BİRİNCİ BÖLÜM ON DÖRT MASUM (A.S)

 

 61Cennet Bahçelerinden Bir Bahçe
 62İmdat Dileyen Kuş
 63İmam Rıza (a.s) Açısından Eşitlik
 64Maslahat İçin Dua

65- İmam Cevad (a.s)’ın Huzurunda Sevinçli Bir Şahıs

66- İmam Cevad (a.s)’ın Kaybolan Koyunun Yerinden Haber Vermesi
67- İmam Hadi (a.s) Yırtıcı Hayvanlar Arasında

68- Zinakâr Bir Hıristiyan Hakkında İmam Hadi (a.s)’ın Fetvası
69- Muhtaçlar İmam Hasan Askeri (a.s)’ın Huzurunda

70- Bir Soru ve Cevabı

71- Hz. Ali (a.s)’ın Düşüncesinde Hz. Mehdi (a.s)
72- İmam Sadık (a.s)’ın İmam Mehdi (a.s)’ın Gaybetine Ağlaması
73- Gaybet, Allah’ın İnsanları Onunla Denediği Bir Mihnettir

74- İmam Mehdi (a.s)’ın Mektubu

 41Berzahtan Bir Kişi
 42İmam Sadık (a.s) ve İnsaflı Ticaret
 43Hayatın Son Anında En Önemli Söz
 44İnsanların En Akılsızı
45İmanın Dereceleri
 46Mantıklı Bir Söz
- 47İsraf Yasak

48- Sanki Bu Ayeti Duymamıştım!

49- İmam Sadık (a.s)’ın Üç Önemli Tavsiyesi

50- Yoksullara Yardım

51- İstemeden Önce İhsanda Bulunmak

52- Akılsızların Günahı Akıllıların Üzerinedir
53- Ona Merhamet Et

54- Allah’ın Varlığına Bir Delil

55- Kabul Olmayan Dualar
56- İmam Kazım (a.s) Harun’un Sarayında
57- Zulüm Tezgahında Hizmet Etmek
58- Ebu Hanife İmam Kazım (a.s)’ın Huzurunda

59- Kolay Ölüm

60- Allah’a İtaat Ettiğin Takdirde Benim Kardeşimsin
 

21- Yamalı Ayakkabıdan Daha Değersiz Bir Hükümet
22- Benden Sorun!
23- Yaşayışta Orta Halli Olmak

24- Enuvşirevan’ın Kafatası Konuşuyor!

25- Günahın Tedavisi

26- Hz. Peygamber (s.a.a)’in Hz. Fatıma Hakkındaki Sözü

27- Müslüman Kadının En Güzel Sıfatı
28- Levhada Üç Güzel Söz

29- Bilal’ın Ezan Sesi!

30- Fatıma (a.s) Mahşer Sahrasında
31- İmam Hasan (a.s)’la İmam Hüseyin (a.s)’ın Yarışı

32- Edebe Riayet

33- Gıybet Edene Karşı Mantıklı Bir Tavır

34- Hz. Peygamber (s.a.a)’in Kalbinde İmam Hüseyin (a.s)’ın Aşkı

35- Hediye Edilen Bir Demet Gülün Mükafatı

36- İlim Öğretmenin Değeri

37- İmam Hüseyin (a.s) Açısından Ölüm

38- Onu Mekke ve Mina Tanıyor

40- İmam Bakır (a.s) Parlayan Bir Nur 

 

1- Cennet Ağaçları
2- En Güzel Arzu
3- Peygamber (s.a.a)’in Mizahı
4- Haince Bakmak
5- Resulullah (s.a.a)’den Beş Tavsiye
6- İlmin Değeri

7- Allah’ın Beğendiği Dört Haslet

8- İmtihan Mihengi

9- Kocaya İtaat

10- Sonucu Düşünme

11- Ne Zarar Ne De Ziyan
12- Ölüm Döşeğinde

13- Hurafelere Karşı Koymak
14- İşi Sağlam Yapma Dersi

15- En Sevimli İsimler
16- Komşunun Sınırı

17- Öfkeden Sakınma
18- Ayrılık Çaresi

19- Hz. Ali (a.s)’ın, Kendi Katiline Karşı Şefkat ve Merhameti

20- İslamî Adabı Riayet Etmek
 




 

 

1- Cennet Ağaçları

Bir gün Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: “Kim “Subhanellah” derse, Allah Teala bu zikre karşılık kıyamet günü ona cennette bir ağaç diker.

Yine kim “La ilahe illâllah” derse, Allah Teala bu zikir karşılığında cennette ona bir ağaç diker.

Yine kim “Allah-u Ekber” derse, Allah Teala bu zikre karşılık cennette ona bir ağaç diker.”

Bu sırada Kureş’li olan bir adam şöyle dedi:

“Ya Resulellah! Bu durumda bizim cennette pek çok ağaçlarımız olacaktır. Çünkü biz sürekli olarak bu zikirleri söylüyoruz.”

Resulullah (s.a.a) cevaben şöyle buyurdular:

Evet doğrudur. Ama onları günah ateşiyle yakmaktan sakının. Zira Allah-u Teala söyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah ve resulüne itaat edin ve amellerinizi geçersiz kılmayın.”[1]

2- En Güzel Arzu

Ka’b oğlu Rabia şöyle diyor:

Bir gün Resulullah (s.a.a) bana şöyle buyurdu:

“Rabia! Yedi yıl bana hizmet ettin, benden mükafat istemiyor musun?”

Arz ettim ki: “Ya Resulellah! Müsaade edin bu konu hakkında biraz düşüneyim.”

Ertesi günü Resulullah (s.a.a)’in huzuruna gittiğimde Hazret şöyle buyurdu:

“Rabia! Hacetini (dileğini) iste.”

Arz ettim ki: “Allah’tan iste ki, beni de sizinle beraber cennette götürsün.”

Buyurdu ki: “Böyle bir şey istemeyi kim sana öğretti?”

Arz ettim ki: “Kimse bana öğretmedi. Ama ben biraz düşünerek şu kanatta vardım ki; eğer dünya malını istemiş olursam, yok olucudur; eğer uzun ömür ve evlat isteyecek olursam, onun sonu da ölümdür.”

Bu sırada peygamber (s.a.a) başını öne eğip biraz düşündükten sonra şöyle buyurdular: “Bunu Allah’tan isteyeceğim. Ama sen de uzun secdelerle bana yardım et ve çok namaz kıl.”[2]

3- Peygamber (s.a.a)’in Mizahı

Yaşlı bir kadın Peygamber (s.a.a)’in huzuruna vararak cennet ehlinden olmayı arzu ettiğini dile getirdi.

Peygamber (s.a.a) ona: “Yaşlı kadın cennete gitmeyecektir” diye buyurdular.

Yaşlı kadın ağlayarak Resulullah (s.a.a)’in huzurundan ayrıldı.

Bilal-i Habeşi, o kadını ağlar bir vaziyette görünce: “Neden ağlıyorsun?” diye sordu.

Kadın cevaben şöyle dedi: “Ağlamamın sebebi Resulullah (s.a.a)’in; ‘Yaşlı kadın cennete girmeyecektir’ sözünden dolayıdır.”

Bilal, Resulullah (s.a.a)’in huzuruna vararak kadının durumunu O Hazrete iletti.

Resulullah (s.a.a): “Zenci de cennete girmeyecektir” buyurdular.

Bilal da üzülüp o kadınla beraber ağlamaya başladılar.

Peygamber (s.a.a)’in amcası Abbas onların ağladığını görünce: “Neden ağlıyorsunuz?” diye sordu. Onlar da Resulullah (s.a.a)’in onlarla ilgili buyurmuş olduğu sözünü naklettiler.

Abbas onların ağlamalarını görünce, onların durumunu Resulullah (s.a.a)’e anlattı.

Resulullah (s.a.a) yaşlı olan amcası Abbas’a da: “Yaşlı erkek de cennete gitmeyecektir” buyurdular.

Daha sonra Resulullah (s.a.a) onların her üçünü huzuruna çağırıp gönüllerini alarak şöyle buyurdu: “Allah Teala cennet ehlini, başlarında bir taç olduğu halde nurlu bir genç simasında cennete götürecektir; yaşlı, siyah yüzlü ve çirkin kıyafetli bir şekilde değil.”[3]

 

4- Haince Bakmak

Bir adam Peygamber (s.a.a)’in huzuruna vararak şöyle dedi: Ya Resulellah! Filan şahıs komşunun namusuna (haince) bakıyor. İmkanı olursa, iffete aykırı çirkin ameli yapmaktan da perva etmez.

Resulullah (s.a.a) bu sözleri duyunca bu olaydan dolayı çok sinirlendi ve: “Onu benim yanıma getirin” diye emretti.

Orada bulunan bir şahıs da şöyle dedi: “Ya Resulellah! O sizin takipçilerinizden, sizin ve Ali’nin (a.s) velayetini kabul eden şahıslardandır. Sizin düşmanlarınızdan da teberri etmektedir (uzak durmaktadır).

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular:

“O sizin takipçilerinizdendir söyleme. Çünkü bu söz yalandır. Zira bizim takipçilerimiz bize uyan ve amelleri de bizim amellerimiz gibi olan kimselerdir. Bu adam hakkında söylediğiniz sözler, bizim amel ve davranışımıza uygun değildir.”[4]

 

5- Resulullah (s.a.a)’den Beş Tavsiye

Hz. Peygamber (s.a.a)’in ashabından olan Ebu Eyyub-i Ensari Resulullah (s.a.a)’in huzuruna vararak şöyle dedi:

“Ya Resulellah! Bana öyle az ve öz bir vasiyet edin ki, onu kafamda tutabilip onunla amel edebileyim.”

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:

Şu beş şeyi sana tavsiye ediyorum:

1- Halkın elindekine göz dikme ve ondan ümidini kes. Çünkü bu zenginliğin ta kendisidir.

2- Tamahtan sakın. Zira tamah peşin fakirliktir.

3- Namazı öyle kıl ki, sanki bu senin en son namazındır ve artık diri kalıp da diğer namaz kılamayacaksın.

4- Sonradan mecbur kalıp da özür dileyeceğin bir ameli yapmaktan sakın.

5- Kendin için sevdiğin şeyi (dini) kardeşin için de sev.[5]

 

6- İlmin Değeri

Resulullah (s.a.a) bir gün camiye gittiğinde camide iki topluluk gördü. Topluluklardan biri ilmi konular hakkında konuşuyordu. Bu toplulukta İslamî meseleler tartışılıyordu. Diğer topluluk ise, dua ve münacat topluluğu idi; bu topluluk da dua edip Allah’a yalvarıp yakarıyorlardı.

Peygamber (s.a.a) bu durumu görünce şöyle buyurdular: Her iki toplantı da güzel ve hayra doğrudur. Bir grup Allah’a dua ediyor, bir grup da bilgisizleri bilgilendiriyor. Ben ikinci grubu (yani ilmî müzakere edenleri), duayla meşgul olan birinci gruba tercih ediyorum. Çünkü benim kendim de Allah Teala tarafından eğitim ve öğretim için gönderilmişim.”

Resulullah (s.a.a) bu sözleri buyurduktan sonra ilmi müzakere eden grubun yanına gitti ve onlarla beraber oturdu.[6]

 

7- Allah’ın Beğendiği Dört Haslet

Allah-u Teala Resulüne (s.a.a) şöyle vahyetti: “Ben, Ebu Talib oğlu Cafer’i dört sıfatından dolayı takdir ediyorum.”

Peygamber (s.a.a) bu vahiyden dolayı Cafer’i çağırtıp mevzuyu ona açıkladı. Cafer şöyle dedi:

“Allah Teala sana vahiy etmiş olmasaydı, ben bu sıfatları açıklamazdım.

Ya Resulellah! Ben kesinlikle şarap içmedim; çünkü içtiğim takdirde aklımın zail olacağını biliyordum.

Kesinlikle yalan konuşmadım; zira yalan konuşmak yiğitliğe aykırıdır.

Kesinlikle zina etmedim; çünkü namusumla aynı amelin yapılmasından korktum.

Kesinlikle puta tapmadım; zira puta tapanın bir yararı olmadığını biliyordum.”

Resulullah (s.a.a) mübarek eliyle onun omzuna vurarak şöyle buyurdular: “Allah Teala’nın, cennette meleklerle uçman için sana iki kanat vermesi O’na haktır.”[7]

 

8- İmtihan Mihengi

Sa’lebe bin Hatib el-Ensarî Resulullah (s.a.a)’in huzuruna gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Allah Teala’dan bana servet vermesini iste.”

 Resulullah (s.a.a) cevaben şöyle buyurdular: “Ey Sa’lebe! Şükrünü yerine getirdiğin az mal, şükrünü yerine getiremeyeceğin çok maldan daha iyidir.”

Sa’lebe bu sözü dinledikten sonra gitti. Birkaç gün sonra yine aynı sözünü tekrarladı. Bu defa Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:

“Ey Sa’lebe! Ben senin için bir örnek değil miyim? Allah’ın Resulü gibi olmak istemiyor musun? Allah’a and olsun ki, eğer yeryüzündeki dağların benim için altın ve gümüş olmasını ve benimle hareket etmesini istesem, bunu yapabilirim. Ama gördüğün gibi ben Allah’ın takdirine razıyım.”

Sa’lebe gitti, daha sonra tekrar gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Dua et Allah bana mal ve servet versin. Ben Allah’ın, fakirlerin, akrabaların ve herkesin hakkını vereceğim.”

Resulullah (s.a.a), Sa’lebe’nin bundan vazgeçmeyeceğini görünce: “Allah’ım! Sa’lebe’ye mal ve servet ver.” diye dua etti.

Resulullah (s.a.a)’in duasından sonra Sa’lebe bir koyun aldı. Koyun hızla çoğalmaya başladı; öyle ki artık Medine şehri onun koyunlarını alamayacak bir hale geldi. Artık şehirde kalamayıp Medine’nin dışına çıktı.

Sa’lebe önceleri bütün namazlarını camide Peygamber (s.a.a)’in arkasında kılıyordu. Ama koyunları çoğaldığından dolayı artık cemaat namazına katılamayıp Peygamber (s.a.a)’in arkasında cemaat namazı kılmanın faziletinden mahrum kaldı. Sadece Cuma günleri Medine’ye gelerek cuma namazını Peygamber (s.a.a)’in arkasında kılıyordu.

 Dünya malının sorunları gittikçe çoğalıyor ve gün geçtikçe serveti artmağa başlıyordu. Öyle ki artık Medine’nin kenarında bile kalamayarak mecburen Medine’nin uzak çöllerine gidip orada yaşamak zorunda kaldı. Cuma namazını kılmak fırsatını da elinden çıkardı. Artık Medine şehriyle ilişkisi tamamıyla  kopmuş oldu.

Peygamber (s.a.a), Sa’lebe’nin mallarının zekatını almak için bir memuru onun yanına gönderdi. Memur, Peygamber (s.a.a)’in emrini ona ileterek malının zekatını vermesini istedi. Sa’lebe malının zekatını vermekten çekinerek şöyle dedi: “Bu (zekat) Yahudi ve Hıristiyanlardan alınan cizyenin aynısı veya onun bir benzeridir. Biz kafir miyiz?”

Peygamber (s.a.a)’in memuru geri dönerek Sa’lebe’nin durumunu O Hazrete anlattı. Peygamber (s.a.a) onun halinden haberdar olunca şöyle buyurdular: “Sa’lebe’ye yazıklar olsun!”

Bu esnada şu ayet nazil oldu: “Onlardan kimi: “And olsun, eğer bize bol ihsanından verirse, gerçekten sadaka vereceğiz ve salihlerden olacağız” diye Allah’a ahdetmişti.

Onlara kendi bol ihsanından verince, onunla cimrilik yaptılar ve yüz çevirdiler; onlar böyle sırt dönenlerdir.

Böylece Allah’a verdikleri sözü tutmamaları ve yalan söylemeleri nedeniyle, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar kalplerinde nifakı yerleşik kıldık.”[8]

 Sa’lebe başarıyla imtihandan çıkamadı ve sonuçta bedbahtlıkla dünyadan göçüp gitti.[9]

 

9- Kocaya İtaat

Ensardan birisi yolculuğa çıkmak istediğinde hanımına: “Ben yolculuktan dönmedikçe evden çıkmaya hakkın yoktur” dedi. Kadın, kocası yolculuğa çıktıktan sonra babasının hastalandığını duydu.

Bunun üzerine bir kadın vasıtasıyla Peygamber (s.a.a)’e şöyle bir mesaj gönderdi: “Kocam yolculuğa çıkmıştır, yolculuğa çıktığında: “Ben eve dönmedikçe evden dışarı çıkma” diye emretti. Şimdi babamın ağır bir şekilde hastalandığını duydum. Müsaade edin onun ziyaretine gideyim.

Peygamber (s.a.a) cevaben şöyle buyurdular:

“Evinde otur ve kocana itaat et.”

Böylece aradan birkaç gün geçti. Kadın babasının hastalığının ağırlaştığını duydu. İkinci kez yine peygamber (s.a.a)’e: “Ya Resulellah! İzin verin babamın ziyaretine gideyim” diye bir mesaj gönderdi.

Peygamber (s.a.a): “Hayır, evinde oturarak kocanın sözüne itaat et” diye cevap verdiler.

Kadın bir müddetten sonra babasının öldüğünü duydu. Üçüncü kez yine bir adam vasıtasıyla Resulullah’a şöyle bir mesaj gönderdi: “Ya Resulellah! İzin verin babamın ağıt merasimine katılayım, ona namaz kılayım!”

Peygamber (s.a.a) bu defa yine izin vermeyerek: “Evinde otur, kocana itaat et!” buyurdular.

Kadının babası defnedildikten sonra Peygamber (s.a.a) bir kimseyi o kadının yanına göndererek ona: “Kocana itaat ettiğinden dolayı, Allah Teala senin ve babanın günahlarını affetti” denilmesini buyurdular.[10]

 

10- Sonucu Düşünme

Bir adam Resulullah (s.a.a)’in yanına gelerek: “Ya Resulullah! Bana nasihat et” dedi.

Resulullah (s.a.a): “Nasihat etsem amel eder misin?” diye buyurdu.

Adam: “Evet” dedi.

Peygamber (s.a.a) ondan söz aldıktan ve konunun önemini ona anlattıktan sonra şöyle buyurdular:

“Sana tavsiye ediyorum ki, bir iş yapmak istediğinde o işin sonucunu göz önünde bulundur ve onun hakkında düşün. Eğer sonucu hidayet ve kurtuluş ise, o işi yap; aksi takdirde ondan uzaklaş ve onu yapmaktan sakın (Yani Allah’ın rızası o işte olursa, onu yap; aksi takdirde onu terk et.)”[11]

 

11- Ne Zarar Ne De Ziyan

 Cundeb oğlu Semure’nin bir hurma ağacı vardı. O hurmaya bakmak için Ensar’dan olan birinin evinden geçtiğinde Ensari izin almaksızın onun evinden geçip kendi ağacının yanına gidiyordu.

Bir gün Ensari adam şöyle dedi: Ey Semure! Sen sürekli haber vermeksizin bizim evden geçiyorsun; geçmek istediğinde önce izin al sonra geç; izin almadan habersiz olarak geçme.

Semure onun sözünü kabul etmeyip şöyle dedi: Kendi yoluma izin almam. Burası benim yolumdur, istediğim zaman giderim.

Ensari adam onu Resulullah (s.a.a)’e şikayet etti. Resulullah (s.a.a) de Semure’yi ihzar ederek şöyle buyurdu:

“Filan adam senden şikayet etti ve senin izin almadan onun ailesinin yanından geçtiğini söyledi. Bundan sonra oraya gitmek istediğinde izin al ve haber vermeden onların evinden geçme.”

Semure cevaben şöyle dedi: Ya Resulellah! Ağacımın yolu için de mi izin alayım?

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “O ağaçtan vazgeç ve ben onun yerine filan yerde sana bir hurma ağacı vereyim.”

Semure: “Hayır” dedi.

Resulullah (s.a.a): “O ağacın yerine sana iki ağaç vereyim” buyurdu.

Semure: “Hayır, kabul etmiyorum” dedi.

Resulullah (s.a.a) ağacın sayısını ona kadar çıkardı. Semure yine: “Kabul etmiyorum” dedi.

Resulullah (s.a.a): “O ağaçtan vazgeç, onun karşılığında sana cennette bir hurma ağacı vereyim” buyurdu.

Semure: “İstemiyorum” dedi.

Bu defa Resulullah şöyle buyurdular:

“Şüphesiz sen zararlı bir kimsesin, bir mümine zarar vermeye de hakkın yoktur.”

Sonra Ensari adama dönerek: “Git hurma ağacını yerinden çıkar ve onu Semure’nin önüne at” diye emretti. Adam da Peygamber (s.a.a)’in emrini yerine getirdi. Resulullah da Semure’ye: “Şimdi o ağacı götür, istediğin yerde onu ek” diye buyurdular.[12]

 

12- Ölüm Döşeğinde

Müslümanlardan biri ölüm döşeğine düştüğünde Peygamber (s.a.a) bir grup ashapla birlikte onun ziyaretine gitti. O sırada o Müslüman baygın bir haldeydi.

Resulullah (s.a.a) ölüm meleğine: “Bu adamı serbest bırak ondan soru sorayım” diye buyurdular.

Bu esnada söz konusu şahıs kendine geldi.

Peygamber (s.a.a): “Ne görüyorsun?” diye sordu.

Hasta adam: “Birçok beyazlık ve birçok karartı görüyorum” dedi.

Resulullah (s.a.a): “Onlardan hangisi sana daha yakındır?” diye buyurdu.

Hasta adam: “Karartı bana daha yakındır” dedi.

Resulullah (s.a.a) ona: “Allahummeğfir liyel kesire min measîk vakbil minnil yesîre min taatik.” [13] söylemesini buyurdular.

Hasta adam bu duayı okuduktan sonra tekrar bayıldı.

Peygamber (s.a.a) ölüm meleğine: “Ey ölüm meleği! Onu biraz serbest bırak da ona soru sorayım” buyurdu.

Bu esnada hasta adam kendisine geldi.

Peygamber (s.a.a): “Ne görüyorsun?” diye sordu.

Hasta adam: “Birçok karartı ve birçok beyazlık” dedi

Peygamber (s.a.a): “Onlardan hangisi sana daha çok yakındır?” diye sordu.

Hasta adam: “Beyaz daha yakındır” dedi. Peygamber (s.a.a) orada bulunanlara dönerek: “Allah Teala arkadaşınızı bağışladı” buyurdular.

İmam Sadık (a.s) bu öyküyü naklettikten sonra şöyle buyurdular: “Can vermekte olan birinin yanına gittiğinizde bu söylenen duayı ona telkin edin (tekrarlaması için ona söyleyin).” [14]

 

13- Hurafelere Karşı Koymak

Resulullah (s.a.a)’in oğlu İbrahim öldüğünde güneş tutuldu. Bazı kimseler: “Güneşin tutulması İbrahim’in ölümünden dolayıdır” dediler.

Peygamber (s.a.a) bu sözü duyunca, İbrahim’in cenazesini defnetmeden halkı camiye davet edip minbere çıkarak Allah’a hamd-u sena ettikten sonra şöyle buyurdular:

“Ey insanlar! Güneş ve ay Allah’ın nişanelerinden iki nişanelerdir. O’nun emriyle hareket ediyor ve O’nun emrine itaat etmektedirler. Kesinlikle bir kimsenin ölümünden veya hayatından dolayı tutulmazlar; güneş veya ay tutulduğu vakit ayet namazı kılın.”

Daha sonra minberden inerek cemaatle ayet namazı kıldılar. Sonra Hz. Ali (a.s)’a: “Kalk oğlum İbrahim’i defin için hazırla” diye buyurdular. Hz. Ali (a.s) da İbrahim’in cenazesine gusül verip onu kefenledi ve sonra da onu defnettiler...[15]

 

14- İşi Sağlam Yapma Dersi

Resulullah (s.a.a), oğlu İbrahim’in cenazesini defnettikten sonra gözleri yaşla dolarak şöyle buyurdu: “Göz yaşarıyor, kalp mahzun oluyor ama, Allah’ın öfkesine sebep olacak bir söz söylemiyorum.”

Sonra şöyle buyurdu: “Ey İbrahim! Biz senin ölümünle hüzünlüyüz.”

Daha sonra Resulullah (s.a.a) kabrin bir köşesinin iyice kapanmadığını görünce onu mübarek elleriyle düzeltti. Daha sonra şöyle bu yurdular:

“Sizlerden herhangi biriniz bir iş yaptığında onu sağlam yapsın.” [16]

 

15- En Sevimli İsimler

Cabir-i Ensari şöyle diyor:

Allah’ın resulüne arz ettim ki: “Ali bin Ebi Talib’in şânı hakkında ne buyuruyorsun?”

Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: “O benim canımdır.”

Arz ettim ki: “Hasan ve Hüseyin’in şanı hakkında ne buyuruyorsun?”

Buyurdular ki: “O ikisi benim ruhumdurlar ve onların anneleri Fatıma benim kızımdır. Kim onu incitirse, beni incitmiştir; kim onu hoşnut ederse, beni hoşnut etmiştir. Allah şahit olsun ki, ben onlarla savaşanlarla savaş halindeyim, onlarla sulh edenlerle sulh içerisindeyim.

Ey Cabir! Dua edip de kabul olmasını istiyorsan, onların ismiyle Allah’ı çağır. Zira o isimler Allah katında en sevimli isimlerdir.”[17]

 

16- Komşunun Sınırı

Ensar’dan olan bir adam Resulullah (s.a.a)’in huzuruna gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Ben filan mahallede bir ev aldım. En yakın komşum öyle bir kimsedir ki, ne hayırı bekleniyor ve ne de şerrinden güvendeyim.”

Resulullah (s.a.a) Ali’ye (a.s), Selman’a, Ebuzer’e ve dördüncü şahısın kim olduğunu unuttum, zannedersem o da Mikdad idi, buyurdular ki:

“Gidin camiye ve yüksek sesle şöyle deyin: “Komşusu şerrinden güvende olmayan kimsenin imanı yoktur.”

Onlar yüksek sesle üç defa bu sözü camide halka ilan ettiler. Daha sonra şöyle demelerini emretti: Sağ, sol, ön ve arka taraftan kırk ev komşu sayılmaktadır.” Onlar da tekrar yüksek sesle bunu halka duyurdular. [18]

 

17- Öfkeden Sakınma

Bir adam Resulullah (s.a.a)’in huzuruna vararak şöyle dedi: “Ya Resulellah! Benim saadet ve mutluluğuma sebep olacak bir şey bana öğret.”

Resulullah (s.a.a): “Git, öfkelenme.”

Nasihat isteyen adam: “Bu nasihat bana yeter” deyerek kendi aile ve kabilesinin yanına döndü. Kendi memleketine döndüğünde kötü bir olayın vuku bulduğunu gördü. Onun kabilesi başka bir kabileyle ihtilaf etmiş; her iki taraf silah ve zırhlarını kuşanarak birbirlerinin karşısında yer almışlardı.

Yolculuktan gelen bu şahıs, durumun çok kritik olduğunu  görür görmez hemen savaş elbisesini giyerek kabilesinin safında yer aldı.

Bu esnada Resulullah (s.a.a)’in ona: “Öfkelenme” diye buyurmuş olduğu sözü hatırlayarak savaş silahını yere bırakıp akrabalarıyla savaşmak isteyen kabileye doğru giderek şöyle dedi:

“Ey cemaat! Bizden taraf size ulaşan yaralama, öldürme ve dövme gibi nişanesi (katil ve vuranı) belli olmayan her çeşit zarar ve ziyan benim üzerimedir, onu benim kendim ödeyeceğim. Katil ve vuranı belli olan her çeşit yara ve katlin diyetini de akrabalarımın kendilerinden alabilirsiniz.”

Savaşa hazır olan kabile, onun bu önerisini duyunca, kalpleri yumuşayarak öfkeleri yatıştı ve ona teşekkür ederek şöyle dediler: “Bizim bu gibi şeylere hiçbir ihtiyacımız yoktur, kendimiz bu işe daha layığız.” İşte böylece her iki kabile o adamın ön ayak olması ve önerisiyle gazap ve öfkelerini yenerek birbirleriyle sulh edip kin ve düşmanlık ateşini söndürmüş oldular. [19]

 

18- Ayrılık Çaresi

Ensar’dan bir adam Resulullah (s.a.a)’in yanına gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Ben sizden ayrı kalmaya tahammül edemiyorum. Eve gittiğimde sizi hatırlayıp, size olan aşırı sevgi ve alakadan dolayı mal mülkü terk edip sizi yakından görmek için sizin ziyaretinize geliyorum. Bu esnada kıyameti hatırlıyorum. Ya Resulellah! Siz cennete gidip onun en yüksek derecesinde yer aldığınızda, ben o gün sizin ayrılığınıza nasıl tahammül edebilirim?”

Ensari adamın sözlerinden az sonra bu ayeti şerife nazil oldu:

“Allah’a ve Resulüne itaat edenler, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular, şehitler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar.” [20]

Resulullah (s.a.a) o adamı çağırtıp nazil olan ayeti ona okuyarak onu müjdeledi. Yani, Hz. Peygamber (s.a.a)’e gerçekten uyanlar cennette O’nunla beraber olacaklardır.[21]

 

19- Hz. Ali (a.s)’ın, Kendi Katiline Karşı Şefkat ve Merhameti

Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s), İbn-i Mülcem’in eliyle bir kılıç darbesi aldıktan sonra, darbenin şiddetinden dolayı bir müddet bayıldı. Ayıldıktan sonra İmam Hasan (a.s) bir kapta babasına süt getirdi. İmam Ali (a.s) sütten biraz içtikten sonra geri kalanı İmam Hasan’a vererek şöyle buyurdu: “Bu sütü esirinize (yani İbn-i Mülcem’e) verin.”

Daha sonra buyurdular ki: “Oğlum! Sana olan hakkım hürmetine yenilecek ve içeceklerin en iyisinden ona verin. Ben ölünceye kadar ona karşı iyi davranın. Yediğiniz şeylerden ona yedirin, içtiğiniz şeylerden de ona içirin.”

Daha sonra Hz. Ali (a.s)’ın verdiği sütü İbn-i Mülcem’e götürdüler ve o (lanetli) de onu alıp içti.[22]

 

20- İslamî Adabı Riayet Etmek

Bir gün Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s), hilafeti döneminde Kufe’nin dışında İslam’ın sığınağında yaşayan zimmi (Yahudi veya Hıristiyan) birisiyle yol arkadaşı oldu.

Zimmi adam: “Ey Allah’ın kulu! Nereye gidiyorsun” dedi.

Hz. Ali (a.s): “Kufe’ye” buyurdular.

Her ikisi kavşağa kadar birlikte yola devam ettiler. Zimmi şahıs kavşağa yetiştiğinde ayrılıp kendi yoluna gitmek istediğinde, Müslüman arkadaşının da Kufe yoluna gitmeyip onunla beraber geldiğini gördü.

Zimmi adam: “Sizin kendiniz, Kufe’ye gideceğinizi söylemediniz mi?” diye sordu.

Hz. Ali (a.s): “Evet, söyledim” buyurdu.

Zimmi adam: “Siz Kufe yolundan gitmediniz, Kufe yolu öteki yoldur” dedi.

Hz. Ali (a.s): “Farkındayım, ama en iyi arkadaşlık, arkadaşı ayrıldığında onu birkaç adım uğurlamaktır. Peygamberimiz bize böyle emretmiştir. İşte bundan dolayı birkaç adım seni uğurlamak istiyorum. Daha sonra kendi yoluma döneceğim” diye buyurdu.

Zimmi adam: “Sizin peygamberiniz böyle mi emretmiştir?” diye sordu.

Hz. Ali (a.s): “Evet” buyurdu.

Zimmi adam: “Peygamberinizin dininin dünyaya böyle bir hızla yayılması ve böyle çok takipçiler bulması, kesinlikle onun bu güzel ahlakından dolayıdır” dedi.

Zimmi adam Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s)’la birlikte Kufe’ye döndü. O’nun, müslümanların halifesi olduğunu öğrenince Müslüman olduğunu açıklayarak şöyle dedi: “Sen şahit ol ki, ben sizin dininiz üzereyim.”[23]

 

21- Yamalı Ayakkabıdan Daha Değersiz Bir Hükümet

Hz. Ali (a.s), İslam ordusuyla birlikte ahdi bozan muhalifleri ezmek için Basra’ya doğru hareket ettiler. Basra’nın yakınlarında “Zîkar” denen bir yere ulaştıklarında, yorgunluklarını gidermek ve orduyu savaşa hazırlamak için onlara oturup dinlenme emri verdi.

Abdullah bin Abbas şöyle diyor:

“Ben orada Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s)’ın huzuruna vardığımda, Hazretin, (ordu komutanı ve müslümanların reisi olmasına rağmen) kendi ayakkabısını yamadığını gördüm.

Hz. Ali (a.s) bana dönerek şöyle buyurdular: “İbn- i Abbas! Bu ayakkabının değeri ne kadar olabilir?

Ben dedim ki: “Bunun hiçbir değeri yoktur.”

Buyurdular ki: “Allah’a and olsun ki, bu değersiz ayakkabı size hükümet ve önderlik etmekten bana daha sevimlidir. Bu hükümet ve önderlikle hakkı diriltip batılı yok edersem o başka.”[24]

(Evet bir hükümetin değeri, hakkı diriltmeğe batılı ise yok etmeğe bağlıdır. Aksi takdirde ne değeri olabilir ki!)

 

22- Benden Sorun!

Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) halka konuşma yaptıklarında şöyle buyurdular:

“Ey insanlar! Sizin aranızdan ayrılmadan önce, bana ne sormak isterseniz sorun. Allah’a and olsun ki, sorduğunuz her soruya cevap vereceğim.”

Bu sırada Sa’d bin Vakkas ayağa kalkarak şöyle dedi: “Ey Emir’ul- Muminin! Benim baş ve sakalımda ne kadar kıl var?”

Hz. Ali (a.s) cevaben şöyle buyurdular:

“Allah’a and olsun ki, habibim Resulullah (s.a.a) senin bu soruyu benden soracağını bana haber vermiştir! Senin başındaki her kılın altında sana lanet eden bir melek ve sakalının her kılı altında da seni tahrik eden bir şeytan vardır. Senin evinde de Resulullah (s.a.a)’in torunu Hüseyin’i öldürecek bir çocuk (Ömer bin Sa’d) vardır! Bunun nişanesi ise, söylediğim şeyin mısdakıdır.”

Ömer bin Sa’d o zaman elleri ve karnı üzerinde emekliyordu. Hz. Hüseyin (a.s) kıyam ettiğinde Ömer bin Sa’d Hz. Hüseyin (a.s)’ı öldürmeyi üstlendi ve sonuç Hz. Ali (a.s)’ın buyurduğu gibi oldu.[25]

 

23- Yaşayışta Orta Halli Olmak

Ala bin Zeyd, Hz. Ali (a.s)’ın Basra’daki zengin ashabından biri idi. Hasta olduğundan dolayı Hz. Ali (a.s) onun ziyaretine gitti. Evinin genişliği ve güzelliği İmam (a.s)’ın dikkatini çekti. O bu işinde israf yapmıştı.

İmam (a.s) şöyle buyurdular:

“Ey Ala! Bu büyüklükteki evi dünyada ne yapacaksın? Oysa sen ahirette böyle bir eve daha muhtaçsın. (Çünkü bu evde birkaç günden fazla kalmayacaksın. Ahirette de böyle geniş evinin olmasını istiyorsan, bu evde misafir ağırla, akrabalara ihsanda bulun, ilahi ve dini kardeşlerinin hakkını öde. Bu işleri yapmış olursan, Allah-u Teala diğer dünyada bu ev gibi sana geniş ev verir.”

Ala: “Senin emirlerine uyacağım” dedi. Sonra şöyle arz etti: “Ey Emir’ul- Muminin! Ben kardeşim Asim’den şikayetçiyim.”

İmam (a.s): “Neden, ne yapmıştır?” diye sordu.

Ala cevaben şöyle dedi: “Rahat olmayan giymiş, dünyadan koparak inzivaya çekilmiş, yaşantıyı kendisiyle ailesine zorlaştırmıştır.

İmam (a.s): “Onu benim yanıma getirin” diye emretti.

Asim’i getirdiklerinde Emir’ul- Muminin Ali (a.s) yüzünü ekşiterek şöyle buyurdular:

“Ey kendi nefsinin düşmanı! Şeytan aklını çalarak seni bu yola sürüklemiştir. Kendi çoluk çocuğundan utanmıyor musun? Neden çocuklarına merhamet etmiyorsun? Tertemiz rızkları sana helal eden Allah’ın onlardan yararlanmanı istemediğini mi zannediyorsun? Sen Allah katında böyle bir düşünceden daha düşüksün.”

Asim: “Ey Emir’ul- Muminin! Sen neden kuru ve katıksız ekmek yiyor ve rahat olmayan elbise giyiyorsun? Ben sana uymuşum” dediğinde İmam (a.s) şöyle buyurdular:

“Yazıklar olsun sana! Ben senin gibi değilim, benim başka bir vazifem vardır. Çünkü ben müslümanların önderiyim. Ben yiyecek ve giyeceğimi, fakirlerin fakirliğin zorluk ve meşakkatine tahammül etmeleri için onların yiyecek ve giyeceklerinin haddine indirmeliyim. Bu benim önderlik vazifemdir. Ama senin böyle bir vazifen yoktur.”

Asim, İmam (a.s)’ın sözlerinden sonra normal elbisesini giyip kendi işiyle meşgul oldu.[26]

 

24- Enuvşirevan’ın Kafatası Konuşuyor!

Hz. Ali (a.s)’a, Muaviye’nin büyük bir orduyla İslam topraklarına saldırmak istediği haberi verildiğinde İmam (a.s) düşmanlara karşı koymak için güçlü bir orduyla Kufe’den dışarı çıkarak Sıffin’e doğru hareket ettiler. Sıffin’e hareket ederken, yollarının üzerinde bulunan (Sasani Padişahlarının başkenti olan) Medain şehrine uğrayıp Kesra sarayına girdiler.

Hz. Ali (a.s) namazı kıldıktan sonra bir grup ashabıyla birlikte Enovşirevan sarayının viranelerini gezmekle meşgul oldular. Sarayın her bölümüne ulaştıklarında, Hz. Ali (a.s), orada yapılan işleri ashabına açıklıyordu; öyle ki, Hazretin bu izahı ashabın şaşkınlığına yol açtı. Bu yüzden onlardan biri şöyle dedi:

“Ya Emir’el- Muminin! Sarayın durumunu öyle bir şekilde anlatıyorsunuz ki, sanki uzun bir süre burada yaşamışsınız!”

Sarayın salonlarını gezerlerken Hz. Ali (a.s) harabenin kenarında çürümüş bir kafatası görünce ashabından birine: “Onu götür ve benimle birlikte gel!” diye buyurdular.

Daha sonra Hz. Ali (a.s) Medain sarayının eyvanına gelerek orada oturdu. Bir leğen getirmelerini, onun içerisine bir miktar su dökmelerini ve o kafatasını leğenin içerisine bırakmalarını emretti. Kafatasını getiren adam da onu o leğenin içerisine bıraktı.

Bu esnada Hz. Ali (a.s) kafatasına hitaben şöyle buyurdular: “Ey Kafatası! Allah aşkına söyle bakalım; ben kimim ve sen kimsin?”

Kafatası açık bir ifadeyle şöyle dedi: “Sen, Müminlerin emiri, vasilerin efendisi ve muttakilerin liderisin; ben ise, Allah’ın kullarından bir kulum.”

Hz. Ali (a.s): “Durumun nasıldır?” diye sordu.

Kafa tası cevaben şöyle dedi:

“Ey Emir’el- Muminin! Ben adaletli bir padişahtım, elimin altındakilere şefkatli ve merhametliydim. Hükümetimde kimseye zulüm yapılmasına razı olmazdım. Ama Mecusi (ateşe tapan) dindeydim. İslam Peygamberi dünyaya geldiği zaman, benim sarayım yarıldı. Peygamberliğe seçildiğinde, İslam’ı kabul etmek istedim ama, saltanat sevgisi beni iman ve İslam’dan alıkoydu. Fakat şimdi pişmanım. Keşke ben de iman etmiş olsaydım. Şimdi ben cennetten mahrumum. Ama adaletimden dolayı cehennem ateşinden de güvendeyim. Ey Emir’el- Muminin! Vay benim halime! Eğer iman etmiş olsaydım, ben de seninle olurdum.”

Enovşirevan’ın çürümüş kafatasının sözleri öyle yürek yakıcıydı ki, o sözleri duyan herkes etkilenerek yüksek sesle ağlamaya başladılar.[27]

(İnşaallah bizler, ölüm yetişmeden önce kurtuluş fikrinde oluruz.)

 

25- Günahın Tedavisi

Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s)’ın muhlis ashabından biri olan Kumeyl şöyle diyor:

Bir gün İmam (a.s)’a: “Ey Emir’el- Müminin! Bir kul günah yapıyor, sonra da mağfiret diliyor. Acaba mağfiret dilemenin haddi (gerçeği) nedir?” diye sordum.

İmam (a.s): “Ey Kumeyl! Mağfiret dilemenin haddi tövbedir?” buyurdular.

Kumeyl: “Sadece bu kadar mı?”

İmam (a.s): “Hayır!”

Kumeyl: “Nasıldır öyleyse?”

İmam (a.s): “Kul bir günah işlediğinde, tahrik ile “Esteğfirullah” (Allah’dan bağış diliyorum) diyor.”

Kumeyl: “Tahrik nedir?”

İmam (a.s): “Dil ve dudakları, hakikati peşinden getirmek kastıyla hareket ettirmektir.”

Kumeyl: “Hakikat nedir?”

İmam (a.s): “Kalple tasdik etmek (samimi bir kalple mağfiret dilemek) ve mağfiret dilediği günahı tekrarlamamaya karar vermektir.”

Kumeyl: “Bunları yaparsam mağfiret dileyenlerden sayılır mıyım?”

İmam (a.s): “Hayır!”

Kumeyl: “Neden?”

İmam (a.s): “Çünkü sen henüz mağfiret dilemenin aslına ulaşmamışsın.”

Kumeyl: “Mağfiret dilemenin aslı nedir?”

İmam (a.s): “Günahtan tövbe etmektir. İşte bu, ibadet edenlerin ilk derecesidir; bir de ileride her çeşit günahtan kaçınmaya karar vermektir.

Mağfiret dileme altı mananın gerçekleşmesiyle olur:

1-    Geçmiş (günahlara) karşı pişmanlık duymak.

2-    Günahı, ebedi olarak terk etmeye karar vermek.

3-    Kendinle diğer yaratıklar arasında bulunan hakları eda etmek.

4-    Bütün farzlarda, Allah’ın hakkını ödemek.

5-    Haramdan biten etleri, deri kemiğe yapışacak derecede eriterek yerine (helalden biten) et meydana getirmek (vücudu helal yoldan geliştirmek).

6-    Vücuda, günahın tadını tattırdığı gibi, ona itaat etmenin de zorluk ve acısını tattırmak.”[28]

 

26- Hz. Peygamber (s.a.a)’in Hz. Fatıma Hakkındaki Sözü

İslam Peygamberi (s.a.a) Hz. Fatıma (a.s) hakkında şöyle buyurmuştur:

“Kızım Fatıma, her iki cihan kadınlarının hanım efendisidir.

Fatıma, bedenimin bir parçasıdır.

Fatıma, gözlerimin nurudur.

Fatıma, kalbimin meyvesidir.

Fatıma, benim ruhum ve canımdır.

Fatıma, insan şeklinde bir nurdur.

Fatıma, Allah karşısında ibadet mihrabında durduğu zaman, yıldızların yeryüzündekilere nur saçtığı gibi onun vücudunun nuru da gök yüzündekilere nur saçmaktadır. Allah Teala (o halde) meleklere şöyle buyuruyor:

“Ey meleklerim! Bakın benim kulum (Fatıma) benim korkumdan nasıl da titriyor. Fatıma tüm vücuduyla bana ibadet ediyor. Şahit olun ki, onun şiilerini cehennem ateşinden güvende kıldım.”[29]

 

27- Müslüman Kadının En Güzel Sıfatı

Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor:

“Hz. Resulullah (s.a.a)’in huzurunda olduğumuz bir sırada Hazret şöyle buyurdular: “Müslüman bir kadın için en güzel şey nedir?”

Bizim hepimiz doğru cevap vermekten aciz kaldık. Ben Resulullah (s.a.a)’in huzurundan ayrılıp eve döndüm ve olayı Fatıma’ya anlattım. Fatıma cevaben şöyle dedi: “Müslüman kadın için en güzel şey, namahrem (yabancı) erkekleri görmemesi, namahrem erkeklerin de onu görmemesidir.”

Sonra Resulullah (s.a.a)’in yanına vardım ve Fatıma’nın verdiği cevabı O Hazrete söyledim, Hz. Peygamber (s.a.a), Fatıma’nın vermiş olduğu cevaptan dolayı o kadar hoşnut oldu ki: “Fatıma, bedenimin bir parçasıdır” buyurdular.[30]

 

28- Levhada Üç Güzel Söz

Hz. Fatıma (a.s) bir gün Hz. Peygamber (s.a.a)’in yanına gelerek bazı işlerden dolayı şikayette bulundau. Hz. Peygamber (s.a.a) ona bir levha vererek: “Kızım levhada yazılan şeyi oku ve onları ezberle” diye buyurdular.

O sözler şunlardı:

Allah’a ve kıyamet gününe inanan, komşusunu incitmemelidir.

Allah’a ve kıyamet gününe inanan, misafirine ikram etmelidir.

Allah’a ve kıyamet gününe inanan, faydalı bir söz söylemeli veya susmalıdır.[31]

 

29- Bilal’ın Ezan Sesi!

Hz. Peygamber (s.a.a) dünyadan göçtüğünde Peygamber (s.a.a)’in müezzini olan Bilal, ezan okumaktan kaçınarak: “Artık ben Hz. Peygamber (s.a.a)’den sonra hiç kimse için ezan okumayacağım!” dedi.

Bir gün Hz. Fatıma (a.s): “Babamın müezzininin ezan sesini duymak istiyorum” buyurdular.

Hz. Fatıma (a.s)’ın sözü Bilal’a ulaştığında ezan okumaya hazırlandı. Bilal iki defa: “Allah-u Ekber-u Allah-u Ekber” dediğinde, Fatımat’üz- Zehra (a.s) değerli babasının dönemini hatırlayarak ağlamasının önünü alamayıp yüksek sesle ağlamaya başladı.

Bilal: “Eşhedu enne Muhammed’en Resulullah” dediğinde, Fatımat’üz- Zehra (a.s) dayanamayarak bayılıp yere düştü ve halk Fatıma (a.s)’ın öldüğünü zannettiler. Bunun üzerine halk Bilal’a: “Bilal! Artık ezan okuma! Peygamber (s.a.a)’in kızı Fatıma (a.s) dünyadan göçtü” dediler.

Bilal ezanını yarıda kesip onu tamamlamadı. Fatıma (a.s) kendine geldiğinde, Bilal’ın ezanı tamamlamadığını öğrenince: “Bilal ezanı tamamla” buyurdular. Bilal ezanı tamamlamaktan mazeret dileyerek şöyle dedi: “Ey kadınların efendisi! Sen benim ezan sesimi duyduğunda böyle duygulanıyorsun ve bundan dolayı canının tehlikeye düşmesinden korkuyorum.”

Bunun üzerine Fatıma (a.s) da fazla ısrar etmeyerek onun mazeretini kabul etti.[32]

Bilal artık ondan sonra kimseye ezan okumadı.

 

30- Fatıma (a.s) Mahşer Sahrasında

Hz. Peygamber (s.a.a)’in değerli ashabından olan Cabir bin Abdullah-i Ensarî şöyle diyor:

İmam Bakır (a.s)’a dedim ki:

“Fedan olayım! Rica ediyorum annen Hz. Fatıma (a.s)’ın azameti hakkında, Şialarınıza anlattığımda hoşnut olmaları için bana bir hadis söyleyin.”

İmam Bakır (a.s) buyurdu ki:

“Babam, Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletti: “Kıyamet günü olduğu zaman, ilahi peygamberler için nurdan minberler kurulacaktır. Benim minberim hepsinden daha yüksek olacak ve Allah-u Teala bu esnada şöyle buyuracaktır:

“Ey seçkin Peygamber! Konuşma yap.” Ben, o gün öyle bir şekilde konuşacağım ki, hiç kimse, hatta peygamber ve resuller bile onun gibi bir konuşma duymamış olacaklardır.

Daha sonra peygamberlerin vasileri için nurdan bir takım minberler kurulacaktır. O minberler arasında vasim Ali bin Ebi Talib’in minberi bütün minberlerden daha yüksek olacaktır. Bu esnada Allah-u Teala onun konuşmasını emredecektir. O da hiçbir vasinin benzerini duymadığı bir konuşma yapacaktır.

Daha sonra Peygamberlerin evlatları için nurdan bir takım minberler dikilecektir. İki oğlum, iki torunum ve hayat bahçemin iki gülü olan Hasan ve Hüseyin için de nurdan minberler bırakacaklar ve onlardan konuşmaları istenilecektir. Bunlar da Peygamber evlatlarından hiç kimsenin duymuş olmadığı bir konuşma yapacaklardır.

Daha sonra bir münadi yani Cebrail: “Muhammed Peygamberin kızı Fatıma... nerededir?” diye seslenecektir. Bu esnada Fatıma (a.s)... ayağa kalkacaktır. Allah Teala tarafından şöyle bir nida gelecek: “Ey mahşer ehli! Ben yüceliği Muhammed’e, Ali’ye, Hasan’a Hüseyin’e ve Fatıma’ya verdim. Başlarınızı aşağı eğin, gözlerinizi kapatın; Bu Fatıma cennete gidecektir.

Daha sonra Cebrail, iki tarafı cennet süsleriyle süslenen, yuları inciden, eğeri ise mercandan olan cennet develerinden bir deve getirerek onu Hz. Fatıma’nın önünde yatıracak ve Hz. Fatıma (a.s) da o deveye binecektir.

Bu esnada Allah-u Teala, yüz bin meleği Fatıma (a.s)’ın sağından, yüz bin meleği de solundan hareket etmeleri için gönderecek ve yüz bin meleğe de kendi kanatları üzerinde onu cennetin kapısına götürmelerini emredecektir. Cennetin kapısına ulaştıklarında Fatıma (a.s) dönüp arkasına bakacaktır.

Bu esnada Allah-u Teala şöyle buyuracak: “Ey habibimin kızı! Neden cennete girmiyorsun?

“Hz. Fatıma (a.s) arz edecek ki: “Allah’ım! Böyle bir günde makam ve mevkiimin herkese belli olmasını istiyorum.

Allah-u Teala da buyuracak ki:

“Ey habibimin kızı! Dön mahşere bak! Kimin kalbinde senin veya evlatlarının sevgisi olursa, onu al cennete götür.

Daha sonra İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdular:

“Ey Cabir! Allah’a and olsun ki, annem Fatıma (a.s) o gün kendi şii ve dostlarını, bir kuşun iyi taneleri kötü tanelerden ayırt ederek topladığı gibi ayırt edip toplayacaktır. Şiileri onunla birlikte cennetin kapısında bir araya geldiğinde kalplerine, durup geriye bakmaları ilham edilecek. Geriye baktıklarında Allah-u Teala: “Neden durup geriye baktınız; oysa habibimizin kızı Fatıma sizin hakkınızda şefaat etti?

Cevaben şöyle diyecekler: “Ey Rabbimiz! Bugün kulluk etmenin ve Ehl-i Beyt’i sevmenin ne kadar değerli olduğunu görmek ve makamımızın tanınmasını istiyoruz.

Allah-u Teala buyuracak ki: Ey dostlarım! Mahşer sahrasına bakın! Her kim sizleri Fatıma’yı sevdiğinizden dolayı severse, her kim Fatıma’nın sevgisi uğrunda size bir yemek yedirmişse, her kim Fatıma’nın sevgisi için size bir elbise giydirmişse, her kim Fatıma’nın sevgisi yolunda size bir yudum su vermişse ve her kim Fatıma’nın sevgisi için bir gaybeti sizden reddederek sizi savunmuşsa..., onların ellerinden tutarak hepsini cennete götürünüz.[33]

 

31- İmam Hasan (a.s)’la İmam Hüseyin (a.s)’ın Yarışı

Bir gün İmam Hasan (a.s)’la İmam Hüseyin (a.s) yazı yazıyorlardı. İmam Hasan (a.s) kardeşi Hüseyin (a.s)’a: “Benim yazım senin yazından daha iyidir” dedi.

İmam Hüseyin (a.s): “Hayır! Benim yazım daha iyidir” dedi.

Bu yüzden anneleri Hz. Fatıma (a.s)’ın yanına gidip: “Anneciğim! Hangimizin yazısı daha iyidir?” dediler.

Hz. Fatıma (a.s) hiç birinin kalbini kırmamak için: “Gidin babanızdan sorun” buyurdu.

Babalarının yanına gidip: “Babacığım! Hangimizin yazısı daha güzeldir?” dediler.

Hz. Ali (a.s) hiçbirinin kalbini kırmamak için: “Gidin dedeniz Resulullah (s.a.a)’den sorun” buyurdular.

Dedeleri Resulullah (s.a.a)’in yanına gelerek: “Dede! Hangimizin yazısı daha güzeldir?” diye sordular.

Resulullah (s.a.a): “Ben Cebrail’den sormadıkça sizin yazınız hakkında hakemlik yapmam” buyurdular.

Cebrail, Resulullah (s.a.a)’in huzuruna gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Ben de onların arasında hakemlik yapmam; İsrafil’in onların arasında hakemlik yapması gerekir!” dedi.

İsrafil: “Ben de Allah Teala’dan sormadıkça onların arasında hakemlik yapmayacağım” dedi.

İşte bundan dolayı İsrafil: “Allah’ım! Hasan’ın yazısı mı daha güzeldir, yoksa Hüseyin’in yazısı daha güzeldir?” diye sordu.

Allah-u Teala: “Ben hakemlik yapmayacağım, anneleri Fatıma onların arasında hakemlik yapmalıdır” buyurdu.

Allah-u Teala’nın emri üzerine Hz. Fatıma (a.s) şöyle buyurdu: “Ben sizin aranızda bu gerdanlığın tanelerini dağıtacağım, sizden hanginiz daha çok tane toplarsa, onun yazısı daha güzeldir.”

Daha sonra gerdanlığın tanelerini onların arasında dağıttı. Allah-u Teala Cebrail’e yeryüzüne inmesini ve onların rencide olmaması için gerdanlığın tanelerini onların arasında eşit olarak bölmesini emretti. Cebrail de onların ihtiramı ve tazimi için Allah-u Teala’nın emrini yerine getirdi.”[34]

İşte böylece onlardan hiçbirinin kalbi kırılmadı ve her ikisi eşit olarak toplayıp hoşnut oldular.

 

32- Edebe Riayet

Bir gün İmam Hasan (a.s)’la İmam Hüseyin (a.s) bir mahalleden geçerken yaşlı bir adamın yanlış abdest aldığını gördüler. Bu yüzden edebe riayet ederek dolaylı yolla doğru abdest almayı ona öğretmek istediler.

İlk önce yaşlı adamın onların sözlerini duyacağı bir şekilde abdest alma hususunda birbirleriyle tartışmaya başladılar.

Onlardan biri: “Benim abdestim senin abdestinden daha doğrudur” dedi.

Diğeri: “Hayır benim abdestim daha doğrudur” dedi.

Daha sonra yaşlı adamın yanına gelerek: “Amca! Biz senin yanında abdest alacağız, zahmet olmazsa hangimizin abdestinin daha doğru olduğunu söyle” dediler.

Sonra her ikisi o adamın karşısında doğru bir abdest aldıktan sonra: “Hangimizin abdesti daha doğru ve daha güzeldi?” diye sordular.

Yaşlı adam: “Sizin her ikiniz de doğru ve güzel abdest aldınız. Ama bu yaşlı cahil şimdiye kadar yanlış abdest alıyordu; şimdi sizin bereketiniz ve ceddinizin ümmetine olan şefkatinizle doğru abdest almayı sizden öğrenmiş oldu” dedi.[35]

 

33- Gıybet Edene Karşı Mantıklı Bir Tavır

Dedikodu ve gıybet eden bir şahıs, İmam Hasan (a.s)’ın huzuruna gelerek: “Filan adam senin aleyhinde konuşuyor ve seni kötülüyor” dedi.

İmam Hasan (a.s) onun bu sözünden rahatsız olup surat asarak şöyle buyurdular:

“Sen beni zahmete düşürdün! Bir Müslüman’ın gıybetini duyduğumdan dolayı hem kendi hakkımda Allah’tan mağfiret dilemeliyim, hem de benim hakkımda dedikodu yapan ve benim gıybetimi ederek günah işleyen o şahıs hakkında dua etmem gerekir.” [36]

 

34- Hz. Peygamber (s.a.a)’in Kalbinde İmam Hüseyin (a.s)’ın Aşkı

Ye’li bin Murre el-Amiri şöyle diyor:

Bir gün Hz. Peygamber (s.a.a)’in huzurundan çıkıp davet olduğum bir yemeğe giderken İmam Hüseyin’in çocuklarla oynadığını gördüm. Bu arada Peygamber (s.a.a) ashabın arasından çıkarak İmam Hüseyin’i bağrına basmak için kollarını açtı. Ama çocuk sağa sola koşuyordu. Peygamber de onu güldürmeğe çalışıyordu. Nihayet onu yakaladı.

Sonra bir elini onun çenesinin altına ve diğer elini ise başına bırakarak onun ağzından öptü. Daha sonra şöyle buyurdular:

“Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim; Hüseyin’i seveni Allah sevsin; Hüseyin torunlarımdan biridir.”[37]

 

35- Hediye Edilen Bir Demet Gülün Mükafatı

İmam Hüseyin (a.s)’ın cariyelerinden biri, İmam (a.s)’ın yanına gelerek selam verdikten sonra O Hazrete bir gül takdim etti. İmam Hüseyin (a.s) o cariyenin hediyesini kabul edip karşılık olarak: “Seni Allah rızası için azat ettim buyurdular.

Bu duruma şahit olan Enes, İmam (a.s)’ın bir gül karşılığında onu serbest bırakmasına şaşırarak: “Değersiz bir gül karşılığında onu serbest mi bırakıyorsun?!” dedi.

İmam (a.s) tebessüm ederek şöyle buyurdular:

“Allah Teala bizi böyle eğitmiştir. Çünkü Kur’ân’da şöyle buyuruyor:

“Bir selamla selamlandığınız (veya bir iyilikle karşılaştığınız) zaman, siz ondan daha güzeli ile karşılık verin veya aynı ile karşılık verin.[38]

İşte o gülden daha güzeli, onu serbest bırakmaktı (hürriyetine kavuşturmaktı).[39]

 

36- İlim Öğretmenin Değeri

Abdurrahman-i Selmi, İmam Hüseyin (a.s)’ın evlatlarından birine Hamd suresini öğretti. Çocuk İmam (a.s)’ın yanına geldiğinde, öğrenmiş olduğu sureyi babasına okudu. İmam (a.s) buna karşılık bin dinar ve bin elbise ona bağışladı...

Bazıları İmam (a.s)’ın bu bağışı hususunda bazı sözler söyleyince İmam (a.s) şöyle buyurdular:

“Abdurrahman’ın bağışı (çocuğa Hamd suresini öğretmesi) nere benim hediyem nere? (Yani onun bir sure öğretmesi, benim verdiğim hediyeden daha üstündür.)

Daha sonra bu şiiri okudular:

Dünya sana bağışta bulunduğunda,

Elinden çıkmadan onu halka bağışla.

Zira ne bağış, dünya sana yöneldiğinde onu yok eder,

Ne de cimrilik, o yüz çevirdiğinde onu koruyabilir.[40]

 

37- İmam Hüseyin (a.s) Açısından Ölüm

Aşura günü İmam Hüseyin (a.s)’la düşmanları arasında savaş şiddetlendiğinde, İmam (a.s)ın ashabından bazısı İmama baktıklarında, O’nu kendilerinden daha değişik bir şekilde gördüler. Çünkü onlar, savaş şiddetlendikçe, dostlarının parçalanmış bedenlerini ve kendi ölümlerinin yakınlaştığını gördüklerinden dolayı, renkleri değişip korku kalplerine çökmüştü. Ama İmam Hüseyin (a.s) ve O’nun yakın yaranlarından olan birkaç kişi, tam onların aksine, baskı arttıkça ve şahadet zamanı yaklaştıkça yüzleri daha parlıyor, sükunet ve huzurları daha da artıyordu.

Onlardan bazıları, İmam (a.s)’ın bu olağan üstü ruhi halini görünce birbirlerine şöyle dediler:

 İmam Hüseyin’e bakınız; ölüme kesinlikle itina etmiyor ve ondan asla korkmuyor.

İmam Hüseyin (a.s) onların sözlerini duyduğunda şöyle buyurdular:

“Ey büyük şahsiyetlerin evlatları! Sabırlı ve dayanıklı olun! Ölüm, ancak bir köprüdür; o sizi bu sıkıntı ve zorluktan geçirip (kurtarıp), geniş olan cennete ve daimi olan nimetlere götürmektedir. O halde hanginiz zindandan kurtulup köşke intikal etmeği sevmez! Ama ölüm, düşmanlarınız için onları köşkten çıkarıp zindana ve azaba ulaştıran bir köprüdür ancak.

Babam, Resulullah (s.a.a)’den naklen şöyle buyurdular: “Dünya müminin zindanı, kafirin ise cennetidir. Ölüm bunları (müminleri) cennete, kafirleri ise cehenneme götüren bir köprüdür. Ne

 
yalan duymuşum ne de yalan söylüyorum.”
[41]

 

38- Onu Mekke ve Mina Tanıyor

Hişam bin Abdulmelik (Abbasi halifelerinin onuncusu) hac merasimine katılıp Allah’ın evini tavaf etmekle meşgul olduğu bir sırada, Hacer’ül- Esvede elini sürmek istediğinde halkın izdihamından dolayı eli ona yetişmedi.

Daha sonra Hişam için oraya bir minber bıraktılar; o da Şam halkı etrafını sardığı halde minberin üzerinden tavaf edenleri seyretmekle meşgul oldu. Bu sırada Hişam’ın gözü Ali bin Hüseyin (a.s)’a ilişti. İmam (a.s) ihram bağladığı ve alnının nasırı gözüktüğü bir halde gelerek tavafa başladı. Hacer’ül- Esved’e ulaştığında, halk onun heybet ve azametini görerek saygı için ona yol verdiler. İmam (a.s) da kolaylıkla Hacer’ül- Esved’i istilam etti (ona elini sürdü).

Hişam, İmam (a.s)’ın azamet ve halk arasındaki ihtiramını kendi gözleriyle gördüğünden dolayı çok rahatsız oldu. Şamlı birisi Hişam’a dönerek: “Ey Emir’el- Müminin! Bu şahıs kimdir?” diye sordu.

Hişam, Şam halkının İmam Zeyn’ul- Abidin (a.s)ı tanımamaları ve ona rağbet etmemeleri için, tanıdığı halde tanımıyorum dedi.

Orada bulunan Ferazdak, hiç çekinmeden: “Ben onu çok iyi tanıyorum” dedi.

Onun bu sözü üzerine Şamlı adam ona dönerek: “Ey Eba Faris! O şahıs kimdir?” diye sordu.

Ferazdak tam bir şecaatle İmam (a.s) hakkında güzel bir şiir inşat etti. O şiirin birkaç beytinin manası şöyledir:

Bu öyle bir şahıstır ki, Mekke toprağı onun ayak izini tanıyor.

Ka’be evi, haremin dışı ve içi de onu tanıyor.

Bu, Allah’ın en iyi kullarının oğludur.

Bu, Allah’tan korkan, tertemiz ve Allah’ın yeryüzündeki nişanesidir.

Bu, öyle bir kimsedir ki, seçkin Ahmed (s.a.a) onun babasıdır.

Rabbim sürekli ona salat ve selam etmektedir.

Eğer Rükün (Hacer’ül- Esved), kimin ona el sürdüğünü bilmiş olsaydı,

Mutlaka yere kapanıp onun ayak yerini öperdi.

Bu, Resulullah babası olan Ali (Zeyn’ul- Abidin)’dir;

Ki onun hidayet nuruyla ümmetler hidayet olmaktadır.

Bu, öyle bir kimsedir ki, Cafer-i Tayyar onun amcasıdır.

Diğer amcası ise, sevdiklerinden dolayı kendisine yemin ettikleri şehit olmuş kahraman Hamza’dır.

Bu, kadınların hanım efendisi Fatıma’nın oğludur.

Ve kılıcında kafirler için azap olan vasi (Ali)’nin oğludur.

Bu şahıs kimdir? diye sorman, ona zarar vermez;

Çünkü Arap Acem herkes onu tanımaktadır.[42]

Hişam, Ferazdak’ın bu şiirinden dolayı sinirlenerek onun Beyt’ul- Mal’dan hukukunun kesilmesini emretti. Sonra: “Neden bizim hakkımızda böyle bir şiir söylemedin?” diye itirazda bulundu.

Ferazdak cevaben şöyle dedi: “O’nun ceddi gibi bir ced, O’nun babası gibi bir baba ve O’nun annesi gibi bir anne getir, O’nun hakkında söylediğim gibi senin hakkında da söyleyeyim!”

Hişam, sonra onu Mekke ile Medine arasında olan Osfan’a sürerek orada hapse attırdı.

Bu olay Ali bin Hüseyin (a.s)’a ulaşınca, İmam (a.s) on iki bin dirhem ona göndererek şöyle dedi: “Ey Eba Faris! Bizi mazur gör. Eğer yanımızda bunda fazla olsaydı, daha fazla gönderirdik.”

Farazdak bu parayı geri çevirerek şöyle dedi: “Ey Resulullah’ın oğlu! Ben bu kasideyi, sadece Allah ve resulü için olan gazap ve öfkemden dolayı söyledim.”

İmam (a.s) aynı parayı geri çevirerek şöyle buyurdular: “Benim hakkım için bu parayı kabul et. Şüphesiz Allah Teala senin niyet ve bize olan batini sevginden haberdardır.”

Ferazdak İmam (a.s)’ın bu sözünü duyunca, İmam (a.s)’ın göndermiş olduğu hediyeyi kabul etti. Ferazdak hapiste olduğu halde Hişam’ı hiciv ediyor ve onun aleyhinde şiirler söylüyordu. Hişam bunu duyar duymaz onu serbest bıraktı. Diğer bir rivayete göre ise, onu oradan çıkarıp Basra’ya sürgün etti.[43]

 

40- İmam Bakır (a.s) Parlayan Bir Nur

Ebu Besîr şöyle diyor:

İmam Muhammed Bakır (a.s)’la birlikte camiye girdik. Halk da sürekli olarak girip çıkıyorlardı. Bu esnada İmam (a.s) bana: “Halktan beni görüp görmediklerini sor” buyurdular.

Ben karşılaştığım herkese: “İmam Bakır (a.s)’ı gördün mü?” diye soruyordum. İmam (a.s)’ın orada durmasına rağmen onlar: “Hayır, görmedim” diyorlardı. Nihayet âmâ olan Ebu Harun içeri girdi.

İmam Bakır (a.s) onu görünce: “Şimdi Ebu Harun’dan beni görüp görmediğini sor?” diye buyurdu.

Ben ona: “İmam Bakır (a.s)’ı gördün mü?” diye sordum.

Ebu Harun cevaben: “İmam Bakır (a.s)’ın ayak üstü burada durduğunu görmüyor musun?” dedi.

“Âmâ olduğun halde Nereden anladın?” dedim

Ebu Cafer: “Neden anlamayayım? Oysa o, parlayan bir nurdur” dedi.

Ebu Besir daha sonra şöyle diyor:

İmam Bakır (a.s)’ın Afrikalı birine şöyle buyurduğunu duydum: “Raşid nasıldır?”

Afrikalı: “Onu geride sağ salim bıraktım, sana selamını iletmemi söyledi” dedi.

İmam (a.s): “Allah rahmet etsin” buyurdu.

Afrikalı: “Öldü mü?” diye sordu.

İmam (a.s): “Evet!”

Afrikalı: “Allah’a and olsun ki, ne hastalandı ne de bir rahatsızlığı vardı!”

İmam (a.s): “Eceli gelen, ister hasta olsun (ister olmasın) ölür.”

Afrikalı: “Bu söz konusu şahıs, nasıl bir adamdı?”

İmam (a.s): “Bizim dostlardan ve bizi sevenlerden birisiydi.”

Daha sonra buyurdular ki:

“Sizi gören gözümüzün ve sesinizi duyan kulağımızın olmadığını mı zannediyorsunuz? Ne de kötü düşünüyorsunuz! Allah’a and olsun ki, sizin bütün amellerinizden haberdarız. Öyleyse kendinizi iyi ameller yapmaya alıştırın ve hayır ehlinden olun. Şüphesiz ben bunu, evlat ve şiilerime emrediyorum.”[44]

 

41- Berzahtan Bir Kişi

Ebu Uteybe şöyle diyor:

İmam Bakır (a.s)’ın huzurunda idim. Bu esnada bir genç gelerek şöyle dedi:

Ben Şam ehlindenim; sizi seviyor ve düşmanlarınızdan da teberri ediyorum. Ama babam Beniümeyye’yi severdi. Babam çok zengindi ve benden başka da bir evladı yoktu. Ehl-i Beyt’i sevdiğimden dolayı malının bana ulaşmasını istemiyordu. Bu yüzden bütün parasını bir yerde sakladı ve ölümünden sonra ne kadar aradımsa da bulamadım.

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdular: “Babanı görerek paraların yerini kendisinden sormak istiyor musun?”

Genç adam: “Evet, Allah’a and olsun ki, ben çok muhtaç ve fakirim” dedi.

İmam (a.s) bir mektup yazarak onu mühürleyip şöyle buyurdu: “Bu gece bu mektupla birlikte Bakî’ mezarlığına git, mezarlığın ortalarına ulaştığında: “Ya Dürcan!” diye çağır. Bir adam senin yanına gelecektir. Mektubu ona ver ve de ki: Ben İmam Muhammed Bakır tarafından gelmişim. O senin babanı getirecektir. O zaman istediğin şeyi babandan sorabilirsin.”

O genç mektubu alarak geceleyin Baki mezarlığına doğru gitti.

Ebu Uteybe sözünün devamında şöyle diyor:

Ben o gencin durumunu öğrenmek için sabahın ilk vakitlerinde İmam Bakır (a.s)’ın huzuruna vardım. O gencin İmam (a.s)’ın kapısının önünde durup içeriye girmek için izin beklediğini gördüm. İçeriye girmesine izin verilince ben de onunla birlikte içeriye girdim.

Genç adam İmam (a.s)’ın yanında şöyle dedi:

Allah-u Teala ilmini kimin yanında bırakacağını çok iyi biliyor. Ben dün gece buradan ayrıldığımda, buyurduğunuz şeyleri yaptım. “Dürcan! Dürcan!” diye çağırdım. Bir kişi gelerek: “Burada dur, babanı getireyim” dedi. Derken siyah çehreli birisini getirerek: “Bu senin babandır” dedi.

“Bu benim babam mı?” diye sorduğumda: “Evet, o senin babandır; cehennemin yakıcı alevi, dumanı ve elemli azabı onun simasını değiştirerek bu hale getirmiştir” dedi.

Ona; Sen benim babam mısın? diye sordum. O: “Evet” diye cevap verdi.

Ben: “O zaman neden siman böyle değişmiştir?” dedim.

Cevabımda şöyle dedi: “Ey oğlum! Ben Beniümeyye’yi seviyordum ve onları Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyti’nden daha üstün biliyordum. İşte bundan dolayı Allah-u Teala beni böyle bir azaba tabi tuttu. Sen Ehl-i Beyt’i sevip onlara uyduğundan dolayı sana kızıyordum ve malımı sana haram etmiştim. Bu yüzden servetimi senden sakladım. Ama şimdi bu inancımdan dolayı pişmanım.

Ey oğlum! Bahçeme git; zeytin ağacının altını kaz; gömdüğüm yüz bin dirhemi oradan çıkar. O paranın elli bin dirhemini de kendin için harca.”[45]

 

42- İmam Sadık (a.s) ve İnsaflı Ticaret

İmam sadık (a.s)’ın Müsadif isminde bir kölesi vardı. İmam (a.s) ona bin dinar vererek ticaret için Mısır’a gitmesini istedi. Köle o parayla bir miktar eşya aldı ve aynı cinsten eşya alan diğer bir tacirlerle birlikte Mısır’a doğru hareket etti. Mısır’ın yakınlarına ulaştıklarında Mısır’dan gelen bir kervanla karşılaştılar. Onlardan, götürdükleri eşyanın Mısır’daki durumunu sordular.

Onlar cevaben; Mısır’da sizin götürdüğünüz eşyadan yoktur” dediler.

Mısır’da böyle bir eşyanın bulunmadığını öğrenince, eşyalarını yüzde yüz kardan azına, yani bir dinara alınmış olan bir malı iki dinardan aşağı satmayacaklarını kararlaştırdılar. Mısır’a gittiklerinde anlaştıkları üzere amel edip aldıkları eşyaları harcadıkları paranın iki katına sattılar.

İmam (a.s)’ın kölesi Müsadif Medine’ye döndüğünde, her birinin içerisinde bin dinar olan iki keseyi İmam (a.s)’a teslim ederken şöyle dedi: “Fedan olayım! Bu kesedeki mal, bizim asıl sermayemizdir ve bu kesedeki mal da bizim kârımızdır!”

İmam (a.s) bu sözü duyunca şöyle buyurdular: “Bu kâr oldukça çoktur. Söyle bakalım, ne yaptınız ki bu kadar kâr elde ettiniz?”

Müsadif cevaben, durumun nasıl olduğunu ve nasıl sözleştiklerini İmam (a.s)’a anlattı. İmam (a.s) onun bu sözlerini duyunca buyurdular ki: “Subhanellah! Siz kendi eşyanızı Müslümanlara yüzde yüz karından ucuza satmayacağınıza dair mi sözleştiniz?!”

Daha sonra İmam (a.s) onların böyle bir ticaretlerine razı olmadığından dolayı keselerden sadece birini kabul ederek şöyle buyurdular: “Bu benim asıl sermayemdir ve bu kâra ihtiyacımız yoktur.”

Daha sonra buyurdular ki: “Ey Müsadif! Kılıçla savaşmak, helal kazanç elde etmekten daha kolaydır!” [46]

 

43- Hayatın Son Anında En Önemli Söz

Ebu Besir şöyle diyor:

İmam sadık (a.s)’ın vefatından sonra, hanımı Hamide’ye tesliyet demek için O Hazretin evine gittim. Hanımı beni görünce ağladı, ben de ağladım.

Daha sonra şöyle dedi:

“Ey Ebu Besir! Eğer İmam (a.s)’ın ömrünün son anında kenarında olmuş olsaydın ilginç bir olayı görmüş olacaktın!”

“Hangi olayı?” dediğimde şöyle dedi: İmam Sadık (a.s)’ın ömrünün son anları idi, aniden mübarek gözlerini açarak buyurdular ki: “Hemen şimdi bütün akraba ve yakınlarımı buraya toplayın!”

Biz bütün akraba ve dostları İmam (a.s)’ın yanına topladık; öyle ki İmam (a.s)’ın akraba ve dostlarından hiç kimse geride kalmadı. Herkes toplanınca İmam (a.s) onlara bakarak şöyle buyurdular:

“Şüphesiz bizim şefaatimiz, namazı hafif sayanlara (ona önem vermeyenlere) ulaşmayacaktır.” [47]

 

44- İnsanların En Akılsızı

İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:

“Eğer şarap içen birisi elçiliğe gelirse, teklifini reddedin; konuşursa sözünü tasdik etmeyin; aracı olmak isterse, aracı yapmayın ve güvenerek bir emaneti ona vermeyin. Kim şarap içen bir kimseye güvenerek bir emaneti onun yanında bırakır ve o emanet onun yanında yok veya zayi olmuş olursa, Allah-u Teala emanet verene bir mükafat vermez ve emaneti de telafi etmez.”

İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdular:

“Bir şahısa bir miktar para vererek ticaret yapması için onu Yemen’e göndermek istedim. Babamın huzuruna vardığımda arz ettim ki: Filan adama ticaret yapmak için sermaye vermek istiyorum, sizin görüşünüz nedir?

Babam: “Onun şarap içtiğini bilmiyor musun?” diye buyurdu.

Ben de cevaben: “Bazı müminlerden onun şarap içtiğini duymuşum” dedim.

Babam buyurdu ki: “Onların sözlerini tasdik et. Zira Allah-u Teala peygamberi hakkında şöyle buyuruyor: “Peygamber Allah’a inanıyor, müminleri ise tasdik ediyor.”

Sonra buyurdular ki: “Eğer ona sermaye verirsen ve bu sermaye de zayi veya yok olursa, Allah-u Teala buna karşılık sana mükafat vermez ve bu sermayeyi de telafi etmez.”

“Neden?” dediğimde buyurdular ki: “Çünkü Allah-u Teala şöyle buyuruyor: “Allah’ın sizin için sermaye kıldığı mallarınızı akılsızlara vermeyim.” [48]

Acaba şarap içenden daha akılsız biri var mıdır? Kul şarap içmedikçe Allah’ın sığınağındadır; şarap içtiğinde Allah onun sırrını açar ve onu kendi sığınağına almaz. Böyle olunca da kulağı, gözü, eli ve ayağı şeytan olup onu her kötülüğe doğru sevk eder ve her hayırdan onu alı kor.”[49]

 

45- İmanın Dereceleri

Abdulaziz Kıratisî şöyle diyor:

İmam Sadık (a.s) bana buyurdular ki:

“Ey Abdulaziz! On basamaklı merdiven gibi imanın da on derecesi vardır. İkinci derecede olan bir kimse, birinci derecede olan kimseye; ‘Senin imanın yoktur’ dememelidir. Birinci derecede olan kimse de onuncu derecede olan kimseye ulaşmak için gayret göstermelidir.

Ey Abdulaziz! İmanı senin imanından üst derecede olan kimse seni imansız bilmemesi için, imanı senden aşağı derecede olan kimseyi imansız bilme. Bir kimsenin iman bakımından senden aşağıda olduğunu gördüğünde, onu şefkat ve muhabbetle kendi derecene ulaştır; kaldıramayacağı ve onu kırmak için gücünü aştığı bir şeyi ona tahmil etme. Bu iş güzel bir iş değildir. Kim bir müminin kalbini kırarsa, onun kalbini düzeltmesi ona farzdır.”

Sonra şöyle buyurdular:

“Mikdad imanın sekizinci, Ebuzer dokuzuncu, Selman ise onuncu derecesinde idi.”[50]

 

46- Mantıklı Bir Söz

Abbasi Halifesi olan Mensur, İmam Sadık (a.s)’a şöyle yazdı: “Neden diğer kimseler gibi (sen de) yanımıza gelip bizimle oturmuyorsun?”

İmam (a.s) cevabında şöyle yazdı:

“Bizim yanımızda dünya malı için senden korkacak bir şeyimiz yoktur; senin yanında da ahiret işlerinden sana ümit edeceğim bir şey yoktur. Ne gelip seni tebrik edecek bir nimete sahipsin ve ne de kendini, sana tesliyet edeceğim bir bela ve musibette görüyorsun. O halde senin yanına niçin geleyim?!”

Mensur tekrar şöyle yazdı: “Gel arkadaşımız ol da bize nasihat et!”

İmam (a.s) şöyle cevap verdi: “Dünya ehli olan sana nasihat etmez; ahiret ehli olan da seninle arkadaş olmaz.”[51]

 

47- İsraf Yasak

Eban bin Teğlib şöyle diyor:

İmam Sadık (a.s) buyurdular ki:

“Ey Eban! Allah Teala’nın bir kimseye verdiği malı, onu sevdiğinden ve bir kimseye de vermediği malı, onu sevmediğinden dolayı olduğunu mu zannediyorsun? Hayır böyle değildir. Çünkü servet ve mal Allah’ındır; onu insanların yanında emanet olarak bırakmaktadır. Onların da orta halli yemelerine, içmelerine, giymelerine, evlenmelerine, kendileri için binek almalarına ve normal ihtiyaçlarından artan mallardan da mümin fakirlere yardımda bulunarak onların ihtiyaçlarını gidermelerine izin vermiştir.

O halde kim Allah’ın malında böyle orta halli davranırsa, yemesi, içmesi, bineği ve evlenmesi helal olur. Aksi takdirde de (yani israf yapıp haddini aştığında da) bunların hepsi ona haram olur.”

Daha sonra şöyle buyurdular:

“İsraf yapmayınız! Allah Teala israf yapanları sevmez.

Ey Eban! Allah Teala bir kimseye kendi lütuf ve kereminden bir miktar mal verirse, ona yirmi dirhemlik bir at yeteceği halde on bin dirhemlik bir at alabileceğini veya yirmi dinara bir cariye alabileceği halde bin dinara bir cariye alabileceğini mi zannediyorsun?!”

Daha sonra buyurdular ki:

“İsraf etmeyin, (haddinizi aşmayın). Allah Teala israf edenleri sevmez.”[52]

 

48- Sanki Bu Ayeti Duymamıştım!

Ebu Besir şöyle diyor:

İmam Sadık (a.s)’ın huzurunda olduğum bir sırada bir adam İmam (a.s)’ın huzuruna gelerek şöyle dedi:

“Babam, anam sana feda olsun! Bizim, cariyeleri şarkı söyleyen bir komşumuz vardır. Bazen helaya gittiğimde onların seslerini duymak için normalden fazla oturuyorum.”

İmam (a.s): “Bir de bu işi yapma; fazla oturarak onların seslerini duymaktan sakın” buyurdular.

O adam: “Allah’a and olsun ki, sırf onların seslerini duymak için oraya gitmiyorum. Oraya gittiğimde ister istemez kulaklarımla o sesi duyuyorum” dedi.

İmam (a.s): “Acaba Allah Teala’nın: “Kulak, göz ve kalp hepsi sorumludurlar[53] diye buyurduğunu duymamış mısın?” diye buyurdu.

Adam bu ayeti duyunca şöyle dedi: “Evet, Allah’a and olsun ki, buyurduğunuz gibidir. Sanki bu ayeti Kur’ân’dan, Arap ve Acem hiç kimseden duymamıştım. İnşaallah bu işi bir daha tekrarlamayacağım; Allah-u Teala’dan beni affetmesini diliyorum.”

İmam Sadık (a.s) o adamın bu sözlerini duyunca şöyle buyurdular: “Kalk gusül et ve bu işinden dolayı namaz kıl! Çünkü büyük bir işe (günaha) alışmışsın. Bu hal üzere ölmüş olursan, en kötü halde ölmüşsün. O halde Allah’a yalvararak ve O’nu överek yapmış olduğun kötü işlerden dolayı tövbe et. Zira Allah-u Teala kötü işleri sevmez; o kötü işleri kötü insanlara bırak. Zira her işin kendine göre bir ehli vardır.[54]

 

49- İmam Sadık (a.s)’ın Üç Önemli Tavsiyesi

Kufe’de yaşayan şiilerden biri olan Abd’ul- A’la bin A’yen şöyle diyor:

İmam Sadık (a.s)’ın ashabından bazıları, ihtiyaç duydukları meseleler hakkında İmam (a.s)’a bir mektup yazarak o mektubu bana verdiler ve müslümanın müslüman kardeşinin üzerindeki hakları hususunda da İmam (a.s)’dan sözlü olarak soru sormamı rica ettiler.

Medine’ye vardığımda İmam (a.s)’ın huzuruna çıktım. Dostların mektubunu İmam (a.s)’a takdim ettikten sonra: “Müslümanın, müslüman kardeşinin üzerindeki hakkı nedir?” diye sordum.

İmam Sadık (a.s) dostların mektubunun cevabını verdi ama benim sözlü olan sorumun cevabını vermedi!

Vedalaşmak için İmam (a.s)’ın huzuruna vardığımda: “Ey Resulullah’ın oğlu! Ben sizden bir mesele sordum ama cevap vermediniz” dedim.

İmam (a.s): “Kasıtlı olarak cevap vermedim” buyurdu.

“Neden?” dedim.

İmam (a.s): “Çünkü sizin hakikati duyup amel etmeyeceğinizden dolayı kafir olacağınızdan korktum” buyurdular.

Sonra şöyle buyurdu:

“Allah’ın, kullarına farz kıldığı en önemli ve zor şeylerden biri üç şeydir:

1-    Kendisiyle başkaları arasında insaflı davranması; öyle ki, kendisine beğendiği şeyi kardeşi için de beğenmelidir.

2-    Malında kardeşiyle eşitliği sağlamalı ve hiçbir şeyi ondan esirgememelidir.

3-    Her halde (her işte) Allah’ı anmalı. Allah’ı anmaktan maksat; “Subhanellah, velhamdulillah” demek değildir. Allah’ı anmaktan maksat; Allah’ın haram kıldığı şeylerle karşılaştığında Allah’ı anmak ve böylece o haram şeyleri terk etmektir.”[55]

 

50- Yoksullara Yardım

Muhammed bin İclan şöyle diyor:

İmam Sadık (a.s)’ın huzurunda olduğum bir sırada şiilerden biri gelerek selam verdi. İmam (a.s) o adama: “Din kardeşlerin nasıldır?” diye sordu. O adam cevaben: “Çok iyi ve temiz insanlardır” diyerek onları övüp methetti.

İmam (a.s): “Zenginler fakirlerin ziyaretlerine gidiyorlar mı?”

Söz konusu şahıs: “Pek az.”

İmam (a.s): “Zenginler fakirlerin halini sorarak onlara yardımda bulunuyorlar mı?”

Söz konusu şahıs: “Sen, bizim halkımız arasında çok nadir bulunan sıfat ve ahlaklardan soruyorsun!”

İmam (a.s): “O halde bunlar nasıl kendilerinin şia olduğunu zannediyorlar? (Gerçek şia; fakirlerin hallerini soran, onlara maddi yardımda bulunan ve onları unutmayan kimselerdir.)”[56]

 

51- İstemeden Önce İhsanda Bulunmak

İshak şöyle diyor:

İmam Sadık (a.s)’ın huzurunda idim, Mualla bin Huneys de orada idi. Bu sırada Horasanlı bir adam gelerek şöyle dedi: “Ey Resulullah’ın oğlu! Param kaybolmuş, sizin yardımınız olmaksızın evime dönecek gücüm de yoktur.”

İmam (a.s) sağa sola baktıktan sonra şöyle buyurdular: “Dini kardeşinizin ne söylediğini duyuyor musunuz? İyilik, istenilmeden önce yapılan şeydir; istenildikten sonra verilen şey ise, sadece dökülen yüz suyunun karşılığıdır...

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Taneyi yaran, insanları yaratan ve beni hak olarak peygamber gönderen Allah'a and olsun ki, dilencinin senden istemekle duyduğu üzüntü ve eziklik, senin ona yaptığın ihsan ve iyilikten daha fazladır.”

İshak diyor ki: “Daha sonra beş bin dirhem toplayarak o adama verdiler.”[57]

 

52- Akılsızların Günahı Akıllıların Üzerinedir

Haris bin Muğayre şöyle diyor:

Bir gece İmam Sadık (a.s) Medine’nin sokaklarının birinde benimle karşılaşınca: “Ey Haris!” diye buyurdu.

Ben de: “Buyurun” dedim.

İmam (a.s): “Sizin akılsızlarınızın günahı akıllılarınızın üzerinedir; sizin alim ve bilginleriniz cahillerinizin günahlarını yükleneceklerdir” buyurarak geçip gittiler.

Haris şöyle devam ediyor:

Bir müddet sonra İmam Sadık (a.s)’ın huzuruna vararak müsaade isteyip dedim ki:

“Fedan olayım! Neden “Akılsızlarınızın günahlarını alimleriniz yüklenecektir” buyurdunuz? Sizin bu sözünüzden önemli bir neticeye ulaştığımdan dolayı çok rahatsız oldum.”

İmam (a.s) buyurdu ki: “Durum dediğim gibidir; sizin akılsızlarınızın günahlarını alimleriniz yükleneceklerdir. Sebebi ise şudur: Neden sizlerden herhangi biriniz çirkin bir iş işleyip rahatsızlığımıza sebep olduğunda siz ona nasihatte bulunmuyor ve güzel sözlerle onu aydınlatmıyorsunuz?”

Dedim ki: “Ona nasihat etsek de sözümüze bakmaz ve bize itaat etmez.”

Buyurdu ki: “O halde onunla konuşmayın, böyle insanlarla arkadaş olmayın ve onlarla oturup kalkmayın.” [58]

 

53- Ona Merhamet Et

Amr bin İkrime şöyle diyor:

İmam Sadık (a.s)’ın huzuruna vararak: “Beni rahatsız eden bir komşum vardır” dedim.

İmam Sadık (a.s): “Ona merhamet et” buyurdu.

Ben: “Allah ona merhamet etmesin” dedim.

İmam (a.s), bu sözü duyar duymaz yüzünü benden çevirdiler.

İmam Sadık (a.s)’ı o hal üzerine terk etmek istemediğimden dolayı şöyle dedim: “Fedan olayım, komşum bana şöyle böyle yapıyor, beni rahatsız ediyor.”

İmam (a.s) buyurdu ki: “Ona karşı düşmanlığını açıklayacak (sen de onu rahatsız edecek) olursan, ondan intikam alabileceğini mi zannediyorsun?”

Cevaben: “Evet, buna gücüm vardır” dedim.

İmam (a.s) buyurdu ki: “Senin komşun, Allah’ın insanlara verdiği nimetinden dolayı onları kıskanıyor. Bir kimseye bir nimet (servet) verildiğini gördüğü vakit ailesi olursa, belasını onların başına getirir (onlara eziyet eder); ailesi olmadığında ise, belasını hizmetçisinin başına getirir (onlarla kavga eder); hizmetçisi olmadığında da geceleri uyuyamaz, gündüzleri de sinirli olur.”[59]

Böyle insanlara karşı hastalara davranıldığı gibi davranılması gerekir; çünkü böyle insanlar hastadırlar.”

 

54- Allah’ın Varlığına Bir Delil

Hişam bin Hekem şöyle diyor:

Ebu Şakir Dîsani bana dedi ki: “Benim bir sorum var, onu sahibine (mevlan İmam Sadık’a) sormama izin veriyor musun? Ben bu soruyu birçok alime sormuşum ama onlar bana ikna edici bir cevap veremediler.”

Hişam diyor ki ona: “O soruyu bana söyler misin? Şayet ikna edici cevap verebilirim” dedim.

Ebu Şakir: “Ben bu soruyu İmam Cafer Sadık (a.s)’a sormak istiyorum” dedi.

Onun için İmam (a.s)’dan izin aldım; o içeriye girdiğinde İmam (a.s)’a: “Sana soru sormak için bana izin verir misin?” dedi.

İmam(a.s): “İstediğin soruyu sorabilirsin” buyurdular.

Ebu Şakir: “Senin bir yaratıcının olduğuna dair delilin nedir?” dedi.

İmam (a.s): “Ben iki haletten hariç değilim; ya kendim kendimi yaratmışım; bu durumda da iki şey söz konusu olabilir; ben kendimi yaratırken ya benim varlığım önceden varmış veya yokmuş. Eğer önceden vardıysa, o zaman onu yapmaya ihtiyacım yoktu. Ama eğer önceden yoktuysa, sen de biliyorsun ki, yokluk herhangi bir şeyi yaratamaz. Bu durumda üçüncü bir şey sabit olmaktadır; o da şudur ki, benim bir yaratıcım vardır, o da alemlerin rabbi olan Allah’tır.”

Hişam diyor ki: Ebu Şakir hiçbir söz söylemeksizin kalkıp gitti.[60]

 

55- Kabul Olmayan Dualar

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Dört kişinin duası kabul olmaz:

1- Evinde oturarak: “Allah’ım, bana rızk ver” diyen kimsenin duası. Allah-u Teala böyle bir kimsenin cevabında şöyle buyurmaktadır: “Rızkın peşice gitmeyi sana emretmedim mi?”

2- Hanımı hakkında beddua eden kimsenin duası. Allah-u Teala böyle bir kimseye şöyle buyurmaktadır: “Onun talâkını senin yetkinde bırakmadım mı?”

3- Kendi malını zayi ederek “Allah’ım, bana rızk ver” diyen kimsenin duası. Allah-u Teala böyle bir kimsenin cevabında da şöyle buyurur: “İktisatlı olmayı ve malını ıslah etmeyi (kötü yerlerde kullanmamayı) sana emretmedim mi?”

Nitekim Kur’ân’da şöyle buyurmaktadır:

“Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne de kısarlar; harcamaları ikisi arasında orta bir yol olur.”[61]

4- Şahit ve senet olmaksızın başkasına bir mal vererek Allah’dan yardım dileyen kimsenin duası.” Allah-u Teala ona şöyle buyurur: “Borç verdiğinizde size: “Şahit tutun” diye emretmedim mi?”[62]

 

56- İmam Kazım (a.s) Harun’un Sarayında

Bir gün İmam Musa bin Cafer (a.s)’ı Bağdat’ta Harun’un görkemli saraylarından birine götürdüler. Kudret ve saltanat sarhoşu olan Harun, sarayı işaret ederek: “Bu saray kimindir?” diye sordu.

İmam Kazım (a.s) hiçbir şeye itina etmeksizin şöyle buyurdular: “Bu ev fasıkların evidir.” Sonra şu ayeti okudular:

“Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu da görseler, onu yol olarak benimsemezler; azgınlık yolunu gördüklerinde ise, onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalan saymaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır.”[63]

Harun İmam (a.s)’ın cevabından rahatsız olarak: “Öyleyse gerçekte bu ev kimin evidir?” dedi.

İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:

“Bu ev gerçekte Şiilerimizindir ama şimdi diğerleri onu zorla almışlardır ve bu onlar için bir imtihan vesilesidir.”

Harun: “Eğer bu saray Şiilerin ise, o zaman neden onun sahibi onu (bizden) almıyor?” dedi.

İmam (a.s) cevaben: “Bu ev, bayındır bir halde asıl sahibinden alınmıştır, onun imar zamanı gelmedikçe onu geri almayacaktır” buyurdular.[64]

 

57- Zulüm Tezgahında Hizmet Etmek

Ali bin Yaktin, Harun Raşid’in güçlü veziri olmasıyla birlikte İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın da Şialarındandı. İmam Musa Kazım (a.s), zalimlerle çalışmayı câiz bilmemesine rağmen, bazı güvenilir kimselerin zalimler tezgahında bulunmasını gerekli görüyordu. O kimselerden biri Ali bin Yaktin idi. O, defalarca İmam Kazım (a.s)’dan vezirlik makamından ayrılması için izin istedi. Ama İmam (a.s) izin vermeyerek şöyle buyurdular:

“Bu işi yapma; çünkü biz size ilgi duymaktayız. Senin hilafet sarayında bulunman, din kardeşlerinin (şiaların) izzet mayasıdır. Umulur ki, Allah Teala senin vasıtanla rahatsızlıkları giderir ve muhaliflerin ateşini kendi dostlarından uzaklaştırır.

Ey Ali bin Yaktin! Zalim sarayında hizmet etmenin kefareti, din kardeşlerine iyilik etmektir.”

Daha sonra şöyle buyurdular:

“Sen bir şeyi benim için tazmin et, ben buna karşılık on şeyi sana tazmin edeyim. Senin tazmin etmen gereken şey, dostlarımızdan biri sana müracaat ettiğinde ihtiyacını gidermen ve ona ihtiramda bulunmandır. Benim tazmin etmem gereken şey ise şunlardır:

1-    Kesinlikle hapse düşmeyeceksin.

2-    Asla kılıçla öldürülmeyeceksin.

3-    Hiçbir zaman evine fakirlik girmeyecektir.

Ey Ali! Kim bir mümini sevindirirse, ilk önce Allah’ı, sonra Peygamber (s.a.a)’i ve daha sonra da bizi hoşnut etmiştir.” [65]

 

58- Ebu Hanife İmam Kazım (a.s)’ın Huzurunda

Ebu Hanife şöyle diyor:

Ben birkaç mesele sormak için İmam Sadık (a.s)’ın evine gittim. “İmam Sadık (a.s) uyumuştur” dediler. Ben de uyanmasını bekledim. Bu esnada beş veya altı yaşlarında güzel simalı bir çocuğu gördüm. Bu çocuğun kim olduğunu sordum. “İmam Cafer Sadık (a.s)’ın oğlu Musa’dır” dediler. Ona selam verip: “Ey Resulullah’ın oğlu! Kulların fiilleri hakkında görüşünüz nedir ve bu fiiller kimdendir?” diye sordum.

Derken çocuk oturdu ve sağ elini sol elinin üzerine koyarak şöyle dedi:

“Ey Nu’man (Ebu Hanife)! Sen soru sordun, şimdi cevabını dinle! İyice dinleyip kavradıktan sonra da amel et! Kulların fiilleri (günahları) üç haletten hariç değildir:

1-    Ya sadece Allah’tandır.

2-    Ya Allah ve kul onun yapılmasında ortaktır.

3-    Veya sadece kuldandır.

Eğer fiiller sadece Allah’tan olursa, o zaman kulun yapmadığı bir işten dolayı Allah onu nasıl cezalandırabilir? Oysa O, Adil, Rahim ve Hekim’dir. Eğer fiiller Allah ile kulun ortaklaşa yapmasından meydana gelirse, o zaman güçlü ortak, kendisinin ortak olmasına ve ona yardımda bulunmasına rağmen güçsüz ortağını nasıl cezalandırabilir?”

Sonra buyurdu ki: “Ey Nu’man! Üç haletten (durumdan) ikisi muhaldır.”

Ebu Hanife: “Evet, doğrudur” dedim.

Musa bin Cafer şöyle devam etti:

“Binaenaleyh, sadece bir halet (durum) kalıyor; o da şudur ki: Fiiller sadece kuldandır ve o tek başına kendi amellerinin sorumlusudur.”[66]

Daha sonra İmam Musa Kazım (a.s) Ebu Hanife’ye verdiği cevabı şiir şeklinde beyan ediyor.

 

59- Kolay Ölüm

İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın evlatlarından biri genç yaşta dünyadan göçüyordu. İmam Kazım (a.s) oğlu Kasım’a: “Kalk kardeşinin başı ucunda Sâffat suresini sonuna kadar oku” buyurdular. Kasım da Sâffat suresini okumaya başladı. “Ehum eşeddu halken em men halakna”[67] ayetine ulaştığında genç dünyadan göçtü. Kefenleme işlerinden sonra onu kabristana götürdüklerinde Yakup bin Cafer İmam Kazım (a.s)’a şöyle dedi:

“Bir kimse ihzar (cam çekişme) halinde olduğunda, onun baş ucunda Yasin suresini okuyorlar. Ama siz bize Sâffat suresinin okunmasını emrettiniz.”

İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:

“Oğlum! Can çekişme halinde olan birinin baş ucunda bu sure okunursa, Allah-u Teala onu çabuk rahatlatır (canını alır).”[68]

 

60- Allah’a İtaat Ettiğin Takdirde Benim Kardeşimsin

Yasir şöyle diyor:

İmam Rıza (a.s)’ın kardeşi Zeyd, Medine’de kıyam etti; bir grup kimselerin evini yaktı ve bazılarını da öldürdü. İşte bundan dolayı ona “Zeyd’un-Nar” (Ateş Zeyd) diyorlardı. Me’mun bazı kimseleri Medine’ye göndererek onu yakalatıp kendi yanına getirtti.

Me’mun, (İmam Rıza (a.s)’ın hatırı için onu bağışlayarak kardeşi İmam Rıza (a.s)’ın yanına götürmelerini emretti.

Yasir şöyle devam ediyor:

Zeyd’i İmam Rıza (a.s)’ın yanına götürdüklerinde İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Ey Zeyd! Kufe cahillerinin: “Fatıma (a.s), iffet ve namusunu koruduğundan dolayı Allah onun zürriyetini (soyunu) cehennem ateşine haram kılmıştır” diye söylemiş oldukları söz mü seni mağrur edip aldatmıştır? Bu söz, sadece İmam Hasan (a.s)’la İmam Hüseyin (a.s) hakkında geçerlidir.

Sen, Allah’a karşı isyan ettiğin halde, gece gündüz Allah’a itaat ve ibadet eden (baban) Musa bin Cafer (a.s)’la (birlikte) cennete gideceğini mi zannediyorsun? Eğer durum böyle olursa o zaman sen Allah katında İmam Musa bin Cafer (a.s)’dan daha üstünsün! (Çünkü baban zahmet çekerek cennete gitmiştir; oysa sen zahmetsiz cennete gitmişsin.)[69] Allah’a and olsun ki, Allah katındaki sevap, ancak O’na itaat etmekle elde edilir. Sen Allah’a isyan etmekle o sevaba ulaşabileceğini mi zannediyorsun? ne de kötü düşünüyorsun!”

Zeyd, İmam Rıza (a.s)’ın sözlerine karşı şöyle dedi: “Ben senin kardeşin ve babanın oğluyum.”

İmam (a.s) buyurdu ki: “Sen Allah’a itaat ettiğin sürece benim kardeşimsin. Nuh (a.s) şöyle dedi: “Rabbim! Şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin vaadin de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin.” Rabbi de şöyle buyurdu: “Ey Nuh! Kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş yapmıştır.[70] Böylece Allah-u Teala onu, Allah’a karşı günah işlediğinden dolayı onun ehlinden (ailesinden) çıkarmıştır.”[71]

 

61- Cennet Bahçelerinden Bir Bahçe

Hasan bin Fazzal babasından, o da İmam Rıza (a.s)’dan şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Horasan’da bir yer vardır. Öyle bir zaman gelecek ki, orası meleklerin gidip geldiği yer olacaktır. Kıyamet gününe dek sürekli olarak bir grup melek inip bir grup melek kalkacaktır.”

“Ey Resulullah’ın torunu, bu mekan nerededir?” dediklerinde şöyle buyurdular: “Orası Tus (Meşhed)’dur. Allah’a and olsun ki, orası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Kim beni o mekanda ziyaret ederse, Resulullah (s.a.a)’i ziyaret etmiş gibidir. Allah-u Teala, onun bu ziyareti için, kabul olmuş bin hac ve umre sevabını ona bağışlar; kıyamet günü de ben ve babalarım onun şefaatçisi oluruz.”[72]

 

62- İmdat Dileyen Kuş

Cafer bin Ebi Talib’in evlatlarından olan Süleyman şöyle diyor:

Bir bahçede İmam Rıza (a.s)’la birlikte idim. Aniden bir kuş gelerek ıstıraplı bir şekilde İmam Rıza (a.s)’ın önünde ötmeye başladı.

İmam Rıza (a.s) bana: “Bu kuşun ne söylediğini biliyor musun?” diye sordu.

Ben: “Allah, Peygamber’i ve resulünün oğlu daha iyi bilir” dedim.

İmam (a.s) buyurdu ki: “O kuş diyor ki: Bir yılan evde yavrularımı yemek istiyor.”

Daha sonra şöyle buyurdular:

“Bu sopayı al da git filan evdeki o yılanı öldür.”

Ben sopayı alıp o eve girince bir yılanın evde dolaştığını gördüm. Hemen yılanı öldürüp İmam (a.s)’ın yanına döndüm.[73]

 

63- İmam Rıza (a.s) Açısından Eşitlik

Abdullah bin Salt diyor ki: Belh halkından olan bir şahıs şöyle dedi:

İmam Rıza (a.s)’ın Horasan yolculuğunda ben O’nunla beraberdim. Bir gün kendi sofrasının getirilmesini istedi. Sofra açıldığında, Sudan ve diğer memleketlerden olan bütün köle ve hizmetçileri o sofranın başına topladı.

Ben İmam Rıza (a.s)’a: “Fedan olayım! Keşke bunların sofrasını ayırsaydın” dedim.

İmam (a.s): “Sus! Bizim hepimizin Rabbi birdir; anne ve babalarımız da birdir; sevap ve ceza da amellere göredir” buyurdular.[74]

 

64- Maslahat İçin Dua

Safvan bin Yahya şöyle diyor:

Medine’de İmam Rıza (a.s)’ın huzurunda idim. Bir grup insanlarla birlikte, oturmuş olan bir şahısın kenarından geçtik. O adam İmam (a.s)’ı işaret ederek: “Bu Rafızi’lerin İmamıdır” dedi.

İmam (a.s)’a: “Bu adamın sözünü duydunuz mu?” diye sordum.

İmam (a.s): “Evet, o, imanını kamil etmekte olan bir mümindir” buyurdular.

Akşam olduğunda İmam (a.s) onun ıslahı için ona beddua etti. Çok geçmeksizin onun dükkanı yandı, hırsızlar da geri kalan eşyasını yağma ettiler. Sabah olduğunda o adamın İmam (a.s)’ın yanında mütevazı ve perişan bir vaziyette oturmuş olduğunu gördüm. İmam (a.s) ona yardım etmelerini emretti.

Daha sonra bana hitaben şöyle buyurdular:

“Ey Safvan! O, imanını kamil etmekte olan bir mümindir; gördüğün şeyden başkası onu ıslah edemezdi. (onun ıslah yolu bundan başka bir şey değildi).”[75]

 

65- İmam Cevad (a.s)’ın Huzurunda Sevinçli Bir Şahıs

Bir adam sevinçli olduğu bir halde İmam Cevad (Muhammed Taki -a.s-)’ın yanına geldi. İmam (a.s) ona: “Seni sevinçli görüyorum, ne haber?” diye sordu.

Adam cevaben şöyle dedi:

“Ey Resulullah’ın oğlu! Sizin babanızın şöyle buyurduğunu duydum: “İnsanın sevinçli olacağı en iyi gün, iyi ve hayırlı işler yaptığı ve mümin kardeşlerinin ihtiyaçlarını giderdiği gündür.” Bugün fakir kardeşlerimden on kişi çeşitli şehirlerden bana müracaat ettiler; ben de onlardan her birine bağışta bulunarak ihtiyaçlarını giderdim. İşte sevincim bundan dolayıdır.

İmam Cevad (a.s) buyurdular ki: “Canıma and olsun ki, böyle sevinçli olmaya layıksın; şu şartla ki onu o halde veya sonradan batıl etmiş olmayasın... Allah-u Teala buyuruyor ki: “Ey iman edenler, minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı batıl etmeyin.”[76]

 

66- İmam Cevad (a.s)’ın Kaybolan Koyunun Yerinden Haber Vermesi

Ali bin Cerir şöyle diyor:

İmam Cevad (a.s)’ın huzurunda oturmuştum. İmam (a.s)’ın evinden bir koyun kayıp olmuştu. İmam (a.s)’ın komşularından birini yakalayıp: “Siz koyunu çalmışsınız” diye onu sürükleyerek İmam (a.s)’ın yanına getirdiler. İmam (a.s) bu durumu görünce onlara: “Vah halinize, onu bırakın. O koyunu çalmamış; koyun filan adamın evindedir. Gidin onu o evden getirin” buyurdular.

İmam Cevad (a.s)’ın buyurduğu eve gidip koyunu orada bulduklarında ev sahibini yakalayıp döverek elbisesini parçaladılar. O da o koyunu çalmadığına dair yemin ediyordu. O adamı İmam (a.s)’ın yanına getirdiklerinde İmam (a.s): “Yazıklar olsun size, o adama zulmettiniz. Koyunun kendisi o adamın evine gitmişti. Onun bu koyundan haberi yoktu” diye buyurdular.

Sonra İmam (a.s) o adamı yanına çağırıp yırtılan elbisesi ve dövülmesi karşılığında o adama bir miktar para bağışlayarak gönlünü aldı.[77]

 

67- İmam Hadi (a.s) Yırtıcı Hayvanlar Arasında

Ebu Haşim-i Caferi şöyle diyor:

Abbasi halifesi olan Mütevekkil zamanında, bir kadın ortaya çıkarak: “Ben Hz. Fatıma (a.s)’ın kızı Zeyneb’im” diyerek bir iddiada bulundu. (Bu entrikayla halktan para toplamaya çalışıyordu.)

Onu Mütevekkil’in yanına getirdiklerinde, Mütevekkil ona: “Sen genç bir kızsın; oysa Resulullah (s.a.a)’in torunu olan Zeyneb (a.s)’ın zamanından yıllar geçmiştir” dedi.

Genç kadın cevaben şöyle dedi: “Resulullah (s.a.a) elini başıma çekerek, her kırk yılda gençliğin bana dönmesi için dua etti. Ben şimdiye kadar kendimi halka göstermedim. Ama çok muhtaç olduğumdan dolayı halkın yanına giderek kendimi onlara tanıtmak zorunda kaldım.”

Mütevekkil, Ebu Talip, Abbas ve Kureyş’in büyüklerini çağırarak kadının durumunu onlara anlattı. Onlardan bazıları bir rivayet naklederek: “Hz. Ali (a.s)’ın kızı Zeynep (a.s) filan tarihte dünyadan göçmüştür” dediler.

Mütevekkil o kadına dönerek: “Bu rivayet hakkında sen ne diyorsun?” diye sordu.

Kadın cevaben: “Bu rivayet yalan ve uydurmadır. Ben halktan saklanmıştım; kimse benim ölümüm veya hayatım hakkında herhangi bir şey bilmiyor” dedi.

Mütevekkil, davet ettiği kimselere: “Bu rivayetten başka, bu kadının aleyhinde diğer bir deliliniz var mı?” diye sordu.

Davet edilenler: “Hayır, bizim başka bir delilimiz yoktur” dediler.

Mütevekkil: “Bu kadını, yeterli bir delil olmaksızın iddiasından vazgeçirmeye zorlamayacağım” dedi.

Davet edilenler: “Öyleyse İbn’ur- Rıza’yı (İmam Hadi’yi) ihzar ediniz. Şayet onun yanında bizim delilimizden başka diğer bir delil olabilir” dediler.

Onların bu önerisi üzerine Mütevekkil, İmam Hadi (a.s)’ı ihzar edip söz konusu kadının mezkur iddiasını İmam (a.s)’a bildirdi.

İmam Hadi (a.s): “O kadın yalan söylemiştir; çünkü Hz. Zeynep (a.s) filan yıl, filan ay ve filan günde dünyadan göçmüştür” buyurdular.

Mütevekkil: “Burada hazır bulunanlar da bunun gibi bir rivayet naklettiler. Ben, yeterli bir delil olmadıkça onu bu iddiadan vazgeçirmeye mecbur kılmayacağıma dair yemin etmişim” dedi.

İmam Hadi (a.s): “Senin onu mecbur kılmana gerek yok. Onu ve ondan başkalarını sözlerinden vazgeçmeye mecbur kılacak delil ve hüccet vardır” buyurdular.

Mütevekkil: “O delil ve hüccet nedir?” dedi.

İmam Hadi (a.s): “Hz. Fatıma (a.s)’ın evlatlarının bedenleri yırtıcı hayvanlara haramdır; onları yemezler. Eğer o kadın iddiasında sadık ise, onu yırtıcı hayvanların önüne bırak. Eğer o Fatıma (a.s)’ın evlatlarından olursa, yırtıcı hayvanlar ona bir zarar dokundurmazlar” buyurdu.

Mütevekkil o kadına: “Ne diyorsun?” diye sordu.

Kadın: “O benim ölmemi istiyor. Burada İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s)’ın evlatlarından vardır. Onlardan istediğini atabilirsin” dedi.

Ravi diyor ki: O kadın bu sözü söylediğinde Allah’a and olsun ki, birçoklarının rengi değişti. Ehl-i Beyt düşmanlarından bazıları da: “O başkasının atılmasını istiyor, neden kendisi yırtıcı hayvanların yanına gitmiyor?” dediler.

Mütevekkil onların bu sözlerine meyillendi. Çünkü kendisi İmam Hadi (a.s)’ı herhangi bir teşebbüste bulunmaksızın ortadan kaldırmak istiyordu. Bundan dolayı şöyle dedi: “Ey Ebu’l- Hasan, yırtıcı hayvanların yanına gidecek olan neden siz olmayasınız?”

İmam (a.s): “Bu sizin isteğinize bağlıdır. İstediğiniz takdirde giderim” buyurdu.

Mutevekkil: “Öyleyse bu işi yap” dedi.

İmam (a.s): “Yaparım” buyurdular.

Derken İmam (a.s)’ın yırtıcı hayvanların yanına inmesi için bir merdiven getirdiler. Orada altı tane aslan bulunuyordu. İmam (a.s) hemen onların yanına indi. İçeri girip oturduğunda aslanlar ileri gelerek İmam (a.s)’ın önünde uzanıp başlarını ön ayaklarının üzerine bıraktılar. İmam (a.s) elini teker-teker hepsinin başına çekti. Onların başına el çektiğinde de eliyle bir kenara çekilmesine işaret ediyordu. Nihayet hepsi bir kenara çekilip İmam (a.s)’ın karşısında durdular.

Bu esnada Mütevekkil’in veziri şöyle dedi:

“Yaptığın bu iş doğru değildir, bu iş senin zararına tamam olur. O halde bu olay halk arasında yayılmadan önce hemen onu oradan dışarı çıkar.”

İşte bundan dolayı Mütevekkil şöyle dedi: “Ey Ebu’l- Hasan, bizim kötü niyetimiz yoktu. Sadece dediğin söze yakinimizin artmasını istedik. Şimdi yukarı çıkmanı istiyorum.”

İmam (a.s) kalkıp merdivene doğru hareket ettiğinde aslanlar İmam (a.s)’ın etrafını sarıp kendilerini İmam (a.s)’ın elbisesine sürüyorlardı. İmam (a.s) ayağını merdivenin ilk basamağına bıraktığında, onlara dönerek eliyle geri dönmelerini işaret eder etmez onların hepsi geri döndüler. İmam (a.s) yukarı çıktığında: “Kim Hz. Fatıma (a.s)’ın evlatlarından olduğunu zannediyorsa, aşağı inip benim oturduğum yerde otursun” buyurdular.

Bu sırada Mütevekkil o kadına hitap ederek: “Şimdi senin sırandır, aslanların bulunduğu yere in” dedi.

Bu esnada kadın ağlayıp yalvarmaya başladı. “Ben yalan söyledim; ben filan adamın kızıyım; fakirlik ve yoksulluktan dolayı böyle bir iddiada bulundum” dedi.

Mütevekkil: “Onu yırtıcı hayvanların önüne atın” diye emretti. Ama Mütevekkil’in annesi onun affedilmesini istedi. Mütevekkil de onu afetti.[78]

 

68- Zinakâr Bir Hıristiyan Hakkında İmam Hadi (a.s)’ın Fetvası

Cafer bin Rızkullah şöyle diyor:

Bir gün, bir müslüman kadınla zina yapan Hıristiyan bir şahsı Mütevekkil’in yanına getirdiler. Mütevekkil ona had (şer’i ceza) uygulamak istediğinde o adam şehadeteyni söyleyerek müslüman oldu.

Yahya bin Eksem (baş kadı): “Onun müslüman olması, onun daha önceki çirkin işlerini temizlemektedir. Buna göre ona had uygulanmamalıdır” dedi.

Alimlerden bazıları da: “Ona üç had uygulanmalıdır” dediler.

Bu görüş ihtilafı, Mütevekkil’in İmam Hadi (a.s)’a mektup yazarak meseleyi ondan sormasına sebep oldu.

İmam Hadi (a.s) Mütevekkil’in mektubunu okuduğunda cevaben: “Ölünceye dek dövülmelidir” yazdılar.

Mütevekkil’in çevresindeki alimler bu fetvaya karşı çıktılar.

Mütevekkil İmam (a.s)’a bir mektup daha yazarak bu fetvanın delilini sordu.

İmam (a.s) cevaben şöyle yazdı:

“Bismillahirrahmanirrahim. “Felemma reev be’sena kalu âmenna billahi ve keferna bima kunna bihi müşrikin, felem yekun yenfa’uhum iymanuhum lemma reev be’sena...”

(Onlar bizim dayanılmaz azabımızı gördükleri zaman dediler ki: “Bir olan Allah’a iman ettik ve O’na şirk koşmakta olduklarımız şeyleri de inkâr ettik.” Ama bizim dayanılmaz azabımızı gördükleri zaman imanları kendilerine hiçbir yarar sağlamadı...)[79]

Mütevekkil İmam (a.s)’ın bu güçlü delilini görünce, İmam Hadi (a.s)’ın fetvasına göre zina yapan hıristiyana haddin uygulanmasını emretti.[80]

 

69- Muhtaçlar İmam Hasan Askeri (a.s)’ın Huzurunda

İbn-i Kurdi ismiyle meşhur olan Ali bin İbrahim, Muhammed bin Ali’den şöyle naklediyor:

Maddi durumumuz çok kötü olmuştu. Bundan dolayı babam bana: “Bu adamın, yani İmam Hasan Askeri (a.s)’ın yanına gidelim; çünkü onun cömert ve bağışlayıcı olduğunu vasfetmişler” dedi.

Ben: “Onu tanıyor musun?” diye sordum.

Babam: “Ne onu tanıyorum ve ne de görmüşüm” dedi.

Babamla birlikte İmam Hasan Askeri (a.s)’ın evine doğru hareket ettik. Babam yolda şöyle dedi: “Beş yüz dirheme ne kadar da muhtacız! Keşke bize beş yüz dirhem vere; iki yüz dirhemini elbise almak, iki yüz dirhemini un almak ve yüz dirhemini de diğer ihtiyaçlarımız için harcarız.”

Ben de kalbimde dedim ki: “Keşke üç yüz dirhem de bana verse; Cebele[81] gitmek için yüz dirhemiyle merkep alırım, yüz dirhemini geçim masrafı için harcarım ve yüz dirhemiyle de elbise alırım.”

İmam Hasan Askeri (a.s)’ın kapısına vardığımızda İmam (a.s)’ın hizmetçisi dışarı çıkarak: “Ali bin İbrahim ve oğlu içeri buyursunlar” dedi.

İçeri girip İmam (a.s)’a selam verdiğimizde İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Ey Ali! Neden şimdiye kadar bizim yanımıza gelmedin?”

Babam cevaben şöyle dedi: “Ey seyyidim (efendim)! Bu halimle sizinle görüşmekten utandım.”

İmam (a.s)’ın huzurundan ayrıldığımızda, İmam (a.s)’ın hizmetçisi yanımıza gelerek babama bir kese para verip şöyle dedi: “Bu beş yüz dirhemdir. Onun iki yüz dirhemi elbise alman, iki yüz dirhemi un alman, yüz dirhemi de diğer masrafların içindir.”

Diğer bir kese de bana vererek şöyle dedi:

“Bu üç yüz dirhemdir. Onun yüz dirhemiyle merkep al, yüz dirhemiyle kendine elbise temin et, yüz dirhemini de diğer masrafların için harca; Cebel’e değil Sura’ya git.”[82]

Muhammed bin Ali, bu söz üzerine Sura’ya giderek orada bir kadınla evlendi ve her gün dört bin dinar kâr elde ediyordu. Ama maalesef bununla birlikte Vakıfî inancı üzere idi (sadece İmam Kazım (a.s)’a kadar olan İmamları kabul ediyordu).

Muhammed bin İbrahim-i Kurdi, Muhammed bin Ali’ye: “İmam Hasan Askeri (a.s)’ın imametiyle ilgili bundan daha açık bir delil mi istiyorsun?” dediğinde o: “Doğru söylüyorsun, fakat biz böyle gelmişiz böyle de gideceğiz” dedi.[83]

 

70- Bir Soru ve Cevabı

Ebu Haşim şöyle diyor:

Fehfeki isminde bir şahıs İmam Hasan Askeri (a.s)’dan: “Zavallı kadının suçu nedir ki o, mirasta bir pay, erkek ise iki pay alıyor?” diye sordu.

İmam (a.s) şöyle buyurdular:

“Cihat, nafaka (geçim masrafı) ve kan parasını[84] ödemek kadınların üzerine farz değildir. Bunların hepsi erkeklerin üzerine farzdır.”

Ebu Haşim diyor ki: Ben kendi kendime: “Bu meseleyi İbn-i Ebi’l- Avca İmam Sadık (a.s)’dan sordu, o da aynı cevabı verdi” dedim.

Ben bu sözü söylemeden İmam Hasan Askeri (a.s) bana yönelerek şöyle buyurdular:

“Evet, bu, İbn-i Ebi’l- Avca’nın sorduğu sorunun aynısıdır. Soru bir olduğu zaman biz İmanların cevabı da birdir. Bizim sonrakilerimiz, öncekilerimizin söyledikleri sözün aynısını söylemekteler. Bizim önceki ve sonrakilerimiz ilim ve imamette eşittirler. Ama Peygamber (s.a.a) ve Emir’ul- Muminin Ali (a.s)’ın üstünlükleri kendi yerinde sabittir.”[85]

 

71- Hz. Ali (a.s)’ın Düşüncesinde Hz. Mehdi (a.s)

Esbeğ bin Nebate şöyle diyor:

Bir gün Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s)’ın yanına vardım. O Hazret düşünceye dalarak (bir ağaçla) yere vuruyordu. Bundan dolayı: “Ey Emir’el- Muminin, neden düşünceye dalmışsınız ve niçin yere vuruyorsunuz; acaba o yere bir rağbetiniz mi vardır?” diye sordum.

İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:

“Allah’a and olsun ki, hayır! Ne bu yere ve ne de bu dünyaya hiçbir zaman rağbet etmedim. Sadece benim soyumdan gelecek olan 12. İmam hakkında düşünüyordum. Onun ismi Mehdi’dir; O, dünyayı zulümle dolduğu gibi adaletle dolduracaktır.”

Arzettim ki: “Ey Emir’el- Muminin! Buyurduğunuz bu söz gelecekte gerçekleşecek mi?”

İmam (a.s) cevaben: “Evet, söylediğim bu söz gerçekleşecektir; ben bunları ilim üzere diyorum. Ey Esbeğ! Onlar (Hz. Mehdi (a.s)’ın ashabı) bu ümmetin iyileridirler ve onlar bu ailenin iyileriyle birlikte olacaklardır” buyurdu.

Arz ettim ki: “Ondan sonra ne olacaktır?”

Buyurdular ki: “Daha sonra Allah Teala dilediğini yapacaktır. Şüphesiz O’nun bir takım irade ve maksatları vardır.”[86]

 

72- İmam Sadık (a.s)’ın İmam Mehdi (a.s)’ın Gaybetine Ağlaması

Sudeyr-i Sayrufi şöyle diyor:

Ben, Mufazzal bin Ömer, Ebu Besir ve Eban bin Teğlib ile birlikte mevlamız İmam Sadık (a.s)’ı oğlu ölen birinin ağladığı gibi toprağın üzerinde oturup ağladığını gördük. Hüzün ve kederin eseri yüzünden okunuyordu. Gözü yaşla dolduğu halde şöyle diyordu:

“Seyyidî (efendim)! Senin gaybetin uykumu kaçırmış, yatacağım yeri daraltmış ve kalbimin rahatlığını elimden almıştır. Seyyidî (benim efendim)! Senin gaybetin, musibetimi ebedi musibetlere çevirmiştir...”

Sudeyr diyor ki:

İmam (a.s)’ın bu durumunu görünce şaşkınlığa uğradık ve büyük bir musibet veya olayın vuku bulmuş olduğunu zannettik. Bundan dolayı: “Ey yaratıkların en hayırlısının oğlu! Allah gözlerini ağlatmasın; ne için böyle ağlıyor ve göz yaşları döküyorsun? Bir olay mı olmuş?” dedik.

İmam (a.s) derinden bir âh çekerek şöyle buyurdular:

“Bu sabahleyin “Cefr”[87] kitabına baktım. Bu kitap kıyamete kadar olup bitecek olan bütün musibet, bela ve olayları içermektedir. O kitapta vuku bulacak her şeyle ilgili bilgiler vardır. Bu kitap sadece biz Ehl-i Beyt’e mahsus kılınmıştır. Kâimimiz olan Hz. Mehdi (a.s)’ın doğumu, gaybeti, ömrünün uzunluğu ve o zamanda müminlerin musibetlere uğraması, gaybetinin uzamasından dolayı kalplerde şüphelerin doğması, birçok insanın dinden çıkması ve İslam’ı bir kenara bırakmaları... hakkında birazcık düşündüm. İşte bundan dolayı üzülüp kederlendim ve kendimi tutamayıp ağladım...”[88]

 

73- Gaybet, Allah’ın İnsanları Onunla Denediği Bir Mihnettir

Ali bin Cafer, kardeşi Musa bin Cafer (a.s)’dan şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Benim beşinci torunum (İmam Mehdi) gaybete çekildiğinde dininizi korumaya çalışın; sakın bir kimse sizi ondan uzaklaştırmasın. Evladım! Bu velayet sahibinin kaçınılmaz bir gaybeti olacaktır; öyle ki, bazı müminler inançlarından döneceklerdir. Bu, Allah’ın kullarını onunla denediği bir mihnettir. Eğer baba ve dedelerin, bundan daha doğru ve sağlam bir din bilmiş olsalardı mutlaka ona uyarlardı.”

Ali bin Cafer diyor ki:

İmam (a.s)’a: “Efendim, sizin beşinci torununuz kimdir?” diye sorduğumda İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Ey evladım! Sizin akıllarınız bunu idrak etmekten acizdir; sabrınız onu tahammül etmeye yetersizdir; yaşayacak olursanız onu görmeye muvaffak olursunuz.” [89]

 

74- İmam Mehdi (a.s)’ın Mektubu

İmam Mehdi (a.s)’ın dördüncü naibi (vekili) olan Ali bin Muhammed-i Semeri, hicretin 329. Yılında dünyadan göçtü ve onun ölümüyle de gaybet-i kubra başlamış oldu. O vefat etmeden önce İmam Mehdi (a.s) ona şöyle bir mektup yazdı:

“Ey Ali bin Muhammed-i Semeri! Allah Teala senin ölüm musibetinden dolayı kardeşlerine büyük mükafat versin. Sen altı gün sonra dünyadan göçeceksin. O halde işlerini toparla ve vefatından sonra kendin için yerinde oturacak bir vasi tayin etme. Şüphesiz artık gaybet-i kubra zamanı ulaşmıştır. Allah Teala izin vermedikçe zuhur gerçekleşmeyecektir; bu da uzun bir zaman geçtikten, kalpler katılaştıktan ve yeryüzü zulümle dolduktan sonra olacaktır. Bir zaman gelecek ki, Şialardan bazıları beni gördüklerini iddia edecekler. Bilin ki, her kim Süfyani’nin hurucundan (ortaya çıkışından) ve gök sesinden önce böyle bir iddiada bulunursa, yalancı ve iftiracıdır.[90] Güç ve kudret ancak yüce Allah’tandır.”[91]

Ali bin Muhammed Semeri, vefatından altı gün önce mektubu Şialara göstermiş ve altı günden sonra dünyadan göçmüştür. Artık o zamandan sonra Gaybet-i Kubra (büyük gizlik) başlamıştır.

 




[1] - Muhammed/33. Bihar, C. 8, S. 186; C. 93, S. 168.

[2] - Bihar, C. 69, S. 407.

[3] - Bihar, C. 16, S. 295.

[4] - Bihar, C. 68, S. 155.

[5] - Bihar, C. 73, S. 168; C. 75, S. 107; C. 77, S. 125; C. 84, S.337.

[6] - Bihar, C. 1, S. 206.

[7] - Bihar, C. 22, S. 272. Hz. Ali’nin kardeşi Cafer Mevte savaşında kolları kesilerek şahadete erişti. Allah Teala, iki eli karşılığında cennette uçması için ona iki kanat verdi.

[8] - Tevbe/75 -77.

[9] - Bihar, C. 22, S. 40.

[10] - Bihar, C. 22, S. 145.

[11] - Bihar, C. 71, S. 338.

[12] - Bihar, C. 22, S. 135.

[13] - “Allah’ım, sana karşı yaptığım birçok günahlarımı bağışla ve sana yaptığım az itaatimi kabul buyur.”

[14] - Bihar, C. 6, S. 197.

[15] - Bihar, C. 22, S. 155.

[16] - bihar, C. 22, S. 157.

[17] - Bihar, C. 94, S. 21.

[18] - Bihar, C. 74, S. 152.

[19] - Bihar, C. 73, S. 277.

[20] - Nisa/ 69.

[21] - Bihar, C. 17, S. 14.

[22] - Bihar, C. 42, S. 289.

[23] - Bihar, C. 41, S. 53; C. 74, S. 157.

[24] - Bihar, C. 32, S. 76.

[25] - Bihar, C. 10, S. 125.

[26] - Bihar, C. 40, S. 336; C. 41, S. 121.

[27] - Bihar, C. 41, S. 213.

[28] - Bihar, C. 6, S. 27.

[29] - Bihar, C. 28, S. 38; C. 42, S. 172.

[30] - Bihar, C. 43, S. 54, C. 103, S. 238 (Az bir farklılıkla). Büyük ihtimalle Hz. Peygamber’in sorusu, Hz. Fatıma’nın yüceliğini ortaya çıkarmak içindi. İşte bu yüzden Hz. Ali (a.s) sorunun cevabını o mecliste vermemiştir.

[31] - Bihar, C. 43, S. 61.

[32] - Bihar, C. 43, S. 157.

[33] . Bihar, C. 8, S. 51.

[34] - Bihar, C. 43, S. 309.

[35] - Bihar, C. 43, S. 319.

[36] - Bihar, C. 43, S. 350.

[37] . Bihar, C. 43, S. 271.

[38] . Nisa/ 86.

[39] . Bihar, C. 44, S. 195.

[40] - Bihar, C. 44, S. 191.

[41] - Bihar, C. 6, S. 154; C. 44, S. 297.

[42] - Bu kaside, kırk beyittir; bunların hepsi Bihar’ul- Envar kitabının, C. 46, S. 125’de nakledilmiştir. Biz sadece birkaç beytini aktardık.

[43] - Bihar, C. 46, S. 125.

[44] - Bihar, C. 46, S. 243.

[45] - Bihar, C. 46, S. 245.

[46] - Bihar, C. 47, S. 59.

[47] - Bihar, C. 47, S. 2; C. 83, S. 19; C. 84, S. 234.

[48] - Nisa/ 5.

[49] - Bihar, C. 103, S. 84.

[50] - Bilar, C. 22, S. 350; C. 69, S. 165 ve 168.

[51] - Bihar, C. 47, S. 184.

[52] - Bihar, C. 75, S. 305; C. 79, S. 304.

[53] - İsra/36.

[54] - Bihar, C. 6, S. 34.

[55] - Bihar, C. 74, S. 242.

[56] - Bihar, C. 74, S. 353.

[57] - Bihar, C. 96, S. 147.

[58] - Bihar, C. 2, S. 22; C. 100, S. 85.

[59] - Bihar, C. 74, S. 152.

[60] - Bihar, C. 3, S. 50. Allame Meclisi diyor ki: “Bu delil sağlam bir delildir; aynı zamanda eser ve icadın da mucit ve müessirin varlığına dayalı olduğunu göstermektedir. İnsanın vicdanı da bunun hakkaniyetine hükmetmektedir ve aklın bunu reddetmeye imkanı yoktur.”

[61] - Furkan/67.

[62] - Bihar, c. 93, s. 360.

[63] - A’raf/146.

[64] - Bihar, c. 48, s. 138.

[65] -Bihar, C. 48, S. 136; az bir farklılıkla C. 75, S. 379’da da nakledilmiştir.

[66] - Bihar, c. 48, s. 175.

[67] - “Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa bizim yarattıklarımız mı?” (Sâffat/11)

[68] - Bihar, C. 48, S. 289.

[69] - Başka bir rivayette şu sözü de ekliyor: Ali bin Hüseyin (a.s) şöyle diyordu: “Bizim iyilerimize iki kat sevap, kötülerimize de iki kat ceza verilir.” (Bihar, C. 43, S. 230)

[70] - Hud/45.

[71] - Bihar, C. 43, S. 231, H. 6; yine S. 230, H. 2; C. 49, S. 217 -219, H. 2 -4.

[72] - Bihar, C. 102, S. 31.

[73] - Bihar, C. 49, S. 88; C. 64, S. 302.

[74] - Bihar, C. 49, S. 101.

[75] - Bihar, C. 49, S. 55.

[76] - Bakara/264. Bihar, C. 68, S. 159.

[77] - Bihar, C. 50, S. 47.

[78] - Bihar, C. 50, S. 150.

[79] - Mü’min/ 84 -85.

[80] - Bihar, C. 50, S. 171.

[81] - Cebel’den maksat, dağlık bölgelerdir; yani Hemedan, Kazvin, Azerbaycan’la Irak sınırları, Huzistan, Fars ve Deylem şehirleri.

[82] - Sura; Irak’ta bir şehrin veya Bağdat’ta bir mahallenin ismidir.

[83] - Bihar, C. 50, S. 278.

[84] - Bir adam yanlışlıkla bir adamı öldürürse, maktulün ma’kulesi yani kan parası öldürenin baba tarafından olan akrabaları üzerinedir. Fıkıh ıstılahında bunlara “akile” denmektedir. Akile; katilin babası, oğlu, kardeşi, amcası, kardeş oğlu ve amcası oğlu gibi şahıslardır. Bunların böyle bir diyeti ödemeleri gerekir.

[85] - Bihar, C. 50, S. 255.

[86] - Bihar, C. 51, S. 117.

[87] - Cefr; Hz. Ali ve diğer İmamlar vasıtasıyla yazılan olay ve vakıaları içermektedir. Camia ise; bütün ilimlerin remzi olan Hz. Ali (a.s)’ın kitabıdır. Her iki kitap, imamet emanetlerindendir.

[88] - Bihar, C. 51, S. 219. Özet olarak tercüme edilmiştir.

[89] - Bihar, C. 51, S. 150.

[90] - İmam (a.s)’ın bu sözden maksadı, O’nun tarafından niyabetliği iddia eden kimselerdir. Zira büyük alimlerden bir çoğu İmam Mehdi (a.s)’ın huzuruna varıp sorunlarını O’nun vesilesiyle halletmişlerdir.

[91] - Bihar, C. 51, S. 361.

index