<%@ Language=VBScript %> Hz.ALİ (3) Sayfa 3

 

3.FASİKÜL   
SAYFA> | Giriş | 1 | 2 | 3 |   

Yoksulluk, miskinlik ve tutumu seçip insanlara nasihati ve öğreticiliği temel alanlar arasından büyük bir kesim, insanların miskin, tutumlu içerisinde yaşayıp yeryüzü zenginliklerini soygunculara bırakmalarını istemediler.

Bunları çoğu zaman hatta İbrani seferlerinde ve zorba egemen tanrıları At dahi İsa'nın ve Muhammed'in tanrısına benzer. Onların yanında Allah sevgidir, rahman ve rahimdir.

İbranilerin tanrısının genellikle zorbalığına ve şiddetine rağmen eski çağ peygamberlerinin yoksulun ekmeğini yiyene ve miskinleşip tutumlu olup kendilerinin üstünde efendi olarak atayanlara karşı sessiz kalan yoksula karşı intikam kılıcını çektiklerini görürsün.

İşte Sirah'ın oğlu Yaşu bağırarak şunları söylüyor:

Mazlumu zalimin elinden kurtar ve kaderde zayıf nefse sahip olma.

Gözünü gereksinim sahibinden alıkoyma, insanın sana lanet edeceği şeyi yapma.

Gümüşünü kardeşine ve dostuna dağıt, taş altında paslanmasını bırakma.

Mülkü, zulüm; küfür (sövgü) ve mal için toplumdan topluma nakleder.

Yoksula gereksinimlerinde yardımcı ol ve yetimlerin babası ol.

Sirah'ın oğlu Yaşu'nun bu daveti kişilerin vicdanına yöneltip devletin yasalarına yöneltmemesinin sebebi, tarihin güçlü hareketi onu bununla sınırlı kılmıştır. Buradaki asıl amacımız, üzerinde olduğumuz temel konu olan miskin, yoksul ve tutumlu olanların kendileri için uygun gördükleri yaşam biçimini insanlara tavsiye etmedikleridir. Tam tersi yoksulluğun zulüm olduğuna ve yoksulun onurlu yaşamdan hakkını alıncaya kadar yerinmemesine dikkati çektiler.

Miskin, yetinen ve tutumlu olan Sirah'ın oğlu Yaşu bakın ne diyor:

Yaşamın temeli su, ekmek, elbise ve kötülükten sakınacak evdir.

Ayrıca, mazlumun sahibi olduğu ve içinde kışkırtıcılık olduğundan yoksulluğu reddederek, yoksulun ve zenginin durumlarını açıklarken bakın ne söylüyor: Zengin zulüm eder bağırır, yoksula ise, zulmedilir ve boyun eğer.

Şayet yeriniyorsan, miskinsen ve yoksul olarak kalmak istiyorsan Sirah'ın oğlu kuşkusuz biçimde seni harekete geçirecek şu konuma koydu:

Üretken isen seni sömürdü, yok yararsızsan seni utandırdı !.. Malın varsa sana yaklaşıp malını tüketti, kendisi ise yorulma nedir bilmez!.

Sirah’ın oğlunun seferinde, bulunan rızıkları bakımından yoksulları haklarını almaya ve halk kesimlerini sömürenlere karşı tepkiye daveti, kendisine miskinliği ve yeterliliği uygun gören Eyüp'ün yolculuğunda da görebiliriz. Eyüp, Münafıklardan söz ederken servet tekelcilerini ve toplum haklarını çiğneyenleri en başta saymaktadır. Birisi hakkında şu çok adi sözleri tekelci ve düzenbazlara söylemektedir:

Bir sürü mal yedi ancak bunları kusmaktadır. Allah bunları içinden çıkarmaktadır çünkü miskinleri çiğnedi ve evleri soyup kurmadı. Her türlü karanlık onda mevcuttur. Ateş onu bitirmekte ve içindeki her şeyi yakmaktadır. Gökyüzü onun günahlarını açığa vurmakta, yeryüzü onun başına kalkmaktadır.

Emek harcamadan, ekin biçen, emek harcayıp barınaksız, elbisesiz aç ve susuz yatan sefillerin emeğinden yaşayan tekelcileri Eyüp bu güzel sözlerle nitelemektedir:

İnsanlar arasında sınırları kaldırıp sürüleri çalanlar vardır. Yetimin eşeğini elinden alıp dulun öküzünü rehin olarak almaktadırlar. Miskinleri yoldan kovduklarından yeryüzünün bütün sefilleri onlardan saklanmaktadır. Kendilerinin olmayan bir tarlayı biçiyorlar. Zorla bostanı topluyorlar. Çıplakları soğukta elbisesiz bırakıyorlar, böylece dağ yağmurundan ıslanıp evleri olmadığı için kayalara sığınıyorlar. Yetimleri annelerinin memesinden alıyorlar, sefillerin üzerindeki her şeyi rehin alıp elbisesiz olarak gönderiyorlar. Aç iken ağır yükleri kaldırıyorlar, susuz iken karasabanın altında ve mengenelerde eziliyorlar.

Eski çağ peygamberleri arasında yüce bir şairvardır. Adı: Eş'iya mistikliği öyle bir dereceye kadar vardı ki, çırılçıplak ve ayakkabısız olarak çıktı. Üç yıl boyunca garip ve delil olarak kaldı. Eş'iya, münafık, zalim ve tekelcilere karşı sert ve karşılaştığı her zorbayı yüzüstü bırakacak biçimde dururdu. Güzel bir şiir ve güçlü bir düşünceyle zorbaları kırbaçlardı. Şehir halkını birbirine adil davranmaya davet ediyor yoksa isyanın başlayacağına ve yüzlerinin ters çevrileceğine şehirlerinin lanetli olacağına yapılarının yıkılacağına dikkat çekiyordu.

Kendi dilindeki zalim şehir, işçinin emeğini tekelleştirip zorla aldıktan sonra tanrılarına bolca namaz kılanların şehridir. Zalim şehre seslenerek Eş'iya şöyle diyor: Başındakiler hırsızların ortaklarıdır. Hepsi rüşveti sever. Yetime karşı insaflı davranmıyor ve dul çağrısı onlara yetişmiyor. Daha sonra bunlara seslenerek sefillerin yüzlerini ezenleri tehdit eder şekilde şöyle diyor: Ne acı! Zulüm yasaını takip edene ve zayıfların haklarını tahrif edip yönetimden uzaklaştırmak için zorbalık emirlerini verene, halkın içindeki sefillerin haklarını alıp dulları zenginlik kaynağı haline getirip yetimleri soyanlara ne acıdır.

Daha sonra Eş'iya halkın mallarını tekelleştirip yetinmesini ve miskinleşmesini isteyenlere bakınca oruca ve diğer ibadet farzlarına fazlaca önem verdiklerini gömlektedir. Sesi kulakları çınlatacak şekilde şöyle diyor: Oruç gününüzde meramınızı buluyor ve bütün işçilerinizi seferber ediyorsunuz. Sizler düşmanlık ve kavga için oruç tutuyor nifak için yapıyorsunuz bunu. Sesinizi yükseklerde duymak için oruç tutmayınız. İnsanın kendine anlam verdiği oruç böyle mi olur? Başını eğip kül gibi papaz elbisesini giyerse oruç mu tutmuş olur? Allah'ın kıldığı oruç öyle değil midir: Nifak zincirlerinin kırılması, boyunduruk iplerinin çözülmesi, ezilenlerin serbest bırakılması ve her türlü boyunduruğun kırılması değil midir?

Yoksulun yoksul kalması, zenginin daha da zenginleşmesi için çalışanın ve zayıfları ezenlerin, boyunlarındaki sefillik ve kölelik boyunduruğunu kırmalarını engelleyenlerin orucu, miskin Eş'iyamn dilinde en çirkin nifak ve adiliğin yoludur!...

Eş'iya bu münafıklara ikinci kez döner, ikiyüzlü ve hilekar biçimde bir nevi rüşvet olarak Allah'a yakınlaşmak için namazı ve orucu çok tuttuklarını görünce Allah'ın dilinden şunları söyler: Ellerinizi açtığınız zaman gözümü sizden kaçırıyorum. Bolca namaz kıldığınızda da sizi duymuyorum çünkü elleriniz kanla doludur, insaflı olun, mazluma yardımcı olun, gereksinimleri karşılayın, yetime insaflı davranın, dulu koruyun.

Eş'iya, zayıfları soyan ve emeklerini tekelleştirip onlara miskinliği ve yoksulluğu süsleyen bu zorbaları rüzgarın mutlaka silip süpüreceği toplumun artıklarından başka bir şey değildir diye nitelendirirken ne güzel nitelendirmiş oluyor. Şöyle diyor: Zorbalar rüzgarın götürdüğü hafif saman gibidir. 

*    *    *

Böylece miskin, yetinen mesaj sahipleri ve ardından gelenler, başta maddi gereksinimi karşılayıp yürek faziletlerine yolu açarak insanların ıslah edilmesi olan temel bir gerçek üzerinde birleşiyorlar. Kendileri de mistikleşip yetindilerse bizzat mesajlarının içinde yeterlilik, doyum ve yaşamı bulduklarındandır.

Örenek olarak: İsa, sömürücülerin çirkefliklerini altına alıp kibirliklerini ellerinin hilekarlığıyla birlikte alıp tekelcilik ve zorbalık şeytanıyla birlikte bir dönem yaşayanları yaşamın kızgın kırbaçlarıyla sırtlarına vururken mucizevi cesaret yolunu izlemekteydi. Yok edici bir kasırga ve şiddetli biçimde yere çarpan soğuk bir rüzgar gibi münafıklara karşı hiddetlenip zayıfları vergi ödememeye çağırırken Rum sömürücülerinin ve Çarlarının omzundan tutup sarsmaktaydı. Bu şerefli cesaret münafık ve sömürgecilerin elleri üzerinde onu ölüme itti. Ezilenlerden iki kişi yanına gelip Kudüs'e gittiğinde sağında ve solunda kalmak istediklerini söyleyince, şefkatle onlara bakıp şöyle dedi: Benim içeceğim bardağı siz içebilir misiniz?

Onlara acıyıp sevdiğinden onları yolundan uzaklaştırdı.

*     *     *

Münafıkların nifaka girip yeıyüzünün zenginliklerini ellerinde tutarak rahatça ondan yararlanmak, insanlara zorbaca hükmedip sefillerin soygun sonuçlarının evlerine gelmesi için İsa'nın bazı sözlerini ve yaşamının bazı bölümlerini yoksulluğu süsleyen bir şekilde yorumladıkları gibi, tarihimizin yöneticileri de, (Emeviler ve ondan sonra gelenler) egemenliğin, etkinliğin, zulüm ve despotizmin devam etmesini istediklerinden, özgürleri köleleştirmelerine, kitleleri sömürmelerine yardımcı olması için hain kuyruklarına insanları zincir ve bağlar içerisine koyacak formüller yaratmalarını istediler. Peygamberler adına teslimiyetçiliği, hizmeti, sessiz kalmayı teşvik eden laflar ürettiler. (12)

Ancak peygamberlerin yaşamlarını iyi bir şekilde inceleyecek olan birisi, onların sürekli biçimde yoksulluğu kınadıklarını ve buna davet eden münafıkları cehenneme attıklarını kavrayabilir. Yoksa yaşadıkları çağın muhafazakarları onlara karşı harekete geçmez, mazlumlar da etraflarında toplanmazdı.

*     *     *

Eski Arap dahileri, toplumsal sistem ile ferdin eylemleri arasındaki ilişkinin doğasına, insanın eylemleri ile maddi araçlar arasındaki güçlü ve daimi bağın doğasına olan derin kavrayışlarına işaret eden çalışmalarla doludur. Bununla da, ruhi çalışmaları ya da zihinsel çalışmayı maddi durumdan ayırmaya kalkan hurafeyi yok etmek istivorlar. Doğuda, doğu olduğundan beri egemen olan rahatsız edici ve üzerindeki anlatımlar değişse de özünde düşünce durumundaki kanaat tükenmeyen bir hazinedir düşüncesinin ya da kehanet sahiplerinin adlandırdığı gibi geçici olan dünya nimetleri olmadan ruhanilik hurafelerini yok etmek istiyorlar.

Eski Arap dahilerinin bu gerçeği kavradıklarını ve Doğumuzu bugüne kadar yoran rahatsız edici hurafeyi yok etmek için çaba harcadıklarını söylüyorum. Bu, tükenmeyen kanaat hazinesiyle yetinip yoksulluğa davet hurafesidir. Bazı evliya ve kutsalların bildirdiği yoksulluk felsefesinin kızgınlığını harekete geçirdiği gibi birçok beğeniyi de harekete geçirecek kadar yoksulluğa karşı savaşanlar da vardır. Cinayetin sorumlusu toplumun olduğu yerde cinayeti işleyenin aklanmasına çalışıldığı ve işleyenin dışında birisine günah yüklenmesine neden olduğu durumlarda günahın helallaştırıldığı durumlar olduğuna göre, Büyük düşünür Halit Mehmet Halit'in Buradan Başlayalım adlı kitabında ispat ettiği şu olayı kısaca anlatalım:

Hatıb Bin Ebi Bel'a'nın çocukları Mezyene'den (13) bir adamın devesini çaldılar ve suçlarını itiraf ettiler. Sorun Ömer Bin Al-Hattab'a iletildi. Kendini kınamanın bütün unsurlarının tamamlandığı bir suçla karşı karşıya olduğunu gördü. Hiçbir zorlama ya da baskı olmadan bir hırsızlık, hırsız ve itiraf mevcuttu. Nasıl bir hüküm versin?

Ömer sanıkların yüzüne şöyle bir baktı ve Allah'ın şu sözlerini okudu: Allah'ın cezası olarak hırsızın elini kesin ve ellerini kesmek için emir vermeye kalkıştı. Fakat yüzlerini yeniden incelediğinde ne görsün? Bütün kan yüzlerine toplanmış, gözlerinin feri sönmüş, sefalet ve yorgunluğun üzerine çöktüğü cisimler gördü. Bunların efendileri kim? diye sordu. Onu getirin!

Efendileri Abdurrahman Bin Hatib geldiğinde Ömer şöyle dedi: Sizin bunları; Allah'ın haram kıldığını yiyecek olsa dahi helal olacak dereceye kadar aç bırakıp yorduğunu bilmeseydim bunların ellerini kesiyordum. Vallahi seni aç bırakıp hapse düşürecek cezaya çarptırırım!

Daha sonra çalman deve sahibine dönüp sordu: Müzenni senin deven ne kadar eder? Cevap olarak dört yüz dedi. Ömer, sanıkların efendisi Abdurrahman bin Hatib'e dönüp: Git ve buna sekiz yüz ver. Son bir defa fıtnat ve şefkatinden doğan bir bakışla şöyle dedi: Siz ise, gidin.

*     *     *

Ali’nin, yoksulların gereksinimlerini karşılama konularındaki öyküleri çoktur. Egemenlikteki yasası, bu temel üzerine kurulmuştur. Yeri geldikçe bunlar ayrıntılarıyla anlatılacaktır. Adamın kendisi yoksul ve tutumlu kaldı, ancak insanların yoksullukla yetinen bir yaşam yaşamalarını istemedi. Yoksa elit kesim ve kamu mallarını alanlara karşı almış olduğu tutumları almaz, kendilerinin olmayanı onlardan alıp ihtiyaç sahibi olan eski sahiplerine geri vermezdi.

Al Şa'bi daha çocuk iken Kufe'de onun havuşuna girdi. Ali'yi biri altın biri gümüş iki kömenin başında durup bu malı insanlara bölüştürürken gördüğünü anlatıyor. Sonunda az ya da çok evine hiçbir şey götürmeden gidiyor.

Ancak maldan evine hiçbir şey götürmeyen Ali, her insana şunu söyleyen de kendisidir:

Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyan için çalış.

Ali'nin gözündeki hakkaniyet insanların gereksinimlerini karşılamaktan daha yüce ve daha değerli bir şeye götürmez. Bu konuda da hiçbir yoruma mahal vermeyecek bir sözü vardı: Hakkaniyeti izleyecek olsaydınız bütün yollar açılır ve hiç kimse yoksul kalmazdı.

Şayet cahiliye Araplarına saldırdıysa da onların basit yaşamla yetinen kanaatlarına saldırarak şöyle diyor: Siz Araplar, büyük taşlar arasında yaşıyor, kederi içip katıksız, kuru ekmek yiyorsunuz.

Ali, lezzetli yemeğe, ince elbiseye ve zengin meskene alışmak istemediğini söylüyor. Kendisi bunu ister fakat kendisi bunu bulamayan yeryüzünde çok insan vardır. Bu açıklamasında da ilk etapta yaşam aracını yeterli biçimde insanlara sağlamak istediğine dair açık bir delil mevcuttur. İnsanlar arasında doymayan ve pastada gözü olmayan bulundukça bunların çektiklerini yöneticileri de çekmelidir. Yoksulluk canavarı onların başından giderse onunda başından gitmiş olur. Yoksa yönetimin ve velayetin anlamı nedir? Ali şöyle diyor: Onlarla birlikte çağın zorluklarına katlanmadan bana Müminlerin emiri denmesini kabullenebilir miyim? Böylece Ali açısından çağın zorlukları demek yoksulluğun kötülükleridir.

Kızının Bayram gününde inci gerdanlıkla süslenmesine karşı değil, ancak diğerlerinin kızlarının büyük bir çoğunluğu bu şekilde süslenmeye fırsat bulamıyorlar. Daha önce kızının gerdanlıkla boynunu süslemek isterken gerdanlığı hazineye vermesi için şoyle diyerek: Ya Ebi Talip’in kızı Kendini halktan uzak koyma Muhacir ve taraftarların bütün kadınları bunun gibi bir gerdanlıkla mı süsleniyor?

Nasıl emir verdiğini anlattık ! Bütün kadınlar dedi. Yalnız elit kesimin ya da efendilerin kadınları demedi.

Böylece Ali, toplumun, herkese ekmek, su ve giyim sorunlarını sağlama görevini teslim alınca Sosyalist çizgilere daha yakın bir yöntemle bunu yapmıştır.

Allah'ın insanlara yönelttiği acılı kırbaçların çok olduğunu görünce buradan başlaması çok doğaldır. Hiçbiri bunun kadar korkunç, acılı ve zararlı değildir, ki yoksulluğu kastediyorum. Yoksa, gereksinimin giderilmesi zorunluluğuna olan derin inancı, insanların durumları, eşyanın doğası sorunların başlangıcı ve sonuçlarını doğru biçimde anladığını ortaya çıkaran bu sözler onun olmazdı. Soruyorum bu sözün sahibi kendisi değil midir. Allah kullarını yoksulluktan daha acı bir kırbaçla vurmadı. Bazı mistiklerin süsleyip bilinçli ya da bilinçsizce yanlışlık yapıp kötülük ettikleri ve insanları davet ettiği, Peygamberin ve İmamın insanlar içinde savaş açtıkları Ali taraftarlarının (Şii'lerin) (14) lideri, Emeviler'in yönetim ve politikadaki kurbanları büyük devrimci Ebu Zer Al Gufari'nin savaş açtığı bu yoksulluk değil midir?

Ali, yoksulluğun her tür meziyete karşı çıktığım ve bir çeşit küfür hatta inkar olduğunu kavramıştı. Onun için de yoksullukla her alanda savaşmaya ve ona davet eden herkesi rezil etmeye başladı. Ali'nin mezhebine göre insan fatin (zeki) ise yoksulluk her türlü zekayı susturur. Vatan; dağınık, gelişigüzel, birbirini çekemeyen, sevmeyen vahşi yabancı duygusuna sahip değil de, sadık ve vatanperver insanlar istiyorsa, bu vatanın kendi evlatları arasında yoksul kimseyi bırakmaması gerekir. Çünkü Ali'nin dediği gibi Yoksul kendi vatanında yabancıdır. İnsanın yaşadığı süre içerisinde, ölüm uğradığı en kötü olay ise Ali'nin dediğine göre yoksulluk olmadan ölüm sadece çirkinliktir. Çünkü Yoksulluk en büyük ölümdür.

Ali'nin yoksulluğa ve onu süsleyenlere karşı kaldırmış olduğu bu kutsal kırbaç kötü çöplerin ateş alevinde yandığı gibi onları yiyor ve gözleri önünde çirkin emellerini parçalıyor. Şöyle diyor: Yoksulluk adam olarak önüme çıkacak olsa onu öldürürdüm.

Toplum İbn Ebi Talip'in gözünde bir vücuttur, çelişkileri içinde bulundurmaması gerekir. Sistemi ise hak ve görevlerdeki farklar üzerine kurulmamalıdır. İbn Ebi Talip’in toplumunda birinin çok zenginleşip diğerinin çok yoksullaşması olmaz. Birilerinin çalışıp mükafatları çalışmayanın alması da olmaz. İbn Ebi Talip'in gökyüzüne çok önem vermesi ile birlikte, Allah'ın yeryüzündeki kullarına önem vermediği bir gün dahi olmamıştır. Sorunlarının hiçbirisini önemsememezlik etmezdi. Çünkü mutlak yaratılışın en güzel örnekleridir. Bu da onun insanlara ve varlığa olan genel bakışı ve öyküsünün geceyi libas (Dinlenmek, sükun) için, gündüzü de yaşam için yarattık diyen peygamberin öyküsüyle olan bağından kaynaklanmaktadır.

Buradan ve bu temel üzerine Hz. Ali, topluma yönelip yasalarını canlandırmaya, onun için uğraşıp, iyi ve sağlıklı olmasını istiyordu. Daha sonra da, kendi görüşünü güçlendirmek ve zamanındaki insan kesimleri karşısında olan tutumunu sağlamlaştırmak için nasihat ve kılıcın her birini kendi yerlerine yerleştiriyordu. Sosyal adaletin köklerinin sağlamlaştırılması için özen gösterdiği gibi hiçbir şeye özen göstermiyordu. Velayeti aldıktan sonra, kendisi ayakkabısını dikerken yanına gelip kendisini kutlamak isteyenlere Hakkı gerçekleştirip haksızlığı yok edemeyeceksem ayakkabımın bu tabanı benim yanımda sizin velayetinizden daha iyidir diyen kendisidir.

Ahret için çalışanlar açısından da, onlardan ahretin iyiliklerine, bütün araçlardan önce topluma hizmet aracını kullanarak varmalarını istiyordu. Onun için, İmam, ahretin iyi tarafını isteyenin insanlar arasında doğru çalışarak ömrünü doldurmasını istiyordu. Bunun başında da: İnsan topluluğuna ekmek, su ve giyimin sağlanmasına, kamunun gereksiniminin karşılanmasına ve zalimlere karşı savaşıp mazlumlara yardım edilmesine, daha sonra da insan haklarının ilan edilerek onların savunulmasına katkıda bulunmasıdır.

Hz. Ali, bir defasında dostlarından olan Ala Bin Ziyad Al-Harisi'nin yanma girer. Havuşunun genişliğini görünce, şöyle dedi: Bu dünyada bu geniş havuşu ne edeceksin? Ahrette buna daha fazla gereksinimin olmayacak mı? Evet istersen, bununla Ahrete de gidebilirsin: Misafiri içinde barındırır, akrabalık bağlarını birleştirir, haklan içinde yerlerine yerleştirirden bununla Ahrete de erişebilirsin!

Kemil Bin Ziyad'a oruç ve namazın anlamlan üzerine şöyle diyor: Kemil!.. sorun, namaz kılıp, oruç tutup ve sadaka vermen değildir, tam tersine sorun; namazın temiz bir kalp Allah’ı razı edecek bir eylem, üzerinde ve içinde namaz kıldığın şeye bak, onun yüzünden ve helalından değilse namazın kabul değildir.

Fakih (Bilge) akıl ve insanların hizmetinde ise, bir tek bilge değer olarak bin ibadet edenden daha iyidir. Bir bilge iblis için bin ibadet edenden daha şiddetlidir.

Ahretten önce yeryüzündeki insanların yaşamına ve günlük ekmeğine verdiği önem şu dereceye kadar varmıştır: Kendisi halife iken her gün sabah erkenden kalkıp Kufe'nin çarşılarını gezerek, her çarşının insanlarına ayrı ayrı şunu söyleyecek dereceye varmıştır: Tüccarlar! Allah'a inanın, Satın alanlara yakın olun, iyiliği temel alın, yemin etmeyin, yalandan uzak durun, zulme yaklaşmayın, mazlumlara insaflı davranın, ölçü ve teraziye hakkını verin, insanların eşyalarına az değer vermeyin ve yeryüzünde bozguncu olarak yaşamayın.

Nof Al Bakkali'den naklen, şöyle söylediği anlatılıyor: Müminlerin emirine, Küfe mescidinde namaz kılarken gelerek şöyle dedim: Selamünaleyküm ve rahmetüllahi ve bereketühü ya müminlerin emir i. Cevap olarak Aleyküm selam ve rahmetüllahi ve bereketühü dedi. Bana vaaz ver ya müminlerin emin dedim. Cevaben: insanlara iyilik yap Allah sana iyilik eder dedi. Daha fazla ver ya müminlerin emiri dedim. Cevap olarak: Ya Nof! Kıyamet gününde benimle olmanın sırrı zalimlere yardımcı olmamandır dedi.

İnsana hizmet etmek, gereksiniminin karşılanması ve zulmün yok edilmesi İbn Ebi Talip'in politikasının hareket noktasıdır. Peygamber bir defasında ona bakarak şöyle dedi: Ya Ali Allah yanındaki en iyi süslerle seni süsledi. Zayıfları sevme sevgisini sana vererek onların sana tabi olmalarını onların seni imam olarak görmelerini sağladı.

İMAMDAN ÖNCE

- Komşusu aç iken tok yatan imansızdır.
- Hiçbiriniz elinin emeğinden daha lezzetli bir yemek yememiştir.
- insanlara şükretmeyene Allah şükretmez.
- İnsanlar üç şeyde ortaktır: Su, Nebatat ve Ateş.
- Tekelleştiren hata işlemiştir. Yeryüzündeki bir şeye zulmedeni iki yeryüzünden aslanla kuşatayım.
- Bütün insanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir.
- Arayı bulmak bütün namaz ve oruçlardan daha iyidir.
- Bir saatlik düşünme bin yıllık ibadetten daha iyidir.
- Bütün mahlukat Allah'ın aileleridir. En sevdiği de ailesine en yararlı olanıdır.
- Din muameledir.
- Allah'ın kulları kardeş olun.
- İstese de istemese de insan insanın kardeşidir.

  Peygamber

Ali Bin Ebi Talip'in toplum ve sistemi ile insan hakları karşısındaki tutumu üzerine sözün ayrıntılarına geçmeden önce bütün bu sorunlar karşısındaki peygamberin tutumuna ve yaşama bakışına hızlı biçimde göz atmak gerekir.

Peygamber insanların ve toplumun sorunlarıyla eksiksiz biçimde ilgilenmiştir. İslamiyet de, yönlendirme ve yasama olarak genel muameleyi ele aldığı gibi kişisel muameleyi de ele almıştır. İslamiyet toplumdan ve gerektirdiği yasalardan soyutlanmış bir şekilde değildir, İslamiyet'in toplumu önemsemesi öyle bir dereceye vardı ki, her nevi toplumsal hizmeti bir çeşit ibadet olarak görmüştür. Üstelik topluma hizmeti, ibadetin ve iyi imanın gerçek anlamıyla dini vazifelerin yerine getirilmesinden daha üstün olarak görmüştür. Peygamber şöyle diyor: Aranın bulunması bütün oruç ve namazlardan daha iyidir. Aşağıdaki olay İslamiyet'teki bu açık yönelime en iyi delildir. İbn i Abdullah'ın şöyle dediği anlatılır: Peygamber ile birlikte sefere çıkmıştık. Bazılarımız oruç tutuyor bazılarımız ise oruç tutmuyordu. Sıcak bir günde bir yere vardık. Çoğumuz yer sahibinin gölgesini aldık. Bazılarımız eliyle güneşin ışıklarını savmaya çalışıyordu. Oruç bozma vakti geldi, oruç tutmayanlar kalkıp yolculara su verdiler. Bunun üzerine peygamber şöyle dedi: Oruç tutmayanlar bugünkü sevapların hepsini aldılar.

Burada peygamberin, dini vecibelerin yaşama hesabına yerine getirilmesinin hiç uygun olmadığına dair açık bir delili yok mudur? 


(9) Arapça'da Gramer kelimesi Nahu'dur. Fiil olarak türediği kelime ise Naha fiili olup izlemek anlamına gelmektedir.
(10) Bu söz Nahj Al Balağa'nın (Olgunluk Çizgisi) değişik yerlerinde mevcuttur.
(11) Muhammed ve İsa, Halit Mehmet Halit S.88
(12) Ehli Beyt” Mehmet Cevat Muğanniye S.141
(13) Meyzene bir şehir ismidir.
(14) Taraftar kelimesinin karşılığı Şii olup Şiilik de bu kökten kaynaklanmaktadır.

 14.10.2001

Devamı (4.Fasikül)