.a.a)’e meğafir mi yediniz? dediğimizde şöyle buyurdu: “Hayır! Bal yiyordum. Artık yemeyeceğim, bunu kimseye söyleme.” [4]

 

(77)

HAFSA VE AİŞE’NİN 

HZ. PEYGAMBER(S.A.A)’İN

ALEYHİNE BİRLEŞMESİ

 

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Eğer ikiniz de tövbe ederseniz (yerinde olur.) Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygambere karşı birbirinize arka verirseniz, bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve Müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de (O’na) yardımcıdır.”[5]

Bir sonraki ayette de şöyle buyuruyor:

“Eğer O sizi boşarsa Rabbi Ona, sizden daha iyi, kendini Allah’a veren ve inanan eşler verir”[6]

Buhari bu ayetin tefsirinde Übeyd b. Huneyn’den, o da İbn-i Abbas’tan şöyle rivayet eder: Bir yıldır, Ömer b. Hattab’tan bir ayet hakkında soru sormak istiyordum. Ama korktuğum için soramadım. Hac için Medine’den çıktığında ben de onunla beraberdim. Geri döndüğümüz zaman yolda ona şöyle sordum: “Peygamber (s.a.a)’in aleyhine birleştiklerini buyurduğu o iki kadın kimlerdi?”

Ömer: “Onlar Hafsa ve Aişe idi” dedi.

Bu hadis çok uzundur. Sahih-i Buhari c. 3, s.136’ya müracaat edin, sonra da ayet üzerinde biraz durun ve görün ki Peygamber (s.a.a), bu iki kadının elinden neler çekmiş. Sürekli olarak Peygamber (s.a.a)’i savunmaları gereken bu iki kadın, Peygamber (s.a.a) hayattayken ve vefat ettikten sonra nasıl davranışlarda bulunmuşlar!.

 

(78)

HAFSA VE AİŞE’NİN TÖVBE

ETMELERİNİN İSTENMESİ

 

Allah, sözü geçen ayetin başında şöyle buyuruyor:

“Eğer ikiniz de tövbe ederseniz (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştır.”

Hafsa ve Aişe Peygamber (s.a.a)’e karşı davranışlarından dolayı tövbe etmeliydiler. Şunu da bilmekteyiz ki, tövbe günah işleyenlerden ve Allah’ın emir ve yasaklarını hiçe sayanlardan istenilen bir şeydir. Sadece Allah’ın “tövbe edin” diye buyurması bile onların apaçık bir günah işlediklerini gösterir. Buna ilave olarak; Allah “Kalpleriniz sapmıştır” buyurmasıyla Hafsa ve Aişe’nin muhalefette bulunduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Yani onların uymaları ve tabi olmaları gereken hakkı bırakıp başka şeylere saptıkları gözler önüne serilmektedir.[7]

 

(79)

ÖNEMLİ BİR NOKTAYA DİKKAT

 

Allah, bu olayın anlatıldığı Tahrim suresinin sonunda şöyle buyuruyor:

“Allah, inkar edenlere, Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikahları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi savamadı. Onlara: “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi. Allah inananlara da Firavun’un karısını misal gösterdi. O: “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti.”[8]

Allah’ın, Tahrim suresinde Hafsa ve Aişe’ye gösterdiği bu iki misal, onları korkutmak ve sadece Peygamber (s.a.a)’in eşi olmanın onların ne yararına ne de zararına olduğunu bilmeleri içindir. Zira insanın yarar ve zararı, onun iman, ilim ve takvasına bağlıdır.

 

(80)

AİŞE’NİN HZ. PEYGAMBER TARAFINDAN GÖRÜCÜLÜĞE GÖNDERİLMESİ

 

Mevzu şudur: Peygamber (s.a.a), Dehye-i Kelbi’nin kız kardeşi “Şeraf” ile evlenmek istiyordu. Bu nedenle Aişe’yi göndererek onu görmesini istedi. Aişe onu görüp geri döndüğünde, Peygamber (s.a.a) Aişe’ye: “Ne gördün?” diye sordu.

Aişe: “Öyle tarif edilebilecek bir şey görmedim!” dedi.

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Öyle tarif edilecek bir şey görmedin mi? Onda öyle bir ben gördün ki, seni perişan etti.!”

Aişe: “Ya Resulellah! Sen de her şeyi biliyorsun. Kim senden bir sırrı saklayabilir” dedi.

Bu rivayeti sünen ve müsned yazarları nakletmişlerdir. Örneğin: Muttaki-yi Hindi, Aişe’nin kendisinden nakletmiştir. Bkz. Kenz’ul-Ummal, c. 6, s. 294, hadis: 5084; Tabakat, Muhammed b. Sa’d, c. 8, s. 115, kendi senediyle Abdurrahman b. Sabat’tan nakletmiştir.

 

(81)

PEYGAMBER’İN ŞİKAYETİNE İTİRAZ

 

Tarihçiler ve muhaddisler zincirleme senetlerle Aişe’den şöyle dediğini naklederler: “Peygamber beni babama şikayet etti.”

Ben şöyle dedim: “Ya Resulellah! Adaletli davran.” Babam bana öylesine bir tokat vurdu ki burnum kanadı. Babam Ebu Bekir şöyle dedi: “Peygamber (s.a.a)’e adaletli davranmasını mı söylüyorsun?”

Bu rivayeti müsned sahipleri Aişe’den nakletmişlerdir. Kenz’ul-Ummal, s. 116, hadis: 1020; İhya’ul-Ulum, Gazali, c. 2, s. 35. Yine Mükaşefet’ul-Kulub kitabında 94. bab, s. 238’de gelmiştir.

 


(82)

HZ. PEYGAMBER (S.A.A)’İN

EMRİNE KARŞI KÜSTAHLIK

 

Bir gün Aişe, Peygamber (s.a.a)’in yanındaki saygınlığını kaybetti. O esnada Peygamber (s.a.a)’e şöyle dedi: “Peygamber olduğunu zannettikleri sen misin?!”

Bu hadis şu kitaplarda nakledilmiştir: İhya’ul-Ulum, Gazali, Nikah adabı bölümü s. 35 ve Mükaşefet’ul-Kulub adlı kitap, s. 238.

 

(83)

OSMAN’I ELEŞTİRMESİ VE

ÖLDÜRÜLMESİNİ EMRETMESİ

 

Bu öyle bir konudur ki hiçbir tarihçi, sire yazarı ve muhaddis için şüphe ortamı bırakmamıştır. Herkes Aişe’nin Osman’ı eleştirdiğini, onun hakkında kötü konuştuğunu ve onu öldürmelerini emrettiğini bilir. Bu konudaki rivayetler tüm müsned ve sünen kitaplarında nakledilmiş ve inkarı imkansız bir konu olarak kabul edilmiştir.

İbn-i Ebi’l-Hadid, Hz. Ali (a.s)’ın: “Ey İnsanlar! Kadınların aklı eksiktir” diye buyurduğu hutbesinin şerhinde şöyle diyor: Her tarih ve sire yazarı şöyle yazmıştır: Aişe Osman’a herkesten daha çok düşmandı. Öyle ki bir gün Peygamber (s.a.a)’in elbiselerinden birini çıkarıp içeri giren herkese şöyle diyordu: “Bu Peygamber (s.a.a)’in gömleğidir, bu gömlek çürümeden Osman Peygamber (s.a.a)’in sünnetini çürüttü.”[9]

Daha sonra İbn-i Ebi’l-Hadid şöyle diyor: Osman’a ilk olarak Na’sel diye hitap eden Aişe’dir. O şöyle derdi: “Na’sel’i öldürün, Allah onu öldürsün.”

Medaini, el-Cemel adlı kitabında şöyle yazıyor: Osman, öldürüldüğü zaman Aişe Mekke’de idi. Osman’ın öldürüldüğü haberi ona ulaştırıldığında Talha’nın halife olacağı konusunda en küçük bir şüphesi bile yoktu. Bu nedenle şöyle dedi: “Kahrolsun Na’sel!”

Osman öldürülünce Talha Beyt’ul-Malın kilitlerini aldı. Osman’ın evinde bulunan değerli eşyalara da el koydu. Halife olmadığını görünce de onları Hz. Ali’ye teslim etti.

Ebu Mehnef tarihinde şöyle yazıyor: Osman’ın ölüm haberi Mekke’de Aişe’ye ulaşınca, hilafeti dayısı oğlu Talha’ya uyarlamak için hızla Medine’ye doğru yola koyuldu. O yol boyunca şöyle diyordu: “Sahabe Talha’nın hilafete layık olduğunu görmüştür.”

Kays b. Hazim şöyle rivayet eder: Osman’ın öldürüldüğü yıl o, Aişe ile beraber hacca gitmişti. Yol boyunca onun şöyle dediğini duyuyordu: “Talha! Acele et!” Osman’ın ismi geçince de şöyle diyordu: “Allah onu uzaklaştırsın.”

Bir rivayete göre Osman’ın öldürüldüğünü duyunca şöyle dedi: “Allah, onu uzaklaştırdı, günahları onu öldürdü. Allah da onu amelleriyle baş başa bıraktı.”

Şöyle söylerdi: “Ey Kureyş topluluğu! Osman’ın ölümünden dolayı üzülmeyin. Hilafete layık olan tek kişi Talha’dır. Muhacir ve Ensar’ın Hz. Ali (a.s)’a biat ettikleri haberini alır almaz şöyle dedi: Halk mahvoldu! Mahvoldu! Bundan sonra hilafet bir daha Teym evlatlarına dönmeyecektir.”

Sayın okuyucular çok yakında, Aişe’nin, Osman’ın öldürülmesi ve Hz. Ali’ye biat edilmesi konusu çerçevesi içerisindeki söz, tavır ve davranışlarının tümünün İslam Şeriatının, kitap ve sünnetinin açık naslarına, akli ve nakli delillerin aksine ve muhalifine olduğunu anlayacaklardır.

 

(84)

AİŞE’NİN PEYGAMBER (S.A.A)’DEN

NAKLETTİĞİ HADİSLER

 

Aişe’nin Peygamber (s.a.a)’den naklettiği hadisler o kadar fazladır ki, hiçbir şekilde hepsinin doğru olması mümkün değildir! Örneğin: Buhari ve diğer sahih yazarları Aişe’nin şöyle dediğini rivayet ederler: Peygamber (s.a.a)’e ilk defa gelen vahiy sadık bir rüyaydı. Zira Peygamber (s.a.a)’in gördüğü her rüya tan ağarması gibi aydın ve doğruydu. Daha sonra başka bir köşeye meyil göstererek, Hıra mağarasında inzivaya çekilirdi. Hıra mağarasındayken vahiy meleği gelerek şöyle dedi: “Oku!” Peygamber: “Ben okuma bilmem!” Daha sonra beni kucaklayıp sıkarak bıraktıktan sonra tekrar şöyle dedi: “Oku!” Ben yine: “Okuma bilmem” dedim. Yine beni kucaklayıp sıktıktan sonra bırakarak şöyle dedi: “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku! O insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin en büyük kerem sahibidir.”

Peygamber (s.a.a), Hıra’dan perişan bir halde döndü! Huveylid’in kızı olan zevcesi Hatice’nin yanına gelerek şöyle dedi: “Benim üzerimi ört! Üzerimi ört!”

Olayı Hatice’ye anlatarak şöyle buyurdu: “Başıma geleceklerden korkuyorum!”

Hatice: “Hayır, korkma! Sen yakınlarına iyilik yapıyorsun, herkese karşı güzel huylusun, zayıfları koruyorsun ve sabırlısın” dedi.

Aişe şöyle diyor: Hatice, Peygamber (s.a.a)’i, halasının oğlu Varaka b. Nevfel’in yanına götürdü. Varaka Hıristiyanlaşmıştı, İbrani dininin kitabını yazıyordu. Hatta İncil’den bir bölüm dahi yazmıştı. Varaka oldukça yaşlıydı ve ömrünün sonlarına doğru kör olmuştu. Varaka Hatice’ye şöyle dedi: “O, Musa’ya inen melektir. Keşke gençlik dönemimde olsaydım! Keşke O, kavmini putperestlikten dışarı çıkarırken ben de hayatta olsam...”[10]

 

YAZARIN Bİ’SET HADİSİ

HAKKINDAKİ UYARILARI

 

Gördüğünüz gibi açıkça şöyle diyor: (Allah’a sığınırım) Peygamber (s.a.a) bütün bu söylenenlerden, vahyin nazil olmasından ve meleğin görülmesinden sonra bile kendi nübüvvet ve peygamberliğinde şüphe ediyor! Kendisinde olan korku ve dehşetten dolayı, kendisini cesaretlendirmesi, ayaklarını sabit kılması, kalbini ıstıraptan kurtarması ve ileride neler yapacağı ve kavmini nasıl hidayet edeceğinden haber vermesi için onu, kör, cahil ve Hıristiyan olan halası oğlu Varaka’ya götürecek olan zevcesine muhtaç oluyor. Bunların hepsi imkânsızdır, Peygamber (s.a.a)’e nispet verilmesi kesinlikle yasaktır.

Biz vahiy meleğinin Peygamber (s.a.a)’i, kendisine gelmesi için iki defa kucaklayıp bıraktığını anlatan hadisi iyice inceledik. Ama bu işte Allah’a, meleklere ve Peygamber (s.a.a)’e layık bir sebep ve neden bulamadık. Özellikle de bunların hepsi Hatem’ul-Enbiya (s.a.a) için denilmektedir. Çünkü diğer peygamberlerin peygamberliklerinin ilk başında böyle sahneler nakledilmemiştir. Buna, Sahih-i Buhari’ye şerh yazanlardan bazıları da değinmişlerdir.[11]

Biz, bu hadiste, Peygamber (s.a.a)’le vahiy meleği arasındaki konuşma ve diyalogu iyice anlayarak, vahiy meleğinin O’na peygamber olduğunu anlatmada ve Peygamber (s.a.a)’in bunu anlamakta haddinden fazla zorlandığını gördük. Çünkü melek Ona: “Oku!” diyor. Ama O “Ben okuma bilmem!” diyor.

Melek, Peygamber (s.a.a)’den, O’na okuduğu şeyleri tekrar ederek okumasını istiyor, ama Peygamber (s.a.a), meleğin O’ndan yazılı bir şey okumasını istediğini zannederek okuma bilmem diyor. (Allah’a sığınırım) Sanki vahiy meleği Peygamber (s.a.a)’den görevlendirilmediği bir şeyi yapmasını istiyor! Bunların tümü Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)’in yüce ve mukaddes makamının sınırları dışındadır.

Bu hadisin içeriğinin sapıklıkla dolu olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Peygamber (s.a.a)’in, meleğin ne demek olduğunu ve ne yapmak istediğini bilmemesi nasıl mümkün olabilir? Aynı zamanda vahiy meleği, Allah’ın görevlendirdiği şeyi yerine getirmekten nasıl aciz olabilir?

O halde hadis, metin ve senet açısından batıldır. Okuyucuların şunu bilmesi yeterlidir ki, bu hadis zincirleme senede sahip olmayıp birçok senetler nakledilmemiştir. Zira Aişe, dünyaya gelmeden önce meydana gelmiş bir olayı nakletmektedir. Çünkü Aişe bi’setten en az dört yıl sonra dünyaya gelmiştir. O, Peygamber (s.a.a)’e Hıra mağarasında vahiy gelirken neredeydi?

Eğer “Aişe’nin naklettiği hadisi, Peygamber (s.a.a)’in kendisine nispet vermesinin ne gibi bir sakıncası vardır? O, mutlaka bu hadisi vahyin başlangıcında hazır bulunan birisinden nakletmiştir” diye söylenirse, biz de cevaben şöyle deriz: Hiçbir sakıncası yoktur. Ama söz konusu hadis bu haliyle hüccet değildir. Aynı zamanda sahih olarak da nitelendirilemez. Ancak senetsiz bir hadis olduğu söylenebilir. Bu durum, Aişe’nin hadisi naklettiği şahısları söylemesi ve onların da adaleti bizim açımızdan sabit olması zamanına kadar aynı şekildedir. Zira Peygamber (s.a.a)’in zamanında münafıklar oldukça fazlalaşmıştı. Onların (Münafıkların) arasında Aişe’nin tanımadığı şahıslar da mevcuttu. Hatta Peygamber (s.a.a) bile bazılarını tanımıyordu: “Medine halkından bir takım münafıklar vardır ki sen, onları bilmezsin, biz biliriz onları.”[12]

Kur’ân-ı Kerim Peygamber (s.a.a)’in zamanında münafıkların pek fazla olduğunu söylemektedir. Bu konuda Ehl-i Sünnet de aynı görüşe sahiptir. Ama Ehl-i Sünnet şöyle diyor: Sahabenin hepsi Peygamber (s.a.a)’den sonra adil oldu. Peygamber (s.a.a)’in onların arasında olması, münafıklık yapmalarına sebep oluyordu. Ama Peygamber (s.a.a) melekut alemine göçüp vahiy kesilince, münafıklar da düzeldi?! İmanları kemale ulaştı! O halde onların tümü içlerinde istisna olmaksızın adil ve müçtehit oldular! Bu nedenle yaptıkları şeyler hakkında hiçbir soru sorulmamalıdır! Onların bu işi naslarla muhalif veya muhkem hükümlere aykırı olsa bile, hiçbir şekilde bir söz söylenmemelidir!! Aişe’nin bu hadisi onun diğer senetsiz hadislerinin temsilcisidir. Keşke Müslümanlar bunu anlasalardı!!!

 

(85)

AİŞE’NİN HZ. ALİ (A.S)’A

KARŞI AYAKLANMASI|

 

Aişe, Osman’a karşı olan onca muhalefetten ve halkı onu öldürmeye teşvik etmesinden, onun aleyhinde yaptığı konuşmalardan sonra, Osman’ın kanını bahane ederek imametliği hak olan Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’a karşı ayaklandı. Ümm’ül-Müminin Aişe, Hz. Ali (a.s) ve Osman’a davranış metoduyla birçok naslarla muhalefet etti. Hatta bu konuda diğer halifelerden daha fazla ileri gitmişti. Sadece bu örnek onu tanımaya yeterlidir.

Allah (c.c) Ahzab suresinde, Peygamber (s.a.a)’in zevcelerine verdiği emirde şöyle buyuruyor: “Evlerinizde oturun, eski cahiliyet adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin. Allah’a ve Resulüne itaat edin”[13]

Ama Ümm’ül-Müminin Aişe, Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’a biat edildikten ve büyüklerin bu konudaki icmasından sonra – ki Talha ve Zübeyr de herkesten önce biat etmişlerdi- hak halife olan İmam Ali (a.s)’a karşı ayaklandı.

Bu ayaklanma hareketine, Allah’ın içinde oturmasını emrettiği evinde başladı. Aişe ve yandaşları, develere bindikleri ve etraflarını üç bin aşağılık Arap’ın çevrelediği ve biatlerini bozan Talha ve Zübeyr’in de içlerinde bulunduğu bir toplulukla harekete geçerek ayaklanmayı başlattılar.

Aişe, ordusuyla beraber dere tepe demeden uzun bir yolu kat ederek Basra’ya geldi. Basra’da, İmam Ali (a.s) tarafından Osman b. Huneyf Ensari valilik yapmaktaydı. Aişe ve ordusu kanlı bir çatışmadan sonra Basra’ya girdi. Şehir Aişe’nin eline geçince, tüm sire ve tarih yazarlarının “Küçük Cemel Savaşı” adını verdikleri birçok facia yaşandı. Basra şehrinin Aişe ve ordusunun eline geçmesi hicretin 31. yılı Rabi’us- Sani ayının 25’de meydana geldi.

Onların Basra’ya girmesi, Hz. Ali’nin gelmesinden önceydi. Hz. Ali (a.s) oraya gelince Aişe ve yandaşları şehrin kapılarını kapatarak savunmaya geçtiler.

Hz. Ali (a.s), hiçbir askeri teşebbüste bulunmadan, onları barış ve sulha davet etti. Ama Aişe savaş konusunda ısrar ederek savaşı başlattı. Hz. Ali (a.s) da mecbur kalarak Allah’ın emrine itaat etti: “Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın.”[14]

Bu ayetin hükmüyle O Hazret de savaşa başladı. Bu savaşta Hz. Ali (a.s) galip geldi ve Aişe’nin ordusu bozguna uğradı. Mümin şahısların birçok zorluklara göğüs gerdiği bu savaşa daha sonraları “Büyük Cemel Savaşı” adı verildi.

Basra’nın, Aişe’nin yenilgiye uğramasından sonra tekrar Hz. Ali (a.s)’ın eline geçmesi, hicri 36 Cemadiyulahir’in 10. gününde gerçekleşti. İslam tarihinde bu iki vakıa, Sıffîn, Nehrevan, Bedir, Uhud vs. savaşlar gibi tevatür haddine ulaşmıştır.

36. yılın hadiselerini yazan tarihçilerin geneli Cemel Savaşını genişçe yazmış, teşrih etmişlerdir.[15] Mu’cem ve şerh-i hal kitapları yazanlar, Hz. Ali (a.s), Aişe ve Cemel komutanlarının hayatını yazanlar, Cemel Savaşına, bazen özet, bazen de geniş olarak değinmişlerdir.[16]

 

CEMEL SAVAŞI

İbn-i Ebi’l-Hadid’ten naklen sire ve tarih yazarları şöyle aktarmışlardır: Önceden de söylediğimiz gibi Aişe, Osman’a herkesten daha fazla düşmanlık güdüyordu. Hatta Peygamber (s.a.a)’in gömleğini çıkararak içeri giren herkese şöyle diyordu: “Peygamber (s.a.a)’in gömleği çürümeden, Osman O’nun sünnetini çürüttü...”[17]

Taberi[18] şöyle yazıyor: Aişe, Mekke’den dönüp yolda “Seref”e vardı. Abdullah b. Ümmü Kelam ile karşılaşınca: “Ne haberler var” diye sordu?

Abdullah: Osman’ı öldürdüler, sekiz gün halifesiz kaldılar, dedi.

Aişe: Daha sonra ne yaptılar?

Abdullah: Medineliler icma ederek işi ümmetin en faziletlisine (Ali b. Ebi Talib’e) verdiler.

Aişe: “Eğer böyleyse, keşke yeryüzü darmadağın olsaydı! Beni geri çevirin.”

Mekke’ye geri döndükten sonra şöyle diyordu: “Allah’a yemin olsun ki Osman mazlum olarak öldürüldü! Allah’a and olsun ki ben onun intikamını alacağım!”

İbn-i Ümmü Kelam şöyle dedi: Neden böyle yapıyorsun? Allah’a yemin olsun ki onu ilk olarak yoldan sapmış olarak tanıtan sensin. Sen “Na’sel'i öldürün, o kafir olmuştur” diyordun!

Aişe şöyle dedi: “Halk önce Osman’a tövbe ettirdi, daha sonra da öldürdü. Ben de, halk da, önceden onun hakkında bir şeyler söylüyorduk ama hak söz, son sözümdür!”

İbn-i Ümmü Kelam da şöyle dedi: “İşin başlangıcı sendendi, tahrik sendendi, rüzgar sendendi, yağmur sendendi, sen önderi öldürün diye emrettin. Bize; “O kafir olmuştur” dedin. Biz de onu öldürmekte sana tabi olduk. Onun katili de, ölüm emrini verendir! Şimdi de ne yeryüzü darmadağın olmuştur! Ne ay, ne de güneş tutulmuştur! Halk da her türlü kibir ve pisliği temizlemek için şimdi yüce bir şahsiyete biat etmiştir. O, savaş zamanında zırh giyinir, her şeye hazır olur. O halde halk nereden ve kim tarafından kandırılmıştır?!”

İbn-i Esir de bu olay ve şiiri nakletmiştir, ki oldukça meşhurdur. Taberi daha sonra şöyle diyor: Aişe Mekke’ye geri dönerek Mescid-i Haram’ın kapısında indi. Oradan Hacer’ul-Esved’e doğru gitti. Taraftarları da yanındaydı. Aişe orada şöyle dedi: “Ey insanlar! Osman mazlum olarak öldürüldü. Allah’a and olsun ki ben, onun kanının karşılığını isteyeceğim.”

Hz. Ali’den -Peygamber (s.a.a)’in değerli manevi kardeşinden- intikam almak için bu yolu kat ederek, fitne ve kargaşa meydana getirdi.

Halbuki Hz. Ali (a.s) ne Osman’ın katili idi, ne onu öldürmeleri için halkı tahrik ediyor, ne de onun öldürülmesine taraftar idi. Bu durumu İslam ümmetinden ve ecnebilerden insaf sahibi olan herkes bilmektedir.

İbn-i Esir’in el-Kamil c, 3 s, 102 kitabından ve diğerlerinden naklen Aişe’nin sözlerinden birisi (elbette örnek olması açısından naklediyoruz) şudur:

“Şehir halkının, Bedevilerin ve Medineli kölelerin meydana getirdiği kargaşa, bu adama hücum ederek onu mazlum olarak öldürmelerine sebep oldu. Yaptığı işleri, onu öldürmek için bahane yaptılar. Halbuki aynı işleri ondan öncekiler de yapmışlardı. Buna rağmen Osman tövbe ederek kendisini tertemiz kıldı. Azgın olarak ayaklanan asiler her türlü bahanenin ellerinden çıktığını görünce, hücum ederek onun kanını döktüler. Allah’a yemin olsun ki, Osman’ın bir tek parmağı, onun emsali olup yeryüzünde yaşayan tüm erkeklerden daha üstündür! Allah’a yemin olsun ki, onu öldürmeleri için edindikleri bahane günah idiyse, o bu günahtan, halis altın ve çirkef elbisenin temizlenmesi gibi tertemiz oldu.”

Osman’ın Mekke valisi Abdullah b. Amir-i Hazremi şöyle dedi: “Onun intikamını isteyen ilk şahıs benim.” Beni Ümeyye de ona tabi oldu. Bunların hepsi Osman’ın öldürülmesinden sonra Medine’den firar etmişlerdi.

 

ÜMMÜ SELEME’NİN AİŞE’NİN

FİTNESİ KARŞISINDAKİ TUTUMU

 

Tarih ve sire yazarları, örneğin İbn-i Ebi’l-Hadid şöyle yazıyor. Aişe Osman’ın intikamını almak için Ümmü Seleme’yi de tahrik ederek kendi safına katmak üzere onun yanına gitti. Daha sonra ona şöyle dedi: “Ey İbn-i Ümeyye’nin kızı! Sen Peygamber (s.a.a)’in hicret eden ilk zevcesisin. Sen Ümm’ül-Mümininlerin en büyüğüsün. Peygamber (s.a.a) senin evinde bizim sıralarımızı belirlerdi. Cebrail de çoğunlukla senin evindeydi.”

Ümmü Seleme: “Ne söylemek istiyorsun?” dedi.

Aişe şöyle dedi: “Halk Osman’ı tövbe etmeye zorladı. Tövbe edince de oruçlu olduğu halde muhterem bir ayda onun kanını döktüler. Ben, onun intikamını almak için Talha ve Zübeyr ile beraber Basra’ya gitmek istiyorum. Sen de bizimle gel! Şayet Allah bizim elimizle bu işi yerine getirir!”

Ümmü Seleme şöyle dedi: “Sen daha dün halkı Osman’ın aleyhine kışkırtıyor, ona en kötü sözleri söylüyordun. Sen, ona “Na’sel” diye hitap ediyordun. Diğer taraftan sen, Hz. Ali’nin Peygamber (s.a.a)’in yanındaki makamını da biliyorsun. Onu hatırlatayım mı?”

Aişe: “Evet.” diye cevap verdi.

Ümmü Seleme şöyle dedi: “Hatırlıyor musun bir gün Hz. Ali, Peygamber (s.a.a)’in yanına geldi. Biz de onun çevresinde oturmuştuk. Peygamber (s.a.a) uzun bir müddet Ali ile gizlice fısıldaşarak konuştu. Sen Peygamber (s.a.a) ve Ali’ye itiraz etmek istedin de ben engel oldum. Ama sen, bana itina etmeyerek her ikisine itiraz ettin. Ama bir müddet sonra ağlayarak geri döndün. Ben sana: “Ne oldu?” diye sordum. Sen de: “Ben içeri girip ikisinin gizli bir şeyler konuştuğunu görünce Ali’ye şöyle dedim: “Ben dokuz günde sadece bir gün Peygamber (s.a.a) ile beraber oluyorum. Ebu Talib’in oğlu! Bugünü bana bırakmayacak mısın?” diye söylediğini anlattın. Kıpkırmızı kızarıp bir hayli sinirlenen Peygamber (s.a.a) sana şöyle buyurdu: “Geri dön! Allah’a yemin olsun ki, kim Ali’ye düşman olursa, imanını kaybetmiştir.” Sen de pişman ama sinirli bir şekilde geri döndün.”

Aişe: “Evet, hatırladım” dedi.

Ümmü Seleme şöyle dedi: Yine hatırlatayım mı? Sen ve ben Peygamber (s.a.a)’in yanındayken O bize şöyle buyurdu: “Sizden hanginiz, tüylü bir deveye binecek, “Hav’eb” köpekleri ona havlayacak da doğru yoldan sapmış olacak?!”

Biz dedik ki: “Biz böyle olmaktan Allah’a ve Resulüne sığınırız.” Peygamber (s.a.a) de elini senin sırtına vurarak: “Ey Hümeyra! Sakın sen olmayasın?!” diye buyurdu. Ben de seni bu hususta uyardım.”

Aişe: “Bunu da hatırladım” dedi.

Ümmü Seleme şöyle dedi: Şunu da hatırlatayım; bir gün sen ve ben bir yolculukta Peygamber (s.a.a) ile beraberdik. Ali de Peygamber (s.a.a)’in ayakkabısını tamir ile meşguldü. Bir ağacın altında oturmuş ayakkabıları yamıyordu. Baban (Ebu Bekir) ve Ömer çıkageldiler de, aralarında olan sözlerini konuşuncaya kadar biz perde arkasına geçtik. Onlar şöyle dediler: “Ya Resulellah! Kaç yıl daha aramızda kalacağını bilmiyoruz. Bize bir sığınak olması açısından sizden sonra halife ve temsilcinizin kim olduğunu buyursanız, ne kadar da iyi olur!.”

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ama ben biliyorum. Eğer, O’nun kim olduğunu söylersem, Beni İsrail’in, Harun’un etrafından dağıldığı gibi sizler de dağılırsınız!”

Onlar da susarak hiçbir şey söylemeden dışarı çıktılar. Onlar gidince biz Peygamberin yanına gittik. Sen bize oranla Peygamber (s.a.a)’e karşı daha cesaretliydin. Bu nedenle şöyle dedin: “Ya Resulellah! Onlar için kimi emir ve halife yapacaksın?”

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ayakkabılarımı tamirle meşgul olanı.” Biz de dışarı çıktık ve Ali’nin bu işi yaptığını gördük. Sen: “Ya Resulellah! Biz Ali’den başkasını görmedik” dedin. Peygamber (s.a.a) de: “Evet, O’dur” diye buyurdu.

Aişe: “Evet, bunu da hatırladım” dedi.

Ümmü Seleme dedi: “Ey Aişe! Öyleyse bu olaylardan sonra sen ne kıyamı yapacaksın?”

Aişe: “Halkın ararsını düzeltmek için kıyam yapacağım” dedi.

İbn-i Kuteybe’nin “Garaib’ul-Hadis” kitabından naklen: Bu maceradan sonra Ümm’ül-Müminin Ümmü Seleme çok sert bir şekilde Aişe’yi Emir’ul-Müminin Ali’ye karşı ayaklanmaktan sakındırdı. Ümmü Seleme şöyle dedi:

“Eğer, İslam’ın sütunu eğilmişse, kadınlar vesilesi ile düzeltilemez. Eğer kırılmışsa kadınlar vasıtası ile tamir edilemez. Kadının yapacağı en iyi iş hicabına dikkat edip namusunu korumasıdır. Eğer Peygamber (s.a.a), seni bu çöllerin birisinde bir deveye binmiş, oraya buraya gittiğini görürse ne cevap vereceksin?...”[19]

Bu sırada Ümmü Seleme Mekke’den İmam Ali (a.s)’a şöyle bir mektup yazdı: “Talha, Zübeyr, Aişe, Abdullah b. Amir, yoldan çıkmış yandaşlarıyla ayaklanmak istiyorlar. Onlar Osman’ın mazlum olarak öldürüldüğünü iddia ediyorlar. Allah’a yemin olsun ki Allah bana, evde oturmamı emretmemiş olsaydı ve senin de razı olacağını bilseydim, onlara karşı kıyam etmekten çekinmezdim. Bunun yerine benim yerimi alması için nerede olursan ol, senin yanında olmak üzere oğlumu (Ömer b. Ebu Seleme) gönderiyorum. Ya Emirel-Müminin! Onun hakkında iyilik yap.”

Ümmü Seleme’nin oğlu İmam (a.s)’ın huzuruna yetişince, İmam (a.s) onu çok sıcak karşıladı. Tüm olaylar boyunca onu yanından bir an bile ayırmadı.

 

HAFSA VE AİŞE’NİN ONU DAVET ETMESİ

 

Tarihçiler şöyle yazıyorlar: Aişe, o günlerde hac ameli için Mekke’ye gelmiş olan Peygamber (s.a.a)’in diğer zevcelerine de elçiler gönderdi. Onlar da aynen Aişe, Talha ve Zübeyr gibi Umre amelleri ile meşguldüler. Aişe onlardan kendisiyle beraber Basra’ya gelmelerini istedi. Ama Hafsa’dan başka hiçbirisi olumlu cevap vermedi. Ama Abdullah b. Ömer gelerek Hafsa’nın da Basra’ya gitmesine mani oldu[20]

 

MALİK EŞTER VE AİŞE

 

Malik Eşter, Medine’den, Mekke’de olan Aişe’ye şöyle bir mektup yazdı: “Sen Peygamber (s.a.a)’in zevcesisin. Peygamber (s.a.a) sana evde oturmanı emretmiştir. Eğer böyle yaparsan senin için diğer işlerden daha hayırlıdır. Ama eğer bunu yapmaz, halk arasına çıkar, kendi ihtiramını korumazsan, seni evine geri çevirene kadar, Allah’ın oturmanı emrettiği yere oturmana kadar seninle amansızca savaşırım.”

 

AYAKLANAN ASİLERİN ÖNDERİ AİŞE

 

Bu asilerin komutanlığı bizzat Aişe’nin elindeydi! Emir ve yasaklar yağdırır, orduyu düzenlerdi. Ordu komutanlarını azleder, yerine başkalarını tayin ederdi! İbn-i Ebi’l-Hadid,[21] Şa’bi’den, o da Müslim b. Ebu Bikre’den, o da babasından şöyle dediğini nakleder: Talha ve Zübeyr Basra’ya gelince, onlara yardım amacıyla kılıcımı kemerime bağladım. Aişe’nin yanına gittiğim zaman emir ve yasak yağdırdığını ve o ne söylerse onun olduğunu gördüm! O anda Peygamber (s.a.a)’in bir hadisini hatırladım. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştu: “Yöneticiliğini kadının yaptığı bir topluluk kurtuluşa eremez.” Bu yüzden onlardan ayrılarak inzivaya çekildim.

İbn-i Ebi’l-Hadid şöyle diyor: Bu rivayeti başka bir şekilde de nakletmişlerdir. Rivayet şöyledir: “Benden sonra, önderliğini bir kadının yaptığı bir topluluk kıyam eder” Basra savaşında (Cemel Savaşı) ordunun sancağı Aişe’nin bindiği deveydi. Bu, tarihte, bayrak ve sancağı deve olan ilk savaştı!

Aişe’nin elçileri her bölgeye giderek Aişe’nin mektuplarını ulaştırıyorlardı. Aişe, Müslümanları Emir’ul-Müminin Hz. Ali’ye karşı kışkırtıyordu. Aynı zamanda bu yolda kendisine yardım etmelerini de istiyordu.

Büyük bir kalabalık onun davetine olumlu cevap verdi. Ama buna karşılık ileri ve aydın düşünceli şahsiyetler, onun davetini reddettiler. Beni Ümeyye, tüm varlığını bu yolda Aişe’ye bağışlayarak onun safına geçti.

Mervan da Aişe’nin ordusundaydı. Ama o, bazen okunu Aişe’nin askerlerine, bazen de İmam Ali’nin askerlerine yönelterek hangisine isabet ederse fetihtir! diyordu. Hatta şöyle söylenir: Okla Talha’yı öldüren Mervan’dır.

 

AİŞE MEKKE’DEN BASRA’YA

DOĞRU YOLA ÇIKIYOR

 

Aişe Mekke’den çıkıp Basra’ya doğru gitmek istediğinde Beni Ümeyye onun etrafını sararak görüş alış verişinde bulunmaya başladı. Bazıları: “Ali’ye doğru ilerleyip onunla savaşalım” diyordu.

Ama Aişe ve bir grup şöyle dedi: “Siz Medinelilerle savaşmaya tahammül edemezsiniz.”

Bazıları da: “Şama gidelim” diyorlardı.

Aişe ve yandaşları şöyle dedi: “Şam’da Muaviye’nin olması yeterlidir. Basra ve Kufe’ye yönelmeliyiz. Talha’nın Kufe’de, Zübeyr’in Basra’da dost ve taraftarları vardır.” Bu görüş üzerine herkes olumlu cevap verdi.

Bu sırada Abdullah b. Amir, birçok deve ve para yardımında bulundu. Bunların asker çıkarması için harcanmasını söyledi. Ya’li b. Ümeyye, dört yüz bin dirhem ve yetmiş savaşçı teslim etti. Daha sonra Aişe’yi oldukça iri yapılı “Asker” adlı deveye bindirdiler. Aişe deveyi görünce bir hayli şaşırmıştı. Devenin bakıcısı olan şahıs devenin bedensel gücü ve direnişi hakkında Aişe’ye kısa bir rapor sundu. Raporu esnasında deveden “Asker” diye bahsediyordu.

Aişe “Asker” ismini duyunca şöyle dedi: “İnna lillah ve inna ileyhi raciun!” daha sonra şöyle devam etti: “Benim bu deveye ihtiyacım yok.” Aişe, Peygamber (s.a.a)’in bu deveden bahsederek onu bu deveye binmekten sakındırdığını hatırlamıştı.

Halk başka bir deve bulmak istedi. Ama onun gibisini bulamadı. Bu nedenle devenin vaziyetini biraz değiştirerek şöyle dediler: Sana daha büyük ve daha güçlü bir deve bulduk. Aişe de razı oldu.[22]

Aişe henüz Mekke’den dışarı çıkmadan Emeviler, ona yardım etmekten vazgeçtiler. Ama o, hedefine doğru ilerlemeye devam etti.

 

HAV’EB SUYU

 

Büyük tarihçiler İbn-i Abbas’ın şöyle dediğini naklederler: Peygamber (s.a.a) bir gün, topluca yanında bulunan zevcelerine şöyle buyurdu: “Sizden hanginiz bir deveye binecek ve Hav’eb köpekleri ona havlayacak. Onun yanında, sağında ve solunda birçok adam öldürülecek ve hepsi de cehennemde olacaktır?!”[23]

Tüm tarihçiler yazıyorlar ki Aişe, kendi yolunda ilerlerken Beni Amir b. Sa’sa kabilesine ait Hav’eb Suyuna ulaşınca, köpekler ona karşı öylesine havladılar ki bindiği iri yapılı güçlü deve bile ürktü. Aişe’nin adamlarından birisi şöyle dedi: Hav’eb’de ne kadar köpek var, nasıl da havlıyorlar?!

Bunu duyan Ümm’ül-Müminin! Devesinin yularını çekerek şöyle sordu: “Bunlar Hav’eb köpekleri mi?! Beni geri çevirin.” Çünkü ben Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu duydum: ... (naklettiğimiz hadisi nakleder.)

Onlardan birisi: Biz, Hav’eb suyunu geride bıraktık dedi.

Aişe: Şahidiniz var mı? Onlar da Bedevi Araplardan, elli kişiyi bularak oranın Hav’eb olmadığını söylettiler.

Aişe de yoluna devam ederek Basra yakınlarındaki Ebu Musa kuyularına kadar ilerdi.

Aişe’nin, Hav’eb suyundan geçmesi ve köpeklerin ona havlaması, Peygamber (s.a.a)’in verdiği haberin gerçeğe kavuşması, O Hazretin hakkaniyetinin belirtilerinden sayılmaktadır. Bu olayı ümmetin ileri gelenleri hatta avam tabakasından olanlar bile bilmektedir.

 


EBU ESVED-İ DUİLİ’NİN AİŞE,

TALHA VE ZÜBEYR’LE KONUŞMASI

 

Aişe ve ordusu, Ebu Musa kuyularında konaklayınca, o gün Basra valisi olan Osman b. Huneyf, Ebu Esved Dueli’yi, ne amaçla buraya geldiklerini öğrenmesi için Aişe ve ordusuna gönderdi.

Ebu Esved, Aişe’nin yanına gelerek niçin ayaklandıklarını sordu.

Aişe: “Ben Osman’ın intikamını almak istiyorum” dedi.

Ebu Esved: “Bildiğin gibi Osman’ın katillerinden hiç kimse Basra’da yoktur” dedi.

Aişe şöyle dedi: “Evet, doğru söylüyorsun Ama Osman’ın katilleri Medine’de olan Ali b. Ebi Talib’in taraftarlarıdır. Ben de Basra’ya halkı, Ali’nin aleyhine ayaklandırmaya geldim. Biz, sizin için Osman’ın kırbacına sinirlenelim de, sizin Osman’a çektiğiniz kılıçlardan dolayı gazaplanmayalım mı?”

Ebu Esved şöyle dedi: “Senin kırbaç ve kılıçla ne işin var? Sen, Peygamber (s.a.a)’in evinde oturup Kur’ân okumalarını emrettiği zevcelerindensin. Peygamber (s.a.a) kadınlardan savaşmalarını istememiştir. Onlara, intikam almak için kıyam etmeleri yakışmaz. Emir’ul-Müminin Ali de, Osman’a senden daha yakındır. Zira her ikisi de Abdumenaf evlatlarındandır.”

Aişe şöyle dedi: “Her ne olursa olsun, ben hedefime ulaşıncaya kadar buradan geri dönmeyeceğim. Ey Ebu Evsed! Birinin benimle savaşmaya geleceğini zannediyor musun?”

Ebu Esved şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki seninle çok çetin bir şekilde savaşacağız.”

Daha sonra Ebu Esved Aişe’nin yanından kalkıp Zübeyr’in yanına gelerek şöyle dedi: “Halkın senden bildikleri bu değildi. Aksine bildikleri şuydu ki; halk Ebu Bekir’e biat edince sen, eline kılıç alarak hiç kimse hilafete Ali b. Ebi Talib’ten daha layık değildir dedin. Şimdiki halin nerede o zamanki halin nerede?!

Zübeyr, Osman’ın kanını söz konusu edince, Ebu Esved şöyle dedi: Bize haber verildiği kadarıyla bu işi sen ve dostun Talha üstlenmiştiniz.

Zübeyr: Talha’nın yanına git, bak Talha ne diyor? dedi.

Ebu Esved Talha’nın yanına gittiğinde, onun sapmış olduğunu, yanlış yolu terk etmek istemediğini ve savaşta ısrarlı olduğunu gördü. Bu yüzden çaresiz bir şekilde Osman b. Huneyf’in yanına dönerek şöyle dedi: “Bunlar savaşmaya kararlıdırlar. Sen de savaşa hazırlanmalısın.”

 

AİŞE VE ZEYD B. SAVHAN

 

Aişe, Basra’dan Zeyd b. Savhan-i Abdi’ye şöyle bir mektup yazdı: “Ümm’ül-Müminin! Ebu Bekir Sıddık’ın kızı ve Peygamber (s.a.a)’in zevcesi Aişe’den temiz evladım Zeyd b. Savhan’a! Evinde otur ve halkı Ali b. Ebi Talib’i desteklemekten sakındır. Senden bana ulaşacak haberler sevindirici olmalı. Zira sen bana göre en güvenilir kimselerimdensin. Vesselam.”

İbn-i Ebi’l-Hadid’den naklen Zeyd b. Savhan şöyle bir cevap yazdı: “Zeyd b. Savhan’dan, Ebu Bekir’in kızı Aişe’ye. Allah sana bir görev vermiştir, bize de başka bir görev. Sana kendi evinde oturmanı emretmiştir, bize de cihat etmemizi emretmiştir. Yazdığın mektup elime geçti. Mektubunda bana, Allah’ın emrinin tersine davranmamı istiyorsun! Benden, Allah’ın sana emrettiğini yapmamı istiyor, senin de bana emredileni yapacağını söylüyorsun. Şu halde, senin emrinin benim açımdan hiçbir değeri yok ve mektubunun da hiçbir cevabı yoktur.”

 

İBN-İ KUDDAME SA’Dİ’NİN

CARİYESİ VE AİŞE

 

Taberi zincirleme senetle Kasım b. Ebu Bekir’den şöyle rivayet eder: İbn-i Kuddame-i Sa’di’nin cariyesi, Aişe’nin yanına gelerek şöyle dedi: Ey Ümm’ül-Müminin! Allah’a yemin olsun ki, Osman’ın öldürülmesi senin dışarı çıkmandan, şu lanetli deveye binip savaşmaya hazır olmandan daha kolaydır. Allah, senin hicaplı olmanı ve muhterem olmanı istemiştir. Ama sen bunun dışına çıkarak ihtiramını kaybettin. Seninle savaşmayı câiz bilen, katlini de câiz bilir. Eğer kendi isteğinle geldiysen geri dön, eğer seni de zorla getirmişlerse halktan yardım al!”

 

BENİ SA’D’DAN BİR GENÇ

TALHA VE ZÜBEYR’İ ELEŞTİRİYOR

 

“Kendi kadınlarınızı evlerinizde bırakıp annenizi harekete geçirdiniz. Kendi canlarınıza yemin olsun ki, bu çok büyük bir insafsızlıktır. O kendisini toparlayıp evinde oturmakla görevlidir. Ama deveye binerek çöllerde dolaşma hevesine kapıldı. Çocuklarının, onu himaye edeceklerini umuyor. Kılıç, mızrak ve oklarıyla ona taraftarlık yapacaklarını zannediyor!”

 

CUHEYNE KABİLESİNDEN BİR

GENÇ VE MUHAMMED B. TALHA

 

Cuhayne kabilesinden olan bu genç, Muhammed b. Talha’nın yanına gelerek: “Osman’ın katilleri kimlerdi?” diye sordu. Muhammed b. Talha cevaben şöyle dedi: Osman’ın kanı üç kısıma ayrılmıştır:

1- Üçte biri şu devenin üzerinde oturana -yani Aişe’ye- aittir.

2- Üçte biri de şu kızıl deveye binene -yani babası Talha’ya- aittir.

3- Diğer üçte biri de Ali b. Ebi Talibe aittir.

Bunları duyan genç gülmeye başlayıp Ali (a.s)’a katılarak şöyle dedi: “Medine’de öldürülüp de defnedilmeyen ölüyü Talha’nın oğluna sordum. Affan oğlunu öldüren üç kısımdır dedi. İbret alınız! Onun üçte biri Aişe'nin boynundadır. İkinci üçte biri de kızıl deveye binenin boynundadır. Son üçte biri de Ali b. Ebi Talib’in boynundadır. Ama biz Bedevi Araplardanız. Bundan dolayı dedim ki: “İlk iki kişi hakkında doğru söyledin, ama üçüncü olarak saydığın parlak kişide yanlış yaptın.”

 

AHNEF B. KAYS VE AİŞE

 

Beyhaki “el-Mehasin ve’l-Mesavi” adlı kitapta, Hasan Basri’den Cemel Savaşı günü Ahnaf b. Kays’ın Aişe’ye şöyle dediğini nakleder: “Ey Ümm’ül-Müminin! Peygamber (s.a.a) sana, bu yolu kat etmene dair bir tavsiyede bulundu mu?

Aişe: Hayır.

Ahnaf: Kur’ân’da takip ettiğin hedefle ilgili bir ayet var mı?

Aişe: “Bizim okuduğumuz her ayeti siz de okursunuz.”

Ahnaf: Peygamber (s.a.a)’in azınlıkta, müşriklerin de çoğunlukta olduğu dönemlerde, O’nun kadınlardan yararlandığını gördün mü?

Aişe: Hayır.

Ahnaf: O halde bizim günahımız nedir?!.

Bir başka rivayette de İbn-i Kays’ın Aişe’ye şöyle dediği nakledilir: Ey Ümm’ül-Müminin! Benim birkaç sorum var. Sorularda biraz titiz davranırım. Ama siz bana darılmayın.

Aişe: Sor, seni dinliyorum.

İbn-i Kays: Peygamber (s.a.a), sana bu yolu kat etmene dair bir şey söyledi mi?

Aişe: Hayır.

İbn-i Kays: Peygamber (s.a.a)’den, senin hatadan mahfuz kalacağına dair bir hadis naklediyorsun mu?

Aişe: Hayır.

İbn-i Kays: Doğru söyledin. Allah senin için Medine’yi istedi. Ama sen Basra’yı seçtin. Allah, sana Peygamberinin evinde oturmanı emretti. Ama sen Beni Zabbe kabilesinden birinin evine geldin. Ey Ümm’ül-Müminin! Savaş için mi yoksa barış için mi geldiğini söylemeyecek misin?

Oldukça rahatsız olan Aişe: Barış için geldim!.

İbn-i Kays: Allah’a yemin olsun ki muhaliflerinizin yalın kılıçlarını bir kenara bırakın da, onların sizinle savaşmak için ayakkabılarını fırlatmak veya kum serpmekten başka bir vesileleri dahi olmazsa, sizinle barışmayacaklardır!.

Mecbur kalan Aişe: Emrime itaat etmeyen evlatlarımdan Allah’a şikayetlenirim.[24]

 


ABDULLAH B. HEKİM TEMİMİ VE TALHA

 

Abdullah b. Hekim de şu şekilde Talha ile münazara etti: Ey Ebu Muhammed! Bu, senin bize yazdığın mektuplar değil mi?

Talha: Evet, onlardır.

Abdullah b. Hekim: Dün bize, Osman’ı azledelim ve öldürelim diye yazdın. Sonra da onu kendin öldürdün. Şimdi de gelmiş onun intikamını mı istiyorsun? Allah’a yemin olsun ki sen bu inanca sahip değilsin. Sen, sadece maddiyata göz dikmişsin. Yavaş ol, yavaş! Sonra Ali’yle biat etme meselesi sunulunca, senin kendin gönüllü ve istekli olarak ona biat ettin. Daha sonra da kendi biatini bozup bizi de çıkardığın fitne ve kargaşaya sokmaya mı geldin?

Talha cevaben: Ali, halk kendisine biat ettikten sonra beni de kendisine biat etmeye davet etti.[25] Ben de, O’nun davetini kabul etmezsem bir sonuca varamayacağımı ve O’nun taraftarlarının bana saldıracağını gördüm.

 

BENİ CEŞM’DEN BİLGE BİRİSİ

BASRALILARA NASİHAT EDİYOR

 

Aişe ve yandaşları Basra’ya yaklaştıkları zaman Ceşm kabilesinden olan bu yaşlı adam, Aişe’nin etrafında toplanan Basralılara hitaben şöyle dedi:

“Ben filan oğlu filanım. Bu topluluk, (Aişe’nin ordusu) size doğru geldiler. Eğer korkularından gelmişlerse, bilesiniz ki onlar, öyle bir yerden gelmişlerdir ki, hatta vahşi ve yabani hayvanlar bile orada (Mekke) güvencededirler. Ama intikam için gelmişlerse, biz Osman’ın katilleri değiliz. Ey insanlar! Bunu benden duyun. Bunları geldikleri yere geri çevirin. Zira bunu yapmazsanız gelecek korkunç savaştan güvende olamayacaksınız.”

Ama Aişe’yi destekleyen Basra halkı onu taş yağmuruna tuttu!

 


AİŞE’NİN BASRA HALKINA HİTABESİ

 

Daha sonra “Asker” adlı deveye binen Aişe, ileri çıkarak şöyle seslendi: “Ey insanlar! Az konuşun ve sessiz olun.” Herkes onun konuşmasını dinlemek için sustu. Daha sonra Aişe şöyle dedi: “Ey insanlar! Emir’ul-Müminin Osman, bir takım işleri değiştirdi. Ama hayatta olduğu müddetçe onu tövbe suyu ile yıkardı. Hatta Osman mazlum olarak tövbe halinde iken öldürüldü!!

Ona itiraz ettikleri konu, onun kırbaç vurması, işleri gençlere vermesi ve yakınlarını himaye etmesiydi. Sonunda onu, muhterem bir ayda aynen bir deve gibi öldürdüler. Biliniz ki Kureyş, oklarıyla hedefini vurdu. Kureyş büyüdü, Osman’ı öldürmekle ellerine bir şey geçmedi ve hedeflerine ulaşamadılar.

Allah’a yemin olsun ki, çok yakında öyle bir bela ile karşılaşacaklardır ki, bu bela ayaktaki insanı oturtur, oturanı ise ayağa kaldırır. Allah, onların başına öyle bir kavim geçirecek ki, onlara merhamet etmeyecek ve onları azaplara duçar kılacak.

Ey insanlar! Osman’ın günahı onu öldürmeye sebep olacak kadar büyük değildi. Önce onu bulaştırdılar, sonra da ona saldırdılar. Osman tövbe edip günahlarından arındırıldıktan sonra öldürüldü. Daha sonra da ashap ile istişare etmeden, Ebu Talib’in oğluna zor ve kaba kuvvet kullanarak biat ettiler!!!

Beni, Osman’ın size karşı olan dil ve kılıcından dolayı gazaplı görüyor musunuz? Hayır! Sizin, Osman’a karşı çekilen kılıçlarınıza da gazaplanmadım! Osman, mazlum olarak öldürüldü. O halde onun katillerini araştırın. Bulduğunuz zaman da hemen öldürün. Daha sonra da hilafet işini Emir’ul-Müminin Ömer b. Hattab’ın emanet ettiği kimselere verin. Osman’ın katlinde eli olanı bu şuraya sokmayın!!!.”

Sire ve tarih yazarları burada şöyle demişlerdir: Bu sırada halk birbirine girmiş herkes bir şeyler söylüyordu. Bazıları: Ümm’ül-Müminin doğru söylüyor[26] diyor, bazıları da o bir kadındır, bu gibi işlere neden karışıyor? O evinde oturmakla görevli bir kadındır, diyordu. Konuşmalar giderek tartışmalara dönüştü. İş öyle bir hadde vardı ki birbirlerine ayakkabı ve toprak parçaları ile vurmaya başladılar. Bunların ardından topluluk ikiye ayrıldı. Bir gurup Hz. Ali’nin Basra valisi Osman b. Huneyfe, diğer bir grup da Aişe’nin ordusuna katıldı.

 

İKİ GRUBUN SAVAŞA HAZIRLANMASI

 

Onun ertesi günü her iki grup da kendisini savaş için hazırlayarak karşı karşıya geçti. Osman b. Huneyf ileri çıkarak Aişe’nin, Allah ve İslam’a yemin etmesini istedi, Talha ve Zübeyr’e, Hz. Ali’ye ettikleri biati hatırlattı. Ama onlar; biz, Osman’ın intikamını almak istiyoruz, dediler.

Osman b. Huneyf şöyle dedi: Siz iki adamın ne işi var?

Osman’ın evlatları nerede? Bu işi savunmaya sizden daha haklı olan amca çocukları nerede? Hayır, bunlar bahanedir. Siz, halkın Ali’nin çevresinde toplanmasını kıskanıyorsunuz. Siz, bu durumu kendiniz için tasarlıyordunuz. Ona ulaşmak için de çırpınıp duruyorsunuz. Osman’ı eleştirmede, azarlamada ve hırpalamada, sizin önünüze geçen, sizden daha ateşlileri var mıydı?

Osman b. Huneyf’e hakaretler yağdıran Talha ve Zübeyr, onun annesine kadar küfür ettiler. Osman b. Huneyf Zübeyr’e şöyle dedi: Eğer, annen Safiye Peygamber (s.a.a)’in halası olmasaydı, cevabını verirdim. Ama ey Talha söylenecek sözlerim var.” Daha sonra şöyle dedi: “Allah’ım! Ben mazurum.” Bunun peşi sıra hemen hamle etti. Böylece iki ordu arasında çok çetin bir savaş başladı.

Daha sonra savaşı durdurdular. Tarihçilerin genişçe yazdıkları has bir şekilde barış yaptılar. Her iki taraf da konuyu Hz. Ali’nin şehre gelişine bırakarak barış anlaşmasını şer’i ölçülere göre yazıp imzaladılar. Böylece Hz. Ali’nin gelmesini beklemeye koyuldular.

Ama Aişe, Talha ve Zübeyr, vali Osman b. Huneyf ve taraftarlarının anlayamayacağı bir şekilde kabilelerle yazışmayı ve onların ileri gelenlerini kendi saflarına cezbetmeyi kararlaştırmışlardı. Cemel ashabı, işlerini iyice sağlamlaştırdıktan sonra karanlık ve yağmurlu bir gecede elbiselerinin altından savaş zırhlarını giyinerek sabah namazında Basra merkez camiinde toplandılar.

Osman b. Huneyf, cemaata imamlık yapmak için ileri çıktı. Ama Talha ve Zübeyr’in adamları onu geri iterek Zübeyr’i cemaat imamı yaptılar. Beyt’ul-Mal nöbetçileri işe karışarak Zübeyr’i dışarı çıkarıp Osman’ı ileri sürdüler. Daha sonra olaya müdahale eden Zübeyr’in adamları onu cemaat imamı yaptılar.

Bu durum güneş doğana dek devam etti. Mescidde bulunanlar: “Ey Muhammed’in ashabı, güneş doğdu. Allah’tan korkmuyor musunuz?!” dediler. Sonuçta, Zübeyr’in adamları galip gelerek onu cemaat imamı yaptılar. Böylece Zübeyr halka namaz kıldırdı.

Zübeyr, namazı bitirir bitirmez, kendi silahlı adamlarına, Osman b. Huneyf’i yakalayın diye emretti. Osman’ı yakalayıp öldürecek hadde kadar dövdükten sonra saçını, kaşını, kirpiklerini, sakalını ve bıyığını yoldular!! Daha sonra Hz. Ali (a.s)’ın Şialarından olan yetmiş Beyt’ul-Mal nöbetçisini de tutuklayarak, Osman b. Huneyf ile beraber Aişe’nin yanına gönderdiler.

Aişe, Eban b. Osman b. Afvan’a şöyle dedi: “Git Osman b. Huneyf’in boynunu vur. Çünkü babanı öldüren Ensardı.”

Osman b. Huneyf yüksek sesle şöyle dedi: “Ey Aişe, Talha ve Zübeyr! Hz. Ali, kardeşim Sehl b. Huneyf’i Medine’de kendi yerine tayin etmiştir. Allah’a yemin olsun ki, eğer ben öldürülürsem eline alacağı kılıcıyla tüm ailenizi ve yakınlarınızı kılıçtan geçirecek hatta geriye bir tek şahıs bile bırakmayacaktır!” Osman’ın bu sözü, onların kararlarını değiştirmelerine sebep oldu.

Aişe Zübeyr’e, Beyt’ul-Mal bekçileri olan yetmiş kişinin öldürülmesini emrederek şöyle dedi: “Bana ulaşan haberlere göre, mescidde sana engel olanlar bunlarmış!” Zübeyr de onları birer koyun gibi boğazlattı. Bu iş Zübeyr’in oğlu Abdullah tarafından gerçekleştirildi. Öldürülenlerin sayısı yetmiş idi. Onlardan bir grup ise, Basra’nın beyt’ul-malını koruyarak: “Hz. Ali (a.s) gelmedikçe onları sizlere teslim etmeyeceğiz” dediler.

Ama Zübeyr gece vakti onlara hücum edip onlardan elli kişiyi tutukladıktan sonra öldürdü. Aişe’nin ashabının, Osman b. Huneyf’e karşı sergiledikleri ve ayaklar altına alarak hiçe saydıkları bu ahdi bozması, İslam’da ilk defa meydana geliyordu.

Beyt’ul-Mal bekçilerinin öldürülmesi, güvence verildikten sonra ilk Müslüman grubunun öldürülmesiydi. Onlar toplam olarak yüz yirmi kişiydiler. Ama İbn-i Ebi’l-Hadid’in Şerh-i Nehc’ül- Belağa’daki nakline ve rivayetine göre onlar dört yüz kişiydiler!![27]

Daha sonra Osman b. Huneyf’i Basra’dan dışarı attılar. O da İmam Ali’ye katıldı. Osman b. Huneyf, İmam (a.s)’ı görünce ağlayarak şöyle dedi: “Sizin yanınızdan ayrılırken ihtiyardım, ama size dönünce genç birisi oldum.”

İmam Ali (a.s) üç defa: “İnna lillah ve inna ileyhi raciun!” dedi. Hz. Ali (a.s), bu kötü olaydan dolayı oldukça üzüldü. İmam Ali (a.s), üzüntüsünü minbere çıkarak şöyle dile getirdi:

“Allah’ım! Ben, Kureyş ve onlara yardım edenlere karşı senden yardım diliyorum. Çünkü onlar, benimle olan yakınlık bağlarını kestiler, büyük olan makamımı küçük saydılar. Bana mahsus olan hilafet hususunda bana düşmanlık ettiler. Daha sonra da; bu, alman gereken bir haktır; bu, terk etmen gereken bir haktır dediler.”

Daha sonra Cemel ashabını zikrederek şöyle buyurdu:

“Onlar (Talha, Zübeyr ve yandaşları), Peygamber (s.a.a)’in zevcesini, alınıp satılan cariyeleri sürükledikleri gibi sürükleyerek Basra’ya kadar götürdüler. Talha ve Zübeyr, kendi zevcelerini evlerinde bırakıp, evinde oturması gereken Peygamber (s.a.a)’in zevcesini bir deveye bindirip hepsinin bana biat ettiği bir orduyla dışarı çıkardılar. Onların tümü bana kendi istekleriyle biat etmişlerdi.

Ahitlerini bozan bu şahıslar Basra’daki vali, Beyt’ul-Mal bekçileri ve diğerlerine saldırarak bir grubu esir ederek öldürdüler. Bir diğer grubu da kandırarak katl ettiler.

Allah’a yemin olsun ki, onların tümünü öldürmenin bana helal olması için bir tane günahsız ve masum Müslüman’ı öldürmeleri yeterliydi. Zira onların tümü olayı ve masum bir Müslüman’ın öldürülmesini gördüler de onu önlemek için ne elleriyle ne de dilleriyle hiçbir girişimde bulunmadılar...” [28]

 

HEKİM B. CİBLE’NİN İSYANCILARA

KARŞI TAVRI

 

İsyankarların, Osman b. Huneyf, Beyt’ul-Mal bekçileri ve diğer şahıslara yaptıkları Hekim b. Cibleye ulaşınca, reisi olduğu Abdulkays kabilesinden üç yüz savaşçıyla onlarla savaşmak için yola koyuldu. Aişe’nin ordusu da, Aişe’yi deveye bindirdikleri halde onlara karşı koymaya koştular. Bu nedenle o güne “Küçük Cemel Savaşı” denir. Aişe’nin devesine binerek, Hz. Ali (a.s)’a karşı savaştığı güne ise “Büyük Cemel Savaşı” denir.

Her iki taraf da yalın kılıçlarla birbirine saldırdı. Hekim b. Cible, övülesi bir direniş gösteriyordu. Ama bu sırada Ezd kabilesinden olup Aişe’nin safında olan bir şahıs, Hekim’in ayağını bir kılıç darbesiyle kesti. Ama Ezd’li şahıs dengesini kaybederek atından düştü. Hekim de kendisine vurduğu darbeyi telafi etti. Şöyle ki kesik ayağını alarak adamın kafasına vurdu. Daha sonra onun üzerine çıkıp o kadar bastırdı ki adam öldü.

Tam bu sırada adamın biri can vermek üzere olan Hekime: “Ayağını kim kesti?” diye sordu. Hekim: “Altıma aldığım bu adam” dedi.

Hekim b. Cible, Arap cengaverlerinden ve Müslümanların en cesaretlilerinden olup nübüvvet hanedanına karşı oldukça sıcaktı. Onun oğlu ve kardeşi de bu savaşta şehit oldular. Hekim’in taraftarı olan Abdulkays kabilesinden üç yüz kişi o gün Aişe’nin ordusu eliyle şahadet şerbetini içtiler. Elbette öldürülenlerden bazıları da Bekr b. Vail kabilesindendi.

Osman b. Huneyf şehirden çıkarılıp, Hekim ve taraftarları da şehit edilince, Talha ve Zübeyr arasında cemaat imamlığı konusunda ihtilaf meydana geldi. Şöyle ki, onlardan her biri kendisinin cemaat imamı olmasını istiyordu. Zira her biri arkadaşının arkasında namaz kılmanın, teslim anlamına gelmesinden korkuyordu!

Aişe, bir gün Abdullah b. Zübeyr’i ve bir gün de Muhammed b. Talha’yı cemaat imamı tayin ederek onları uzlaştırdı. Onlar, Basra Beyt’ul-Malına girip, içerideki hazineyi görünce, Zübeyr heyecanlanarak şu ayeti okudu: “Allah size, elde edeceğiniz birçok ganimet vaat etmiştir. İşte bunları hemen vermiştir!”[29]

 İşte bu, Hz. Ali’nin Basra’ya gelmeden önce Basra’da yaşanan olayların özetiydi.

 


HZ. ALİ’NİN BASRA’YA ULAŞMASI

VE İKİ ORDUNUN BİRBİRİNİN

KARŞISINDA YER ALMASI

 

Daha sonra Hz. Ali (a.s), ordusuyla beraber Basra’ya geldi. Aişe ve yandaşları şehri savunuyorlardı. Hz. Ali de Basra ve Aişe’nin ordusuna saldırmayıp tüm çabasını, iki taraf arasını bulmak için sarf etti. Hz. Ali bu işi Allah ve Resulünün razı olacağı şekilde yapıyor, hem dille hem de elle mümkün olan her şeyi yapıyor ve tüm çabasını bu işe harcıyordu.

Taberi[30] ve diğer sire ve hadis yazarları rivayet ederler ki; Hz. Ali (a.s), o gün Zübeyr’i çağırarak Peygamber (s.a.a)’in, Zübeyr’in yanında söylediği sözü hatırlattı. Peygamber (s.a.a) Zübeyr’in huzurunda şöyle buyurmuştu: “Ey Ali! Bu halanın oğlu, seninle zalimce savaşacaktır.”

Zübeyr, bunu hatırlayınca şöyle dedi: “Hal böyleyse sizinle savaşmayacağım.” Daha sonra oğlu Abdullah’ın yanına gelerek şöyle dedi: “Bu savaşın vaziyeti bana aydın değil.”

Oğlu Abdullah şöyle dedi: “Tam bir açık görüşlülükle savaşa geldin. Ama Ebu Talib oğlunun sancaklarını görüp de onların altında ölüm olduğunu anlayınca, korkarak geri adım attın.”

Oğlu Abdullah, ısrarla babasını savaşa kışkırttı. Öyle ki sonunda Zübeyr oğluna şöyle dedi: “Yazıklar olsun sana! Ben Ali’ye karşı savaşmamaya yemin ettim.”

Abdullah: “Kölen “Sercisi” bu yeminin kefareti olarak serbest bırak” dedi.

Köleyi serbest bırakan Zübeyr, Hz. Ali’nin karşı safında yer aldı.

Taberi şöyle diyor: Hz. Ali (a.s) Zübeyr’e şöyle buyurdu: “Osman’ı sen öldürdün, şimdi de onun intikamını benden mi almak istiyorsun? Allah, bugün içimizden Osman’a karşı daha ateşli olana öyle birini musallat etsin ki görmek istemediğini görsün.”

Allah (c.c), Hz. Ali (a.s)’ın duasını kabul etti. Çünkü aynı gün Allah, Amr b. Curmuz’u, Zübeyr’in başına dikti de onu oracıkta öldürüverdi.

Yine Taberi şöyle yazıyor: Hz. Ali (a.s), Talha’yı çağırarak şöyle buyurdu: “Ey Talha! Peygamber (s.a.a)’in zevcesini, onun yanında savaşmak için buraya kadar getirdin de kendi zevceni evde mi bıraktın? Sen bana biat etmedin mi?”

Talha şöyle dedi: “Gönülsüz olarak sana biat ettim!” Talha, aynen eskisi gibi savaşta ısrarlıydı.

(Taberi’nin nakline göre) Bu sırada Hz. Ali (a.s) kendi ordusuna dönerek şöyle buyurdu: “Sizden kim bu Kur’ân’ı alıp onlara sunacak,[31] onları Kur’ân’a davet edecek, bir eli koparsa diğer eline alacak ve o da koparsa dişleri ile tutacak?”

Yeni yetişen bir genç kalkarak: “Ben gönüllüyüm” dedi.

Hz. Ali (a.s), ordusunun içerisinde dolaşarak konuyu defalarca onlara anlattı. Ama bu genç dışında hiç kimse hazır olmadı. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Bu Kur’ân’ı onlara sunarak şöyle söyle: “Bu, Kur’ân’ın içerisinde olanlar (Allah’ın sözü) sizinle, bizim aramızda hakem olsun. Allah’ı hatırlayın da kanımızı ve kanınızı boş yere dökmeyelim.”

Bu genç, Aişe’nin ordusuna doğru ilerler ilerlemez, ona saldırarak Kur’ân tuttuğu her iki elini de kestiler. O da Kur’ân’ı dişleri arasına aldı. Böylece de şahadete erişti. Bunu gören Hz. Ali (a.s), kendi ashabına şöyle dedi: “Şimdi bunlarla savaşmanız için hiçbir engel yoktur. Onlarla savaşın.”

Taberi’nin nakline göre, Kur’ân-ı elinde tutarak şehit olan gencin annesi şöyle dedi: “Ne kadar kötü bir insanlar, bir Müslüman onları Allah’ın kitabına davet ediyor ama onlar Allah’tan korkmuyorlar. Onların anneleri, ayakta durmuş da sapıklığa gittiklerine bakıyorlar, ama onları alı koymuyorlar.”[32]

Deve ve tahtırevanın sahibi (Aişe) de, savaş meydanına girdi. Silahlı bir şekilde cesaret, utanmazlık ve hışımla devesi üzerinde olduğu halde savaş meydanına girmişti. Aişe, oturduğu yerden: “Benim sol tarafımdakiler kimlerdir” diye sordu?

Sabre b. Şeyman -İbn-i Esir’in el-Kamil’deki nakline göre- “Biz Beni Ezd kabilesiyiz” dedi. Aişe şöyle dedi: “Ey Gassan Oğulları! Bizim de duyduğumuz kahramanlıklarınızı ortaya koyun.”

Aişe’nin devesinin dışkısını ellerinde tutarak koklayan Ezd kabilesi fertleri şöyle söylüyorlardı: “Annemizin devesinin dışkısının kokusu amber kokusu veriyor!!!”

Aişe, daha sonra: “Sağ tarafımda olanlar kimlerdir” diye sordu? Bekir b. Vail kabilesi olduğu söylendi.

Aişe şöyle dedi: “Ey Bekir b. Vail kabilesi! Dikkatli ve dirençli olun. Biliniz ki, karşınızda olan Abdulkays kabilesidir.”

Biraz ilerleyen Aişe önünde olan askerlere: “Bunlar kimlerdir?” diye sordu.

Beni Naciye kabilesi olduğu söylenince şöyle dedi: “Aferin! Aferin! Bunlar, Ebtahi Mekki kılıçlardır. Gerekircesine sert bir şekilde savaşın!”

Aişe, bu ateşli sözleriyle onların arasında savaşçılık ruhunu uyandırdı. Öyle ki onlar, devenin etrafını sararak şöyle söylüyorlardı: “Ey annemiz! Ey Peygamber (s.a.a)’in zevcesi! Ey tüm insanların efendisi ve efendisinin eşi! Biz Beni Zabbe kabilesindeniz. Başlarımızı kırmızı kana boyanmış olmadan, kestirmeden firar etmeyiz!

Aişe, devesi öldürülene kadar tahtırevanda oturup askerleri arasında dolaşarak askerlerini savaşa kışkırtıyordu. Ama deve ve tahtırevanı savunmakla görevli kırk kişi öldürüldükten sonra savaş Hz. Ali’nin yararına tamamlanarak sona erdi. Eğer Hz. Ali (a.s)’ın özel teveccühü olmasaydı, Aişe o dehşetli günde bu coşkun sel içerisinde mutlaka öldürülürdü. Elbette o öldürülseydi, ne gibi bir fitnenin meydana geleceğini ancak Allah bilirdi.

Müslümanlar arasında meydana gelen tefrika ve ayrılığa neden teşkil eden “gün” (Cemel günü) Sıffin savaşı, Nehrevan savaşı, Kerbela faciasına ve daha nice faciaların doğmasına sebep oldu.

Ama Peygamber (s.a.a)’in kardeşi ve torunlarının babası ileri çıkarak Aişe’nin devesinin yakınında durup, Aişe’nin kardeşi Muhammed b. Ebu Bekir’e, kız kardeşini mümin kadınların yanına götürerek rahatsız olmamasına dikkat etmesini emretti. Aişe’nin askerlerinin boynuna minnet bırakarak affetti. Elde ettikleri esirleri serbest bıraktı ve Aişe’ye elinden geldiğince ihtiram gösterdi. Bu konuyu tüm sire ve tarih yazarları değinmiş ve ona itiraf etmişlerdir.

Bu savaşa “Büyük Cemel Savaşı” denir. Bu savaş 20 Cemadi’l-Ahir 36. Hicri tarihinde “Perşembe günü” gerçekleşmiştir. Her iki vakıanın -yani büyük ve küçük Cemel Savaşının- geniş açıklaması, İslam tarihlerinde nakledilmiştir.

Büyük Cemel Savaşında Aişe’nin evlatlarından öldürülenlerin sayısı, maalesef  Talha ve Zübeyr de içlerinde olmak üzere on üç bin kişiyi bulmuştu; Hz. Ali (a.s)’ın ordusundan şehit olanlar ise bin civarında idi.

 

AİŞE KİME KARŞI SAVAŞTI?

 

Aişe, bunu herkesten daha iyi biliyordu ki, Hz. Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)’in kardeşi, velisi, halifesi ve varisidir; Hz. Ali, Peygamber (s.a.a)’i ve Allah’ı candan seviyor, Allah ve Resulü de O’nu seviyorlardı. Aişe, Peygamber (s.a.a)’in Hz. Ali’ye şöyle buyurduğunu duymuştu: “Ey Ali! Senin bana olan konumun Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir. Şu farkla ki, sen peygamber değilsin.”

Yine Peygamber (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu duymuştu: “Allah’ım! Ali’nin dostuna dost, düşmanına düşman ol. Ali’ye yardım edene yardım et, onu rezil edeni rezil et. Allah’ım! Ali’ye merhamet et, Ali nerede olursa olsun hakkı onun çevresinde karar kıl.”

Aişe Veda Haccında Peygamber (s.a.a)’in yanındaydı. Peygamber (s.a.a)’in ümmete, Ehl-i Beyti terk etmemelerini nasıl ısrarla vasiyet ettiğini görmüştü. Peygamber (s.a.a) ümmeti, Kur’ân ve Ehl-i Beyte yüz çevirmekten sakındırmaktaydı.

Aişe, Gadir-i Hum’da Peygamber (s.a.a)’in, binlerce hac adayları arasında Hz. Ali (a.s)’ı hilafet makamına nasıl tayin ettiğini görmüş ve Peygamber (s.a.a)’in Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’e bakarak şöyle buyurduğunu duymuştu: “Ben sizinle savaş içerisinde olanla savaş içerisindeyim; sizinle barış içerisinde olanla da barış içerisindeyim.”

 Bu rivayeti Ahmed b. Hanbel Müsned’inde[33] Ebu Hureyre’den, Hakim Nişaburi Müstedrek’te, Taberani Mucem’ul-Kebir’de ve Tirmizi de kendi senediyle Zeyd b. Erkam’dan, İbn-i Hacer’in “el-İsabe”de Hz. Fatıma’nın biyografisindeki nakliyle nakletmişlerdir.

Aişe, Peygamber (s.a.a)’in, Ehl-i Beytini cüppesi altına alarak: “Ben sizinle savaşan herkes ile savaştayım, sizinle barış içerisinde olanla barış içerisindeyim; size düşmanlık eden herkesle düşmanım” diye buyurduğunu hem görmüş hem de duymuştu.

İbn-i Hacer-i Mekki, bu rivayeti, Ehl-i Beytin fazileti hakkında nazil olan bir ayetin tefsirinde (Savaik’ul-Muhrika, Fasıl: 11) nakletmiştir. Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğu da rivayet edilir: “Ali’nin savaşı benim savaşımdır. Onun barış ve sulhu da benim barış ve sulhumdur.”

Bu ve buna benzer birçok rivayetler vardır ki, Aişe’nin kendisi bunlardan bazılarını rivayet etmiştir. Aişe, bunların hepsini çok iyi biliyordu. Öyle ki, bir şair Aişe’ye hitaben şöyle söylemiştir: “Sen kırk bin hadis ezberledin ama bir ayeti unuttun.”[34]

Ümm’ül-Müminin Aişe’nin, Hz. Ali’ye karşı savaştaki davranışı anlamak için, babası Ebu Bekir’in rivayet ettiği şu hadisi bilmemiz yeterlidir. Ebu Bekir şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a)’in çadır kurup bir Arabi yayına yaslandığını gördüm. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin de çadırın içerisindeydiler. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Ben, bu çadırda olanlarla barışık olan herkesle barışığım. Kim bunlarla savaşırsa, ben de onunla savaşırım. Onları helal zadeden başkası sevmez. Onlara zina zadeden başkası da düşmanlık etmez.” [35]

 

AİŞE NE DÜŞÜNÜYORDU?

 

Hal böyleyken sayın okurlar, Ümm’ül-Müminin Aişe’nin, bu ayaklanmadaki amaç ve hedefinin Allah olduğunu mu, Peygamber ve ahireti amaçladığını mı, salih amelli kadınlardan olduğunu mu ve Aişe’nin, bu ameliyle Allah’ın Peygamberin zevcelerine vaadettiği sevabı alacağını mı düşünüyorsunuz? Allah, Peygamber (s.a.a)’in zevcelerine şöyle buyurmuştur:

“Eğer, Allah’ı, peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükafat hazırlamıştır.”[36]

Yoksa Aişe, kendisiyle Allah arasında, diğerlerine haram edilenleri helal eden bir antlaşma olduğunu mu zannediyordu? Yoksa Aişe, masum İmam Ali (a.s)’ın aleyhine ayaklanmasıyla şu ayette vaadedilen ilahi azaptan kurtulacağını mı zannediyordu?!

“Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah’a göre kolaydır.”[37]

Acaba Aişe, ortaya çıkardığı ayaklanmanın bir nevi ibadet, Allah ve Peygamberine itaat, yoksa yararlı bir iş yaptığını mı düşünüyordu? Yoksa Aişe, bu davranışında şu ayete amel ettiğini mi düşünüyordu?

“Sizden kim, Allah’a, Resulüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükafatını iki kat veririz. Ve ona bol rızk hazırlamışızdır.”[38]

Yoksa Aişe, Hz. Ali (a.s)’a karşı ayaklanarak Peygamber (s.a.a)’in diğer hanımlarına oranla Allah’a daha fazla yaklaşmayı, daha fazla takva elde etmeyi ve şu ayete amel etmeyi mi hedefliyordu?

“Ey peygamber hanımları! Eğer Allah’tan korkuyorsanız siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz.”[39]

Acaba Aişe, oturduğu İbn-i Zabbe’nin evini, Allah’ın ona oturmasını emrettiği ev olarak mı görüyordu? Aişe orduya yaptığı komutanlığı, Talha ve Zübeyr’in, onu cahiliyet dönemi açılıp saçılmalarından korumak için diktiği perde gibi mi görüyordu? O bu şekilde, namaz kılmayı, zekat vermeyi, Allah’a ve Resulüne itaat etmeyi yerine getirebileceğini mi zannediyordu?

O, bunca yaptığı işleri, ilahi emir ve yasaklar karşısında yaptığın mı görüyordu? Zira Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

“Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin...”[40]

Aişe ne söylüyor? Veya onun taraftarları, Allah’ın Aişe ve arkadaşı Ömer kızı Hafsa hakkında buyurduğu “Eğer ikiniz de Allah’a tövbe ederseniz (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı”[41] hitap hakkında ne söylüyorlar? Yine şu ayet hakkında ne söylerler: “... Ve eğer peygambere karşı birbirinize arka verirseniz, bilesiniz ki, onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların arkasından melekler de (O’na) yardımcıdır. Eğer O, sizi boşarsa Rabbi O’na, sizden daha iyi, kendini Allah’a veren, sebatla itaat eden eşler verir."[42]

Bu ayet, Peygamber (s.a.a)’i, Aişe ve Hafsa’ya karşı savunacak kuvvetlerin son haddinde olduğunu göstermektedir. Eğer tüm kainatta bulunanlar Peygamber (s.a.a)’in aleyhine ayaklansalar da Peygamber (s.a.a) bu kuvvetten fazlasına ihtiyaç duymaz.

Aişe ve Hafsa’yı tanımak için şu yeter ki Allah, bu ikisine Tahrim suresinde iki kafir kadının bir de mümin kadının misalini getirerek şöyle buyuruyor: “Allah, inkar edenlere, Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin, nikahları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi.

Allah, inananlara da Firavun’un karısını misal gösterdi. O; “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işlerinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” dedi.”[43]

Ehl-i Beyte tabi olan alim ve zahit şairlerden birisi Aişe’ye hitaben şöyle diyor: “Ey Aişe! Uğrunda ölüm sınırına kadar gittiğin savaş hakkında ne dersin?, Buhari sahihinde, evine işaret edilerek senin hakkında söylenilen sözü nakletmesi yeterlidir. Derler ki tövbe ettin ve Ali sana göz yumdu. Peki neden Ali şehit olduğunda şükür secdesi yaptın? Neden İmam Hasan’ın vefatında bir katıra binerek fitne ateşini alevlendirdin?!”

Şiir’de Buhari’nin naklettiği sözden kasıt, Abdullah b. Ömer’den naklettiği[44] şu hadistir: “Peygamber (s.a.a) durarak, Aişe’nin ikamet ettiği yere işaret edip şöyle buyurdu: “Fitne buradandır, fitne buradandır; şeytanın boynuzları buradan çıkacaktır.”

Sahih-i Müslim’de şöyle rivayet edilir: Peygamber (s.a.a), Aişe’nin evinden çıkarak şöyle buyurdu: “Küfrün başı buradan çıkacaktır. Şeytanın boynuzunun çıkacağı yer burasıdır.” [45]

Şiirde Hz. Ali (a.s) ile ilgili olan bölüm şuna işarettir: Hz. Ali (a.s)’ın şahadet haberi Aişe’ye ulaşınca, Aişe hemen yere kapanarak şükür secdesi yaptı. Daha sonra başını secdeden kaldırarak şu şiiri okudu:

“Derken o kadın sevinçten asasını atarak yerinde oturdu, bir yolcunun vatanına döndüğü gibi sevinçliydi.”

Daha sonra: “Ali’yi kim öldürdü?” diye sordu.

Cevabında: “Murat kabilesinden biri” dediler.

Aişe sonra şu dokunaklı şiiri okudu: “Eğer O uzaksa, O’nun ölüm haberini ağzında toprak olmayan bir genç verdi.”

Ümmü Seleme’nin kızı Zeynep, ona itiraz ederek şöyle dedi: “Bunları Ali için mi söylüyorsun?!” Aişe cevabında şöyle dedi: “Unuttum! Ne zaman unuttuysam bana hatırlatın!!!”

 

AİŞE VE İMAM HASAN-I MÜCTEBA (A.S)

 

Ehl-i Beyt şairinin şiirinin son bölümü ise Aişe’nin, Peygamber (s.a.a)’in torunu İmam Hasan’a yaptıkları olaya işarettir.

İmam Hasan (a.s) şahadetinden bir müddet önce, Beni Haşim’i yanına toplayarak, şahadetinden sonra Peygamber (s.a.a)’in kabrinin yanına defnedilmesinden dolayı, Beni Ümeyye tarafından çıkarılacağından korktuğu fitne hususunda uyarılarda bulundu. Bu nedenle kardeşi İmam Hüseyin’e vasiyet ederek, muhalefetle karşılaştığını görürse, fitnenin önünü almasını ve kendisini Baki mezarlığında büyük annesi Fatıma bint-i Esed’in (Hz. Ali’nin annesi) yanına defnetmesini, bu yolda bir damla kanın bile akıtılmamasını istedi.

İmam Hasan (a.s), şehit olduktan sonra Haşimiler onu dedesi Peygamber (s.a.a)’in yanında toprağa vermek istediler. Ama bir anda Beni Ümeyye tepeden tırnağa silahlanarak savaşa hazırlandı. Beni Ümeyye’nin başında Mervan b. Hakem ve Sa’d b. As yer almaktaydı.

Mervan şöyle seslendi: “Ey Beni Ümeyye! Emir’ul-Müminin Osman’ın Medine’nin bir köşesinde, Hasan’ın da Peygamber’in yanında toprağa verilmesi mi gerekir?”

Daha sonra bir katıra binmiş Aişe’yi getirdiler. Aişe evine girmelerine izin vermediğini belirterek şöyle diyordu: “Hasan’ı benim evime getirmeyin!”

Ebu’l-Ferec-i İsfahani-yi Mervani “Makatil’ut-Talibiyyin” adlı kitabının İmam Hasan’ın Şerh-i hali bölümünde, Ali b. Tahir b. Zeyd’ten şöyle rivayet eder: İmam Hasan’ı defnetmek istedikleri zaman Aişe, bir katıra binip Beni Ümeyye, Mervan b. Hakem ve diğer taraftarlarından yardım aldı. Tam bu sırada birisi şöyle dedi: “Bir gün katıra biner, bir gün deveye!”

Mes’udi şöyle yazıyor: O gün Aişe, alaca bir katıra binmişti. Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir gelerek şöyle dedi: “Hala! Biz kırmızı Cemel gününün kanlarından başlarımızı henüz yıkamamışız. Alaca katır savaşını da meydana getirdi demelerini mi istiyorsun?!

Bu hususta şair şöyle diyor:

“Ey Aişe! Bir gün deveye bindin, diğer bir gün de alaca bir katıra bindin! Eğer yaşarsan file bile bineceksin! Sen Peygamber (s.a.a)’in evinden, zevcelerine kalan sekizde bir mirasın sadece dokuzda birine maliksin. Ama sen hepsini sahiplendin!”

Şimdi şu konuyu açmamız gerekir: Acaba Aişe, Peygamber (s.a.a)’in evine istediğini alma, istediğini de almama hakkına sahip miydi? Şunu bilmek gerekir ki, İslam fıkhına göre malik, mülkünü istediği gibi kullanma hakkına sahiptir. Ama ey sayın okuyucu! Acaba Peygamber (s.a.a), evini, satış yoluyla, bağışlama yoluyla veya herhangi bir yolla Aişe’ye mi bırakmıştı? Hayır! Hayır! Zannetmiyorum. Hiç kimsenin de böyle bir şey söyleyebileceğini veya düşünebileceğini zannetmiyorum.

Evet, Peygamber (s.a.a) Aişe’yi, diğer zevceleri gibi evinin odalarından birisinde yer vermişti. Aynı şekilde diğer zevceleri de, ayrı ayrı odalarda ikamet etmekteydiler. Peygamber (s.a.a) de aynen evli bir erkeğin eşini kendi evine getirdiği ve onunla ilgilendiği gibi kendi zevcelerine bu muameleyi yapmıştı. Zira kadının erkeğe vacip olan haklarından birisi de erkeğin, kadına kalacak bir yer vermesidir. İşte kadın bu yolla kocasının evinde ikamet eder.

Ama bir evde oturmak kesinlikle o eve sahip olmak manasına değildir. Zira gerçekte evi istediği gibi kullanma hakkına sahip olan erkektir. Çünkü kadına evde oturma hakkını veren erkektir.

Buna ilaveten, eğer Aişe’nin, Peygamber (s.a.a)’in evinde olmasının eve sahiplendiğine delil olduğunu kabul edersek, peki Fedek bağının Hz. Fatıma (a.s)’ın elinde olması, neden ona malik olduğuna delil olarak kabul edilmiyor?! Bu ikisi arasında ne gibi bir fark vardır?! Zira bir kızın, babası hayattayken istediği gibi babasının malından bir bölümünü kullanması, ona malik olduğunun bir göstergesidir. Bu durum, kız baba ocağından ayrılıp koca evine gittikten sonra daha da belirgindir. Elbette bu durum, kocanın evinde bulunan odaları kullanma konusunun tam tersinedir. Biz, bu konuda tüm insanlar arasında bulunan örf, adet, gelenek ve görenekleri hakem olarak sunuyoruz.

Şayet o günlerde, Aişe’nin babası halife olduğundan, kendi yetkisine dayanarak Peygamber (s.a.a)’in evini Aişe’ye bağışlamıştı! Hal böyle ise biz, Ebu Bekir’den kızı Aişe’ye yaptığı muameleyi, Peygamber (s.a.a)’in değerli kızı Fatıma’ya da yapmasını ve onun elinde olanları almamasını beklerdik. Eğer Ebu Bekir bu işi yapsaydı, Müslümanların vahdeti için daha faydalı olurdu.


 


[1] - Bkz. Sahih-i Müslim, c. 1, s. 258 (H.K 1327, Mısır baskısı). Sonradan içtihat edileni bırakın da onun rivayet ettiğine amel edin!

[2] - Hakim Nişaburi bu hadisi aynı lafızlarla (Müstedrek, c. 4, s. 37), Muhammed b. Sa’d (Tabakat, c. 8, s. 104), Taberi ve diğerleri nakletmişlerdir.

[3] - Meğafir: Bazı ağaçlardan çıkan bir madde.

[4] - Daha geniş bilgi için Sahih-i Buhari’ye müracaat ediniz.

[5] - Tahrim / 4.

[6] - Tahrim / 5.

[7] - el-Keşşaf, Zemahşeri, c. 4, s. 566, b. Beyrut; et-Teshil li-Ulum’it-Tenzil, Kelbi, c. 4, s. 131; Feth’ul-Beyan li-Sadık-ı Hasan Han; Tefsir-i Razi, c. 8, s. 333; ed-Dürr’ül-Mensur, c. 6, s. 339-342; Tefsir-i Kurtubi, c. 18, s. 177 ve 188; Feth’ul-Kadir, Şevkani, c. 5, s. 250; Tefsir-i İbn-i Kesir, c. 4, s. 387.

(Peygamber-i Ekrem (s.a.a), Ebu Bekir’le Ömer’in kızlarını yani Aişe ile Hafsa’yı, görücü göndererek almamıştır. Aişe’yi babası Ebu Bekir’le annesi ısrarla Peygamber (s.a.a)’e teklif etmişlerdir.  Peygamber (s.a.a) de onların bu ısrarları üzerine onunla evlenmeyi kabul etmiştir. Peygamber (s.a.a) onun nikahını Mekke’de kıydı, Medine’de de onunla evlendi. Aişe o zamanları 15 yaşlarında idi.

Hafsa da Bedir savaşında kocasını kaybettiğinden dolayı babasının evine gitmişti. Kötü huylu ve sert bir kadın olduğundan dolayı, kimse onunla evlenmeye hazır olmuyordu. Ömer, Ebu bekir’le Osman’a onunla evlenmelerini teklif etti. Ama onlar Hafsa’nın kötü huyunu ve sertliğini bildiklerinden dolayı onunla evlenmeye yaklaşmadılar. Ömer konuyu Peygamber (s.a.a)’e açtı. Hafsa’nın kocası Bedir savaşında Peygamber (s.a.a)’in yanında öldürüldüğünden dolayı Peygamber (s.a.a) onunla evlenmeyi kabul etti... M.)

[8] - Tahrim / 10-11.

[9] - Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 2, s. 77.

[10] - Sahih-i Buhari, c. 1, Bab: Vahiy’in Başlangıcı ve Alak Suresinin Tefsiri, c. 3, Sahih-i Müslim Bab’ul-İman, Sahih-i Tirmizi ve Nesai Alak suresi tefsiri.

[11] - İrşad’us-Sari, c. 1, s. 171.

[12] - Tevbe / 101.

[13] - Ahzab / 33.

[14] - Hucurat / 9.

[15] - Örneğin: Hişam b. Muhammed Kelbi “el-Cemel” adlı kitapta, Taberi “Tarih’ul-Umem ve’l- Mülük”, İbn-i Esir “el-Kamil”, Medaini” el-Cemel” ve diğer sire-tarih yazarlarının ilgili kitaplarına müracaat edebilirsiniz. Sayın okuyucuların, İbn-i Ebi’l-Hadid’in yazdığı şerhde değindiği konuları okumaları bile yeterlidir. Bkz. Şerh-i Nehc’ül-Belağa, Mısır baskısı, c. 2, s. 77-82, s. 496 ve sonrası.

[16] - Bkz: İstiab, Usd’ul-Gabe, Tabakat-ı İbn-i Sa’d ve diğerleri.

[17] - Bkz. Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 2, s. 77.

[18] - Bkz: Tarih-i Taberi, c. 3, s. 476.

[19] - İbn-i Ebi’l-Hadid, Ümmü Seleme’nin mektubunu (Şerh-i Nehc’ül-Belağa, c. 2, s. 79) nakletmiş ve şerh vermiştir. Ümmü Seleme bu sözüyle iyi bir imtihan vermiştir. Allah rızası, İslam ve Aişe’nin maslahatı konusunda konuşmuş bir takım girişimlerde bulunmuştur. Bu yolda en iyi cihadı yapmıştır. Onun cihadı ile Aişe’nin cihadı arasında ne kadar da fark vardır!

[20] - Şerh-i Nehc’ül-Belağa, c. 2, s. 80.

[21] - Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 2, s. 80.

[22] - Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn- Ebi’l-Hadid, c. 2, s. 80.

[23] - a.g.e. s. 498

[24] - Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 2, s. 505.

[25] - Bu utanmaz adam yalan söylüyor. Zira o Hz. Ali’ye biat eden ilk şahıslarındandı. İşin kötü akıbetinden Allah’a sığınırız.

[26] - Bkz. Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 2, s. 499.

[27] - Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 2, s. 501.

[28] - Nehc’ül-Belağa, Feyz’ul-İslam, h. 171 s. 555.

[29] - Fetih / 20.

[30] - Tarih-i Taberi, c. 2, s. 519.

[31] - Tarih’ul-Umem ve’l-Müluk, Taberi, c. 3, s. 520.

[32] - Tarih-i Taberi, c. 3, s. 522.

[33] - Müsned-i Ahmed, c. 2, s. 442

[34] - Ahzab suresi 33. ayete işaret edilmektedir. (M.)

[35] - Bu hadis Ebu Bekir’den naklen rivayet edilmiştir. Bkz. Abbas Mahmud Akkad, “Abkariyet’ul-Muhammed”, “Peygamber, İmam ve Sahabe” başlığı.

[36] - Ahzab / 29.

[37] - Ahzab / 30.

[38] - Ahzab / 31.

[39] - Ahzab / 32.

[40] - Ahzab / 33.

[41] - Tahrim / 4.

[42] - Tahrim / 4-5.

[43] - Tahrim / 10-11.

[44] - Sahih-i Buhari c. 2 s. 25.

[45] - Bkz. Sahih-i Buhari, c.2 s. 503.

index