Kitap ve Sünnet Işığmda

KAZA VE KADER - CEBR VE TEFVIZ

Allame Askeri

Çeviren: Ismail Bendiderya

Bismillahirrahmanirrahim

İmam Sadık (a.s): "Ne cebir -zorlama- ne tam serbesti; ikisinin ortası bir hal sözkonusudur." Kâfı, c.l, s.160

İÇİNDEKİLER

Allah'ın Kitabı ve Resul'ünün -sav- Sünneti Etrafında Hep Birlikte Elele....7

CEBİR, TEFVİZ VE İRADE SERBESTİSİ........11

a- "Cebr"in Kelime Anlamı................................11

b- Islam Akaid Alimlerinin Kullandığı Bir Deyim Olarak Cebr....11

c- "Tefviz" -Davranma hakkını kula/ bırakmanın Kelime Anlamı.....12

d- Islam AkâidAlimlerince Kullanılan "Tefviz" .13

e- "İhtiyar" -Serbesti-'sinin Kelime Anlamı........13

f- Islam Akâid Alimlerince Kullanılan "İhtiyar".13

KAZA VE KADER................................................15

1- Kaza ve Kaderin Anlamı................................15

2- Kaza ve Kader Hakkında Ehl-i Beyt îmamlanndan -s- Ulaşan Rivayetler....21

Bu Rivayetlerin Açıklaması................................29

Sorular ve Cevaplar...........................................33

 

Allah'ın Kitabı ve Resul'ünün -sav-Sünneti Etrafinda Hep Birlikte Elele

Hamd Allah'a mahsustur. Allah'in salat ve selami Muhammed'e ve onun pâk soyuna ve Allah'in selami, onun sahabe-sinin müminlerine olsun.

Biz müslümanlar, anlaşamadığımız konularda birbirimize düşerken bunu firsat bilen düşman, tefrika ve aynliklan körükleyerek birlik ve beraberliğimizi bozdu. Derken, islam beldesini savun-

7

madık ve düşmana yenik düştük. Oysa ki miinezzeh Allah Tealâ şöyle buyur-maktadır:

"Allah'a ve Resulii'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider; sabredin, şüphesiz, Allah sabredenlerle beraberdir"

(Enfal/46)

Binaenaleyh vakit geç olmadan, ara-mızdaki anlaşmazlık ve meseleleri Allah'ın kitabı ve Resulü'nün -sav- sünnetine müracaatla ıslah edip bu ikisi etrafında var gücümüzle kenetlenmemizin zamanı gel-mi ştir artık. Rabbimizin de buyurduğu üzere:

"... Bir konuda anlaşmazlığa düşer-seniz aranızda Allah ve Resulü'nü hakem edinin..."

(Nisa/59)

Elinizdeki eserde, müslümanlar arasındaki bu anlaşmazlıkları ciddiyet ve samimiyetle ele alıp Allah ve Resulii'ne

8

götürmekte ve bu konularda bizleri aydin-latarak hidayet nuruna kavuşturmalarını istemekteyiz. Bu samimi çalışmanın birlik ve beraberliğimizi pekiştirmesi ümidiyle...

Aynı gaye ve arzuyu taşıyan âlim kardeşlerimizden bu yolda bizlere yardımcı olmalanni ve ilgili görüş ve önerilerini aşağıdaki adrese bildirmelerini bekliyoruz:

Lübnan - Beyrut - P. O Box: 24 - 124

El-Askeri

9

9

10

CEBIR, TEFVIZ VE IRADE SERBESTİSİ

a- "Cebr"in Kelime Anlami

"Cebr" kelimesi arapçada da türkçedeki karşılığıyla kullanılır ve mesela cebren denildiğinde "zorla, isteyerek ve iradeyle değil, zorlanma yoluyla" kastedilir, yine "şu işi cebirle yaptı" denildiğinde "isteyerek yapmadi, mecburen yapti" kastedilir.

b- İslam Akaid Alimlerinin Kullandığı Bir Deyim Olarak Cebr

Bu özel bağlamda "cebr" deyimi ıstılahan şu demektir: Kulların işlediği hayır, şer, iyi, kötü vb. bütün ameller onların kendi iradeleriyle değil, Allah'in cebri ve zoruyla olmaktadir; bu hususta kulun hiçbir tercih, kabul veya reddetme hakki ve

11

gücü yoktur. Müslümanlar arasında türemiş bulunan "cebriye- veya diğer bir telaffuzuyla: cebriyye- mezhebi bu inancı taşır. Ceberiyeye inananlara göre insanın yaptığı herşey ve her amel ezelden beri Allah Tealâ'nın takdir etmiş olduğu bir kaçınılmaz ve mecburiyettir ve birey esasen yaptığı her eylemi zaten yapmak zorundadır, yapmazlık edemez "Eş'arî mezhebinin de temel inancını "cebriye" oluşturur.l

c- "Tefviz" -Davranma hakkını /kula/ bırakmanın- Kelime Anlamı

Bir işi yapma veya bir karara varma hususunda serbest bırakılma, fıilin, failin tercih hakkına bırakılması.

1 - Eşariye'nin tarifi için bkz: Şehristâni'nin Milel ve'n Nihel ve İbni Hazem'in "fi ilel ve'l ahâi ve'nnihel"in haşiyesinde 1/119-153.

12

d- İslam Akâid Alimlerince Kullanılan "Tefviz"

"Allah Tealâ hazretlerinin, kullanni amelleri hususunda kendi hallerine bırakması ve onlara istediklerini istediği gibi yapma serbestisi vermesi" kastedilir. Bu görüşe göre kullann am el ve davranışlarında Allah Tealâ'nın hiçbir dahli ve miidahalesi- ve esasen müdahale hakkı- söz konusu değildir. Mutezile mezhebinin görüşü -istizal- bu şekildedir.2

e- "İhtiyar" -Serbesti-'sinin Kelime Anlami

Bir işi yapma veya yapmama ya da daha fazla muhtemeller ve ışıklar hususunda bireyin tamamen hiir ve serbest olmasi.

f- İslam Akâid Alimlerince Kullanılan "İhtiyar"

Allah Tebarek ve Tealâ hazretleri peygamberler ve nebileri vasıtasıyla insanlara

2 - Mutezile için bkz: Ae. ve İbni Hazem'in ae 1/55-57. 13

bazı şeyleri yapmalarını ve bazı şeyleri yapmamalarını emretmiştir. Bu emir ve yasaklara uyup itaat etmekle yükümlü kıldığı insanlara, aynı zamanda herşeyi yapma veya yapmama ihtiyar, güç ve iradesini de bağışlamıştır. Allah Tealâ kullarını bütün fıil ve amellerde hiir ve serbest bırakmış ve ihtiyar sahibi -mutahhar, serbest- kılmıştır; insan hiçbir eylemi mecburen veya kaçınılmaz olarak yapmaz, o her fıili irâdâ ve hiir olarak işler. Daha ileri ki bahislerimizde bu görüşle ilgili istidlal ve delilleri aktarmaya çalışacağız inşallah.

-x-

14

KAZA VE KADER

1- Kaza ve Kaderin Anlami

Kaza ve kader kelimelerinin, yerine göre çok çeşitli ve farklı anlamları vardır, şimdi bunlardan bir kismini açıklayalım:

"Kaza"nın Anlamları

a- İki -veya daha fazla- kişi arasında yargıda bulunmak, hükme varmak: Meselâ Yunus, 93 ve Câsiye, 17'de Allah Teala "kaza" kelimesini getirerek şöyle buyurur: "Aralannda ihtilaf ve anlaşmazlığa düştükleri şey hususunda Rabbin kıyamet günü hakemlikte bulunup hüküm verecektir.

b- Bildirmek ve haberdar etmek: Allah Teala Hicr, 66'da hz. Lut'a, -as- kavminin başına

15

gelecekleri haber verirken şöyle buyurmaktadır: "Sabaha çıkarlarken -şafak vakti- onların arkası mutlaka kesilecektir" diye emir -haber-imizi ona ulaştırdık."

c- Mükellef kılıp farzetmek, bir işin yapılmasını emretmek: Esrâ, 23'te "taze" terimini kullanarak Allah-u Azze ve Cell hazretleri şöyle buyurur: "Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi (...) emretti"

d- Bir şeyin olmasını istemek, irade etmek: Bakara,117'de "kaza" kelimesi bu anlamda geçer ve şöyle buyrulur: "O, bir işin olmasına karar verirse ona yalnızca "ol" der, o da hem en oluverir".

e- Ölçü, miktar, belli oran: En'am, 2'de kaza kelimesi bu anlamda kullanılmıştır: "Sizi çamurdan yaratan ve sonra bir ecel- ne kadar yaşayacağınızı - belirleyen O'dur".

-x-

16

"Kader"in Anlamları

a- "Kader-e alâ şey"de olduğu gibi: 1- Bir işi yapma ve sonuçlandırma güç ve yetisine -kudret-sahip olma:

Yâsin, 81'de "kader" kelimesi kullamlarak şöyle buyrulur:

1-   "Gökleri ve yeri yaratan, onlann bir benzerini de yaratmağa kadir değil mi?" (Yâsîn-81)

2-   "Eğer Allah dileseydi işitmelerini de, görmelerini de gideriverirdi, hiç şüphe yok, Allah herşeye güç yetirendir!" (Bakara-20)

b- "Kadere"

1- Bu anlamda "sıkıntı ve maddi yoksulluk" demektir; Sebe', 36'da bu anlamda kullanılmıştır:

"De ki benim Rabbim dilediğine rızkı genişletir, yayar ve dilediğine de kisar."

17

2- Bir işi yapmaya irade etmek, güç yetirmek anlamında; nitekim Mürselât, 23'te bu manada geçer:

"İşte buna güç yetirdik, demek ki biz, ne güzel güç yetirenleriz."

c- "Kaddere"

1-   Bu anlamda "takdir etmek, mukadder kılmak, öyle olmasını emretmek"tir; Neml, 57'de bu anlamda kullanilmaktadir:

"Biz de onu ve ailesini kurtardik, yalnizca harm hariç, onu geride -azaba uğrayıp helak olacak olanlardan- takdir ettik"

2-     Kimi yerde de "kaddere "şeklinde "muntazam ve ihtimamla iş yapmak, dikkat ve özenle çalışmak" anlamında kullanılır, meselâ Sebe', 77'de hz. Davud'a -sa-: "...Zırhın biitiin halkalannin aynı büyüklükte olmasına dikkat et, özen göster, onları düzenli ve muntazam yap..." buyrulur.

d- "el-Kader"

18

1-   "Miktar ve nicelik" anlamındadır, Hicr, 27'de bu anlam kullamlmakta şöyle buyrulmaktadır: "Hiçbir şey yoktur ki hazineleri bizim katımızda olmasin; ancak biz, onu belirlenmiş bir miktar olarak indiririz."

2- Kimi yerde de "zaman ve mekan" anlamiyla kullanılmıştır. Ör. Mürselat 20-22:

"Sizi basbayagi bir sudan yaratmadik mi? Sonra onu, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Belli bir siireye kadar"

3-   Değişmez, kesin "olacak olan" hüküm, takdir edilmiş kader anlaminda da Ahzab, 38'de geçer:

"- Bu- daha önce gelip geçen -ümmet-lerde de olan Allah'ın sünnetidir. Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir"

Evet, kaza ve kader kelimeleri Kur'an'da çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla bu anlam çeşitliliğine dikkat edilmeksizin tevillere girişilmiş ve mezbur terimlenn Kur'an'da geçen asıl manasi dikkatlerden uzak kalmış ve ne

19

yazık ki zamanla bazı müslümanlar "insanoğlunun işlediği ister hayir, ister şer, bütün emellerin Allah'ın takdir ettiği bir kader olduğunu, esasen kendisi yaratılmadan önce kaderinin böyle yazılmış bulunduğunu" zannederek çok tehlikeli bir hataya düşmüşlerdir.

Bugün rivayet ve ahbarda "kadrî - veya kaderî" kelimesi hem "cebriye-cebriyeciler" hem "tefvizciler"e ıtlak olunmaktadır- Bkz: Bihar,5,5-; halbuki "kader" hem bir şeyin adı, hem de aym şeyin zıddının da adı olmaktadır burada; tıpkı arapçadaki "elgoru" kelimesinde olduğu gibi, bu kelime hem kadinlann adet halini ifade eder, hem de adetten bitiş hallerini.

Burada sözkonusu iki inancin -cebr ve tefviz-görüşlerinin açıklama veya eleştirisine girecek değiliz; bu konu hakkinda gelen hadisleri aktarmakla yetiniyoruz; bu sahih hadisler dikkat sahibi her okuyucuya sağlıklı bir fikir vermede yeterli olacaktir.

20

2- Kaza ve Kader Hakkinda Ehl-i Beyt İmamlarından -s- Ulaşan Rivayetler

1- Ehl-i Beyt'in 1. İmamı hz. Ali bin Ebu Talib'den -s-:

Şeyh Saduk, Tevhid kitabinda senediyle birlikte imam Hasan'dan -s- ve İbni Asâkir kendi senediyle İbni Abbas'tan şöyle rivayet eder:

Irakh biri hz. imam Ali'nin -s- huzuruna vararak şöyle sordu:

-Bizim Şam'a doğru yola çıkıp Sıffin savaşına katılmamız Allah'ın bir takdiri ve kader-i ilahi miydi?

İmam -s- şöyle cevap verdi:

- Evet. Allah'a yemin ederim ki hangi tepeyi aştıysamz, hangi ovayı, bayırı geçtiyseniz hep Allah'in takdiriyle oldu, O'nun kaza ve kaderidir.

-O halde ey müminlerin emiri, bu savaş ve yolculukta çektiğim sıkıntılara karşılık Allah Teala'nin amel defterine sevapları yazmasını ummaktayim!3

3 - Yard: "Bizim bu yolculuğa çıkmamız ve cihad etmemiz Allah'in takdiriyse ödül ve mükafaatimiz yok demektir. Bu nedenledir ki zahmetlerimin Allah Tealâ

21

Bunun üzerine İmam Ali hazretleri -sa- şöyle buyurdular:

-Dur hele dostum; sen bunu değişmez takdir-i ilahi ve ezelden sâdır olmuş kaçınılmaz bir kader4 mi sandın yoksa? Eğer böyle olsaydi ilahi emrin veya ilahi yasağın ne anlamı kalırdı? Sevapla müjdeleyip, günahkarı cezayla korkutmanın manası olur muydu o zaman? Günah işleyen kınanır, iyilik eden övülür müydü bu durumda? Bilakis, iyilikte bulunamn kınanması, günah işleyeninse mükafaatlandırıhp övülmesi gerekmez miydi o zaman?!5

indinde, kıyamet günü fazilet sayılacak ameller arasında kaydolunmasını ummaktayım".

4 - Cebriye mezhebi mensuplannın kastettiği mana.

5  - Çünkü her iki amel de gerçekte bir olacaktır. Zira âmilin - ameli işleyen failin- hür iradesiyle gerçekleşmiş olmamaktadır. Bu duramda halk iyileri övecek ve ödüllendirecek ve onlann bunu hakettiğini sanacaklardır, oysa ki bu duramda tam tersi olmalı ve iyiler, kötülerin karşısında kınanıp yenilmelidirler. Çünkü kötü ve günahkar olarak bilinen adam toplumda nefretle karşılanmaktadır, oysa o, sözkonusu ameli kendi işlemediğine göre bunu -

22

Bunlar putperestleri, Allah düşmanlarımn ve bu ümmetin dışladığı kaderiyecilerin görüş ve inançlarıdır.

Ey insanl Allah-u Azze ve Cell hazretleri insanoğlunu Mr olarak yükümlü kılmış ve onu korkutarak kötü işlerden alıkoymak istemiştir. Küçük bir iyilik ve hizmet karşıhğında insana büyük bir mükafaat verirl Günah işleyen, Allah'ın iradesine mağlub olduğu için günah işlemekte değildir; kendisi istemediği halde ve cebren Allah'a itaat etmiş de değildir. Gökler, yeryüzü ve bu ikisinin ortasındakiler boşuna yaratılmış değildir asla! "Bu, kafir olanların inancıdır. Ateşten -görecekleri azabdan- dolayı vay o küfretmekte olanlara!fl6

Ravi "soruyu soran adam şu şiiri okuyarak ayağa kalkıp gitti"der:

toplumun tepkisini- zulüm sayacaktır ve tam tersine, toplumdan iyilik ve ödül bekler, çünkü kötü amelin faili olarak tanındığından halkın kınamasına maraz kalmakta, hiçbir ödülle ödüllendirilmemektedir. 6 - Sâd, 27.

23

"Sen, kendisine itaat ettiğimiz için, kıyamette Allah'in rahmet ve affını umduğumuz imamsin!"

"Dinimizin anlayamadığımız tarafını anlattın bize. Rabbin bizden yana iyi ecirle mükafaatlandırsın seni."

"İşlemiş olduğun apaçık kötü amel için özür dileyip affa sığınmam, itaatsizlik ve günah sayılamaz elbette!"7

2- İmamet ve velayet bahçesinin 6. çiçeği ve Ehl-i Beyt-i Resulullah'ın -sav- mutahhar imamlannın 6,'sı olan Ebu Abdullah Cafer bin Muhammed'il Sâdık selamullah aleyh hazretlerinden şöyle rivayet edilmektedir:

"Kader" inancı konusunda insanlar üçe ayrıhrlar:

Birincisi, Allah-u Azze ve Cell hazretlerinin insanı günah işlemek zorunda bıraktığına inananlardır. Bu inancı taşıyan herkes Yüce Yaratıcı'ya zulmetmiş ve O'na kafır olmuş olur.

7 - Şeyh Saduk'un Tevhid'i s:380 ve hz. Emir'el Müminin'in -s- biyografisi için bkz: İbni Asakir Tar. 3/231, Mahmudi Bey'in İncelemesi.

24

îkincisiyse, herşeyin tamamen kendisine bırakılmış olduğuna inanan kesimdir. Bu inancı taşıyan da Allah 'in gücünü küçümsemekte ve binaenaleyh kafır sayılmaktadır.

Üçüncü bir kesimse Allah Teala'mn kullarım güçleri ve kapasiteleri miktarınca sorumlu tuttuğunu, kimseyi gücü ve kapasitesini aşan bir şeyle yükümlü kılmamış olduğunu bilir ve buna inanırlar; böyleleri iyi bir şey yaptıklarında Allah'a hamdederler, kötü, yanlış ve günah işlemeleri halindeyse pişmanhk duyar ve samimiyetle Allah'a yönelip istiğfarda bulunur, tevbe ederler. İşte bunlar, kemale ermiş müslümanlardır.8

3- Ehl-i Beyt'in üçüncü imamı Ebu'l Hasan Ali bin Musa'r Rıza aleyhisselam hazretlerinden şöyle rivayet edilir:

a- Allah-u Azze ve Cell'e istemeden ve zorla itaat edilmez, aynı şekilde kulun itaatsizlik ve isyankarlığı da Allah 'in bir zorlaması ve bir

8 - Saduk'un Tevhidi 360-361.

25

"kaçımlmaz" değildir. O, kullarım sorumsuz yaratmamış, varlık aleminde herkesi - ne yapacaksa yapsın diye- kendi haline bırakmamıştır. Onlara birşey verecek olursa -asıl- malik -Allah'ın- kendisidir, onları birşey yapabilme hususunda güçlü ve yetkin -muktedir-kıhyorsa, "kâdir-i mutlak" yine kendisidir. Kulları O'na itaat edip emirlerine uymak isterlerse onları engellemez, dergâhından kovmaz; emrine karşı gelmeye ve isyan etmeye kalkışacak olur veya bir günah işlemeye yeltenirlerse yapmak istedikleri o -yanlış ve günah- şeyle onlar arasında bir engel oluşturur, -yine de- böyle olmaz da kul, o günahı işler ve o hataya düşecek olursa bu, onu bu hata ve günaha düşürenin Allah olduğu anlamina gelmez asla.lB

Yani Allah'a kullukta bulunup O'na ittat eden, bunu yapmaya mecbur edildiği için yapmış değildir; keza Allah'a itaatsizlikte bulunanın ve bu eylem ve davranışı Allah Tealâ'nın isteği doğrultusunda vuku bulmuş değildir. Bilakis,

9-Ae, 361.

26

Allah Tealâ kullarının davranış ve amellerinde hür olmasını istemiştir.

b- İmam Rıza hazretleri -s- Allah Tealâ'nın şöyle buyurduğunu söylemişlerdir:

"Ey insanoğlu! îstediğin şeyi kendin için beğenip elde etmen benim isteğimledir.

Benim için yerine getirdiğin farzları benim gücümle yerine getirmekte ve yine benim nimetim sayesindedir ki buna karşı itaatsizlikte bulunup günah işleyecek gücü bulabilmektesin!

Ben seni görür, duyar ve güçlü kıldım. O halde -şunu bil ki- sana ulaşan iyilik ve hayırlar hep Allah'tandır, işlediğin suç ve günahlarsa hep kendinden!"10

Bir diğer rivayette de şöyle buyrulur: "Sana verdiğim güçle -bana itaatte bulunacağın yerde-günah işleyip bana itaatsizlikte bulundun!"11

4- Yine Ebî Abdullah Cafer bin Muhammed Sadık hazretlerinden -s- şöyle rivayet vardır:

10 - Ae, 327-340 ve 344-362 ve Kâfi 1/160.

11  - Saduk'un Tevhidi, 362.

27

a- "Ne cebir, ne tefviz; bu ikisinin ortasi bir durum sözkonusudur"

Ravi, İmam'dan "bu ikisinin ortasi bugün nasıl olmahdir yani?" diye sorduğundan ve İmam'ın -s-şöyle cevap verdiğini yazar:

- Bir örnek vereyim: Bir adamin giinah ve hata işlemekte olduğunu görerek ona öğüt veriyor ve o işten vazgeçmesi için onu iknaya çalışıyorsunuz. Ama o yaptığından vazgeçmiyor ve o kötü veya yanlış işi yapmaya devam ediyor. Bu durumda o sizin nasihatinize kulak asmaz ve siz de onu kendi haline birakirsaniz, onun o işi yapmasından siz sorumlu olmazsimz ve o işi ona yaptıranın siz olduğunuz söylenemez12

b- "Eğer bir insana "niçin şöyle veya böyle yaptın?" diye sorabiliyorsamz ve sorunuzun yerinde bir soru olduğunu - onun cevap verebileceğini ve meselâ eğer isteseydi o işi yapmayabileceğini- görüyorsanız o işi yapmış demektir; ama eğer bireyden yaptığının nedenini

12 - Safi 1/160.

28

soramıyor ve onu -yaptığı işten sorumlu göremiyor ve- hesaba çekemiyorsanız bilin ki o işi o değil, Allah yapmıştır.

Allah Tealâ -cc- kulundan "Niçin günah işledin? Niçin fısk işledin? Niçin şarap içtin? Niçin zina işledin?" diye sorar. Çünkü bunlar kulun kendi fıilleri, kendi işleridir. Ama "Niçin hastalandin? Niçin kısa boyluydun sen? Niçin sen beyaz derilisin? Niçin sen siyah derilisin?" diye sormaz ona; zira bunlar bizzat Allah-u Tebarek ve Teald hazretlerinin işi olup kulun bunlarda dahli sözkonusu değildir. "13

Bu Rivayetlerin Açıklaması

Cebr ve Tevcizin iki boyutu vardir:

1- Allah Tealâ'nın sifatiyla ilgili olan

2- İnsanoğlunun sifatiyla ilgili olan

Allah Tealâ hazretlerinin sifatiyla ilgili cebr ve tefvizi peygamberleri ve peygamberlerinin vasiyleri vasıtasıyla Allah'tan dilemek, almak gerekir. İnsan sifatiyla ilgili olana gelince:

13 -El-Terâif.

29

"Şu işi ben yaptım" veya "ben yapmadım" ibaresinin bizzat kendisi işi yapanın biz olduğumuzun en açık ifadesidir.14 Bundan önceki bahislerimizden de anlaşılacağı üzere insanoğlunun yaşam seyri ve kaderi; tamamen Allah'ı emrine teslim olmuş bulunan ve bütün etki ve tepkilerinde de mutlak onlamda O'nun emri tabi olan atom zerrecikleri, yıldızlar, gezegenler ve samanyollarınınkinden çok farklıdır.

Öte yandan Allah Teala -cc- insanoğluna verdiği cam ve diğer yetenek, imkan ve melekeleri hiçbir gaye gütmeksizin, insanın onları dilediği gibi kullanmasi için veya gütmeksizin, insanın onları dilediği gibi kullanmasi için veya öylesine vermiş değildir; insanı kendi haline bırakmamıştır o. Bilakis, peygamberlerini göndererek insanı daima irşad edip aydınlatmış, yapması ve yapmaması gereken şeyleri ona sürekli hatırlatmış, kalbiyle hakka nasıl iman edeceğini; insanca, hayırlı ve faydalı işler

14 - Mevlevi'nin de dediği gibi: "Senin şöyle veya böyle yapayım, demen / Bizzat senin hür iradeni gösterir arkadaşım!"

30

yapması veya tersine davranmasinin ne gibi sonuç ve akibetler yaratacağını izah edip durmuş; bu yaratılmış yolculuğu ve kemal siilukunda insani hep kendisine doğru çağırmıştır. O halde insanoğlu bu çağnya uyar ve Rabbinin emrine itaat eder ve O'nun yolunda adim atarsa Rabbi O'na yardimci olacak ve O'na doğru attığı her adimda onun on adim ileri gitmesini sağlayacak ve yaptığı işlerin hayırlı sonuçlarını, verim ve randimanini diinya ve ahirette 700 kat artiracak ve bizzat kendi belirlemiş olduğu ilahi hikmet ve siinnetullah gereğince dilediği kullan için bu rakamı da kat kat artiracaktir.

Daha önce aktardığımız bir örnekte Allah Teala'nin -cc- miimin ve kâfır kullarını bu diinyada âdeta self servis şeklinde bir lokantaya davet etmiş olduğunu vurguladık, nitekim bizzat Allah Tealâ -cc- hazretleri îsra, 20'de şöyle buyurmaktadır:

"Hepsine, onlara da, bunlara da, Rabbinin ihsamndan artirarak veririz, Rabbinin ihsani kesilmiş- kimseye yasaklanmış- değildir".

O halde Allah'in en aciz kuluna bile bahşetmiş olduğu bunca fıkrî ve fıziki giiç, imkan ve

31

yetenekler olmasaydı mesela mümin hayırlı ameller işleyemeyecek veya kafir, kötü ve hiisran getiren amelinden vazgeçemeyecekti; Allah Tealâ'nın -cc- biitiin kullarına lütfetmiş olduğu irade, akıl, sihhat... vb. nimetlerin bir lahzâ için dahi ellerinden alinmasi halinde kullarinm hiç bir işe giiç yetiremeyecekleri apaçık ortadadır.

Binaenaleyh insanoğlu yaptığı herşeyi Allah Tealâ'nın -cc- kendisine bulunduğu sınırsız liituflar ve bahşetmiş olduğu ilahi nimet, giiç ve yetenekler sayesinde ve tamamen hiir bir iradeyle yapmaktadir; bu diinyada hiçbir insan için hiçbir iş "büsbütün kendisine" bırakılmış, o işi öyle yapmaya mecbur bırakılmış ve iş bireye "tefviz edilmiş" değildir; bilakis bu ikisinin ortasi bir durum sözkonusudur ki bu da Allah'in iradesi ve O'nun kullari için belirlemiş olduğu değişmeyen sünneti -sünnetullah- dir; Allah'ın sünneti ve O'nun belirlemiş olduğu kanun ve kurallar "değişmez" ve "değiştirilemez" dirler.

32

Sorular ve Cevaplar

Buraya kadar ele aldığımız mevzuat çerçevesinde 4 soru sözkonusu edilebilir:

Ilk iki soru şudur: Şeytan, insanın nefsine musallat olduğuna ve onu hiçbir zaman kendi haline bırakmayıp sürekli kalbine vesveseler düşürmek suretiyle onu şer ve günaha doğru çektiğine göre insanın davranış ve tepkilerinde bağımsız ve hür olduğu nasıl söylenebilir? Aynı şekilde, bozuk ve kötii bir ortamda yaşayan ve kötülük ve giinahtan başka şey görmemiş olan biri ne yapacaktir?

Üçüncü soru da şöyledir:

Peygamberlerin tebliğ ve irşadından mahrum kalan, orman ve dağlarda yaşayan bir insan ne yapacaktir?

Dördüncü soru şudur: Zina yoluyla diinyaya gelen ve ana-babasinm bu çirkin ameli nedeniyle artık hamuru şer, kötülük ve iğrençliklerle yoğrulmuş bulunan birinin günahı nedir?

33

Cevaplar

1- ve 2. sorunun cevaplan: Allah Teala -cc-insanoğluna görüldüğü ve düşündüğü şeyleri araştırma ve her şeyin sebebini sorup inceleme merak ve melekesini vermiştir; insanoğlu bu melekeyle sebeplerin sebebini bulma gücüne sahip olduğundan bu hususta Allah'ın hücceti kendisine tamamlanmıştır. Nitekim A'raf, 772'de"... kıyamet günü: "biz bundan habersizdik" dememeniz içindir, buyrulmaktadır.

İnsanoğlu nasıl midesini doyurabilmek için, aç olduğunda açlığını anlayabilecek bir melekeye sahip kılınmışsa, sebeplerin sebebini bulabilmek için ilim ve marifete ihtiyaç duyma melekesine de sahip kılınmıştır, o, hep bilmek ve öğrenmek isteyen bir yaradılışla yaratılmıştır.

Üçüncü sorunun cevabındaysa Allah Teala hazretleri -cc- Kur'an'da şöyle buyurur: "Allah, hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez." -Bakara, 286-

4. Sorunun cevabına gelince:

34

Veled-i zina- zinadan diinyaya gelen- de, giinah ve şer işlemeye mecbur bırakılmış değildir; ancak burada önemle dikkat edilmesi gereken ilginç bir nokta vardir: Zina etmekte olan kadinla erkeğin o sırada özel bir ruh hali ve psikolojisi vardir; her ikisi de bu yaptiklannin diğer hemcinslerine ve birlikte yaşadıkları topluma karşı bir ihanet olduğunu pekalâ bilir ve hissederler, onlann bu hareketinin toplum -ve aile- tarafından iğrenç karşılandığını ve anlaşılması halinde sert bir cezaya çarpıtılacaklarını, bu çirkin ameli işleyenin toplumun gözünden düşeceğini, ona hor ve alçak biri olarak bakılacağını pekalâ bilir ve bunu bütün varlıklarıyla içten içe hissederler. Onlar, bu çirkin davranışlarıyla fıilen toplumun iyileri ve dürüstlerine karşı savaş açmış olurlar; toplum içinde iyi, salih ve dürüst olarak yaşayan, ahlâki erdem ve insanî hasletlere bağlı olan ve bu hasletleri bilfıil kendi fıil ve nefsinde yaşayanlardan hoşlanmazlar.

Bu çirkin davranışa girişen kadın ve erkeğin bu sıradaki psikolojik hallere ve hem toplumu dışlayan, hem iyilere ve salihlere düşmanlıklarını

35

sergileyen bu fıil ve tutumları, olduğu gibi spermlerle yumurtaya yansimakta ve döllenmede kesinlikle etkisini göstererek, genetik yolla çocuğa da geçmektedir. Bu bilimsel gerçek neticesinde ne yazik ki o çocuğun psikolojisi şer, kötülük ve azgınlığı daha yatkın olmakta, çirkinliklere duyduğu eğilim diğer insanlara oranla daha fazla olmakta ve toplumun iyilerine, salihlere ve dürüst insanlara karşı içten içe bir antipati duymaya başlamakta ve giderek "iyilerden hoşlanmayan ve iyilere düşman olan" biri oluvermektedir.

Islam tarihinde bu ilmî hakikatin en bariz örneklerinden biri Ziyad İbni Ebih'le, oğlu İbni Ziyad'da görülmektedir. Bu ikisinin, Irak'taki iktidarın başında bulundukları yıllarda işlediği insanlık dışı olaylar; bilhassa hz. Resulullah'in -sav- sevgili evladi ve "cennet gençlerinin efendisi "hz. Imam Hiiseyin'in -s- ve Ehl-i Beyt'in diğer erkekleriyle hz. İmam'ın silah arkadaşlarının mutahhar na'şlarına İbni Ziyad'ın Aşura günü yaptığı çirkin davranış fevkalâde iğrenç ve bir o kadar da düşündürücüdür.

36

İbni Ziyad'la hz. İmam Hüseyin'le diğer şehidlerin mübarek cesetleri üzerinde gaddarca at koşturmuş, vücutlarını parça parça ettirmiş, bundan büyük bir haz duymuş, şehidlerin başlarını keserek vücutlarından ayırıp mızrakların ucunda şehirden şehire dolaştırmış, hz. Resul-ü Ekrem'in -sav- Ehli-i Beyt'inin kadınlarını ve kızlarını zincirlere vurdurarak esir alıp Kufe ve Şam'da halka teşhir ettirmiştir.

Düşmanın ailesinden, hatta cesedinden de intikam alan ve bundan zafer gururu ve haz duyan İbni Ziyad'ın bu davranışı, onun mayasında "iyilere ve toplumun itibar gören omur ve haysiyet sahibi büyükleri"ne ne duyduğu inanılmaz kin ve nefretinden kaynaklanmaktadir; Ehl-i Beyt'in yüz kişiyi bile bulmayan bütün erkeklerinin üzerine onbinlerce kişilik orduları saldırtıp onları şehid ettikten sonra bile hırsını alamayarak o miibarek cesetleri athlanna çiğneten bu azgin nefretin gerisinde "iyilere ve büyüklere" beslenen inanilmaz düşmanlık ve kötülük ve zulme duyulan eğilim vardır.

Binaenaleyh şerlik, şirretlik, kötülük, zulüm, serserilik, azgınlık, toplumun erdem ve

37

kurallarına aykırılık, toplumda iyilik, mertlik ve dürüstlüğüyle sevilen ve bu nedenle saygi ve prestij görenlere eziyet zulümde bulunmaktan hoşlanma ve iyilere ve iyiliğe antipati duyma gibi hasletler, zinadan dünyaya gelenin -zinazâde-fıtratı ve hamurunda vardır. Helal ve doğru bir evlilikten dünyaya gelmiş olan "helâlzâde"de şerre, şirrete, kötülük ve serseriliğe, toplumun itbar gören insanlarını ve iyilere eziyette bulunmaya yönelik böyle bir eğilim yoktur. Oysa ki ister zinazade, ister helalzade olsun, her ikisi de yaptıkları ve yapmadıklarında herhangi bir mecburiyet ve kaçınılmazlıkla karşı karşıya değildirler, her ikisi de eylemlerini hür bir iradeyle gerçekleştirmektedirler.

Bu ikisi, fıtrat ve hamur açısından; şehvetin doruğuna ulaşmış ve cinsel baskı altında bulunan büluğ çağındaki bir gençle, şehevî ve cinsel yaşamı sönmüş beli büyük bir ihtiyar örneğine benzer. Sözkonusu gencin bu cinsel gücü, onun zinaya düşmesine zorunlu bir sebep teşkil edemeyeceği gibi, bu durumda on mazur da gösteremez. Ama sözkonusu hali ve durumuyla zina fırsatı doğar ve bunu engelleyecek hiçbir

38

etken olmadığı halde kendisindeki bu hayvânî içgüdüyü kontrol altına ahp Allah korkusuyla titrek ve zina yapmazsa elbette ki Allah Tealâ'nın lütfuna ve rahmetine mazhar olacaktir.15

Sözkonusu ihtiyar adam için de aynı fırsat doğabilir ve o da zina işlemez; ama o gencin ödülüne de layık görülmez, Zira o, yapabileceği bir işten vazgeçmiş değildir, bilakis, zaten yapamayacağı bir işi yapmamıştır ki, bu da erdem ve fazilet değildir, dolaysıyla da ödüllendirilmez.

Binaenaleyh insanoğlunun hayatına neresinden bakılırsa bakılsın onun yaptığı herşeyi hür ir iradeyle yaptığı görülecektir. İstemeden yaptığı şeylerse yine kendi dikkatsizlik ve gafletinin bir sonucudur.

15 - Allah Tealâ'nın -cc- Nâzîât Suresi'nin 40-41. ayet-i Kerimesinde buyurduğu üzere: "Kimi de Rabbinin makamından korkar ve nefsi ve hevâdan - istek ve tutkulardan- sakındırırsa, artık şüphesiz cennet, - onun için- bir barındırma yeridir."

39