eKitap: www.islamkutuphanesi.com

Gaybette Bulunan İmamın Faydası

Selman Akyüz

Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ile ilgili olarak Şia’ya yöneltilen sorulardan biri de “Gaib İmam’ın faydası nedir?” şeklindedir.

Sorunun izahı şöyledir:

“İmam, insanların rehberidir. Dini yayma, toplumsal sorunları çözme, İslam düşmanlarıyla mücadele etme, iyiliği emretme, kötülükten sakındırma, mazlumları savunma, İlahi hüküm ve hudutları uygulama, kısacası toplumsal adaleti pratiğe geçirme gibi rehberliğin vazgeçilmez birtakım görevleri vardır. O halde gaib olan bir İmam, bu görevleri nasıl üstlenebilir? Başka bir tabirle, gaib olan İmam için gaybet döneminde toplumsal yönü olmayan bir hayat düşünülebilir. Acaba ilahi bir rehber için toplumsal boyutlardan soyutlanmış özel bir hayat düşünmek doğru olur mu? Böylesi bir İmam karanlık bir bölgede akan ve varılması çok güç olan saf suya benzer. Nitekim öğretmenini tanımayan bir öğrenciye, öğretmenin varlığının bir faydası olmaz keza, hastalığını tedavi edecek bir doktorun var olduğunu ve yerini bilmeyen bir hastaya doktorun varlığı bir yarar sağlamaz.

Bu sorunun cevabının açıklık kazanması için şu noktaya dikkat etmek gerekmektedir: insanlar, gaybet döneminde masum bir önderin aşikar olmaması yüzünden birçok feyizden mahrum olmalarına rağmen, birçok yönden de İmam’ın varlığından faydalanmaktadırlar. Çünkü masum bir İmam’ın varlığının faydası, sadece aşikar olarak yol göstermek, toplumsal sorunları çözmek gibi yukarıda sözü edilen işlerden ibaret değildir. İmamın varlığının başka önemli faydaları da vardır. Biz bu konuyla ilgili olarak, Peygamber sallâ’llâhu aleyhi ve alih ve Ehl-i Beyt İmamlarından nakledilen bir takım hadislere işaretle, bu faydalardan bazılarını açıklayacağız.

A) İmam, Maddi ve Rububi Alem Arasında Bir Rabıtadır

 “Gaib İmam’ın ne faydası vardır?” gibi sözler daha çok imamet ve velayetin manasını bilmeyen, İmam’ın sadece hüküm bildiren ve hadleri uygulayan bir şahıs olduğunu düşünenlerin sözüdür. Oysa İmamet ve Velayet makamı bu zahiri makamlardan yüce bir makamdır.

Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ile ilgili olarak elimize ulaşan çeşitli hadisler içerisinde, yukarıdaki soruya cevap olabilecek, doyurucu ve derin anlamlı kısa bir tabir görülmektedir. Dikkat edilir ve üzerinde durulursa bu tabir konuyla ilgili şüpheleri kökten silecek niteliktedir. Hz. Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih ’e “Gaybet döneminde Hz. Mehdi’nin varlığının ne gibi bir faydası olacaktır?” şeklinde yöneltilen bir soruya şöyle cevap verdiler:

“ Beni peygamber olarak gönderen Allah’a andolsun ki, insanlar gaybet döneminde, bulutların arkasında kalan güneşten faydalandıkları gibi ondan faydalanırlar. ” [1]

Ve yine “ Yenabiu’l-Mevedde ” kitabında Süleyman A’meş b. Mehran yoluyla İmam Sadık’tan aleyhi’s-selâm nakleder ki, İmam Zeyn-ul Abidin aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu: “ Biz, Müslümanların İmamı, dünya ehlinin hüccetiyiz. Yıldızların gök ehline güvence ve kurtuluş vesilesi olduğu gibi, bizler de yer ehlinin güvence kaynağı ve kurtuluş vesile-siyiz. Bizim hürmetimize, Allah istemedikçe gökten bir şey yere düşmez. Bizim vasıtamızla Hakk’ın rahmet yağmuru yağmakta ve yeryüzü bereketlerini çıkarmaktadır; eğer biz yeryüzünde olmasaydık, yeryüzü üzerindekileri yutardı. Allah Teala, Adem aleyhi’s-selâm’ı yarattığı gün-den beri yeryüzü hiç bir zaman hüccetsiz kalmamıştır. Ama bu hüccet bazen zahirdir ve tanınır, bazen de gaib ve gizlidir. Kıyamete kadar da yeryüzü hüccetsiz kalmayacaktır. Eğer İmam olmazsa, Allah’a (hakkıyla) ibadet edilmez. ”

Süleyman A’meş diyor ki: “İnsanlar gaib İmam’ın varlığından nasıl faydalanabilirler?” diye sorduğumda, İmam aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu: “ Bulutların arkasında kalan güneşten faydalandıkları gibi ” [2]

Bu ve benzeri birkaç hadiste, insanların Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’dan yararlanmaları, bulutların arkasında kalan güneşten yararlanmalarına benzetilmiştir.

Bu iki olgunun arasında şu benzerlik vardır:

Güneş, kendi sisteminin merkezidir. Bu husus astronomi ve doğal bilimlerde ispat edilmiştir.

Güneş çekim gücüyle yeryüzünün parçalanıp yok olmasını önler.

Güneş, dünyanın kendi etrafında dönmesini sağlayarak gece, gündüz ve mevsimleri oluşturur. Güneşin ısısı, insanlar, bitkiler ve hayvanların hayatlarını sürdürmelerini sağlar.

Güneşin ışığı yeryüzünü aydınlatır.

Sözü edilen hususların gerçekleşmesinde, Güneş’in bulutların arkasında olup olmamasının hiç bir etkisi yoktur. Güneş her iki durumda da çekim gücüne, ışığa ve ısıya sahiptir. Sadece azalıp çoğalma söz konusudur. Elbette ki güneşin bulutların arkasında olmadığı durumda ışık ve ısısı daha fazla yere ulaşabilir ve herkes de bunu görebilir, ama güneşten umulan önemli ve hayati faydalar bulutların arkasında kaldığı durumda da mevcuttur. Nitekim bazı bölgelerde yılın birkaç ayı boyunca güneş bulutların arkasında kalmasına rağmen, hayat olduğu gibi devam etmektedir.

Güneş bulutların arkasında kalınca veya gece olunca varlıkların onun varlığından ve ısısından faydalanmadıklarını söylemek cahilce bir iddia ve büyük bir yanılgıdır. Çünkü güneş, sadece birkaç gün ışık ve ısısını bu sisteme göndermezse her şey donup helak olur.

İmam da insanlık aleminin güneşi, kalbi ve tekvini kılavuzudur. İmam olmazsa, yeryüzünün manevi feyiz alma yolları kapanır ve yaratılış alemi, özellikle insan, yaratılış felsefe ve hikmetini kaybeder.

Allame Meclisi, “ Bihar-ul Envar ” kitabında insanların gaybet döneminde İmam’dan faydalanmalarının, bulutların arkasında kalan güneşten yararlanmalarına benzetilmesini ve bu iki hususun ortak yönlerini geniş bir şekilde ele almış ve şu hususlara değinmiştir:

1- İlim ve hidayet nuru İmam’ın aracılığı ile insanlara ulaşmaktadır. Birçok hadisten de anlaşıldığına göre, varlık alemi İmamların hürmetine yaratılmıştır. Eğer onlar olmasaydı, varlık nuru başkalarına ulaşmazdı. Onların bereketiyle, onları şefaatçiliğiyle, onları Allah ile kendi aralarında aracı kılmakla, ilim ve öğretiler insanlara ulaşır. Belalar onların vasıtasıyla defedilir. Yoksa insanlar, yapmış oldukları kötülüklere karşılık çeşitli azaplara yakalanırlardı. Nitekim Allah Teala, Peygamber-i Ekrem sallâ’llâhu aleyhi ve alih ’le ilgili olarak şöyle buyuruyor: “Sen onların içinde bulundukça Allah, onlara azap edecek değildir....” [3]

İşler zorlaştığında, Allah’tan uzaklaşıldığında ve feyiz kapıları kapatıldığında o zatları kendimizle Allah arasında aracı kılmış, o nurlara yönelmişiz. Sonuçta, onlarla kurulan manevi bağ sonucu ve onların yüzü suyu hürmetine zor işler kolaylaşmış ve Allah’ın feyiz kapıları yüzümüze açılmıştır. Bu, defalarca denenmiş ve tecrübe edilmiş bir husustur. Allah’ın, kalbini iman nuru ile aydınlattığı kimseler için bu, gözle görülür ve apaçık bir hakikattir.

2- İnsanlar bulutların arkasında kalan güneşten faydalanmalarıyla birlikte sürekli olarak güneşin önünde engel olan bulutların çekilmesini ve güneşin tamamen ortaya çıkarak, gözler ile görülmesini ve daha fazla faydalanılmasını beklerler. Gaybet döneminde de ihlaslı Şiiler, her an Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın zuhur etmesini bekler ve hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmazlar.

3- Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ı bu kadar alamet ve faydalarının olmasına rağmen inkar etmeye kalkışan kimsenin durumu, bulutların arkasında olan güneşin varlığını inkar eden kimseye benzer.

4- Bazen güneşin bulutların arkasında kalması insanlar için daha faydalı olabilir. Bugün de Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın gaybette olmasının insanlar için birtakım faydaları olabilir.

5- Bulutların arkasından çıkan güneşe, ancak bazı kimseler bakmaya muvaffak olurlar Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’da gaybet döneminde bazıları tarafından görülebilir ve ziyaretine erişilebilir.

6- Güneş, herkesin faydalanması içindir. Ama kör olan kimse güneş-in ışığından faydalanamaz. Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın varlığından, kalbi kör olan kimseler dışında herkes faydalanır.

7- Güneşin ışığı evlere kabiliyetleri, pencerelerinin büyüklüğü ve küçüklüğü oranında yansır. İnsanlar da, İmam aleyhi’s-selâm ’ın hidayet nurundan kendi kabiliyetleri oranında yararlanabilirler. Açık havada olup da vücudunu dört bir yandan güneşin ışığına sunan kimse ile güneşin ışığıyla kendisi arasında engeller bulunan kimsenin ışıktan yararlanmaları elbette ki aynı oranda olamaz. İnsan, bütün engelleri kaldırmalıdır ki, hidayet nuru onu dört bir yandan kuşatsın ....

Şu ana kadar yaptığımız açıklamalardan şu sonuç ortaya çıktı: İmam’ın gerekliliği hüküm bildirmek, devlet kurmak ve hadleri uygulamak gibi görevlerle sınırlı değildir. Çeşitli muteber hadislerden anlaşıldığına göre ve irfan ehlinin değişmez bir ilke olarak ortaklaşa ortaya koydukları üzere kesin ilahi irade gereği gayb alemiyle insanlar arasında aracı olması ve ilahi feyizlerin mecrası olması için, sürekli olarak bir masum İmam’ın (ariflerin tabirince İnsan-ı Kamil’in) varolması bir zarurettir. Nitekim “ Yenabiu’l-Mevedde ” kitabından nakledilen hadiste bu gerçek vurgulanmış ve İmam Zeyn-ul Abidin aleyhi’s-selâm şöyle buyurmuştu:

“ Eğer biz yeryüzünde olmasaydık, yeryüzü üzerindekileri yutardı. ”

Bir başka hadiste ise: “ Yeryüzü İmamsız kalmaz, aksi takdirde yeryüzü altüst olur. ” şeklinde bir tabir yer almıştır. [4]

Bir başka rivayette ise Peygamber efendimiz sallâ’llâhu aleyhi ve alih şöyle buyurmuştur: “ Yıldızlar gök ehli için kurtuluş vesilesidir. Eğer onlar yok olursa gök ehli de yok olur. Benim Ehl-i Beyt’im de yeryüzündekiler için aman ve kurtuluş vesilesidir. Eğer Ehl-i Beyt’im olmazsa, yeryüzündekiler helak olur. ” [5]

Ayrıca, bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesinde meleklerin indikleri kimse, yeryüzündeki masum İmamdır. Gelecek yıla kadar olacak bütün işler İmam’a sunulur ve böylece geçerlilik kazanır.

Allah Teala Kadir suresinde şöyle buyuruyor:

“Gerçek şu ki, biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir? Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh, onda Rablerinin izniyle her bir işten (dolayı) inerler...” Bu ayette geçen “tenezzelu”, “İner” fiili sürekliliği ve her Kadir gecesinde meleklerin yeryüzüne indiğini ifade eder. Rivayetlerde de açıklandığına göre melekler, kâmil ve örnek olan insana, yani Allah’ın velisi ve hücceti olan İmama inerler. Meleklerin inişinin sebebi ise, o gecede bütün işlerin hikmeti uyarınca açıklanması, yazılması ve belirlenmesidir. Bu gecede milletlerin, devletlerin, halkların ve kalplerin kaderleri belirlenir. Hayat, ölüm, rızık, mutluluk, esenlik, bedbahtlık ve diğer işler de bu gecede yazılır ve takdir edilir.

Nitekim “Her hikmetli iş o (mübarek) gecede ayırt edilir; katımızdan bir buyrukla verilen her emir.” [6] ayet-i kerimesi de bu anlamı pekiştirir niteliktedir. Bilindiği gibi hikmetli işin ayırt edilmesi, onun bütün niteliklerinin belirlenmesi, ölçülerinin konulması ve takdir edilmesinden başka bir şey değildir. Bu ayet-i kerimenin aslında geçen “yufreku”, “ayırt edilir” kelimesi de sürekliliği ve ayırt etme olgusunun her yıl bu gecede tekrarlandığını ifade eder.

Demek ki dünyada vuku bulan hadiselerde bilmediğimiz ve tanımadığımız gaybi ellerin etkisi de söz konudur. Allah’ın tanınmayan velileri, görevlerini yapmakta ve insanlara hizmet etmekteler. Nitekim böylesi velilerin varlığı ve insanlara hizmette bulundukları Kur’an-ı Kerim’de vurgulanmış ve buna örnekler sergilenmiştir. Kısa bir süre Hz. Musa aleyhi’s-selâm ’a arkadaşlık eden ve ona bilmediği şeylerin sırrını öğreten ve dillerde Hz. Hızır olduğu maruf olan Allah’ın velisi, bunun bir örneğidir.

Böylece bir veli kısa bir sürede hem Hz. Musa’ya faydası olmuş ve bir takım şeylerin hikmetini bildirmiş, hem de topluma yararı olmuştur.

Bu veli, denizde çalışan yoksulların gemisini, zorbalıkla her gemiyi ele geçiren kralın eline düşmemesi için delmiş ve böylece gemiyi kurtarmıştır.

Yine mümin anne-babasını azgınlık ve küfre zorlayacak olan çocuğu öldürerek, hem çocuğu bu kötülükten kurtarmış hem de anne-babasının imanını korumuştur.

Ve yine babanın iki öksüz çocuğu için altında define sakladığı ve yıkılmaya yüz tutan duvarı inşa etmiş ve böylece defineyi, çocukların ergenlik çağına kadar korumuş ve diğerlinin eline geçmesini engellemiştir. [7] Bu hadisende anlaşıldığı üzere, insanları hidayet etmeyi vb. Hizmetleri velinin, İmam’ın, peygamberin aşikar ve tanınır olmasıyla sınırlı kılmak yanlış bir düşüncedir.

B)İmam Ümit Kaynağıdır

Gaib İmam aleyhi’s-selâm ’a inanmak, kurtuluşu beklemek ve onun zuhurunu gözlemek, insanlara büyük bir ümit vermektedir. Bu ümit, başarı ve ilerlemede en büyük etkenlerden biridir. Ümitlerini yitiren bir topluluk asla başarıya ulaşamaz.

Örneğin karargâhta bulunan bir komutanın varlığı, askerlere ümit verir ve onların çaba göstermelerini sağlar. Komutanın ölüm haberini duyan bir ordu, ileri teknikle donanmış olsa da dağılıverir ve askerler ümitsizliğe kapılırlar.

Bir önderin hasta veya yolculukta da olsa, hayatta olması toplum düzeninin korunmasına sebep olur; ölüm haberi ise ümitsizlik ve karamsarlığa neden olur.

Ehl-i Beyt mektebine inananlar, zayıf tabakanın her geçen gün daha bir zayıflaması, toplumsal sorunların fazlalaşması ve sömürgeciliğin gelişmesi gibi sorunlar karşısında, ümitsizliğe kapılmaz ve kendilerini yalnız hissetmezler.

Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın hayatta olmasına inanmanın, gönüllerdeki ümidi canlı tutması, titrek kalplere huzur vermesi, maddeciliğin hakim olduğu bu karanlık dönemde müminleri inançlarında sabit kılması, hayırseverleri iş ve faaliyetlere itmesi, yenilgi ruhunu yok etmesi, insanları tevhid hükümetini kurarak, zulmü tamamen yok edecek bir inkılap hazırlığı içinde olmaya sevk etmesi, hedef yolunda çalışmaya, nefis tezkiyesi ve ilahi öğretilerle ilgilenmeye ve zuhur için gerekli şartları oluşturmaya teşvik etmesi, tartışma götürmez bir gerçektir.

İşte bu yüzden, Ehl-i Beyt’ten nakledilen hadislerde, kurtuluşu beklemek en büyük ibadetlerden biri ve hak yolunda şahadete denk sayılmıştır. İmam Sadık aleyhi’s-selâm şöyle buyurmuştur: “ Her kim, biz Ehl-i Beyt’in velayetiyle kurtuluşu bekler bir halde ölürse, Kaim’in (Mehdi’nin) ordusunda yer alan kimse gibidir. ” [8]

İmam Rıza aleyhi’s-selâm babasından naklen Hz. Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih ’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “ Ümmetimin en iyi ameli, kurtuluşu beklemektir. ” [9]

Hz. Ali aleyhi’s-selâm şöyle buyurmuştur: “ Bizim devletimizi bekleyen kimse Allah yolunda kanını döken ve canını veren kimse gibidir. ” [10]

Bu rivayetlerden kurtuluşu beklemekle, düşmana karşı cihad etmenin birbirleriyle bağlantılı olduğu net bir şekilde vurgulanmıştır. Kurtuluştan maksat, ister genel anlamda kurtuluşu beklemek olsun, ister bütün dünyayı zulümle dolduktan sonra adaletle dolduracak olan Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın zuhurunu beklemek olsun, her iki durumda da kurtuluşu beklemenin önemi açıkça belli olur.

Kısacası Mehdi aleyhi’s-selâm ve kurtuluşu bekleme inancı, insanların hazırlıklı olmalarını ve her yönüyle kendilerinin İslam’ın kurallarına mutabık kalmalarını daha fazla fedakarlıkta bulunmalarını sağlar. Nite-kim, Resulullah’ın İslam’ın ilerleyeceğini ve ileride büyük zaferlerin olduğunu müjdelemesi ilk Müslümanların çabalarını artırmasına, feda-karlık ve yardımlaşma ile hedefe ulaşmalarına sebep olmuştur.

Ayrıca İmam aleyhi’s-selâm ’ın gaybette olması, onun büsbütün bir gizlilik içinde ve gözle görülmez bir varlık olduğu anlamına gelmez. Gaib olması, başkalarının onu tanımaması anlamına gelir. İmam aleyhi’s-selâm tıpkı diğerleri gibi normal bir yaşantıya sahiptir. Onu başkalarından farklı kılan özellik, uzun ömürlü olması ve tanınmaz bir şekilde yaşamasıdır. Dolaysıyla İmam aleyhi’s-selâm , gaybet döneminde liyakatli insanlarla irtibat halindedir; onları özel olarak eğitmekte ve büyük bir inkılap için hazırlamaktadır. Bu hususa çeşitli rivayetlerde yer verilmiş ve İmam aleyhi’s-selâm ’ın uzun süre gaib olmasının nedenlerinden biri olarak vurgulanmıştır. İmam aleyhi’s-selâm ’ı gaybet döneminde görenlerle ilgili olarak çok sayıda kitaplar yazılmıştır. Hatta İmam aleyhi’s-selâm tarafından, gerek Gaybet-i Suğra ve gerekse Gaybet-i Kübra döneminde birçok insana gönderilen “tevkiler” (mektuplar) İmam’ın başkalarıyla ilişki içerisinde olduğunun diğer bir kanıtıdır.

Konunun açıklık kazanması için, İmam aleyhi’s-selâm tarafından şahıslara gönderilen tevkilerden sadece iki örnek sunalım:

Hz. Mehdi (a.s)’ın Şeyh Müfid’e Mektubu

Bu mektup, Hz. Bakıyyetullah (Mehdi) tarafından, -Allah onun hafızı ve koruyucusu olsun- H. 410. yılın Sefer ayının sonlarında, Şeyh Müfid Ebu Abdullah Muhammed bin Muhammed bin Nu’man’a -Allah onun ruhunu mukaddes kılsın, kabrini nurla doldursun- yazılmıştır. Bu mektubu ulaştıran, onu, Hicaz’daki bir bölgeden getirdiğini söylemiştir. Mektubun metni [11] şöyledir:

“Değerli ve reşid Şeyh Müfid Ebu Abdullah Muhammed bin Muhammed bin Nu’man’a; Allah izzetini daimi kılsın. [12]

Bismillahirrahmanirrahim

Ey dinde ihlaslı ve bizim hakkımızda yakine ermiş dost! Selam olsun sana. Kendisinden başka İlah olmayan Allah’a hamd ediyor ve O’ndan, efendimiz, mevlamız ve Peygamberimiz olan Muhammed’e ve onun pâk Ehl-i Beyt’ine salat ve rahmet diliyoruz.

Sana bildiriyoruz ki -Allah, hakka yardım etmekte başarını sürekli kılsın ve bizden taraf sadakatle söylediğin sözden dolayı mükafatını çoğaltsın- seni mektuplaşmak şerefine eriştirmek ve sana yazdığımızı, yanında olan dostlarımıza ulaştırmakla -Allah onları, kendisine itaat etmeleriyle aziz kılsın, kendi inayet ve himayesiyle onların sıkıntılarını gidersin- seni görevlendirmek hususunda bize izin verilmiştir. Öyleyse Allah’ın izniyle, sana bildirdiğim şeyin üzerinde dur ve onu güvendiğin kimseye ulaştırmada gayret et; Allah dinden çıkan düşmanlar karşısında yardımıyla seni te’yit etsin.

Biz gerçi, dünya hükümeti zalimlerin elinde olduğu müddetçe, kendimizin ve imanlı Şiilerimizin bazı maslahatlarından dolayı zalimlerin yerleşim bölgelerinden uzak bir yerde ikamet ediyoruz, ama sizin durumunuzdan haberdarız, durumunuz bize gizli değildir. ...Biz, sizi gözetmekte ihmalkârlık etmiyoruz, sizi unutmamışız da. Eğer böyle olmasaydı, musibetler belinizi büker ve düşmanlar kökünüzü kazırdı. Öyleyse, Allah’tan çekinin. Size yönelen fitnelerden sizi kurtarmamız için, bize destek olun. Öyle bir fitne ki, eceli yaklaşan onda helak olur, arzusuna yetişen ondan korunur. O fitne, hareketimizin yakınlaşmasının nişanesi, ve emrimizle onun haberini yaymanızdır. Müşrikler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.

Emevîlerin tutuşturduğu ve hidayet üzere olan fırkayı kendisiyle korkuttuğu cahiliye ateşini tutuşturmaktan takiyyeye sarılın (o fitneden uzak durun). Ben, bu fitnede kendisine bir makam aramayan ve ondan uzak durarak güzel bir yola koyulan kimseyi kurtarmaya kefilim.

Bu yılın Cemadiyel-evvel ayının yetişmesiyle vuku bulacak hadiseden ibret alın, sonraki hadiseler için sizi basan uykudan uyanın.

Yakında, gökten açık bir nişane, yerden de onun benzeri açık bir alamet sizin için aşikâr olacaktır. Yeryüzünün doğusunda üzücü ve sarsıcı bir olay vuku bulacaktır, ondan sonra İslam’dan çıkan gruplar Irak’a musallat olacaklar. Onların kötü amellerinden dolayı, Irak halkı geçim sıkıntısına duçar olacaktır. Bir müddet sonra tağut önderin helak olmasıyla, gam ve rahatsızlıklar yok olacak, takvalı ve iyi insanlar sevineceklerdir. Dünyanın köşe bucağından hacca gidenler arzularına kavuşacak, istediklerine erişeceklerdir. Onların haclarını kolaylaştırmakta bizim, için nizam ve düzen üzere zahir olacak bir mevki vardır.

Öyleyse her biriniz, sevgimizi kazanacak işleri yapmaya, sevmediğimiz işlerden ise uzak durmaya çalışsın. Çünkü bizim işimiz (zuhur etmemiz) ansızın, birden bire olacaktır, artık o zaman tövbenin ona faydası olmayacak, günahtan onu kurtarmayacaktır.

Allah, doğru yolu size ilham etsin ve kendi rahmetiyle size başarılar bağışlasın.”

Şu da mübarek elle yazılan tevkinin nüshasıdır; onu yazana selam olsun. [13]

“Bu sana olan mektubumuzdur, ey samimi kardeş, muhlis ve vefalı dost, Allah seni inayet gözüyle korusun. Bu mektubu koru, ve onu kimseye gösterme. Onun içeriğinden kimsenin haberi olmasın. Ancak güvendiğin kimseye onun içeriğini söyle ve onların toplumuna (Şiilerimize), ona göre amel etme hususunda tavsiyede bulun, inşaallah. Allah’ın salatı Muhammed’e ve O’nun pâk Ehl-i Beytine olsun.”

Şeyh Müfid’e Diğer Mektubu

Hz. Bakiyyetullah’dan Allah’ın selamı ona olsun Perşembe günü 23. Zilhicce 412’de Şeyh Müfid’e ulaşan diğer bir mektuptur. [14] Mektup şöyledir:

“Allah’ın, kendi yolunda cihada hazır kulundan, hakkın kendisine ilham edildiği ve onun kılavuzu olana.

Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla

Ey hakkın yardımcısı ve sadakatle halkı O’na doğru çağıran! Allah’ın selamı sana olsun. Kendisinden başka bir ilah olmayan Allah’a hamd ediyor, efendimiz ve mevlamız olan peygamberlerin sonuncusu Muhammed’e ve O’nun pâk Ehl-i Beyt’ine O’ndan rahmet diliyoruz.

Biz senin münacaatını görüyorduk, -Allah Teala, evliyası vasıtasıyla sana bağışladığı şeyler vesilesiyle seni korusun, düşmanlarının hilesinden seni güvende kılsın- onun müstecab olmasını (Allah’tan) istedik. Şimdi, tanınmayan bir dağın tepesinde ikamet ediyoruz, imandan yoksun bazı fertler yüzünden, bitkisi çok olan bölgeden buraya sığındık. Yakında geniş ve düz bir yere ineceğiz ve gelecekteki durumumuzdan seni haberdar kılacağız. Bu vesileyle, iyi işlerinle bize yakın olduğunu bileceksin. Allah Teala, kendi rahmetiyle seni bu amelleri yapmaya muvaffak kılmıştır...

Bu saklanmaktan (gaybete çekilmekten) sonra hareketimizin (kıyamımızın) nişanesi, Mekke-i Muazzamdaki, münafık ve kan dökmeyi helal bilen kimse tarafından vuku bulacak hadisedir. Kendi hilesiyle mü’minlerin canına kastetmektedir. Ama bununla, hedefi olan zulüm ve tecavüzde bulunmaya ulaşamayacaktır. Çünkü biz müminlerin arkasındayız, yer ve göğün padişahından gizli kalmayacak duayla onları koruyacağız.

Öyleyse dostlarımızın kalpleri mutmain olsun, tehlikeden güvende kalacaklarına emin olsunlar. Gerçi durumların karanlıkları onları korkutacaktır. Ama sonuç, günahlardan sakındıkları müddetçe -Allah’ın güzel lütfüyle- onlar için güzel olacaktır.

Ey muhlis dost ve bizim uğrumuzda zalimlere karşı cihad eden, -Allah seni, bizim önceki salih dostlarımızı te’yit ettiği gibi teyit etsin- biz sana söz veriyoruz ki, dini kardeşlerinden kim, din hususunda Rab-binden çekinir ve üzerinde (humus, zekat vb.) olan borcunu hak sahiplerine ulaştırırsa, bozucu fitnelerde ve karartıcı sıkıntılarda güvende olacaktır. Kim de, Allah’ın verdiği nimetleri, verilmesini emrettiği kimseye vermekte cimrilik ederse, dünya ve ahirette zarara uğrayanlardan olacaktır.

Eğer Şiilerimiz -Allah onları kendi itaatine muvaffak kılsın- üzerlerine farz olan ahde vefa etmede kalpleri bir olursa, bizimle görüşmek saadeti onlardan te’hir edilmeyecektir. Bize nispet, sahip oldukları gerçek marifet üzere bizimle görüşmek mutluluğu, en yakın bir zamanda onlara nasip olacaktır. Bizi onlardan uzaklaştıran şey, sevmediğimiz şeyleri yapıyor olmaları haberinin bize ulaşmasıdır. Allah en iyi yardım dilenendir, O bize yeter ve O ne güzel vekildir. Allah’ın salat ve selamı, korkutucu ve müjdeleyici olan efendimiz Muhammed’e ve O’nun pâk Ehl-i Beyt’ine olsun.”

(Bu mektup, H. 412. yılın Şevval ayının evvelinde yazıldı)

Şu da, Mübarek elle yazılan -Allah’ın salatı onun sahibine olsun- tevkinin nüshasıdır:

“ Ey kendisine yüce hak ilham olan dost! Bu, sana olan mektubumuzdur, bizim imlamız ve güvendiğimiz birisinin hattıyla yazılmıştır. Öyleyse onu herkesten gizle, onu dür ve hiç kimseye gösterme. Onun üzerinden bir nüsha hazırla, dostlarımızdan emin bildiğin kimseleri ondan haberdar et, Allah onları bizim bereketimize meşmul kılsın, inşaallah. Hamd Allah’a, salat ve selam efendimiz Muhammed ve onun pâk Ehl-i Beyt’ine olsun.”

Sunulan bu iki mektuptan da anlaşıldığı gibi İmam aleyhi’s-selâm gaybet döneminde insanların durumunu izlemekte, gerekli uyarılarda ve yol göstermelerde bulunmaktadır. Bu da ona gönül verenlerin daha fazla çaba göstermelerini, ona layık asker olmaları yolunda fedakarcasına ve ümitle çalışmalarını sağlamaktadır.

C) Dinin Korunmasına Vesiledir

Hz. Ali aleyhi’s-selâm her dönemde insanların ilahi önderlere olan ihtiyaçlarını şöyle açıklıyor:

“ Yeryüzü Allah için hüccet ve burhanla kıyam eden İmamdan boş kalmaz. Bazen o İmam zahir ve açık, bazen de gizlidir. Allah’ın hüccetleri iptal edilmesin diye böyledir bu. Onlar nerededirler? Allah’a andolsun ki sayı açısından azdırlar, ama değer ve makam açısından büyük. Allah Teala, onlar vasıtasıyla kendi hüccet ve burhanlarını korumaktadır... ” [15]

Zamanın geçmesi, şahsi fikir ve değerlendirmelerin dini konulara karıştırılıp din adına sunulması, sapık mekteplerin aldatıcı ve çekici programlarına yönelme, fasit ellerin semavi öğretilere uzanması, İslâm kanunlarının pratik alandan uzaklaştırılması vb. faktörler el ele vererek, İslâm kanunlarından bazılarının unutulmasına, asaletini yitirmesine ve tahrif edilmesine neden olur. Vahiy olarak inen bu öğretiler, onun bunun beyinleriyle temas etme sonucu, siyahlaşır ve ilk günkü parlaklığını yitirir. Bu nurun, karanlık fikirlerin çerçevesinden geçmesi sonucunda, ışığı azalır ve yansıması zayıflar. Hatta dar görüşlü insanların, bu güzel İslam ağacına artırdıkları dal ve budaklarla tanınmaz bir hale gelir. Peygamber sallâ’llâhu aleyhi ve alih ’e hitaben kaleme alınan bir şiirde şöyle denilmiştir:

Süsleme peşindeler şeriatını

Güzelleştirmedeler dinini

Eklenen dal ve budaklardan

Görsen tanıyamazsın artık, sen onu

Durum böyleyken acaba Müslümanlar içinde, İslam’ın yasa ve öğretilerini gelecek nesiller için olduğu gibi koruyan birinin bulunması gerekmez mi? Acaba yeniden mi vahiy inecektir?! Kesinlikle hayır. Çünkü vahiy kapısı ebediyete dek kapanmıştır. Öyleyse asıl din nasıl korunmalı? Tahrifler ve hurafeler nasıl önlenmeli? Bu, ancak masum bir İmam vasıtasıyla gerçekleşir. Hz. Ali aleyhi’s-selâm şöyle buyuruyor: “ Yeryüzü Allah için, hüccet ve burhanla kıyam eden İmamdan boş kalmaz...Allah’ın hüccetleri iptal edilmesin diye böyledir bu. ”

D) Yaratılış Hedefini Temsil Ediyor

Akıllı hiç bir insan, hedefsiz ve amaçsız hareket etmez. Akıl ve ilim öncülüğünde atılan her adım, muhakkak hedef doğrultusunda ve amaca yönelik olmalıdır.

İnsanların kendi işlerinde varmak istedikleri hedef ve amaç, eksiklik ve ihtiyaçlarını gidermektir. Allah Teala’nın işlerindeki hedef ise, yaratıkların ihtiyaçlarını gidermesidir. Allah’ın işlerinde kendine yönelik bir ihtiyacı karşılamak istemesi düşünülemez. Çünkü zatı her yönüyle sınırsız ve her türlü eksiklikten pak ve münezzehtir. Şu örneğe dikkat ediniz:

Uygun bir toprakta, gül ve meyve bağı icat etmek için ağaç ve fidan dikiliyor. Bağa su verirken ağaç ve güllerin yanında, faydasız birtakım bitkiler de sudan yararlanır ve yeşerir. Burada bağ sahibinin ana hedefi ağaç ve güllere su vermektir. Ancak bunun yanında, bazı yararsız bitkilerin de sudan yararlanması kaçınılmazdır. Eğer bir ağaç dışında, bağda büyüyen bütün ağaçlar, güller kurur, ancak salim kalan bu ağaç öylesine verimli olur, tüm ağaçlardan beklenilen meyveyi yalnız başına verirse, bağ sahibi yine bağla ilgilenir ve birçok yararsız bitkiler de yararlansa bile su vermeyi sürdürür. Ancak verimli olan o bir ağaç da kurursa artık bağ sahibi bağı sulamaktan vazgeçer. Yani faydasız bitkilerin hayatı, verimli ağaç ve güllerin varlığına bağlıdır. Bunlar varolduğu müddetçe onlar da var olurlar.

Yaratılış alemi güzel bağa, insanlar da bağda bulunan güllere, ağaçlara, dal ve budaklarına benzerler. Tekamül eden insanlar, verimli ağaçlar konumundandırlar. Sapık insanlar da bu bağda biten verimsiz bitkilere benzerler.

Kuşkusuz, güneş, hava, su, yerde ve gökte varolan onca bereketler, nimetler, birtakım sapık ve zalim insanların faydalanması için yaratılmamıştır. Varlık alemi bütün nimetleriyle, Allah’a, O’nun ilim ve hikmetine inanan, salih ve pâk insanlar için yaratılmıştır. Nitekim sonunda da yeryüzünün egemenliği fasit insanlardan alınacak, salih insanların eline geçecektir ve İslâm dini tüm dinlere üstün kılınacaktır. Bu hususta Allah Teala şöyle buyuruyor:

“Hiç şüphesiz, salih kullarım yeryüzünün varisi olacaktır...” [16]

Sapık insanlar yararlansa da, varlık alemi, salih insanlar için nimetlerini ve feyizlerini vermeğe devam etmektedir. Eğer salih insan neslinin biteceği bir gün gelecek olursa, o zaman bu nimetlerin devam etmesinin bir anlamı kalmayacak. O gün yeryüzü alt üst olacak, gök bereketlerini indirmeyecek ve yeryüzü yararlarını insanlardan kesecektir.

Peygamber ve İmamlar salih insanlar grubunun öncüsü ve kamil insan örneğidirler. Onlar, hak inançlara inanan, tüm insani sıfat ve erdemleri taşıyan, Allah’ı hakkıyla tanıyıp O’na hakkıyla ibadet eden velilerdirler. Bu nedenle, İmamın varlığı başlı başına yaratılış hedefini simgelemekte, hayır ve bereketlerin inmesini sağlamaktadır. İmam’ın varlığı, rahmet yağmurunu yağdırmaktadır. İmam’ın halk içerisinde zahir olması, ya da tanınmaz ve gizli kalması bu açıdan bir şeyi değiştirmez.

Elbette diğer salih kullar da kendi varolan değerlerine göre, yaratılış gayesini simgelemektedirler, ancak bu hedef ve amacın tahakkuk ettiği en açık örnek, günahtan masum olan ilahi insanlardır.

Bu sözlerle, bazı hadislerin de anlamı aydınlık kazanmış olur. Örneğin meşhur bir hadis-i kudsi’de Allah Teala, Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih ’e hitaben şöyle buyurmuştur:

“ Eğer sen olmasaydın, gökleri yaratmazdım ”

Nitekim bazı dualarda Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ile ilgili olarak şu tabir-ler yer almıştır:

“ Onun varlığının bereketine halka rızık verilmekte ve onun varlığı sebebine yer ve gök sabit kalmaktadır. ”

Makalemizin sonunda şunu da belirtmek isteriz ki, gaybet döneminde İmam’ın varlığının faydaları, sadece sözü edilen faydalarla sınırlı değildir, diğer birçok faydaları da vardır ki, biz onlara yer veremedik. Umarız ki açıklanan faydalar bu hususta yeterli olur.

Buraya kadar sözü edilen faydalardan şu sonuç ortaya çıkıyor ki, gaybet döneminde İmamı, topluma faydası olamayan bir varlık olarak nitelendirmek ve Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’a inanmanın Şia toplumunda adalete yol açtığını söyleyerek, Şia inancına saldırıda bulunmak, İmametin ne anlama geldiğini kavrayamamaktan kaynaklanmaktadır.


[1] - Bihar’ul-Envar , c. 52, s. 93

[2] - Yenabiu’l-Mevedde , c. 2, 89 Bab, s. 217

[3] -Enfal/33

[4] - Usul-u Kafi , c. 1, s. 334

[5] - Tezkiret-u Havass-il Ümme , Hicri 1385 yılı bas., s. 182.

[6] -Duhan/3

[7] - Kehf/65-82.

[8] - İkmal-ud Din , c. 2, s. 357.

[9] - İkmal-ud Din , c. 2, s. 327.

[10] - İkmal-ud Din , c. 2, s. 358.

[11] - Bu mektup, Bihar-ul Envar, c. 51, s. 349’da, yine c. 53, s. 153’te Şeyh Tusî’nin “ Gaybet ” adlı kitabından nakledilmiştir. Ayrıca “ İhticac-ı Tabersî ”, Necef basımı, c. 2, s. 318’de de nakledilmiştir.

[12] - Görüldüğü gibi Hz. Mehdi (a.f) Şeyh Müfid’i, sahip olduğu makamından dolayı böylece övmüştür. Müfid lakabını Hz. Mehdi’nin ona vermiş olduğu da meşhurdur.

[13] - Şeyh Müfid İmam (a.s)’ın mektubunu, güvenilir mü’minlere ulaştırmak için çoğaltmış ve İmam’ın el yazısının başladığı yerde mezkur açıklamayı yazmıştır.

[14] - Bihar-ul Envar , c. 53, s. 176; İhticac-i Tabersî , c. 2, s. 324 (Necef b.).

[15] - Nehc-ül Belağa , Kısa Sözler: 147

Hz. Mehdi’nin ona vermiş olduğu da meşhurdur.

[13] - Şeyh Müfid İmam (a.s)’ın mektubunu, güvenilir mü’minlere ulaştırmak için çoğaltmış ve İmam’ın el yazısının başladığı yerde mezkur açıklamayı yazmıştır.

[14] - Bihar-ul Envar , c. 53, s. 176; İhticac-i Tabersî , c. 2, s. 324 (Necef b.).

[15] - Nehc-ül Belağa , Kısa Sözler: 147

[16] -Enbiya/105