Hz. Ebu'l Fazl'il Abbas (a.s)'ın Hayati Ve Faziletleri

Yazan: Arif TAŞDEMİR - İskender AKOT
 



İÇİNDEKİLER

GİRİŞ................7

ÖNSÖZ..............9

1- Marifet Nedir?.9

2-Tanima Yolları.......19

a- Tarihi Boyutuyla Tanimak...........19

b-Faziletleriyle Tanimak....19

1. Kisim: Akil lie Tanima:...........19

2. Kisim: Hadislerle Tanima:.....21

c-Şühud Yoluyla Tanimak..............22

Şühudi Marifete Ulaşma Yollan.....23
 

1. BÖLÜM: HZ. EBU'L-FAZL'İL-ABBAS (A.S)'IN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ..........24
 

Birinci Fasil: Hz. Ebu'l-Fazl'in Anne Ve Babasi...26
 

Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'in Annesi....34

Hz. Ali (a.s)'ın Ümm'ül-Benin İle Evliliği.35

Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'ın Dünyaya Gelişi.......39

Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'ın Çocukluğu...42

Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'ın Evliliği.....43

Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'ın Çocukları.........43

Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'ın Erkek Kardeşleri....44

Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'ın Kız Kardeşleri.......48
 

2. BÖLÜM: EBU'L-FAZL'İL-ABBAS (AS)'IN KİŞİSEL ÖZELÜKLERİ...52
 

Birinci Fasil: Hz. Ebu'l-Fazl (a.s)'ın Cismi Özellikleri.54

İkinci Fasıl: Şecaati..55

 

Hz.Abbas'ın Savaş Tekniği..................58

Hz. Abbas'ın İsim Ve Lakapları.60

 

Sekka:..............60

Bab'ul-Hevâic:....61

Kamer-i Beni Haşim:..61

Saki-yi Teşnekan (Susuzları Doyuran):.62

Abd-i Salih:.........62

Etles:..................63

Şehid:................63

Şehidi Kerbela:..........63

Hz. Abbas'ın Künyeleri...............64

Ebu Kırba:..........64

Ebu'l-Fazl:..........65
 

3. BÖLÜM: KERBELA OLAYI...........67

Birinci Fasıl: Hz. İmam Hüseyin (a.s) İle Hz. Abbas (a.s)'ın Yezid'e Biat Etmekten Kaçınarak Medine'den Ayrılmaları.......69
 

Yezid'in İmam Hüseyin (a.s)'dan Biat İstemesi.............70

İmam Hüseyin (a.s) Medine'den Aynlıyor......77

İmam Hüseyin (a.s)'ın Diğerlerinden Farkı....79
 

İkinci Fasıl: Kerbelaya Doğru Yolculukta

Konaklanılan Yerler.81
 

Kerbela Kafilesi Salebiyye Konağında...81

Kerbela Kafilesi Şukuk Konağında......83

İmam Hüseyin (a.s) Zübale Konağında........84

İmam'ın Önerisinin Netice ve Sebepleri........84

Abdullah b. Yaktur'un Şahadet Olayı...85

İmam (a.s)'ın Kafilesi Batn-i Akabe Konağında...86

İmam (a.s)'ın Kafilesi Şeraf Konağında........87

İmam'ın Hür İle Konuşmasında Üzerinde Durduğu Noktalar.89

İmam'ın Kafilesi Beyza Konağında......90

Kerbela Kafilesi Ruheyme Konağında.91

 

Üçüncü Fasıl: İmam Hüseyin (a.s)'ın Kafilesi Kerbela'da............94

Hz. Ebu'l-Fazl-il-Abbas(a.s)'ın Su Getirmesi..96

İmam Hüseyin (a.s)'ın Düşman Komutanı İle Görüşmesi.....99
 

Dördüncü Fasıl: Aşura Akşamı.......107

Abbas (a.s)'ın Kardeşlerini Meydana Göndermesi..............112

Hz. Abbas Neden Kendisinden Önce Kardeşlerini Meydana Gönderdi?.....112
 

Beşinci Fasıl: Aşura Günü......114

Ümm'ül-Benin'in Abbas (a.s)'a Ağıtları.......119

Hz. Abbas (a.s)'ın Katilinin Akıbeti.....120
 

4. BÖLÜM: HZ. ABBAS'IN FAZİLETLERİ.....122
 

Birinci Fasıl: Masumların Görüşünde Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)........124

Hz. Ali'nin Terbiyesinde Yetişen Hz. Abbas (a.s).........124

İmam Hüseyin (a.s)'ın Görüşünde Hz. Abbas (a.s).....125

İmam Zeyn'ul- Abidin (a.s)'ın Görüşünde Hz. Abbas. 126

Hz. Hamza (a.s)........127

Hz. Hamza (a.s)'ın Nuh (a.s)'a Tanıklığı......129

Hz. Hamza'yı Ziyaret Etmenin Önemi........130

Hz. Cafer-i Tayyar(a.s).....131

Allah-u Teala'nın Cafer-i Tayyar'daki Beğendiği Dört Sıfat... 132

Hz. Cafer-i Tayyar'ın Şecaat ve Cesareti.....133

Hz. Abbas (a.s)'ın, Hz. Hamza ve Hz. Cafer-i Tayyar'a Benzerliği ve Ayrıcalığı......133

İmam Cafer Sadık (a.s)'ın Görüşünde Abbas (a.s)..............135
 

İkinci Fasıl: Hz. Ebu'l-Fazl'il- Abbas (a.s)'ın Keramet Ve Mucizeleri.141

1-Çalışmak ve Tevessül.141

 

2- Rus Subayının Hidayet Oluşu........142

3- Muheylifin Şifası..145

4-Saygısızlığın Cevabı.....146

5-Hz. Abbas (a.s)' a Tevessül..........146

6- Hz. Abbas (a.s)'ın Elinden Şerbet...147

7-Küçük Zehra'nın Şifası..................148

8-Hz. Mehdi(a.s)'ın Tavsiyesi...........152

9-Ya Ebu'l-Fazl!.......153

10- Hacetlere İcabet Eden...............154
 

Üçüncü Fasıl: Haremlerin Yapım Ve Onarımı........156
 

Dördüncü Fasıl: Hz. Ebu'l-Fazl'ıl-Abbas (a.s)'ın Haremi ......168

Mübarek Haremin Bakıcılığı.............169

Hz. Abbas (a.s)'ın Hareminde Defin Olunanlar..169

Hz. Ebu'l-Fazl'ıl-Abbas (a.s)'ın Ziyareti..171

Büyük Âlimlerin SözlerindeZiyaret...171

İmamlardan Gelen Rivayetlere Göre Ziyaret....172

Beni Haşim'in Ay Yüzlüsü Hz. Abbas (a.s)'ın Ziyareti......176

Hz. Abbas (a.s)'m Ziyaretnamesi....179

Hz. Abbas (a.s)'a Veda Etme Duasi...185

 


www.MizanTefsiri.com


---------------------------
 

Tashih: Fahrettin ALTAN - Yusuf TORE

Yaymevi: Al-i Taha

Telif hakkı saklıdır.

HACETLER KAPISI

HZ. EBUL-FAZLİL-ABBAS

(A.S)'IN

HAYATI VE FAZILETLERI

Arif TAŞDEMİR - İskender AKOT

Tashih: Fahrettin ALTAN - Yusuf TORE

AL-I TAHA
-------------------------

GİRİŞ

Bismillahirrahmanirrahim

Ezeli ve ebedi olan, öldüren, dirilten, bilgilendiren, yaşatan, varlıklara kendilerinden daha yakm olan, göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan, yani mâsiva denen her varhk tarafından tespih edilerek ö-vülen Allah'a sonsuz şükürler olsun. O'nun sonsuz rahmet ve bereketi de âlemlerin en şereflisi olan Hz. Muhammed (s.a.a) ve tertemiz Ehl-i Beyti'ne olsun.

Yiice Allah'm sayısız nimetleri karşısında, şükret-mek gayesiyle sonsuza kadar çaba harcasak dahi, en ufak bir nimetinin bile şükrünü ada etmekten aciz kal-dığımızı, itiraf etmekten başka bir çaremiz olmadığını görürüz.

Allah'ı anmanın ve şükrünü yerine getirmenin yol-larmdan birisi de, Rabbimizin överek muhlis kıldığı kullarını, 0 yüce varlığın aynası konumunda olan bu tecelligahlan tanimak ve tamtmaktir.

Bir takım insanlar vardır ki, dünyaya gelmeleri, yaşamaları ve ölümleri hiçbir şeyi değiştirmez; yaşa-yıp yaşamamaları arasında bir fark yoktur. Bir takım insanlar da vardır ki, tarihi, insanları ve hatta kendi döneminden sonraki toplulukları bile, bir güneş gibi aydınlatırlar. Bu örnek kişilerden biri de, Hz. Ebu'1-Fazl'il-Abbas (a.s)'dır. Bu yüzden Allah yolunda za-manın Jmamı Hz. Hüseyin (a.s) için her şeyini feda ederek o güneşi bir ay gibi takip eden, eşi az bulunan, bütün muhtaçlara hacetler kapısı olan, Hz. Ebu'l-Faz-I'il-Abbas (a.s)'ın faziletlerini içeren bu eseri yazmayı kendimize ilahi bir lütuf

7

bildik.

"Hacetler Kapısı Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)" adh bu eserimizin yazılmasında yardımcı olan, Ehl-i Beyt Mektebi'nin büyük âlimlerinden, Ayetullah Bakır-i Fehhar İSFAHANİ'ye, Ehl-i Beyt (a.s)'dan almış ol-duğu bilgisi ve güzel ahlakıyla bizleri birçok konuda bilgilendirdiğinden dolayı teşekkür ediyoruz. Allah o-na ve turn âlimlerimize uzun ömürler versin. Aynca bu kitabin hazırlanmasında emeği geçen tüm kardeş-lere teşekkür etmeyi kendimize bir borç biliyoruz. Allah Teala onların hepsinden razı olsun.

Bu eser, Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'a özel ilgi duyan, zamanımızın Jmamı, hücceti ve sahibi olan, Hz. Mehdi (a.f)'e ithaf olunur. Allah bizleri Onların gerçek takipçilerden kılsın, hepimizin akıbetini hayretsin ve bütün kusurlarm ortaya çıktığı kiyamet gününde bizle-ri o yüce şahsiyetlerin yanında mahcup etmesin. Âmin ya Rabb'el-Âlemin.

İskender Akot ve Arif Taşdemir

ÖNSÖZ

Bu eserimiz, Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'i tamma-yi içerdiğinden dolayı, tamma ve marifetle ilgili birkaç konuyu aciklamakta fayda gormekteyiz.

1- Marifet Nedir?

Masumlardan nakledilen hadislerde, Ehl-i Beyt'i tanimak ve haklarmda doğru marifet sahibi olmak ge-rekli kabul edildiğinden, bu sözcüğü kısa da olsa araş-tırma gereksinimi duyuyoruz.

Mikyas'ul-Lügat, marifet sözcüğünü, sakinlik ve it-minana delalet eden şey diye tammlamakta, inkârı da, marifetin karşıtı olarak bildirmektedir. Netice itibariy-le bir şeyin tanınmaması, insanda ona karşı korku ve tedirginlik uyandinrken; ona olan marifet, insanı sü-kûnet ve itminana ulaştırır.

Ragib Isfahani ise şöyle diyor: Tefekkür ve tedeb-bür ile elde edilen marifete irfan denir. Irfan, bir şeyi zatıyla değil, nişaneleriyle tanımaktan ibarettir.

Marifetin kelime anlamı anlaşıldıktan sonra,

bilinmeli-dir ki, Kuran-ı Kerim'de de, insamn yaratilma hedefinin, marifete ulaşmak olduğu bildirilmiştir. Zira Allah-u Teala insanlan, kendisini tanisinlar diye yaratmıştır. Bu konuda Kuran-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Ben cinleri ve insanlan ancak bana kulluk etsinler diye yarattim."1 Bu ayetin tefsirinde açıklandığı üzere, kulluk ve ibadetten amacm marifet ve Allah'm tamnmasi olduğu bildirilmiştir. Jnsan, bu makama yaklaştıkça ve Allah'i kendisine mabut olarak algıladıkça O'nun dışındaki her şeyin ubudiyetinden uzak-laşır ve gerçek özgürlüğe doğru ilerler. Artık, paranın, malm ve nefsanî istek ve şehvetin ve bunun gibi binlerce-sinin tuzağından ve kulluğundan kurtulmuş olur. Bu konu-da cennet gençlerinin efendisi Imam Hüseyin (a.s)'ın sözlerine kulak verelim.

Bir gün imam Hüseyin (a.s), yarenlerinin yamna ge-lerek, Allah'a hamd ve sena, Peygamber (s.a.a)'e salât ve selamdan sonra şöyle buyurdular: "Ey insanlar! Allah'a yemin olsun ki Allah, insanlan kendisini tammalan ve O'na karşı marifet sahibi olmalan için yarattı. insanlar Allah'i tanıdıklarında O'na ibadet ederler, O'na ibadet ettiklerinde ise, O'ndan başka hiç kimseye ihtiyaçlan olmaz."

Söz buraya varmca orada bulunanlardan birisi İmam (a.s)'a şöyle arz etti: "Anam babam sana feda olsun. Allah'a olan marifet (O'nu tanimak) ne demektir?" imam (a.s); "In-sanlann, zamanlanmn imammi tanimalandir" diye buyur-dular.2

Yukarıdaki hadis-i şerifte birkaç noktaya dikkat

1 - Zariyat / 56.

2 - İlel'uş-Şerayi' c. 1 s. 9; Bihar'ul-Envar, c. 23, s. 93 ve c. 5, s. 312; Kenz'ul-Fevaid, c. 1, s. 338

10

edilmesi gerekiyor:

1-    Allah-u Teala, insanlardan yaraticilarmi tanimala-rim istemektedir. Bu tamma neticesinde insan elinde ol-maksizin O'nun kulluğuna koşar. Dolayısıyla Allah'ın, gök-lerin ve yerin yaratıcısı olduğunu, kudret ve izzetin, O'nun elinde bulunduğunu, rızk verenin, 0 olduğunu, O'nun izni olmadan hiç kimsenin bir şey yapamayacağını anlar ve Allah'tan gayri hiçbir şeye ümit bağlamaz.

2-    Allah'a olan marifet, Allah'ın delillerle ispat e-dilmesinden farklı bir şeydir. Zira O'nun varlığını il-mi olarak ispatlamak ve kabullenmek, yalnız başına i-badet etmeyi gerektirmez. Ibadet için, ayrıca marifetin olması da kaçınılmazdır.

3-    Allah'ın marifeti, zamanın imamını tanımaktır. Bunun içindir ki, Hazreti Ali (a.s): "Beni tanımak, Al-lah'ı tanımaktır" diye buyurmuştur. Zira masum I-mamlar Allah'ı tanıma vesileleridirler. Netice olarak şunu anlıyoruz ki, Allah'ı tanımanın yolu, masum Jma-mı tanımakla mümkündür. Jmamı tanınmadan Allah'ı tanımak imkânsızdır.

Jmamın varlığını kabullenmek, O'nu tanımak de-mek değildir. Ancak O'nun makamını tanımak, Allah'ı tanımayı beraberinde getirir. Allah'ı tanımak ise, her mükellefe farz olduğundan, Jmamı tanımak da her mü-kellefe farz olduğu anlaşılır. Kısacası, Imamları tanı-madan Allah'ın marifetine ulaşmak mümkün değildir. Ve bu iki konu (Jmamın varlığı bilmek ve O'nu tanımak), aralarında akli bir ilzam ve bag bulunan mevzular türünden değildir. Zira bir şeyin varlığının bilinmesi, onun özünün de tanıması anlamına gelme-diği açıktır. Aksine varlığı bilindikten sonra, ayrıca tanınması da icap eder.

11

Demek ki, her şeyin tanınması, iki aşamada gerçekleşmektedir. Önce, o şeyin varlığı ispatlanır; daha sonra da onunu özü ve içeriği tanimr.

Jmamm varlığını ispatlayan delillere gelince; bilin-diği gibi, Ehl-i Beyt Ekolü'nün en muteber ve meşhur kitaplarından biri, Merhum Kuleyni'nin "Usul-u Kafi" kitabıdır. Bu kitabın "Hüccet Kitabı" bölümünde, bu mektebin öğrencilerinden, Hişam b. Hekem'in, Imam Sadık (a.s)'ın huzurunda, imametin gerekliliği husu-sunda yapmış olduğu bir ilmi tartışmaya yer verilmiş-tir. Hişam b. Hekem şöyle diyor:

"Kufe'de bulunduğum bir dönemde, Amr b. Ubeyd1 adindaki bir şahısın Basra mescidinde ders verdiği ha-berini aldım. Masum bir Imamin aramızda bulunduğu halde onun Kufe mescidinde ders vermesi, bana çok a-ğır gelmişti. Zira aramızda masum olup, Allah'i temsil eden biri varken, başkalarının kendilerini zahit, abit, âlim ve müfessir olarak one atmalan ve İslam'i tam-yormuşcasına dersler vermelerinin anlamı ne olabilir-di?! Kufe'den Basra'ya hareket ettim. Aynen anlatıl-dığı gibi, o şahıs mescitte etrafına topladığı büyük bir gruba İslam'i anlatiyordu. Topluluk içerisinde zorlukla bir yer bularak oturdum ve ona: "Ey toplantimn âlimi! Ben garip biriyim, soru sormama izin verir misin?" dedim. 0 da izin verdi. Bunun iizerine;

"Ey âlim, gözün var mıdır?" diye sordum.

O; "Evladim! Gözümün olduğunu görmüyor

1 - Amr b. Ubeyd, Mutezile mezhebinin kurucularmdan olan Hasan Basri'nin öğrencilerindendir.

12

musun, bu, nasıl soru sormaktir?" dedi.

Ben; "Benim sorularim böyledir" dedim.

0; "Gerçi ahmakça sorulardır ama yine de

sor" dedi.

Ben; "Sorarsam cevap verecek misin?"

dedim.

0; "Evet" dedi.

Ben yine; "Gözün var mi?" diye sordum.

0; "Evet" dedi.

Ben; "Gözün ne işe yarıyor?" dedim.

0; "Gözlerimle renk, eşya ve kişileri görüyor

ve tanıyorum" dedi.

Ben; "Burnun var mıdır?" dedim.

0; "Evet" dedi.

Ben; "Burnunla ne yapiyorsun?" dedim.

0; "Burnumla kokuları alıyorum" dedi.

Ben; yine ağzının, dilinin, kulağının

varlığından sordum, o da bunlann

kendisinde bulunduğunu ve ne işe yaradığını,

birer birer söyledi.

Yine ona; "Aklm var mıdır?" diye sordum.

0; "Var" dedi.

Ben; "Onunla ne yapiyorsun?" dedim.

0; "Gördüğüm, duyduğum ve kokladığım şey-

leri onunla ayırt ediyorum" dedi.

Ben; "Koklama, işitme, görme vb. azalarimn

bulunması yeterli değil midir?" dedim.

0; "Bu azalarım şüpheye düştüklerinde, akıl

vasıtasıyla bu şüpheleri gideriyor ve doğruyu

yanlıştan ayırt ediyorum" dedi.

Ben; "Azalarimn bir şeyi teşhis etmede

şüpheye düştüğünden dolayı Alla-u Teala bu

şüpheleri gidermen için akhni yaratmıştır

13

değil mi" de-dim.

-     0; "Evet" dedi.

Ben; "0 halde insan, aklı olmadan göz, kulak, dil vs. organların bulunması vasıtasıyla yakine ulaşamaz" dedim.

-     0; "Evet" dedi.

-    Ben; "Demek ki, Allah-u Teala senin, kulak, göz, burun ve dilini kendi başına bırakmamış ve onlara, doğruyla yanlışı kendilerine göste-recek bir önder ve imam kılmıştır. Bu kadar insamn ve aralannda bunca ihtilaf ve tefrika-ların bulunduğu halde, onların şek, şüphe ve sorunlarını giderecek, zorluklarla karşılaştık-larında kendisine müracaat edecekleri bir imam karar ki I ma mış mı? Böyle bir şey mümkün mü?" dedim.

Bu sözleri duyan Amr b. Ubeyd, başını önüne eğe-rek susup bir şey demedi. Sonra onun Hişam olup ol-madığını sordu. 0nun Hişam olduğunu öğrenince, o-nu kendi yanına çağırarak yer verdi. Hişam orada bu-lunduğu sürece de söz konusu şahıs susup konuşmadı.

Bu sözleri dinleyen Imam Cafer Sadik (a.s) gülüm-seyerek Hişam'a; "Bu çeşit tartışmayı kimden öğren-din?" diye sordu. Hişam da cevaben, bunlan Imam (a.s)'ın kendisinden öğrendiğini arz etti.

Sonra Imam Cafer Sadik (a.s) şöyle buyurdular: "Allah'a andolsun ki, bu münazara aynen bu şekilde Ibrahim ve Musa'nm Sühuf'unda da

14

nakledilmiştir."1

Olaya başka bir açıdan yaklaşalım: Insan, Rabbini tanıdıktan sonra, yani Rabbinin varlığı, onun için is-patlandıktan sonra, tabii olarak, Rabbinin, onun bazı eylem ve duruşlarından razı olduğunu, bazılarından i-se, razı olmadığını da anlamaktadır. Ancak Rabbinin bu emir ve yasakların, ne olduğunu, detaylı olarak an-layabilmesi için de, ya insanın kendisi peygamber ol-malı, ya da bir peygamber vasitasiyla Rabbinin emir-lerini almalıdır. Dolayısıyla, insanın, Allah resulünü tanımasının zorunluluğu, kaçınılmazdır. Onu tanıdık-tan sonra, ona itaat etmesi de farzdır. Zira o Allah'ın hüccetidir, Allah'ın hüccetine itaat etmek ise, aklen farzdır. Demek ki, her zaman ve dönemde, insanların Rabbiyle olan irtibatlarını sağlaması için bir hüccete ihtiyaç vardır.

Bazı kimseler; "Peygamber (s.a.a)'den sonra Kuran bize yeterlidir; o aramızda olduğu müddetçe hiçbir şe-ye ihtiyacımız yoktur" diyebilirler. Ama şunu bilme-lidirler ki, Kur'an'ın; nasih, mensuh, muhkem, müteşa-bih, müphem, mutlak ve mukayyet ayetleri vardır. Herkes bunları anlayamaz ve ondan hüküm çıkaramaz. 0 halde herkesin Kuran'ı kendi menfaatine göre yo-rumlamaması         için, Allah tarafından

görevlendirilmiş olan bir müfessire ihtiyaç vardır. Kuran'ın anlaşılarak hüccet olabilmesi için, bu müfessirin onu insanlara a-çıklaması gerekir. Çünkü Kuran'ın zahir ve batınını anlamak, herkes için mümkün değildir. Bu müfessir öyle biri

l-Usul-uKafi,c. 1, s. 224

15

olmalıdır ki, bilgileri, ya ilham yoluyla Allah tarafmdan elde etmeli, ya da Allah Resuliinden öğrenmelidir. Böyle birinin varlığı, kaçınılmaz olduğundan, onun kim olduğunu bilmek zorundayız. Eğer bir kimse gerçekten Kuran'ın zahir ve batinim biliyorsa, o Al-lah'ın hücceti demektir ve Allah'in hiiccetine itaat et-mek ise farzdir.

Şimdi bu şahsın kim olduğuna bakalım ve bütün as-habı gözden geçirelim. Acaba onların arasmda, bir şey sorulduğunda, bilmiyorum, dememiş olan veya her ne sorunuz varsa benden sorun, diye buyuran, biri var mıdır? Ashabin ileri gelenlerine baktığımızda, üstün oldukları iddia edilen şahıslar, bilmediklerinin bildik-lerinden daha çok olduğunu, kendilerinden daha âlim ve bilgili insanlann bulunduğunu, itiraf etmiş ve zor-lukla karşılaştıklarında ise, başka birine müracaat et-mişlerdir. Öyleyse, bütün Müslümanların ortak görüşü olan ve ilimde Peygamber (s.a.a)'den sonra gelen şah-sın, hiçbir zaman sorulan soruya bilmiyorum, deme-yen ve hatta gökyüzünün yollarını yerden daha iyi bildiğini beyan eden, Resulullah'ın ilminin kapısı olan Hz. Ali (a.s)'ın huzuruna varmalıyız. Hz. Ali (a.s), zahiriyle ve batınıyla Kuran'ın tamamını bildiğinden dolayı, Allah'ın hüccetidir ve insanlann O'na itaat etmesi gerekir. Hz. Ali (a.s), yeryüzünde Allah'ın hücceti ve Peygamber (s.a.a)'in de vasisi olduğundan dolayı, bütün söyledikleri haktır. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ve Hz. Ali (a.s), kendilerinden sonra gelecek olan Imamları da isim ve özellikleriyle halka açıkla-mışlardır.

Bu konu, Peygamber (s.a.a)'den nakledilen şu

16

hadislerle daha iyi anlaşılacaktır.

Cabir b. Semere şöyle diyor: "Babamla beraber Peygam-ber (s.a.a)'in yanındaydık. Resulullah'ın şöyle buyurduğunu duydum: "On iki halite gelmedikçe, bu iş, (llsem) hedefine varmayacaktir." Sonra başka bir şey de söyledi ki, ben anlayamadim. Babamdan, Peygamber (s.a.a)'in ne söylediğini sorduğumda ise, babam: "Peygamber (s.a.a), bu on iki hali-fenin hepsinin Kureyş'ten geleceğini buyurdu" dedi.1

Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle geçmiştir: Cabir-i Co'fi, Cabir b. Abdullah-i Ensari'den, şöyle dediğini naklediyor: "Peygamber (s.a.a) bana şöyle buyurdular: "Ey Cabir! Benim vasilerim ve Müslümanlann İmamlan on iki kisidir. ilki Ali, sonra Hasan, sonra Hüseyin, sonra Ali b. Hüseyin, sonra Muhammed b. Ali ki, Bakır diye meşhurdur. Ey Cabir! Sen onun zamanina ulasacaksin, onu gördüğünde selamımı ona ilet Sonra Cafer b. Muhammed, sonra Musa b. Cafer, sonra Ali b. Musa, sonra Muhammed b. Ali, sonra Ali b. Muham-med, sonra Hasan b. Ali, sonra Kâim olan imam ki, adi benim adim ve kiinyesi de benim künyemdir; Hasan b. Ali'nin ogludur. Onun eliyle Allah yeryüzünün doğusuyla babsını fethedecektir. 0, bir müddet dostlanna gözükmeyecek (gaip olacakbr). Öyle ki, o dönemde Allah'm kalplerini imtihan ettiği kişiler hariç, diğer kimseler inançlannda sabit kalma-yacaktir."

Cabir diyor ki, ben şöyle arz ettim: "Ya Resulullah! 0 Imamin, kaybet döneminde insanlara bir faydasi dokuna-cak mıdır?" Resulullah (s.a.a) "Evet" dedi ve şöyle devam etti: "Beni Peygamber olarak go'nderene andolsun ki halk, bulut ardındaki güneşten

1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 81; Sahih-i Muslim, c. 6, s. 3; Sahih-i Muslim, c. 6, s. 2

17

faydalandığı ğibi, kaybet döne-minde de insanlar, O'nun velayetinden faydalanacak-lardır. Bu Allah'ın yanında mahfuz olan ilahi birsırdır. Bunu, ehil olandan başkasma anlatma..."

Cabir-i Co'fi şöyle devam ediyor: Cabir b. Abdullah-i Ensari, İmam Ali b. Hüseyin (a.s)'ın (İmam-ı Seccad) yanına gitmişti. 0 anda Imam Seccad (a.s)'ın oğlu Muhammed b. AN (Imam Bakır) (a.s) dışarı çıkıyordu. Cabir O'nu gördü-ğünde şöyle dedi: "Ey benim Jmamım, ceddin Resulullah (s.a.a) bana, sizi göreceğimi ve selamını size ulaştırmamı istedi ve hakkınızda şöyle buyurdu:

"Nübüvvet ailesinden olan s/z/er hidayet imamlarısınız; sizler, çocukluğunuzda halkın en hekim olanı, büyüklüğü-nüzde ise, insanlann en âlimleri ve bilgfnlerisiniz."

Yine, Peygamber (s.a.a), şöyle ilave etti: "Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın. Zira onlar sizden daha bilgilidiMer."

Bunları dinleyen Imam Bakır (a.s) şöyle buyurdu: "Evet, bana da çocuklukta hikmet verildi ve bu, Mlah'm bizim aNemize olan lütfü ve ihsanıdır."1

Bunun gibi onlarca hadis vardır ki, Ehl-i Beyt Jmam-larının (a.s), isim, lakap, künye ve özelliklerini beyan etmek-tedirler.

Değerli okuyucular! Biz, konunun uzamaması ve sizleri de daha fazla yormamak için, bu iki hadisle yetiniyor; daha fazla bilgi isteyenlere, ilgili kaynak kitaplara müracaat etmelerini tavsiye ediyoruz.

1- Yenabi'ul-Mevedde, 38. bab, s. 117; 71. bab, s. 427; 76. bab, s. 442; 94. bab, s. 494; Keşf-i Termizi, 1. bab, s. 58

18

2-Tanıma Yolları

Tamma yolları üç kısma aynlmaktadir:

a-Tarihi boyutuyla tanimak.

b- Faziletleriyle tanimak.

c- Şuhut yoluyla tanimak.

Burada tamma yollanni kısaca açıklayarak, arala-rmdaki farki ve birbirlerine olan üstünlüklerini açıkla-maya çalışacağız.

a- Tarihi Boyutuyla Tanimak

Tarihi boyutuyla tanimak, her ne kadar objektif bir tamma yoluysa da, bu yolla marifete ulaşılmaz. Zira insan bu yolla ancak Imam (a.s)'ın var olduğunu anlayabilir. Oysa bizler onlar hakkinda marifete ulaşmakla görevliyiz. Tarihi boyutu, bir örnekle açıklayacak olursak, sizden, yakından tanımadığınız; "Ali ismindeki birini taniyor musunuz?" diye sorulursa, siz onu iyice tanımadığınız için, muhtemelen cevabınızda şöyle yanıt vereceksiniz: "Onu görmüşüm, ama iyice tanimiyorum. Hasan onun arkadaşıdır, ondan sorunuz." Bu örneğe dikkat edildiğinde, Ali'nin var olduğuna dair bilginizin olduğu, ama buna karşılık, onun hakkinda marifet sahibi olmadığınız gozlemlenmektedir. Velhasil, Tarih il-minde bizlere, Jmamlarin (a.s) zahirî olarak nasıl dünyaya geldikleri, nasıl yaşadıkları ve benzeri şeyler öğretilmektedir. Dolaysıyla o yiice zatlari tanimak için, sırf onların tarihsel yaşantılarını bilmek yeterli değildir.

b- Faziletleriyle Tanimak

Bu tamma yolu iki kısımdır:

1. Kisim: Akil İle Tanıma:

Bu kısımda, Jmamlarin faziletleri, akli delillerle ispatlanmaktadir. Yani akil, Imam (a.s)'m masum,

19

adil, şecaatli ve cismi olarak da, sağlıklı ve kusursuz olması gerektiğini kavrayarak ispatlamaktadır. Bu tür marifet kelam ilmine aittir. Kelam ilminde, bu mevzular, de-taylı bir şekilde açıklanır, akli delil ve gerekçeleriyle de ispatlamr. Bazi felsefi kitaplarda da, bu konulardan bahsedildiği görülmektedir.

Ancak burada bilinmesi gereken nükte şudur ki, akli yöntemle, Allah'ın yeryüzündeki halifeleri olan peygamberler ve vasilerinin, onların başında da, Allah Resulii'yle Ehl-i Beyt Jmamlarimn makamlarını, bütün boyutlarıyla tammak mümkün değildir. Zira ilahi bir makam olan, ilahi hilafet ve imamet makami, normal akillarm idrak edip kavrayabilmesinden daha yiice ve daha üstün bir makamdir.

Imam Rıza (a.s) şöyle buyurmuşlardır: "Değeri yü-ce, şanı büyük, makamı yüksek, sınırı sonsuz, ğerçeği derin olan imamet makamını akılların anlaması im-kânsızdır."

Sonra da, Imam (a.s) şöyle devam etmişlerdir: "... Allah, kullarının işleri için birisini seçerse, onun kalbini ğenişletir, kalbinde hikmet çeşmeleri akıtır, ona, her soru karşısında cevapsiz kalmayacagi ve du-raksamayacağı bir Him öğretir... İşte böyle biri, Allah tarafından tasdik edilip onaylanan masumdur..."1

İmam Rıza (a.s)'dan nakledilen bu değerli hadise dikkat edilirse, normal akillarm 0 Hazretlerin fazilet-lerini idrak etmekten aciz oldukları görülecektir.

l-Usul-uKafi,c. 1, s. 154

20

Şunu da bilmek gerekir ki, akıl, ancak iki şartla O Hazretlerin faziletlerini anlayabilir.

a) Akıl, nurani bir akıl olmalı.

b)   Bu nurani akıl, özellikle Al-i Muhammed (s.a.a)'ın nuruyla aydınlanmalı.

2. Kısım: Hadislerle Tanıma:

Bu marifet türünde, hadislerde nakledilen faziletler araştırılarak, derinlemesine incelenerek, marifete ula-şılır. Bu marifet türünde önce, nakledilen hadislere müracaat edilerek konu hakkındaki hadisler birbirle-riyle mukayese edilir ve böylece, hadislerin birbirle-rini tefsir etmelerine çalışılır. Bu tür marifete tefek-kuhi marifet de denilir.

Bu tür tanıma yolu iki özelliğe sahiptir:

1- Bu yöntemde, Imamların faziletleri, Onların kendi nurlu sözleriyle tanınmaya çalışılır.

2- Bu tanıma yolu, derinlemesine bir inceleme ve araştırmayı gerektirmektedir.

Bu kısmın daha iyi anlaşılması için, Imam Sadık (a.s)'dan bir hadis naklediyoruz. Imam Sadık (a.s) "Güzel isimler Allah'ındır, o halde O'nu, o isimler-le anın. O'nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını görecekler-dir" 1 ayetinin tefsirinde şöyle buyurmuşlardır: "Allah'a andolsun ki, Allah'ın ğüzel isimleri bizleriz; Allah, bizleri tanımayan (marifeti olmayan) kullarının amellerini kabul etmeyecektir."2

1 Araf: 180

2 - Usul-u Kafi, c. 2, s. 111 Elbette Esma'ul Hüsna, sadece Ehl-i Beyt (a.s.) ile sınırlı değildir. Ehl-i Beyt Esma'ul Hüsna'nın mahzarlarındandır.

21

Bu ayet-i kerimede, Esma'ul-Hüsna (Allah'ın güzel isimleri) hususunda, iki önemli vazife beyan edilmiştir:

1- Allah'ı, Esma'ul-Hüsnayla (güzel isimlerle) anma zorunlu tutulmuştur.

2- Hz. Muhammed (s.a.a) ve ümmetine, Esma'ul-Hüsna'dan yüz çeviren kimselerden yüz çevirmeleri emredilmiştir.

Bu iki noktaya dikkat edildiğinde, Esma'ul-Hüs-na'nın tanınmasının gerekli olduğu ortaya çıkmaktadır. Şia Mektebinin önderi olan Imam Cafer Sadık (a.s)'ın yukarıdaki hadisi de, işte bu anlamı ifade etmektedir.

Sonuç olarak; amellerin kabulü Ehl-i Beyt (a.s)'ı tanımaya bağlıdır. Bu yüzdendir ki, Ehl-i Beyt (a.s)'ı tanımanın farz oluşu bütün farzlardan önde gelmek-tedir.

Bu açıklamadan sonra, şu sonuçlara varabiliriz:

1- Ehl-i Beyt (a.s), Allah'ın güzel isimleri ve O'nun en güzel nişaneleridirler.

2- Ehl-i Beyt (a.s)'ı tanımak farzdır. Zira Allah'ı anmak, ayetin nassı ile farz kılınmıştır. O'nu anmak da, yalnızca O'nun güzel isimlerini anmakla mümkündür. Allah'ın güzel isimleri de, Hz. Muhammed (s.a.a) ve O'nun tertemiz Ehl-i Beyti'dir.

c- Şühud Yoluyla Tanimak

Önceden de açıkladığımız gibi, tarihi marifet, Imam-ların hayatını yüzeysel olarak incelemekten ibarettir. Faziletlerle marifeti ise, iki kısma ayırmıştık. 1-Akli Marifet.

2- Tefekkuhi (derinlemesine) Marifet. Akli marifette, akilla Imamin varlığının gerekliliği ve

22

sahip olmasi gereken özellikler ispatlanırdı. Tefekkuhi ma-rifette ise, bu özellik ve faziletler derinlemesine incelenirdi. Bunları kısaca hatırlattıktan sonra, şühudi marifetin anlaşıl-ması daha kolay olacaktır. Insanin, bu marifete ulaşabil-mesi için, kendisini günahlardan arındırarak muttakiler makamma ulaşması; sonra da, o yüce varliklar (imamlar -a.s-) karşısında teslim olmasi gerekir. Böylece Allah-u Teala da liitufta bulunarak velâyet nurundan onun kalbine yansıtacaktır. Işte bu faziletlerin kalple görülmesine, nurani veya şühudi marifet denir.

Şühudi Marifete Ulaşma Yolları

Bu makama ulaşmak için bir kaç yöntem vardır. Bunlardan en önemlisi, Jmamların özel ashaplarını ta-mmaktir.

Imam Hüseyin (a.s)'ın en önemli ashabı ise Hz. E-bu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'dir. 0 Hazret, ne kadar iyi ta-nimrsa, velayet güneşi olan Hz. Imam Hüseyin (a.s) da, o kadar iyi tanmacaktir. Zira Hz. Ebu'l-Fazl'il-Ab-bas (a.s), velâyet güneşinin ayıdır. Güneşe bakacak gücü olmayan kimseler, ancak velayet ayına bakarak o şühud makamma ulaşabilirler. Allah-u Teala, velayet güneşi ve ayma bakmak ve o nurlardan yararlanmak isteyen herkesi, diinya ve ahirette onlardan nasipsiz etmesin. Âmin.

23

1. BÖLÜM:

HZ. EBU'L-FAZL'İL-ABBAS (A.S)'IN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ

Birinci Fasıl:

Hz. Ebu'l-Fazl (a.s)'ın Anne Ve Babasi

Hz. Ebu'l-Fazl (a.s)'m babasi, tarihin anlatarak bitiremediği büyük insan, İslam'in resit kahramanı Ali b. Ebu Talib (a.s)'dır. Bilindiği gibi, bu büyük zat, yeryüzünde en değerli ve eşi bulunmayan bir evde, yani Allah'm evinde (Kâbe-i Muazzama'da) dünyaya gözlerini açmıştır. Öyle ki, Ulu'l Azm peygamberlerden olan Hz. Isa (a.s)'ın annesi Meryem (a.s), çocuğunu dünyaya getireceği zaman, Beyt'ül Mukaddes'te bulunduğu halde kendisine: "Buradan çık; burası ibadet yeridir; doğum yeri değil" şeklinde nida edilmiş; o da, oradan ayrılarak dışarıda doğumu gerçekleştirmiştir.

Hâlbuki Fatıma bint-i Esed, Ali (a.s)'ı dünyaya getireceği zaman, dışarıda bulunduğu halde, adeta Allah tarafından Kâbe-i Muazzama'ya davet edilmiştir. Evet, Ali (a.s)'ın Kâbe'de dünyaya gelişi ve annesinin, doğum sonrası günlerce cennet meyvelerinden yararlanması, sadece onlara nasip olan bir iftihardır. Ali (a.s)'a, Kâbe'nin içinde dünyaya gelmesiyle nasip olan bu iftihar, ne geçmişte, ne de gelecekte, ondan gayri, hiç kimseye nasip olmamış; olmayacaktır da. Bu, öyle bir gerçektir ki, hatta Ehl-i Sünnet âlimleri dahi, onu itiraf etmek zorunda kalmışlardır.

Örneğin: Ehl-i Sünnet'in önde gelen kitaplarından olan Kifayet'ut- Talib kitabında şöyle yazıyor: "Ali'den önce, hiçbir kimse Kâbe'de

26

doğmamıştır. Bu, Allah'ın, onun makamını yüceltmek ve azametini belirt-mek için, sadece ona has kıldığı bir fazilettir."1

Yine, bu büyük zatın ismi de, Allah tarafından konmuştur. Onun ismi, Allah'ın "Aliyy'ül-A'la" isminden alınmıştır.2 Meşhur lakapları ise; Haydar, Esedullah, Murtaza, Emir'ul-Müminin, Resulullah'ın kardeşi, Seyyid'ul-Vassiyyin, Ya'sub'ud-Din ve benzeridir.

Ebu'l-Hasan ve Ebu Turab ise, Hazretin künyelerindendir.

Hz. Ali (a.s)'ın anne ve babası, İslam'ın önde gelen değerli şahsiyetlerindendir. İslam Peygamberi'ne annelik ve babalık etmişlerdir. Herkesin Peygamber (s.a.a)'den uzaklaştığı bir günde, onlar, 0 Hazrete ku-cak açmış; düşman tarafından gelebilecek bütün kötü-lük ve zorluklara göğüs germiş ve bu uğurda, adeta kendilerini belalara siper etmişlerdir.

Ama ne yazık ki, Allah Result) uğrunda bu kadar zahmet ve zorluklara katlanmış olan bu mübarek insanlara yapılan hakaret, iftira ve haksızlıklar da az olmamıştır. Bunlardan birisi de, Ali (a.s)'ın babası hak-kında uydurulmuş olan İslam dinini kabullenmediği iftirasıdır. Ama birazcık gözlerimizi açıp, yanı başımızda bulunan gerçeklere bakabilecek olsak ve bizi sarıp sarmalayan taassup ve önyargılarımızdan kutru-labilsek, bu gibi iftiraların doğru olmadığını görür ve kendimize

1 - Kifayet'ut-Talib, s. 261

2 - Yenabi'ul- Mevedde, bab: 56, s. 255, Kifayet'ut-Talib, s. 260

27

geliriz. Isterseniz gelin, bu konuda İslam büyüklerinin görüş ve buyruklarmm neler olduğuna bir göz atalım:

Şeyh Saduk, "Emalî" adlı kitabında şöyle yazıyor: Birisi, Ibn-i Abbas'a gelerek, Ebu Talib'in İslam geti-rip getirmediğini sordu. Ibn-i Abbas şöyle yanıtladı: "Nasil iman etmemiş olabilir?! Ebu Talib'in misali Ashab-i Kehf misaline benzer ki, zahirde müşrik gö-zükürken, imanlarını kalplerinde gizliyorlardı. Dolayı-sıyla Allah-u Teala onlara, bir iman getirdiklerinden, bir de takiyye yaparak imanlarim koruduklarından do-layı iki sevap vermiştir."1 Ibn-i Abbas'ın bu sözleri-nin benzeri, Imam Sadik (a.s) tarafmdan da buyrul-muştur.

Imam Sadik (a.s), Ebu Talib'in iman getirmeden öldüğünü soyleyenlere karşı şöyle buyurmuşlardır: "Onlar yalan söylüyorlar. lira "Muhammed (s.a.a)'in aynen Musa (a.s) gibi bir peygamber olduğunu ve bunun geçmiş kitaplarda yazıldığını bilmiyor musu-nuz?" diyen birisinin iman getirmediğini nasil so'yler-siniz?"2

Şeyh Süleyman Belhi "Yenabi'ul Meveddet" adh eserinde şöyle yazıyor: Ebu Talib, Peygamber'in ko-ruyucusu ve yardımcısı idi. 0 Hazreti çok severdi. Peygamber'i kendi himayesine alan ve terbiye eden odur. O'nun risaletine inamp tasdik ederdi. Onun, Peygamber'in methinde birçok şiirleri vardır."3

1 - Emali-yi Saduk, 89. Meclis, H. 12 -13; Ravzat'ul-Vaizin, c. 1, s. 139

2 - Usul-u Kafi, c. 1, s. 515

3 - Yenabi'ul- Mevedde, bab. 52, s. 152

28

Bazıları ise, Kur'an-ı Kerim'deki:

"Şüphe yok ki sen, sevdiğini doğru yola sevk e-demezsin, fakat Allah, dilediğini doğru yola sevk eder ve O'dur hidayete erecekleri daha iyi bilen"1 ayeti delil getirerek, bunun Ebu Talib hakkmda nazil olduğu iddiasında bulunmuşlardır. Ama Allah'm iz-niyle bunu ispatlamaya muvaffak olamamışlardır. Çünkü tarih yazarları ve miifessirler, bu ayeti kerime ve bundan sonraki ayetin, Nevfel oğlu Haris hakkmda nazil olduğunu açıkça ortaya koymuşlardır.2

Ayrıca Peygamberimizin onu yıkaması, defnetmesi, özellikle hanımı Esed kizi Fatima'mn ölünceye dek Ebu Ta-lib'in nikâhında ve evinde kalmasi, onun imanim ispatla-yan çok güçlü delillerdendir.

Evet, tekrar konumuza dönüyor ve Ali (a.s)'m özellikle-rinden bahsetmeğe devam ediyoruz. Hz. Ali, öyle bir şahsi-yettir ki, tarihciler ve konuya eğilen bütün yazarlar, onun vasfını ve özelliklerini anlatmaktan aciz kalmışlardır. Do-ğum gününde, insanların o zamana kadar görmediği, şaşıla-cak şeylerle karşılaşılan birisi hakkmda ne söylenilebilir ki?

Resulullah (s.a.a), kendileri hakkmda şöyle buyurmuş-tur: "Ali'nin, Amr b. Abdevud'a darbesi, cinlerin ve insan-larm ibadetinden daha üstündür."

Yine, Hayber gününde Allah Result) (s.a.a) şöyle buyur-muştur: "Yann sancağı öy/e birine vereceğim ki, 0 Allah ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu sever; o fethet-medikçe ğeri dönmez."

Sonra da, Hz. Peygamber (s.a.a) sancağı Hz. Ali'ye

1 - Kisas / 56

2 - Mecma'ul-Beyan, Kisas / 56

29

vermiş ve o da zafer elde etmedikçe geri dönmemiştir. Elbette burada bu büyük şahsiyetin hayatını, hususiyet ve özellik-lerini daha geniş ve detaylı bir şekilde anlatmak gerekirdi. Ama yazımız hazretin hayatına kısa bir bakışı gerektirdi-ğinden sadece bazı özelliklerine değinmek istiyoruz.

Hazretin önemli özelliklerinden birisi, -ki tarihçiler ve hadis yazarları arasında önemli bir tartışmaya yol açmıştır- Hz. Ali (a.s)'ın küçük yaşta İslam'ı kabul edişi ve Müslü-man oluşudur. Şimdi bu olayı birkaç kısımda inceliyoruz:

Bizler Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) hakkında, ilk İslam ve ilk Müslüman tabirini kullanmıyoruz. Gerçi İslam ve tevhide davetin ta ilk günlerinden itibaren Peygamber (s.a.a)'in yamnda olup O'nunla birlikte ha-reket etmekteydi. Hayır, bizlerin sözü şudur ki: "Hz. Ali (a.s), ne zaman kâfir idi ki, ta sonradan ilk veya ikinci şahsiyet olarak Müslüman olmuş olsun?" Hayır, Allah Result) ve Ali, yaratılışlarının ilk başından itiba-ren Allah'm terbiyesiyle yetişmiş, hatta hiçbir şey ya-ratılmadan, nur âleminde Allah'm tevhid sıfatında fanileşmişlerdi. Öyle bir âlem ki, o, kutsallığın ve faziletlerin memba ve kaynağıdır. Âdem (a.s) henüz toprak ile su arasmda iken, Hz. Muhammed (s.a.a) peygamber, Hz. Ali (a.s) da O'nun vezir ve halifesi idiler.

"Yakinlanni korkut" i mealindeki ayet nazil olduğunda, Peygamber-i Ekrem (s.a.a) risaletini, getir-miş olduğu dini açıklamak ve tebliğ etmekle görevlen-dirildi. Peygamber (s.a.a)'in buyruklanm kimsenin kabul etmediği bu dönemde, yalnız Ali

1 - Şuera / 214

30

(a.s) idi ki, bütün Allah Resulünün söylenenleri kabul ettiğini bildirdi. Bu arada Resulullah (s.a.a) da, bu macerada Ali (a.s)'in İslam ve imanim kabul etmiş, onu kendi kardeşi, halifesi ve vasisi olarak tanıtmıştır.1

Ashnda Hz. Ali (a.s)'ın imam, köklü bir yapıya sahipti. Allah Rusülü de, bu macerada O'nu kendi vezir ve halifesi olarak tammlarken O'nun ve babasi-mn İslam'a olan himaye ve yardımlarına değer veri-yordu... Şunu da eklemekte yarar görüyoruz ki: Pey-gamber (s.a.a) hiçbir zaman aniamsiz ve mübalağa edici sözler sarf etmemiştir. jşte buradan, Ali (a.s)'m İslam, iman, basiret ve sebat üzere olduğu ve Allah ta-rafmdan makbul ve övülmüş olduğunu anlıyoruz.

Bunlara ilave olarak, yine Ali (a.s)'m kendisi, Resulullah (s.a.a)'den sonra ümmetin en bilgini olduğunu vurgulamakta ve bu makamiyla iftihar ederek şöyle buyurmaktadır: "Ben sıddık-ı ekberim. Benden sonra hiç kimse hakh olarak bu iddiada bulunamaz. Ben halkın Müslüman olmasmdan yedi yıl önce Allah Re-sulü ile namaz kilmaktaydim."2

Olaya başka açılardan baktığımızda şöyle bir so-ruyla karşılaşıyoruz: Acaba İslam, ilk yıllarında da teklif için buluğun olmasını şart biliyor muydu? Yok-sa bu hüküm de, diğer hükümler gibi, zaman süreci i-çerisinde, tedrici olarak mi nazil olmuştur?

Tarihte nakledildiği kadarıyla, ahkâmın buluğla şartlandırılması, "Uhud savaşından sonra olmuştur" diyenler olduğu gibi, "İslam'ın ilk

1 - Tarih-i Taberi, c. 2, s. 63; Tarih-i İbn-i Esir, c. 2, s. 40-41.

2 - Tarih-i Taberi, c. 2, s. 63

31

yıllarında, çocuklar dini emirleri yerine getirmekle yükümlü idiler ve Hay-ber savaşıyla bu hüküm çocuklardan kaldırılmıştır" diyenler de vardır. Veya başka bir görüşe göre, bunun Hendek savaşının ilk yih veya Hudeybiye antlaşma-sıyla gerçekleştiğini diyenler de olmuştur. Netice iti-barıyla, eğer İslam dininin ilk yillannda çocukların da mükellef olduklan ispatlamrsa, Ali (a.s) bu açıdan da herkesten öndedir.

Sonra Hz. Ali (a.s) ve diğer imamlar, aynen küçük yaşta peygamberliğe seçilen Isa (a.s) ve Yahya (a.s) gibi, doğdukları günden itibaren, bütün iyi sıfat ve faziletlerle süslemişlerdir. Ali (a.s) öyle bir insandır ki, çocukluğundan beri Hz. Peygamber'in himayesi ve terbiyesi altında bulunmuş ve O'nun ahlakı ile ahlâk-lanmıştır. Henüz hiç kimse Müslüman olmamış ve Peygamberi kabul etmemişken, o yıllarca öncesinden Peygamber (s.a.a)'le birlikte namaz kılmıştır. Peygam-ber (s.a.a) Me birlikte bütün zorluklara katlanmış ve O'nu hiçbir zaman yalnız bırakmamıştır.

Basireti açık olmayan ve onu başkalarıyla kıyas-layanlar, her halükarda Peygamber (s.a.a)'i koruduğu-nu, hatta hicret hadisesinde kendisini doğrudan ölüme atarak Peygamberin yatağında yattığını, savaşlarda as-la geri dönüp kaçmadığından, hiçbir zaman arkadan darbe almadığını, Hendek savaşında Cebrail'in:

"Ali'den başka fatih ve zülfikardan başka kılıç yoktur" diye nida ettiğini bilmiyorlar mı?

Maalesef, tarih boyunca İslam, Peygamber ve Ehl-i

32

Beyt düşmanları, kendilerinin bu makamlara ulaşamaya-caklarını anladıklarından, sahnede kalarak, saf ve mazlum toplumlari sömürebilmek için Allah'm bu temiz kullanna ve velilerine saldirmaya başlamış ve böylece onlann ma-kamim aşağı getirmek suretiyle kendi varliklanni hisset-tirme yoluna gitmişlerdir. Bu olaylar sadece bazı şahsi-yetler için yapılmamıştır, hatta her şeyin kendisiyle iftihar ettiği, Cebrail'in "Bir adim daha atarsam yananm" dediği âlemin ilk şahsiyeti olan Peygamber hakkmda bile, manevi tahribatlara girişmiş ve o yüce şahsiyete karşı insanın kaleme almaktan utandığı iftiralarda bulunmuşlar-dır. El-bette akilh, şerefli ve Allah'm hidayetine mazhar olmuş insanlar, hakikati ve gerçekleri bilmekte ve böylesi cahillerin iftiralarma itina etmemekteler. Unutmayahm ki, Allah'm düşmanları hiçbir zaman başarıya ulaşamayacak-lardır. Nitekim Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Onlar Allah'm nurunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek isti-yorlar. Hâlbuki kâfirler istemese de, Allah nurunu ta-mamlayacaktir."i

Acaba husumet ve taassup gözlüğünü çıkarıp da ta-rihin gerçeklerini görme ve tahlil etme zamani gelme-di mi? Neden kendimize gelmiyoruz, elimizde ışığı-mız olduğu halde neden ondan istifade etmiyoruz? Hiç güneşle lamba kıyaslana bilir mi? Deve kuşunun başı-nı kuma gömmesi gibi başımızı kuma gömmeyelim, gerçekleri görelim ve inanalım ki, hidayet için atılan adımları, Allah hiçbir zaman geri çevirmeyecektir. 0 istediğini ve hidayet olmak isteyeni hidayet eder inşal-lah.

1 - Saf / 8.

33

Konunun uzamaması ve yorucu olmamasi için bu kadanyla yetiniyoruz.

Hz. Ebu'L Fazl'il Abbas (a.s)'in Annesi

Hz. Abbas (a.s)'ın annesinin adı Fatıma bint-i Ebi Muhammed'dir. Ümm'ül-Benin diye tanınıp bilinmektedir. Hz. Abbas (a.s)'ın annesinin baba tarafından soyu, şu şekildedir: Fatıma bint-i Ebi Muhammed, Hazam b. Halit b. Rabia b. el-Vehid b. Ka'b b. Amr b. Kelâb b. Rabia b. Amr b. Sasaa b. Muaviye b. Hevazen.

Anne tarafindan soyu ise, şöyledir: Leyla bint-i Suheyil bint-i Amr b. Malik, Amire bint-i Tufeyil b. Amr Kebeşete bint-i Urvekir-Rial Katilil Berâs (ki Utbe b. Cafer b. Kelâb'ın oğludur.) Fatıma bint-i Abduşşems b. Abdumenaf.1

Tarihte bu değerli hanımın ataları sırayla sayılmıştır. Özellikle Ebu'l- Ferec-i Isfahani, "Mekatil'ut-Talibiyyin" adlı eserinde bahsetmektedir. Tarihin de şahadetiyle görüyoruz ki, Ümm'ül-Benin'in dede ve dayıları İslam öncesi Arapların yiğit ve kahramanlanndandilar.

Hz. Ali (a.s)'in bu hanımı seçmesindeki amacı, ondan olacak çocukların kahraman, şan şeref sahibi, Islâm'ın ve dinin yardımına koşacak kişilerin yetiştirilmesi idi.

Verasetin önemi: Genetik yoluyla çocuğun anne babasından büyük bir ölçüde etkilendiği, bilimde de ispatlanmıştır. Avustralyalı bilim adamı Mendel tara-fından düzenlenen veraset kanununa dikkat edildiğin-de, ailenin asaletli oluşu, her insamn oluşumunda çok önemli bir role sahiptir. Bu gerçekler asırlar once Pey-gamber Efendimiz (s.a.a) tarafindan bildirilmiştir. Bir hadisi şerifte, Hazretin

1 - Ensab'ut- Talibiyyin fi Şerh-i Sırr'ıl- Ensab'ul- Aleviyyin, s. 255; Umdet'ut-Talib, s. 356

34

şöyle buyurduğu nakledilmek-tedir: "Nutfeleriniz için temiz ve sağlaın yerler seçin. Zira fertlerin ğenetik özellikleri (anne babanın özel-likleri) çocuklarına intikal etmektedir."1

Başka bir hadis-i şerifte ise, genetiğin etki alanının daha da geniş olduğu bildirilmektedir. Şöyle nakledil-miştir: "Eş seçimini çok ciddiye alın, sağlam ve salih eş seçin. Zira eşinizin erkek kardeşi bile -ki çocu-ğunuzun dayısı oluyor-çocuğunuzun şahsiyetinin esa-sının bir parçasıdır."2 Bu yüzden halk arasında "Er-kek çocuk dayısına benzer" deyimi yaygındır. Kısaca, çocuğun yalnızca anne babasından değil, dayı ve amcalarından, hatta ecdatlarmdan dahi etkilendiği gö-rülmektedir.

Hz. Abbas (a.s)'ın vücudundaki şecaat de, Haşimi ve Amiri bir şecaattir. Haşimi şecaat babasından, Am-ri şecaat de annesi Ümm'ül-Benin'den ona intikal et-miştir. Zira anne tarafmdan Amr b. Malik b. Cafer b. Kelab'm (Ümm'ül-Benin'in annesi Semame'nin ced-didir) kahramanhklari ve yiğitlikleri dillere destan ol-muş ve kendisini, mizraklarla oyun oynayan anlamma gelen (Mulaib'ul- Esinne) lakabıyla anmışlardır.3

Hz. Ali (a.s)'ın Ümm'ül-Benin İle Evliliği

Bazı tarihçilere göre, Emir'ul-Müminin Ali (a.s), Hz. Fatima'nm vefatından sonra, Ümm'ül-Benin ile evlenmiştir. Diğer bir kısım tarihçilere göre ise, bu ev-lilik, hazretin Emame hanımla olan evliliğinden

1 - Kenz'ul- Ummal, c. 17, s. 300

2 - Kenz'ul- Ummal, c. 16, s. 300

3 - El-Abbas, Merhum Mukarrem.

35

sonra gerçekleşmiştir.1 Ama kesin olan bir şey var ki, o da bu evliliğin Hz. Fatima (s.a)'in vefatmdan sonra oldu-ğudur. Zira o hammefendi hayatta olduğu müddetçe Hz. Ali (a.s) başka kadınlarla evlenmemiştir. 2 Bilahare, Hz. Ali (a.s)'in Hz. Fatima'dan sonra evleneceği eşin asaletli ve imanli birisi olmasi gerekirdi. Zira Hz. Fati-ma (s.a) dünyadan göçtükten sonra, geride yetim ço-cuklar bırakmıştı. Gelecek hanımın, bu çocuklara, öz anne gibi bir annelik etmesi gerekmekteydi.

Biliyoruz ki, getirilen anneliğin, sonuna kadar çocuklara kendi çocukları gibi bakmasi pek az rastla-mlan bir şeydir. Özellikle de, o kadimn da çocukları dünyaya geldikten sonra, tutum ve davranışlarının fev-kalade değiştiği görülmektedir. Bu durum, babanın zorlukları üzerine zorluk ekler ve musibet ve sıkın-tıdan başka bir şey doğurmaz. Ama gelecek olan kadın bütün kusurlardan arınmış ve takva zırhına bürünmüş ise, durumun çok farklı olduğu görülecektir. Işte biz bu örneği, Ümm'ül-Benin'in Hz. Ali (a.s)'ın çocuk-larına olan davranışlarında görebiliyoruz.

Hz. Ali (a.s)'ın Ümm'ül-Benin Me evlenmesinde bir takim sakli sirlar vardir. Bu sirlann bir kısmına, Hz. Ali (a.s)'ın, kardeşi Akil Me evlenecegi kadin hak-kında yaptığı istişarede, evlenecegi kimsede aradığı sı-fatlara dair açıklamasıyla vakıf oluyoruz.

Akil, "nesep" ilmini çok iyi bilen birisiydi. Bu yüz-den Hz. Ali (a.s) evlenecegi kimse hususunda onunla istişare ederek şöyle buyurmuşlardır:

1 - Menakıb-ı Şehraşub, c. 117

2 - Menakıb-ı Şehraşub, c. 3, s. 305

36

Yani: "Benim için kahraman ve asaletli bir ailede dünyaya ğelip yetişen bir bayan bul ki, ondan benim için şecaatli (pehlivan) çocuklar dünyaya gelsin."1

Akil, bunun iizerine Hz. Ali (a.s)'a Ümm'ül-Benin'in soyunu, nesebini sırasıyla tek tek sayarak açık-lamıştır.2 Hz. Ali (a.s) da Akil'in anlattiklarim dinle-dikten sonra, aradığı sıfatların, Ümm'ül-Benin'de top-landığı kanısına varmış, böylece onunla evlenmek is-tediğini kendisine bildirmiş, o da Allah'in aslam Hz. Ali (a.s)'ın eşi olmayı kabul etmiştir. Onun Hz. Ali (a.s) Me evlenmesine, turn yakınları ve herkesten çok da kendisi sevinmiştir. Bunun en güzel beMrtisi, Üm-m'ül-Benin'in, Hz. Ali (a.s)'a ve çocuklarına bir hiz-metçi geldiğini ifade etmesidir.

Ümm'ül-Benin'den dört erkek çocuk dünyaya gel-miştir: Abbas, Abdullah, Cafer ve Osman. Bunlann en üstünü ve efendisi de Abbas (a.s) idi.3

Bu yüce kadın Hz. Ali (a.s) ile evlenmeden once bekâr idi; 0 Hazretin şahadetinden sonra da kimseyle evlenmedi.4 Aynen Hz. Ali'nin diğer eşleri Emame, Esma bint-i Umeys ve Leyla'nın yaptıkları gibi...

Böylece, bu dört kadın, kocalarına vefakâr

1- Ensab'ut-Talibiyyin'in şerhinde, s. 255; Umdet'ut-Talib, s. 357

2 - Umdet'ut-Talib, s. 357

3 - Keşf'ul- Gumme, c. 1, s. 589. 4- Ensab'ut-Talibiyyin, s. 255.

37

olarak kalmışlardır. Gelen bilgilere göre, Muğayre b. Nufeyl ve Ebu Heyac b. Sufyan Emame'ye evlenme teklifin-de bulunmuştur. Ama Emame, bu teklifi reddetmekle birlikte, Hz. Ali (a.s)'dan şöyle bir hadis de nakletmiş-tir: "Peyğamber ve onun vasilennin hanimlan onlar-dan sonra başka biriyle evlenmemelidirler." Bu ha-mmefendiler de bu emre uymuşlardır.1

Ümm'ül-Benin, Ehl-i Beyt (a.s)'m konum ve mev-kiine arif olan, ihlâs ve sefayla onlarm muhabbet ve velayetlerine liyakat gösteren birisiydi. Bu tavrimn karşılığında ise, vahiy ailesi tarafmdan üstün bir ma-kamla mükâfatlandırılmıştır.

Ümm'ül-Benin, evlendikten hemen sonra, imam Hasan (a.s) ile Imam Hüseyin (a.s)'ın hasta olduklan-ni görür. Hz. Ali (a.s)'m evine gelin olarak gelen bu değerli kadın, büyük bir ihlâs ve dürüstlükle Imam Hasan (a.s) ile Imam Hüseyin (a.s)'ın hizmetine ken-disini adayarak şöyle der: "Bu iki efendi, hastahk-lanndan iyileşmeyinceye kadar, ben evliliğin tadını tatmayacağım." Bunun karşısında, Hz. Imam Hasan (a.s) ve Imam Hüseyin (a.s) da, Ümm'ül-Benin'i çok seviyorlardı. Ümm'ül-Benin de, Hz. Fatima (a.s)'in bu iki nuruna merhametli bir anne gibi bakıcılık yapiyor-du. Elbette iman ehlinin serveri ve efendisi olan, Hz. Ali (a.s)'dan terbiye gören ve onun edep ve ahlaki ile bütünleşen birinden böyle şeyleri duymak şaşılacak bir şey değildir.

Dolayısıyla, buradan, Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas'in Masum Jmamlara, özellikle de zamanimn imami

1 - Menakıb-ı Şehraşub, c. 3, s. 305.

38

olan Hz. Imam Hüseyin (a.s)'a karşı davranış ve bakış açı-sının kaynağının, bir açıdan annesi olduğunu da söyle-yebiliriz.

Hz. Ebu'l Fazl Abbas (a.s)'ın Dünyaya Gelişi

Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s) hicretin 26. yılında, mübarek Şaban ayının dördüncü günü dünyaya gel-miştir. Şaban ayının üçüncü gününde de, Hz. Imam Hüseyin (a.s) dünyaya gelmiştir. Dünyada gerçekleşen olaylar tesadüf değildir. Bu olayda da, hikmetler göze çarpmaktadır. Tarihte kaydedilmiştir ki: Hz. Ali (a.s), oğlu Hz. Abbas (a.s) dünyaya geldiğinde, onu görür görmez gözleri dolar ve gözyaşları mübarek yüzüne akar.

Evet, gayp ilmini bilen Hazret, 25 yıl sonra vuku bulacak Kerbela vakıasını ve Imam Hüseyin (a.s)'ın şahadetinin haberini bildiren kimsedir.1

Hz. Abbas (a.s)'ın doğumuyla cihan yeniden aydın-lanmıştır. 0, Allah'ın halifesi himayesinde büyümüş ve kendinden sonra gelecek olan onbir masum Imamın babasından ders almıştır. 0, büyüdükçe, cesaret, şe-caat ve izzet-i nefse bürünmekte, kötü sıfatlardan ise uzaklaşmaktaydı. 0, her zaman şehitlerin efendisi, Hz. Imam Hüseyin (a.s) ile beraberdi. Aynen ayın güneş etrafında dönmesi gibi; o da, Seyyid'üş- Şüheda Imam Hüseyin (a.s)'ın, fazilet ve şecaatle dolu vücudunun etrafında döner dururdu.

Hz. Abbas (a.s), adım attığında şeref ve büyüklükle adım atardı. Konuştuğunda rüşt ve hidayet adına ko-nuşurdu; baktığında ise hak adına

1 - Bihar'ul- Envar, c. 44, s. 256.

39

bakardı. Yüz çevir-diğinde batıldan dönerdi. Izzet-i nefs sergilediğinde zulüm ve sitemden uzaklaşırdı.

Evet, gerçekten o bir fazilet abidesi, keramet ve büyüklüğün en güzel örneği idi. Işte bunların hepsi o-nun İmam Hüseyin (a.s)'ı kendisine ayna olarak gör-mesinden kaynaklanmaktaydı. Hz. Abbas (a.s), sürekli imamının peşinden giderdi. Bakınız, dünyaya gelişin-de bile bir adım gerideydi. Öyle ki, İmam Hüseyin (a.s)'ın doğumu, Şaban ayının üçünde, Abbas (a.s)'ın doğumu ise, Hicretin 26. yılının Şaban ayının dördün-de vuku bulmuştur.1

Evet, Abbas (a.s) dünyaya geldi, tabii olarak bu çocuğa Peygamber (s.a.a)'in sünnetini uygulasınlar di-ye, babası Müminlerin Emiri Ali (a.s)'ın yanına getir-diler. Geçmişte dediğimiz gibi, Hz. Ali (a.s) onun annesini en şecaatli ve en cesur aileden seçmişti ki, şahadet ve er meydanı Kerbela'da, kardeşi ve Jmamı olan Imam Hüseyin (a.s)'a yardımda bulunsun.

İmam Ali (a.s) oğlu Abbas'a baktığında, onun ba-şına gelecekleri hatırladı. Bu küçük yavrunun azaları-na tekrar tekrar bakıp ağlıyordu. Kollarına baktığında, zamanın imamı uğruna kesileceğini, göğsüne baktığın-da, o ilim ve hilimle dolu olan mübarek göğsüne düş-man oklarının saplanacağını, mübarek başına baktığın-da da, mızraklar üzerinde dolaştırılacağını görüyordu. Bundan dolayı da, Jmamın gözlerinden hasret ve hü-zün damlacıkları dökülüyor ve ağlamasıyla Allah'ın arşını titretiyordu.

Böylece, Abbas (a.s)'ın, Imam Hüseyin (a.s)'ın ha-remindeki susuz yavrulara su getirmek

1 - Envar-ı Numaniyye, c. 1, s. 124.

40

amacıyla, Fırat kıyılarına nasıl gideceğini, kendisi susuz olduğu halde, kardeşinin susuzluğunu hatırlayıp, suyu elinden yere dökeceğini, beraberlik yolunda şehitlerin serveriyle birlikte omuz omuza onun yolunda fedakârlıklarda bu-lunacağını, ihlâsla kendi canını Imam Hüseyin (a.s)'a kurban vereceğini müşahede ediyordu.

Bu yavru, anne ve babası yanında çok değerli idi. Babası onunun büyüdüğünü, melekutî simasını, şecaat ve ebedi saadetini gördükçe seviniyor ama karşılaşa-cağı musibet ve zorluklan da hatırladıkça hüzün der-yasına dalıyordu. Nasıl hüzünlenmesin? Kimin içe-risinde birazcık insani şefkat varsa, bu sahneler karşı-sında mustarip ve perişan olur. Tabiidir ki, özellikle Hz. Ali (a.s) gibi bütün insanlığa sevgi besleyen birisi bu olaydan daha çok etkilenecektir.

Kamer-i Beni Haşim kitabının yazari, yazisinin 21. say-fasında şöyle diyor: Bir gün Ümm'ül-Benin, AN (a.s)'in Abbas'i severken kollanndan öpüp ağladığını görür. Annesi, gördüklerinden etkilenerek, müteessir olur. Çünkü ay parçası gibi bir evlada, babasmin bakip ağlaması görülmemiş bir o-laydı. Bunun sebebini Imam (a.s)'a sorduğunda, Imam (a.s) bu çocuğun kollarının, Imam Hüseyin (a.s)'a yardım uğruna ve onun yolunda kesileceğini bildirir. Bunu duyan anne, yiiksek sele ağlamaya başlar ve onunla birlikte evde bulu-nanlar da ağlarlar. Ama Hazret, sözlerine devam ederek, o göz nuru yavrunun Allah katindaki menzilet ve makamin-dan bahsederek, bunun karşılığında Allah'ın ona iki kanat merhamet edeceğini, Cennette amcası Cafer b. Ebu Talib ile birlikte Melekler eşliğinde gezeceklerini bildirir. Bu müjdeyi duyan Ümm'ül-Benin sevinerek

41

sakinleşir.1

Ebu'l Fazl Abbas (a.s)'ın Çocukluğu

Hz. Ebu'1-Fazl'il-Abbas (a.s)'ın çocukluğu, tarihte pek üzerinde durulmayan bir konu olmasına rağmen, tarihin buruşuk sayfaları arasında nakledilen bazı o-laylardan yararlanılarak Hazretin çocukluk yılları hak-kında bir takım bilgiler edinmek mümkündür. Hz. Ali (a.s) gibi mükemmel bir babaya, Hz. Ümmül Benin gibi âlime bir anneye ve cennet gençlerinin efendileri, Imam Hasan (a.s) ile Imam Hüseyin (a.s) gibi öğret-menlere sahip olması, onun çocukluk yılları hakkında bize bir takım ipuçları veriyor. 0, ömrünü öğrenim ve eğitimle başlatıp şahadetle bitiren birisidir. Hazret, he-nüz çok küçükken dahi çok zeki birisi olduğunu etra-fındakilere bir güneş gibi yansıtıyordu.

Hz. Abbas (a.s) beş yaşındayken bir gün Hz. Ali (a.s) onu yanına çağırarak: "Yavrucuğum! Bir söyle" der.

Hz. Abbas (a.s) da: "Allah birdir" der.

İmam Ali (a.s): "Iki söyle" deyince, Abbas (a.s) bunu söylemekten sakınarak: "Babacığım! Bir dedik-ten sonra iki demekten hayâ ediyorum" cevabını verir.

Bunu duyan babası ise, onu bağrına basıp, öpücük yağmuruna tutmuştur.

Evet, tarihten bizlere aktarılan bu olayla Hz. Abbas (a.s)'ın birçok özelliklerini kendiliğinden idrak etme-miz çok kolay olacaktır. Beş yaşındaki bir çocuğun böyle bir anlamı kavraması, gerçekten

1 - El -Abbas, s. 75

42

de şaşılacak bir şeydir. Ama o Hazretin şahsi kabiliyeti ile kâmil olan öğretmenlerine dikkat edildiğinde onda nice sırların toplandığı ortaya çıkmaktadır.

Hz. Ebu'kFazl Abbas(a.s)'ın Evliliği

Her babamn arzusu, oğlunun evliliğini görmesi, gelinini kendi eliyle evine getirmesidir. Ama Ibn-i Mülcem'in Hz. Ali (a.s)'ı şehit etmesi, bu arzunun gerçekleşmesine engel olmuştur.

Imam Hasan (a.s), kardeşi Abbas (a.s)'i, hicretin 40 ile 46. yilmda, Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib'in kızı olan Lubabe ile evlendirmiştir. Lubabe'nin babasi da meşhur ravilerdendir.

Hz. Ebu'L Fazl Abbas (a.s)'ın Çocukları

Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'ın beş çocuğu vardır. Bunların dördü erkek, biri kızdır. Erkeklerin isimleri Ubeydullah, Fazl,1 Hasan2 ve Kasım'dır.

Ubeydullah ve Fazl'm anneleri Lubabe hammdir ki, Abbas b. Abdulmuttalib evlatlarmdandir. Tarihçilerin çoğunluğuna göre, Hz. Abbas'm soyu Ubeydullah'dan devam etmiştir. Bazılarına göre ise, Fazl'dan devam etmiştir. Ubeydullah'ın makam ve mevkii yüksekti. Ö-zellikle Imam-i Seccad (a.s)'m yamnda ayn bir yeri vardi. Imam (a.s) onu gördüğü zaman gözyaşlarını tu-tamaz ve babasimn Kerbela'daki kahramanlığım hatır-ladığını

1  - Mekatil yazarları ve Nasih'ut-Tevarih kendilerinden bahsetmiştir.

2 - Hadikat'un- Neseb ve Maarif-i İbn-i Kuteybe, s. 96. el-Abbas'tan naklen.

43

buyururdu. Ubeydullah Hicretin 155. yilmda vefat etmiştir. Hasan isminde bir oğlu ve onun da Fazl, Hamza, Ibrahim, Abbas ve Ubeydullah adında beş er-kek çocuğu vardır.

Hz. Ebu'l Fazl Abbas (a.s)'in Erkek Kardeşleri

Aile yapısı ve bütünlüğü açısından kardeşler arasın-daki bağ, önemli bir faktörü oluşturması hasebiyle, Abbas (a.s)'ın tarihini araştırdığımızda değerli kardeş-lerini de tanimak gerekir. Bunlardan bazilannin ma-kam ve mevkileri o kadar yiiksektir ki, Hazretin onlar-la olan ilişkisi, kendisine fazilet ve şeref olarak tamm-lamr. Bunlar, Hz. Imam Hasan ve Hz. İmam Hüseyin (a.s)'dır ki, "kiyam etseler de etmeseler de ümmetin i-mamıdırlar."1 Hz. Ali (a.s) da, onların varlığını ken-disi için bir iftihar kaynağı saymaktadır. Örneğin: Hi-lafet Şurasında (ikinci halife tarafından Osman'ın hila-fete seçilmesi için tertiplenen altı kişilik bir grup) şöyle buyuruyor: "Sizleri Allah'a and veriyorum ki söyleyiniz; acaba aranızda, Resulullah (s.a.a)'in iki evladi ve cennet ğençlerinin efendileri Hasan ve Hü-seyin'in babası olacak, benden başka biri var mıdır?"

Orada bulunanlar da: "Hayir" derler.2 Yine, Muaviye'nin mektubuna yazmış olduğu ce-vapta, kendisinin Allah peygamberinin damadi, amca-simn şehitler efendisi ve kardeşinin de cennette me-leklerle uçtuğuna, kendisinin ilk Müslüman olduğuna, Gadir-i Hum gününde kendisi

1 - Keşf'ul- Gumme, c. 2, s. 159

2 - Hısal-u Şeyh Saduk, c. 2, s. 555; Emali-yi Şeyh Tusi.

44

için biat alındığına ve iki yavrusunun Peygamberin torunları olduğuna deyi-nerek iftihar etmiştir. 1 Böylece, Abbas (a.s)'m bu i-mamlarla kardeş olması, (onlardan almış olduğu ilim ve ilahi marifetlere ilaveten), kendisinin fazilet ve ma-nevi şahsiyetinde etkili olmuştur.

Yine, Hz. Abbas'm "Muhammed-i Hanefiyye" ve "Ömer-i Etraf" isminde kardeşleri de vardır. Toplam olarak Emir'ul-Müminin Ali (a.s)'m 16 erkek çocuğu vardı ki, Hz. Abbas (a.s), bunlann bazilanyla anne a-çısından da kardeş idi; bazilanyla da anneleri ayn idi. Yine, bunlardan bazıları Kerbela vakıasında Hz. Ab-bas (a.s) ile birlikte idiler.

Bunlann hangi hammlardan dünyaya geldiklerine de-ğinecek olursak; Imam Hasan, Imam Hüseyin ve Muh-sin (a.s)'m, anneleri dünya ve ahiret hanimlannin efendisi Hz. Fatıma-i Zehra (a.s)'dır; Muhammed-i Ha-nefiyye'nin annesi Hule'dir. Abdullah, Cafer, Osman ve Hz. Abbas (a.s)'m anneleri ise, Ümm'ül-Benin'dir. Bu dört kardeş Kerbela vakıasında şehit olmuşlardır.

Ömer-i Etraf ve Abbas-ı Esğer'in anneleri, Seh-bai'dir. Muhammedi Esğer'in annesi, Ebu'l-As kızı E-mame'dir. Yahya ve Avn'in anneleri, Umeys kızı Es-ma'dir. Abdullah ve Ebubekr'in anneleri, Mesud kızı Leyla'dir. Muhammed-i Avsat'm annesi ise, Ümmü Veled'dir.2

Hazretin bu kardeşleri içersinde, bilindiği gibi, Hz. Hasan (a.s) ile Hz. İmam Hüseyin (a.s)'ın ayrı bir

1 - El-Gadir, c. 2, s. 25.

2  - Abbas-ı Esğer dışındakileri İbn-i Cureyr tarihinde zikretmiştir.

45

yeri vardır. Burada bu iki imamm şeref ve faziletlerine değinecek olursak bir yere varamayacağımızdan kor-kuyor ve sözümüzü şairin şu sözleriyle bitiriyoruz:

Parmaklarımı ıslatıp sayfaları saymaya kalksam

Senin fazilet kitabına derya suları yetmez.

Hz. Muhsin'e gelince; Şia itikat ve inancına göre; Peygamber-i Ekrem (s.a.a) onu Harun (a.s)'ın oğlunun ismiyle adlandırmıştı. Hz. Muhsin, annesi Hz. Fatıma (a.s)'a uzatılan zalim eller tarafından altı aylıkken öldürülmüştür. Allah'ım! Muhsin'in katillerinden rahmetini uzak et.

Muhammed b. Hanefiyye: Bu zatın annesi, Cafer b. Kays'ın kızı Hule'dir. Hule hakkında çeşitli sözler söylen-miştir. Hz. Resul (s.a.a) döneminde Ali (a.s)'ın Yemene gönderildiği zaman, mürtet olan Beni Zübeyd kabilesiyle çarpışmalar oluyor ve bunlar tarafından esir edilen Hule, Medine'ye getirilir. Başka bir görüşe göre ise, birinci halife döneminde Beni Hanife kabilesine hücum edilerek esir edil-en Hule, Hz. Ali (a.s)'a köle olarak satılır. Emir'ul- Müminin Ali (a.s) da, daha sonra onu serbest bırakarak kendisiyle evlenir.1

Bu konuda en mantıklı ve mükemmel görüş, Seyyid Murtaza'ya aittir. Bu kadri yüce Ehl-i Beyt âlimi, "eş-Şafi" adlı eserinde şöyle diyor: Hule-i Hanefiyye, aslında esir falan değildi. 0, Müslüman olmasıyla özgür olmuştu. Ali (a.s), onu esir unvanıyla getiren birinin elinden kurtarmış ve kendi akdine almıştır.

Muhammed b. Hanefiyye'nin doğum tarihi hususunda ihtilaf olmuş, kimi tarihçilere göre, hicretin 21. yılında; Ibn-i Kesir'e göre ise, hicretin 16. yılında

1 - Şerhi İbn-i Ebi'l- Hadid, c. 1, s. 244

46

dünyaya gelmiştir.

Imamların, Muhammed-i Hanefiyye hakkındaki sözle-rinden, kendilerinin büyük bir makam ve üstün bir takvaya sahip olduğu anlaşılmaktadır. Yine, Muhammed-i Hanefiy-ye'nin makamının büyüklüğüne babası Ali (a.s)'ın şu sözleri kifayet eder ki, buyurmuşlardır: "Büyük makama sahip olan Muham-medler, Allah'a itaatsizlikte bulunmazlar. Bunlar, Muham-med b. Hanefiyye, Muhammed b. Cafer-i Tayyar ve Muham-med b. Ebi Huzeyfe b. Utbe b. Rabi'dir." (Utbe b. Rabi Muaviye'nin dayısının oğludur.1)

Ömer-i Etraf: Hz. Abbas'ın diğer bir kardeşi olan Ö-mer-i Etraf'ın veladeti hakkında tarihlerde kesin bir bilgi yoktur; hatta Hz. Abbas (a.s)'dan büyük ya da küçük oldu-ğu da bilinmemektedir. Etraf diye adlandırılmasına gelince; onun, Imam Seccad (a.s)'ın oğlu Ömer-i Eşref ile aynı za-manda yaşaması sebep olmuştur. Eşref, fazileti, Ali ve Fa-tıma'dan almışken, Etraf, sadece baba tarafından fazilete sahipti.

Seyyid b. Tavusun rivayetlerine göre; Ömer-i Etraf, İmam Hüseyin (a.s)'a katılmamakla kalmayıp, 0 Hazrete Yezid'e biat etmesi için davette bile bulunmuştur. Ama Imam Hüseyin (a.s) ona tavsiye ve nasihatlerde bulunarak hiçbir zaman zillete boyun eğmeyeceğini bildirmiştir.2

Ebu Bekir: Hz. Abbas (a.s)'ın kardeşlerinden bir diğeri de, Ebu Bekir'dir. Annesi, Mes'ud kızı Ley-la'dır. Bazılarına göre; Kerbela vakıasına katılmış ve şehit olmuştur. Bir kısım tarihçiler ise, bunu kabullen-memişlerdir. Ama Muhaddis-i Kummi'ye

1 - El-Abbas Merhum Mukarrem

2 - Lühuf, s. 15

47

göre, Ker-belâ vakıasına katılmış ve su kenannda ölü olarak bu-lunmuştur.1

Muhammed-i Avset: Hz. Abbas (a.s)'ın kardeş-lerinden bir diğeridir ki, Yezid'le yapılan savaşta, Ben-i Abban b. Darem admda biri tarafmdan öldürülmüştür.

Abdullah, Cafer, Osman: Hz. Abbas Me aym ana-dan gelen bu fedakâr kardeşler, Abbas (a.s) Me birlikte Kerbela'da İslam ve Hüseyin düşmanlarına karşı sa-vaşmış ve fedakârca şehit olmuşlardır.2

Abbas-ı Esğer: Hz. Abbas Me aynı ismi paylaşan kardeşi, bazı tarihçilere göre Ömer-i Etraf'la aynı anneden dünyaya gelmiştir. Tarihte onun hakkında pek bilgi yoktur. Muhtemelen Hz. Ali (a.s)'ın sağlı-ğında dünyadan göçmüştür.

Ebu'l Fazl Abbas (a.s)'ın Kız Kardeşleri

Hz. Abbas (a.s)'ın kız kardeşlerine gelince; tarihte nakledildiği kadarıyla 0 Hazretin 18 kız kardeşi var-dı.3 Bunlardan bazMarı, Hz. Ali (a.s) hayatta olduğu dönemlerde ölmüş ve bazıları hakkmda da, tarihte her-hangi bir bilgi kaydedilmemiştir. Yalnız, birkaçının hayatına kısa bir şekilde değinilmiş, evlilik ve evlat-larından söz edilmiştir. Bunlardan biri Zeyneb-i Kub-ra'dır. Zeyneb, kelime anlamı itibarıyla meşhur görü-şe göre; "Zeyn" ve "eb" kelimelerinden oluşan babası-nın güzelliği ve süsü anlamma gelen bir sözcüktür. Hazretin lakaplarından biri, "Akile-yi Beni

1 - Nefes'ul- Mehmum, s. 173

2 - Tarih-i İbn-i Esir, c. 3, s. 294

3 - Menakıb-ı Şehraşub, c. 3, s. 304

48

Haşim'dir" ki, kendi kabilesinde değerli ve eşsiz kadın anlamına gelir. Hz. Fatıma (a.s)'ın bu değerli ve olgun kızı, an-nesini 5 veya 6 yaşlarında kaybetmesine rağmen, bu küçük yaşta öyle bir terbiyeden geçmişti ki, tarihçiler ve hadis nakledenler Hz. Fatıma (a.s)'ın Fedek hak-kındaki hutbesini bu değerli şahsiyetten nakletmiş-lerdir. jşte böyle belâgat ve fesahatle dolu bir hutbenin henüz 5 veya 6 yaşlarındaki bir kız tarafından nakle-dilmesi, onun kemaline, rüştüne, anlayış ve ilmine de-lalet eder.

Tarih köşelerinden anladığımız kadarıyla, Hz. Zey-nep ile evlenmek için çoğu kimseler istekte bulunmuş-lar ama Ali (a.s) hiçbirisine olumlu cevap vermemiştir. Ama kardeşi Cafer'in oğlu Abdullah bu istekte bulu-nunca, onu uygun görüp kabul etmiş ve evlilik mihri-yesi olarak, Hz. Fatıma (a.s)'ın mehriyesinin aynını (yani dört yüz seksen dirhemi) Hz. Zeyeb'in de mihri-yesi olarak kararlaştırmıştır.

Emir'ul- Müminin Ali (a.s), ömrünün son dört yılı-nı Kufe'de halifelik yaparak geçirmiştir. Ali (a.s)'ın Kufe'ye gelmesiyle, kızı Zeynep de, kocasıyla birlikte bu şehre yerleşmiştir. Hz. Zeyeb'in kocası Abdullah, İslam ordusunda komutanlık yapmış ve Sıffîn savaşın-da da önemli bir görevi üstlenmiştir. Hz. Zeynep ise Kufe kadınlarının eğitim ve öğretimiyle meşgul ol-muştur. Toplantılar düzenliyor ve tefsir dersleri veri-yordu. Bir gün Meryem suresini tefsir ederken, Ali (a.s) içeri girer ve ona bu surenin ilk ayetinin tefsirini sorar ve şöyle buyurur: "Ey ğözlerimin nuru, bu (ilk ayet) siz peyğamber ailesine ğelecek olan musibet ve belalara işarettir." Sonra da mevzu hakkında bir ta-

49

kım açıklamalarda bulunur.1

Yine, bu büyük zatm ilmi makamiyla iman derece-sini bize anlatabilecek hiçbir şey elimizde olmasa dahi, sadece Kufe'de Ibn-i Ziyad'a vermiş olduğu cevap o-nun ne kadar imanlı, âlime ve anasi Hz. Fatıma'ya la-yık bir kız olduğunu göstermekte yeterlidir.

Ibn-i Ziyad, Zeyneb'e: "Allah'ın kardeşine ne yap-tığını gördün mü?" deyince, bu İslam kadinimn ona verdiği cevap, onun Ali terbiyesinde yetiştiğini gös-terir ki, şöyle buyurmuştur: "Ben, Allah'tan iyilik ve ğüzellikten başka bir şey ğörmedim." İşte bu söz, Ali kızı Zeyneb'in cesaret, şecaat, ilim ve marifetinin boyutunu ortaya koymaktadır.

Zeyneb'in ibadetiyle ilgili Imam-ı Seccad (a.s) şöy-le buyurmuştur: "Halam Zeynep, bütün vacip ve nafile namazlarını Kufe'den Şam'a kadar ayakta kılardı. Bazı konakladığımız yerlerdeyse, zayıf düştüğünden ve açlıktan dolayı oturarak kılardı. Çünkü üç ğünlük ye-meğini çocuklara paylaştırmıştı ve o taş kalpli insan-lar bizlere ğece ve ğündüz için sadece bir ekmek veri-yorlardı." 2

Hz. Zeynep'le birlikte iki oğlu da onunla beraber Kerbe-la'da bulunmuş, diğer Kerbela sehitleriyle birlikte, onlar da canlarını bu yolda feda etmişlerdir. Ne kadar ilginçtir ki, I-mam Hüseyin (a.s)'ın aşkıyla yanıp tutuşan bu kahraman ka-dın, kardeş acısıyla, bütün acıları, zorluklari ve hatta çocuk-larının acısını bile unutuyordu.

Bu zulüm ve acılara tahammül eden Zeynep, Kerbela'nin aci olaylarinin ardindan Kufe ve Şam'da bir

1 - Hasais-i Zeynebiyye (Cezayiri), s. 27

2 - Reyahiyn'uş- Şeriya, c. 3, s. 62

50

müddet kaldık-tan sonra kafileyle birlikte Medine'ye geri dönmüşlerdir.

Zeyneb (a.s)'ın Kerbela vakıasından sonraki çalışmala-rını ve gittiği yeri inkılâp sahnesine çevirdiğini görenler, Hz. İmam Hüseyin (a.s)'ın onu neden kendisiyle birlikte Kerbe-la'ya götürdüğünün sırrını anlamışlardır. Zira aslında, İmam Hüseyin (a.s), kendisiyle birlikte, Kerbela'da olanları, bütün dünyaya ve bütün asırlara yansıtacak bir canlı kamera götür-müştü denebilir. Bu yüzdendir ki, Aşura'nın günümüze ka-dar gelmesinde, Zeyneb (a.s)'ın da en azından Imamlar ka-dar bir rolü olmuştur.

Evet, Zeyneb (a.s)'ın haykırışlarıydı ki, Kufe'de Ibn-i Ziyad ve Şam'da Yezid'in meclisini birbirine kattı ve onları Allah'ın nurunu söndürmekten ümitsiz kıldı.

Hz. Abbas'ın kız kardeşlerinden bir diğeri ise Ümmü Gülsüm'dür. Imam Hüseyin (a.s), bu kardeşini amcası Cafer-i Tayyar'ın torunu Kasım ile evlendir-miştir. Hazretin diğer kız kardeşleriyle ilgili tarihte pek bilgi yoktur sadece isimleri ve evlendikleri kişiler bildirilmiş ve bununla yetinil-miştir.

51

2. BÖLÜM:

EBU'L-FAZUİL-ABBAS (A.S)'IN KİŞİSEL ÖZELLİKLERİ

Birinci Fasıl:

Hz. Ebu'l-Fazl (a.s)'ın Cismi Özellikleri

Allah'ın inayet ve lütfüdür ki, İslam kahramam, A-li'nin cam olan Abbas'da, şecaat ve şehametle birlikte, zahiri giizellik de doruk noktasmdaydi. Imam, güler yüzlülüğü, çekiciliği, merhametliliği, kerem ve güzel ahlaka sahip olması açısından babasının yolunu ve yöntemini takip ettiğinin bir göstergesiydi.

Abdumenaf'a, "Mekke'nin Nuru" ve Peygamberi-mizin babasi Abdullah'a, "Harem'in Nuru" dendiği gibi, vücudunda zahiri ve batini güzelliklerin birleştiği Abbas'a da, "Ben-i Haşim'in (Haşim oğullarının) nu-ru" diye hitap edilmekteydi.

Abbas (a.s)'ı görenler, şöyle diyorlar: "Abbas, gii-zel ve gösterişli idi. Büyük ve cüsseli biriydi, öyle ki ata bindiğinde ayakları yerde sürünüyordu ve kendisi-ne Haşim oğullarının Nuru diye hitap olunuyordu." 1 Ayrıca, hadislerde yer aldığı üzere, Hazretin, yaptığı uzun secdeler ve fazla ibadetinden dolayı, alnında sec-de izleri bulunmaktaydı. Bu da yüzündeki nura ve gü-zelliğe ayrı bir mana katiyordu.

1- Mekatil'ut- Talibiyyin, s. 59; Nasih'ut- Tevarih, c. 2, s. 341.

54

İkinci Fasıl: Şecaati

Konuya geçmeden önce şecaatin ne demek olduğu-nu bilmemiz gerekir. Şecaat, kişinin korkusuzluğunun belirtisidir. Birinin şecaatli olduğunu anlayabilmek i-çin çarpışmalarındaki davranış ve tavrına dikkat etmek gerekir. Bir kimse, savaş kahramanları etrafını sardığı zaman, kılıçların gölgesini hissettiği an, ölümün ken-disine doğru geldiğini gördüğünde sarsılır, kaçar ve fırsat kollarsa, onun şecaatlilikle yakından uzaktan bir ilişkisinin olmadığı anlaşılır. Ama eğer er meydanında kılıçlara doğru ilerliyor, ölüme meydan okuyor ve san-ki kılıçlar ondan korkuyormuşçasına saldırıyorsa buna, şecaat yularını eline almış denir. Tarih, bu iki grup in-sanlarla doludur; şecaatliler taifesi ve korkaklar gru-bu...

jşte şecaatinden bahsedeceğimiz, şecaat ve şehamet mektebinde yetişmiş, kahramanlık çeşmesinden su iç-miş olan bir Kerbela ve Hüseyin kahramanı olan Ab-bas (a.s)'ın şanı, tarihçilerin şahadetine göre, Kerbela vakıasından önce de dillerdeydi. Şöyle ki, Ebu'l-Fazl (a.s) Sıffîn savaşında İmam AN (a.s)'ın kolu konu-mundaydı ki onun komutasında yapılan hamlede Mua-viye ordusu tarafından engellenmiş olan su, tekrar Is-lam ordusuna kazandırılmıştır.1

1 - Kibriyt'ul- Ahmar, c. 3, s. 25

55

Abbas (a.s), Sıffîn savaşına babası Ali (a.s) ile bir-likte katıldı. Muaviye bu savaşta, Müminlerin Emiri Ali (a.s) ve Abbas (a.s) aleyhine çok çalışmıştır. Ta-rihte anlatılan bazı olaylara veya savaştaki davranış ve hareketlere baktığımızda bu büyük insamn babasından, çok güzel dersler aldığını ve gerçekten de, Aliah'm as-lanimn yavrusu olduğunu müşahede etmekteyiz.

Tarihçiler, Sıffîn savaşında Abbas'ın konumunu şöyle yazıyorlar: Muaviye'nin ordusu, suyun önünü a-larak Ali (a.s)'ın askerlerinin bu sudan istifade etmesi-ni önlediler. Jmamın umumi bir hücum emrinden önce, İslam ordusundan durum ve davranışından şecaatli ve kahraman olduğu tahmin edilen heybetli birisi yüzü kapalı bir halde ileri çıktı. Biraz ilerleyerek Muavi-ye'nin ordusu önünde durdu. Ortalığı inleten bir hay-kırış ile: "Sizin en şecaatliniz kimdir?" diye bağırdı.

Muaviye yüksek bir sesle Ebu Şe'sa'yı çağırarak ona: "Sen Şam halkının en cesur savaşçısısın git ve bu gururlu genci sustur, onun başına gelenler başkalarına ibret olsun" dedi. Ebu Şe'sa ise, bunu kabul etmeyerek: "Bütün Şamlılar beni, kahraman ve bin kişiyle savaşan biri olarak biliyorlar. Bir kişiyi öldürmek için medya-na gitmem bana yakışır mı? Ben, onun işini bitirmesi için çocuklarımdan birini göndereceğim" dedi. Derken Ebu Şe'sa, kendisi gibi kahraman olan çocuklarından birini gönderdi. Bu düşman kahramanı, alnını kaşları-na kadar bir parçayla örten bu gencin karşısına dikildi ve teke tek dövüş başladı. Sonunda o gencin darbe-leriyle düşman yere yığıldı. Bunu gören Ebu Şe'sa sinirli ve tedirgin bir halde ikinci oğlunu onunla savaş-ması

56

için gönderdi. Ama çok geçmeden o da kardeşi-nin akıbetine duçar oldu.

Harezmi'nin yazdığına göre Ebu Şe'sa tekebbürün-den kaynaklanan bir inatla yedi oğlunu da bu gençle savaşması için gönderdi, ama hepsi o kahramanın eliy-le doğranıp öldürüldü. Olaylara şahit olan Ebu Şe'sa sinirinden patlayacak bir hale gelmişti. Bu defa ken-disi recez (övücü şiirler) okuyarak o gencin önüne dikildi. Ama çok geçmeden o genç onu da aynen ço-cukları gibi perişan ederek, onların yanına gönderdi. Ve almni bir parçayla sarmış olan bu genç, "benimle savaşacak biri yok mu?" diye haykırmaya başladı. Bu-nu duyanlar gördüklerinin korku ve dehşetiyle, hayatı ölüme tercih edip, gencin karşısına çıkma cesaretini kendilerinde bulamadilar. Tabi ki, buna dostlar da en az o gencin kendisi kadar sevinmişti. Zira böylesi bir şecaat ve kahramanlığı sadece Ali'de görebilmiş-lerdi... Başka birinin de böylesi bir kahramanlıksergi-lemesi, onları şaşırtmıştı.

Derken, o genç orduya geri döndü. Ali (a.s) onu yanına çağırarak yüzündeki parçayı açtı. Herkes onu tanıyabilmek için can atıyor; onun kim olduğunu görmek istiyorlardı. Bu arada Müminlerin Emiri Ali (a.s), onu bağrına basarak yüzünden öpmeye başladı.1

Tarihçiler, Abbas (a.s)'ın Sıffîn'de olduğunda yaşının kaç olduğuna dair kesin bir bilgi vermemişlerdir. Yalnız henüz yüzünde tüy bitmeyen bir genç diye tarihe geçmiştir. Ama büyük Ehl-i Beykt âlimi Allame Hüseyin Nuriye göre Abbas (a.s), Sıffîn savaşına katıldığında on

1 - Vesilet'ud- Dareyn, s. 269

57

yedi yaşlarındaydı.

Yine, kardeşi Imam Hasan (a.s)'ın şahadetinde yaklaşık 24 yaşlarında olan Abbas (a.s), kardeşinin pak ve temiz be-deninin İslam ve Peygamber düşmanları tarafından ok yağ-muruna tutulduğunu görünce, bu iğrenç olay kendisine çok ağır gelmiş, sabrı taşan Abbas, elini kılıcına atmış ama Imam Hüseyin (a.s) tarafından kardeşleri Imam Hasan (a.s)'ın vasi-yeti gereği, sükûnete davet edilmiş ve böylece hırsını içine gömen bu kahraman, dini, akidesi ve Jmamı uğruna canını vereceği gün ve yeri beklemeye koyulmuştur.i

Abbas (a.s)'ın şecaati ve kahramanlığıyla ilgili olayları bu kadarıyla sınırlıyor ve konumuzu Peygamber efendimiz (s.a.a)'den gelen bir hadisle noktalıyoruz:



"Eğer bütün insanlar Ebu Talib'in soyundan ğel-seydiler, onların hepsi şecaatli ve kahraman olurlardı."2

Hz. Abbas'ın Savaş Tekniği

Hz. Abbas (a.s)'ın adından da anlaşıldığı gibi Abbas, Araplarda pehlivan, meydanlarda aslan gibi saldı-ran, heybetinden düşmanlarının suratlarını astığı kişi anlamına gelir.

Kuret Firişler (Alman araştırmacı), Hz. Abbas (a.s)'ın düşmanlarla savaşındaki yiğitliklerini ve tek başına           yüzlerce           insanı           cehenneme

göndermesindeki sırları şöyle sıralıyor:

1- Hz. Abbas (a.s) meydanda kendi soyunun peh-

1 - Kamer-i Beni Haşim, s. 115

2 - El-Abbas, Gurer'ul-Hasais, Hz. Ebu'l-Fazl'ın Hayatı

58

livanlarını recez halinde sayıyordu. Bu, düşmanın piskolojisinin kirilarak güçsüz hale gelmesinde çok etkili bir şeydir.

2-   Ata binmenin ince ayrintilanni çok iyi biliyordu.

3-  Bineğin hareket halinde, belinden arkasma dö-nüp kendisini arkadan koruyabiliyordu.

4-  Elinin hareketini atın hareketiyle aynı ayarda ya-pıp, böylece kilicimn darbe gücünü geliştirerek her bir darbede bir kişiyi yere serebiliyordu.

5-    Hz. Abbas'ın geçmesine engel olmak isteyen athlar, bir yere yığıldıklarından gerçekte birbirle-rine engel oluyorlardi. Bir yerde toplanmalan, Hz. Abbas (a.s)'in daha muntazam bir şekilde hamle edip, kılıçla onları tek tek attan yere düşürmesini sağlıyordu.

6- Hz. Abbas (a.s) atını çok süratli sürdüğü halde kılıcı yere değeceği kadar eğiliyor ve düşmanına yak-laştığı anda doğrulup darbesini alttan yukan doğru vu-ruyordu. Savaşçılar bu yöntemi bilmediklerinden dola-yi her zaman kilicin havadan geleceği beklentisinde oluyor ve siperlerini kafalarimn üzerinde tutuyorlardı. Bu da, onlann kafalarimn kesilmesine neden oluyor-du.1

1 - Handeniha Dergisi, yil 1331, sayfa 51 - 61

59

Hz. Abbas'in İsim ve Lakapları


"Sekka":


" "Abbas (a.s)'a, kardeşi İmam Hüseyin (a.s) için su talebinde bulunduğundan "Sekka" denilmiştir."

1

Curmi b. A'la, Zubeyr'den o da amcasmdan şöyle naklediyor: Abbas b. Ali dünyaya geldiğinde ona "Sekka" denildi ve "Ebu Kırba" künyesi verildi."

2

1 - Umdet'ut-Talib Fi Ensab-i Ali b. Ebi Talib, s. 349 - 356

2 - Mekatil'ut-Talibiyyin, s. 59

60

Bab'ul Hevaic:

Hz. Abbas (a.s), düşman Imam Hasan (a.s)'ı terör etme düşüncesinde olduğundan dolayı her zaman kardeşini cam gönülden koruyordu. Kardeşi Imam Hasan (a.s)'in şahade-tinden sonra da, Hz. Imam Hüseyin (a.s) için koruyuculuk ve hizmetçilik yapıyordu. Halkin isteklerini ve hacetlerini Imam Hasan ve Imam Hüseyin (a.s)'a ulaştırdığı ve onlardan gelen emirleri de halka ulaştırdığı için, o Hazrete "Bab'ul-Hevâic" yani hacetler kapısı denilmiştir.

Kamer-i Beni Haşim:

Hz. Abbas (a.s), çocukluğunun ilk günlerinden itibaren fevkalade güzel ve sevimli bir çocuktu. Onu çocukların hep-sinden güzel buluyorlardı. Bu yüzden herkes ona "Kamer-i Beni Haşim" lakabını taktı. Çünkü Arapların örfünde, fiziki güzelliğe sahip, cesaretli, yiğit, korkusuz ve manevi güzelliğe sahip olan kimselere "Kamer" yani "Ay" unvani verilirdi.

Araplann bu örfünden dolayı, tarihte, Haşim'in babası o-lan Abdumenaf'a; "Kamer-i Betha" denilmiştir. Yine, Pey-gamber efendimiz (s.a.a)'in babasina; "Kamer-i Harem" de-nilmiştir. Keza insanlar, hem Bi'setten once, hem de sonra-sında rüyalarında Ay'ı gördüklerinde, Peygamber Efendimizi görmeğe yormuşlardır.

Bir gün müminlerin annesi Safiyye (Huyey b. Ahtab'in kızıydı), rüyasında Ay'ı, Medine'nin göklerinde iken kendi evine indiğini görür.

Yahudi ve zengin birisi olan Safiyye'nin kocasi, bu rüya-yı yorumlatıp anladığında, Safiyye'nin yüzüne yumruklarla darbe indirmişti. Zira biliyordu ki, Medine'nin Ay'i, Hz. Muhammed (s.a.a)'dir. Ve çok geçmeden Safiyye, 0 Hazretin hanımı olacaktır.

61

Evet, Safiyye'nin kocası Hayber savaşında Hz. AN (a.s)'ın eliyle öldürüldü. Safiyye de esir oldu ve serbest bıra-kıldıktan sonra, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) ile evlen-di.1

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a)'in annesi Amine (a.s) da, Hz. Muhammed (s.a.a)'e hamile olduğunda, rüya ale-minde "Ay" görmüş ve o anda kayıptan birisi ona şöyle ses-lenmişti: "Bu kadın hamiledir, rahminde beslediği çocuk, gelecekte bu ümmetin efendisi olacaktir."

Hz. Abbas (a.s)'a da "Kamer-i Beni Haşim" lakabı verilmiştir. Bu lakap, onun manevi ve cismi giizelliklerini göstermektedir.

Saki-yi Teşnekan (Susuzları Doyuran):

Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'in bu lakapla lâkaplanması, onun yiğitlik ve fedakârlığından kaynaklanmaktadır. Zira o Kerbela'da Imam Hüseyin (a.s) ve yaranina su getiriyordu. Düşman, Fırat nehrini muhasara altina alarak, Hz. Hüseyin (a.s)'ın çadırlarına su götürülmesine engel oldu, ama Hz. Abbas, birçok kez su getirdi. Ancak Aşura günü bu kutsal vazifesini yerine getirirken, Rabbinin çağrısına "lebbeyk" dedi ve şahadet şerbetini içti.

Abd-i Salih:

Abd-i Salih "salih kul" anlamindadir. Anlam olarak A-şura kahramanına en çok yakışan unvanlardan birisidir. Bu unvam, Imam Cafer-i Sadik (a.s) Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'ın ziyaret namesinde buyurmuştur.2

Masum Imam tarafından bir kişiye bu şekilde hitap edil-mesi onun ne derece yiice bir makama sahip

1 - Sefinet'ul- Bihar, c. 2 36; Bihar'ul- Envar, c. 21, s. 33

2 - Kamil-i Ziyaret, s. 256

62

olduğunun göstergesidir.

Etles:

Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'ın lakaplarmdan biri de Etles'tir. Etles; şecaatli ve yiğit aniamina gelmektedir.

Şehid:

Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'a verilen unvanlardan bi-risi de şehiddir.

Şehid-i Kerbela:

Bu unvan da, Hazretin ziyaret namesinde gelmiştir. Herkes onu "Şehid-i Kerbela" diye anmaktadir.

Imam Zeyn'uLAbidin (as), 0 Hazretin şahadetindeki aza-metini ve manevi makaminin yüceliğini ifade eden hadisi şeri-finde şöyle buyuruyor "Amcamız Abbas'm Allah yanında öyle bir makami vardir ki, kiyamet ğünü bütün şehitierona g/pta edeceklerdir."1

1 - Bihar'ul- Envar, c. 44, s. 298

63

Hz. Abbas'in Künyeleri

Ebu Kırba:

Kirba, su kaplarma denilir. "Ebu Kirba" ise bu kap-larm sahibi anlamma gelmektedir. Arapça dilinde her kim, herhangi bir şeyle çok içli dışlı olur ve birlikte olursa, o şeyin başına ebu kelimesi eklenerek o şahıs anılır. 1 Hz. Abbas (a.s) da Kerbela'da su getirme vazi-fesini üstlendiği ve su kaplarıyla su getirdiği için ona "Ebu Kırba" lakabı verilmiştir.

Aslında, Hazret küçüklüğünden itibaren, Arabistan yarım adasında makam ve övgü olarak önemli sayılan "Ebu Kırba" lakabına sahipti. Zira 0 küçüklüğünden beri su taşıyıp susuzları doyurmak görevini üstlenmişti. Işte bu yüzden O'na "Ebu Kırba" denilmiştir.

Haşim oğulları Kâbe'nin perdeciliği görevini üst-lenmişlerdi. Mekke, şimdi olduğu gibi o zamanda da hacıların ve yolcuların uğradığı, konakladıkları bir mekândı. Haşim oğulları Kâbe'nin perdecileri olduk-larından ziyaretçilerin su ihtiyaçlarını da karşılıyor-lardı. Özellikle de Abdulmuttalib zemzem kuyusunu kazmış, Ebu Talib (a.s) ise, "Meş'ar'ul-Harem", "Ara-fat" ve "Mina"nın yollarının kenarında kuyular kazıp sular çıkarmıştı. Bu yüzden Ebu Talib (a.s)'a, hacı-ların sucusu manasına gelen "Saki-yi Hecic" lakabı verilmiştir.

Kısacası, tarihe dikkat edilirse, Mekke'de su ulaş-tırma organizasyonunu Haşim oğulları üstlenmiş ve bu işin başkanlığını onlar yapmışlardır. Hz. Ebu'l-Faz-I'il-Abbas (a.s) da bu güzel sünneti

1 - Nasih'ut- Tevarih, c. 2, s. 341

64

devam ettirdiğin-den ona; "Ebu Kırba" ve "Sekka" denilmiştir.

Ebu'l FazI:

Bu unvamn Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'a veril-mesi konusunda iki yorum yapmak mümkündür:

1- Onun "Fazl" adında bir oğlu vardı. Bu yüzden ona Fazl'm babasi anlamma gelen Ebu'l-Fazl denildi. Zira Ebu'l-Fazl, Fazl'm babasi anlammdadir.

2- Hz. Abbas (a.s) ahlak ve faziletlerde çok yüce derecelere ulaştığından ve en güzel ahlakı simgeleyen özellikleri gösterdiğinden, O'na bu unvan verilmiştir. Yani o faziletlerin babasıdır. Bu güzel ahlaklara sahip olmak isteyenler, mutlaka ondan öğrenmeli ve o kapı-yı çalmalıdırlar ki, büyük ariflerin hayatma dikkat edi-lirse, önemli dini meselelerde takıldıklarında, 0 Haz-retin kapısını çalmakla rahmet kapilarimn yüzlerine a-çıldığı görülmektedir.

66

3. BÖLÜM:

KERBELA OLAYI

Birinci Fasıl:

Hz. Imam Hüseyin (a.s) lie Hz. Abbas (a.s)'in Yezid'e Biat Etmekten Kaçınarak Medine'den Aynlmalari

Muaviye'nin ölümünden sonra, bütün ısrarlara rağ-men İmam Hüseyin (a.s) ve O'nun fedakâr yardımcısı Abbas (a.s) Yezid'e biat etmekten kaçındılar.

Muaviye, Recep ayimn 15. günü Hicri 60. yilda, Şam şehrinde öldü. Yezid, babasmm öldüğü gün "Ha-variyyin" denen bir yaylada idi. Ancak babasmm ölü-münün üçüncü gününde onun kabri başına gelebildi.1 Yezid babasmdan sonra yeşil sarayda oturarak Şam halkinm ziyaret hücumuna uğradı. Zamanın şairleri Yezid'in gözüne girebilmek için şiirler ve kasideler o-kumaya başladılar. Onu, güya değerli babasını kaybet-tiğinden dolayı sabır ve metanete davet ettiler. Zira o, Yezid'e diinyamn saltanat ve krallığını bırakmıştı. Ye-zid'in hilafetinde söylenmiş olan hitabe ve şiirleri, Ha-cib, "el-Beyan ve't-Tebyin" kitabında zikretmiştir.

Yezid, bu toplantılarda yapmış olduğu konuşma-larda, eskiden beri içinde kalmış olan kin ve nefretini açığa vurarak halka, Haşim oğulları ile kanlı mücade-leye girişeceğini, sözde kendisinin haktan yana oldu-ğunu ve yakında Haşim oğullarından nasıl intikam alacağını anlatmaya başladı. İslami bilgi açısından ge-ri bırakılan, özellikle de İslam kültür ve anlayışından yoksun olup, hak ile batılı ayırt edemeyen halk da o-nunla

1 - El-Abbas, Tenbih ve İşraft'an naklen

69

beraber olduklarını ve kendisinin emriyle her şeyi yapacaklarını dile getirdiler.

Yezid'in İmam Hüseyin (a.s)'dan Biat İstemesi

Kendisini başarılı gören Yezid, babası döneminde kendilerine biat etmeyen Hz. Ali (a.s) ve taraftarlarına karşı ayrı bir kin ve nefret duygusuyla harekete girişti. Babası bile Ehl-i Beyt ile huşunet ve zorlukla mukabe-le etmemesini istediği halde, Hz. Ali (a.s) ve evladimn halk arasmda olan sevgisi onu tedirgin ediyor, içindeki kin ve nefreti körüklüyordu. Bu dönemlerde Imam Hüseyin (a.s), Hz. Abbas (a.s) ve diğer Ehl-i Beyt mensuplan Medine'de idiler.

Ümeyye oğullarından, nisbeten hilim ve fesahate sahip olan Velid b. Utbe, Medine valisi idi. Muaviye tarafından tayin edilmiş ve Yezid döneminde de göre-vini sürdürmekteydi. Osman'ın amcası oğlu Mervan b. Hakem de ( Osman'm aleyhindeki fitnelere de adı ka-rışmıştı) Medine'de bulunmaktaydi. Medine'yi tama-men kendi kontrolünde gören ve saltanatın vermiş olduğu bir sarhoşlukla babasmm uyari ve ikazlarmi da dikkate almayan Yezid, Medine valisi Velid'e şöyle bir mektup yazdi:

"Allah'in kullarmdan biri olan Muaviye'ye hilafet ve kudret başarısı verilmiş ve sonunda Allah onu kendisine çağırmıştır. 0, Allah'in takdir ve iradesiyle yaşadı ve netice-de ölümle buluştu. Ey Velid! Şunu bil ki Allah, Osman b. Afvan'm intikamini AN yandaşlarından alacaktır. Zira bizler hak taraftan ve adalet peşinde olanlariz! Evet, ey Velid! Be-nim mektubum eline ulaşır ulaşmaz Medine halkından be-nim için biat al. Özellikle

70

Hüseyin b. AN, Abdullah b. Zü-beyr ve Abdullah b. Ömer'den bana Müslümanların halifesi unvaniyla biat etmelerini iste. Elbette onları zorlamalı ve her ne pahasına olursa olsun onlardan biat almalısın. Kim olursa olsun, bana biat etmelidir."1

Yezid'in mektubu Medine valisine ulaştığında Medi-neliler, Muaviye'nin ölümünden habersiz idiler. Mektu-bu alan Velid, onu iyice okuyup içeriğinden haberdar olur olmaz, Amr b. Osman'ı çağırarak onu Muaviye'nin ölümünden haberdar etti ve hemen hareket edip Imam Hüseyin, Abbas b. Ali, Muhammed b. Hanefiyye ve Abdullah b. Zübeyr'i nerede olurlarsa, bulup kendisine getirmesini emretti. Amr, hayret ederek, neden bu kadar acele ettiğini sorunca, Velid sinirlenerek Amr'a şöyle bağırdı: "Görmüyor musun? Muaviye ölmüş ve ben bu haberin Medine'de yayılacağından kokuyorum. Zira Hii-seyin ve taraftarları halk tarafından ayrı bir muhabbet ve sevgiye sahiptirler. Onlar Muaviye'ye de biat etmemiş-lerdi. Halk Hüseyin'in, kardeşi Hasan'ın Muaviye'yle antlaşması yüzünden sustuğunu biliyor. Eğer Hüseyin Muaviye'nin öldüğünü duyarsa, kardeşinin antlaşması-nın sona erdiğini anlayacaktır. Dolayısıyla kendi hür iradesiyle Yezid'in biatine girmeyerek Medine'de so run oluşturacaktır. Bir an önce onlardan biat almam gereki-yor ki, Medine halki biat etmek için bir engelle karşılaş-masın. Eğer onlar biat etmezse, halk da biat etmekte zorluk çıkaracaktır." Bunlan duyan Amr, valiyi onaylar-casına kafasını salladı ve şunları ekledi: "Ama şunu bil ki, Hüseyin ve kardeşi Abbas'ı getirmek benim için

1 - Tarih-i Taberi, c. 4, s. 250

71

çok zor olacaktır."

Amr, onları aramaya koyuldu ve hiç birini evinde bulamadı. Imam Hüseyin ve Hz. Abbas'ın her zaman olduğu gibi geceleri Resulullah (s.a.a)'in haremini ziyaret etmekte olduğunu haber aldı. Valinin emirleri-ni ulaştırmak için oraya gitti ve valinin sözlerini Imam Hüseyin (a.s)'a ulaştırdı. İmam Hüseyin (a.s) ise: "Sen git, benim kendim vali He ğörüşürüm" diye buyurdu.

Bu arada Abdullah b. Zübeyr Imam Hüseyin (a.s)'a dönerek "Bu gecenin vaktinde neden bu kadar alel-acele çağırılıyoruz?" diye sordu. Imam Hüseyin (a.s) önceki gün rüyasında Muaviye'nin evinde yangın çıktığını ve minberinin yandığını gördüğünden Abdul-lah'ın sorusunu şöyle yanıtladı: "Bana ğöre, büyük bir ihtimalle, tağutları olan Muaviye ölmüş ve Velid biz-lerden Yezid için biat almak istiyor. Ama şunu bilmeli-dir ki, bu arzusuna hiçbir zaman ulaşamayacaktır."

Yine, orda bulunan Abbas (a.s) da, bu biatin yerine getirilmeyecegini belirterek Jmamın sözlerini onayladı. Abdullah, Imam Hüseyin (a.s)'a kendisinin Velid'i görmeye gidip gitmeyeceğini sordu. İmam Hüseyin (a.s) ise: "Evet ğideceğim" diye buyurdu.

Abdullah, Velid'in hile ve kurnazlık yapacağını hatır-latınca, İmam Hüseyin (a.s): "Benim bir korkum yoktur" dedi ve kardeşi Abbas'ı çağırarak otuz kişilik silahlı bir grup yanına almasını emretti. Bunların hazır olmasıyla, hep beraber o gün akşamüstü Velid'in sarayma gittiler. İmam Hüseyin (a.s) yanındakileri dışarıda bırakarak, kendisi tek başına Medine valisi Velid'in sarayma girdi.

Meşhur tarihçi -Harezmi- şöyle diyor: İmam Hüseyin

72

(a.s) Velid'in sarayına gireceği zaman, yamndakilere şöyle buyurdu: "Eğer istenmeyen bir durum söz konusu olursa, ben sesimi yükselteceğjm, o anda sizler hemen içeriğirin."

Imam Hüseyin (a.s), elinde Peygamber'in asası olduğu hakle Velid'in sarayina girdi. Mervan b. Hakem de valinin yanın-daydı. Şüphesiz Velid, Mervan'ı da çağırtarak, Imam Hüseyin (a.s) ile dostlannin Yezid'e biat etmeleri sorununu halletmek hususunda ondan yardım almaktaydı. Hâlbuki Muaviye ölü-münden önce bu şahısların biati husunda çok israrcı olun-mamasi ve fazla üzerlerine gidilmemesini önermişti.

İmam Hüseyin (a.s)'ın Biatten Kaçınması

Imam Hüseyin (a.s) Velid'in sarayina girdi. Meclis resmiyet bulduğunda Velid, Muaviye'nin ölüm habe-rini verdi, açık ve net bir şekilde Imam Hüseyin (a.s)'dan Yezid'e biat etmesini istedi. Ama Imam Hii-seyin (a.s) sözü uzatmadan şöyle buyurdu: "Benim gibi birisinin gizlide biat etmesi doğru değildir. Hal-kin tamamını biate davet ederken beni de çağırırsın. Çünkü böyle bir biatin başka hükmü vardır."

Velid ise, Imam Hüseyin (a.s)'in halkla dahi Yezid'e biat etmeyeceğini bildiği halde, çaresiz bu öneriyi kabul etmek zorunda kaldı ve şöyle dedi: "Bu giizel bir iştir ve bu işi seçmen de kendi iizerinedir."

Imam (a.s) oradan aynlmak için ayağa kalktığında Mervan Velid'e şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana! Hii-seyin biat etmeden buradan ayrılırsa, artık hiçbir za-man biat etmeyecektir. Böyle bir ortam da bulamaya-caksm, sonunda

73

işiniz savaşa varacaktır. Müminlerin Emiri, Yezid'in buyruklarını yerine getir ve Hüse-yin'in biat etmedikçe buradan ayrılmasına müsaade et-me, ya biat etsin, ya da boynunu vur."1

Bu kötü ve tehdit edici sözleri duyan Imam Hüse-yin (a.s) şiddetle sinirlendi ve Mervan b. Hekem'in üzerine yürüyerek, şöyle buyurdu: "Ey zina zade, ey Zerka'nın 2 oğlu! Sen mi beni öldürmek istiyorsun, yoksa Velid mi? Bu, yalan ve günah birsözdür."3

İmam Hüseyin (a.s)'ın sinirlendiğini gören Mervan korkudan titremeğe başladı. Daha sonra İmam (a.s) Velid'e dönerek şunları buyurdu: "Şunu çok iyi bil-melisin ki, bizler nübüvvet hanedanı ve risalet made-niyiz. Yezid ise bildiğin ğibi sarhoş, şarap içen ve ğü-nahsız insanlann ölümüne sebep olan birisidir. Onun fısk-u fücuru meşhur ve maruftur. Benim ğibi nübüvvet, risalet ve taharet as//// birisi, malum vaziyette olan Yezid'e as/a biat etmeyecektir. Dolayısıyla azıcık dü-şün ki, bizim hanğimiz İslaıni hilafete daha layığız?!"

Buna karşılık Velid b. Utbe Imam Hüseyin (a.s)'a tehdit edici bir cevap verdi. Imam Hüseyin (a.s) ise, ona bağırmaya başladı. Dışarıda bekleyen Hz. Abbas, İmam Hüseyin (a.s)'ın sesini duyunca, kılıcını kının-dan çıkararak eline aldı ve yanındaki Haşimoğlu gençlerine hazır olmalarını buyurdu. Ve

1 - Tarih-i Taberi, c. 4, s. 251

2 - İbn-i Esir "el-Kamil fi't- Tarih" kitabında şöyle yazıyor: Zerka, Mevheb'in kızı, Mervan-ı Hekem'in ninesidir. Bayraklı kadınlardan idi ki fesatla meşhur olmuştu. Bu tarihi olay "Ensab'ul-Eşraf" kitabında da gelmiştir.

3 - Bihar'ul- Envar, c. 44, s. 324 - 325

74

kapıdaki nö-betçileri aşarak Imam Hüseyin (a.s)'ın yanına geldiler. Sonra da Imam (a.s)'ı sıkı korumaya alarak, evden dı-şarı çıkardılar. Bu olay, Cuma gününün akşamı Recep ayının 27'sinde Hicri 60. yılda vuku buldu. Böylece Imam Hüseyin (a.s), biat etmeden ve herhangi bir za-rar görmeden Velid'in sarayından ayrıldı.

Taberi şöyle yazıyor: İmam Hüseyin, Hz. Abbas ve si-lahlı adamları sarayı terk ettiklerinde, Mervan b. Hakem Velid'e dönerek: "Benim önerimi kabullenmedin ve önemli bir fırsatı kaçırdın. Hâlbuki onu tutuklayarak katledebilirdin. Artık bilmelisin ki, ona bir daha ulaşa-mayacak ve biat almak için fırsat bulamayacaksın."

Velid ise şöyle cevap verdi: "Ey Mervan! Nasiha-tini kendine sakla. Zira senin nasihatin dinimin yok ol-masıyla tamamlanıyordu. Acaba Hüseyin'i, Yezid'e biat etmiyor bahanesiyle öldürmem mümkün müdür? Şunu bilmelisin ki, Hüseyin'in kanını döken biri kıya-met günü ağır bir günah yükü ile gelecektir. Allah'ın lütfünden mahrum olacak, günah ve kötülüklerden te-mizlenmeyecek ve Allah'ın elemli azabına duçar ola-caktır.1

Böylece Medine Emiri, Imam Hüseyin'den Yezid'e biat almaya muvaffak olamaz. Ertesi gün Mervan I-mam Hüseyin (a.s) ile görüşür ve o uzun bir söyleşinin ardından Imam (a.s)'ı Yezid'e biat etmesi için ikna et-meye çalışır. Hatta onu Yezid'den gelebilecek huşu-netle tehdit eder. Ama İmam Hüseyin (a.s) hiddetii bir şekilde Medine'de son sözünü şöyle vurgular:

1 - Tarih-i Taberi, c. 4, s. 252

75

"Ey Mervan! Şunu bil ki, eğer İslam Ümmeti Yezid ğibi bir öndere kalırsa, artık İslam He veda edilmeli ve İslami kurallann fatihasi okunmalidir.1

Evet, ben ceddim Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyur-duğunu duydum: "Hilafet makami, Ebu Süfyan soyuna haram ve yasaktir. Eğer Muaviye'nin benim minbe-rimde oturduğunu ğörürseniz, onu indirin ve karnını parçalayın." Ama Medine halki Muaviye'yi Peygam-berin minberinde gördüler ve onu indirmediler. İşte şimdi Allah, günahlarından dolayı, Yezid gibi fasık ve günahkâr birini onlara musallat etti."2

Mervan'a bakihrsa, onun da dosyasi temiz değildir. 0, Hakem b. As'ın oğludur. Hakem, İslam dininin mukaddesatına açıkça ihanetinden dolayı, Peygamber (s.a.a) tarafından ölüm fermanı çıkan bir kimsedir. Bilahare, Osman'm amcasi oğlu olan Mervan, bu davranışıyla Beni Ümeyye'ye hoş görünmeye çalışı-yordu. Ancak Mervan, Imam Hüseyin (a.s)'m onun bu sözlerinden oldukça rahatsız olduğunu, Abbas'ın ise, kılıcına sanlarak gazaplı bir şekilde ona baktığını gö-rünce, oradan ayrılmak zorunda kalmıştır.

Bu arada Muhammed b. Hanefiyye de, Imam Hiise-yin ve Hz. Abbas'a bir takım önerilerde bulunmuş ve Yezid'den gelebilecek tehlikelerin defedilmesi ama-ciyla Imam (a.s)'m Yezid'e biat etmesini istemiştir. Ama Imam Hüseyin (a.s), ona da tarihiere ışık tutan şu sözleri buyurmuştur: "Ey

1 - Bihar'ul- Envar, c. 44, s. 326

2 - Cela'ul- Uyun, c. 2, s. 350

76

kardeşim! 8/7 ki, yeryüzünde benim için sığınacak, barınacak hiçbir yer kalmasa ve beni savunacak ve destekleyecek bir kimse olmasa da-hi ben hiçbir zaınan Yezid'e biat etmeyeceğim."

İmam Hüseyin (a.s)'ile birlikte olan ve bu olaylara ve önerilere şahit olan Abbas'ı büyük bir üzüntü sarmıştı. Ancak o, kardeşi ve önderi olan Imam Hüseyin (a.s)'a dönerek, O'na olan vefasını şöyle dillendirdi: "Ben de senin görüşünü destekliyor, sana itaat edeceğimi ve hiçbir zaman senin itaatinden ayrılmayacağımı ilan ediyorum."

Bu arada Imam Hüseyin (a.s) Muhammedi Hanefiy-ye'ye yönelik olan sözlerine şöyle devam etmiştir: "Ben, Allah'ın izniyle Medine'den ayrılıp Mekke'ye ğideceğim. Bu yolculuk için kardeşim Abbas ve diğer kardeşlerim, kardeşimin oğullan ve şialarım hazırlandılar. Onların ğörüş ve düşünceleri benim ğörüşümdür. Sana ğelince; ey kardeşim, Medine'de kalabilir, benim ğözüm olursun, burada olan olayları bana iletirsin."1

Bu haberler, özellikle de Hz. Abbas (a.s)'ın kılıç çekerek, İmam Hüseyin (a.s)'ın hiçbir zarara ugramadan Medine vali-sinin sarayından uzaklaştırılması, Yezid'e ulaşmış olmalı ki, Şam'da öfkelenir ve bu olayları sonuçlandırmak amaciyla Imam Hüseyin (a.s) ile Abbas'tan mutlaka biat alınması kara-rını alır.

İmam Hüseyin (as) Medine'den Ayrılıyor

Hüseyin b. AN (a.s) kardeşlerini, bacılarını ve diğer aile bireylerini alarak hicri 60. yılın 28 Recep akşamı Medi-ne'den ayrıldı. Altı günlük bir yolculuktan sonra

1 - Bihar'ul- Envar, c. 44, s. 329

77

Şaban ayının üçünde Mekke'ye ulaştı. Yaklaşık Zilhicce ayının seki-zine kadar orada ikamet ettiler. Orada bulunan tanınmış, ö-nemli ve belli başlı kişilerle toplantılar, görüşmeler ve fikir alış verişinde bulundular. Ama İmam Hüseyin ve Hz. Abbas için Allah'ın haremi olan Kâbe'nin hürmeti her şeyden daha önemliydi. Kâbe'nin yanında onların kanı dökülmemeli ve Allah'ın hareminin hürmeti korunmalıydı.

Ibn-i Abbas şöyle diyor: Imam Hüseyin (a.s) kendisi gibi, Yezid'e biat etmemek için Medine'den Mekke'ye gelen Ab-dullah b. Zübeyr'e şöyle buyurdu: "Babam M şöy/e buyu-ruyordu: "Birileri Mekke'de öldürülürse Kâbe'nin ihtiramı yok olmuş olur ve ben o kimse olmak istemiyorum." Yıne, eğer Mekke şehrinden bir kanş dahi olsa dışanda öldürül-mem, onun içinde öldürülmemden daha iyidir. Zira ben biliyorum ki, Beni Ümeyye hedefıne ulaşmak için nerede olursam olayım, bana ulaşacaklardır. Yahudilerin, cumar-tesi ğününe ihtiramsızlık ve Allah'ın emrine tecavüz ettikeri ğibi Beni Ümeyye de, Nlah'm kanunlannı korumayacak ve bana ZLilüm ve sitemde bulunacaklardır."1

İmam Hüseyin (a.s), yaklaşık 125 gün Mekke'de ikamet ettikten sonra, Allah'ın emin hareminden ayrılmak zorunda kalmıştır. Imam Hüseyin, Hz. Abbas ve beraberlerinde bulu-nan kişiler (ki yaklaşık 200 kişi civarında idiler) hangi yolda, niçin hareket ettiklerini ve sonuçta Allah yolunda şehit olacaklarını biliyorlardı. Tabi, Mekke'de de bazı insanlar Imam Hüseyin ve Hz. Abbas'a, Yezid'le karşı karşıya gel-memeleri için, Kufe'ye gitmemelerini tavsiye ediyorlardı. Ama onlar büyük bir hedef peşindeydiler, o hedefe ulaşma-dan rahat

1 - Tarih-i Taberi, c. 4, s. 289

78

edemezlerdi. 0 hedef, İslam dinini Yezid gibi din tanimazin tahrifinden korumak hedefiydi. Bunun için ne pahasina olursa olsun ona biat etmeyeceklerdi.1

İmam Hüseyin (a.s)'ın Diğerlerinden Farkı

Tarih boyunca AN taraftarlarimn Muaviye ve yandaş-larıyla anlaşmadığı ve her birinin ayri hedeflerinin olduğu herkesçe bilinmektedir. Yine, Hz. Hüseyin'in Hz. Ali'nin yolunu, Yezid'in de Muaviye'nin yolunu izlediği bilinen gerçeklerdendir. Hz. AN (a.s)'ın takipçisi olan Imam Hii-seyin (a.s), Medine'den ayrihrken bu mukaddes kiyami-nin hedefini şöyle açıklamışlardır: "Ben ceddimin ümme-tini ıslah etmek için kıyam ediyorum. Amacım, sadece iyi-liği emretmek ve kötülükten sakındırmaktır. Ben ceddim Resulullah ve babam Ali'nin gittiği yoldan gitme niyetin-deyim." 2

Görüldüğü gibi, Imam Hüseyin (a.s) ve Hz. Abbas (a.s), babalarmin gittiği yoldan gitmekte ve Kur'an'm nurani yolunu takip etmekteydiler. Onlarm kiyamimn maksadi, mevki ve makam elde etmek değil, zalimin zul-miine dur diyerek, Rabbin nzasmi kazanmakti. Imam Hüseyin (a.s) Mekke'den yaşlı gözlerle ayrihrken bu hedefini şöyle beyan ediyordu:



"Biz Ehl-i Beyt, Allah'm nzasmi dikkate ahr; Allah'm razı olduğu şeylere, biz de nza gosteririz. Bu yolda bize u-laşacak olan belalara karşı da, sabırlı oluruz. Allah da sabredenlerin karşılığını mutlaka bize verecektir." 3

1 - Lühuf, s. 31; Bihar'ul- Envar, c. 44, s. 374

2 - Bihar'ul- Envar, c. 44, s. 329

3 - Bihar'ul- Envar, c. 44, s. 367; Lühuf, s. 25

79

Daha önce de belirttigimiz gibi Imam Hüseyin (a.s)'ı Irak ve Kufe'ye doğru hareket etmekten ahkoymak iste-yenler vardi. Bunlardan birisi de Abdullah b. Cafer idi. Taberi ve Ibn-i Esir'in, Imam Seccad (a.s)'dan naklettikle-rine göre, Imam Hüseyin (a.s)'in hareketinden sonra Ab-dullah, oğulları Avn ve Muhammed ile gönderdiği mektup-ta şöyle diyordu: "Seni Allah'a and veriyorum ki, bu mek-tubu ahr almaz kararindan vazgeçip Mekke'ye dön. Zira bu yolculukta sizlerin (sen ve çocuklarının) öldürüleceğinden korkuyorum, sen hidayet bayrağı ve müminlerin ümidisin, senin ölümünle Allah'ın nurunun sönmesinden endişe-leniyorum. Hareket etmekte acele etme ki, ben de sana u-laşmak için hareket edeceğim."1

1 - Tarih-i Taberi, c. 4, s. 29; Kamil-i İbn-i Esir, c. 3, s. 277

80

İkinci Fasıl:

Kerbelaya Doğru Yolculukta Konaklanilan Yerler

Kerbela Kafilesi Salebiyye Konağında

İmam Hüseyin (a.s)'ın kafilesi, "Huzeymiyye" ve "Zerud" denen mekânları geride bıraktıktan sonra "Sale-biyye" denen yerde konakladilar. Buradaki olaylardan en önemlisi, Muslim b. Akil ve Hani'nin şahadet haberlerinin Imam (a.s)'a ulaşmasıdır. Bu olayi Taberi ve diğer tarihçiler, Abdullah b. Muslim'den şöyle naklediyorlar:

Kufe halkından olan Ibn-i Selim şöyle diyor: Arka-daşlarımla beraber Hac merasimini bitirdikten sonra Imam Hüseyin (a.s)'ın kafilesine ulaşmak ve onun işlerinden ha-berdar olmak istiyorduk. Derken, "Zerud" denen yerde I-mam'in kafilesine ulaştık. Bu konakta Kufe'den gelmekte olan Bekir adında bir şahsı gördük. Şehrimizin durumunu sorduğumuzda şöyle cevap verdi: "Allah'a andolsun ki, Muslim b. Akil ve Hani'yi şehit ettiklerini ve o iki şehidin bedenlerini Kufe sokaklarında dolaştırdıklarını gözlerimle gördüm."

Ibn-i Selim diyor ki, bu haberi alır almaz Imam Hüseyin (a.s)'ın kafilesine ulaştık ve güneş batımında "Salebiyye" denen yere vardık. Burada Imam (a.s) ile yakından görüştük ve Muslim ile Hani'nin şahadetlerini Jmama haber verdik.

Ibn-i Selim şöyle devam ediyor: Imam (a.s) bu haberi duyunca; "İnna lillah ve inna ileyhi raciun" dedi ve göz-

81

yaşları yanaklarından akıverdi. Beni Haşim kadınlarından ağlama sesleri yükseldi. Bu arada Ibn-i Selim, Muslim ile Hani'nin şahadetlerini delil göstererek Jmam'a: "Ey ResuluNah'ın oğlu! Böylece sizin Kufe'de taraftarlarınızın olmadığı aşikâr oldu. Eğer buradan geriye dönerseniz, sizler için daha iyi olur" dedi.

Bu arada Akil oğullan, Müslim'in kanının yerde kalma-yacağını, öcünü alacaklarını veya onun gibi şehit olacaklarını söylüyoıiardı. Konuyla ilgili başka görüşler belirtenler de vardı, ama herkes, son sözü Imam (a.s)'ın söyleyeceğine ve son kararın Imam (a.s) tarafından verilmesi gerektiğine inanıyordu. Nitekim Imam (a.s) da görüşünü açıkladı ve şöyle buyurdu:

Yani, "Bunlardan sonra (Muslim ve Hani) yaşamakta hayıryoktur."1

Yine, bu konaklama yerinde birisi, Imam (a.s)'in huzuruna gelerek, Hazretten;

"0 gün her kavmi kendi imamiyla çağıracağız"2 ayetinin tefsirini sordu. Imam Hüseyin (a.s) da şöyle cevap verdi: "Evet, Öyle imam ve rehber vardır ki, halkı doğru yola, saadet ve hayra davet eder; bir grup ona evet der ve onu takip eder. Öyle rehberler de vardir ki, halki batila ve bedbahtlığa davet eder; bir grup da onlara evet der. Birinci grup cennette, ikinci grup ise cehennemdedir. Allah'm; "Bir grup cennette, bir grup da cehennemdedir" 3 ayetinin anlami da budur."1

1- Ensab'ul- Eşraf, c. 3, s. 168 Tarih-i Taberi, c. 4, s. 300; Kamil-i İbn-i Esir, c. 3, s. 278; İrşad-ı Müfid, s. 205

2 - İsra suresi 71. ayet

3 - Şura suresi 70. ayet

82

Kerbela Kafilesi Şukuk Konağında

Imam Hüseyin (a.s) Irak topraklarına yaklaştıkça her geçen gün daha fazla Irak ve Kufeli insanlarla karşıla-şıyordu. Yine, "Şukuk" denen konaklama yerine geldik-lerinde Kufeli biriyle karşılaştı. Ona Kufe'de olup bitenleri ve halkın düşünce ve görüşlerini sordu. 0 ise şöyle cevap arz etti. "Ey Resulullah'm evladi! Kufe halki size muhalefet ve düşmanlık hususunda bir araya gelmiş, sizinle savaşma konusunda söz birliği etmişlerdir."

Imam (a.s) ise cevap olarak şöyle buyurdu: "Başa ğele-cek şeyler Allah tarafındandır. 0 neyi uygun ğörürse onu yapar, Allah'in her gün için özel ve has bir iradesi vardir."

Daha sonra dünyayı yeren şöyle bir şiir okudu:

"Bu dünyanın yaşayışı bazıları için ğüzel ve değerlidir. Ama ödüllerin verildiği cihan daha ğüzel, daha değerlidir.

Eğer mal ve servet birğün insandan ayrılacaksa, kişi böyle birserveti toplamak için haset etmemelidir.

Eğer rızklar takdir ve taksim edilmisse, kişi servet ka-zanmakta hırslı olmamalıdır.

Eğer bu bedenler ölmek için yaratılmış ise, Allah yolun-da ölmek daha ğüzeldir.

Selam olsun sizlere ey Peyğamber ailesi, yakında aranızdan ayrılacağım."2

Bu şiiri, İmam Hüseyin (a.s)'ın başka yerlerde oku-duğu da rivayet edilmiştir.

1- Emailiyi Şeyh Saduk, s. 53, Makalat-i Hüseyin, Merhum Mukerrem, s. 91

2 - İbn-i Asakir, s. 161 Maktel-i Hüseyin, s. 91 - 92.

83

İmam Hüseyin (a.s) Zübale Konağında

Kerbela kafilesi "Şukuk' konağından ayrılıp "Zü-bale" denen yere ulaştığında, Kufe'den Imam (a.s)'ın taraftarlarından birinin göndermiş olduğu mektupla, resmen Muslim, Hani ve Abdullah b. Yaktur'un şaha-det haberleri imamin eline ulaştı. Bunun iizerine Imam (a.s) dostlarma, elinde mektup olduğu halde şöyle bu-yurdu: "Muslim b. Akil, Hani ve Abdullah b. Yak-tur'un şehid edildikleri ve taraftarlarimizm bize yar-dim etmekten kaçındıkları haberini almış bulunuyoruz. Buradan sizlerden dönmek isteyenler dönebilirler ve bizlerin sizin üzerinizde hiçbir hakkımız yoktur."

1

Böylece Imam (a.s), oradakilerin serbestçe karar vermelerini sağlamak amacıyla, biatini oradaki insan-lann üzerinden kaldırmış bulunmaktaydı.

İmam'ın Önerisinin Netice veSebepleri

Meşhur tarihçilerden Taberi ve Şia'nın en büyük âlim-lerinden olan Şeyh Mufid (r.a), Imam (a.s)'m sözlerini naklettikten sonra bu önerinin neticesi ve sebepleri hak-kında birbirine yakın görüşler beyan etmişlerdir.

Örneğin; Taberi şöyle yazıyor: İmam Hüseyin (a.s), yol boyunca kendilerine katılanların birçoğunun, gideceği yer-de halkm ona itaat edeceği ve emirlerine boyun eğeceğini sandıklarından kendisine katildiklarim biliyordu. Bu yiiz-den imam (a.s), bu grubun olup bitenlerden habersiz olarak kendisiyle gelmelerini istemiyordu. imam (a.s), gerçekleri öğrendikleri

1 - Tarih-i Taberi, c. 4, s. 300; İrşad-ı Müfid, s. 205.

84

takdirde, kendisine yardımda kararh olan bir grubun dışında, diğerlerinin bu yolculuktan vazgeçeceğini de biliyordu. Bu nedenle Imam (a.s) olup bitenleri yamnda-kilere eksiksiz olarak bildirerek, böyle bir öneride bulundu ki, herkes kendi kararim kendi versin.

Ünlü tarihçi Taberi, bu önerinin neticesini de şöyle açıklıyor: Imam Hüseyin (a.s)'ın bu açıklamasından sonra kendisiyle bulunan topluluk grup grup dağıl-maya başladı ve sadece Medine'de kendilerine katılan muhlis taraftarları kaldı.

Evet, Imam (a.s) bu öneri ve açıklamaları, sadece bir yerde değil, aksine bütün konakladıkları yerlerde beraberinde olan insanlara açıklamış ve onlarm karar vermede serbest olduklarim bildirmiştir.

Abdullah b. Yaktur'un Şahadet Olayı

Ibn-i Hacer "Isabe" adh eserinde Abdullah'm şaha-detini özetle şöyle naklediyor: Imam Hüseyin (a.s) Mekke'den hareket ettikten sonra, onu bir mektupla, daha önceden Kufe'ye giden Miislim'in yanına gön-derdi. Abdullah "Kadisiyye" denen yerde Hasin b. Numeyr tarafindan yakalanarak Kufe'de Ubeydullah b. Ziyad'ın yanına gönderildi. Ibn-i Ziyad, Abdullah'tan kürsüye çıkarak Müminlerin Emiri Ali (a.s) ve Hiise-yin b. Ali (a.s)'a hakaret etmesini ve kötü beyanlarda bulunmasmi istedi. Abdullah kürsüye çıkarak verilen emrin aksine, Beni Ümeyye hanedanını yeren sözler söyledi ve Müminlerin Emiri Ali (a.s)'ı övgüyle ana-rak şöyle dedi: "Ey halk! Ben Fatıma oğlu Hüseyin'in elçisiyim. Sizlere gelmemdeki amaç, ona yardımda bulunmamz ve Mercane'nin oğlu

85

(İbn-i Ziyad) karşısında kıyam etmenizdir."

Bu sözleri duyan Ibn-i Ziyad, onun, elleri arkadan bağlanmış bir şekilde saraym üzerinden aşağı atılması-nı emretti ve onu saraym üzerinden aşağı attılar. Henüz ruhu bedeninden ayrılmamıştı ki Abdullah, Melik b. Umeyr adında gözü dönmüş bir katil tarafm-dan mübarek başı bedeninden ayrıldı. Böylece sevdik-leri ve aruzu ettiği insanlara kavuştu.

İmam (a.s)'in Kafilesi Batn-i Akabe Konağında

Kerbela kafilesi "Zübale" konağından ayrıldıktan sonra, "Batn-i Akabe" denen yerde konakladı. İbn-i Kuleveyh'in İmam-ı Sadık (a.s)'dan, diğer hadisçi ve tarihçilerin de başka kanallardan nakillerine göre, İ-mam Hüseyin (a.s) bu konaklama yerinde görmüş olduğu rüya munasebetiyle dostlarma ve ashabma şöy-le buyurdu: "Ben kendim için şehit olmaktan başka bir şey düşünmüyorum. lira rüya âleminde birkaç köpe-ğin bana saldırdıklarını ğördüm, bunların en kötüsü alacalı bir köpekti."1

Merhum Müfid, "İrşad" adlı eserinde şöyle diyor: İmam (a.s)'ın sözlerinden sonra Ekrem'e kabilesinden olan ve bu konakta İmamla karşılaşan, Amr b. Lavzan adında yaşlı bir adam, İmam (a.s)'a: "Nereye gitmek istiyorsunuz?" diye sordu.

İmam (a.s): "Kufe'ye doğru" diye cevap verdi.

Amr b. Lavzan şöyle dedi: "Allah aşkına buradan geri dönünüz. Zira ben, bu yolculukta kılıç ve mızrak-tan başka bir şeyle karşılaşacağınızı

1 - Maktel-i Hüseyin, Merhum Mukarrem, s. 93.

86

zannetmiyorum. Eğer sizi davet edenler, size yardim hususunda her yönden hazır olurlarsa, o zaman onlara doğru hareket edersiniz. Ama vaziyet bundan ibaretken, kendinizin de tahmin ettiği gibi, ben onlara gitmenizi, asla doğru bulmuyorum."

Imam (a.s) bu yaşlı adamın cevabında şöyle buyur-du: "Ey Allah'in kulu! Senin anladığın mesele benim için de açık ve nettir. Ama Allah'm takdiri değişmez. Bunlar benim kanımı dökmedikçe durmayacaklardır. Bu kötü amellerinden dolayı da Allah onlara o'yle biri-sini musallat edecek ki, zilletin en acısmı onlara tatti-racak ve onlar biitiin milletlerden daha aşağı bir ko-numa düşeceklerdir."1

İmam (a.s)'ın Kafilesi Şeraf Konağında

Imam Hüseyin (a.s)'ın kafilesi "Şeraf' denen yere ulaştığında, Jmamın hareketini önlemek için görev-lendirilen Hürr b. Yezid-i Riyahi komutasındaki bin kişilik bir ordu da oraya ulaştı. Bu konakta Imam (a.s) Hürr'ün askerlerine hitaben iki konuşma yaparak ken-disinin ve Beni Ümeyye ailesinin konumunu açıklığa kavuşturarak, hareketinin hedeflerini açıkça beyan etti.

Tarihte nakledildiğine göre, Şeraf konağında İmam (a.s)'ın yanındakiler, erkenden Fırat'tan su almak için hareket ettiler ve şayet Imam'ın özel emriyle olsa gerek, bu defa, her zamankinin aksine ihtiyaçtan daha fazla su aldılar. Öğlene doğru ise, Hürr ile bin kişilik bir ordu yorgun, susuz ve bitkin bir halde oraya ulaştı. Imam (a.s)'ın emriyle,

1 - İrşad-ı Müfid, s. 205.

87

susuzluk ve yorgunluktan bîtap olan bu orduya, Kerbela kafilesi tarafmdan su verildi, hatta atlarimn ve develerinin dahi susuzluğu giderildi, atlarimn boyun ve ayaklan suyla sivazlanarak serinle-meleri sağlandı. Aslında Imam (a.s) bu tavnyla, yarm Aşura günü düşmanın sergileyeceği, altı aylık bebek-ten bile suyun esirgenmesi cinayetini bilircesine, bütün dünyaya insanlık dersi veriyordu.

Derken; öğlen namazının vakti oldu. Jmamla birlikte Hür-r'ün askerleri de namaza durdular. Namazın bitiminde ise j-mam (a.s), kılıcına yaslanmış bir halde, askerlere dönerek şöy-le buyurdular: "Ey insanlar! Benim sözlerim sizlere hüccet ve Allah'ın nezdinde benim ğörevimi yerine ğetirmemdir. Sizle-rin mektuplan ve elçileriniz bana ğelerek; "bizlerin Imam ve önderi yoktur, davetimizi kabul et ve bize dogru hareket et, umulur ki Allah senin vesilenle bizleri hidayet eder" dediler ve ben, bunlardan sonra size doğru hareket ettim. Eğer bu verilmiş sözlere bag// iseniz, size ğelmiş bulunmaktayım, benimie biat etinelisiniz. Benimie beraber olacaginiza dair beni inandirmalisiniz Eğer benim gelmemden rahatsiz olmuş iseniz, ben ğeldiğjm yere ğeri dönmeğe hazırım."1

Imam (a.s)'ın sözleri sona erdi, ama Hürr'ün ordusun-dan herhangi bir miispet veya menfi cevap gelmedi. Der-ken; ikindi namazi vakti yetişti ve yine bütün ordu j-mam (a.s)'a iktida ederek ikindi namazmi da beraberce kıldılar. Namaz bitiminde Imam (a.s) orduya dönerek ikinci konuş-masına başladı. "Ey insanlar! Eğer Allah tan korkuyor-samz, hakkin,

1 - Tarih-i Taberi, c. 4, s. 303; İrşad-ı Müfid, s. 207; Kamil-i İbn-i Esir, c. 3, s. 280

sahibinin elinde olması Allah7 hoşnut eder ve biz Peygamber Ehl-i Beyti olarak, halkin velayet ve rehberligine onlardan (Beni Ümeyye) daha layık ve mak-buliiz ki onlar haksiz yere makam iddiasinda bulunmuş ve her zaman zuliim, fesat ve Allah a düşmanlık yolunu seç-mişlerdir. Vine, eğer seçmiş olduğunuz bu yolda israr eder, bizden yüz çevirir ve hakkimizi tanimazsaniz ve mektuplar-da yazdiklarimzin aksine düşünüyorsanız, ben buradan ge-ri dönmeye hazınm."1

Imam (a.s)'ın sözleri bittikten sonra Hiirr; "Bizim, söylediklerinizden haberimiz yoktur" diye cevap verdi. Imam (a.s), ashabindan olan Ukbe b. Seman'a, iki hur-cun (torba) dolusu mektuplan getirmesini emretti.

Mektuplar gelmesine ragmen Hiirr yine de bunlar-dan haberinin olmadığını söyleyerek Imam (a.s) ile karşılıklı konuşmaya başladılar.

İmam (a.s)'ın Hür İle Konuşmasında Üzerinde Durduğu Noktalar

İmam (a.s), Ehl-i Beyt ve Peygamber ailesini güzel bir şekilde tanıttı. Onların temizliğini, taharetini ve Allah tarafmdan mukaddes kılındığını ve yine Allah tarafmdan velayet ve imamet makamına seçildiğini anlattı. Kendi muhalif ve düşmanlarının ise, ne kadar zalim, gaddar ve fasik insanlar olduklarim, dolayısıyla Allah'm düşmanı olduklarını beyan etti; onlara gelme-sini, kendi isteğiyle değil, daha ziyade onlarm istek ve daveti

1 - Tarih-i Taberi, c. 4, s. 303 ; Tarih-i İbn-i Esir, c. 3, s. 280; İrşad-ı Müfid, s. 207-208.

89

doğrultusunda gerçekleştirdiğini belirterek yol-culuğunun amacını onlara güzel bir şekilde açıkladı.

Elbette, Imam (a.s)'ın geri dönme isteği, Imam'ın artık kıyamdan ve Yezid hükümetine karşı koymadan vazgeçtiği anlamına gelmiyordu. Imam (a.s) geriye dönseydi dahi, bu kıyam başka bir noktada vuku bula-caktı. Zira onların göndermiş olduğu mektuplar, Imam (a.s)'ın zulme karşı kıyam etmesinin asıl nedeni olma-dığı gibi, Imam (a.s)'ın kıyamdan vazgeçmesini de sağlayamazdı. Ilaveten, eğer Yezid hükümeti, Imam (a.s)'ın hedefinde zerre kadar tereddüt ettiğini görse-lerdi, tarih boyunca lanetlenmelerine sebep olacak Kerbela cinayetini gerçekleştirmezlerdi.

Kerbela kafilesinin görüş ve hedefinde kararh oldu-ğunu gören Hürr, kafilenin geriye dönmesini engelledi. Ve Ibn-i Ziyad'm emirleri gelinceye kadar kendisine zaman kazandıracak bazı girişimlerde bulundu. Aym zamanda Imam Hüseyin (a.s) ve beraberindekileri ö-lümle tehdit eder gibi bir tavir ahverdi. Buna mukabil, hayatim, camm, malim ve evlatlarim Allah ve din yo-lunda gözden çıkarmış olan Imam Hüseyin ve bera-berindekiler tarafmdan sert tepkiler gördü. Imam bu arada Hüseyin (a.s) da, dünyayı ve ölüm korkusunu yeren; ölümün mert insanlar için zillet olmadığını, aksine şehit edilmek bahasma olsa dahi, iyilere yar-dimda bulunmak ve Allah düşmanlarına karşı koymak gerektiğini vurgulayan konuşmalar yaptı.

İmam'ın Kafilesi Beyza Konağında

"Şeraf" konağından sonra iki ordu birbirinin para-lelinde ve birbirlerini kollayarak hareket

90

ediyor, isti-rahat ve su yönünden uygun olan yerlerde konakhyor-lardi. Bu miisait yerlerden birisi de "Beyza" denen yer idi. Burada da Imam (a.s) firsati ganimet bilerek haki-katleri aniatarak kendi hedeflerini açıklayan konuşma-larda bulundu. Bu konuşmalarda Peygamber Efendi-mizin, tuğyan eden ve Allah'a baş kaldırıp helâlı ha-ram ve harami helal sayan zorba sultanlar karşısında İslam ümmetine yaptığı tavsiyelere değinerek bu gibi yöneticiler karşısında susmanın caiz olmadığını, kı-yamdan kaçıp suskunluğu seçenlerin de aynen isyan eden sultanlar gibi cezalandırılacağını belirtti. Konuş-malara devam ederek, Beni Ümeyye'nin dini değiştir-diğini, helâlı haram saydığını ve ceddinin dininin ko-runmasi gerektiğini vurgulayarak, kendilerinin bu açı-dan öncülüğe daha layık olduklanm açıklığa kavuştur-dular. Daha sonra Kufelilerin yazmış oldukları mek-tuplardan bahsederek, kendisine yardim edeceklerine dair söz verdiklerini anlattılar. Ama biatlerinden geri dönmüş ve pişman iseler de, babasi ve kardeşine de aynı şeylerin yapıldığını ve biatten dönüldüğünü karşı-sındakilere aniatarak bu olaylarm sadece onlarm ken-dilerine zarar vereceğini, şahsının, tarihte tekerrür e-den bu gibi olaylarla etkilenmeyeceğini beyan ettiler.

Kerbela Kafilesi Ruheyme Konağında

Burada konakladiktan sonra Ebu Hirr'e adinda bir Kufeli Imam (a.s)'m huzuruna gelerek O'na, Allah'm ve ceddinin hareminden dışarı çıkmasındaki amacının ne olduğunu sordu.

İmam (a.s) şöyle buyurdular: "Ey Ebu Hirr'e! Beni

91

Ümeyye, uyğun olmayan söz ve amellerle bana ihti-ramsızlıkta bulundular, mal ve servetimi yağmaladılar, buna rağmen sabrettim. Ama kanımı dökmek isteyince kendi şehrimden çıktım. Allah'a andolsun ki Ümeyye oğulları beni öldürecekler. Allah onları umumi bir zillet ve aşağılığa duçar kılacak ve kesici bir kılıca müptelâ edecektir. Allah onlara öyle birini musallat kılacak ki Seba Kavminden de daha aşağılık ve zelil bir duruma düşeceklerdir."1

İmam Hüseyin (a.s) ve kafilesi, böylece konaktan konağa, menzilden menzile Kerbela çölüne yaklaşı-yordu. "Ruheyme" konağından sonra "Beni Mekatil" denen konağa vardılar. Burada da Imam (a.s) karşılaş-tıkları insanlara hitaben bir takım konuşmalar yapmış, onlara kıyamının hedefini açıklamış, onların sorduk-ları soruları cevaplamıştır. Onlar da üzüntülerini be-yan etmenin yanı sıra bir takım önerilerde bulunmuş-lardır. Daha önce de beyan edildiği üzere, Imam (a.s) bu konuşmalarında, kıyamının en önemli hedefi olarak, Allah'ın kullarına karşı en acımasız, en katı bir yö-netim şekli sergileyerek, her türlü zülmü reva gören, Allah'ın dinine karşı da en katı düşmanlığı ortaya ko-yarak, elinden gelen hiçbir tahriften sakınmayan, ilahi değer namına hiçbir değer tanımayan, Allah'ın helâlını haram; haramını da helal ve mubah etme girişiminde bulunan ve hiçbir rezalet ve fesattan sakınmayan za-lim Yezid yönetimine karşı koymak, ne pahasına olur-sa olsun zalim karşısında boyun eğmemek olduğunu

1 - Maktel-i Hüseyin, s. 97; Lühuf, s. 62

92

beyan ediyor; kendisiyle birlikte olanlarm da ayni he-defi paylaştıklarını vurguluyordu.

93

Üçüncü Fasıl:

İmam Hüseyin (a.s)'ın Kafilesi Kerbela'da

Ubeydullah b. Ziyad, ordu komutanı olan Ömer b. Sa'd'ı, İmam Hüseyin (a.s) ve Abbas b. Ali (a.s) ile savaşması için Kerbela'ya göndermişti. Ömer b. Sa'd, ilk günlerde bu korkunç sorumluluğun altına girmek istemiyordu. Nitekim bazı bahaneler uydurarak bu o-laydan uzaklaşmak istemişti. Ama Yezid ve Ubey-dullah'tan gelecek olan tehlikeden korku içerisindeydi. Onun ordu komutanı olacağı dilden dile dolaşınca ba-zıları kendisine nasihatte bulunmaya çalıştılar. Bunlar-dan biri de kendi yeğeni olan Hamza b. Muğayre idi ki, imanlı ve dindar birisiydi. Dayısına çok dikkatli ol-masını ve elini İmam Hüseyin (a.s)'ın kanına bula-maması gerektiğini belirterek, dünyada hiçbir şeye sa-hip olmasa da bunun, ahirette adalet mahkemesi önün-de Imam Hüseyin ve yaranlarının kanıyla yargılanma-sından daha iyi olduğunu söyledi. Bu nasihat ve tavsi-yeler kendisinde etki bırakmış olmalı ki, Ömer b. Sa'd, adamlarından, Kesir b. Ubeydullah-ı Şa'bi'yi, buna muvaffak olamayınca da, Kurret b. Kays-ı Haznele'yi Imam Hüseyin (a.s)'a göndererek Imam (a.s)'ı buraya getiren asıl sebebin ne olduğunu öğrenmesini istedi.

İmam Hüseyin (a.s)'ın seçkin dostlarından olan Habib b. Mezahir bu şahsı tanıyarak Imam (a.s)'ın ça-dırına götürdü. Kurret, Ömer-i Sa'd'ın söylediklerini Imam (a.s)'a anlattı. Imam (a.s),

94

cevaben şöyle bu-yurdu: "Sizin şehrin insanları bana çok sayıda mektup yazdilar ve beni bu topraklara davet ettiler. Ama şu anda kararsız ve pişınan iseler ben de ğeri dönerim."

Bu haberi duyan Ömer-i Sa'd sevinerek savaşın durdu-rulabileceğini düşündü. Sonunda Ibn-i Ziyad'a şöyle bir mektup yazdi: "Kerbela'ya gelir gelmez Imam Hüseyin'e bir elçi göndererek, O'nun buralara geliş sebebini sordur-dum. 0 da Kufelilerin kendisine yazmış oldukları mek-tuplardan dolayı buraya geldiğini ve eğer Kufeliler söz-lerinden pişman iseler geri dönebileceğini bildirdi."

Ubeydullah b. Ziyad bu mektubu okuyunca, alay eder-cesine gülümsemeye başladı ve şöyle dedi: "Hüseyin, bizim elimizde esir olunca kurtuluş yolu aramaya başladı. Ama şunu bilmelidir ki, elimizden kurtulamayacaktır. Da-ha sonra Ömer-i Sa'd'a şöyle bir mektup yazdi:

"Mektubunu aldim ve durumdan haberdar oldum. Şimdi ise önemli konulardan biri olan Yezid'e biat meselesini Hüseyin ve yamndakilere açıkla. Eğer bu-nu kabullenir ve biat ederlerse, sonraki görüşümüzü açıklarız, ama ne olursa olsun hizh bir şekilde Hüse-yin ve dostlanyla su arasinda bir engel oluştur. Hüse-yin ve yamndakiler hatta bir yudum su dahi bulamaz olsunlar; aynen İslam'm mazlum halifesi Osman b. Avfan'a yapıldığı gibi. Bu mektubu alır almaz Ömer b. Haccac'm komutasmda olan piyade ve ath askerlerle Firat Nehrini kontrol altma al ki, Hüseyin ve bera-berindekiler            hiçbir            şekilde            sudan

yararlanamasınlar."

Bu mektubu alan Ömer-i Sa'd, emirleri bir bir uy-

95

gulamaya koyuldu. 0 yıl muharrem ayi yaza denk gel-diğinden öldürücü bir sıcak vardı. Bu arada Imam Hüseyin (a.s) ve yamndakiler, yanlarma almış olduk-ları suları bittiğinden dolayı, hem kendileri, hem de bi-nek ve yük taşımada kullandıkları hayvanları susuz-lukla çırpınıyordu. Özellikle küçük yavrular (Ali Es-ğer gibi ki heniiz bir yaşını doldurmamıştı) susamış, boğaz ve dudakları susuzluğun etkisiyle kurumuş ve patlamıştı.

Hz. Ebu'l Fazl'il-Abbas (a.s)'ın Su Getirmesi

İmam Hüseyin (a.s) ve kardeşi Hz. Abbas (a.s) bu konuda görüş alışverişinde bulundular ve gecenin ka-ranlığından yararlanarak yaklaşık otuz atlı ve yirmi yayayla birlikte Fırat nehrine inerek su kaplarını dol-durup çadırlara getirme kararı aldılar.1

Abbas (a.s)'ın su getirme hazırlıklarına koyulduğu bir sırada, düşman tarafından gelen bir ses, Imam Hüseyin (a.s) ve dostlarını muhatap alarak bir yudum suya bile izin verilmediğini ve susuzluktan öleceklerini duyurdu.

İmam Hüseyin (a.s) ve Abbas (a.s), gizli konuşma-larının düşmana iletildiğini fark edince, bu işi yapan için şöyle bedduada bulundular: "İlahi, bu şahsı susuz bir şekilde öldür ve onu her zaman için ğufran, bağış-lanma ve rahmetinden mahrum et."

Elbette Imam Hüseyin (a.s)'ın yanındakilerden

1- EI-Kamil-u fi't- Tarih, c. 2, s. 556; Ebsar'ul- Ayn, s. 27; el-Kamil-u fi't- Tarih, c. 3, s. 414; Nasih'ut- Tevarih, c. 2, s. 196

96

ba-zıları bu şahsı tanıyorlardı. Bu adam Kerbela ola-ymdan birkaç gün sonra Kufe sokaklannda gezerken kuduz bir köpek tarafından ısırıldı. Dolayısıyla o za-man çaresi olmayan kuduz hastalığına yakalandı. Bilindiği gibi, bu hastalığın ilacı, yillar ve asirlar sonra Fransiz bilgin Pastor tarafından bulunmuştur. 0 za-manlar öldürücü olan bu hastalık, ateşin yükselmesine ve asm susuzluga sebep uluyordu. Bu belaya duçar olan biri, her ne kadar su içerse içsin, susuzluğu daha çok artıyor ve ateşler içinde kalıyordu. Bu şahıs da su-suz bir şekilde kıyamette hesap vermek iizere, Azrail'e buyun eğdi. Zira Allah-u Teala, Imam Hüseyin (a.s)'ın bu şahsa olan bedduasını kabul etmişti.

Önceden alınmış karar doğrultusunda Hz. Abbas (a.s), yanma yardimcilanm da alarak, Fırat'a doğru i-lerledi ve suya ulaştı. Önceden de dediğimiz gibi, ne-hir Ömer b. Haccac tarafmdan piyadeler haricinde yaklaşık beş yüz atlı tarafmdan sarılmış ve Imam Hü-seyin (a.s) ile yakinlannin sudan faydalanması önlen-mişti. Bu arada Abbas (a.s)'in atmm ayak seslerini duyan düşman: "Kim o?" diye bağırdı.

Abbas (a.s)'la birlikte olanlardan Nafi b. Hilal-i Beceli admda biri: "Biz, mahrum ettiğiniz sudan içmek için geldik" diye cevap verdi.

Haccac: "Sen kimsin?" diye sordu.

Nafi yükseksesle kendisini tanıttı.

Haccac: "Siz Hüseyin'in adamlanndan misimz?" dedi.

Nafi: "Evet" dedi.

Haccac: "Sorun yoktur, doyuncaya kadar su içiniz, afiyet olsun ama Hüseyin ile Abbas'a bir

97

yudum dahi götüremezsiniz" dedi.

Nafi: Sinirli bir halde feryat ederek şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki Imam Hüseyin (a.s) susuz olduk-ça bizler bir yudum dahi su içmeyeceğiz. Biliniz ki, Hüseyin'in kardeşi Abbas da bizimledir."

Haccac: "Bilmelisiniz ki, burada çok askerimiz var-dir ve yaklaştığınız an hücum edeceğiz."

Derken; Abbas (a.s), kılıcını çekerek müdafaaya hazırlandı. Bu arada yardımcıları ve beraberindekiler-den bir kısmı, yirmi civannda su kabını suyla doldur-dular, diğerleri ise, onlan korumaya koyuldular. Çün-kü Haccac hücum emri vermiş ve çatışma başlamıştı.

Abbas (a.s)'m, Allah-u Ekber sesiyle düşmanın i-çine korku düşmüştü. Abbas, hem hücum eden düş-man atlılarını savıyor, hem de beraberindekileri koru-yordu. Su nehrini kuşatan düşman askerleri ise, her ne kadar onlann su götürmelerini engellemeğe çalışıyor-lardıysa da, Abbas (a.s)'ın şecaati ve korkusuz ham-leleri karşısında dağılmaya yüz tutmuşlardı. Nihayet, Abbas (a.s) ve beraberindekiler, yara almadan, salim bir şekilde sularıyla beraber çadırlara ulaştılar. Iste Abbas (a.s)'a "Sakka" ve "Ebu Kirba" lakaplarmm ve-rilmesi bundan dolayidir.1

Burada dikkat edilmesi gereken önemli konulardan birisi, Abbas (a.s)'m kendisinin susuz olduğu halde, I-mam Hüseyin (a.s) ve çocuklardan önce su içmeme-sidir. Bu, onun Imam (a.s)'a ne kadar sadık olduğunun göstergesidir. Bundan dolayı Abbas (a.s) susuzlara su veren anlaminda

1 - Bihar'ul- Envar, c. 44, s. 388

98

"Saki" olarak adlandırılmıştır. Zira onun su getirmek için harcadığı çabalar olağan üstü ve tehlike içermekteydi. Ama iş Allah için olduğu zaman mutlaka O'nun yardımına da mazhar olacaktır.

Abbas (a.s) başarılı bir şekilde çadırlara döndüğün-de Zuheyr b. Kayn O'na hitaben şöyle dedi: "Baban evleneceği zaman, nesep ve soy sop ilminden anlayan kardeşi Akil b. Ebu Talib'e kendisi için şecaatli bir ço-cuk dünyaya getirecek bir eş bulmasını istemişti. An-nen Ümm'ül- Benin de gerçekten Kerbela'da Imam Hüseyin (a.s)'a yardım edecek şecaatli bir evlat dün-yaya getirmiştir. Baban seni bu günlere saklamıştır. Sen Hüseyin'e, kardeşlerine ve Ehl-i Beyte yardımını esirgememelisin."

Bu sözleri dinleyen Abbas (a.s) şöyle buyurdu: "Ey Zuheyr! Böyle bir ğünde beni teşvik ettin." Ve gülüm-seyerek şöyle devam etti: "Allah'a andolsun ki bu za-lim düşmanlara şimdiye kadar şahit olmadiklan birşecaat örneği ğöstereceğim."

İmam Hüseyin (a.s)'ın Düşman Komutanı İle Görüşmesi

İmam Hüseyin (a.s), Ömer-i Sa'd'a elçi göndererek gece karanlığında iki ordu arasında görüşme önerisin-de bulundu. Ömer, bu öneriyi kabul etti ve yirmi koru-masıyla birlikte kararlaştırılan yere geldi. İmam Hüse-yin (a.s) da yirmi koruması ve ashabıyla birlikte oraya gitti. Ama Ömer-i Sa'd, İmam (a.s)'ın yanına gel-diğinde, İmam, yanındakilerden, Abbas ve Ali Ekber dışındakilerin geri dönmelerini istedi. Ömer de oğlu

99

ve kölesinden başkalarını geri gönderdi.

Imam ile Sa'd'ın oğlu Ömer arasındaki konuşmala-ra Abbas (a.s) da şahit idi. Bu görüşmeden sonra Ö-mer-i Sa'd, Kufe valisi İbn-i Ziyad'a şu mektubu yaz-dı: "Allah, kendi rahmeti ve lütfü ile savaş ateşini sön-dürdü. Ümmet arasında vahdet ve sulh oluştu. Imam Hüseyin bana buradan geldiği yere veya uzak yerler-den birine geri dönme sözü verdi. Normal Müslüman-lardan biri gibi, hiçbir işe karışmadan yaşamını sürdü-recek. O'nun bizimle ve bizim de O'nunla bir işimiz olmayacak. Bu durumda hem sizin istediğiniz olacak, hem de ümmetin."1

Burada şu hususa dikkat edilmelidir ki; Imam (a.s) bu gibi şeyleri Ömer'e söylemiş değildi. Tarih-i Tabe-ri'de de nakledildiği gibi bu, Ömer'in kendi algılaması ve konuşmalardan çıkarmış olduğu sonuç idi. Bu mek-tup Ibn-i Ziyad'ın eline geçince o, Şimr b. Zilcuşen Me bir görüşme yaparak onu mektubun içeriğinden haber-dar etti.

Şimr şöyle dedi: Hüseyin'den böyle bir öneriyi kabul etmemeliyiz. 0 bizimle savaşmak için geldi ve şu an bi-zim elimizdedir. Allah'a andolsun ki eğer Hüseyin'i serbest bırakırsak, biat için elini, müminlerin emiri Ye-zid'in eline vermeden, kudret ve izzete kavuşacak, senin ise güç ve kuvvetin kalmayacaktır. Hüseyin'in sözlerini kabul etmemelisin, kendisi, kardeşleri ve ashabı sana tes-lim olmalıdırlar, ister cezalandırır ister affedersin. Şimr'in bu önerisi, Ibn-i Ziyad'ın gururunu bir kat daha artırdı. Ve Ömer-i Sa'd'ı pasif ve ciddiyetsiz bulan Ibn-i Ziyad, ona şöyle bir mektup

1 - Bihar'ul- Envar, c. 44, s. 389

100

yazdı: "Ey Sa'd'ın oğlu! Ben seni Hüse-yin'e merhamet etmen, benim yanımda O'na şefaatçi olman ve O'nun hayatını koruman için göndermedim. Hüseyin'e karşı ciddi ol. Eğer 0 ve yanındakiler teslim olurlarsa, onları tutukla ve salim bir halde yanıma getir. Eğer boyun eğmezlerse onları öldür ve bedenlerini parça parça et. Hüseyin'in bedeni üzerinde atları koştur. Şunu da bilmelisin ki, eğer bizim emirlerimize amel edersen ya-nımızda büyük bir ödüle layık olursun. Ama bu emirleri yerine getirmezsen, ordunun komutasını Şimr b. Zilcu-şen'e bırak ki biz ona yapacaklarını bildirdik vesselam."1

Netice itibarıyla, Ibn-i Ziyad, böyle bir mektubu yazmış ve bunun yazılma emri de Yezid'den gelmiştir.

Bu arada Imam Hüseyin (a.s)'ın dostlarının az, karşı tarafın ise fazla olması, Şimr'i bir an evvel sa-vaşı başlatmaya itiyordu.

Şimr, Abbas (a.s)'ın Imam Hüseyin (a.s)'ın sağ ko-lu olduğunu, kendisi ve kardeşlerinin de Imam (a.s)'ın sözlerinden çıkmayacaklarım çok iyi biliyordu. Ama buna ragmen, Ibn-i Ziyad'ın yanında söz sahibi olup, Abbas (a.s)'ın annesi Ümm'ül-Benin'in yeğeni olan Abdullah b. Ebu Mehel denen şahsı da yanına alarak Ibn-i Ziyad'ın yanına gitti. Ve Ebu Mehel ile önceden anlaşmış oldukları meseleyi (ki Abbas ve kardeşleri için amanname istemek idi) şöyle dile getirdi: "Allah, emirin işlerini hayırlı kılsın, benim kız kardeşimin ço-cukları da Kerbela'da İmam Hüseyin ile beraberdir. E-ğer mümkünse onlar için bir amanname ve güven mektubu

1 - Bihar'ul- Envar, c. 44, s. 390

101

yazınız."

Bunları dinleyen Ibn-i Ziyad, bu öneriyi kabullendi. Zira biliyordu ki, eğer Hz. Abbas (a.s) bu öneriyi kabullenirse, Imam Hüseyin (a.s)'ın güçsüzleşmesine sebep olacak ve neticede Imam Hüseyin (a.s)'ın halk arasındaki nüfuzu azalacaktı. Bu tasavvurlarla mektu-bu yani aman nameyi yazdi ve Ubeydullah ile kölesi Kurman'ın Kerbela'da bu mektubu Abbas (a.s)'a sun-malan kararlaştırıldı. Mektup Abbas (a.s)'a ulaştığın-da onu okudu ve Kurman'a şöyle buyurdu: "Dayıma söyle ki: Bizim sizin amannamenize ihtiyacımız yok-tur. Allah'm aman ve koruması Sümeyye oğlunun (Ibn-i Ziyad) korumasmdan daha iyidir." Abbas (a.s), sergilediği bu tavırla ne derece yüce bir şahsiyete sa-hip olduğunu göstermiş oldu.

Evet, Şimr'in Ibn-i Ziyad tarafından getirdiği savaş emri Kerbela'da yeni bir sahnenin açılmasına sebep oldu. Bu arada Ömer-i Sa'd Şimr'e sinirlenerek şöyle dedi: "Yaziklar olsun! Allah seni evsiz kilsm ki evine dönmen bir daha sana nasip olmasin. Allah yüzünü karartsın ki, benim için kötü bir durum oluşturdun. Getirdiğin bu mektupla benim düzelttiğim şeyleri boz-dun. Artık düzelme ümidi kalmadı. Şunu da iyi bilme-lisin ki Hüseyin hiçbir zaman bize teslim olmayacaktir. Çünkü O'nun göğsünde Ali'nin kalbi çarpıyor."

Şimr ise şöyle yanıt verdi: Senin düşüncen nedir? Emirin emirlerini yerine getirip onun düşmanlarım öl-dürecek misin, yoksa kenara çekilip ordunun komuta-sim bana mi birakacaksm?"

Ömer-i Sa'd ona şöyle cevap verdi: "Işte bu maka-ma asla ulaşamayacaksın. 0 emirleri

102

kendim yerine getireceğim. Sen ancak piyade askerlerin komutani olarak kalacaksm."

Günlerden perşembe, öğleden sonra Muharrem ayi-nm dokuzu, Tasua günü ve Hicri 61. yil yine Şimr sahnede. Bu gözü dönmüş adam, Imam Hüseyin (a.s), Hz. Abbas ve yamndakileri görebileceği yüksek bir te-penin üzerine çıkarak yüksek sesle: "Bacımız Üm-m'ül-Benin'in çocukları nerededir?" diye bağırmaya başladı.

Bunu duyan Ümm'ül-Benin'in çocukları Abbas, Abdullah, Cafer ve Osman ona doğru ilerlediler. Abbas: "Ne istiyorsun, sözün nedir?" diye sordu. Şimr te-kebbürlü bir şekilde: "Ey bacımın çocukları! Sizler i-çin kurtuluş ve aman name getirmişim" dedi.

Abbas: "Allah sana ve aman namene lanet etsin, bizim için aman name ve kurtuluş var da Resulullah'ın oğlu için yok mu?"1 dedi.

Başka bir nakle göre ise, Şimr'in çağırmasından sonra başta Abbas (a.s) olmak üzere, Ümm'ül-Beninin çocukları ona cevap vermediler. Bu duruma şahit olan Imam (a.s) onlara: "Gerçi onlar fasıktırlar ama dayi-lannizdir, cevap veriniz" diye buyurdu. Onlar da I-mam (a.s)'m emrine itaat ederek Şimr'e: "Ne istiyor-sun?" dediler. Şimr: "Sizler âmândasınız, yanıma ge-lin ve kardeşinizle birlikte ölüme gitmeyin!" dedi.

Abbas (a.s) ve kardeşleri de ona: "Allah sana ve aman namene lanet etsin. Ne kadar kötüsün, sen ve ğetirdiğin şey ne kadar da çirkin bir şeydir. Bizler efendimiz ve kardeşimizi terk edip de senin

1 - Bihar'ul- Envar, c. 44, s. 391

103

aman namene mi sığınalım?" cevabını verdiler."1

Evet, Muharremin dokuzu olan Tasua günü öğlen-den sonra ikindi namazim Imam (a.s), kardeşleri, dost-ları ve Ehl-i Beyti ile birlikte cemaatle kıldı. Namaz bitiminde, Imam (a.s) kisa bir an için uykuya daldi, rüyada Allah'm Resulünü görmüş ve Peygamber (s.a.a) kendisine şöyle buyurmuştu: "Sen yakında bize ka-vuşacaksın."

Henüz Imam Hüseyin (a.s) uykudan uyanmamıştı ki, kardeşi Abbas (a.s) koşarak geldi ve İmam (a.s)'a: "Kardeşim! Düşman savaşı başlattı" dedi. Abbas (a.s), düşman atlılarının Imam Hüseyin (a.s)'ın çadırı önün-de dizildiklerini görmüştü... İmam Hüseyin (a.s), Ab-bas (a.s)'ın bir kısım atlılarla gidip onların hedeflerini ve ne yapmak istediklerini öğrenmesini istedi. Abbas (a.s) düşman süvarilerinin yanına yaklaştığında düş-man kuvvetleri komutanı, "validen emir geldiğini ve savaşın başlaması gerektiğini ve dolayısıyla ya bize teslim olur ya da savaşa hazır olursunuz" dedi.

Abbas (a.s) kendisinin bir şey diyemeyeceğini, bu konuyu kardeşi İmam Hüseyin (a.s)'a bildirmesi ge-rektiğini söyledi. Karşı taraftan olumlu cevap geldi ve İmam (a.s)'dan gelecek olan cevabı beklediler. Abbas (a.s) bu olanları İmam (a.s)'a anlattı ve görüş alış veri-şinde bulundular. Neticede İmam (a.s) Hz. Ebu-I Faz-I'e şöyle buyurdu:

"Onlann yanına dön, eğer başarabilirsen (bu ğece mühlet al) savaşı yanna ertelet ve onları bu akşam bizden defet (savaştan vazğeçir); ta ki bu

1- Umdet'ut- Talib, s. 357; Nasih'ut- Tevarih, c. 2, s. 209 210

104

ğece Rabbi-mize namaz kılalım, O'na dua edelim ve O'ndan mağ-firet dileyelim. Çünkü ben namazı, Kur'ân okumayı ve fazla dua edip mağfiret dilemeyi çok seviyorum."1

Hz. Ebu-I Fazl, onların yanına varıp bir gece müh-let istedi. Ömer-i Sa'd, bu teklifi kabul etmekte te-reddüt içerisinde olduğu için mevzuu ordunun ko-mutanlarına açıp onların görüşünü aldı.

Amr b. Haccac isminde olan komutanlardan biri şöyle dedi: "Subhanellah, eğer bunlar Deylem halkın-dan bile olsalardı, senden böyle bir mühlet istedikleri takdirde onlara olumlu cevap vermen gerekirdi. (Kaldı ki bunlar Peygamber (s.a.a)'in torunlarıdır.)"

Komutanlardan, Kays b. Eş'âs ismindeki bir şahıs da şöyle dedi: "Benim görüşüme göre de Hüseyin'in bu isteğine olumlu cevap vermek gerekir. Zira onun isteği, cepheden geri çekilmek veya yeni bir karar almak için değildir; Allah'a andolsun ki bunlar yarin senden daha önce savaşa başlayacaklardır.

Ömer-i Sa'd de: "Eğer mesele böyleyse niçin bu ge-ceyi onlara mühlet olarak vermeyelim?" dedi.

Çok konuştuktan sonra Ömer-i Sa'd, Hz. Ebu-I Faz-I'a şöyle cevap verdi: "Biz bu geceyi size mühlet veri-yoruz, eğer teslim olup Emir'in (Ibn-i Ziyad'ın) hük-müne boyun eğerseniz, sizi onun yanına götürürüz; aksi takdirde biz sizi kendi halinize bırakmayacağız. Sizin kaderinizi tayin eden savaş olacaktır."

Böylece Imam (a.s)'ın teklifine muvafakat edilip

1 - Bihar'ul- Envar, c. 44, s. 392

105

Aşura gecesi Hazrete mühlet verilmiş oldu.

Imam Hüseyin (a.s) yine rüyasında bir grup köpe-ğin kendisine saldırdığını ve onlarm içinde haşin ve vahşi bir köpeğin olduğunu görmüştü. Imam (a.s), Şimr'i gördüğünde, onun bedeninde ve suratında bazı lekelerin bulunduğunu müşahede etti ve rüyasında gördüğü o acılı vahşi ve haşin köpeğin o olduğunu an-ladı.

106

Dördüncü Fasıl: Aşura Akşamı

İmam Hüseyin (a.s), yarın şahadet şerbetini içe-ceğini biliyordu. Dolayısıyla bütün dostlarını topla-yarak şöyle bir konuşma yaptı:

"Zorlukta ve kolaylıkta Allah a hamd ve sena ederim. llahi, sana hamd ediyorum ki bizi nübüvvetle değerli kıl-dın. Kur'an'ı bizlere öğrettin, dinini anlamayı bizlere na-sip ettin. Bizlere işiten kulak, ğören ğöz ve haberdar olan bir kalp verdin ve bizleri müşriklerden etmedin.

Ey dostlarım! Ben sizlerden daha iyi ve üstün bir ashap tanımıyorum. Kendi Ehl-i Beytimden daha iyi ve daha vefalı bir aile de bilmiyorum. Allah benden taraf sizlere hayırlar versin. Şunu da bilmelisiniz ki bu düşman ordusu bizlere bir ğünden fazla fırsat verme-yecektir. Dolayısıyla ben sizlere izin veriyor ve biatimi üzerinizden kaldırıyorum. Sizler burada kalmak ve ğitmekte özğürsünüz. Akşam olmuş ve karınlık çök-müştür, sizler bundan yararlanarak her biriniz ailem-den birisinin elinden tutarak buradan uzaklaşın, her-kes kendi şehir ve vatanına dönsün. Yine bilmelisiniz ki, bu düşmanların sadece benimle işleri var, bana u-laşırlarsa diğerlerine dokunmazlar."1

Böylece İmam Hüseyin (a.s) dostlarıyla vedalaşarak onlara teşekkür etti ve onlardan gece karanlığından ya-rarlanarak, canlarını kurtarmalarını istedi. Ama

1 - Tarih-i Taberi, c. 3, s. 317

107

henüz İmam (a.s)'ın sözleri bitmemişti ki, bu sözlerden etkilenen Abbas (a.s), içten gelen bir şevk ile şöyle seslendi:

"Ey benim İmamım ve efendim! Neden buradan gitmeliyiz? Senden sonra birkaç gün yaşamak için mi? Allah senden sonra bizleri yaşatmasın!"

Bu arada Imam (a.s)'ın dikkatini Müslim'in çocuk-ları celbetti, onlara dönerek: "Ey Akil oğulları! Sizler Muslim! kaybettiniz ve bu fedakârlık sizler için yeter-lidir. Ben sizleri serbest bıraktım, buradan gidiniz."

Onlar ise Imam (a.s)'ın cevabında şöyle dediler: "Bizler nereye gidelim? insanlar bizim için ne derler? Bizler kendi seyyid, efendimiz ve amca çocuklarımız-dan ki, Allah'm en iyi kullandirlar aynhp nereye gi-delim? Ve onlarla beraber düşmanlara ok, mizrak ve kılıçlarla saldırmayalım mi? Onları terk edip başlarına ne geldiğinden habersiz mi kalalım? Hayır, andolsun Allah'a ki can, mal ve hayatımızı sana feda edeceğiz, seninle birlikte savaşacak ve senin yanında şahadet şerbetini içeceğiz. Allah senden sonraki hayati bizlere mübarek kılmasın."1

Bu fedakârlıklar sadece Imam Hüseyin (a.s)'in akrabalanna ait değildi. O'nun bütün ashabında (ki, Imam (a.s)'in kendisi onlan en iyi ashab olarak adlan-dırmıştı) bu fedakârlık anlayışı mevcuttu. Örneğin: Muslim b. Avsece yerinden kalkarak: "Senden mi ay-nlalim? Allah'm yamnda imamet hakkimn eda edil-mesindeki özrümüz ne olacaktir? Mızrağımızı düş-manlarının göğsüne ve kılıçlarımızı

1 - Lühuf, s. 39

108

onların üzerine indirmeden Allah'a andolsun ki senden ayrılmayacağız. Eğer kılıcımız işlemez ve silahımız da olmazsa onlarla taşla savaşacak ve senin önünde can vereceğiz."1

Sa'd b. Abdullah-ı Hanefi de söyle dedi: "Allah'a andolsun ki, bizler senden ayrılmayacağız. Allah şahit olsun ki, bizler Resulullah (s.a.a)'in yokluğunda, senin hakkmdaki tavsiyesini yerine getirdik. Allah'a andol-sun ki öldürüleceğimi, tekrar dirilip yakılacağımı ve tekrar dirileceğimi ve bu işin yetmiş defa tekrarlana-cağını bilsem dahi, yine de sizden el çekmem ve kendi himaye ve yardimima devam ederim. Oysaki sadece bir camm vardir ki, Allah'm bağışıdır ve o böylece e-bedileşecektir."2

Zuheyr b. Kayn ise: "Allah'a andolsun ki, senin yolunda ölmeyi çok seviyorum, sonra dirilip tekrar öl-meyi ve bunun bin defa tekrar edilmesini istiyorum. Allah benim ölümümle senin ve Ehl-i Beytinin camm korusun" dedi.3 Böylece bu toplanti sona erdi.

Imam Zeyn'ul-Abidin (a.s) şöyle buyuruyor:

"Babam kendi çadırına giderek kihcim hazırlamak-la meşgulken aynı zamanda şu şiiri de okuyordu:

"Ey diinya! Yaziklar olsun sana ve arkadaşlığına, ne kadar uçurum ve yüksekliğin var!

Ne kadar dost ve arkadaşları öldürdün yine de kani olmuyor ve doymuyorsun!

Herkesin sonu Allah He buluşmaktır ve her

1 - Lühuf, s. 39; Bihar'ul- Envar, c. 44, s. 393 394

2 - Lühuf, s. 39; Bihar'ul- Envar, c. 44, s. 393 394

3 - Lühuf, s. 39; Bihar'ul- Envar, c. 44, s. 393 394

109

yaşayan insan sonunda benim ğideceğim yolu ğidecektir."1

Yine, İmam Zeyn'ul-Abidin (a.s)'ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

"Babam Aşura ğecesi çadırında birkaç dostuyla o-turmuştu. Ebu Zer'in kölesi Cevn, İmam (a.s)'ın kılıcı-nı hazırlamakla meşğul idi ki, babam yukarıdaki şiiri zemzeme ediyordu. Ben babamın bu şiirle söylemek is-tediğini (ki ölüm ve şahadetin haberini veriyordu) an-lamış idim. Gözyaşlarım akmaya başladı ama ağla-mamın önünü aldım. Fakat yatağımm yanında oturan halam Zeynep, bunları duyar duyınaz kendisini Imam (a.s)'ın çadırına ulaştırarak: "Way olsun bana keşke ölseydim de bu ğünleri ğörmeseydim, ey ğeçmişleri-min emanet ve yadiğârı ve ey ğeride kalanlarımın sığmağı, bütün azizlerimi buğün elden vermiş ğibiyim. Bu olay babaın Ali'nin annem Zehra'nın ve kardeşim Hasanın musibetini tazeledi" diyerek ağladı."

İmam (a.s), Zeyneb-i Kübra Hazretlerine teselli verdi ve sabırlı olması gerektiğini tavsiye ederek şöyle buyurdu:

"Ey bacım! Sabır ve tahammül yoluna sarıl ve bil ki herkes ölecektir. Göklerde olanlar dahi ölecek ve bütün mevcudat aradan ğidecektir. Yalnız dünyayı kendi kudretiyle yaratan ve bütün insanlan tekrar di-riltecek olan bir tek Allah kalıcıdır. Annem, babam ve kardeşim benden hayırlı idiler ve ahirete kavuştular. Ben, onlar ve bütün Müslümanlar

1 - Lühuf, s. 96; İrşad-ı Müfid, s. 215; Tarih-i Taberi, c. 4, s. 319

110

Allah'ın Resulünü izlemeliyiz ki 0 dahi öteki dünyaya ğöçmüştür."

Sonra öteki bacısı Ümmü Gülsüm'e, kızlarına ve di-ğer hanımlara dönerek: "Ey bacım! Ümmü Gülsüm! Fa-time! Rubab! Ölümümden sonra yüzünüzü yaralamayın, size yakışmayacak sözler söylemeyin." buyurdu."1

Aşura gecesi Imam Hüseyin (a.s)'ın çadırlarında ayrı bir canlılık, heyecan ve hareketlilik vardı. Biri sa-vaşmak için silahını hazırlıyor, diğeri Allah Me müna-cat ediyor ve bir diğeri Kur'an okuyordu.

Zahhak b. Abdullah Miisriqi o geceyi şöyle anlatı-yor: 0 gece Ömer-i Sa'd'ın askerlerinden, Imam Hü-seyin (a.s)'ın çadırlarını yoklamak ve gözetlemek a-macıyla etrafta dolaşan süvari askerler görülmekteydi. Bunlar çadırlarda neler yapıldığını gözetlemek ve du-rumdan haberdar olmak için etrafta gezinip duru-yorlardi. Onlardan birisi, Imam (a.s)'m sesini Kur'an okuduğunda duymuştu. Imam (a.s), Ali Imran sure-sinin 178 ve 179. ayetlerini okumakla meşgul idi:

"İnkâr edenler, kendilerine mühlet ve firsat verme-mizi, kendileri için hayırlı sanmasınlar. Onlara ancak günahlarını arttirmalan için firsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardir. Allah inananları şu bulun-

1- Tarih-i Taberi, c. 4, s. 319; Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 244; Ensab'ul- Eşraf (hulasa), c. 3, s. 186; İrşad-ı Müfid, s. 216; Maktel-i Harezmi, c. 1, s. 327

111

duğunuz halde birakmayacak, sonunda kirliyi temizden mutlaka ayirt edecektir..."

Imam (a.s)'ın bu ayetleri okuduğunu duyan düşman-lardan biri şöyle söylendi: "Allah'a andolsun ki bu iyi insanlar bizleriz ki, Allah bizleri sizden ayırdı."

imam (a.s)'m dostlarmdan bunu duyan "Bureyr" ileri çıkarak şöyle dedi: "Ey fasık insan! Allah seni pis ve temiz olmayan insanlar safinda karar vermiştir. Bizlere katıl olma büyük günahından tövbe et. Allah'a andolsun ki pak ve te-miz insanlar bizleriz." Karşı taraf ise, alaylı bir şekilde: "Ben de buna inaniyorum!" dedi ve ordusuna geri döndü.1

Abbas (a.s)'ın Kardeşlerini Meydana Göndermesi

Hz. Abbas (a.s), kendisinden önce kardeşlerini meydana gönderdi ve şöyle buyurdu: "Ey kardeşlerim! Meydana gidin, ben sizleri şehit olarak görmek istiyorum..."2

Başka bir rivayette de, Hz. Abbas'ın, kardeşlerine şöyle dediği yer almıştır:

113

Yani, "Ey annemin çocukları! Meydana gidin, sizleri Allah'a ve Resulüne yardim edenler olarak görmek istiyorum."

Hz. Abbas (a.s) Neden Kendisinden Önce Kardeşlerini Meydana Gönderdi?

Hz. Abbas (a.s)'m makammi anlayan birisi için bu so-runun cevabı aşikârdır. Tarih kitaplarmda bu konu için üç ihtimal verilmiştir:

1 - Tarih-i Taberi, c. 4, s. 320; İrşad-ı Müfid, s. 216

2 - Mekatil'ut-Talibiyyin, s. 82

3 - Mekatil'ut- Talibiyyin, s. 82

112

a)  Hz. Abbas (a.s) kardeşlerini kendisinden once gön-derdi. Zira onların şahadetleri için herhangi bir engelin çıkacağı endişesindeydi. Bu yüzden kendi sağlığında engeller çıkmadan onları şahadete göndermiştir.

b)   Hz. Abbas (a.s), kardeşlerinin şahadetlerini gö-rüp, acilarma katlanarak musibete sabretmenin mükâ-fatını almak istemiştir.

c)    Kendisinden sonra kardeşlerinin kaldığı takdirde Şimr'in, akrabalık aldatmacasıyla onlan, savaşmaktan vazgeçirebileceğinden veya yaralı halde kendisine cezp edebileceğinden endişeli idi. Şimr, bunu başar-saydı, Imam Hüseyin (a.s) ve arkadaşlarına önemli bir darbe vurmuş olacakti.1

1 - Nasih'ut- Tevarih, c. 2, s. 341

113

Beşinci Fasıl: Aşura Günü

İmam Hüseyin (a.s) Aşura günü sabah namazını as-habıyla birlikte kıldıktan sonra kendi emrinde olan ya-ranının saflarını düzene sokar. Askerlerin sağ kana-dına Zuheyr b. Kayn'ı komutan olarak görevlendirir. Sol kolu ise, Habib b. Mezahir adındaki cesur ve yiğit bir sahabesine bırakır. Bütün savaşlarda ordunun sem-bolü olan sancağı ise, Kerbela'nın en kahraman evladı ve Ali'nin sağ kolu olan Abbas b. Ali'ye verir.

İslam'da sancağa resmiyet kazandıran ilk kişi, Pey-gamber efendimiz (s.a.a)'dir. Onun sancağı kırmızı renkliydi ve onu en sevdiği amcası Seyyid'üş-Şüheda Hamza b. Abdulmuttalib'e vermişti. Yine Hz. Ali (a.s)'ın savaşlarında da sancağın önemli bir mevkii vardı. Mesela, Sıffin savaşında savaş başlamadan önce müminlerin Emiri Ali (a.s), komutanlarına tavsiyeler-de bulunur ve sancağı hiçbir zaman sahipsiz bırak-mamaları gerektiğini bildirirdi. Ondan hiçbir zaman ayrılmamalarını ve onu şecaatli ve kahraman insan-lardan başkalarına bırakmamalarını emrederdi. Zira sancak yenilgiyi önleyici unsurlardandır. Gerçekten zorluklara katlananlar onu daha iyi korur ve muhafaza ederler. Gerçek koruyucular, onu düşman arasında, önden, arkadan ve her taraftan koruyanlardır. Ne on-dan geri kalırlar ki düşmana teslim etsinler ve ne de

114

ondan ileri giderler ki onu sahipsiz biraksmlar.1

Imam Hüseyin (a.s) Kerbela'da sancağı öyle birinin eline verdi ki, Ali'nin, İslam'in, insanlığın, şerefli ve özgür insanların gurur kaynağıydı. Tarih boyunca ken-dini özgür niteleyenler, zamanlarimn zulmüne boyun eğmeyip yiğitçe bir hayat sürmek isteyenler, kendileri-ni ona benzetmeye çalışmışlardır. Işte bu, Ali'nin oğlu, Ali'nin gözü ve bileği olan Abbas (a.s) idi.

Nihayet; Aşura günü savaş başlamıştı. İslam asker-leri eşi görülmemiş kahramanlıklar gösteriyor ve düş-man askerlerini bir bir cehenneme gönderiyorlardı. Savaşın ilerleyen saatlerinde, Imam (a.s)'ın dostların-dan bir grup şehit oldular. Bu durumu gören Abbas b. Ali (a.s) kendi kardeşleri Abdullah, Cafer ve Osman'ı yanına çağırarak: "Hadi sizi ğöreyim, atılın ileriye, Allah ve Resulü yolunda nasıl fedakârlık ediyorsunuz ğöreyim" dedi.

Savaş sıcaklığını koruyor ve gittikçe şiddetleniyordu. Sadece savaşın zorluğu değildi, bir yandan da susuzluğun vermiş olduğu zorluk ve çocukların çektiği eziyetler vardı. Bunlara dayanamayan Imam Hüseyin (a.s)'ın sancaktarı Abbas, defalarca Jmamı (a.s)'ın huzuruna gelerek bu za-lim kavimle savaşma izni istedi. Ama İslam'ın şerefli sancağı kendisinde olup, Hakk'ın sancaktarı olduğundan her defasında Imamından menfi cevap alıyordu ve Imam (a.s) bu kahraman İslam askerine:

"Sen benim alemdarımsın" senin şehit olman,

1 - Nech'ül- Belağa, hutbe: 124, s. 234

115

hak ordusunun yenilğisi ve şeytan ordusunun başarısı o-lur" diyerek izin vermiyordu.

Ebsar'ul-Ayn kitabında şöyle yazıyor: Abbas (a.s) meydana gitmek için defalarca israrda bulunmasma ragmen imammdan menfi cevap almca şöyle dedi:

"Artık ğöğsüm daraldı ve hayattan doydum."

Bunun iizerine, Imam Hüseyin (a.s): "Eğer savaşmak için karar almışsan, öyleyse su ğetirmeğe çalış" buyurdu.

Abbas (a.s) bunu duyunca kılıcını kuşandı, atına bindi, su kaplarını alıp düşman ordusunu yararak kendisini Fırat nehrine ulaştırdı. Tulumu suyla doldurdu ve kendisi de su-suz olduğundan avucunu suyla doldurup içmek istedi. Ama o gerçek kahraman ve gerçek âşık, Imamına bağlılı-ğını bir kez daha dünyanın gözü önünde, tarihin yılmayan hakemliğinde göstermiş oldu. Jmamın ve Ehl-i Beyt aile-sinin susuz halini hatırlayarak avucundaki suyu ırmağa bırakıverdi. Evet, aslında mucize buna derler ki, Hz. Abbas bu davranışıyla en büyük mucizeyi gerçekleştirmiş oldu ve kendisini hitap alarak şöyle söylendi:

"Ey nefisJ Hüseyin'den sonra zf//et ve aşağılık olasın, O'n-dan sonra yaşamayasm.

Hüseyin şahadete doğnı gjderken, sen ınnağın serin suyunu mu içmek istersin?

Allah'a andolsun ki, bu dinimin müsaade etınediği bir şeydir."1

Kendisini unutup, yalnızca imamını ve imamının ço-cuklarını düşünen o eşsiz kahraman, doldurmuş

1- Ebsar'ul- Ayn,s. 30

116

olduğu su tulumunu da alarak atma binip çadırlara doğru harekete geçti. Ama büyük bir grup düşman atlısı tarafından önü kesildi. Düşman Abbas'ın, damarlarında dolaşan kanın A-li kanı olduğunu unutmuştu. Özel savaş taktiği ve şeca-atiyle çadırlara giden yolu açtı. Artık düşman ordusu onunla baş edemeyeceğini anlamıştı. Suyun çadırlara, Peygamber yavrularına ulaşmasını engellemek için pusu-lar kurmayı, kalleşçe arkadan vurmayı düşündüler. Nite-kim bir hurma ağacı arkasına gizlenen Zeyd b. Rikad adında bir habis, Abbas (a.s)'ın arkasından çıkarak kılıçla saldırdı ve ne yazık ki, sağ kolunu kopardı. Kolunun kop-masına rağmen, hedefinden vazgeçmeyen bu büyük zat, su tulumunu sol omzuna aldı. Bir yandan kılıcıyla düşma-nı defediyor, bir yandan da suyu çadıra ve mevlası Imam Hüseyin (a.s)'a ulaştırmağa çalışıyordu. Derken; hileci kavimden başka bir hile yine geldi. Aym hileci yöntemle Hekim b. Tufeyl adında başka bir gözü dönmüş saklan-dığı yerden çıkarak o cesur yiğidin sol kolunu hedef aldı. Böylece her iki kolu da kopmuş oldu. Kimin oğlu oldu-ğunu gösteren Abbas, babası AN (a.s)'ın Nehc'ul- Bela-ğa'da buyurmuş ve tekit etmiş olduğu gibi, sancağını ve bayrağını elinden bırakmamış ve onu yarah kollanyla da olsa havada dalgalandırmıştı. Bu haliyle bile suyu muha-faza eden Abbas, yine yoluna devam etmeye koyuldu ama düşmanlar artık bu kahramamn kollarimn olmadığını görünce onun üzerine yağmur gibi ok yağdırdılar.

Derken; su tulumu delindi ve bütün su yerlere döküldü. Göğsüne saplanan bir ok, artık Abbas'ın Allah'a ve sevdik-lerine doğru gitmesini ve şahadet şerbetini içeceğini müjde-lemiş oldu. Hareketten düşen Abbas,

117

bütün gücünü boğazında toplayarak şöyle haykırdı:

Yani; "Benden sana selam olsun ya Eba Abdullah! Ulaş bana."

Bütün gücü kaybolan Abbas (as)'a, son darbeyi vurmak için harekete geçilmişti. Zalimlerden birisi gürzle o mübarek kafasını hedef alınca, Hazret yere düştü.1

Böylece İslam'ın sancaktan Abbas (a.s), yaralar ve kanlar içinde şahadete erişti. Onun şahadeti Imam Hüseyin (a.s) ve Peygamberailesi için biryıkım mesabesinde idi. Nitekim Ab-bas'ın şahadetini öğrenen Imam Hüseyin (a.s) şöyle buyurdu:

Yani, "İşte şimdi belim kırıldı ve çarem tükendi." İmam Hüseyin (a.s) kardeşinin bedenine ulaştığında, he-nüz Abbas (a.s) yaşıyordu, gözlerinden kanları sildi. Abbas (as), kardeşi ve uğrunda can verdiği insanı bir kez daha görmek istiyordu. Böylece Abbas, Imam (a.s)'ın gözyaş-larının nasıl boşaldığını ve Imam (a.s)'ın nasıl ağladığını görüyor ve şu cümleleri buyurduğunu çok iyi duyuyordu:

Yani; "Allah sana en büyük ödülü versin, Allah'a andol-sun ki, Allah yolunda dhad ettin, savaştin ve hakkını eda ettin."

Çadırlarda bulunan hanımlar ve çocuklar da Abbas'ın şa-hadetinden haberdar oldular, üzüntüleri anlatılacak gibi değil-di. Ama Zeyneb'in haykırışları ve üzüntüsü farklıydı; "ey kardeşim Abbas, benim azizim, senden sonra neler göreceğiz" diye feryat ederek ağlıyordu.

Hasta olduğundan dolayı çadırlarda bulunan Imam Zey-n'ukAbidin (a.s) da Abbas'ın şahadetinden haberdar olur

1 - Nefes'ul- Mehmum, s. 178; Maktel-i Hüseyin, s. 174

118

olmaz, hasta yatağından kalkıyor ve asasinin yardımıyla kılıcını eline alarak düşmana doğru yürüyor. Bunu gören Imam Hüse-yin (a.s) yüksek sesle nida ederek şöyle buyumyor: "Eybaam Ümmü Gülsüm! Onugeri döndürünüz ve meydana ğelmesini enğelleyiniz. Zira eğerZeyn'ul-Abidin şehit olursa, yeryüzünde Muhammed (s.a.a)'in soyu kes///r."

Bunun iizerine, Imam Zeyn'uLAbidin (a.s) döndürülerek kendi çadırına getirildi. Böylece İslam karhamani Abbas (a.s) kanlar içinde şahadet makamına ulaşmış oldu. Bu büyük zatın katili, onu kalleşçe arkadan vuran Hekim b. Tufeyl idi. Hz. Ab-bas (a.s), kardeşlerinden sonra şehit oldu. Kardeşi Abdullah, Hani b. Subeyti Hazremi tarafindan, Cafer, Havli b. Yezid-i Esbehi tarafindan şehit edildi, Osman ise Huli'nin attığı okla yaralanmış ve Beni Aban kabilesinden biri tarafindan şehit edilmiştir. Abbas (a.s) şehit edildiğinde otuz dört yaşındaydı.1

Bu arada; Amr b. Şimr, Cabir'den, o da Hz. Imam Muhammed Bakir (a.s)'dan; Zeyd b. Rekad-i Cunhi ve Hekim b. Tufeyl'in, Hz. Abbas (a.s)'ı şahadete u-laştıran kimseler olduğunu buyurduğunu, rivayet et-miştir.

Ümm'ül-Benin'in Abbas (a.s)'a Ağıtları

Hz. Abbas ve beraberinde Kerbela'da şehid olan üç kardeşinin annesi olan Ümm'ül-Benin, Baki mezar-lığına gelip, oğulları için ağlardı, feryatlar eder, ağıtlar yapardı. Medine halkı da, başına toplamp onu dinler, yasına katılır, hüznüyle hüzünlenirdi. Öyle ki, hatta Ehl-i Beyt düşmanlarımn dahi, onun ağıtlarına ağladı-ğı rivayet edilmiştir. Örneğin: Mervan'ın elinde ol-

1 - Ensab'ut- Talibiyyin, s. 256; Umdet'ut- Talib, s. 356

119

maksızın onun ağıtlarına ağladığı nakledilmiştir.1

Hz. Abbas (a.s)'m Katilinin Akibeti

Zalimlere destek olup mazlumlarm haklarmi çiğne-yip kanlarını akıtanlar, ahirette azaba çarpılacakları gi-bi, bu dünyada da azaba çarptırılmaktadırlar.

Hz. Abbas (a.s)'m katili de bu kaideden istisna ol-madi. 0 da bu dünyada aşağılık bir vaziyete düşerek azabını tattı.

Kasım b. Esbeğ b. Nebate diyor ki: Bir gün Beni Eban b. Darem kabilesinden olan bir tanesini gördüm ki, sanki ön-ceden onu görmüş gibiydim. Yüzü simsiyahtı. Önce tamyamadim. Biraz dikkatlice baktiktan sonra onu tanıdım. Ona: "Ben seni daha once beyaz ve giizel bir çehre ile gör-müştüm. Ne oldu da böyle çirkinleşip siyahlaştın?" dedim. Adam: "İmam Hüseyin (a.s)'ın ashabından birisini öldür-düm. Alnında secde izi vardi. Çehresinden belliydi ki, Al-lah'm sevgili kuluydu. 0 geceden itibaren her gece riiyam-da mutlaka onu görürüm. 0, yakamdan tutuyor ve beni ce-hennem ateşine atıyor. Ben de dehşetle, çığlıklarla rüyadan uyanıyorum. Çığlıklarımla etrafımdakiler de uyanırlar. jşte bu rüyayı gördüğüm ilk günden itibaren yüzüm, gördüğün gibi simsiyah olmuştur" dedi.

Kasım: "Ondan öldürdüğü şahsın adını sorduğunda, ise o; "AN (a.s)'ın yiğit oğlu Abbas idi" diye cevaplar.

Kasım şöyle devam ediyor: "Gidip etraftakilerden ada-mm durumunu araştırdım. Komşuları: "0nun çığlık ve bağırtılarından bizler de rahatsızız" dediler.

Bu şahsın, yüzü siyah olduğu gibi, suya da

1 - Mekatil'ut- Talibiyyin, s. 60

120

doymadığı bildirilmiştir. Sonunda fazla su içtiğinden cehenneme vasıl olur.

Allah'ım, bu dünyada yaşadığımız sürece bizleri, Hz. Abbas (a.s)'ın dostları ile dost, düşmanları ile de düşman kıl. Ahiret yurdunda da, 0 Hazretin özel ilgisini bizlere na-sip et. Âmin ya Rabbel Âlemin.

121

4. BÖLÜM:

HZ. ABBAS (A.S)'IN FAZİLETLERİ

Birinci Fasıl:

Masumlarm Görüşünde Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)

Hz.Ali'nin Terbiyesinde Yetişen Hz. Abbas (a.s)

Abbas (a.s) öyle bir soydan gelmiştir ki, o soyun fazi-letleri herkes için gün ışığı gibi aşikârdır. Abbas (a.s), Al-lah'ın rahmetinin yayıldığı, en mukarreb meleklerin nazil olduğu ev olan, velayet ocağında dünyaya gelmiştir. Al-lah'ın aslanı, Peygamber (s.a.a)'in göz nuru ve en yakim, hatta Kuran'm hükmüyle özü ve cam olan, Miiminlerin Emiri Ali'yi Murtaza'nm terbiyesi altinda büyümüş olan bir İslam kahramamdir. Daha önce de dediğimiz gibi kah-ramanhk ve şecaat babasmdan ona miras kalmıştır. 0 da, İslam'm bekasi ve Allah'm dininin ayakta kalabilmesi için, Allah'm ona verdiği bu nimetin şükrünü şahadetle yerine getirmiştir. Zaten, böylesi fazilet abidesi bir kimse-nin terbiyesinde ve şeref manbai olan bir evde yetişen in-sandan bundan başkası da beklenemez. Onun büyüdüğü ev, kavgalarla dolu, saygi ve sevginin bulunmadığı, küfür ve fesat yuvasi olan bir ev değildi. Onun büyüdüğü ev, her gün bizzat Peygamber (s.a.a)'in uğradığı, değerli kızı âlemlerin en hayirli kadini ve onbir pak masumun annesi Hz. Fatime-i Zehra (a.s)'m dump dolaştığı, meleklerin iç-tima ettiği, cennet yemeklerinin bulundugu, sevgi, saygi ve itaatle dolu olan bir yuvaydi. Bu yuvanın yöneticisi olan, onbir pak masumun babasi, AN (a.s) da, onun ba-basıydı. Baba tarafmdan böyle bir şerefli nesebi olan Hz. Abbas (a.s)'m soyu,

124

anne tarafmdan da, değerli, şahsiyetli ve cesur insanlara ulaşmaktadır ki, bu konuya geçmişte değinmiştik.

Bundan dolayıdır ki İslam, evlilikte eşlerin seçimi-ne büyük önem vermiş ve genetik yoluyla anne ve babadan gelen özellikleri önemsemiştir.

Önceden de işaret edildiği üzere tarih, Hz. Ali (a.s) ile oğlu Abbas arasında geçen bir olayı şöyle anlatıyor: "Hz. Abbas (a.s), küçücük bir çocuktu; babasının yanında oturmuştu. Bu esnada Hazret, oğluyla sohbet etmeye başlar ve ondan "bir" demesini ister, o da "Al-lah birdir" der. Sonra "iki" söylemesini ister, Abbas (a.s) şöyle cevap verir: "Babacığım! Bir söyleyen di-limle iki demekten utanırım." 0 küçücük yavrusundan böylesi büyük ve hikmetli sözleri duyan Imam (a.s), onu kucaklayarak bağrına basar.1

İmam (a.s) ile Hz. Abbas (a.s) arasmda geçen bu konuşmalar onun hangi ortamda yetiştiğini, hangi özellik ve faziletlere sahip olduğunu bir nebze olsun bize göstermektedir.

İmam Hüseyin (a.s)'ın Görüşünde Hz. Abbas (a.s)

Burada Imam Hüseyin (a.s)'ın Abbas (a.s) ile olan ko-nuşmasının ufak bir bölümnü ele alacagiz. Bu kisa konus-ma, bir nebze de olsa, onun yüce şahsiyetini ve Allah katin-da olan üstün mevkiini kavramamıza ışık tutmaktadir. Ta-sua günü, düşman Ehl-i Beyt cadirlarma hücum ettiği anda, Imam (a.s), kardeşi Abbas'ı çağırarak şöyle buyurur:



----------------------

1- Müstedrek'ul- Vesail, c. 2, s. 635, c. 3, s. 815; Maktel-i Harezmi, c. 1, s. 122

125

Yani, "Kardeşim, canım sana feda olsun, atma bin de bunlarla miilakat et ve (bu hareketten) hedeflerinin ne olduğunu sor, öğren."

Imam Hüseyin (a.s)'ın Hz. Abbas'a yönelik olan bu hitap tarzı, insanı hayrete düşürmekte, kavrayış yete-neğini zorlamaktadır. Zira Masum Imam ve Allah'm yaratıklarına hücceti olan mukaddes bir zatin birine: "Canim sana feda olsun!" diye seslenmesi, öyle sira-dan bir konuşma tarzı değildir. Bu, karşı tarafın Allah katmdaki derecesinin yüksekliğine, makam ve mevkii-nin üstünlüğüne delalet etmektedir. Çünkü masumlar hiçbir zaman bu gibi konularda mübalağa etmez, ger-çekleri gerektiği gibi beyan ederler.

İmam Zeyn'ul-Abidin (a.s)'m Görüşünde Hz. Abbas (a.s)

Ebu Hamza-i Somali1 diyor ki: "Bir gün Ali b. Hüseyin (Zeyn'ul- Abidin) (a.s)'ın gözü Abbas b. Ali (a.s)'ın oğlu Ubeydullah'a takıldı; gözleri yaşardı ve şöyle buyurdu:

"Uhud ve Mute savaşları Peygamber (s.a.a)'in en zor günlerinden biriydi. Zira Uhud savaşında değerli amcasi Hz. Hamza (a.s) ve Mute savaşında da amca-oğlu Cafer b. Ebu Talib şehid olmuşlardır. Ama Aşura günü Imam Hüseyin (a.s) bundan da zor bir gün yaşa-maktaydı. Çünkü Aşura günü Kerbela'da Imam Hüse-yin (a.s)'ı otuz bin kişilik bir grup (ki kendilerini Müslüman biliyor ve Peygamber

1- Ebu Hamza-i Somali, İslam'ın büyük şahsiyetlerinden ve İmam Zeyn'ul- Abidin (a.s), imam Bakir (a.s) ve imam Cafer Sadık (a.s)'ın ashaplarındandır. İmam Sadık (a.s)'dan gelen nakle göre Somali kendi zamammn Selman'i idi.

126

yavrusuna kıyarak Allah'a yaklaşmak istiyorlardı, öyle ki Imam Hüseyin (a.s) onlara nasihat ve öğütte bulunuyor ama nafile ki hiçbir etkisi olmuyordu) zulCun ve sitemle şehit ettiler

Daha sonra şöyle buyurdu: "Allah rahmet etsin amcam Abbas'a; o tarn manasıyla fedakârlık yaptı ve ğirdiği imtihandan en iyi bir şekilde çıktı ve canını kardeşine feda etti; öyle ki, iki kolu da bu yolda kesildi. Allah, bu iki kolun yerine Cafer-i Tayyar'a verdiği ğibi ona da iki kanat vermiştir ki, meleklerle birlikte cennette (istediği yere) uçar."

Sonra Imam Zeyn'ul- Abidin (a.s) şu cümleyi söz-lerine ekledi: "Hz. Abbas (a.s), Allah-u Tebarek ve Teala indinde öyle bir makama sahiptir ki, kiyamet ğününde bütün şehitler ona ğıpta ederler."1

Konunun başında beyan edildiği gibi Imam (a.s), Hz. Hamza ve Hz. Cafer b. Ebu Talib (a.s)'dan bahse-derek, Hz. Abbas (a.s)'ın hayatını ve durumunu bu büyükşehitlerle karşılaştırıyor. Biz bu konuyu daha geniş bir şekilde ele almadan once bu iki büyük şehi-din konumuna kısaca değinmek, bu vesileyle tarihin böyle büyük insanlariyla kisa ve öz de olsa tanışmak ve onları hatırlamak gereğini hissettik.

Hz. Hamza (a.s)

Seyyid b. Tavus "et-Turef" adh kitabmda Hz. Re-sulullah (s.a.a)'den şöyle bir hadis naklediyor: Hz. Hamza (a.s) şehit olacağı günün akşamı, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Sen yakında

1 - Tenkih'ul-Mekâl, s. 1766; Sefinet'ul-Bihar, Hisal-i Saduk, c. 1, s. 68

127

ayrılacaksın, Allah senden İslam emirlerini ve imanm şartlarını sor-duğunda ne cevap vereceğini biliyor musun?"

Hz. Hamza: "Beni hidayet et, hak dini öğret" dedi.

Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurdu:



"Allah'ın birliğjne, Muhammed'in risaletine, Ali'nin ve-layetine, Hüseyin'in soyundan ğelecek imamların velaye-tine, Fatıma'nın bütün âlemlerin kadınlanndan üstün oldu-ğuna, kardeşin oğlu CafeN Tayyar'ın meleklerle cennette bulunduğuna, Muhammed ve Ehl-i Beyti'nin bütün insan-lardan üstün olduğuna tanıklık edeceksin."

Hamza (a.s) şöyle arz etti: "Şehadet eder ve tasdiklerim."

Efendimiz (s.a.a) tekrar buyurdu:



Yani; "Ve yine şehadet et ki sen, şehitlerin efendisi, Al-lah ve Resulünün aslanısın."

Hz. Hamza (a.s) bunları işitince, aklı başından gitti, dayanamayarak yere düşüp bayıldı. Kendine geldiğin-de Peygamber efendimiz (s.a.a)'in gözlerinden öperek şöyle arz etti: "Şehadet ediyor ve Allah'ı da tanık tutu-yorum. O'nun tanıklığı yeterlidir."

Hz. Ali (a.s) Hz. Hamza hakkında şöyle buyurmuştur: "Muhacir ve Ensardan bir ğrup Allah uğrunda şehit olmuş ve onların her birisi için Allah katında makam ve mükâfat vardır. Ama bizim şehid, şahadete ulaştığmda: "0, şehit-lerin efendisi ve önderidir" denildi ve Resulullah (s.a.a) o-nun cenaze namazında yetmiş

128

tekbir söyleyerek ona bir ayrıcalık, üstünlük tanıdı."

Hz. Ali (a.s) halife seçimi şurasında kendisinin haklılığına dair getirdiği deliller arasında şunu da bu-yurdu: "Sizleri Allah'a yemin veriyorum söyleyin, sizlerden amcam Hamza gibi birine sahip olan var mıdır? 0 Allah ve Resuliiniin aslani idi?"

Aynı şekilde Imam Hüseyin (a.s) da Aşura günü Kerbela'da şöyle buyurdu:

Yani; "Şehitlerin efendisi olan Hamza, benim amcam değil midir?"

Peygamber efendimiz (s.a.a) her zaman Hz. Hamza'nm fazilet ve makamına değinir, böylece herkesin onun Allah katmdaki değerini iyice aniamasini sağlamaya çalışıyor-lardı. Bu munasebetle bir gün şöyle buyurmuşlardır:

Yani; "Ey Ensar ğrubu! Ey Beni Haşim ve Abdu-Imuttalib ogullan! Ben Muhammed, Allah'in elçisiyim. Ben, Ali, Hamza ve Cafer Allah'm lütuf ve rahmetinin olduğu çamurdan yaratıldık."

Peygamber Efendimiz (s.a.a)'in Hz. Hamza'yi da, yaratılışında diğer varlıklara ayrıcalığı olanlar içerisin-de zikretmesi, onun ne kadar yiice bir makama sahip olduğunu çok mükemmel bir şekilde sergilemektedir.

Hz. Hamza (a.s)'ın Nuh (a.s)'a Tanıklığı

Imam Sadık (a.s)'dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

129

"Kıyamet ğünü olduğunda, Allah herkesi toplaya-caktır. Hz. Nuh (a.s), (hesap için) ilk çağırılacak kim-selerdendir. Ona: "Risaletini (halka) iblağ ettin mi?" diye sorulacak.

0: "Evet" diyecek.

Sonra ona: "Bu iddiana kim tanıklık edecek? Bunu nasıl ispatlayacaksın?" diye sorulacak.

Nuh (a.s): "Muhammed b. Abdullah (s.a.a)" diye yanıtlayacak ve sonra olduğu yerden kalkıp halkın arasından ğeçerek misk ve amberli olan bir yüksek-liğin (tepenin) üzerinde AH (a.s) ile birlikte oturan Peyğamberimizin yanına ğelerek şöyle arz edecek: "Allah benden, risaletini iblağ ettin mi?" diye sordu. Ben de: "Evet" dedim. "Şahidin kimdir?" diye buyur-duğunda ben: "Muhammed (s.a.a)'dir" dedim.

Bunun üzerine Peyğamber efendimiz (s.a.a), Hz. Hamza ile Hz. Cafer-i Tayyar'ı, Nuh (a.s)'m, risaletini iblağ ettiğine dair tanıklık etmeleri için ğönderecektir."

Hz. İmam Sadık (a.s) sözünün devamında: "Binaenaleyh Hamza ve Cafer, peyğamberlerin risaletini ib-lağ ettiklerine dair tanıklık edecek kimselerdendir" di-ye buyurdular.

Ravi, "Ali (a.s) neden bu tanıklık için gitmeyecek-tir?" diye sorunca, imam (a.s): "Hz. Ali (a.s)'ın maka-mı bundan daha yücedir." diye buyurdular."1

Hz. Hamza'yı Ziyaret Etmenin Önemi

"Mefatih'ul-Cenan" kitabında Şeyh Abbas

1 - Sefinet'ul-bihar, c. 1, s. 157

130

Kummi (r.a) şöyle yazıyor: Fahr'ul-Muhakkikin "Fahriye" risalesinde şunları yazmıştır: Hz. Hamza (a.s)'ı ve diğer Uhud şehitlerini ziyaret etmek müstahaptır. Hz. Resu-lullah (s.a.a)'den şöyle rivayet edilmiştir: "Kim beni ziyaret eder de amcam Hamza'yi ziyaret etmezse, şüp-hesiz bana zulüm ve cefa etmiştir."1

Hz. Fatima (s.a) da, babasi Resulullah'm vefatin-dan sonra her hafta pazartesi ve perşembe günleri, Hz. Hamza ve Uhud şehitlerini ziyaret için giderdi ve on-un mezarı başında gözyaşları akıtırdı.

Hz. Cafer-i Tayyar (a.s)

Hz. Cafer-i Tayyar (a.s)'ı tanımak için Peygamber Efendimiz (s.a.a)'den nakledilen şu rivayet yeterlidir: "Sen huy ve yaratılışta bana benziyorsun." Masum (a.s)'ın o yiice makamlan ile birilerini övmeleri o şah-sın makam ve menziletini en güzel şekilde açıklamak-tadır. Hz. Cafer-i Tayyar hakkinda da masumlardan övgüler görüyoruz. Örneğin: Hz. Cafer-i Tayyar'ın kardeşi olan Emir'ul-Müminin Ali (a.s) Nehc'ül-Belağa'da şöyle buyuruyor:



Yani; "Peygamber Efendimiz (s.a.a)'in yaranlarından bir kismimn elleri Allah uğrunda kesildi. Onlar için de makam ve fazilet vardir. Onlardan birisine yapilan bizlerden birisine de yapıldı. Ona cennette uçan ve iki kanat sahibi (Cafer-i Tayyar)

1 - Mefatih'ul- Cenan, Hz. Hamza (a.s)'m ziyareti, s. 603

131

denildi."1

Hz. Cafer-i Tayyar'm Peygamber Efendimiz tara-fından ne kadar sevildiğini gösteren şu olaya dikkat e-dilirse, kayda değer sonuçlar elde edilebilir:

Hz. Cafer-i Tayyar'm Habeşe'den Medine'ye gelişi "Hayber fethi" ile aynı günde olmuştu. Bunun üzerine Allah'm Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuşlardır:

"Bilmiyorum Cafer'in ğelişine miyoksa Hayber'in fethine mi sevineyim?"

Resulullah (s.a.a), Cafer-i Tayyar'a: 'Sana birhediye ver-memi ister misin?' buyurdu. Cafer-i Tayyar ise: "Evet, ya Re-sulullah!" diye arz etti. Halk Peygamber Efendimiz (s.a.a)'in ona Hayber ganimetinden altın veya gümüş vereceğini düşün-düler. Ama ona, içerisinde Allah'ı öven, anan ve takdis eden bir namaz öğrettiğini gördüklerinde şaşırdılar. 0 namaz, Ca-fer-i Tayyar namazı diye bilinmektedir.2

Peygamber Efendimiz (s.a.a)'in başka bir yerde de Cafer-i Tayyar (a.s) hakkında şöyle buyurduğu nakledilmektedir. "Halk çeşitli ağaçlardan yaratılmışlardır. Ama ben ve Cafer-i Tayyar bir ağaçtan yaratılmışız."

Allah-u Teala'nin Cafer-i Tayyar'daki Beğendiği Dört Sıfat

Ibn-i Babeveyh Imam Bakır (a.s)'dan şöyle nakle-diyor: "Allah-u Teala, Peygamber Efendimize şöyle vahyetti: "Ben, Cafer b. Ebu Talib'in dört sıfatını be-ğeniyorum." Hz. Resulullah (s.a.a) bunları Cafer'e sorduğunda Cafer şöyle dedi:

1 - Nehc'ül- Belağa, 28. mektup

2 - Mefatih'ul-Cenan.

132

"Ya Resulullah! Eğer Allah bunları sana bildirme-seydi, ben bunları açıklamayacaktım. Bunlardan birin-cisi şu ki; asla içki içmedim. Çünkü bununla aklımın yok olacağını biliyorum. Ikincisi; asla yalan konuşma-dım. Zira yalan insanın kişiliğini yok eder. Üçüncüsü; asla zina yapmadim, çünkü başkasının namusunu gö-zetmeyenin namusu gözetilmez. Dördüncüsü; asla puta tapmadım. Çünkü ondan zarar ve fayda umul-maz."

Peygamber efendimiz (s.a.a), eliyle Cafer'in sırtına vurarak şöyle buyurdu: "Allah sana iki kanat versin, sen meleklerle uçmaya layıksın."

Hz. Cafer-i Tayyar'ın Şecaat ve Cesareti

Mute savaşında İslam ve düşman ordusu karşı karşıya gelip safa dizildikleri zaman, Cafer-i Tayyar saftan ileri çı-karak askerlerine şöyle seslendi: "Herkes atmdan insin, piyade olarak savaşacağız." Bunu söylemesinin sebebi ise, herkes atmdan indikten sonra kaçamayacağını anlayıp düş-manla canı gönülden savaşacağı içindi. Herkesten önce kendisi atmdan inerek bayrak ve sancağı eline aldı ve her taraftan düşmana saldırdı. Savaş şiddetlenince kâfirler grup grup Cafer-i Tayyar'ın etrafını sararak saldırmaya başla-dılar. Önce sag kolunu kestiler. 0, sancağı sol eline aldi, o kolunu da kestiklerinde, sancağı kolları arasmda tutmaya çalıştı, tarn o esnada kâfirlerden birisi, onun beline kılıçla vurarak, şehit olmasına sebep oldu.

Hz. Abbas (a.s)'m, Hz. Hamza ve Hz. Cafer-i Tayyar'a Benzerliği ve Ayrıcalığı

Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'ın şahadeti Hz. Hamza ve Cafer-i Tayyar'ın şahadetine benzemektedir.

133

Bu-rada benzerlik yönünü ve üstünlük yönünü araştıracak olursak şöyle açıklamak mümkündür.

Benzerlik Yönü: Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s) Hz. Hamza ve Hz. Cafer'in sahip oldukları özelliklere sa-hipti. Zira Hz. Hamza ve Cafer-i Tayyar savaşlarıyla Peygamber Efendimize yardım ediyorlardı. Buna kar-şılık mükâfat olarak Allah onlara cennette meleklerle uçmayı ata eyledi. Aynı şey Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas için de verilmiştir.

Hz. Abbas (a.s)'ın Hamza ve Cafer-i Tayyar'dan üstünlüklerine gelince:

1- Hz. Hamza ve Hz. Cafer, savaşta kiminle savaştık-larını biliyorlardı. Zira karşılarındaki düşmanları kâfirlerdi ve bu, herkesçe bilinen aşikâr olan bir durumdu. Ama Hz. Abbas (a.s)'ın düşmanları, kendilerini ümmetten saydıkları gibi, akıtacakları kanlarla Allah'a daha da yaklaşacaklarını düşünüyorlardı. Bu yüzden onlarla savaşmak için, cesarete ilaveten, keskin bir basiret de gerekirdi ki, Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s), buna sahipti. Işte bu sıfata sahip olmasi, bir üstünlüktür. Ileride basiret meselesini, daha geniş bir şe-kilde açıklayacağız.

2- Hz. Cafer-i Tayyar'ın sağ kolu kesilince, sancağı sol eline aldi, sol kolu kesilince de sancagi kollariyla tuttu.

Hz. Abbas (a.s)'m da once sag kolu, daha sonra sol kolu kesildi... Buraya kadar Cafer-i Tayyar'a benzer-likleri vardir. Ama Hz. Abbas (a.s)'m farkh yönü şuy-du ki, Hz. Cafer-i Tayyar'm kollan pazulanna kadar kesilmişti. Hz. Abbas (a.s)'m kollan ise daha yukarı-dan kesilmişti.

3- Peygamber Efendimiz (s.a.a)'in, Uhud ve Mute savaşlarında o iki şehitten sonra Hz. Ali (a.s) gibi yar-dımcısı vardi. Ama Hz. İmam Hüseyin (a.s)'ın Hz.

134

Abbas'ın şahadetinden sonra hiçbir yardımcısı yoktu.

İmam Cafer Sadık (a.s)'ın Görüşünde Abbas (a.s)

Caferi mezhebinin önderi, Zehra (a.s) evlatlarmdan, Ehl-i Beyt mektebinin altıncı Imami ve bütün âlim-lerin, özellikle de Ehl-i Sünnet âlimleri ve mezhep liderlerinin önünde diz çöküp Him öğrendikleri Imam Cafer Sadik (a.s), Hz. Abbas (a.s) hakkında şöyle bu-yuruyor:

"Amcamiz Abbas (a.s), keskin basiretliydi, sabit ve sarsilmaz bir imana sahipti, kardeşiyle birlikte cihad etmiş ve en ğüzel bir şekilde kendisine sunulmuş olan imtihandan başarılı çıkarak şehit olmuştur."'1

Bütün bu övgüler, Hz. Abbas (a.s)'ın tam manasıyla muh-lis, fedakâr ve yüce bir ruha sahip olduğunu gostermektedir ki, yaşamı boyunca Allah Result) ve hak vasilerinden hiç ayrıl-mamış ve bütün mücadelesini bu uğurda vererek onların öv-gülerine mazhar olmuştur.

Her ne kadar Ebu Nasr-i Buhari'nin, Muhammed b. Nuh aracılığıyla Hz. Imam Cafer Sadık (a.s)'dan naklettiği bu rivayet, mürsel bir rivayet ise de, Ehl-i Beyt alimleri nezdinde meşhur olduğundan, mürsel oluşu, onun itibarından bir şey azaltmaz. Ayrıca Gazi Numan, bu rivayetin Imam Sadik (a.s)'dan olup, Hz. Abbas (a.s)'ın hakkında buyrulduğunu tas-rih ederek, rivayeti sahih rivayetlerden saymıştır. Bu rivayetin sağlam ve sahih

1 - Umdet'ut-Talib, s. 356; Sırr-ı Silsilet'il- Aleviyye, s. 89; Şerh'ul-Ahbar (Gazi Numan), s. 184

135

olduğuna başka bir delil de, Imam Sadik (a.s)'dan Hz. Abbas hakkında gelen ziyaret duasıdır ki, Imam (a.s) o ziyaret duasında şöyle buyuruyor:

"Gerçekten de sen dininde basiret üzere yaşayıp basiret üzere ğöçüp ğittin."

Keza, Şeyh Abbas Kummi, muteber bir senetle, yine bü-yük âlimlerden Cafer b. Kuleveyh-i Kummi aracılığıyla Ebu Hamza-i Somali'den naklettiği Hz. Abbas (a.s)'ın ziyaret namesinde Imam Sadik (a.s)'ın şöyle buyurduğu yer almıştır: Ebu'l-Fazl (a.s)'i ziyaret edeceğinde içeri gir ve kendini par-makhklara yapıştırarak şöyle de:

"Tanıklık ederim ki. Sen İmamı himaye edip, yardımcı olmada yorulmadın ve süstlük göstermedin."

'Ve tanıklık ederim ki, sen her işinde basiret üzere hareket ettin."

Imam (a.s)'ın bu gibi sözleri, yukarıdaki hadisin de doğ-ruluğunu gösterir. Ne yazık ki, hadisin mevcut naklinde öncesi ve sonrası rivayet edilmemiştir. Büyük bir ihtimalle hadisin öncesi ve sonrasmda Hz. Abbas (a.s) ile ilgili diğer özellikler zikredilmiştir. Ama buna rağmen bizim asıl açık-lamak istediğimiz mevzu, bu hadiste yer alan; "Nafizu Ba-sire" tabiri, yani keskin basiret sahibi olma özelliğidir.

Basiret sahibi olmak önemsenecek bir mevzudur. Bu yiizden de hadis ve dualarda basiretin özellikle üzerinde durulan bir konu olduğu görülmektedir.

Örneğin; bir duada şöyle dile getirilmiştir:

Yani, "Allah'ım, senden ğözümün nurlu olmasını ve

136

dinimde basiretli olmamı istiyorum." Yine, İmam Sadık (a.s):

Fıkıh (bilği) basiretin anahtarıdır" diye buyurmuşlardır.

Basiretin sözcük anlamıyla ilgili olarak Merhum Meclisi şöyle diyor: Basiret; bilgi, seçebilmek, neticeyi gorebilmek ve anlayabilmektir.1 Başka bir yerde de şöyle diyor:

Yani, "Basiret; kalp ve fitratın bir şeyi tanıması ve bilmesi demektir."2

Hadislerde ise basiret, ilimden daha üstün ve ilmin neticesi olarak açıklanmıştır.

Imam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuşlardır: "Allah'm dininde fakih olunuz (dini öğreniniz); fıkıh ilmi basiretin a-nahtarı, ibadetin tamami; yüksek makamlara çıkmanın, din ve dünyada üstün olmanın sebebidir. Fakihin abide olan üstün-iüğü, ğüneşin yıldızlara olan üstünlüğü ğjbidir. Dininde fakih olmayanm amellerinden Mian ran olmaz."3

Bu hadislerden de anlaşıldığı üzere, basiretli olmak, sirf Himden üstün bir makam olduğu gibi, hadislerde yer alan fıkıh sözcüğü de, günümüzdeki müctehidler arasında yaygın olan anlamdan daha başka bir anlama gelmektedir. Hadislerdeki fhkıh kavramı, dinde basiret sahibi olma vesilesi ve hatta ta kendi-sidir. Zira buyruluyor ki:

1 - Bihar'ul- Envar, c. 61, s. 40

2 - Bihar'ul- Envar, c. 66, s. 330

3 - Bihar'ul- Envar, c. 75, s. 321

137

Yani, "Allah'ın dininde fakih olun (yani basiret sahibi olun); zira fıkıh, basiretin anahtarıdır"1

Bu hadisten de anlaşıldığı üzere, fıkıh, basiretli olmak için bir mukaddime ve hatta sebep ve nedendir. Bundan, bu ikisinin devamli olarak birlikte olduğu ve birbirinden ayrıl-maz olduklari ortaya çıkmaktadır. Bu da, Hz. Abbas (a.s)'ın, aynı zamanda Allah dininde fakih olduğunu da ortaya koymaktadır. Çünkü basiret sahibi olan kimse, mutlaka Allah dininde fakihtir de; zira miisebbep sebepsiz var olamaz. Bu yüzden 0 Hazret hakkinda ayni zamanda şöyle denilmiştir:

Yani, "Abbas (a.s), Ehl-i Beyt'in fakihlerinden idi." Burada Hz. Abbas (a.s) için elde edilen ilk fazilet, Al-lah'm dininde fakih olmasıdır. Allah'm dininde fakihlik, dinin içerdiği derin manalan da anlamak demek olup, yal-nızca şeriatın ameli hükümlerini bilmek değildir.

Buradan da, Hz. Abbas (a.s) ile Hz. Selman arasm-daki fark ortaya çıkmaktadır. Çünkü Hz. Selman (r.a), derinliklerine ulaşılamayan bir okyanus gibiydi. Bu haliyle fekahat makammda idi. Ama Hz. Abbas (a.s) buna ilave olarak, basiret makamma da sahipti. 0 Hazretin ilmi hakkinda şöyle nakledilmektedir:



Yani, "Öncelikle annesi Ümm'ül-Benin, âlime biri idi. Bu yüzden Abbas (a.s), ömrünün ilk dönemlerinden itibaren babasi, annesi ve iki kardeşinden ilmi kana

1 - Bihar'ul- Envar, c. 75, s. 321; Tuhaf'ul- Ukul, s. 410

138

kana almıştır."1

Not: Başka bir tabirde ise basiret; "Ehl-i Beyt (a.s)'in itaatinde olmaktır" diye gelmiştir.

Büyük Ehl-i Beyt alimlerinden merhum Molla Salih-i Mazenderani diyor ki:

"Bazen basiret, bir çeşit kuvveye denilir ki, nefis o-nunla, külli olan bir hakikatin, ciiz'i suret ve şekillerini anlayabilir. Böylece, bu nefis için, gök ve yer kapıları açılır."

Kısacası, basiret; her şeyin gerçek ve hakikatini gerçek suretiyle anlamaya denir. Buradan da fakihin günümüzdeki anlamı ile basiret sahibinin farkı anlaşıl-maktadır. Fakih, ilmi ile mesela; ancak namazin farz olduğunu anlayabilir. Ama namazin mümin için miraç olduğunu anlayamaz, göremez. Namazin miraç oldu-ğunu ancak basiret sahibi bir kimse anlayabilir, göre-bilir. Zira basiret sahibi olmak öyle bir makamdadir ki, o makama sahip olan kimse, âlemin hakikatinin bati-mm görebilir. Örneğin; gıybet etmenin, kardeş eti ye-mek olduğunu, yetimin malim yemenin de, ateş yeme olduğunu görebilir. Aslında bizim gibiler, giybetin hakikatini bilmediğinden, ona mürtekip oluyor veya farzm hakikatini bilmediğinden onu terk ediyor. Oysa onların hakikatlerini bilmiş olsalar, asla muhalefet etmezler. Hazreti Abbas (a.s), dinde basiret sahibi ol-duğu için, bütün hakikatleri anlamakta ve bilmekteydi. Bu yiizden de asla imamma muhalefet etmedi ve asla ondan ayrılmadı. Hatta Imam (a.s)'ın sözlerinden, Hz. Abbas (a.s)'in masumiyet makamimn bazi

1 - Mealim'us- Sibtayn, c. 1, s. 431

139

dereceleri-ne ulaştığını da anlamaktayız. Ama onun masumiyet makami ile Ehl-i Beyt imamlarmm (a.s) masumiyet makami farkhdir. Ehl-i Beyt imamlarmm (a.s) masu-miyeti, velayet ve imamet masumiyeti olduğu halde, Abbas (a.s)'in masumiyeti, takva ehlinin öncülerinin ulaştığı bir makamdır.

Hz. Abbas (a.s) böylesi bir basiret sahibi olduğu içindir ki, Aşura akşamı anne tarafından akrabası sayı-lan Şimr'in getirdiği amannameyi sert bir şekilde red etmiş; onu ve getirdiği amannameyi lanetleyerek, ima-mma karşı zelil bir köle konumunda olduğunu gözler önüne sermiştir.

140

İkinci Fasıl:

Hz. Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'m Keramet Ve Mucizeleri

1- Çalışmak ve Tevessiil

Öğrencilerden biri, dini eğitim görmek için Necef-i Eşref şehrine gider. Orda birkaç ay kaldıktın sonra ders okumanın zor bir iş olduğunu, bu yolda yıpran-mak gerektiğini anlayarak kendi kendine şöyle söyle-nir: "Eğer, (Bab'ul- Hevâic)1 Ebu'l-Fazl'il-Abbas (a.s)'ın haremine gider ve ondan zahmetsiz bir şekilde ders okumak ve içtihat derecesine ulaşmam için bana dua etmesini istersem, iyi olur." Daha sonra Hazretin haremine giderek, istediği sonuca varabilmek ve hace-tini elde edebilmek için birkaç gece yalvarış yakarış ve duaya meşgul olur.

Günlerce ağlayıp sızladıktan sonra bir gece uykuya dalar ve Hz. Abbas'ı rüyasında görür. Rüyada Abbas (a.s) haremin hizmetçilerinden birine hitaben şöyle buyurur: "Çabuk sopa ve kamçıları getirin ki, şu genci dövmek istiyorum."

Genç paniğe kapılarak: "Ben ne yaptım, hangi gü-nahı işledim?" der.

Abbas (a.s), gence şöyle der: "Bundan daha

1- "Bab'ul- Hevâic", Hz. Abbas (a.s)'ın, Şia ve Sünni ara-sında en meşhur ve yaygın olan lakaplarındandır. Kendisinde, bü-yük keramet, fazilet ve mucizelerin görülmesi, hastalara verdiği şifa ve insanların maddi ve manevi sorunlarının giderilmesindeki yardımlarından dolayı, bu lakapla meşhur olmuştur.

141

büyük ğünah ne olabilir ki, ders okuma, mütalaa, tahkik ve araştırma yerine, tembelliği ve rahatlığı istiyorsun. E-ğer, müçtehit olmak ve ilmi açıdan büyük makamlara ulaşmak istiyorsan, ğit ve başkaları ğibi dersini oku ki, biz de sana yardımcı olahm."1

Bu olaydan, insanın zahmetlere katlanması, çalışıp çabalaması gerektiğini anlıyoruz. Bununla birlikte Kur'an-ı Kerim'de de buyrulduğu gibi;

Yani, "Ona vesilelerle yaklaşınız"2

Sözünden, Allah katında bazılarının büyük makam ve derecelere sahip olduklarını anlamakta ve Allah'a olan istek ve hacetlerimizde Ehlibeyt (a.s.)'e tevessül etmekten geri kalmamamız gerektiği anlaşılmaktadır.

2- Rus Subayının Hidayet Oluşu

Ehl-i Beyt mektebi rabbani âlimlerinden, büyük muhaddis rahmetli hacı Molla Mahmud-u Zencani (ki, Hacı Molla Ağacan diye tanınıyordu) birinci dünya savaşından sonra, yaya olarak, Irak'da bulunan Ehl-i Beyt İmamları'nın mübarek türbelerini ziyaret etmek için hareket eder. Yol üzerinde bulunan Hanikayn şeh-rine ulaşır ve namaz kılmak için mescide girdiğinde orada ilginç bir şekilde hidayet bulan Bolşevik (Rus) bir subayla tanışır. Bu subaydan, hidayetine vesile o-lan işitilmesi güzel bir olayı dinler. 0 merhum, bu o-layı şöyle anlatıyor:

1 - Keramat'ul- Abbasiyye, s. 38

2 - Maide / 35

142

"Hanikayn şehrinde namazımı kılmak için mescide gittim. Orada beyaz tenli, şişman birinin Şialar gibi namaz kıldığını gördüm. Onun Rusyalı biri olduğu halde bu şekilde namaz kılmasına doğrusu şaşırdım. Namazı bittikten sonra kendisine yaklaştım ve selam verdikten sonra konuşmasından ve lehçesinden Rusya-lı olduğuna anladım ama ben yine de vatamm ve mez-hebini sordum. 0: "Aziz dostum, ben Rusya'nm Le-ninkrad şehrindenim. Birinci dünya savaşında iki bin kişilik bir ordunun komutam olarak Kerbela Şehrini almakla görevli kılınmıştım. Şehrin dışında tamamen hazırlıklı bir şekilde mevzilenmiş ve şehre hücum için emir bekliyorduk ki, bir gece, rüyamda yüce bir şahsi-yetin yanıma geldiğini gördüm. Bana Rusça şöyle buyurdu: "Bu savaşta Rus devleti yenildi ve bu haber yarın Irak'a ulaşacaktır. Haber ulaştıktan sonra, Irak'ta bulunan bütün Rus askerleri, halk tarafından öldürüle-ceklerdir. Sen canını kurtarabilmek için İslam'ı kabul etmelisin."

Ben: "Efendim siz kimsiniz?" diye sordum.

0: "Ben, Kamer-i Beni Haşim olan Abbas'ım" dedi.

Kendilerinin, vasfedilmeyecek kemal, cemal ve sı-cak beyanlarına kapılarak oracıkta Müslüman oldum.

Sonra bana şöyle dedi: "Kalk ve Rus birliklerinden uzaklaş."

Ben: "Efendim nereye gideyim?" dedim.

Hazret şöyle devam etti: "Komutanlık binası yakm-lannda bir at göreceksin, ona bin, o seni Necef'e ulaş-tıracaktır. Orada bizim vekilimiz ve

143

ailemizin itimat ettiği ve güvendiği bir şahsiyetin, yani Seyyid Ebu-I Hasan'm yanma git."

Ben: "Efendim, on kişilik bir grup tarafindan gözet-lenmekteyim, nasıl gidebilirim?" dedim.

Hazret: "Onların hepsi sarhoş gibi düşmüşler, senin gittiğinden haberleri bile olmayacaktir" dedi.

Derken; uykudan uyandim ve kendi çadırımı güzel kokulu ve nurani bir halde buldum. Aceleyle elbisele-rimi giydim ve hareket ettim, benim korumalanm ve görevlilerim sarhoş bir haldeydiler. Ben onların ara-sından geçerken onlar bunun farkında dahi olmadılar. Aynen buyurduğu gibi komutanlik binasimn yakmla-nnda bekleyen bir ata bindim ve o beni bir miiddet sonra bir şehirde indirdi. Şaşkın bir haldeydim ki, bir evin kapisimn açıldığını ve içeriden yaşlı ve nur çeh-reli biriyle bir şeyhin (âlimin) çıktığını gördüm. Şeyh benimle Rusça konuştu ve içeri davet etti. Ben ondan, yanındakinin kim olduğunu sordum.

0: "Bu zat, Hz. Abbas (a.s)'ın, seni yanına gönder-diği kimsedir. Sen gelip ulaşmadan gerekenler ona bil-dirilmiştir" dedi.

Ben o zatın yanında yeniden İslam getirdim ve o büyük şahsiyete dönerek, ondan İslam'ın emirlerini bana öğretmesini istedim. Bu arada, bir gün sonra da Rus devletinin yenilgi haberi Irak'a ulaşarak halk ara-sında yayıldı. Ve artık sabrı taşan Araplar, Rus asker-lerine hücum ettiler ve büyük bir katliam yaşandı..."

Bu arada rahmetli Zencani ona, o anda niçin orada bulunduğunu da sorar. 0 ise, Necef'in çok sıcak oldu-ğunu ve bundan dolayı Ayetullah Isfahani'nin yazları onu oraya gönderdiğini söyler.

144

Ona, Hz. Abbas (a.s)'i tekrar ziyaret edip etmediğini sorunca da; "bazen bize inayette bulunuyor" diye cevaplar.1

3- Muheylifin Şifası

Muteber âlimlerden Şeyh Hasan,2 Hacı Müneyşit adın-da imanh ve itimat edilir bir çiftçiden şöyle naklediyor: "Mu-heylif adında biri ayaklarından felç olmuştu ve hatta parmaklarini dahi kimildatamaz bir durumdaydı. Bu hasta-lığı üç yıldan beri devam etmekteydi. Bu yüzden yaşadığı şehir olan Hurremşehr'in bütün halkı onu görmüştü. Bu şa-hıs, ottuk yerde sürünerek hareket ediyor ve ezcumie ma-hallede oluşturulan mersiye toplantilarina da katiliyordu.

Bu arada bu şehirde, Şeyh Haz'el adında birinin Hüseyniyesi3 vardı. Bu şahıs, Muharrem ayimn ilk on gününde büyük toplantılar düzenler; Imam Hüseyin (a.s) için yas tutar, mersiyeler okuturdu. Bu toplantı-lara çok sayıda erkek ve kadın katılır; hatip sinezen mersiyesi okuduğunda, herkes ayağa kalkıp ağlayarak, sinelerine vururlardi

Muharrem'in yedinci günü olmuştu. O günde ge-nelde hatiplerce Hz. Abbas (a.s)'ın şehadeti anlatılarak mersiye okunur. 0 gün, Muheylif de, konuşmacının yakınında oturmuş, ağlıyor, nale ediyor, sinesine vuru-yordu. Mersiyenin en şiddetli bir anında, artık herke-sin ayağa kalkıp ya Abbas,

1 - Keramat'us- Salihin, s. 231

2 - Büyük fıkıh kitaplarmdan Cevahir'ul- Kelam'm yazan Ayetullah Muhammed Hasan-i Necefi'nin torunudur.

3- Dini toplantıların, özellikle şahadet ve yas günlerinde mersiye ve yas tutmak için toplantıların yapıldığı mekanlara denir.

145

ya Abbas, diyerek feryat ettikleri bir anda, birden Muheylif de ayağa kalkar ve ağlar bir dille: "Abbas b. Ali (a.s) bana minnet bıraka-rak şifa verdi" diye feryat etmeğe başlar. Bunu gören halk Muheylife doğru koşup onun elbiselerinden te-berrük unvanıyla almaya çalışırlar; bazıları da, sevinç-ten onun yüzünü ve ellerini öpmeye başlarlar. Böylece o gün bu şehirde bir Aşura daha yaşanmış olur ve A-şura merasiminin manevi boyutu bir daha gözler önüne serilir.1

4-Saygısızlığın Cevabı

Allame Seyyid Ahmed, Nasrullah Miiderrisi Hairi'den şöyle naklediyor: Ben, bir kısım hizmetçilerle Ebu'1-Fazl (a.s)'ın hareminin bahçesinde idim. Aniden, elinin küçük parmağını kan akar bir şekilde tutup süratle haremden çıkan birisini gördük. Biz onun önüne geçerek olayın ne ol-duğunu öğrenmek istedik. Adam, Hz. Abbas'in onun par-mağını kesip kopardığını söyledi. Bizler hareme döndüğü-müzde bir küçük parmağın parmaklıklar arasında sallandı-ğını gördük, adeta ölmüş bir insanın parmağı gibiydi, asla kan akmiyordu. Parmağı kesilen kişi ise bir gün sonra öldü. Bu, haremde yapılmış olan bir saygısızlığın cezasıydı.2

5 - Hz. Abbas (a.s)' a Tevessül

Büyük Ehl-i Beyt âlimlerinden Allame Hacı Şeyh Mu-hammed Bakır-ı Bircendi, Kibriyt'ul- Ahmar adh kitabında şöyle naklediyor: Ben rüya âleminde birisinin şöyle bağır-dığını duydum: Kim şu ibaretleri söyler ve Hz. Ebu'l-Fazl'a tevessül ederse, hacet ve istekleri yerine

1 - El-Abbas - Abdurrazzak Musevi-yi Mukarrem, s. 144

2 - Kibriyt'ul- Ahmar, s. 51

146

getirilir.

"Ey Allah'm kulul Ey Ebu'l-Fazl! Sana sığındım, bana yardım et."

Ben, defalarca yukarıdaki yazılan ibaretle, Hazrete mütevessil olmuşum ve hiç beklemediğim yollardan sorun ve zorluklarim hallolmuştur. Yine, bir gün bir miktar paraya ihtiyacım vardı. Bunu başkalarından is-temek ve borç almak bana çok zor geliyordu. Derken; efendim Ebu'l-Fazl (a.s)'a tevessül ettim, çok geçme-den beklemediğim bir din kardeşimden bir miktar para gönderildi. Böylece hacetler kapısı olan Hz. Ebu'l-Fazl (a.s)'a tevessül etmemin bereketiyle bu sorunum giderilmiş oldu. Ben, buna benzer çok olaylar müşahe-de ettim.1

6- Hz. Abbas (a.s)'ın Elinden Şerbet

Keramat'ul-Abbasiye kitabimn yazarı (Şeyh Ali Mirhalef Zade) şöyle anlatıyor: Isfahan'da "Bakmy-ye" medresesinde iken, Huzistanlı yaşlı bir âlimle ta-nıştım. Kendisinden, Ebu'l-Fazl (a.s)'dan gözleriyle görmüş olduğu bir kerameti benim için anlatmasını istedim.

Şeyh, beni kırmayarak şöyle dedi: Âlim olmak iste-yen biri, ders okumadan, zahmet çekmeden bu maka-ma ulaşmak ister ve bunun için Hz. Abbas (a.s)'a te-vessiil eder, derken bir gece riiyada-Hazret Abbas elinde bir sopayla bunu dövmek istediğini görür. Haz-ret: "Gidip dersini okumahsin" diye buyurur. Âlim olmak isteyen genç uykudan

1 - Kibriyt'ul- Ahmar, s. 167

147

uyanır, dersine sarılır ve sayılı âlimlerden olur.

Bu olayi duyduktan sonra kalbim sızladı ve çok ağ-ladım derken uyuklamışım, rüya âleminde Hz. Abbas (a.s) bana bir miktar şerbet verdi. Uykudan uyandı-ğımda, derslerimi çok iyi anladığımı gördüm. Öyle ki ders halkasında üstadın görüşlerinin mukabilinde gö-rüş bildirmeğe başladım.

Bir gün üstada fazla soru sorduğumdan dolayı rahatsız oldu. Sınıf çıkışında kulağıma şöyle fısıldandı: "Ebu'l-Fazl (a.s), sana vermiş olduğu, o şerbetten ba-na da vermiştir" Lütfen sınıfta bu kadar soru sorma.1

7- Küçük Zehra'nın Şifası

Iran Silahh kuvvetlerinde görevli Ağacanpur adında biri, her sabah güneş doğmadan görevinin başına gider ve akşam geç saatlerde evine dönerdi. Çok önemli ve gizli bir operasyon için önceden Ağacanpur'a, kendisini savaş cephesinin 2 güney kısımlarına ulaştırması için emir verilir. Ağacanpur, bütün arkadaşları ve personelin beraberinde görevli oldukları yere giderler. Hiç kimse, kendilerini hangi olayların beklediğinden haberdar değildi.

Ağacanpur, "Yasuc" şehrinde yalnız kalan ve ha-mile olan hanımını düşünmekteydi, gözlerinden "Ilahi, eşimi sana emanet ediyorum" hisleri okunuyordu. Onu, sadece Allah'ı anmak sakinleştiriyordu. Zira hanımın-dan gelen mektubu Ağacanpur'a verdiklerinde, herkes hareket için hazır kıta şeklinde beklemekteydi.

Ağacanpur, eşinden gelen mektubu okuduktan

1 - Keramat'ul- Abbasiyye, s. 40 2- İran ve Iraksavaşı

148

son-ra bütün tehlikeli görevlere gönüllü olarak katılmak ister. Çünkü fedakâr eşi bir hatırlatmada bulunmuş ve çocuklarının kahraman babalarıyla iftihar ettiklerini ve kendisinin halk karşısında başı dik ve iftiharla yürüdü-ğünü bildirmişti. "Sen bizim hepimizin iftiharısın, ço-cuğumuzu kafana takma, o yakında dünyaya gelecek ve babasının yolunu gözleyecektir" diye not düşmüştü. Ağacanpur'un gözyaşları akmaya başlamış ve kendi-sini içten gelen bir istekle savaşa hazırlamıştı.

Aynı günün akşamı savaş başlamış, kısa bir zaman-da vatanın büyük bir bölümü düşman pençesinden kurtarılmıştı. Böylece Hurremşehr'i, düşman tasarru-fundan kurtarmakta büyük bir payı olan Ağacanpur, "Yasuc" şehrine geri döner.

Hurremşehr'in              düşman              işgalinden

kurtarılmasından iki ay geçtikten sonra, Ağacanpur'un çocuğu dünyaya gelir; güzel bir kızı olan Ağacanpur, o küçücük yavru-ya Zehra ismini verir. Gitgide, sevimli ve çok tatlı bir kız olan Zehra, Ağacanpur'un bütün varlığı olur, her gun aralarındaki sevgi bağı daha da bir kuvvetlenir, öyle ki, artık baba kızından, kız da babasından ayrı kalmaya çok zor tahammül gösterebiliyordu.

Derken; bir gün Zehra'nın ablası, kardeşini evden dışarı çıkarır ve yüksek olan merdiven şeklindeki bir yerde otur-tur. Henüz oturmaya yeni başlamış olan Zehra, ablasının daldığı bir anda o yükseklikten betona düşer, baygınlık geçirir ve ablası tarafından baygın bir halde eve getirilir.

- "Ya Ebu'l-Fazl! Ne oldu bu çocuğa böyle!"

Zehra o an için kendine gelir. Eli ayağına dolaşan anne ne yapacağını bilmez ve eşinin eve

149

dönmesini bekler. Dakikalar sonra Ağacanpur eve döner, olayı anlatırlar ve kızı Zehra'yı baygın, kendinden geçmiş bir vaziyette bulur.

Zehra, bazen kendine gelir kusar ve tekrar bayılır. Durumun tehlikeli olduğunu fark eden baba, Zehra'yı Yasuc Kızılay Hastanesine kaldırır. Hastane doktoru Zehra'yı muayene eder etmez: "Kızının sağ tarafı felç olmuştur, onu Şiraz'ın Namaz Hastanesine kaldırın" der.

Şiraz'a doğru harekete geçtiklerinde baba, kızının sağ tarafının kol, ayak ve suratının cansız ve hareket-siz olduğunu hisseder. (Yasuc ile Şiraz arası yaklaşık yüz seksen kilometredir.)

Ağacanpur, hanımı ve bir aile dostu beraberinde Şi-raz'a doğru harekete geçer tam o sırada doktorlardan biri: "Çocuğunuzun felç olması kesindir, onu mutlaka Şiraz'a ulaştırınız" diye tekitte bulunur. jyice ümitsizleşen, göğ-sü acılarla dolu ve gozlerinden yaş dökülen acılı baba, direksiyon başında Şiraz'ın yolunu tutar. Işte tam o acılı ve kalbinin hüzünle dolu olduğu bir anda Hz. Ebu'1-Fazl (a.s)'a mütevessil olur, gözyaşları yanaklarını ıslatır ve boğazını zorlayan bir sesle Ta Ebu'l-Fazl-il Abbas! Ya mazlum! Kızımın şifasını, ilacını senden istiyorum" der. Gözyaşı döken baba, eşi ve arkadaşının da kendisiyle be-raber gözyaşı döktüğünün farkında bile değildi. Kalpler hüzünlüydü, Allah'ın seçkin kulları olan Ehl-i Beyt (a.s)'dan başkasından ümit beklenmiyordu. (Kalp hü-zünlü olursa, nerede olursan ol dua arşa ulaşır. Sesini melekler duyar. Eğer manaya ulaşmış isen, etrafında me-leklerin kanat seslerini hissedersin. Duanı göğe yüksel-ten melekler, onu Kibriya arşına ulaştırırlar.)

Yasuc'dan kirk km. uzaklaşmamışlardı ki,

150

Zehra'yı kucağında tutan aile dostunun sesi yükselir: "Zehra i-yileşti, el ve ayaklan hareket ediyor." Bunu duyan dertli baba ani bir frenle arabayı durdurur. Zehra'yı kucağına alarak dikkatli bir şekilde el ve ayaklarma bakir, kizim bağrına basarak bütün vücuduyla ağlar. Hanımı: "Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sor-duğunda, Ağacanpur: "Şiraz'a gidelim, bakalım dok-tor ne diyor" diye cevaplar.

Böylece Şiraz'a doğru hareketlerine devam eder ve iki saat sonra Şiraz'a ulaşırlar. Uzman doktor dikkatli bir muayeneden sonra, Zehra'nın başının renkli filmi-nin çekilmesini ister. Yaklaşık bir saat sonra Zehra'nın baş filimi hazırlanır. Filmi inceleyen doktor şöyle der: "Ne kadar acayip ve şaşılacak bir şey ki, beyin damar-larından birisi kopmuş ve bir miktar kanama yaşanmış ama bilinmeyen bir sebeple, nasılsa kopan damarın iki ucu birbirine yapışmış ve kanama da durmuştur. Da-marların iki ucu birbirine öyle yapışmış ki, ben bugü-ne kadar bütün dünya genelinde bir doktorun böyle bir ameliyat yaptığını sanmıyorum"

Ağacanpur doktora şöyle der: "Buraya gelirken yol boyunca Hz. Ebul Fazl'ıl-Abbas'a tevessül ettim."

Doktor, sevinçli bir gülümsemeyle: "Siz dünyanın en iyi doktoruna sığınmışsınız, çocuğunuzun sağlığı mübarek olsun" der ve ekler: "Onu hastanenin bahçe-sine götürün, iki saat bekleyin, eğer kusma olursa, ya-nıma getirin, olmazsa şehrinize geri dönebilirsiniz."

Iki saat beklerler, herhangi bir kusma olmadığından Ağacanpur, kızı, hanımı ve aile

151

dostları beraberce Ya-suc şehrine geri dönerler. Şimdi olaydan kaç yıl geç-miştir. Zehra Hanım, ortaokul üçüncü simfta ders oku-makta ve ilkokul birinci sınıftan şu ana kadar bütün siniflarim birincilikle geçmiştir. Anne ve babasmdan, Hz. Abbas (a.s)'ın şefaati ile sağlığına kavuştuğunu duydukça, temiz ve pak olan Ehl-i Beyt (a.s)'a olan bağlılığı artar ve onlara teşekkür eder.1

8 - Hz. Mehdi (a.s)'m Tavsiyesi

Büyük Ehl-i Beyt âlimlerinden Seyyid Muhammed Taki... Şia âleminin önde gelen müçtehitlerinden olan Ayetullah'il-Uzma Mer'aşi-yi Necefi (r.a)'den şöyle bir olay nakleder: Kum'da bir müddet kalan Necef â-limlerinden birisi başından geçen bir olayı bana anlatti. 0 şöyle dedi: Benim bir sorunum vardı. Cemkeran 2 Mescidine giderek sorunlanmi ve sikmtilanmi asrın Jmamı, Allah'm hücceti olan Imam-i Zaman (a.s)'a anlatiyor ve kendilerinden Allah'm yardımıyla sorun-lanmm çözümünü istiyordum. Bu niyetimden dolayi defalarca adı geçen mescide gitmeme ragmen cevap alamadim ve bir neticeye ulaşamadım. Bir gün namaz vakti kalbim çok hüzünlendi ve şöyle arz ettim: Ey benim Imamim! Acaba sizin huzurunuzda ve sizin evinizde başka birine mütevessil olmam doğru mudur? Acaba Imam olduğu halde baskalarma hatta Kerbela Alemdari Kamer-i Beni Haşime (Hz. Abbas) dahi miitevessil

1 - Aile dergisi 5. yil 90. numara 1374/ 12/ 15, s. 22; Keramat'ul- Abbasiyye kitabmdan naklen.

2 - Cemkeran; Mukaddes Kum şehri sinirlan içerisinde İmam-ı Zaman (a.s)'m emri uzerine ya pi I mis olan bir mescittir.

152

olmam ve O'ndan Allah'm yamnda araci olmasim istemem doğru mudur?"

Üzüntünün şiddetinden dolayı uyku ile ayikhk arasında kalmışım. Aniden nur saçan suratıyla Hz. Hüccet b. Hasan-il Askeri (a.s)'i (Allah onun zuhurunu ve gelişini çabuklaş-tırsın) karşımda buldum. Hiç düşünmeden Hazrete selam verdim. Hazret, muhabbet, sevgi ve büyüklükle cevabımı verdi ve şöyle buyurdular: "Kerbela Alemdanna tevessül etmen, kötü değildir, beni rahatsız etmediğj ğibi hatta sana, O'nunla konuşmanda yardımcı bile olurum. Hz. Abbas (as)'dan hacet istediğinde şöyle de:

Yani, "Efendim, ey bereket kaynağı! İmdadıma yetiş, bana yardımcı ol"1

9-Ya Ebu'l Fazl!

Bir grup güvenilir ve itimat edilir kişiler tarafından şöyle bir olay nakledilir: Müslüman olmayan bir şoför, otobüste yolcularla birlikte yolda iken frenin patladığı-nı anlar. Artık kendisinin ve yolcuların ölümünü, adım ötesinde görür. Bu şoför Müslümanların zor anlarda Hz. Abbas'a tevessül ettiklerini duymuş, dolayısıyla elinde olmadan ihtiyarsız bir şekilde "Ya Ebu'l-Fazl!" diye bağırmış. Bu sözü söyler söylemez de, otobüs ol-duğu yerde durmuş, öyle ki, otobüsün lastikleri birbi-rinden ayrılıp parçalanmış. Bu büyük kerameti gören şoför, İslam diniyle şereflenmiş ve Müslüman olmuş-tur.2

1 - Çehre-i Direhşan-ı Kamer-i Beni Haşim, s. 419; (Kameri Beni Haşim'in Parlayan Yüzü adlı kitaptan)

2 - Kamer-i Beni Haşim, s. 86

153

10 - Hacetlere İcabet Eden

Ehl-i Beyt mektebinin büyük müçtehitlerinden Şeyh Murtaza Ensari (r.a)'in öğrencilerinden Allame Şeyh Abdurrahim-i Şuşteri başından geçen bir olayı şöyle anlatıyor: "Ben Imam Hüseyin (a.s)'ı ziyaret et-tikten sonra, Hz. Abbas (a.s)'i ziyaret etmek için 0 Hazretin haremine gittim. Bu arada ben ziyaretle meş-gul iken bir Arap içeri girdi, yanında getirdiği felç bir çocuğu parmaklıklara bağladı. Ağlayıp, yalvarmaya başladı. Henüz çok geçmemişti ki, çocuk ayağa kal-karak, felçlilikten hiçbir eser kalmadığı gibi, "Hz. Abbas bana şifa verdi" diye bağırmaya başladı. Ziya-retçiler çocuğun etrafına toplandı ve teberrük amacıyla elbiselerini koparmaya başladılar.

Ben, bu olaya şahit olduğumdan, Hz. Abbas (a.s)'ın kabrine doğru ilerledim ve Hazrete hitaben sinirli bir şekilde yüksekten: "Senin mevki ve makamını tanıma-yan insanlar, senden hacet ve isteklerini alırken, ben, bu ilmim ve size karşı olan bunca saygıma rağmen, ümitsiz olarak mı geri döneyim? Öyleyse, ben de artık hiçbir zaman ziyaretinize gelmeyeceğim!" dedim.

Ama bu sinirli ve perişan halden çıktıktan sonra, hemen dediğim sözlerden pişman olup Allah'tan ba-ğışlanma dileğinde bulundum. Bu arada, Kerbela'dan Necef'e döndükten sonra, Ehl-i Beyt Ekolu'nun en bü-yük müçtehitlerinden olan Şeyh Ensari, benim ziyare-time geldiler. Bana iki paket vererek: "Hz. Ebu'1-Fazl (a.s)'dan istediklerini al; biriyle kendine bir ev alırsın, diğeriyle de Allah'ın evini ziyarete (Hacca) gidersin" dedi. Zaten ben de

154

bu iki şeyi Hazretten istemiştim.1

1 - Kibriyt'ul-Ahmar, c. 3, s. 50. Büyük alimler bunu adi geçen kitaptan nakletmişlerdir. Bu keramet Şeyh Ensari'nin "Salat" risalesinde de çap olmuştur.

155

Üçüncü Fasıl:

Haremlerin Yapım Ve Onarımı

Şüphesiz, Allah katında mübarek ve mukaddes sa-yılan yerleri bina etmek ve onarmak, Allah'ın izin ver-diği ve razı olduğu amellerden biridir. Ayrıca insan i-çin en güzel amel ve bakiyat-i salihattandır. Nitekim bazı ameller vardır ki, yapıldığı zaman, Allah'ın ayet ve nişaneleri önemsenmiş ve devamlılığı sağlanmış o-lur. Aslında bunları yapanlar veya bu gibi kutsal binaların yapımında yardımcı olan kimseler, kalplerin-de iman nuru ve takva olanlardır ve ancak kalpleri imanla sınanmış insanlardır ki, bu gibi kalıcı ve hayırlı amellere yöneltilirler.

Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

"Kim Allah'ın nişane ve ayetlerini ulularsa, şüphesiz bu, kalplerdeki takvadandır."1

Evet, Allah katında, Allah'ın seçilmiş kullarına ait yerler-den daha mukaddes ne olabilir ki? Neden Allah, bu binaların yapım ve onarımına razı olmasın? Oysa onlar, Rablerinin emriyle, O'nun yolunda, O'nun nzalığı ve şiarlarının devam-lılığı uğrunda cihad etmiş, mallarını, varlıklarını, akrabalarını, çocuklarını, canlarını hatta her şeylerini bu yolda, hem de se-ve seve feda etmişlerdir. Kendilerinden sonra geride kalan yakınlarının başlarına gelecek açlık, susuzluk, esaret gibi zorluklara rıza göstermişlerdir. Bu mukaddes insanlar için yapılması

1 - Hac Suresi Ayet 32

156

gereken çok şeyler vardır. Kalbi imanla sınanmış ve iman ve takva nuruyla dolmuş insanlara çok şeyler düşmektedir. Bu gibi mukaddes insanların adlarının yaşatıl-ması, onların bulundukları yerlerde Allah'ın adının anılması, kesinlikle Allah'ın razı olduğu bir şeydir. Nitekim Allah da kendi yolunda O'nun dini uğrunda ölenleri, öldürülenleri yok sayma-mış ve diğer insanlarla bir tutmamıştır:



"Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin, aksi-ne onlar yaşıyorlar ama sizler anlayamıyorsunuz."1

Böylece bu ayet-i kerime, şehitlerin, Allah yolunda öldürü-lenlerin devamlı yaşadıklarını, onlann seçmiş oldukları yol ve programın kendilerini sonsuza ve ölümsüzlüğe götürdüğünü ve Rableri katında hayat sürdürdüklerini haber veriyor. Yalnız, bunu herkes anlayamaz, bazılannın düşünce, şuur ve fikir kapasiteleri bunu anlamaya yeterli değildir. Bunlann kalıcı olması, seçmiş oldukları yolun ve programın kalıcılığını götserir. Dola-yısıyla dünyadaki evlerinin de özellikle onlara nispet verilen ve kendileriyle irtibatlı olan yerlerin kalıcılığını korumak ve de-vamlılığını sağlamak gerekir. Halkın onları ziyaret etmesi, on-larla kendilerine yön vermesi, onlan kendilerine ömek seçmesi açısından ayn bir öneme sahiptir. Şehitlerle en yakından irtibat ve ilişkisi olan yerler, onların kutsal kabirlerinin bulunduğu yeNerdir.

Bu mukaddes insanlar ayn açılardan da önem taşıyorlar. Örneğin; bunlardan birinin, Peygamber hanedanından olması, onun makamını daha yükseltmekte ve Allah katında olan değe-rini bir kat daha artırmaktadır.

1 - Bakara Suresi Ayet 154

157

Allah-u Teala bu gibi yerlerin onarilmasi, yükseltilmesi ve mukaddestutulmasina dair şöyle buyurmustur


"Öyle evier ki Allah, onlarin yukseltilmesine ve içle-rinde Allah'in anilmasina izin vermiştir."1
 

Dikkat edilirse, ayet-i kerimede "buyut" (evier) kelimesi geçmiştir. Beyt, tavanlı ve üstü kapalı olan yerlere denir. Nitekim Allah-u Teala Kâbe-i Muazzama için de, aynen "beyt" kelimesini kullanmıştır.



"Allah (c.c) Kâbe'yi, o saygıdeğer evi, insanlar için hayat ve güven durağı yaptı."2

Zira "beyt" kelimesinden sadece mescit ve camiler an-laşılmaz. Aksine, Allah-u Teala'nın kitabında çoğu kez mescitten bahsederken "beyt" kelimesini kullanmadığını görmekteyiz. Örneğin:

"Her secde yerinde yüzünüzü (kıbleye) çevirin ve dini yalmz O'na has kılarak, O'nu çağırın."3

"Nerde bulunursan bulun, hemen yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir."4

"(Seferden geri kalanlar arasinda) zarar vermek, nankörlük etmek ve müminlerin arasını açmak ve

1 - Nur Suresi Ayet 36.

2 -Maide Suresi, Ayet 97 3-Araf/29.

4 - Bakara Suresi Ayet 149 150.

158

önceden Allah ve elçisi ile savaşmış olanı gözetmek için bir mescit yapanlar da var..."1

Binaenaleyh, buyut (evler) terimi yer alan ayetlerden maksat mescitler olamaz. Aksine bunlar mescitler dışında kalan kutsal evlerdir. Öte yandan açıktır ki, bu kutsal evler Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyti'ne ait evlerden gayrisi de olamaz. Zira onlar dışında Allah'ın adını hakkıyla anan bir kimse bulunmadığı gibi, Allah'ın adının yeryüzünde yaşatıl-ması, yayılması ve kutsal olarak kalabilmesi için nihayet çabayı gösteren ve bu uğurda halisane bir kalple mallanndan, canlarından ve her şeylerinden vazgeçen ve en değerli varlıklarını çekinmeden yaratıcının yolunda feda eden de yine sadece onlardır.

Örneğin; Hz. Hamza'nın Uhud'daki şahadetine, Ehl-i Beyt (a.s)'ın karşılaştığı mazlumiyetlere, özellikle tarihin u-nutmadığı ve hiçbir zaman da unutamayacağı Kerbela ola-yına, hususen Hz. Hüseyin'in, Hz. Abbas'ın ve yakınlarının şahadetlerine, Şam'da karşılaştıkları mazlumiyetlerine ve ken-dilerine yapılan zulümlere sabretmek kolay değildir. Ama Al-lah'ın rızası nazara alınırsa, Peygamber (s.a.a), Uhud'da Hz. Hamza (a.s)'ın ve Kerbela'da şehitler serveri Imam Hüseyin (a.s)'ın şahadetlerine sabreder ve tahammül eder.

jşte bu gibi kutsal insanlann anılması, gerçekte Allah'ın anılması, O'nun ayetlerinin yükseltilmesi demektir. Bazılannın dediği gibi, "bu gibi olaylar, onlann hayatta oldukları müddetçe geçerlidir" denilemez. Çünkü biraz önce de açıkladığımız gibi, Allah-u Teala, onlan kendi yanında büyük mükâfatlarla yaşat-tığını bildiriyor. Yani onların ölmesi diye bir şey söz konusu de-ğildir. Sağlık ve

1 - Tevbe Suresi Ayet 107.

159

hayatlan boyunca nasil idilerse, şahadetlerin-den sonra da ayni azamet ve büyüklüğe sahiptirler. Dolayisiyla bazilarinin iddia ettiği, maneviyattan yoksun ve içeriği olmayan soru ve sorunlann, bilgisiz, cahil ve kandırılmış insanlar haricin-de hiç kimse tarafından alıcısı yoktur.

Bakm, Allah-u Teala Kehf suresinin 21. ayeti kerimesin-de şöyle buyuruyor:

"Mağarada bulunanlann hallerine vakif olanlar, 'onların bulundukları mağaranın önüne mutlaka bir mescit yapmahyiz' dediler."

Böylece müminler, Kehf ashabını bulup da öldük-lerini öğrendiklerinde padişahları tarafından, mağara önünde ibadet edilmesi ve onların mübarek maneviya-tından faydalanılması için bir mescit yaptırılması em-rini aldılar.1

Bu gibi olaylar, geçmiş kavimlerin beğenilmiş ve onaylanmış eylemlerindendir. Önceki kavimlerde ya-şanmış bir mesele olduğu öne sürülerek, itirazda bulu-nulamaz. Çünkü Allah-u Teala, salih ve O'nun istediği şekilde yaşayan kullarına bu gibi nimetleri nasip eder ve dünyadan göçtükten sonra da defnolundukları yer-lerin ziyaret amacıyla kullanılmasında herhangi birsakınca görmez. Kaldı ki, son Peygamber (s.a.a) ve O'nun tertemiz Ehl-i Beyti (a.s), geçmiş ümmetlerden, hatta bütün insanlardan daha üstündürler ve yaptıkları işler ve ameller de her amel ve işten daha üstündür.

Şehitlerin Rahman'ın ayetlerini yaşatma uğrunda can-larını verdiğine hiç şüphe yoktur. Dolayisiyla

1- Tabersi, Mecma'ul- Beyan, c. 6, s. 460; Feyz, Tefsir-i Safi, c. 2,s. 9

160

böyle şah-siyetlerin kabirleri üzerine kubbe yapılmasının bir sakın-cası olamaz. Üstelik bu davranış Peygamber efendimiz (s.a.a) zamanından kalma güzel bir sünnettir de. Mesela; Peygamber (s.a.a) döneminde bazı kabirler, taşları yük-sek konularak veya başka bir alametle diğer kabirlerden ayırt ediliyordu. 0 zamanlar Hz. Hamza ve Fatıma bint-i Esed'in kabirleri üzerinde mescit olduğu -üstlerinin kapalı olduğu- rivayet edilmiştir.1

Yine tarihte nakledildiğine göre, Peygamber efen-dimiz (s.a.a)'in amcası Hz. Abbas'ın da kabri üze-rinde bir kubbe bulunmakta idi. Imam Hasan (a.s)'ın da kabri üzerinde bir kubbe vardı; Imam Seccad, I-mam Bakır ve Imam Cafer-i Sadık (aleyhim'us-selam) o kubbe altında defnolmuşlardı. Yaklaşık bir iki asır bu kubbe ayakta kalabilmiştir.2

Bu vesileyle, uydurdukları yalanlarla, böyle bir şeyin İslam'da olmadığını, bunun bir bidat olduğunu ve beşinci asırdan sonra ortaya çıktığını savunanların yalanları, ortaya çıkmış ve ellerinde sözlerini ispatla-yacak hiçbir delilleri kalmamıştır. Bu konuda Pey-gamberimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

"Allah, seçkin ve şerefli kullarının kalbini sizlere sevğili kıldı. Sizin kutsal yolunuzda her türlü eziyet ve işkenceye maruz kalır ve tahammül ederler, Allah'a yakınlaşmak için ve Peyğamberine olan sayğı ve sev-ğiden dolayı sizlerin kabrini çok ziyaret ederler. İşte onlardır benim şefaatime nail olanlar. Bunlar havu-zuma varit olur ve kıyamet ğünü

1 - Tarih'ul- Medine, c. 1, s. 123 126

2 - Tarih-i İbn-i Hallekan; Savaik'ul- Muhrika, s. 120

161

cennette beni ğör-meye muvaffak olurlar..."1

Yine, Safvan şöyle diyor: İmam Cafer Sadık (a.s), ceddi AN (a.s)'m kabrini ziyaret ettikten ve bu ziyaretin fazilet ve önemini belirttikten sonra, bana bir miktar para verdi ve onunla kabri onarmami istedi ve ben de bu emri yerine getirdim.2

Bütün bunlar, olaym önem ve ehemmiyetini belirtiyor ve bu gibi kabirlerin diizeltilmesinde, onanlmasmda, üzer-lerine kubbe yapılıp ziyaret yeri haline getirilmesinde hiç-bir sakincamn olmadığını gösteriyor. Ayrıca bu işin iman-lı ve takvalı kişiler tarafından yapılması gerektiği ve bu-nun bir bakiyat-i salihat (insamn kendisinden sonra baki kalan salih bir amel) olduğu anlaşılmaktadır.

Yeri gelmişken önemli bir soruya da burada cevap vermek istiyoruz. Değerli okuyucuların da dikkatini çektiği gibi, özellikle son dönemlerde İslam akide ve inancını yaralayan, dış güçler tarafından desteklenip yöneltilen bazı kimseler, tevessül etmenin, Peygamber veya Jmamlardan bir şey istemenin, kabirleri başında, onları Allah'a yaklaşma sebebi karar kilmamn ve yine kabirlere el sürmenin, ağlamanın ve buna benzer a-mellerin, şirk olduğunu söylemektedirler. Onlar, Pey-gamber, Imam ve Allah yanında büyük makamı olan insanların hatırı için Allah'tan bir şey isteyenlerin, ha-cet ve sorunlanm dile getirenlerin müşrik olduklarını ve İslam'da böyle bir şeyin olmadığını dile getirmiş-lerdir.

Bu soruya cevap vermek için önce Kur'an-i Ker-

1 - Ferhat'ul- Ğarra, s. 31; el-Abbas kitabindan naklen

2 - Ferhat'ul- Ğarra, s. 41

162

im'den başlıyoruz. Yüce Rabbimiz bu mucize kitabında şöyle buyuruyor:

"Ey inananlar, çekinin Allah'tan ve O'na (ya-kınlaşmak için) vesile arayın ve savaşın O'nun yo-lunda da muradına erenlerden olun."1

Bu ayeti kerimede müminler için üç önemli emir-den bahsedilmektedir:

1-   Müminlerin Allah'tan korkmaları, takvalı olma-ları tavsiye olunuyor.

2-   Müminlerin Allah'a yaklaşmaları ve O'na doğru ilerlemelerinde vesile aramaları emrediliyor.

3-   Müminlerin Allah yolunda cihat etmeleri emre-diliyor. Bunların neticesi olarak da kurtuluşa erecek-leri bildirilmektedir.

Bu ayette incelenmesi gereken önemli konulardan biri "Vesile" meselesidir. Bu kelimenin sözcük anla-mına baktığımızda, kendisiyle başka bir şeye yakınlaş-mak için sebep ve aracı olan şey anlamına geldiğini görüyoruz. Öyleyse, yukarıdaki ayette "Vesile" keli-mesi, geniş bir anlamı kapsamaktadır. Insanları Al-lah'a yaklaştıran her şey ve herkesi kapsamaktadır. Müminlerin Emiri Ali (a.s), Nehcul Belağa kitabında şöyle buyuruyor:

"Insanı Allah'a yaklaştıran en önemli vesileler; Al-lah ve Peygamberine iman etmek ve O'nun yolunda cihat etmektir. Cihat, Allah'ın yüksek kalesidir. Yine ihlâs kelimesi (Lâ ilâhe illâllah demek ve Allah'ı bir bilmek), insanın fıtratında

1 - Maide suresi ayet 35

163

karar kılınmıştır. Jslam'ın özü olan namazı ayakta tutmak, vacip olan Ramazan ayi orucunu tutmak, günahları silip yok eden ve fakir-liği ortadan kaldiran Hac ve Umre yapmak, ömrün u-zaması ve malm çoğalmasına sebep olan silayi rahimi yerine getirmek, günahları yok eden gizlide sadaka vermek, kötü ve ani ölümleri önleyen aleni bir şekilde sadaka vermek, zillet ve aşağılığı önleyen iyilik yap-mak1 ki, bütün bunlar insam Allah'a yaklaştıran vesi-lelerden sayılmıştır. Yine yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Nefislerine zulmettikleri vakit, sana gelerek Al-lah'in, kendilerini bağışlamasını isteselerdi, Peygamber de onların bağışlanmalarını dileseydi, elbette Allah'in, tövbeleri kabul edici, rahim olduğunu görür anlar-lardı."2

Görüyoruz ki, bu ve bunun gibi ayetler de, salih insanlan Allah yanında vesile kılmak, Allah'tan, onla-rm hatırı için bir şeyler istemek yasaklanmadığı gibi, bu, tevhid inancıyla çelişkili sayılmamıştır. Başka bir örnek verecek olursak Yusuf suresinde şöyle buyruluyor:

"(Oğulları) dediler ki: ey babamiz! (Allah'tan) bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkârlar idik. (Yakub:) Sizin için daha

1 - Nehc'ül- Belağa, Hutbe 110

2 - Nisa suresi ayet 64

164

sonra Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü O çok ba-ğışlayan, pek esirgeyendir."1

Bakın; Hz. Yakup (a.s)'ın oğulları, yapmış olduk-ları suç ve günahtan dolayi babalarmdan kendileri için istiğfar etmelerini, O'nun da bunu kabul ettiği görül-mektedir. Işte bütün bunlar, Peygamber, İmam ve Al-lah'ın salih kullarmm şefaatinin, insanı Allah'a yak-laştıran vesile ve unsurlardan olduğunu göstermek-tedir.

Elbette şunu da belirtmemiz gerekir ki, tevessiil ve şefaat; peygamberlerin ve Imamlarin veya evliyamn kendi başlarına istedikleri şekilde hareket etmeleri de-mek değildir. Aksine şefaat, salih kullann Allah'm iz-niyle ve Allah'm onlara vermiş olduğu bir makam ve güçle kullara yardimda bulunmak, onlarm sorunlanm gidermek, diinya ve ahiret işlerinde onlara araci olma-lan demektir. Tevessül ve şefaatten amaç, doğru ve makbul bir amelle Peygamber veya imami takip etmek, onlarm yardimim istemek, Allah'i onlarm makam ve mevkilerine and vererek, onlarm vesilesiyle Allah'tan bir şeyler dilemek demektir. Görüyoruz ki, bunda ne şirk kokusu vardır, ne de İslam'm asıl kaynağı ve Pey-gamber (s.a.a)'in mucizesi olan Kuran-i Kerim'le bir çelişkisi vardır.

Bunlardan ziyade, Şia ve Siinni kaynaklarmdaki İslami rivayetlere baktığımızda, bu konudaki hadislerin tevatür haddine ulaştığını görüyoruz. Örneğin: Hz. Âdem (a.s)'ın, cennetten çıkarıldıktan sonra, yapmış olduğu işten piş-manlık duyarak, Allah'tan af dilemesi ve tövbe etmesi konusunda

1 - Yusuf suresi ayet 97-98

165

Bakara Suresinin 37. ayeti şöyle der:

"Âdem rabbinden bazı sözler öğrendi de Allah tövbesini kabul etti."

Bu konuda Şia ve Sünni kaynaklarmdan istifade edilen şu ki: Âdem (a.s), Allah'm en üstün kullarına (Hz. Muhammed ve Ehl-i Beytine) tevessül ederek, Allah'tan bağışlanma diledi. Dürr'ul-Mensur adlı tef-sirde Ibn-i Abbas'tan şöyle naklediliyor: Hz. Âdem (a.s)'ın öğrenmiş olduğu ve bu vesileyle Allah'tan tövbe ve bağışlanma dilediği kelimeler şunlardı:

"Muhammed (s.a.a), Ali (a.s), Fatime (a.s), Hasan (a.s) ve Hüseyin (a.s)'ın hakkı için (beni affet)."1

İbn-i Hacer, "Savaik" kitabında, Şafii Mezhebinin kurucu-su Imam Şafii'nin EhH Beyt (a.s)'a tevessül ederek şöyle dediği naklediyor: "Peygamberin ailesi benim vesilemdir. On-lar Allah yaninda benim yakınlaşma vesilemdirler. Ümit ederim ki, kıyamet günü, onların vasıtasıyla amel defterim sag elime verilir."2

Yine İbn-i Hacer'in Savaik'inden şöyle bir hadis naklediliyor: "Muhammed (s.a.a) ve O'nun Ehl-i Beytine salâvat ğetirilmeden kılınan namaz kabul değjldir."

Yine Ehl-i Sünnet yazarlarından Beyhaki şöyle diyor: Ikinci halife döneminde kıtlık baş gösterdi. Buna karşı Bilal bir grup ashapla Peygamberimiz (s.a.a)'in kabri başına gelerek şöyle dedi:



"Ey Allah'm Resulü! Allah'tan ümmetin için yağ-

1 - Dürr'ul- Mensur, c. 1, s. 135

2 - İbn-i Hacer, Savaik

166

mur iste ki helak olmak üzereler."1

Bütün bu söylenenlerden, peygamber ve imamlara sağlıklarında ve ölümlerinden sonra tevessiil etmenin hiçbir sakincasimn olmadığı ortaya çıkmaktadır.

Aslında tevessül ve şefaat itikadına karşı çıkan kimse-ler, önceden tasarladıkları fikirlerini Müslümanlara yuttur-mak, onları asıl İslam'dan uzak tutmak ve İslam'in kendi kılıcıyla kendisini vurmak, Müslümanları dışarıdan yöne-tilen ve yönlendirilen kukla bir grup haline getirmek, on-lan cihad ve şahadet ruhundan uzak tutmak için çaba har-cayan kimselerdir. İslam ummetinin birlik ve bütünlüğün-den dehşete kapılan bu satılmış güçler, Osmanlı dönemin-de de Müslümanları çok uğraştırmış ve İslam toplumunun gelişimine engel olmuşlardır. Onlar türbe yapmayi, bir erenin yardımını dilemeyi, geçmiş peygamberleri Allah'a vasita yapip niyaz etmeyi, cami ve mescitlere minare yapmayi hatta Hz. Peygamberin ziyaretini bile bidat ve haram bilmişlerdir. Bu batil inançlı insanlar, Osmanlı dönemi olan 1802. Miladi yılında Kerbela'ya saldırmış, mukaddes yerlere hasar vermiş, Ehl-i Beyt (a.s)'a hürmet-sizlikte bulunmuş ve yaklaşık beş bin kişinin canına kıymışlardır. Yüce yaratanın buyurduğu gibi:

"Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla üfleyip sön-dürmek istiyorlar; oysa Allah, nurunu, kâfirler is-temese de tamamlayacak ve kuvvetlendirecektir."

1 - Beyhaki, c. 4, s. 364; Tefsir-i Numuneden naklen.

2 - Sâf / 8

167

Dördüncü Fasıl:

Hz. Ebu'l-Fazl'ıl-Abbas (a.s)'ın Haremi

Tarihçiler şöyle yazıyorlar: Şah Tehmasib Safevi Hicri 1032 yılında Hz. Abbas (a.s)'ın mezarının kub-besini yeniledi, mezarın üzerine zerih, haremin içinde avlular ve eyvanlar yaptirdi. Yine ilk kapismm önüne de ziyaretçilerin içinde konaklayip dinlenebilmeleri i-çin bir konuk evi yaptirdi. Hareme serilmek üzere Iran dokumalı halılardan gönderdi.

Aynı şekilde Nadir Şah da, hicri 1155 yılında Hz. Abbas (a.s)'ın haremi için hediyeler göndererek hare-min bazı yerlerini aynalarla süslettirdi. 1157 yılında da vezirini Kerbela'ya göndererek birtakım onarımlar yaptırmış ve haremin aydınlatılması için de avize he-diye olarak göndermiştir.

1216 Kameri yılında Vahhabiler'in Kerbela'ya sal-dırıp Hz. Imam Hüseyin (a.s) ve Hz. Abbas (a.s)'ın haremini talan ederek, orada olan değerli eşyaları çal-dıkları zaman Fethali Şah, bu vahşice hareketin telafi edilmesi için harekete geçerek, iki haremin de yeniden yapılıp onarılmasını sağladı. Hz. İmam Hüseyin (a.s)'ın mübarek mezarının kubbesini altınla kaplattı. Hz. Abbas (a.s)'ın mezarının da kubbesini yaptirdi. Hz. Imam Hüseyin (a.s)'ın mezarının üzerine çok kıymetli ağaçtan sanduka yaptirdi ve onun üstüne de gümüşten olan parmaklıklar bıraktı.

Fedek kitabimn yazari Allame Seyyid Hasan şöyle diyor: Haremin birinci kapismm önündeki küçük altın

168

avlu, Lekenhu şehrinin önderi Muhammed Şah Hindi tarafmdan Hz. Abbas (a.s)'m haremine hediye edilmiştir.

Muhammed Sadık Isfahani Şirazi ise, Hazretin kubbesini yeniden onartıp yaptırdı ve haremin etrafm-daki evieri satin alarak haremi genişletmiş ve onu şim-diki haline getirmiştir. Bu şahsın mezarı da kible tara-fmdaki kapimn yam başındadır. Allah ona rahmet et-sin. Hz. Abbas (a.s) tarafmdan mükâfatlandırılsın. Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi, haremin yapımı ve o-nanmi için katkıda bulunanlar çoktur.

Mübarek Haremin Bakıcılığı

Mukaddes yer ve mekânlar emin kişiler tarafmdan korunarak muhafaza edilmelidirler. Cahiliye dönemin-de bile, Araplar Kâbe'yi mukaddes bir yer kabul ettik-lerinden onun için emin kimselerden hizmetçi ve ko-ruyucu tayin etmişlerdi

Hz. Abbas (a.s)'m haremine bakanlar da nesilden nesle en temiz ve takvah insanlardan olmuşlardır. Ör-neğin; bu değerli görev, Seyyid Mustafa, ondan sonra da değerli oğlu Seyyid Murtaza'ya nasip olmuştur. Seyyid Murtaza, iyilik ehli, güzel ahlak ve erdemlilik sahibi olan birisiydi. Hazretin haremi için elinden gelen her türlü yapım ve onarımı sağlamaya çalışmış, tarn anlamıyla bakıcılık görevini yerine getirmiş; atalannin güzel ahlak örneğini ortaya koymuştur. On-dan sonra da, oğlu Seyyid Hasan bu makama atanarak hizmetçiliğini devam ettirmiştir.

Hz. Abbas (a.s)'m Hareminde Defin Olunanlar

Büyük ilim erbabı, Hz. Abbas (a.s)'in makam ve faziletlerini bildiklerinden, O'nun yaptığı

169

bunca fe-dakârlıklar karşısında Allah'ın O'na özel bir lüt-fünün olacağı kanısına vararak, kabirlerinin 0 Haz-retin hareminde olmasını istemişlerdir. Böylece Hz. Abbas'a komşu olarak O'nun şefaatine nail ola-caklarına inanmışlardır. Inşallah Hz. Abbas (a.s) da onları ümitsiz etmeyecektir.

Bunlardan birkaçına işaret ederek bu mevzuu kapatacağız.

1-  Büyük Ehl-i Beyt âlimlerinden, hacı Seyyid Muhammed Muhsin Zencani'nin oğlu, hicri 1355'de bu kutsal mekânda toprağa verilmiştir.1

2- Yine, büyük Ehl-i Beyt âlimlerinden, Şeyh Ali b. Zeyn'ul'Abidin Barcini Yezdi Hairi, Hz. Abbas (a.s)'ın hareminde defnedilmiştir.

3-  Keza, Haşim Kazvini'nin öğrencisi olan Ehl-i Beyt mektebi müçtehitlerinden, Seyyid Kazım Behbe-hani bu mekânda defnedilmiştir.

4-  Yine, büyük Ehl-i Beyt âlimlerinden, Allame Seyyid Abdullah Keşmiri, haremin dördüncü odasında defnedilmiştir.

5-  Keza, "Sibeveyh" diye meşhur olan büyük üstat Şeyh Molla Abbas Yezdi ve "Ehfeş" diye meşhur olan kardeşi Molla Ali, haremin Sahip Zaman (a.s) kapısı-nın yanında defnedilmişlerdir.

Allah bu kutsal mekânda yatanların hepsine rahmet etsin.

1 - Ez-Zeria, c. 3, s. 199

170

Hz. Ebu'l-Fazl'ıl-Abbas (a.s)'ın Ziyareti

Hz. Ebu'l-Fazl (a.s)'ın ziyaretini açıklamadan önce kisa da olsa, ziyaret kavrammin tanimma işaret etmeyi uygun görüyoruz. Ziyaret kavramı için çeşitli açılardan tanımlar zikredilmişse de, kanımızca, en uygun tanim şu tanim olsa gerek:

Ziyaret, insanın bir şahıs veya bir mekâna duymuş oldu-ğu alaka ve ilgi münasebetiyle, başka şeylerden alaka ve ilgisini keserek, o şahıs veya mekâna sevgi ve saygısını sunmak gayesiyle gitmesidir.

Dolayısıyla ziyarette iki hususiyet vardir: Birincisi, ziyaret edilenin dışında kalan şeylerden alaka ve ilgiyi kesmek; ikin-cisi ise, tarn bir alaka ve ilgiyle ziyaret edilene yönelip ona halis saygi ve sevgiyi sunmak. Evet, ziyaretin hakikati bu iki unsurdan oluşur. Zair, ziyaret edilenin dışında kalan her şeye sırt çevirmeli, kopmali ve hatta kendisinden bile geçerek bü-tün varlığıyla ziyaret ettiği gerçek maşukuna yönelmelidir.

Büyük Âlimlerin Sözlerinde Ziyaret

Ehl-i Beyt mektebinin önde gelen müçtehitlerinden olan Alia me Hilli (r.a) bu hususta şöyle buyuruyor: "Peygamber ve Imamların ziyaretleri ibadettir; dolayısıyla ziyarette niyet şarttır."i Keza, masumu ziyaret etmek ibadettir. Ibadetin şartı da taharettir. Öyleyse ziyaret için taharet de şarttır. Ziyaretin taharet ve temiz-liği ise gusüldür. Dola-yısıyla hem masumlardan gelen hadislerde, hem de bütün Şia

1 - Tezkiret'ul- Fükaha, c. 8, s. 449

171

alimlerinin fetvalarmda masumlarm ziyareti için gusül almak müstahap sayılmıştır.

Yine, Ehl-i Beyt müçtehitlerinden Allame Seyyid Hasan-ı Hemadani şöyle diyor: "Ziyaretin hakikati, imamin huzuruna müşerref olmaktır. Ziyaret ibadet olduğu için, temizlik ve taharete ihtiyaci vardır. Insan çeşitli mertebelere sahiptir. Bunun ilk mertebesi, onun cismi, diğer mertebesi de, onun hakikat ve mahiyetidir. Dolayısıyla ziyaretçi, bütün mertebelerde pak ve tahir olmahdir. Cismin tahareti, bedeni bütün necasetlerden temizlemek ve gusül yapmaktir. Ama insamn hakikat ve mahiyetinin temizliği ise, ruhunun her giinahtan te-mizlenmesidir. Öyleyse, eğer insan temiz olmak isti-yorsa, varlığının bütün merhalelerinde, Imamin vela-yeti karşısında teslim olmahdir."1

Netice itibarıyla şöyle diyebiliriz: Masumlan ziyaret ettiğimizde, başka her şeyden kopmalı, sırf ziyaret edilen masuma yönelmeli; bu arada hem bedenen, hem de ruhen, ister maddi, ister manevi olsun, bütün kirlilik, kötülük ve giinahlardan arinmah, tövbe etmeli ve tarn bir sadakatle ilgili masuma teslim olunmahdir.

İmamlardan Gelen Rivayetlere Göre Ziyaret

Zeyd-i Şeham isminde bir şahıs, Imam Sadik (a.s)'a: "Resulullah (s.a.a)'i ziyaret eden biri, nasil bir makam elde eder?" şeklinde bir soru yöneltince; Imam (a.s) şöyle buyurmuşlardır: "Böyle bir kimse Allah'/ arşta ziyaret etmiş gibi olur."

1 - Şumus'ut- Talia, s. 10-12

172

Zeyd-i Şeham şöyle devam eder: "Peki sizlerden birini ziyaret eden biri, nasıl bir makam elde eder?"

İmam (a.s): "Bizi ziyaret eden kimse de, Resulullah (s.a.a)'i ziyaret etmiş ğibi sayılır" diye cevap verir.1

Bu hadisten, sonuç itibariyle, Allah Resulünü ve Imamlardan birini ziyaret edenin, Allah'ı ziyaret et-miş gibi bir makam elde ettiği sonucunu alıyoruz.

Yine, İmam Rıza (a.s) İmam Hüseyin (a.s)'ın zi-yareti hususunda şöyle buyurmuştur: "İmam Hü-seyin (a.s)'ı Fırat kenannda ziyaret eden kimse, Allah'ı arşta ziyaret etmiş ğibidir."2

İmam Kazım (a.s) da İmam Rıza (a.s)'ın ziyareti hususunda şöyle buyurmuşlardır: "Oğlum Rıza'yı ziyaret eden ve O'nun yanında bir ğece kalan kimse, Allah'\ arşında ziyaret etmiş gibidir."3

Büyük Ehl-i Beyt müçtehit ve muhaddislerinden Merhum All a me Meclisi'nin bu tür hadisler hak-kındaki açıklaması özetle şöyledir. "Allah'ı arşında ziyaret etmek, yani miraca gitmek demektir. Miraç-tan amaç ise İlahi ilimleri elde etmektir. Çünkü Pey-gamber (s.a.a) cismi ve ruhi miracında bunları al-mıştı.

Ayrıca, her Cuma akşamı imamlar (a.s) ruhi

1 - Vesail'uş- Şia, c. 14, s. 225

2  - Vesail'uş- Şia, c. 14, s. 411; Tehzib, c. 6, s. 84; Sevab'ul- A'mal, s. 110

3- Vesail'uş- Şia, c. 14, Kafi, c. 4, s. 585; Bihar, c. 99, s. 25

173

miraca giderler ki, Allah onlara bu miraçta büyük kerametler ata eder. Zira miraç Allah'a olan yakın-lığın nihayeti ve en son haddidir.1 Böylece bu kutsal ve büyük insanları ziyaret etmek de, müminin mira-cıdır. Onlarin ziyareti hem insana marifet verir, hem de teslim Me nuraniyet bağışlar. Aynen şu hadiste belirtildiği gibi:

Hicazh Ebu Amir adinda biri, Imam Sadik (a.s)'in huzuruna vararak şöyle bir soru yöneltir: "Birisi Ali (a.s)'in kabrini ziyaret eder ve onu onanrsa, bunun ne gibi sevap ve faydalan vardir?"

Imam Sadik (a.s) cevabmda şöyle buyurur:

"Babalanm, Allah Resuliinden şöyle buyur-duğunu nakletmişlerdir: Allah Resulü (s.a.a) imam AH (a.s)'a hitaben: "Ey AH! Sen Irak topraklarında öldürüleceksin ve orada defnedileceksin" buyurdu.

imam AH (a.s) ise: "Ey Allah Resulü! Bizim ka-birlerimizi ziyaret eden ve onaran için ne gibi sevap ve faydalar vardir?" diye sordu.

Resulullah (s.a.a) şöyle cevap verdiler: "Allah senin ve evlatlarimn kabrini cennet bahçelerinden bir bahçe karar kılmıştır."

Bu yiizden de, herkes bu yerleri ziyaret etmeye muvaffak olamaz. Sadece özel ve has insanlar ziya-ret etmeye layik ve muvaffak olurlar.

Peygamberimiz, buyruğuna şöyle devam etmişlerdir:

1 - Ravzat'ul- Muttakin; Men La Yahzuruh'ul- Fakih şerhinde, c. 5, s. 363 392

174

"Ya AH! Benim şefaatim sizleri ziyaret edenler içindir. Onlar kiyamet ğünü benim havuzumun ya-nma geleceklerdir ve cennette benim ziyaretime nail olacaklardir. Sizlerin kabrini tamir eden ve ona-ranlar, Hz. Süleyman (a.s)'a "Beyt'ul-Mukaddes'ln yapımında yardım edenler gibidir. Sizleri ziyaret etmenin sevabı yetmiş hac sevabıdır. Kabirlerinizi ziyaret eden ve onaran kimseler, günahlardan te-mizlenir ve yeniden dünyaya gelmiş gibi olurlar."

Bu arada Allah Result) (s.a.a), Ehl-i Beyt'in ziya-retçileri hakkındaki buyruğunu şöyle devam ettirir: "Ama halktan aşağılık insanlar, sizlerin ziyaretini ayip sayar ve ziyaretçileri aşağılarlar. İşte bunlar ümmetimin en kötüleridir. Benim şefaatime nail olmayacak ve kiya-mette benim havuzuma ulaşamayacaklardır. '7±

Yukanda Allah Resulünden naklettiğimiz bu ha-disten, Ehl-i Beyt ziyaretçisinin bir takim özellik ve hasletleri olduğu anlaşılmaktadır. Bu özelliklerden birkaçını şöyle sıralayabiliriz:

1-   Bunlar, Allah'ın seçkin kullarıdırlar ve ziyaret uğruna zorluklara katlanmaya hazırdırlar.

2-       Ziyaretlerinden amaçları, Allah'a yakınlaşmak ve Hz. Muhammed (s.a.a) ve Ehl-i Beyt (a.s)'a olan muhabbetlerini göstermektir.

3-      Bunlar, bu ziyaretleri dolayısıyla Resulullah'ın şefaatine ve ziyaretine nail olacaklar ve Kevser su-yundan içeceklerdir.

Bu arada, şu da bilinmelidir ki, ziyaretin daha fazla etkin ve daha fazla sevaplı olmasında

1 -Vesail'uş- Şia, c. 14, s. 382; Tehzib, c. 6, s. 22

175

ziyaret-çinin ruhi derecesinin etkisi olduğu gibi, ziyaret za-manının da büyük rol ve tesiri vardır.

Örneğin; İmam Rıza (a.s), yazmış olduğu mek-tuplarından birinde kendisini ziyaret eden şiasının sevabının binlerce hac sevabı kadar olduğunu bildi-rince, ashabından Ebu Nasr-ı Bezenti diye biri, bunu garipser ve aynı mevzuu İmam Cevad (a.s)'a sorar; İmam (a.s) da babasının buyruğunu aynen onaylar.

Ama İmam Rıza (a.s), Ebuselt-i Herevi ismindeki ashabına: "Peyğamberin ziyareti Allah'ın arşta ziya-ret edilmesi ğibidir" diye buyurunca, onun, i-mamın bu sözünden herhangi bir tereddüt ve şüp-heye kapılmadığını ve halis bir kalple imamın buy-ruğuna tam manasıyla itikat ettiğini sergilediğini görmekteyiz. Demek ki, insanların velayete inanç konusunda makamları fark ediyor ve ziyaretin sevap derecesinde de bunun büyük bir rolü vardır.

Ziyaretin zamanı mevzuuna gelince, zamanın da ziyaretin sevap derecesinde büyük rol sahibi oldu-ğunu görmekteyiz. Örneğin; hadislerde, İmam Hüse-yin (a.s)'ın, Şaban ayının ortasında ziyaret edilme-siyle, Arafe veya Aşura gününde ziyaret edilmesi arasında sevap açısından farklılık olduğu kaydedil-miştir.

Beni Haşim'in Ay Yüzlüsü Hz. Abbas (a.s)'ın Ziyareti

Şimdiye kadar bahsettiğimiz konular, Hz. Muham-med (s.a.a)'in ve masum Ehl-i Beytinin ziyareti ile il-giliydi. Şimdi Hz. Abbas (a.s)'ın ziyareti ile ilgili ba-zı noktalara değinmek istiyoruz.

176

Imam Hüseyin (a.s)'ın ziyareti, velayet güneşinin ziyaretidir. Abbas (a.s)'m ziyareti ise, velayet ayimn ziyaretidir. Bu manayi Imam Sadık (a.s)'ın Hz. Abbas (a.s)'m ziyareti hakkmdaki buyruklanndan anhyoruz.

Hz. Abbas (a.s)'ın kabrinin bulunduğu yerin iki ö-zelliği vardır; biri mükerrem oluşu, diğeri ise muaz-zam oluşudur. Büyüklük, şeref, güzel ahlak ve her tür-lü iyiliğe kerem denir. Mükerrem mekân, yani bütün iyiliklerin istendiği yer. Ebu'l-Fazl (a.s)'ın haremi her iyiliğin, her büyüklük ve keremin istendiği yerdir. Hazret, hiçbir karşılık istemeden insanların hacetini giderdiğinden O'na "Bab'ul-Hevâic" yani hacetler ka-pısı denilmiştir.

Ayrıca Hz. Abbas (a.s) bütün ziyaretçilerini gör-mektedir. Velayet güneşinin (İmam Hüseyin -a.s-) kapsammda olduğundan dolayı bütün âlem O'nun gö-rüşü dâhilindedir. Imam Sadık (a.s)'ın buyurduğuna göre 0 Hazretin mukaddes kabrinin konumu, en yüce ve en yüksek mertebe konumundadır. Allah tarafından büyük sayıldığı için mükerrem ve kerimdir. Eğer ka-birlerinin azamet ve önemi buysa, o zaman kendi ö-nem ve konumları ne kadardir? Bunu sadece Allah bilir.

Hz. Abbas (a.s)'m azamet ve faziletlerinden bir bö-lümü kıyamette zuhur edecektir. Zira büyük makam-larda bulunan şehitler, O'nun yüce makam ve mevki-ine gipta edecek ve O'na ulaşmak isteyeceklerdir.

Cafer b. Kuleveyh-i Kummi (r.a) muteber bir se-netle Ebu Hamza'yı Somali'den şöyle naklediyor: I-mam Cafer-i Sadik (a.s) buyurdu ki:

"Abbas b. Ali (a.s)'m mezarmi ziyaret etmek iste-

177

diğinde, önce İmam Hüseyin (a.s)'ı ziyaret et ve daha sonra da Hz. Abbas (a.s)'i ziyaret etmek için O'nun haremine git."1

1 - Bihar'ul- Envar, c. 101, s. 278

178

Hz. Abbas (a.s)'ın Ziyaretnamesi

Anlamı: "Ey Emir'ul-Müminin'in oğlu! Allah'ın mukarreb meleklerinin, peygamberlerinin, salih kullarının, bütün şehitlerin, sıddıkların, temiz kulların, pak nefislerin akşamlayıp sabahladıkları yerde hepsinin selamı sana olsun.

Tanıklık ediyorum ki sen, seçilmiş torun, bilgili ön-der ve tebliğ edici vasi olup, zulme uğratılan, ezilen Peygamber (s.a.a)'in halefine teslim oldun, onu onay-ladın, ona vefalı oldun ve her zaman onun hayrını di-ledin. Öyleyse, böylesi sabrından, sırf Allah rızası için olan çaba ve yardımından dolayı Allah, seni Resulü, Emir'ul-Müminin Ali, Hasan ve Hüseyin tarafından, mükâfatların en

179

güzeliyle mükâfatlandırsın; ne mutlu sana ahirette kazandığın kalıcı yurttan dolayı.

Allah seni katledene, hakkını münkir olana ve hür-metini hafife alana lanet etsin. Yine Allah, seninle Fı-rat suyu arasında engel olana da lanet etsin.

Tanıklık ediyorum ki, sen mazlumca katledildin ve Allah mutlaka sizlere vermiş olduğu vadini gerçekleş-tirecektir.

Ey Emir'ul-Mümininin oğlu! Ben, senin ziyaretine gelmişim. Kalbim emirlerinize karşı teslim ve tabidir.

Allah'ın hükmü gerçekleşinceye kadar, ben sizleri izleyeceğim ve sizlere yardım için hazırım, şüphesiz 0 en güzel hükmedendir. Ben sizinleyim; sizin düşmanı-nızla birlikte değilim.

Ben; size, tekrar döneceğinize, keza, kâfirlerden sizlere muhalefet edenlerin ve katledenlerinizin de dö-neceğine inananlardanım.

Allah, elleri ve dilleriyle sizleri öldüren kavmi öldürsün."



Anlami: Daha sonra ravzaya ğir ve Hz. Abbas (a.s)'ın zerihine yaklaşarak şöyle de:


Anlami: "Selam olsun sana, ey salih kul! Ey Allah'a, Resulüne, Emir'ul-Müminin AN (a.s)'a, Hasan ve Hiise-yin'e (Allah'm selami onlarm üzerine olsun) tarn anlamiy-la itaat eden kimse! Allah'm selami, rahmeti, bereketi, mağfireti ve rızası senin ruh ve bedenine olsun.

Taniklik ediyorum ve Allah'i da şahit kiliyorum ki, sen, Bedir savaşında şahadet makamına ulaşanların, Allah yo-lunda cihat edenlerin, Allah düşmanlarına karşı cihat et-mede en halis duygularla hareket edenlerin, Allah dost-larma yardim etmede ve sevenlerini korumada en son güçleriyle destekte bulunanların gittiği yoldan gittin.

Allah Teala seni de, beyatina vefa edip, davetine icabet ederek, Allah tarafindan emir sahibi olanlara itaat eden kimseye verilen mükâfatların en efdali, en kâmili ve en çoğuyla mükâfatlandırsın.

Taniklik ederim ki sen, en halis duygularla hareket ettin; ciddiyetle görevini yerine getirdin; bu yolda bütün çabanı sarf ettin. Allah seni şehitler grubunda hasretsin; ruhunu, saa-dete ulaşan temiz ruhlarla birlikte kilsm; sana cennetinden en giizel, en geniş, en üstün odaları olan evierinden versin; anini, yüce makamlarda olanlarm katina yiiceltsin ve seni, nebiler, sıddıklar, şehitler, salih kullarla birlikte mahşere getirsin. Gerçekten bunlar ne

181

de güzel arkadaştırlar.

Yine, tanıklık ederim ki sen, (dini ihya etmede) hiçbir gevşeklik ve kusurda bulunmadin, işlerinde basiret üzere oldun. Salihlere uydun, nebileri izledin.

Allah, bizlere ve sana, huşu ve takva ehillerinin evlerinde Resulü ve evliyalarıyla birlikte bir araya gelmeyi nasip eyle-sin. Gerçekten de Allah merhamet edenlerin en merhamet-lisidir. Şüphesiz ki Allah bağışlayan ve esirgeyendir."



Anlami: Ben diyorum ki, 'Selam olsun sana ey salih kul" diye başlayan bu ziyaretle Hazretin mübarek kabrinin arkasında kıbleye doğnı durarak ziyaret edilmesi de iyidir. Nite-kim Şeyh Et-Tehzib kitabında da demiştir ki: 'Sonra kabre yönelerekyüzün kıbleye doğnı olduğu halde ziyaret et"



Anlami: Bil ki, önceki nakle ğöre Hz. Abbas'ın ziyaret namesi burada sona ermiştir. Ancak Seyyid b. Tavus, Şeyh Mufıd ve diğer bazı âlimler ziyaret namenin deva-mında şöyle kaydetmişlerdir: "Sonra kabrin baş tarafına ğit, orada iki rekât namaz kıl, sonra da dilediğin kadar namaz kılarak Allah a çokluca dua et ve namazlardan sonra şu duayı oku:


182

Anlami: "Allah'im, Peygamber ve Ehl-i Beytine rah-metini gönder ve bu değerli mekânda ve bu kutsal yerde bütün günahlarımı affet; bütün üzüntü ve kederlerimi gider; bütün hastalik ve dertlerimi iyileştir; bütün ayıplarımı ört; rızkımı genişlet; korkularımı güvene dönüştür; perişanlık-larımı ıslah et; uzakta olanlarımı koru ve bana kavuştur ve senin razılığın ve benim hayrım için olan bütün dünya ve ahiret isteklerimi yerine getir. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah!"



Anlami: Sonra zerihe yaklaşıp kabrin ayakucunda durarak şunları söyle:



183


Anlamı: "Selam olsun sana, ey Emir'ul-Mümi-ninin oğlu Ebu'l-Fazl-il Abbas!

Selam olsun sana, ey Peygamber'in vasisinin oğlu!

Selam olsun sana, ey ilk Müslüman olan, imanda herkesten öne geçen, Allah'ın dininde en fazla muka-vemet gösteren, İslam'ı korumada en çok dikkat sergi-leyen kimsenin (Ali -a.s-'ın) oğlu!

Tanıklık ederim ki sen, Allah, Resulünün ve karde-şinin (Imam Hüseyin -a.s-) hayrını istedin. Sen ne ka-dar da fedakâr bir kardeştin. Allah, seni katleden üm-mete lanet etsin. Allah, sana zulmeden ümmete lanet etsin. Allah, senin saygınlığını hiç sayarak İslam'ın saygınlığını korumayan ümmete lanet etsin.

Sen ne güzel sabredendin; ne güzel mücahittin; ne gü-zel koruyucu ve yardımcı idin; ne güzel kardeşini savu-nup müdafaa eden bir kardeştin! Rabbinin emrine itaat ettin. Diğerlerinin yüz çevirdikleri büyük sevaba ve gü-zel övgüye istekli oldun. Allah seni nimetler cennetinde büyüklerinin (babalarının) derecesinde haşretsin.

Allah'ım, ben, vereceğin sevap iştiyakı, mağfiretinin ve bol ihsanlarının ümidiyle evliyalarının ziyaretine yöneldim.

Allah'ım, Peygamber ve pak Ehl-i Beytine rahmetini indir ve onların hatırı için, benim rızkımı bol et, geçimimi sağlam-laştırıp güzelleştir; ziyaretimi kabul et. Onların hürmetine ya-şantımı pak ve temiz kıl; beni iyiler, saadete ulaşanlar grubuna dâhil et ve beni, sevdiklerinin mübarek

184

mezarlarının ziyare-tiyle kurtuluşa ermiş, hacetleri reva olmuş, günahlannın affını hak etmiş, kusurları örtülmüş, üzüntü ve kederleri giderilmiş olarak geri donenlerden karar ver. Şüphesiz sen kendisinden çekinilmesi gereken ve mağfireti beklenensin."

Hz. Abbas (a.s)'a Veda Etme Duasi



 

Anlami: Büyük âlimlerin de dediği gibi Hz. Abbas (as)'la vedalaşmak istediğinde ise mübarek kabrinin yanina giderek, Ebu Hamza Somali'nin rivayet ettiği şu duayi oku:


3


"Seninle vadeleşiyor ve Allah'tan senin hatırın için lütuf isterken, sana selam sunuyorum. Allah'a,

185

Resulüne, kitabına ve Allah katindan getirdigi her şeye iman getirmiş bu-lunmaktayım. Allah'im, bizleri şahitlerden kıl.

Allah'im, Resulünün kardeşi oğlu (Abbas (a.s)'ın) kab-rini ziyaret ettiğim bu ziyaretimi, ona olan son ziyaretim kılma; ömrüm sürdükçe 0 Hazretin ziyaretini bana nasip et. Beni, 0 Hazret ve babalanyla birlikte cennette haşret. Be-nimle 0 Hazretin, Resuliin ve evliyalarm arasinda dostluk ve muhabbet oluştur.

Allah'm Muhammed ve O'nun pak Ehl-i Beytine rah-metini indir ve sana iman üzereyken, Resulünü ve AN bin Ebu Talib'in velayetini kabullendiğim ve onlarin düşman-larıyla da düşman olduğum bir halde canımı al; şüphesiz ben buna razıyım. Allah'im Muhammed ve pak Ehl-i Beytine rahmetini indir."

Daha sonra da kendin, baba-annen, çocukların, kardeş-lerin, akraban ve bütün müminler için dua et. Allah bütün kullarmm duasim kabul buyursun. Allah'm selam ve rahmeti bütün mümin kullarmm üzerine olsun. Âmin.

--------------------
Önemli Siteler:
www.islamkutuphanesi.com
www.mizantefsiri.com