www.IslamKutuphanesi.com


BEŞİNCİ BÖLÜM

İLK ÜÇ HALİFE HAKKINDA (EBU BEKİR, ÖMER VE OSMAN)
(EBU BEKİR, ÖMER VE OSMAN) s.241
RESULULLAH'IN ZAMANINDA EBU BEKİR s.246
RESULULLAH'TAN (S.A.A.) SONRA EBU BEKİR s.253
HZ. FATIMA'YI YALANLAMASI VE HAKKINI GASPETMESİ s.253
FATIMA KUR'AN'IN NASSIYLA MASUMDUR s.257
FATIMA (S.A.) BU ÜMMETİN KADINLARI'NIN HANIMEFENDİSİDİR s.258
FATIMA (S.A) CENNET EHLİ KADINLARININ HANIMEFENDİSİDİR s.259
FATIMA, RESULULLAH'IN (S.A.A.) BİR PARÇASIDIR; ONU GAZAPLANDIRAN, RESULULLAH'I GAZAPLANDIRMIŞ OLUR s.260
EBU BEKİR'İN ZEKAT VERMEYEN MÜSLÜMANLARI KATLETMESİ s.269
EBU BEKİR, ÖMER VE DAHA SONRA OSMAN TARAFINDAN RESULULLAH'IN SÜNNETİNİN YAZILMASININ YASAKLANMASI s.277
ÖMER BİN HATTAB'IN HADİS YAZIMINI YASAKLAMASI s.281
EBU BEKİR'İN, HİLAFETİ ÖMER'E BIRAKMASI s.291
ÖMER'İN, ALLAH'IN KİTABI KARŞISINDA İÇTİHAT ETMESİ s.302
OSMAN İLK İKİ HALİFENİN YOLUNU SÜRDÜRÜYOR s.320

MELEKLER OSMAN'DAN UTANIYORLARMIŞ! s.326



        Daha önce de belirttiğimiz gibi, Ehl-i Sünnet; Resulullah'ın (s.a.a.) ashabından hiçbirinin eleştirilmesine izin vermemekte ve ashabın hepsinin adil olduğuna inanmaktadır. Eğer özgür bir düşünür, bazı sahabileri eleştirirse, hemen ona saldırır ve hatta onu tekfır bile ederler. Nitekim, Azvau Ale's-Sünnet'il-Muhammediyye ve Şeyh'ul-Muzayra adlı kitapların yazarı Şeyh Mahmud Ebu Reyye, Niçin Ehl-i Beyt Mezhebini Seçtim adlı kitabın yazarı Şeyh Muhammed Emin Antaki ve Muaviye'yi Sevenlere Nasihat adlı kitabın yazarı Seyyid Muhammed bin Akil gibi Mısırlı ve Mısırlı olmayan bazı alimler bu saldırılara maruz kalmışlar ve "Caferi mezhebine göre amel edilebilir" diye fetva veren el-Ezher Üniveristesi'nin müdürü Şeyh Mahmud Şeltut, bazı Mısırlı yazarlarca tekfır edilmiştir.

        Kurucusu diğer mezhep İmamlarının hocası olan Caferi mezhebine de uyulabileceğini söylediği için el-Ezher'in müdürü tekfır edildiğine göre, araştırarak Caferi mezhebini seçen biri hakkında ne hüküm verileceğini tahmin etmek güç olmasa gerek! Ehl-i Sünnet, bir kere onu kesinlikle dinden çıkmış kabul ederler. Çünkü onlara göre; İslam, sadece dört mezhepte özetlenir ve dört mezhep dışındakiler batıldır.



242 / Zikir Ehline Sorun

        Bu donuk ve fosilleşmiş akıllar, Kur'an ayetlerinde anlatılan, Resulullah'ın (s.a.a.) Tevhid çağrısına karşı çıkan akıllara ne kadar da benzemektedir! "İçlerinden birinin korkutucu olarak gelmesine şaşırdılar. Kafirler dediler ki: 'Bu yalancı ve sihirbazdır. Bütün ilahları bir ilah mı etmiş?! Doğrusu, bu şaşılacak bir şeydir."1

        Bu yüzden, kendilerini başkalarının vekilleri olarak gören inatçı donuk kafaların şiddetli saldırılarına uğrayacağımı çok iyi biliyorum. Çünkü onlar, hiçbir kimsenin, içinde bulundukları vaziyetten -İslam'la ilgisi olamasa dahi- çıkmasına razı olmazlar. Aksi halde, yaptıkları işlerden dolayı ashaptan bazısını eleştiren birini nasıl dinden çıkmış ve kafir olarak ilan edebilirler?! Halbuki ashabın adaleti konusu, ne İslam'ın, ne de imanın şartıdır.

        Bu bağnazlardan biri, insanların, benim "Nasıl Hidayete Kavuştum" adlı kitabımı okumamaları ve hatta yazarına lanet etmeleri için, kitabımın Selman Rüştü'nün kitabından farksız olduğunu tebliğ ediyordu. Allah'a andolsun ki, bu öyle büyük bir iftira ve suçtur ki, Allah bu yüzden onları mutlaka hesaba çekecektir. Benim, "Nasıl Hidayete Kavuştum" adındaki kitabım, insanları Resulullah'ın (s.a.a.) masum olduğuna inanmaya ve Allah'ın her türlü pislikten arındırıp tertemiz kıldığı Ehl-i Beyt' e uymaya çağırmakta- dır. Nasıl oluyor da bu kitabı, Peygamber efendimize ve İslam'a küfreden, İslam'ı şeytanın ilham etmiş olduğu bir din olarak niteleyen mel'un birinin kitabıyla mukayese ediyorlar?! Yüce Allah buyuruyor ki: "Ey iman edenler! Adaletle hükmedin ve kendi aleyhinize de olsa Allah
----------------------

1- Sad Suresi /5.

İlk Üç Halife Hakkında /243

için doğru şahitlik yapın."1

        Ben, bu ayet-i kerimeyi göz önünde bulundurarak yüce Allah'ın rızasından başka hiçbir şeye aldırış etmiyorum. Gerçek İslam'ı ve Resulullah'ın (s.a.a.) hata ve günahlara karşı masum olduğunu savunduğum sürece kınayanların kınamasından korkmayacağım. Hatta bu konuda Hulefa-i Raşidin de dahil olmak üzere, bazı sahabileri eleştirmek zorunda kalsam bile. Çünkü Resulullah (s.a.a.) diğer bütün insanlardan tenzihe daha layıktır. Akıllı ve özgür her okuyucu, kitaplarımı okuduğunda asıl maksadımın bu yönde olduğunu anlar; ashabı eleştirmekten ziyade Resulullah'ı (s.a.a.) savunduğumu ve Emeviler'le Abbasiler'in Müslümanlara zorla hükmettikleri yıllarda Peygamber efendimiz (s.a.a.) hakkında söyledikleri çirkin şeylerin aslı olmadığını ispatlamaya çalıştığımı görür. Çünkü maalesef, Emeviler ve Abbasiler'in kurduğu tuzakların en çirkini olan bu meselede, Müslümanların çoğu iyi niyetle onlara uymuş ve uydurdukları yalanları gerçek olarak kabul etmişler.

        Eğer Müslümanlar işin gerçek yüzünü bilselerdi, ne onlara, ne de onların uydurduğu hadislere hiçbir değer vermezlerdi. Aynı şekilde eğer tarih, ashabın hepsinin Resulullah'ın (s.a.a.) emir ve yasaklarına uyduğunu, hiçbirinin ona itiraz etmediğini ve mübarek ömrünün son günlerinde birçok olayda ona karşı çıkmadıklarını yazsaydı, bizler de bugün sahabenin hepsinin adil olduğuna hükmederdik. Ama ne çare ki, Kur'an ve sünnetin nassına göre, ashabın arasında Resulullah'ı (s.a.a.) yalanlayanlar, münafiklar ve fasıklar vardı. Onlar, Resulullah'ın (s.a.a.) huzu-
----------------------------

1- Nisa Suresi / 135.



244/ Zikir Ehline Sorun

runda ihtilafa düşmüş, Resulullah' ı sayıklamakla suçlayarak vasiyetini yazdırmasına engel olmuşlardı. Üsame'nin komutanlığına itiraz etmiş, Peygamber'in te'kitlerine rağmen ordusundan ayrılmışlardı. Resulullah'ın (s.a.a.) cenazesini yerde bırakarak hilafet konusunda birbirleriyle çekişmeye başlamışlardı. Kararlaştırdıkları halifeyi bazıları kabul etmiş, bazıları da reddetmişlerdi. Resulullah'tan sonra bütün her şeyde ayrılığa düşmüş, birbirlerini tekfır etmiş, birbirlerine lanet okumuş, birbirleriyle savaşmış, birbirlerinden beri ve uzak olduklarını ilan etmişlerdi. Allah'ın bir tek dinini, çeşitli mezheplere bölmüşlerdi.

        O halde, bunun sebebi araştırılmalı, insanlar için çıkarılmış olan en hayırlı ümmeti; kendisini, mukaddesatını savunamayan, işgal ve sömürü altında yaşayan yeryüzünün en cahil, en çaresiz ve en hakir ümmeti durumuna düşüren etken bulunmalıdır.

        Bence bu sorunun tek çözümü, samimi bir özeleştiridir. Geçmişlerimizle, müzelere kaldırılmış kalp iftiharlarımızla övünmek artık yeter! İçinde bulunduğumuz durum, bizleri hastalığımızın çaresini bulmaya, tefrika ve ihtilafların ve geri kalmışlığımızın nedenlerini araştırmaya, böylece hep birlikte dertleri teşhis edip dermanını bulmaya zorlamaktadır. Bizim asıl hedefimiz budur ve kulları doğru yola hidayet eden ise yalnız Allah'tır.

        Hedefimiz doğru bir hedef olduktan sonra, sahabeyi savunma adı altında, küfretmekten başka bir şey bilmeyen bağnazların itirazları bizi yıldıramaz. Ancak biz, onlara acıdığımız kadar onları kınamıyoruz ve onlara düşmanlık da beslemiyoruz. Çünkü ashaba olan iyi zanları, onları hakikatten uzaklaştırmıştır. Onların durumu, baba ve atala-


İlk Üç Halife Hakkında /245

rına iyi zan besleyen Yahudi ve Hıristiyanların durumuna ne kadar benzemektedir! Günümüz Yahudi ve Hıristiyanları, atalarının; -haşa- "Muhammed peygamberlik iddiasında yalancıydı, dolayısıyla peygamber değildi." şeklindeki sözlerine inanarak İslam'ı araştırma zahmetine katlanmamaktalar. Yüce Allah buyuruyor ki: "Kendilerine kitap verilenler, ancak o apaçık delil kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler. "1

        Aradan asırlar geçtikten sonra bugün bir Müslümanın, bir Yahudi veya Hıristiyana İslam' ı benimsetmesi çok zordur. Bu Müslüman, Kur'an'ı delil göstererek; "Sizlerin elinizdeki Tevrat ve İncil bozulmuştur." derse, sözünü dinleyen bir kulak bulur mu?

        Aynı şekilde; bütün sahabilerin adaletine inanan ve bu inancını hiçbir delili olmadan savunan inatçı bir Müslümanı da bu inancından vazgeçirmek oldukça zordur.

        Yaptıkları kötü ve çirkin amellerle İslam'ı tam tersine gösteren Muaviye, Yezid ve bunun gibilerinin eleştirilmesini duymak istemeyenlere; Ebu Bekir, Ömer, Osman (Sıddık, Faruk, Meleklerin Kendisinden Utandığı Şahıs) veya Resulullah'ın (s.a.a.) zevcesi ve Ebu Bekir'in kızı, Ümm'ül-Müminin Aişe hakkında bir şey söylenebilir mi?!

        Bu noktayı göz önünde bulundurarak, geçen bölümde Aişe'nin durumunu incelerken sadece Ehl-i Sünnet'in itimat ettiği Sahihlerdeki rivayetlere dayandık. Şimdi de ilk üç halifenin durumunu incelerken, aynı yöntemi izleyerek onların, Ehl-i Sünnet'in itimat edip güvendiği Sahihler,
---------------------


1- Beyyine Suresi /4.



246/ Zikir Ehline Sorun

Müsnedler ve tarih kitaplarında kaydedilen amellerinden örekler vereceğiz.


        Amacımız ise;
sahabenin hepsinin adaletine inanmanın doğru bir inanç olmadığını ve ashabın bazı önde gelen isimlerinin bile adalet sıfatından yoksun olduğunu ortaya koymak ve Ehl-i Sünnet ve Cemaat'tan olan kardeşlerimize, bu eleştirilerin sadece hakka ulaşmak için bazı perdelerin kenara itilmesini amaçladığını ve sahih olduğunu kabul ettikleri kitaplardan aktarıldığına göre de -iddia edildiği gibi- Şiilerin uydurması olmadığını anlatmaktır.

RESULULLAH'IN ZAMANINDA EBU BEKİR

        Buhari, Sahih'inin "Tefsir Kitabı, Hucurat Suresi Babı"nda şöyle der:

        "Nafı' bin Ömer, İbn-i Ebi Müleyke'den şöyle nakleder: İki hayırlı insan, Ebu Bekir ve Ömer nerdeyse helak olacaklardı. Temim Oğullarından bir heyet, Resulullah'ın (s.a.a.) huzuruna gelmişti. O ikisinden biri, Mucaşi' Oğullarından olan Akra' bin Habis'i gösterdi. Ötekisi de başka birini gösterdi. (Nafı'; "Onun adını unuttum." der.) Ebu Bekir Ömer' e; "Senin bana karşı çıkmaktan başka bir amacın yoktu." dedi. Ömer de; "Benim sana karşı çıkmak gibi bir amacım yoktu." dedi. Derken sesleri yükseldi. Bunun üzerine Allah Teala şu ayeti nazil etti: "Ey iman edenler! Seslerinizi yükseltmeyin..."1 Zübeyr'in oğlu der ki: "Bu ayetten sonra Ömer Resulullah'a bir şey söylemek istediği zaman öyle yavaş konuşurdu ki, Resulullah; "Ne dedin?" diye sormak zorunda kalırdı." Ama babası, yani Ebu Bekir
---------------------

1- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 171.


İlk Üç Halife Hakkında / 247

hakkında böyle bir şey nakletmemiştir."

        Yine Buhari, Sahih'inin "Kur'an ve Sünnete Sarılma Kitabı, Mekruh Olan Taammuk ve Tenazu' Babı"nda, Veki'den, o da Nafı' bin Ömer'den, o da İbn-i Ebi Müleyke'den şöyle nakleder: "İki iyi insan, Ebu Bekir ve Ömer nerdeyse helak olacaklardı. Temim Oğullarından bir heyet Resulullah'ın (s.a.a.) huzuruna gelmişti. O ikisinden biri, Mucaşi' Oğullarından olan Alera' bin Habis et-Temimi el- Hanzeli'yi gösterdi. Diğeri ise, bir başkasını gösterdi. Bunun üzerine Ebu Bekir Ömer' e; "Sen sadece bana muhale- fet etmek istedin." dedi. Ömer de; "Ben sana muhalefet etmek istemedim." dedi. Derken Resulullah'ın (s.a.a.) huzurunda sesleri yükseldi. Bunun üzerine şu ayetler nazil oldu: "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin ve birbirinizle bağırarak konuştuğunuz gibi onunla bağırarak konuşmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir. Seslerini Resulullah'ın yanında alçaltanlar var ya, işte Allah onların kalbini takva ile imtihan etmiştir. Mağfiret ve büyük bir ecir onlar içindir."1 İbn-i Ebi Müleyke der ki: "Zübeyr'in oğlu; "Ondan sonra Ömer Resulullah'la konuştuğu zaman öyle yavaş konuşurdu ki, Resulullah duymaz ve "Ne dedin?" diye sormak durumunda kalırdı." dedi. Ama babası, yani Ebu Bekir hakkında böyle bir şey nakletmemiştir."
2

        Yine Buhari, Sahih'inin "Meğazi Kitabı, Temim Oğulları Babı"nda, İbn-i Ebi Cüreyc' den, o da İbn-i Ebi Müley-
------------------

1- Hucurat Suresi /2 - 3.
2- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 120.



248/ Zikir Ehline Sorun

ke'den, o da Abdullah bin Zübeyr' den şöyle nakleder: "Temim Oğullarından bir heyet Resulullah'ın (s.a.a.) huzuruna gelmişti. Ebu Bekir, Resulullah'a dedi ki: "Ka'ka' bin Ma'bed bin Zürare'yi onlara emir olarak tayin et." Ömer ise; "Hayır, Akra' bin Habis'i emir yap." dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Ömer' e dedi ki: "Sen sadece bana muhalefet etmek istedin." Ömer de; "Ben sana muhalefet etmek istemedim." dedi. Böylece tartışarak seslerini yükselttiler. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Ey iman edenler! Allah'tan ve Resulünden öne geçmeyin..."1 Ve tartışmaları böylece sona erdi."2

        Bu rivayetlerden, Ebu Bekir ve Ömer'in Resulullah'ın (s.a.a.) huzurunda dahi İslami ahlak kurallarına riayet etmedikleri anlaşılmaktadır. Onlar, Resulullah (s.a.a.) kendilerinden görüş istemeden, Allah ve Resulünden öne geçerek, Temim Oğullarından birini onlara emir yapmak konusunda görüş belirtiyorlar. Bununla da yetinmeyerek Peygamber' in huzurunda, hiçbir sahabinin bilmemesi mümkün olmayan İslami edebin gereklerine riayet etmeyerek bağırarak tartışmaya başlıyorlar. Oysa Resul-i Ekrem (s.a.a.), mübarek ömrünü onların eğitim ve öğretimi için adamıştı.

        Eğer bu olay, İslam'ın başlangıcında vuku bulsaydı, Ebu Bekir ve Ömer'in bu davranışları için bir mazeret uydurabilirdik. Ama hiç kuşkusuz, bu olay Resulullah'ın (s.a.a.) ömrünün son yıllarında vuku bulmuştur. Çünkü Temim Oğullarınm heyeti, hicretin dokuzuncu yılında Resulullah'ın
--------------------------

1- Hucurat Süresi / 1.
2- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 213.


İlk Üç Halife Hakkında / 249

(s.a.a.) huzuruna varmış, bu olaydan birkaç ay sonra da Resulullah (s.a.a.) vefat etmiştir. Peygamber' e gelen heyetleri yazan Tarih ve hadis kitapları buna tanıktır. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'in en son nazil olan surelerinden olan Nasr Suresinde de bu duruma işaret edilmiştir: "Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiğini gördüğün zaman..."

        Bu durumda Ehl-i Sünnet, Ebu Bekir ve Ömer'in Resulullah'ın (s.a.a.) huzurundaki bu saygısızlıklarına nasıl bir mazeret uyduracaklar acaba? Bu olay sadece rivayetlerle sınırlı kalsaydı, eleştiri ve itiraza tabi tutmazdık. Ama ne yapalım ki, gerçeği açıklamaktan çekinmeyen Allah Teala, bu olayı Kur'an'da kaydetmiş ve Ebu Bekir ile Ömer'i, bir daha böyle yaparlarsa amellerinin boşa çıkacağı konusunda uyarmıştır. Bu nedenle de olayı anlatan adam; "İki hayırlı insan, Ebu Bekir ve Ömer nerdeyse helak olacaklardı..." diye söze başlamıştır.

        Olayı nakleden adam, Ömer'in bu olaydan sonra Resulullah'ın yanında çok alçak sesle konuştuğunu söylüyorsa da, tarih bunun tam tersini göstermektedir. Bu konuda Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından üç gün önce vuku bulan "Perşembe Günü Musibeti"ni hatırlamamız yeterlidir. Bizzat Ömer, "Şüphesiz, Resulullah sayıklıyor. Allah'ın Kitabı bize yeter." şeklindeki o uğursuz sözünü söylüyor; bunun üzerine orada olanlar ihtilafa düşüyorlar; bir bölümü, "Bırakın Resulullah istediğini yazsın." derken, bir bölümü de Ömer'in sözünü tekrarlıyor. Sesler yükselip tartışma çoğalınca 1 Resulullah (s.a.a.) onlara; "Kalkın ve yanımdan
---------------------

1- Sahih-i Buhari, c. 6, s. II - 12, Peygamber'in Hastalığı ve Vefatı Babı.




250/ Zikir Ehline Sorun

gidin. Benim huzurumda tartışmak yakışmaz." diye buyu
ruyor. 1

        Görüldüğü gibi onlar, Allah'ın Hucurat Suresinde tayin ettiği tüm sınırlan çiğneyerek Resulullah'ın huzurunda bağırıp çağırarak tartışıyorlar. Bu tartışma ve çekişmelerin sessizce ve fisıltı ile vuku bulduğu da söylenemez. Çünkü tartışma sırasında sesler o kadar yükselmişti ki, başka bir odada bulunan kadınlar da bu tartışmaya katılarak; "Bırakın Resulullah istediğini yazsın." demişlerdi. Ömer de onlara; "Siz tıpkı Yusuf'u seven kadınlar gibisiniz. Resulullah hastalandığında gözlerinizi suyla doldurur ağlarsınız; iyi olduğu zaman da boynuna binersiniz." demiş, ama Resulullah (s.a.a.); "Bırakın onları! Onlar sizden daha hayırlıdırlar." buyurmuştu.2

        Bütün bu olaylardan anlaşılan şudur: Onlar Allah'ın, "Ey iman edenler! Allah ve Resulünden öne geçmeyin ve seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin." şeklindeki emrine itaat etmediler; Resulullah'ın (s.a.a.) yüce makamına karşı saygılı olmadılar ve ona "sayıklıyor" diyerek en büyük edepsizliği yaptılar.

        Ebu Bekir'e gelince; o da Resul-i Ekrem'in (s.a.a.) huzurunda çok çirkin ve yüz kızartıcı bir söz kullanmıştı. Resulullah'ın huzurunda Urve bin Mesud'a; "Dişi develerin bızırını emsene!" demişti.3 Buhari'ye şerh yazan Kastalani;
-----------------------

1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 39, ilim Kitabı. 2- Kenz'ül-Ummal, c. 5, s. 644, h. 14133. 3- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 254.


İlk Üç Halife Hakkında /251

"Bu söz Araplar içerisinde en çirkin küfürlerdendir." der.
1  Şimdi şunu soruyoruz: Peygamber efendimizin (s.a.a.) huzurunda böyle küfürler ediliyorsa, Allah'ın şu sözü ne demek oluyor acaba: "Birbirinizle konuştuğunuz gibi Peygamber'le konuşmayın."?!

        Allah Teala, Resulü'nün yüce bir ahlaka sahip olduğunu buyurmuyor mu? Buhari ve Müslim, Resulullah'ın (s.a.a.) haya ve iffetinin bakire kızlardan daha çok olduğunu,2 asla küfretmediğini ve; "Sizin en hayırlınız, en güzel ahlaka sahip olanınlzdır."3 diye buyurduğunu rivayet etmiyorlar mı? Peki nasıl oluyor da ashabın önde gelen isimleri, bu yüce ahlaktan etkilenmiyorlar?!

        Ayrıca Ebu Bekir, Resulullah'ın (s.a.a.) Üsame bin Zeyd' i onlara komutan tayin etmesine karşı çıkmıştı. Oysa Resulullah Ebu Bekir'in de o orduya katılmasını emretmiş ve; "Üsame'nin ordusundan ayrılıp geri dönenlere Allah lanet etsin."4 diye beddua etmişti.

        Yine Ebu Bekir, Resulullah'ın -anam babam ona feda olsun- cenazesini yerde bırakıp gusül, kefen ve defin işlerini önemsemeyerek Sakife'ye koşmuş, Ali bin Ebi Talib'i hilafetten uzaklaştırma komplosuna katılarak en büyük arzusu olan hilafete ulaşmak için uğraşmıştı. Peki, nerede iddia edilen arkadaşlık?! Nerede yakın sahabilik?! Nerede
----------------------

1- Şerh-i Buhari, c. 4, s. 446.
2-Sahih-i Buhari, c. 4, s. 230; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1809, h. 2320.
3- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1810, h. 2321; Sahih-i Buhari, c. 4, s.230.
4- Şehristaııi, el-Milel ve'n-Nihel, c. 1, s. 29; Ebu Bekir Ahmed bin Aziz el-Cevheri, Kitab'us-Sakife, s. 74 - 75.



252 / Zikir Ehline Sorun

övülen ahlak?! Ashabın, ömrünü kendilerinin hidayeti ve terbiyesi için geçiren peygamberlerine karşı davranışları gerçekten de şaşırtıcıdır. Bir Peygamber ki, yüce Allah onun hakkında şöyle buyuruyor: "Andolsun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir; size çok düşkün, müminlere çok şefkatli ve merhametlidir."1 Resulullah'ın (s.a.a.) kendileri için katlandığı onca zahmetten sonra onun cenazesini yerde bırakıyor, aralarından birini halife seçmek için Sakife'ye koşuyorlar! Bizler, en kötü yüzyıl diye adlandırılan ve ahlakın hemen hemen yok olduğu şu yirminci yüzyılda dahi Müslüman bir komşumuz ölürse, Resulullah'ın (s.a.a.); "Ölüye saygı, onu defnetmektir."2 hadisine uyarak işlerimizi bırakır, bir an önce onu toprağa veririz. Emir'ül-Müminin Ali bin Ebi Talip (a.s.) "Şıkşıkıyye" adlı hutbesinde bu olaylara değinerek şöyle buyuruyor:

        "Allah'a andolsun ki, Ebu Kuhafe'nin oğlu (Ebu Bekir) hilafeti bir gömlek gibi giyindi. Halbuki o, be- nim hilafete nispetle değirmen taşının mili gibi olduğumu çok iyi biliyordu."3

        Ondan sonra da Ebu Bekir, Hz. Fatıma'nın evine saldırılmasına ve biat etmeyenler dışarı çıkmazlarsa evin yakılmasına izin verdi. Ve sonra da olanlar oldu... Daha fazla bilgi isteyenler tarih kitaplarına başvursunlar.
--------------------

1- Tevbe Suresi / 128.
2- Suyuıi, ed-Dürer'ül-Münteşire, s. 44, h. 95.
3- Nehc'ül-Belağa, 3. hutbe (Şıkşıkıyye).


İlk Üç Halife Hakkında /253

RESULULLAH'TAN (S.A.A.) SONRA EBU BEKİR

HZ. FATIMA'YI YALANLAMASI VE HAKKINI GASPETMESİ

       
Buhari, Sahih'inin "Meğazi Kitabı, Hayber Gazvesi Babında" şöyle yazar.

        "Urve Aişe'den nakleder ki: Resulullah'ın (s.a.a.) kızı Fatıma (s.a.), Ebu Bekir'e haber göndererek Allah'ın Medine ve Fedek'te Resulüne iade ettiği mallardan olan mirasını ve Hayber'in humusundan kalan malları istedi. Bunun üzerine Ebu Bekir dedi ki: "Resulullah (s.a.a.); "Bizler miras bırakmayız. Bizden kalan şeyler sadakadır." buyurmuştur. Al-i Muhammed, sadece yiyeceğini bu mallardan alabilir. Vallahi ben, Resulullah'ın (s.a.a.) sadakasını kendi zamanındaki halinden değiştiremem. Ben de tıpkı Peygamber'in kullandığı gibi onları kullanacağım." Böylece Ebu Bekir, bu mallardan Fatıma'ya hiçbir şey vermedi. Fatıma da Ebu Bekir'e gazaplanarak ona küstü ve ölünceye kadar da onunla konuşmadı. Fatıma, Resulullah'tan (s.a.a.) sonra altı aydan fazla yaşamadı. O öldüğünde kocası Ali, Ebu Bekir'e bildirmeden geceleyin ona namaz kıldı ve geceleyin onu defnetti. Fatıma hayatta olduğu sürece Ali'nin çevresinde halkın ileri gelenlerinden bazı kişiler vardı; ama Fatıma ölünce etrafında kimseyi göremedi. Bu yüzden Ebu Bekir'le anlaşmak ve ona biat etmek zorunda kaldı. Oysa Fatıma hayatta olduğu aylarda biat etmiyordu."1

        Müslim de, Sahih'inin "Cihat Kitabı"nda Aişe'den şöyle
------------------

l-Sahih-i Buhari, c. 5, s. 177; Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1380, h. 1759.



254/ Zikir Ehline Sorun

nakleder:

        "Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra kızı Fatıma, Resulullah'ın geride bıraktığı ve Allah'ın ona iade ettiği mallardan kendisine ulaşması gereken mirası Ebu Bekir' den istedi. Ebu Bekir dedi ki: "Resulullah (s.a.a.); "Biz miras bırakmayız. Bizim bıraktıklarımız sadakadır." buyurmuştur." Fatıma gazaplanarak Ebu Bekir'i terk etti ve ölene kadar ona kırgın kaldı. Fatıma, Resulullah'tan sonra altı ay yaşadı." Aişe der ki: "Fatıma Resulullah'ın (s.a.a.) bıraktığı Hayber, Fedek ve Medine sadakalarından kendi payını istiyordu. Ama Ebu Bekir kabul etmeyerek şöyle dedi: "Ben Peygamber'in yaptığının aksini yapamam. O ne yapıyorduysa, ben de aynısını yapacağım. Onun emirlerinden birini yapmayacak olursam, sapacağımdan korkarım." Ömer, Resulullah'ın Medine'deki sadakalarını Ali ve Abbas'a verdi; Fedek ve Hayber'i ise kendi elinde tuttu ve; "Bunlar Resulullah'ın sadakalarıdır; Resulullah onları karşılaştığı işler ve başına gelen musibetlerde harcardı. Dolayısıyla bunların sorumluluğu onun halifesinin üzerine düşer. Bugüne kadar bu, böyle devam etmiştir." dedi."1

        Buhari ve Müslim, her ne kadar hakikatin ortaya çıkmaması için rivayeti özetlemişlerse de,2 ama bu kadarı da Hz. Fatıma'nın iddiasını reddeden Ebu Bekir'in gerçek yüzünün anlaşılması için yeterlidir. Ebu Bekir, Hz. Fatıma'yı o kadar incitiyor ki, ölene kadar onunla konuşmuyor. Ölümünden sonra da vasiyeti gereği, kocası Hz. Ali
--------------------

1- Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1381, h. 54; Sahih-i Buhari, c. 4, s. 96. 2- Buhari ve Müslim, üç halifenin haysiyetini korumak için hep bu üslubu kullanmışlardır. ileride bu konuda konuşacağız, inşaallah.


İlk Üç Halife Hakkında /255

onu gizlice defn ediyor ve Ebu Bekir'e haber vermiyor. Bu rivayetlerden ayrıca, Hz. Ali'nin, Hz. Fatıma hayatta olduğu sürece Ebu Bekir'e biat etmediği, ondan sonra da halkın kendisinden uzaklaştığı için Ebu Bekir'le anlaşmak zorunda kalarak biat ettiği anlaşılmaktadır.

        Buhari ve Müslim'in değiştirdiği gerçek ise şudur: Hz. Fatıma, Fedek'in miras olarak kendisine yetiştiğini değil, Resulullah'ın (s.a.a.) onu kendisine bağışlamış olduğunu iddia ediyordu. Dolayısıyla, Ebu Bekir'in Resulullah'tan naklettiği "Biz peygamberler miras bırakmayız." şeklindeki hadis doğru olsa bile, Fedek bunun kapsamına girmez. Çünkü Fedek Resulullah'ın mirası değil, Hz. Fatıma'ya (s.a.) vermiş olduğu bağışıydı. Kaldı ki, bu söz, Kur'an ayetleriyle çelişmektedir. Örneğin; Kur'an' da şöyle buyuruluyor: "Ve Süleyman, Davud'un mirasçısı oldu." Ayrıca, Hz. Fatıma da Ebu Bekir'i bu iddiasında yalanlamıştı.

        Bu nedenle görüyoruz ki, bütün tarihçiler, tefsirciler ve hadisçiler şöyle naklederler: Hz. Fatıma (s.a.), Fedek'in kendi malı olduğunu iddia etti; ama Ebu Bekir onu yalanlayarak ondan şahit istedi. Hz. Fatıma, Ali bin Ebi Talip ile Ümmü Eymen'i şahit olarak gösterdiyse de, Ebu Bekir onların şahitliğini yeterli görmeyerek kabul etmedi. İbn-i Hacer, es-Savaik'ul-Muhrika adlı kitabında der ki: "Fatıma, Resulullah'ın (s.a.a.) Fedek'i kendisine bağışlamış olduğunu iddia ederek Ali bin Ebi Talip ile Ümmü Eymen'i şahit gösterdi; ama bu şahitler kafi değildi."1

        Fahr-ı Razi, Tefsir'inde der ki:
---------------------------

1- es-Savaik'ul-Muhrika, s. 37, Yedinci Şüphe.



256/ Zikir Ehline Sorun

        "Resulullah vefat ettikten sonra Fatıma, Resulullah'ın Fedek'i kendisine bağışladığını iddia etti. Ebu Bekir ona dedi ki: "Sen fakirlikte insanların bana göre en azizi ve zenginlikte en sevimlisisin. Ama ben, senin sözünün doğru olduğunu bilmiyorum. Dolayısıyla senin lehine karar veremem." Ravi der ki: "Ümmü Eymen ile Resulullah'ın kölelerinden biri, Fatıma'nın lehine şahitlik ettilerse de, Ebu Bekir Fatıma' dan şeriatın kabul edeceği başka şahitler getirmesini istedi. Ama Fatıma'nın böyle şahitleri yoktu..."1

        Velhasıl, Fatıma'nın (s.a.) Fedek'i Resulullah'ın kendisine bağışladığı iddiası, Ebu Bekir'in onun bu iddiasını reddedişi ve Hz. Ali ile Ümmü Eymen'in şahitliğini kabul etmemesi tarihçiler yanında meşhurdur.

        İbn-i Teymiye, es-Siret 'ül-Halebiyye'nin yazarı, İbn-i Kayyim el-Cevzi ve diğerleri bu olayı nakletmişlerdir.

        Ama Buhari ile Müslim, sadece Hz. Fatıma'nın mirasını istediğini yazarak okuyuculara; Fatıma'nın Ebu Bekir'e gazaplanmasının yersiz olduğunu, Ebu Bekir'in sadece Resulullah'tan (s.a.a.) duyduğunu uyguladığını, dolayısıyla Fatıma'nın zalim, Ebu Bekir'in ise mazlum olduğunu anlatmak istiyorlar. Bütün bunlar, Ebu Bekir'in saygınlığını korumak için yapılıyor. Böylece hadis naklinde emanete riayet edilmiyor, halifelerin yanlışını ortaya çıkaran doğru ve sahih hadisler bir kenara itiliyor ve Resulullah'ın bedeninin parçası Fatıma'nın şahsiyetinin küçük düşürülmesi pahasına da olsa, Emeviler'in ve Hilafet-i Raşide taraftarlarının yalanları hakikatin yerini alıyor. İşte bu yüzden, Buhari ve Müslim, Ehl-i Sünnet ve Cema- at'ın nezdinde en büyük hadisçiler ünvanını alıyorlar; kitap-
-------------------------

1- Tefsir-i Fahr-i Razi, c. 29, s. 284, Haşr süresinin tefsiri.


İlk Üç Halife Hakkında / 257

ları da Kur'an'dan sonra en sahih kitaplar sayılıyor. Hakikatin daha iyi anlaşılması için, bu sözün hiçbir ilmi dayanağı olmadığını ileride hep birlikte göreceğiz inşaalah.

        Biz şimdi Sahih-i Buhari ve Müslim'de, az da olsa Hz. Fatıma'nın faziletleri ile ilgili olarak kaydedilen hadisleri inceleyerek, Hz. Fatıma'nın Allah ve Resulü katındaki değerini Buhari ve Müslim'den daha iyi bilen, buna rağmen Hz. Fatıma'yı yalanlayıp onun ve -Resulullah'ın (s.a.a.) buyurduğu üzere hakkın mihveri olan-1 kocasının tanıklığını kabul etmeyen Ebu Bekir'i sorgulayacağız.

        Önce Buhari ve Müslim'de kaydedilen, Resulullah'ın (s.a.a.) Hz. Fatıma (s.a.) hakkında buyurduğu hadisleri görelim:

FATIMA KUR'AN'IN NASSIYLA MASUMDUR

        Müslim, Sahih'inin "Ehl-i Beyt'in Faziletleri Babı"nda AİŞE'DEN şöyle nakleder:

        "Bir gün Resulullah (s.a.a.) siyah tüylerden yapılmış abasını giymişti. O sırada Hasan bin Ali içeri girdi; Resulullah onu abasının altına aldı. Sonra Hüseyin geldi ve kardeşiyle birlikte abanın altına girdi. Sonra Fatıma geldi; Resulullah onu da abanın altında aldı. Sonra Ali geldi; Resulullah onu da abanın altına aldı. Sonra Resulullah şöyle buyurdu: "Doğrusu, Allah siz Ehl-i Beyt'ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister."2
--------------------


1- Tarih-i Bağdad, c. 14, s. 321; Kenz'ül-Ummal, c. 11, s. 621; Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 633.
2- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1883, h. 2424, Ehl-i Beyt'in Faziletleri
Babı.




258 / Zikir Ehline Sorun

        Eğer Hz. Fatıma'tüz-Zehra, bu ümmetin içinde, Allah'ın kendisinden her türlü pisliği giderdiği ve tertemiz kıldığı tek kadın ise, Ebu Bekir nasıl onu yalanlayabiliyor ve şahit getirmesini istiyor?!

FATIMA (S.A.) BU ÜMMETİN KADINLARININ HANIMEFENDİSİDİR

        Buhari, Sahih'inin "İstizan Kitabı"nda, Müslim de Sahih'inin "Faziletler Kitabı"nda Aişe'den şöyle nakleder:

        "Biz Peygamber'in (s.a.a.) zevceleri, hepimiz Resulullah'ın huzurundaydık. O sırada Fatıma yürüyerek bize doğru geliyordu. Allah'a andolsun ki, onun yürüyüşü tıpkı Resulullah'ın (s.a;a.) yürüyüşü gibiydi. Resulullah onun geldiğini görünce onu karşılayarak buyurdu ki: "Hoş geldin kızım!" Daha sonra onu sağında (veya solunda) oturttu. Sonra ona yavaşça bir şeyler dedi. Bunun üzerine Fatıma çok ağladı. Sonra Peygamber, Fatıma'nın üzüldüğünü görünce yine ona bir şeyler dedi. Bu kez Fatıma gülmeye başladı. Peygamber'in eşlerinin içinde ben ona dedim ki: "Resulullah (s.a.a.) bütün hepimizin içinde, sırrını söylemek için seni seçiyor, sen de ağlıyor musun?!" Fatıma; "Ben, Resulullah'ın sırrını asla ifşa etmem." dedi. Resulullah (s.a.a.) vefat ettikten sonra Fatıma'ya dedim ki: "Şimdi artık Resulullah'ın sana ne dediğini bana söyleyeceksin!" Fatıma şöyle dedi: "Evet, şimdi söyleyebilirim. İlk önce babam bana dedi ki: "Cebrail her yıl Kur'an'ın hepsini bir kez bana nazil ederdi. Ama bu yıl iki kez nazil etti. Bu da benim ecelimin yaklaştığını gösterir. Öyleyse takvalı ol


İlk Üç Halife Hakkında / 259

ve benim ayrılığıma sabret. Ben senin için, senden önce gidecek en iyi selefim." Ben de gördüğün gibi ağladım. Resulullah (s.a.a.) üzülüp ağladığımı görünce, kulağıma eğilerek; "Ey Fatıma! Mümin kadınların veya bu ümmetin kadınlarının hanımefendisi olmaya razı değil misin?" diye buyurdu."1

        Resulullah'ın (s.a.a.) tanıklığıyla mümin kadınların hanımefendisi olan Fatıma'tüz-Zehra (s.a.), Resulullah'ın Fedek'i kendisine vermiş olduğu iddiasında yalanlanıp tanıklığını reddedildikten sonra, artık kimin tanıklığı kabul edilebilir? !

FATIMA (S.A) CENNET EHLİ KADINLARlNIN HANIMEFENDİSİDİR

        Buhari, Sahih' inde "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı, Resulullah'la Akrabılığın Menkıbeleri Babı"nda şöyle nakleder:

        Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki: "Fatıma, cennet ehli kadınlarının hanımefendisidir."2

        Bu demektir ki, Fatıma alemdeki bütün kadınların hanımefendisidir. Çünkü cennettekiler sadece Hz. Muhammed'in ümmeti değildir; cennette geçmiş ümmetlerin hepsinden insanlar vardır. Bu durumda Ebu Bekir-i Sıddık, onu nasıl yalanlayabiliyor?! "Sıddık" lakabını, arkadaşı Muhammed'in her dediğini kabul ve tasdik ettiği için aldığını söylemiyorlar mı?! Peki öyleyse neden, Resulullah'ın (s.a.a.), aziz kızı Fatıma hakkındaki sözlerini
----------------------

1- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 79; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 194.
2- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 25, Yaratılışın Başlangıcı Kitabı.



260/ Zikir Ehline Sorun

kabul etmedi?! Doğrusu; olay, Fedek ve Resulullah'ın Medine'deki sadakaları konusundan çok, Fatıma'nın kocası Ali'nin hakkı olan hilafet konusuyla ilgiliydi. Fedek konusunda Fatıma ve kocası Ali'yi yalanlamak, daha büyük iddialarda bulunmalarının önünü alıyordu. Ve Ebu Bekir bunun hesabını yapmıştı. İşin içinde dağları yerinden oynatabilecek büyük bir hile vardı.

FATIMA, RESULULLAH'IN (S.A.A.)
BİR PARÇASIDIR; ONU GAZAPLANDIRAN, RESULULLAH'I GAZAPLANDIRMIŞ OLUR

        Buhari, Sahih'inin "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı, Peygamber'in Kızı Fatıma'nın Menkıbesi Babı"nda Misver bin Mahreme'den şöyle nakleder: Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki:

        "Fatıma benim bir parçamdır. Kim onu gazaplandırırsa, beni gazaplandırmış olur."

        "Fatıma benim bir parçamdır. Onu özen şey, beni özer; onu inciten şey beni incitir."l

        Eğer Resulullah (s.a.a.), kendisinden bir parça olan Fatıma'nın gazabıyla gazaplanıyor, incinmesiyle inciniyorsa bunun manası şudur: Fatıma, asla hata ve yanlışlık yapmaz. Aksi halde Resulullah, kesinlikle bu sözü söylemezdi. Çünkü makamı her ne kadar yüce olsa da, günah işleyen birini incitmek ve gazaplandırmak caizdir. Zira Allah'ın
dininin hükümleri karşısında herkes eşittir; zengin - fakir, yakın - uzak, kimseli - kimsesiz ayrımı yapılmaz. Peki o
-------------------------

1- Buhari, c. 5, s. 26; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1902, h. 2449.

İlk Üç Halife Hakkında /261

halde niçin Ebu Bekir Hz. Fatıma'yı incitiyor, kalbini kırıyor ve gazaplandırıyor?! Sonra da onun gazaplanmasını, kendisini konuşturmamasını hiç mı hiç umursamıyor?! Ve Hz. Fatıma ona küskün ve gazaplı olduğu halde vefat ediyor. Hatta İbn-i Kuteybe1 ve diğer tarihçilerin yazdığına göre her namazda ona beddua ediyor.

        Evet! Bunlar, tüyleri ürperten acı ve üzücü gerçeklerdir. İnsaflı ve hakkı arayan bir araştırmacı, bunları okuduktan sonra Ebu Bekir'in Hz. Fatıma'ya zulmederek hakkını gasp ettiğini kabul etmek zorunda kalmaktadır. Halbuki o, Müslümanların halifesi sıfatıyla, Hz. Fatıma'nın iddia ettiği şeyleri vererek onu razı edebilirdi. Çünkü Fatıma, özüyle sözüyle doğruydu. Allah ve Resulü, Fatıma'nın doğruluğuna tanıklık etmişlerdi. Ebu Bekir de dahil, bütün Müslümanlar onun doğru olduğunu biliyorlardı. Ama şu siyaset var ya; her şeyi tersine çeviriyor! Sonuçta doğru konuşan, yalancı; yalancı ise doğru konuşan oluyor!

        Evet! Bu olay, Ehl-i Beyt'i, Allah'ın kendileri için belirlediği makamdan uzaklaştırmak için hazırlanan komplonun bir bölümüdür. Bu komplo, Hz. Ali'yi hilafetten uzaklaştırmakla ve Müslümanların gözünde Fatıma'nın değerini düşürmek, heybet ve saygınlığını kırmak için Fatıma'yı yalanlayarak, Resulullah'tan olan bağışı ve mirasını gasp etmekle başladı ve Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in bütün evlatları ve yaranıyla birlikte şehit edilip kadınlarının esir alınması ve Şiileri ve sevenlerinin öldürülmesiyle sonuçlanarak devam etmektedir.

        Evet! Tarihi okuyarak hakkı batıldan ayırmaya çalışan
--------------------------

1- İbn-i Kuteybe, el-İmame ve's-Siyase, c. 1, s. 20.



262 / Zikir Ehline Sorun

her insaflı ve özgür Müslüman, Ehl-i Beyt' e zulmedenlerin başında Ebu Bekir'in yer aldığını görür. Bunun için de Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'i okuması yeterlidir.

        Gelin görün ki, cennet ehli kadınlarının hanımefendisi ve Allah'ın kendisinden her türlü pisliği giderip tertemiz kıldığı Hz. Fatıma'yı yalanlayıp Hz. Ali ve Ümmü Eymen'in tanıklığını reddeden aynı bu Ebu Bekir, hiçbir şahit istemeden sıradan bir sahabinin iddiasını kabul ediyor! Şimdi hep birlikte Buhari ve Müslim' in bu konuda naklettiklerine şöyle bir göz atalım.

        Buhari, Sahih'inin "Şehadat Kitabı"nda, Müslim ise, Sahih'inin "Faziletler Kitabı"nda Cabir bin Abdullah'tan şöyle naklederler:

        "Resulullah (s.a.a.) vefat edince Ebu Bekir'e, Ala bin Hazrami tarafından bir miktar para ulaştı. Ebu Bekir; "Resulullah'tan alacağı olanlar, gelip bizden alsınlar." dedi. Cabir der ki: Ben de; "Resulullah (s.a.a.) elini üç kez açıp yumarak bana şöyle, şöyle ve şöyle vereceğine dair söz vermişti." dedim. Cabir der ki. "Bunun üzerine Ebu Bekir, üç kez avucumun içine beş yüz (toplam bin beş yüz dirhem veya dinar) saydı."1

        Şimdi Ebu Bekir'e; niçin hiçbir şahit istemeden Cabir'i doğrulayıp elini üç kez parayla doldurduğunu soracak biri yok mu?! Yoksa Cabir, bütün alemlerin kadınlarının hanımefendisi olan Fatıma' dan daha takvalı, daha imanlı mıydı?!
--------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 236; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1806, h. 2314.


İlk Üç Halife Hakkında / 263

        Bütün bunlardan daha şaşırtıcı olan; Ebu Bekir'in, Hz. Fatıma'nın kocası Ali bin Ebi Talib'in şahitliğini kabul etmemesidir. Ali ki, Allah her türlü pisliği ondan uzaklaştırarak onu tertemiz kılmıştır! Ali ki, Resulullah'a salavat getirmek farz olduğu gibi, ona da salavat getirmek farzdır! Ali ki, Resulullah (s.a.a.) "Onu sevmek iman, ona düşman olmak nifaktır."1 buyurmuştur!

        Yine Buhari, Hz. Fatıma ve Ehl-i Beyt'e zulmedildiğini kanıtlayan bir başka olay daha anlatmaktadır. Buhari, Sahih'inin "Hediye ve Hediye Vermenin Fazileti Kitabı"nda şöyle nakleder:

        "Suheyb Oğulları, Resulullah'ın (s.a.a.) iki ev ve bir odayı Suheyb' e bağışladığını iddia ettiler. Mervan, "Buna şahidiniz de var mı?" diye sorunca, "Abdullah bin Ömer şahittir." dediler. Mervan onu çağırttı. O da, Resulullah'ın (s.a.a.) iki ev ve bir odayı Suheyb'e bağışladığına dair şahitlik etti. Bunun üzerine Mervan onların lehine hüküm verdi. "2

        Ey Müslüman! Bazıları hakkında uygulanıp, bazıları hakkında uygulanmayan şu hükümleri görüyor musun?! Bu, zulüm ve haksızlık değil de nedir?! Yalnızca Abdullah bin Ömer'in şahitliğinden dolayı Müslümanların halifesi, iddia edenlerin lehine hüküm verebiliyorsa, peki neden Ali bin Ebi Talip ile Ümmü Eymen'in tanıklığı reddediliyor?! Bu soruyu soracak bir Müslüman yok mu?! Kur'an'ın ölçülerine göre hüküm verilmek isteniyorsa, bir erkekle bir
-----------------

1- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 86, h. 78; Sahih-i Tirmizi, c. 5, s. 635; Sünen-i Nesei, c. 8, s. 116-117.
2- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 215.



264/ Zikir Ehline Sorun

kadının tanıklığı, tek bir erkeğin tanıklığından daha güçlü değil mi?! Yoksa Suheyb'in evlatları, Resulullah'ın (s.a.a.) kızından daha mı doğru konuşan kimselerdi?! Ya da Abdullah bin Ömer, halifelerin yanında Ali bin Ebi Talip'ten daha mı güvenilirdi?!

        Ebu Bekir'in Resulullah'tan naklettiği "Biz peygamberler miras bırakmayız." sözüne gelince; bu iddiayı Hz. Fatıma yalanlamış ve Kur'an'la çeliştiğini ortaya koymuştur. Resulullah (s.a.a.) sahih bir hadiste buyurmuştur ki: "Benden size bir hadis aktarıldığında, onu Allah'ın Kitabına sunun. Eğer Allah'ın Kitabına uyuyorsa, onunla amel edin. Eğer Allah'ın Kitabına uymuyorsa, onu duvara çarpın."

        Hiç kuşku yok, Ebu Bekir'in rivayet ettiği bu söz, Kur'an'ın birçok ayetiyle çelişmektedir. Şimdi Ebu Bekir'e ve bütün Müslümanlara şu soruyu soracak birisi yok mu: Neden Kur'an'a, sünnete ve akla ters düşen bu rivayet hususunda Ebu Bekir'in tanıklığı kabul ediliyor da, Kur'an'a, sünnete ve akla uygun olan Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın tanıklığı reddediliyor?!

        Bütün bunlar bir yana, taraftarlarının uydurduğu faziletler sayesinde Ebu Bekir'in derecesi ne kadar yukarı çıkarılsa da, kesinlikle cennet ehli kadınların hanımefendisi olan Hz. Fatıma'nın ve Resulullah'ın her yerde bütün sahabeden öne geçirdiği Ali bin Ebi Talib'in derecesine ulaşamaz. Örnek olarak, Resulullah'ın (s.a.a.) Hayber savaşında bayrağı Ali'nin eline vermesine değinebiliriz. Resulullah o gün şöyle buyurmuştu: "Bayrağı bugün öyle birisine vereceğim ki, Allah'ı ve Resulünü sever; Allah ve Resulü de onu severler." Bütün sahabiler bayrağı almak ümi-


İlk Üç Halife Hakkında / 265

diyle boyunlarım uzatmışlar, ama Resulullah (s.a.a.) bayrağı diğer hiç kimseye değil, Ali'ye vermişti.! Yine Resulullah (s.a.a.) Ali'nin hakkında şöyle buyurmuştur: "Ali bendendir ve ben Ali'denim. Benden sonra müminlerin velisi odur."2

        Mutaassıp ve inatçı kimseler, bu hadislerde şüphe etseler bile, şu konuda asla şüphe edemezler: Ali ile Fatıma'ya salat ve selam göndermek, Resulullah'a (s.a.a.) salat ve selam göndermenin bir parçasıdır. Yani Ebu Bekir, Ömer, Osman, cennetle müjdelenenler, ashap ve ve bütün Müslümanların namazı, ancak Allah'ın, kendilerinden her türlü pisliği uzaklaştırıp tertemiz kıldığı Muhammed ve Al-i Muhammed' e salat ve selam göndermekle kabul olur.

        Bu konu Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim3 ve diğer Sahihlerde yazılıdır. Bu nedenle Şafii bir şiirinde der ki: Kim siz Ehl-i Beyt'e salat göndermezse, namazı batıl olur.4

        Eğer bu yüce makamlarına rağmen yine de onların yalan söyledikleri iddia edilirse, bu durumda İslam'ın ruhuna Fatiha okumaktan başka yapılacak bir şey kalmaz.

        Bize, "Neden Ebu Bekir'in iddiası kabul ediliyor da, Ali ve Fatıma'nın iddiası kabul edilmiyor?" diye soracak olur-
------------------------------

1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 73; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1871, Ali bin Ebi Talib'in Faziletleri Babı.
2- Sahih-i Tirmizi, c. 5, s. 632, h. 3712; Hasais-i Nesei, s. 77, h. 65; Müstedrek-i Hakim, c. 3, s. 110-111; el-İsabe, c. 2, s. 509.
3- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 151; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 305, h. 405 - 407.
4- Divan-ı Şafii, s. 72; es-Savaik'ul-Muhrika, s. 147.


266/ Zikir Ehline Sorun

sanız, şu cevabı veririz: Çünkü Ebu Bekir hakim ve halifedir, halife istediğini yapar ve her zaman o haklıdır! Güçlünün iddiası, yırtıcı hayvanın dişiyle iddia edip pençesiyle de ispatlamasına benzer.

        Sözümüzün doğruluğunun ispatı için, aziz okuyucuların dikkatini Buhari'nin bu konudaki çelişkisine çekiyoruz. Bütün Ehl-i Sünnet'in kabul ettiği ve Ebu Bekir'i Fatıma'nın talebini reddetmesinde haklı çıkarmak için ileri sürdüğü "Biz peygamberler miras bırakmayız, bizim bıraktıklarımız sadakadır." rivayetini Ebu Bekir'den nakleden Buhari, Sahih'inde bu iddiayı çürüten başka rivayetlere de yer vermektedir.

        Örneğin; Buhari şöyle nakleder: "Fatıma, Resulullah'tan (s.a.a.) kalan mirasını istediği gibi, Resulullah'ın zevceleri de Ebu Bekir'e elçi göndererek miraslarını istediler."1

        Resulullah'ın (s.a.a.) zevcelerinin de miras istemeleri, Ebu Bekir'in iddiasının doğru olmadığını göstermiyor mu?!

        Yine Buhari, Sahih'inin "Vekalet Kitabı"nda Abdullah bin Ömer'den şöyle nakleder: "Resulullah Hayber' den elde edilen mahsullerden, zevcelerine yüz ölçek verirdi; seksen ölçek hurma, yirmi ölçek de arpa. Ömer, Hayber'i taksim ederek Resulullah'ın (s.a.a.) zevcelerini, su ve toprak almakla Resul-i Ekrem'in zamanında olduğu gibi mahsulden belli bir miktarda pay almak arasında seçim yapmalarını istedi. Bunun üzerine bazıları toprak aldılar, bazıları ise
---------------------------

1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 114 - 115, Meğazi Kitabı; Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1380, h. 1759.


İlk Üç Halife Hakkında /267

mahsulü seçtiler. Aişe de toprağı tercih etti."

        Bu rivayet açıkça, Hayber'in, Resulullah'ın mirası olduğunu bildirmekte; dolayısıyla Ebu Bekir' in, "Peygamberler miras bırakmazlar" iddiasının doğru olmadığını ve Hz. Fatıma'ya haksızlık yapmış olduğunu ortaya koymaktadır.

        Bu rivayet ayrıca, Ömer bin Hattab'ın, hilafeti döneminde Hayber'i Resulullah'ın zevceleri arasında taksim edip onları toprak veya mahsulden birini seçmekte serbest bıraktığını, Aişe'nin de toprak aldığını bildirmektedir. Peki nasıl oluyor da Peygamber'in eşi Aişe miras alabiliyor, ama kızı Fatıma miras alamıyor?!

        Ey akıl sahipleri! Ne olursunuz, bize cevap verin; Allah da size sevap ve mükafat versin!

        Bunu da bir kenara bıraksak, görüyoruz ki Ebu Bekir'in kızı Aişe, Resulullah'ın bütün evini sahiplendi; ama Resulullah'ın diğer zevcelerinin böyle bir şansı yoktu. Yine Aişe babasını o eve gömdü; Ömer'i de onun yanına defnetti. Oysa Hz. Hasan'ın, dedesi Resulullah'ın (s.a.a.) yanına defnedilmesine mani oldu. Bunun üzerine İbn-i Abbas Aişe'ye sinirlenerek şöyle dedi:

        "Ey Aişe! Dün deveye bindin. Bugün de katıra binmişsin. Korkarım ki yaşarsan, yarın da file bineceksin. Senin miras hakkın sekizde birin dokuzda biri kadardır. Ama sen bütün mirası ele geçirdin."2

        Ben bu konuda daha fazla tafsilata girmek istemiyorum.
-----------------------------

1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 137.
2- el-Haraic ve'l-Ceraih, c. 1, s. 243.

268/ Zikir Ehline Sorun

        Araştırmacıların kendileri tarihe başvurmalıdırlar. Burada Hz. Fatıma'nın Ebu Bekir'e ve diğer sahabilere karşı irad ettiği hutbenin bir bölümünü nakletmek yerinde olacaktır. Böylece bundan sonra kurtulmak isteyenler bununla kurtulsun ve helak olmak isteyenler de bu delille helak olsunlar. Hz. Fatıma onlara hitap ederek şöyle dedi:

        "Acaba siz Kur'an'ı bilerek terk edip arkanıza mı attınız?! Yüce Allah Kur'an'da, "Süleyman Davud'a mirasçı oldu." diye buyurmuyor mu?! Yine Hz. Zekeriya'nın "Bana kendi katından bir yardımcı armağan et; bana mirasçı olsun ve Yakub Oğullarına da mirasçı olsun. Rabbim, onu (kendisinden) razı olunanlardan kıl." diye Allah'a yalvardığı Kur'an'da sabit değil midir?!

        Yüce Allah; "Akrabalar (mirasta) Allah'ın Kitabına göre birbirinden önceliklidir.", "Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki I{adının hissesi kadar tavsiye eder." ve "Sizden birine ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır bırakmışsa, anaya
- babaya ve yakın akrabaya bilinen (meşru) bir tarzda vasiyette bulunması, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir hak olarak, size yazıldı (farz kılındı)." diye buyurmuyor mu?!

        Miras konusundaki ayetler size mi mahsustur ve babam bu ayetlerin hükmünden dışlanmış mıdır?! Siz Kur'an'ı babamdan ve amcamın oğlundan daha mı iyi biliyorsunuz?! Yoksa size göre ben babamın dininde değil de, başka bir dine mi mensubum?! Ve bu yüzden mirasçı olamazsın diye bir iddianız mı var?!

        Ey Ebu Bekir! Hilafet de, el koyduğun Fedek de senin olsun! Kıyamet gününde görüşeceğiz. O gün ki hakem



İlk Üç Halife Hakkında / 269

Allah 'tır, önder ise Muhammed. Ve kıyamet günü batıl yolda olanlar hüsranda olacaktır."1

EBU BEKİR'İN ZEKAT VERMEYEN MÜSLÜMANLARI KATLETMESİ

        Buhari, Sahih'inin "Dinden Dönenlerden Tevbe Etmelerini İstemek Kitabı"nda, Müslim de, Sahih'inin "İman Kitabı"nda Ebu Hureyre' den şöyle nakleder:

        "Resulullah vefat ettikten sonra, Ebu Bekir halife olup Araplardan bazıları kafir olunca, Ömer dedi ki: "Ey Ebu Bekir! Sen halkla niçin savaşıyorsun? Halbuki Resulullah (s.a.a.) buyurmuştur ki: "Ben, halk "La ilahe illallah" diyene kadar onlarla savaşmakla görevliyim. Kim "La ilahe illallah" derse, malı ve canını benden korumuş olur. Ama eğer bir hakkı zayi etmiş olursa, o başka. Allah da onu hesaba çeker."

        Ebu Bekir dedi ki: "Vallahi, kim namaz ile zekatı birbirinden ayırırsa (namaz kıldığı halde zekat vermezse), onu öldüreceğim. Çünkü zekat, mala taalluk eden bir haktır. Vallahi, eğer Resulullah (s.a.a.) zamanında verdikleri zekatın az bir miktarını da olsa bana ödemezlerse, onlarla savaşacağım."

        Ömer der ki: "Allah'a andolsun ki ben, Allah'ın, Ebu Bekir'in göğsünü savaşmak için genişlettiğini hissettim ve Ebu Bekir'in haklı olduğunu anladım."2

        Ebu Bekir ve Ömer'den böyle bir şey asla yadsınmamalıdır. Çünkü daha önce de Ebu Bekir ve Ömer, Hz. Fatıma'nın evini, içindeki biat etmeyen sahabilerle birlikte
-----------------------------

1- Ahmed bin Ebi Tahir, Belağat'un-Nisa, s. 17.
2- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 19; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 51, h. 20.



270/ Zikir Ehline Sorun

yakma tehdidini savurmuşlardı.1 Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve biatten kaçınan seçkin sahabileri yakmakla tehdit eden kimseler için, zekat vermekten çekinen Müslümanları öldürmek çok kolay bir iştir. Peygamber'in tertemiz Ehl-i Beyti ve ashabın seçkinlerine böyle davranan kimseler, çöl Araplarına ne yapmazlar ki?! Kaldı ki biatten kaçınanlar, Resulullah'ın (s.a.a.) nassı ile hilafetin kendi hakları olduğu görüşündeydiler. Resulullah'tan herhangi bir nassın olmadığını iddia ederek işin şura ile halledilmesi gerektiğini farz etsek dahi, onlara (biatten kaçınanlara) itiraz ve eleştiri hakkını teslim etmeliyiz.. Bütün bunlara rağmen, Hz. Fatıma'nın evini yakmak tehdidinde bulundukları rivayetlerle sabittir. Eğer Hz. Ali, Müslümanların kanının dökülmemesi ve İslam ümmetinin birliğinin korunması için, teslim olup ashabına da biat etmek için evden çıkma emrini vermeseydi, hiç kuşkusuz, onları yakacaklardı.

        Artık Fatıma'tüz-Zehra dünyadan göçmüş, Ali de görünüşte bile olsa onlarla sulh etmişti ve her şey onların istediği gibi yürüyordu. Bu yüzden, Peygamberlerinden sonra neler olup bittiğini ve niçin Peygamber'in tayin ettiği şahıs değil de başka bir şahsın2 hilafet makamında oturduğunu öğrenmek isteyen ve bu nedenle de zekat vermekten kaçınan Medine dışındaki bazı kabilelere asla tahammül edemezlerdi.
--------------------------

1- İbn-i Kuteybe, el-İmame ve's-Siyase, c. I, s. 19; el-Ikd'ül- Ferid, c. 4, s. 259 - 260; Muhtasar-u Ebi'l-Peda, c. 1, s. 156; Tarih-i Taberi, c. 3, s. 202.
2- Ömer; Ebu Bekir'in, düşünüp taşınmadan alınan ani bir kararla hilafete getirildiğini söyler. Bkz. Sahih-i Buhari, c. 7, s. 208 - 209, Muharip Kafirler ve Mürtetler Kitabı; el-Milel ve'n-Nihel, c. 1, s. 30.



İlk Üç Halife Hakkında /271

        Dolayısıyla, Ebu Bekir ve hükümetinin, suçsuz Müslümanları katledip, saygınlıklarını gözetmemesine, kadınlarını ve çocuklarını esir almasına şaşırmamak gerekir. Tarihçiler yazarlar ki: Ebu Bekir; Halid bin Velid'i Süleym Oğulları kabilesine gönderdi; o da onları yaktı.1 Sonra onu Yemame'ye ve Temim Oğullarına gönderdi. Halid, onları hile ile aldattıktan sonra ellerini bağlayıp kılıçla boyunlarını vurdu ve Resulullah'ın (s.a.a.) güvenip de kavminde zekat toplaması için tayin ettiği yüce sahabi Malik bin Nüveyre'yi öldürüp aynı gece karısına tecavüz etti. La havle ve la kuvvete illa billah'il-Aliyy'il-Azim.

        Malik ve kavminin hiçbir suçu yoktu. Onlar, Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra meydana gelen acı olayları, Hz. Ali'nin hilafetten uzaklaştırılmasını, Hz. Fatıma'ya yapılan zulümleri, Hz. Fatıma'nın hilafeti gasp edenlere karşı gazaplı olarak dünyadan göçtüğünü, Ensar'ın büyüğü Sa'd bin Ubede'nin biatten çıkıp muhalefete geçtiğini duymuş ve Ebu Bekir'e biatin sıhhatinde şüpheye düşmüşlerdi ve bu nedenle de olayların netleşmesini bekleyerek zekat vermekten kaçınmışlardı. Ama halife ve yandaşları hemen hükmü vermiş, erkeklerini öldürmüş, kadınları ve çocuklarını esir almışlardı ki, kimse hilafete itiraz veya muhalefet etmeye cesaret edemesin.

        Doğrusu; Ebu Bekir'in kendisi bile hatasını itiraf ettiği halde2 yine de bazılarının, Ebu Bekir'i ve hükümetini savu-
-------------------

1- Muhibbuddin Taberi, er-Riyaz'un-Nazıra, c.l, s. 149.
2- Ebu Bekir, daha sonra Malik bin Nüveyre'nin kardeşi Mütmim' den özür dilemiş ve beytülmaldan onun diyetini ödeyerek; "Halid içtihat edip yanılmıştır." demişti. Bkz. Tarih-i Taberi, c.3, s. 276 - 278; el-Eğani, c. 15, s. 298 - 302.



272/ Zikir Ehline Sorun

narak Ömer'in; "Allah'a andolsun ki ben, Allah'ın, Ebu Bekir'in göğsünü savaşmak için genişlettiğini hissettim ve Ebu Bekir'in haklı olduğunu anladım." şeklindeki sözünü tekrarlamalarına şaşmamak elde değil!

        Acaba Ömer' e; neye dayanarak Müslümanlarla savaşmanın caiz olduğuna kanaat getirdiğini sorabilir miyiz?! Kendisi, Resulullah'ın (s.a.a.) "La ilahe illallah" diyen birini öldürmeyi haram ettiğini söylemiyor mu?! Ve bu hadisi delil göstererek Ebu Bekir'e karşı çıkmamış mıydı?! Nasıl oluyor da ansızın karar değiştirerek Ebu Bekir'in haklı olduğuna kanaat getirerek Müslümanların katledilmesine rıza gösteriyor?! Allah'ın, Ebu Bekir'in göğsünü genişlettiğini gördüğü için mi?! Bu göğüs genişliği nasıl bir genişlikmiş acaba?! Yalnız Ömer mi görmüş, bu göğüs genişliğini?! Eğer bu göğüs genişliği, mecazi anlamda manevi bir genişlikse, Allah Teala, Resulünün diliyle açıklanmış olan hükümlerine muhalefet eden kimselere böyle bir göğüs genişliği verir mi acaba?! Yani, Allah Teala, bir taraftan Resulünün diliyle "La ilahe illallah" diyenin öldürülmesini haram ediyor, diğer taraftan Ebu Bekir ile Ömer'in onları öldürmeleri için göğüslerini mi genişletiyor?! Yoksa, Resulullah'tan (s.a.a.) sonra Ebu Bekir ile Ömer' e vahiy mi nazil olmuştu?! Hayır, hayır! Onlar, kendi siyası çıkarları için içtihat ederek Allah'ın hükümlerini ayaklar altına almışlardı.

        Ebu Bekir'i savunanların; "Onlar (Malik ve kavmi) İslam dininden çıkmışlardı ve bu yüzden öldürülmeleri gerekiyordu." doğrultusundaki iddiaları doğru değildir. Tarihten azıcık haberi olanlar, onların İslam' dan çıkmadıklarını, fakat zekat vermekten kaçındıklarını bilirler. Onlar, Halid

İlk Üç Halife Hakkında /273

bin Velid ile birlikte cemaat namazı kılmışlardı. Ebu Bekir de, Müslümanların beytülmalından Malik'in diyetini (kan parasını) ödemiş ve öldürülmesinden dolayı özür dilemişti. Halbuki İslam' dan çıkan bir mürtedin öldürülmesinden dolayı özür dilenmez ve ona diyet ödenmez. Selef-i Salihten hiçbir kimse de, zekat vermeyenin kafir olduğunu söylememiştir. Sadece, uzun bir süreden sonra mezhepler ve fırkalar ortaya çıkınca, Ehl-i Sünnet, Ebu Bekir'i temize çıkarmak için onların İslam' dan çıktıklarını söylediler. Çünkü Ehl-i Sünnet' in Sahihlerinde olduğu gibi, "Müslümana küfretmek fısk, onu öldürmek ise kafirliktir."1 Hatta Buhari bile Ebu Bekir'in, "Vallahi zekat ile namazı birbirinden ayıranları öldüreceğim." sözünü, "Farzları Kabul Etmekten Kaçınıp da Mürted Sayılmayanlar"2 başlığı altında nakletmiştir. Demek ki Buhari de onların mürted olmadıklarına inanmaktadır.

        Bazıları ise, tıpkı Ebu Bekir gibi; "Zekat mala taalluk eden bir haktır." diye yorum yaparak Ebu Bekir'i savunmak istemişler. Bu da doğru bir yorum değildir. Çünkü:

        1- Resulullah (s.a.a.) "La ilahe illallah" diyenlerin öldürülmesini haram kılmıştır. Bu konuda Ehl-i Sünnet Sahihlerinde birçok hadis vardır.

        2- Zekatın mala taalluk eden bir hak olması, şer'i hakime zekat vermekten kaçınanlardan zorla zekat alma hakkını verir; onları öldürüp kanlarını dökme hakkını vermez.
----------------------

1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 19, İman Kitabı; Sahih-i Müslim, c. 1, s. SI, h. 64, İman Kitabı.
2- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 19.



274/ Zikir Ehline Sorun

        3- Zekatın mala taalluk eden bir hak olması, zekat vermekten kaçınanları öldürmeyi caiz kılsaydı, Resulullah'ın (s.a.a.) zekat vermekten kaçınan Sa'lebe'yi öldürmesi gerekirdi. Oysa Resulullah, böyle bir girişimde bulunmadı. 1

        4- Sünni kaynakları, " 'La ilahe illallah' diyeni öldürmek haramdır." anlamındaki hadislerle doludur. Biz, bu konuda yalnızca Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'in kaydettikleri bazı hadisleri naklediyoruz:

        a- Müslim, Sahih'inin "İman Kitabı, Kafirin 'La İlahe İllallah' Demesinden Sema Öldürülmesinin Haram Oluşu Babı"nda, Buhari de "Meğazi Kitabı"nda şöyle naklederler:

        Mikdat bin Esved, Resulullah'a (s.a.a.); "Eğer ben bir kafirle savaşırsam, sonra o benim bir elimi kılıçla keserse ve peşinden bir ağacın arkasına sığınarak, "Ben Müslüman oldum." derse, onu öldürmem caiz olur mu?" diye sordu. Resulullah; "Onu öldürme." buyurdu. Miktad; "Ya Resulallah! O, benim ellerimden birini kesmiş, ondan sonra Müslüman olduğunu söylemiştir! Resulullah (s.a.a.) yine; "Onu öldürme." buyurdu. "Eğer onu öldürürsen, o, senin onu öldürmeden önceki durumunda olur, sen de onun Müslüman olmadan önceki durumuna düşersin."2

        Bu hadise göre, eğer bir kafir "La ilahe illallah" derse, daha önce bir Müslümana zulmedip onun elini kesmiş olsa bile, onu öldürmek haram olur. Halbuki henüz, "Muhammedun Resulullah" dememiş; namaz, zekat, oruç ve haccı kabul ettiğini belirtmemiştir. O halde, nasıl yorum
-----------------------------

1- Vahidi, Esbab'un-Nüzu1, c. 170 - 171.
2- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 95, h. 95; Sahih-i Buhari, c. 5, s. 109.


İlk Üç Halife Hakkında /275

yapabiliyor ve nereye gidiyorsunuz?!

b- Buhari, Sahih'inin "Meğazi Kitabı"nda; Müslim ise, "İman Kitabı, Kafirin 'La ilahe illallah' Demesinden Sema Öldürülmesinin Haram Oluşu Babı"nda Üsame bin Zeyd' den şöyle naklederler:

        "Resulullah bizi Hurka'ya göndermişti. Sabah vakti onlara baskın yaparak onları yenilgiye uğrattık. Ben ve Ensar' dan biri, onlardan birinin peşine takıldık. Onu yakaladığımızda hemen "La ilahe illallah" dedi. Ensar' dan olan onu bıraktı, ama ben mızrağımla onu öldürdüm. Medine'ye döndüğümüzde bu haber Resulullah'a ulaştı. Resulullah buyurdu ki: "Ey Üsame! O adam "La ilahe illallah" dedikten sonra niçin onu öldürdün?" Ben; "O, bu cümleye sığınarak kurtulmak istiyordu." dedim. Ama Resulullah (s.a.a.) bu sözü o kadar tekrarladı ki, "Keşke o günden önce Müslüman olmasaydım" diye arzuladım!l

        Bu hadis, kesinlikle, "La ilahe illallah" diyen birini öldürmenin haram olduğunu bildirmektedir. Bu yüzden görüyoruz ki, Resulullah (s.a.a.) Üsame'ye öyle şiddetle çıkışıyor ki, Üsame, "Keşke o günden önce Müslüman olmasaydım" diye arzu ediyor ve böylece "İslam' a yeni girenin geçmişteki hataları affolunur." hadisinin kapsamına girmek istiyor.

        c- Buhari, Sahih'inin "Elbise Kitabı"nda; Müslim ise, Sahih'inin "İman Kitabı"nda Ebuzer'den şöyle naklederler:

        "Bir gün Resulullah'ın huzuruna çıktığımda üzerinde beyaz bir elbise olduğu halde uyuyordu. Geri dönüp bir
------------------------

1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 183; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 97, h. 96.



276 / Zikir Ehline Sorun

süre sonra geldiğimde uyanmıştı. Beni görünce şöyle buyurdu: " 'La ilahe illallah' deyip de bu inanç üzerine ölen kul, mutlaka cennete girecektir." Dedim ki: "Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa da mı?!" Resulullah; "Evet!" buyurdu. "Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa bile!" Ebuzer tekrar; "Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa da mı?!" diye şaşkınlığını dile getirdi. Resulullah; "Ebuzer'e rağmen evet! Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa bile!" buyurdu."1

        Ebuzer, bu hadisi her anlattığında, "Ebuzer istemese bile..." diyordu. Bu hadis, "La ilahe illallah" deyip de bu akide üzerine ölen herkesin cennete gireceğini bildirmektedir. Dolayısıyla da "La ilahe illallah" diyen bir adamı öldürmek caiz değildir. Ebu Bekir, Ömer ve gerçekleri yorumlayıp tersine göstererek, Allah'ın hükümlerini değiştiren geçmişlerinin saygınlığını korumaya çalışan taraftarları bundan hoşlanmasalar da bu böyledir.

        Hiç kuşkusuz, Ebu Bekir ve Ömer bu hükümleri bizden daha iyi biliyorlardı. Ama ne var ki, hilafet uğruna, bilerek Allah'ın ve Resulünün hükümlerini değiştirdiler.

        Belki de Ebu Bekir, zekat vermeyenleri öldürmek isterken Ömer ona karşı çıkarak Resulullah'ın hadisini delil getirdiğinde, Ömer' e şöyle demiştir: "Fatıma'nın evini yakmak için odunu eline alan sen değil miydin? Fatıma hakkında en azından, "La ilahe illallah" dediği söylenemez miydi?" Sonra da sözlerine şunları eklemiştir: "Oysa Hilafet Merkezi'nde bulunan Ali ve Fatıma sürekli göz altında oldukları için fazla bir şey yapamazlardı. Ama eğer zekat
--------------------------

1- Sahih-i Buhari, c. 7, s. 192 - 193; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 95, h.94.


İlk Üç Halife Hakkında /277

vermeyenleri kendi hallerine bırakırsak, bütün İslam memleketlerine yayılıp Hilafet Merkezi'ne karşı büyük bir tehlike oluşturabilirler." Ve bu sözlerden sonra Ömer ikna olarak; "Gördüm ki Allah, Müslümanları öldürmesi için Ebu Bekir'in göğsünü genişletmiştir." demiş ve Ebu Bekir'in haklı olduğunu anlamıştır!

EBU BEKİR, ÖMER VE DAHA SONRA OSMAN TARAFINDAN RESULULLAH'IN SÜNNETİNİN YAZILMASININ YASAKLANMASI

        Araştırmacı bir kimse ilk üç halifenin tarihte kaydedilen bazı icraatlarını okursa, onların Peygamber efendimizin hadislerinin yazılmasını yasakladıklarını ve hatta ashabın bu hadisleri halka nakletmelerine dahi izin vermediklerini görecektir. Çünkü bu hadisler, onların menfaatleriyle çelişmekte veya en azından siyası ve şahsi maslahatlarına uygun olarak uydurdukları hükümlere ters düşmekteydi. Böylece, Kur'an'ın açıklayıcısı ve Kur'an'dan sonra İslam hükümlerinin ikinci kaynağı olan nebevi hadisler, onların zamanında unutulmaya terkedildi. Bu durum, Ömer bin Abdülaziz veya hatta biraz andan sonraya kadar devam etti. Bu konuda tarihçiler ve hadisçiler, ittifak içerisindedirler. Örneğin; Buhari, Sahih'inin "İlim Kitabında" şöyle nakleder:

        "Ömer bin Abdulaziz'in Ebu Bekir bin Hazm'a şöyle yazdı: 'Resulullah'ın hadislerini dikkatle topla ve onları yaz. Çünkü ben ilmin kaybolmasından ve alimlerin ölmesinden korkuyorum. Resulullah'ın (s.a.a.) hadislerinden başka bir şey de kabul edilmesin. İlim yayılmaya çalışılmalı, alimler oturmalı ve bilmeyenler gelip onlardan ilim öğren-



278 / Zikir Ehline Sorun


melidirler. Çünkü ilim gizli kalırsa yok olur gider. "1

        Ama Ebu Bekir, Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra halka bir konuşma yaparak şöyle dedi:

        "Sizler, Resulullah'tan, ihtilaf ettiğiniz hadisler naklediyorsunuz. Sizden sonra ise halk daha fazla ihtilaf edecektir. Öyleyse Resulullah'tan (s.a.a.) hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis isteyen olursa; 'Aramızda Allah'ın Kitabı vardır. Onun helalini helal, haramını ise haram bilin; bu bize yeter.' deyin."2

        Ebu Bekir'in işi gerçekten de şaşırtıcıdır! Peygamber'in (s.a.a.), ümmeti sapmaktan koruyacak olan vasiyetini yazdırması engellenen o uğursuz perşembe gününden henüz birkaç günden fazla bir zaman geçmeden, aynen arkadaşı Ömer gibi; "Allah'ın Kitabı bize yeter." diyor!

        Allah'a şükürler olsun ki, Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini arkalarına attıklarını ve onu hiçe saydıklarını kendi dilleriyle itiraf ediyorlar.

        Şimdi Ebu Bekir ve Ömer'i her zaman savunan ve onları Resulullah'tan sonra en iyi insanlar olarak bilen Ehl-i Sünnet'ten soruyoruz: Sizler, Sahihlerinizde Resulullah'ın; "Ben, sizin aranızda iki şey bırakıyorum; onlarla amel ederseniz, asla sapıtmazsınız: Allah'ın Kitabı ve sünnetim." buyurmuş olduğunu nakletmiyor musunuz?! Peki, -faraza bu hadis doğru ise- nasıl oluyor da Resulullah'tan sonra halkın en faziletlileri olan Ebu Bekir ve Ömer, sünnetin yazılması ve anlatılmasını yasaklıyorlar ve sünnete hiç mi
---------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 36.
2- Zehebi,Tezkiret'ü1-Huffaz, c. 1, s. 3 - 4.



İlk Üç Halife Hakkında / 279

hiç değer vermiyorlar?! Ayrıca, "Kur'an'ın helalini helal, haramını ise haram bilin." diyen Ebu Bekir'e; "Zekat vermeyenleri öldürmenin, kadınları ve evlatlarını esir almanın caiz olduğunu hangi ayette gördün?" diye soracak biri yok mu?

        İşte Allah'ın Kitabı, bizimle Ebu Bekir arasında hakemlik yaparak zekat vermeyenler hakkında şöyle buyurmaktadır:

        "Onlardan bazıları; 'Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve kesinlikle salihlerden olacağız.' diye Allah'a söz verdiler. Ama Allah, lütuf ve kereminden onlara nimetler verince, cimrilik yaparak sözlerinden döndüler ve dinden yüz çevirdiler. Allah'a verdikleri sözlerinden döndüklerinden ve yalan söylediklerinden dolayı Allah, onların kalplerine nifak soktu."1

        Bütün müfessirler, bu ayetlerin Resulullah (s.a.a.) zamanında zekat vermekten kaçınan Sa'lebe hakkında olduğunda ittifak etmişlerdir. Kaldı ki, Sa'lebe Resulullah'a zekat ödemekten kaçındığı gibi, zekatı inkar ederek cizye olduğunu söylemişti. Ama buna rağmen Resulullah (s.a.a.) onunla savaşmadı ve onu öldürmedi. Hatta gücü yettiği halde mallarını da zorla almadı.

        Malik bin Nüveyre ve kabilesi ise, zekatın farz olduğunu inkar etmemişlerdi. Onlar, sadece Resulullah'tan (s.a.a.) sonra zorla, hileyle ve fırsatı ganimet bilerek başa geçen şahsın hilafetine itiraz etmişlerdi.
----------------------

1- Tevbe Süresi /75 - 77.



280/ Zikir Ehline Sorun

        Bundan da daha şaşırtıcı olan, Ebu Bekir'in. Hz Fatıma'nın karşısındaki tutumudur. "Sizler, Resulullah'tan, ihtilaf ettiğiniz hadisler naklediyorsunuz. Sizden sonra ise halk daha fazla ihtilaf edecektir. Öyleyse Resulullah'tan (s.a.a.) hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis isteyen olursa; 'Aramızda Allah'ın Kitabı vardır. Onun helalini helal, haramını ise haram bilin; bu bize yeter.' söyleyin." diyen Ebu Bekir, nasıl oluyor da alemler kadınlarının hanımefendisi olan Fatıma'tüz-Zehra'nın okuduğu muhkem ayetler karşısında, kendisinden başka kimsenin rivayet etmediği uyduruk bir hadise dayanıyor ve bu hadisle o muhkem ayetleri neshediyor?! İlginç değil mi?! Peki, niçin kendi söylediğiyle kendisi amel etmiyor?! Niçin Resulullah'ın (s.a.a.) bir parçası olan Fatıma'tüz-Zehra ile, kendisi rivayet ettiği "Biz peygamberler miras bırakmayız." hadisinde ihtilaf edince, Kur'an' a başvurmuyor?!

        Cevabı bellidir. Çünkü Allah'ın Kitabına başvurulduğu takdirde, Hz. Fatıma'nın bütün iddiaları ispatlanacaktı. O zaman da Ebu Bekir'in işi zorlaşacak ve hilafet konusunda da deliller karşısında teslim olması gerekecekti. Bu da hiç mi hiç Ebu Bekir'in işine gelmiyordu. Yüce Allah buyuruyor ki:

        "Ey iman edenler, yapmadıklarınızı niçin söylüyorsunuz? Yapmadıklarınızı söylemeniz, Allah'ın gazabına sebep olan büyük bir suçtur."1

        Evet, işte bu yüzden Ebu Bekir, Resulullah'ın (s.a.a.) hadislerinin halkın arasında yayılmasını istemiyordu. Onların yazılmasına, anlatılmasına, bir şehirden başka bir şehre
-----------------

1- Saff Suresi /2 - 3.


İlk Üç Halife Hakkında / 281

taşınmasına izin vermiyordu.

        Çünkü Resulullah'ın hadislerindeki yorumlanamayacak sözler, onun hükümeti ve siyasetiyle açıkça çelişmekteydi. Öyleyse bu hadisleri gizlemek, hatta mahvedip yakmaktan başka çare yoktu.

        İşte! Kızı Aişe babasının aleyhinde şahitlik ederek diyor ki: "Babam, Resulullah'ın beş yüz hadisini bir araya topladı. Akşam olunca yatağında o tarafa bu tarafa döndüğünü ve uyuyamadığını gördüm. İçimden, "Herhalde bir rahatsızlığı var ya da duyduğu bir haberden dolayı endişelenmiştir." dedim. Sabah olunca beni çağırarak, "Kızım, sana emanet olarak verdiğim hadisleri getir." dedi. Ben hadisleri getirin
ce, hepsini alıp yaktı..." 1

ÖMER BİN HATTAB'IN HADİS YAZIMINI YASAKLAMASI

        Ebu Bekir' in, hadisleri yasaklamadaki siyasetini gördük. Gördük ki, zamanında toplanan beş yüz hadisi yakarak, sahabe ve Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini öğrenmek isteyen diğer Müslümanların bunlara ulaşmasını engelledi. Ebu Bekir'in emriyle halife olan Ömer'in de aynı siyaseti uygulaması gerekiyordu. Fakat o, hadislerin yazılmasını yasaklamakla yetinmeyip bu uğurda tehditler savurarak, bazen halkı döverek, bazen de zindana atarak kendi meşhur şiddetini de kullanıyordu.

        İbn-i Mace, Sünen'inde Kurza bin Kâb'dan şöyle nakle-
--------------------

1- Kenz'ül-Ummal, c. ıo, s. 285, h. 29460; Tezkiret'ül-Huffaz, c. 1, s. 5.



282 / Zikir Ehline Sorun

der: "Ömer bin Hattap bizi Küfe'ye gönderirken "Sirar" denilen bir yere kadar bizimle gelerek orada bize; "Biliyor musunuz niçin buraya kadar sizinle birlikte geldim?" dedi. Biz; "Herhalde Ensar'dan veya Resulullah'ın (s.a.a.) ashabından olduğumuz içindir." dedik. Ömer "Hayır." dedi. "Size söylemek istediğim bir mesele yüzünden geldim. Ve onu asla unutmamanızı istiyorum. Siz öyle bir kavme gönderiliyorsunuz ki, Kur'an onların kalbinde tıpkı suyun tencerede kaynadığı gibi kaynıyor. Onlar sizi görünce hepsinin boynu size doğru uzanacaktır. (Sizin gelmenize sevinecekler) Ve diyecekler ki: "Muhammed'in ashabı geldi." Dikkat edin ve elinizden geldiğince Resulullah'tan az hadis nakledin. Ve bilin ki ben sizin ortağınızım."

        Kurza bin Kab oraya gittiğinde halk; "Bize Resulullah'tan bahset ve onun hadislerini naklet." deyince Kurza; "Ömer, bizi bu işten menetmiştir." dedi.
1

        Müslim, Sahih'inin "Adab Kitabı, izin isteme Babı"nda şöyle nakleder: "Ömer; Ebu Musa Eş' ari' yi Resulullah'tan bir hadis naklettiği için dövmekle tehdit etti."2

        Ebu Said-i Hudri der ki: "Übeyy bin Kab'ın da bulunduğu bir yerde oturmuştuk. Ansızın Ebu Musa Eş'ari sinirli bir halde içeri girerek dedi ki: "Ne olursunuz söyleyin! Sizden biri Resulullah'tan, "İzin almak üç kere olur; eğer izin verilmezse geri dön." diye bir hadis duydu mu?" Übeyy; "Olay nedir?" dedi. Ebu Musa dedi ki: "Dün Ömer bin Hattab'ın yanına girmek için üç kez izin istedim; izin
----------------------------

1- Zehebi, Tezkiret'ül-Huffaz, c. 1, s. 7; Sünen-i İbn-i Mace, c. 1, s. 12, h. 28; Sünen-i Daremi, c. 1, s. 85.
2- Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1694 - 1695, h. 2153.


İlk Üç Halife Hakkında / 283

vermeyince ben de geri döndüm. Bugün onun yanına gittiğim de dedim ki: "Dün sana üç kez selam verdim; cevap vermeyince geri döndüm." Ömer; "Selamını duydum, ama biriyle meşguldüm. Neden tekrar izin istemedin?" dedi. Dedim ki: "Ben tıpkı Resulullah'ın (s.a.a.) buyurduğu gibi izin istedim." Bunun üzerine Ömer hemen sinirlenerek şöyle dedi: "Vallahi ya sesin yükselinceye kadar beline ve karnına kamçıyla vuracağım, ya da bu hadisin doğruluğu konusunda sana şahitlik etmesi için birini getirirsin!"

        Übeyy bin Kab dedi ki: "Vallahi seninle birlikte, içimizde yaşı en küçük olan gelecektir. (Yani hepimiz o hadisi duyduk; hatta yaşı bizden az olanlar dahi bu hadisi duymuşlardır.) Ey Ebu Said! Git ve şahitlik et!" Ebu Said der ki: "Ben de kalkıp Ömer'in yanına giderek; "Vallahi Resulullah'ın (s.a.a.) böyle buyurduğunu ben de duydum." dedim. "

        Buhari de bu olayı nakletmiş, ama adeti üzere hadisin bir bölümünü keserek Ömer'in Ebu Musa'yı tehdit etmesini anlatmamıştır.
1

        Hatta Müslim, Sahih'inde, Übeyy bin Kab'ın Ömer' e şu sözü söylediğini de eklemiştir: "Ey Hattab'ın oğlu! Resulullah'ın (s.a.a.) ashabına bu kadar azap verme!"

        Zehebi, Tezkiret 'ül-Huffaz adlı kitabında Ebu Seleme'den şöyle nakleder: "Ebu Hureyre'ye; "Ömer'in zamanında Resulullah'ın hadislerini naklediyor muydun?" diye sorduğumda; "Ömer'in zamanında şu andaki gibi hadis
------


1- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 66.



284/ Zikir Ehline Sorun

nakletseydim, beni kamçısıyla döverdi." cevabını verdi."



        Kısacası; Ömer, tehditlerle Resulullah'ın hadislerinin yazılmasını yasakladı ve tıpkı Ebu Bekir gibi o da ashabın yazdığı hadisleri yaktı. Bir gün minberde dedi ki: "Ey insanlar! Sizin elinizde bazı kitapların olduğu haberi bana ulaştı. Biliniz ki, onlardan Allah indinde en makbul olanı, içinde doğru şeyler yazılanıdır. Öyleyse yanında kitap olan herkes yanıma getirsin de onlar hakkındaki görüşümü belirteyim." Halk, onun ihtilafları gidermek için, yazdıklarını incelemek istediğini zannederek bütün kitaplarını getirdiler. Ömer de kitapların hepsini ateşe atarak yaktı. 2

        İbn-i Abdulbir, Cami-u Beyan 'il-İim ve Fazlih adlı kitabında şöyle yazar: "Ömer bin Hattap, Resulullah'ın sünnetini yazmak istedi. Sonra bu işi yapmaktan vazgeçti ve bütün şehirlere mektup yazarak, Resulullah'ın sünnetinden yazılanları yok etmelerini istedi."3

        Ömer'in tehditleri, uyarıları, yasağı ve hadis kitaplarını yakmasına rağmen, sahabiler Medine dışına çıktıkları zaman karşılaştıkları insanlara, Resulullah'ın hadislerini az çok anlatıyorlardı. Bu konuyu anlayan Ömer, yolculukta hadis anlatan sahabileri Medine'nin bir noktasında toplayıp zorla orada ikamet ettirdi. İbn-i İshak, Abdurrahman bin Avf'dan bu konuda şöyle nakleder: "Vallahi, Ömer hayattayken Resulullah'ın (s.a.a.) diğer şehirlerde bulunan ashabını, örneğin; Abdullah bin Huzeyfe, Ebu Derda,
--------

1- Zehebi, Tezkiret'ül-Huffaz, c. 1, s. 7.
2- İbn-i Sa 'd, et-Tabakat'ul-Kubra, c. 5, s. 188; Hatip Bağdadi, Takyid'ul-İlm, s. 52.
3- Cami-u Beyan'il-İlm, c. 1, s. 65.


İlk Üç Halife Hakkında / 285

Ebuzer-i Gif'ari ve Ukbe bin Amir'i Medine'ye getirtti ve; "Resulullah'tan naklettiğiniz bu hadisler de ne demek oluyor?" dedi. Onlar; "Bizi bu işten sakındırıyor musun?" dediler. Ömer şöyle dedi: "Hayır. Ama benim yanımda kalacak ve ben yaşadığım sürece buradan ayrılmayacaksınız. Vallahi ben buna izin vermeyeceğim."1

        Ömer'den sonra sıra üçüncü halife Osman'a geldi. O da aynı yolu izledi ve minbere çıkarak şöyle ilan etti:

        "Kimsenin, benim Ebu Bekir ile Ömer'in zamanında işitmediğim bir hadisi nakletmeye hakkı yoktur."2

        Böylece, 25 yıl, yani ilk üç halifenin döneminde Resulullah'ın hadislerine konulan yasak devam etti. Ama keşke bu yasak, sadece bu yıllarla sınırlı kalsaydı. Fakat ne yazık ki, Sıra Muaviye'ye gelince, o da minbere çıkarak açıkça şöyle dedi: "Sakın Ömer'in zamanında naklolunan hadisler dışındaki hadisleri nakletmeyin. Çünkü Ömer, halkı Allah rızası için bu işten korkutuyordu."3

        Emevi halifelerin hepsi de aynı yolu takip ederek Resulullah'ın (s.a.a.) sahih hadislerini yasakladılar. Üstelik onlar, Resulullah'ın (s.a.a.) dilinden yalan hadisler uydurmaya başladılar. Öyle ki, Müslümanlar asırlar boyunca, İslam'la ilgisi olmayan hurafeler ve saçmalıklarla karşı karşıya kaldılar.

        Medaini, el-Ehdas adlı kitabında şöyle nakleder:

--------------
1- Kenz'ül-Ummal, c. ıo, s. 292, h. 29479.
2- et- Tabakat'ul-Kubra, c. 2, s. 336; Kenz'ül-Ummal, c. ıo, s. 295, h. 29490.
3- Sahih-i Müslim, c. 2, s. 718, h. ıo37, Zekat Kitabı.

286/ Zikir Ehline Sorun

        "Muaviye 'Cemaat Yılı'ndan sonra bütün memurlarına şöyle bir genelge yayınladı: "Ebu Turab (Hz. Ali) ve Ehl-i Beyt'inin faziletleriyle ilgili bir hadis nakledenin benimle hiçbir bağı kalmaz." Böylece bütün hatipler minbere çıktıklarında Hz. Ali'ye lanet okur, ondan ve Ehl-i Beyt'inden beri olduklarını ilan ederlerdi.

        Sonra, Muaviye bir genelge daha yayınlayarak; "Ali'nin evlatlarının ve Şiilerinin hiçbirisinin şahitliği geçerli değildir." dedi. Bir başka genelgede ise şöyle yazdı: "Osman'ın dostları ve taraftarlarını gördüğünüz zaman onlara saygı gösterin. Onların toplantılarına katılın; Osman'ın faziletleri ve methi hakkında hadis naklederlerse, onları tamamen onaylayın. Onların, babalarının ve yakınlarının adını yazarak bana gönderin."

        Halk, Osman'ın faziletlerini nakledenlerin Muaviye'nin yanında itibar kazandıklarını; makam, dirhem, dinar ve mal-mülke ulaştıklarını görünce, geniş bir şekilde hadis uydurmaya başladılar. Öyle oldu ki halk, Osman'a fazilet sayma konusunda birbirleriyle adeta rekabete girdiler. Muaviye'nin valilerinin yanına gidenler, Osman'ın methiyle ilgili hadisler uyduruyor, onlar da hemen onun adını yazarak hediyeler veriyorlardı. Bir müddet sonra Muaviye memurlarına bir mektup daha yazarak şöyle hatırlattı: "Osman'la ilgili hadisler çoğaldı ve yerde yayıldı. Bu mektup elinize ulaştıktan sonra halkı diğer halifeler ve sahabilerle ilgili hadis nakletmeye davet edin. Eğer birisi, Ebu Turab (Hz. Ali bin Ebi Talip) ile ilgili bir hadis nakle- derse, hemen ashap hakkında onunla çelişen bir hadis nakledin. Bu, bana göre daha tatlı ve daha makbuldür. Ebu Turab'ı hadislerde değersiz göstermek, Şiilere göre Os-

İlk Üç Halife Hakkında / 287

man' ın faziletlerini anlatmaktan daha ağırdır."

        Muaviye'nin mektupları halka okunuyor, ashabın hak- kında hakikati olmayan birçok hadisler naklediliyordu. Halk, bu doğrultuda hadisler uyduruyor ve bu hadisler minberlerde anlatılıyordu. Öğretmenler, öğrencilerine bu rivayetleri tıpkı Kur'an ayetleri gibi öğretiyorlardı. Hatta bunları kızlarına, kadınlarına, hizmetçilerine ve kölelerine dahi öğretiyorlardı.

        Sonra, Muaviye tarafından yeni bir genelge daha yayınlandı: "Ali'nin ve Ehl-i Beyt'inin dostlarından olduğu anlaşılan herkesin adını beytülmaldan silin ve onun rızkını kesin."

        Onun hemen peşinden şöyle bir genelge daha yayınladı:

        "Ali'nin ve Ehl-i Beyt'inin dostluğu ile suçlanan herkesi kendinizden uzaklaştırıp evini yıkın."

        Böylece en büyük musibet ve belalar lrak'lılara, özellikle Kufe'lilere nazil oldu. Ali'nin Şiilerinden biri, eğer dostuna bir sırrını açmak isteseydi, gizlice onun evine gider, kölelerden ve hizmetçilerden uzakta ondan, sırrını kimseye açmayacağına dair söz aldıktan sonra, sırrını ona açardı. Böylece, uydurma hadisler, yalanlar ve iftiralar çoğaldı. Fakihler, kadılar ve valiler de aynı yolun takipçileri oldular. Alçak gönüllülük ve takva gösterisi yapan Kur'an hafızları, yalan hadisler uydurarak mal-mülk sahibi oldular. Böylece, yavaş yavaş bu hadisler dindarlara da sıçradı. Onlar, bu hadislerin doğru olduğunu zannederek onları kabullenip naklettiler. Oysa eğer onlar, bu hadislerin uydurma ve yalan olduğunu bilseydiler, kesinlikle onlara inanmaz, onları
-----------------




288/ Zikir Ehline Sorun


nakletmezlerdi.1

        Bence, bütün bunların sorumluluğu, Resulullah'ın (s.a.a.) sahih hadislerinin yazılmasını yasaklayan Ebu Bekir, Ömer ve Osman'a aittir. Taraftarları; onların, bu işi hadislerin Kur'an'la karışmaması için yapmış olduklarını söylerler. Ama bu söze deliler bile gülerler. Kur'an ve sünnet, birbirine karıştığı zaman ayıklanmayan şeker ile tuz gibi midir yoksa?' Hem sonra, kutuları ve şişeleri ayrı olan tuz ile şekerin birbirine karışması mümkün müdür? Acaba halifeler, Kur'an'ın özel bir kitapta, hadislerin ise başka bir kitapta yazılabileceğini unutmuşlar mıydı? Ömer bin Abdülaziz'in zamanından beri biz hadisleri böyle öğrenmiyor muyuz? Elimizde yüzlerce hadis kitabı olduğu halde, hangisi Kur'an ile karışmıştır? Dahası, herhangi bir hadis kitabının bile bir başkasıyla karıştığı görülmüş müdür? Mesela, Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim ile veya Müsned-i Ahmed, Muvatta-ı Malik ile karışmış mıdır?

        Allah'a andolsun ki bu, örümcek yuvası gibi oldukça çürük ve hiçbir delile dayanmayan kof bir iddiadır. Hatta deliller, bunun aksini ortaya koymaktadır. Örneğin; Zühri, Urve'den şöyle nakleder: "Ömer bin Hattap Resulullah'ın (s.a.a.) hadislerini yazmak istedi. Konuyu Resulullah'ın (s.a.a.) ashabıyla görüşünce, onlar da yazılmasını istediler. Ömer bir ay boyunca, Allah'tan kendisine bu konuda yardımcı olmasını istedi. Sonunda bir gün dedi ki: "Ben Resulullah'ın hadislerini yazmak istiyordum. Ama aklıma sizden önceki bir kavim geldi. Onlar kitaplar yazdılar ve onlara o kadar önem verdiler ki, Allah'ın Kitabını unuttu-
------------------------
1-İbn-i Ebi'l Hadid, Şerh-i Nehc'ül Belağa, c.11, s.44-46



İlk Üç Halife Hakkında /289


lar. Allah'a andolsun ki, ben Allah'ın Kitabını hiçbir şeyle
karıştırmam.1

        Aziz okuyucular! Bu rivayete iyice dikkat ediniz. Resulullah'ın (s.a.a.) ashabı, Ömer'e sünneti yazmasını öneriyorlar, ama o; "Geçmişte bir kavim kitaplar yazarak onlara çok önem vermiş ve böylece Allah'ın Kitabını unutmuşlar!" bahanesiyle herkese muhalefet ederek kendi görüşüyle amel ediyor.

        Peki, Ehl-i Sünnet'in her zaman delil getirip iftihar ettikleri "şura" nerede kaldı? Kitaplarına önem vererek Allah'ın Kitabını unutan eski kavim kimlermiş acaba? O kavimle ilgili haberleri neden Ömer'den başka kimse duymamış?! Hem sonra; geçmişte böyle bir kavim yaşamış olsa da, İslam ümmeti onlara kıyas edilemez ki?! Çünkü onlar, kendilerinden bir şeyler yazarak Allah'ın Kitabını tahrif etmek istemişlerdir. Kur'an-ı Kerim' de şöyle okuyoruz:

        "Kitabı elleriyle yazıp sonra onu az bir değer karşılığında satmak için; "Bu, Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü yay onların haline! Kazandıklarından ötürü de yay onların haline!"2

        
Ama Resulullah'ın sünnetinin yazılması, böyle bir şeyi amaçlamıyordu. Çünkü sünnet, heva ve hevesine uymayıp sadece vahiyden konuşan masum Peygamber'in buyruklarından ibarettir. Bu buyruklar, aynı zamanda Kur'an-ı Kerim'in açıklaması ve tefsiridir. Allah Teala buyuruyor ki: "Biz Kur'an'ı sana indirdik ki, insanlara nazil olanı, onlara açıklayasın..."3 Resulullah
------------------------

1- Cami-u Beyan'il-İlm, c. 1, s. 64; Kenz'ül-Ummal, c. 10, s. 291, h. 29474.
2- Bakara Suresi /79.
3- Nahl Suresi /44.



290/ Zikir Ehline Sorun

da buyurmuştur ki: "Kur'an bana nazil olduğu gibi onu açıklayıcı hükümler de bana nazil olmuştur." Kur'an'dan azcık haberi olan herkes bunu bilir. Çünkü, namaz vakitleri, zekâtın miktarı, orucun, haccın ve diğer birçok konunun hükümlerini Resulullah (s. a. a.) açıklamıştır. Kur'an' da bunlar belirtilmemiştir.

        Bu yüzden Allah Teala buyuruyor ki: "Resul size ne verdiyse onu alın ve sizi neden sakındırdıysa ondan sakının."1 Ve yine buyuruyor ki: "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun, Allah da sizi sevsin."2

        Keşke Ömer, Allah'ın Kitabına önem verip de ondan Resulullah'a (s.a.a.) itaat etmesi gerektiğini ve eleştirme
mesi gerektiğini öğrenseydi... 3

        Keşke Allah'ın Kitabına önem verip de ölünceye kadar bir türlü öğrenemediği "Kelale" (mirasta kardeşlerin payı) hükmünü ondan öğrenseydi de halifelik döneminde bu konuda birbirine zıt fetvalar vermeseydi... 4

        Keşke Allah'ın Kitabına önem verip de teyemmüm hükmünü ondan öğrenseydi de halifeliği döneminde, "Su bulamayan namaz kılmasın" diye fetva vermeseydi... 5

        Keşke Allah'ın Kitabına önem verip de iki kere vuku bulan boşanmanın bir kere olduğuna fetva verilmeyeceğini
------------------------------

1- Haşr Suresi /7.
2- Al-i İmran Suresi /48.
3- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 38 - 39, İlmin Yazılması Babı; ve c. 6,
s. 11 - 12.
4- Kenz'ül-Ummal, c. 11, s. 78, h. 30688; Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1236.
5- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 95 - 96; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 280, h. 368, Teyemmüm Babı.


İlk Üç Halife Hakkında /291

ondan öğrenseydi...ı

        Ve böylece, kendi reyleri ile Allah'ın hükümlerine karşı çıkıp onları ayaklar altına almasaydı...

        Halifelerin hadislerin yazılmasını engellemeleri ve hadis nakledenleri tehdit ederek onları hapsetmelerinin asıl nedeni şuydu:

        Hadisler, onların planlarını boşa çıkarıyordu ve Kur'an gibi yoruma da açık değildi. Çünkü Kur'an'ın ayetleri her şeyi açık seçik beyan etmediği için onları çeşitli şekillerde yorumlamak mümkündür. Ama Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini çeşitli şekillerde yorumlamak mümkün değildi. İşte bu yüzden Hz. Ali, İbn-i Abbas'ı haricilerle tartışması için gönderdiğinde şöyle buyurmuştu:

        "Onlarla konuşurken Kur'an'dan delil getirme. Çünkü Kur'an'ı çeşitli şekillerde yorumlamak mümkündür. Sen onlara karşı Resulullah'ın sünnetinden delil getir. Çünkü ondan kaçmaya yol bulamazlar."2

EBU BEKİR'İN, HİLAFETİ ÖMER' E BIRAKMASI

        Hz. Ali (a.s.) özellikle bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

        "Allah'a andolsun ki, Ebu Bekir hilafeti bir gömlek gibi giyindi. Oysa o, benim hilafete nispetle değirmen taşının mili gibi olduğumu, hilafetin benim çevremde döndüğünü biliyordu. Sel benden akar, hiçbir kuş benim uçtuğum yere uçamaz. Hilafetle arama bir perde çektim, onu koltuğumdan silkip attım. Düşündüm;
-----------------


1- Sahih-i Müslim, c. 2, s. 1099, h. 1472, Boşanma Kitabı.
2- Nehc'üI-Belağa, 77. mektup.



292 / Zikir Ehline Sorun


kesilmiş elimle hamle mi edeyim, yoksa bu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Hem de öylesine bir körlük ki, ihtiyarı tamamıyla yıpratır; çocuğu yaşlandırır; iman eden de Rabbine ulaşıncaya kadar bu zulmette zahmet çeker. Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ama gözümde diken, boğazımda kemik vardı; mirasımın yağmalandığını görüyordum.

        Sonunda Ebu Bekir yolunu bitirdi gitti; ama ölmeden önce onu Hattab'ın oğluna (Ömer'e) verdi.

       
(Sonra A'şa'nın şu beytini okudu:)

        Bugün deveye binmişim; yolculuk zahmetine düşmüşüm.

        Cabir'in kardeşi Hayyan'la bulunduğum günle bu günüm kıyaslanır mı hiç?

        Ne de şaşılacak şey ki, (Ebu Bekir) yaşarken halkın kendisini bırakmasını teklif ederdi. Ölümünden sonra yerine Ömer'in geçmesini sağladı. Bu iki kişi hilafeti, devenin iki memesi gibi aralarında paylaştılar. Sonra o (Ömer), hilafeti düz ve düzgün olmayan çorak bir yere attı. Sözü sertti, insanı yaralardı; onunla buluşup görüşeni incitirdi. Meselelerde şüphesi çoktu, özür getirmesinin sayısı yoktu..."1

        Her araştırmacı bilir ki, Resulullah (s.a.a.) vefat etmeden önce Ali bin Ebi Talib'i halife olarak tayin etmişti. Bütün ashapla birlikte Ebu Bekir ile Ömer de bunu biliyorlardı.2 Bu yüzden Hz. Ali (a.s.) buyuruyor ki: "Oysa Ebu Bekir,
------------------------------
1- Nehc'ü1-Belağa, 3. hutbe.
2- Gazali, Sırr'ul-Alemin.



İlk Üç Halife Hakkında /293


benim hilafete nispetle değirmen taşının mili gibi olduğumu biliyordu..." Daha önce de hatırlattığımız gibi, Ebu Bekir ile Ömer, büyük ihtimalle hadislerin anlatılması ve yazılmasını bu yüzden yasaklayıp sadece Kur'an'a sarıldılar. Çünkü Kur'an'da velayetle ilgili ayet vardıysa da, Hz. Ali'nin adı açıkça geçmiyordu. Ama hadislerde durum bunun aksineydi.

        Örneğin; Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştu:

        "Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır." "Harun Musa'ya göre nasılsa, Ali de bana göre öyledir. Yalnız, benden sonra peygamber yoktur." "Ati benim kardeşim, vasim ve benden sonraki halifemdir."
1

        Böylece, Ebu Bekir ve Ömer'in hadisleri yasaklama ve yakma politikalarında ne kadar başarılı olduklarını, ağızları nasıl kapattıklarını ve ashabın da nasıl -Kurza bin Kab gibi- sustuklarını anlıyoruz. Bu yasak, ilk üç halifenin hilafetleri süresince, çeyrek asır (25 yıl) devam etti. Sonunda Hz. Ali (a.s.) halife olunca, Rahbe'de2 ashabı toplayarak "Gadir Hadisi"ini Resulullah'tan duyduklarına dair tanıklık etmelerini istedi. Bunun üzerine on yedisi Bedir' de savaşmış
-----------------------


1- Taberi, er-Riyaz'un-Nazıra, c. 3, s. 117, 126, 129; Hasais-i Nesei, s. 77 ve 96 - 97; Ahmed bin Hanbel, el-Fezail,c. 2, s. 682, h. 11671.
2- Rahbe, Kufe yakınlarında bir yerdir. Hicri 35. yılda Hz. Ali işittiği bazı iftiralar üzerine halkı toplayarak onlardan "Gadir-i Hum Hadisi"ne dair şahitlik etmelerini istedi. Bunun üzerine otuz sahabi Gadir hadisinin sıhhatini onayladılar. Bazı sahabiler şahitlik etmekten çekinince, Hz. Ali onlara beddua etti ve onlar ömür boyunca hasta oldular. Bkz. İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 2, s. 289; el-İsabe, c. 2, s. 408; Mecma'uz-Zevaid, c. 9, s. 107; Üsd'ül-Gabe,
c. 3, s. 321.



294 / Zikir Ehline Sorun

olan otuz sahabe tanıklık etti 1

        Bu da şunu gösteriyor: Eğer Hz. Ali (a.s.) o sahabilerden, Gadir-i Hum hadisiyle ilgili olarak şahitlik etmelerini istemeseydi, onlar bu hadisi söylemeyeceklerdi. Aynı şekilde eğer Hz. Ali, o günün güçlü halifesi olmasaydı, onlar korkularından asla şahitlik etmezlerdi. Nitekim, Enes bin Malik, Bedi bin Azib, Zeyd bin Erkam, Cerir bin Abdullah-ı Beceli gibi bazı sahabiler, korku veya düşmanlıklarından dolayı susarak Hz. Ali'nin bedduasını kazanmış
lardı. 2

        Hz. Ali (a.s.) halifeliği boyunca çeşitli gruplar tarafından açılan savaşlar, çıkarılan fitnelerle uğraştı. Sanki Bedir, Huneyn, ve Hayber'deki kinler, bir anda onun aleyhinde kaynamıştı. Sonunda bu kinler, onu şehit etti ve Osman'ın zamanında fesada, yağmaya ve rüşvete alışan fırsatçılarla, Cemel, Sıffin ve Nehrivan fitnecilerinin kulakları, tekrar Resulullah'ın hadislerini duymaz oldu. Ali bin Ebi Talip, yirmi beş yılda oluşan fesat ve bozulmaları üç dört yıl zarfında ortadan kaldıramazdı. Böyle kısa bir sürede onları düzeltmek, ancak kendi nefsini bozmakla mümkündü ki, bunu da Hz. Ali yapmazdı. Kendisi buyuruyor ki: "Vallahi, sizin ne ile düzeleceğinizi çok iyi biliyorum; ama ben, nefsimi bozarak sizi ıslah edemem."
Nihayet, çok geçmeden Muaviye bin Ebu Süfyan hilafet kürsüsüne oturarak aynı siyaseti izledi. Sadece Ömer'in
----------------------------

1- Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 119; Tarih-i Dimaşk, c. 2, s. 7 - 8, İmam Hasan'ın tercüme-i hali.
2- Ensab'ul-Eşraf, c. 2, s. 156 - 157; es-Siret'ül-Halebiyye, c. 3, 337; İbn-i Kuteybe, el-Maarif, s. 320.



İlk Üç Halife Hakkında / 295

zamanında anlatılan hadislerin anlatılmasına izin verdi. Muaviye, Resulullah'ın hadislerini yasaklamakla kalmayıp hadis uydurmaları için sahabe ve tabiinden bazı kişileri seçti ve böylece, yalan ve hurafeler seli içinde Resulullah'ın (s.a.a.) doğru sünneti kaybolup gitti.

        Tam bir asır böyle geçerken Müslümanların uyduğu tek sünnet, Muaviye'nin sünneti idi. Muaviye'nin sünnetinin anlamı, Muaviye'nin ilk üç halifenin amellerinden kabul ettiği şeylerle kendisi ve taraftarlarının ekledikleri bidatlerdir. Bu bidatlerin başında da Hz. Ali'ye, Ehl-i Beyt'e ve seçkin sahabilere lanet okumak geliyordu.

        Bu yüzden tekrar belirtiyorum ki, Ebu Bekir ile Ömer, Kur'an'a sarılma adı altında Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini mahvetme konusunda başarılı oldular. Bugün bile, on dört asır geçtikten sonra, Hz. Ali' nin halifeliğini ispat eden mütevatir hadisleri delil olarak getirdiğimizde, şu cevabı işitiyoruz: "Bırakın Resulullah'ın sünnetini' Bizim onunla işimiz yoktur. Bize Allah'ın Kitabı yeter. Allah'ın Kitabında ise, Ali'nin Peygamber'in halifesi olduğu söylenmiyor; bilakis, işlerin şura ile yürütüleceği söyleniyor."

        Ehl-i Sünnet'in delili budur işte! Ben, hangi Sünni alimiyle tartıştıysam, bana karşı hep "şura" sloganını ileri sürdüler.

        Kabul edelim ki, Ebu Bekir'in hilafeti aceleye geldi de Allah, onun şerrini Müslümanlardan uzaklaştırdı.! Dolayısıyla Ebu Bekir' in hilafeti şura ile olmadı. Aksine gafletle,
-------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 208, Muharip Kafirler ve Mürtetler Kitabı, Hamile Kadının Zinadan Dolayı Recmi Babı.



296/ Zikir Ehline Sorun

zorla, tehditle ve dayakla oldu.1 Hatta sahabenin ileri gelenleri onun hilafetiyle muhalefet ettiler. Onların başlarında da Ali bin Ebi Talip, Sa' d bin Ubade, Ammar, Selman, Mikdat, Zübeyr, Abbas ve diğerleri vardı ki, tarihçiler bütün bunları kaydetmişlerdir. Peki, Ömer'in hilafeti konusunda ne diyeceksiniz? Şura meselesine bu kadar bağlı olan Ehl-i Sünnet'e şu soruyu soruyoruz: Ebu Bekir, kendinden sonraki halifeyi nasıl şuraya danışmadan tayin edebiliyor? Hani nerede iddia ettiğiniz şura?

        Daha fazla açıklama için her zaman olduğu gibi yine Sünni kitaplarından delil getirerek Ömer'in nasıl halife olduğunu hatırlatacağız:

        İbn-i Kuteybe, Tarih'ul-Hülefa adlı kitabının "Ebu Bekir'in Hastalığı ve Ömer'in Halife Oluşu" babında şöyle nakleder:

        "... Sonra Ebu Bekir, Osman bin Affan'ı çağırtarak; "Vasiyetimi yaz." dedi. Osman, Ebu Bekir'in dediği gibi vasiyeti yazmaya başladı:

        "Bismillahirrahmanirrahim. Bu, dünyadan ayrılmak ve ahirete girmek üzere olan Ebu Bekir'in vasiyetidir. Ben, Ömer bin Hattab'ı size halife olarak tayin ettim. Eğer onu layık bir insan olarak görürseniz, benim ümidim budur zaten. Ve eğer Allah'ın dininde değişiklikler yaparsa, bilin ki ben sadece sizin hayrınızı istedim ve benim gayptan haberim yoktu. Zulmedenler, pek yakında nasıl bir dönüşüme uğrayacaklarını göreceklerdir."

        Sonra, vasiyetini mühürleterek onlara verdi. Muhacirler
-----------------------

1- İbn-i Kuteybe, el-İrnarne ve's-Siyase, c. 1. s. 16 - 18.


İlk Üç Halife Hakkında / 297

ve Ensar yeni halifenin tayin olduğu haberini duyunca, Ebu Bekir'in yanına gelerek şöyle dediler:

         "Görüyoruz ki,
Ömer'i halife tayin etmişsin. Sen onu tanıyordun ve yaşadığın sürece onun ne hatalar ve suçlar işlediğini gördün. Buna rağmen sen bizden ayrılırken, onu nasıl başımıza buyruk ediyorsun? Sen Allah'la görüştüğünde sana bunu sorunca ne cevap vereceksin?" Bunun üzerine Ebu Bekir şöyle dedi: "Eğer Allah bana sorarsa, "Onların başına, bence onların en üstünü olanını koydum." derim."1

        Taberi2 ve İbn-i Esir3 gibi tarihçiler ise şöyle anlatırlar:

        "Ebu Bekir, Osman' ı çağırtarak vasiyetini yazdırıyordu. Vasiyet yazılırken Ebu Bekir bayıldı. Osman, Ömer bin Hattab'ın adını yazdı. Ebu Bekir ayıldığında; "Yazdıklarını oku." dedi. Osman okurken Ömer bin Hattab'ın adını söyledi. Ebu Bekir; "Onu söyleyeceğimi nereden anladın?" dedi. Osman; "Ben, ondan başkasını kabul etmeyeceğini biliyordum." cevabını verdi. Ebu Bekir; "Evet, öyledir." dedi.

        Vasiyetin yazılması bitince, içlerinde Talha'nın da bulunduğu ashaptan bir grub Ebu Bekir'in yanına gelerek dediler ki: "Halkın nefret edip çekindiği sert bir adamı onların başına halife mi ediyorsun?! Yarın Allah'a nasıl cevap vereceksin?" Ebu Bekir; "Beni oturtun." dedi. Çünkü daha önce uzanmıştı. Onu oturttuklarında Talha'ya dedi ki: "Sen beni Allah'tan mı korkutuyorsun? Allah yarın bana sorarsa, halkın en üstününü onların başına geçirdim."
---------------------------
1- İbn-i Kuteybe, el-İrnarne ve's-Siyase, c. 1, s. 24 - 25.
2- Tarih-i Taberi, c. 3, s. 429 ve 433.
3- Tarih-i İbn-i Esir, c. 2, s. 425.



298 / Zikir Ehline Sorun

diyeceğim."1

        Tarihçiler, Ebu Bekir'in ashapla görüşmeden Ömer' i halife tayin ettiğinde ittifak etmişlerdir. Buna göre, "Ebu Bekir ashabın hoşlanmamasına rağmen Ömer'i halife tayin etti" diyebiliriz. Artık ister İbn-i Kuteybe'nin dediği gibi, Muhacirler ve Ensar, Ebu Bekir'in yanına gelerek; "Ömer'in aramızda yaptığı kötü işleri biliyorsun." demiş olsunlar, isterse de Taberi'nin dediği gibi, "Halkın nefret edip çekindiği sert bir adamı onların başına halife mi tayin ediyorsun. Yarın Allah'a ne cevap vereceksin ?"2 demiş olsunlar, hiç fark etmez. Çünkü her ikisinden de çıkan sonuç şudur: Sanıldığı gibi, ashabın arasında işler asla şura ile yürütülmüyordu. Ashap Ömer'in halifeliğine razı olmadıkları halde, Ebu Bekir, Ömer'i zorla onların başına ge
çirdi.

        Nitekim, Hz. Ali (a.s.) önceden bunun böyle olacağını söylemişti. Ömer, Ebu Bekir'e biat etmesi için Hz. Ali'ye baskı yaptığı zaman, Hz. Ali (a.s.) ona buyurmuştu ki: "Öyle bir süt sağ ki, bir miktarı senin olsun. Bugün onun için çalış da yarın işi sana bıraksın."3

        Veya ashaptan biri, Ömer bin Hattap Ebu Bekir'in hilafetle ilgili vasiyetiyle dışarı çıktığında; "Ey Ebu Hafs (Ömer)! Vasiyette ne yazılmış?" diye sorunca, Ömer; "Bilmiyorum, ama işitip ilk itaat edecek olan benim." demiş, bunun üzerine o sahabi; "Allah'a andolsun ki, ben
-----------------------

1- İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 1, s. 163 - 165, 3. hutbenin şerhi.
2- Tarih-i Taberi, c. 3, s. 433.
3- İbn-i Kuteybe, el-İmame ve's-Siyase, c. 1, s. 18.

İlk Üç Halife Hakkında /299

onda neler yazıldığını biliyorum. O gün sen onu emir yapmıştın, bugün ise o seni emir yaptı." demişti. 1

        Böylece, Ehl-i Sünnet'in sürekli iddia ettiği "Şura" ilkesinin Ebu Bekir ile Ömer'in yanında hiçbir değeri olmadığı ortaya çıkıyor. Başka bir deyişle; şura ilkesini iptal edip ortadan kaldıran ve Ümeyye Oğullarının hilafeti babadan oğula miras kalan saltanata dönüştürmesine zemin hazırlayan ilk kişi Ebu Bekir' dir. Nitekim, Abbas Oğulları da aynı yolu izlediler. Böylece şura ilkesi, Ehl-i Sünnet'in gördüğü bir rüya ve düşlediği bir hayalden öteye geçmedi.

        Bu konu, bana Kenya'nın Nayrobi şehrinde Arabistanlı Vahhabi alimlerden biriyle olan tartışmamızı hatırlattı. Konu, hilafet meselesiydi. Ben, hilafetin ilahı nass ile olması gerektiği ve halkın buna asla karışamayacağını savunuyordum. Ama o, şura ilkesini savunuyor ve bunu ispatlayabilmek için çok çaba harcıyordu. Onun yanındaki dini ilimler okuyan birkaç talebe de onun söylediklerini onaylıyor ve onun Kur'an'ın şu ayetleriyle delil getirdiğini belirtiyorlardı: "Meselelerde onlarla meşveret et."2 "Ve onların işleri, aralarında şura iledir."3

        Ben onlara karşı şimdilik hadislerden delil getiremeyeceğimi anladım. Çünkü üstatlarından Vahhabilik fikirlerini almış ve hadislerle ikna olmaları mümkün değildi. Ayrıca, doğal olarak ezberlemiş oldukları uydurma hadisleri, bana karşı delil olarak gösterebilirlerdi. Bu yüzden, şura ilkesini kabul ederek üstatlarına dedim ki: "Sizler Arabistan kralına
----------------

1- İbn-i Kuteybe, eI-İmame ve's-Siyase, c. 1, s. 25.
2- Al-i İmran Suresi / 159.
3- Şura Suresi /38.



300 Zikir Ehline Sorun

şura ilkesini anlatarak onun koltuğundan inmesini ve Selef-i Salihe uyarak Arabistan Yarımadası'ndaki Müslümanları istedikleri şahsı seçmeleri konusunda serbest bırakmasını sağlayabilir misiniz? Ama ben, onun bunu kabul edeceğini asla zannetmiyorum. Çünkü onun ataları, sadece hilafeti ele geçirmekle kalmayıp bütün Arap Yarımadası'nın kendilerine ait olduğunu söylediler. Bu yüzden de oraya "Suud Mem- leketi" adını verdiler."

        Bu sözlerimin üzerine üstatları şöyle dedi: "Bizim siyasetle işimiz yok. Biz şu anda sadece namaz kılıp Allah' ı zikretmemiz emrolunan camide oturuyoruz."

        - Camide ilim de öğrenilir, değil mi?
       - Evet, biz bu talebelere burada ders veriyoruz.
        - Biz de ilmı bir bahisle meşgul değil miydik?

       
- İşin içine siyaseti karıştırınca bozdun!

        Arkadaşımla birlikte üzülerek oradan çıktık. Çünkü Vahhabilik fikirleri genç Müslümanların zihnine tam olarak oturmuştu. Hatta onlar babalarına bile düşman oluvermişlerdi. Çünkü onların hepsi -bence Ehl-i Beyt' e en yakın olan- Şafii mezhebinden idiler. Ayrıca, eskiden oralarda büyüklere fevkalade saygı gösterilirdi. Çünkü onların çoğu, Resulullah'ın pak sülalesinden gelmektedir. Ama Vahhabiler, halkın fakirliği ve bilgisizliğinden yararlanarak bu saygı göstermenin "Allah'a şirk koşma" olduğunu söyleyerek insanların fikirlerini değiştirmeye çalışmışlar. Böylece, evlatlar babalarına düşman olmuşlar. Maalesef Afrika'daki İslam ülkelerinin çoğunda bu durum göze çarpmaktadır. Yine Ebu Bekir'in ölümüne dönüp hayatı boyunca yap-


İlk Üç Halife Hakkında / 301


tığı işlerden nasıl pişman olduğunu görelim. İbn-i Kuteybe, Tarih'ul-Hulefa adlı kitabında Ebu Bekir'in şöyle dediğini naklediyor: "Allah'a andolsun ki, yaptığım üç şeye çok üzülüyorum; keşke o üç şeyi yapmasaydım!

        Keşke Ali'nin eviyle işim olmasaydı! (Başka bir rivayette ise şöyle geçer: "Benim aleyhime savaş ilan etmiş olsaydılar da keşke Fatıma'nın eviyle işim olmasaydı"')

        Keşke Sakife gününde Ömer veya Ebu Ubeyde'den birinin elini tutsaydım da o halife olsaydı, ben de vezir!

        Ve keşke Zulfücae es-Selemi'yi esir alıp getirdiklerinde onu öldürseydim veya azat etseydim de ateşte yakmasaydım!"
ı


        Ve biz şöyle ekliyoruz:

        Ey Ebu Bekir! Keşke Zehra'yı (s.a.) incitmeseydin, ona zulmetmeseydin ve onu gazaplandırmasaydın. Keşke onun vefatından önce pişman olup onu razı etseydin! Bu, saldırıp yakılmasına izin verdiğin Hz. Ali'nin evi hakkında...

        Keşke iki dostun olan Ömer ve Ebu Ubeyde'yi bırakarak elini Resulullah'ın şer'i halife olarak seçtiği şahsın eline koyup ona biat etseydin! Böylece o emir olsaydı da dünya bugünkü duruma düşmeseydi ve Allah Teala'nın hak olarak vaad ettiği gibi, Allah'ın dini tüm yeryüzünde hakim olsaydı'


        Keşke Resulullah'ın sünnetini ve hadislerini toplayarak ateşte yakmasaydın da şeriat hükümlerini ondan öğrenseydin ve kendi görüşüne göre içtihat yapmasaydın!
---------------------------

1- İbn-i Kuteybe, Tarih'ul-Hulefa, c. 1, s. 24; Tarih-i Taberi, c. 3, s. 430; İbn-i Abdurabbih, el-Ikd'ül-Ferid, c. 4, s. 268; Mes'udi, Müruc'üz-Zeheb, c. 2, s. 308.



302 / Zikir Ehline Sorun

        Keşke ölüm döşeğinde yatarken hilafeti asıl sahibi olan Hz. Ali'ye (a.s.) geri verseydin! O ki, hilafetle nispetle değirmen taşının mili gibiydi ve sen onun üstünlüğünü, faziletlerini, zühdünü, takvasını ve ilmini herkesten daha iyi biliyordun! O ki, sen onun Resulullah'ın (s.a.a.) canı ve nefsi olduğunu biliyordun! Özellikle de ki o, İslam'ın korunması hatırına kendi hakkından geçmiş ve işi sana bırakmıştı! Öyleyse sen de, Muhammed ümmetinin hayrını istemeli ve ümmetin işlerini ıslah edecek, ihtilaflarına son verecek, onları izzetin doruğuna çıkaracak olan kişiyi seçmeli değil miydin!

        Ve keşke Mustafa'nın ciğer paresini gazaplandırarak Allah'ı gazaplandırmasaydın! Kendin de çok iyi biliyordun ki, Allah onun gazabıyla gazaplanır, rızasıyla razı olur ve onu inciten Resulullah'ı incitmiş olur. Resulullah (s.a.a.) buyurmuştu ki: "Fatıma'yı inciten, beni de incitmiş olur."1 Allah Teala da buyuruyor ki: "Resulullah'ı incitenlere acı bir azap vardır."2

ÖMER'İN, ALLAH'IN KİTABI KARŞISINDA İÇTİHAT ETMESİ

        İkinci halife Ömer bin Hattab'ın tarihi, Kur'an ve sünnetin açık hükümleri karşısındaki içtihatlarıyla doludur. Ve maalesef Ehl-i Sünnet, bunları onun iftiharlarından sayarak ona övgüler yağdırırlar. Biraz insaflı olanları ise, onun bu işlerini akıl ve mantığın kabul edemeyeceği yorumlarla
-----------------

1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 36; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1902, h. 2449; Müsned-i Ahmed, c. 4, s. 5; Sahih-i Tirmizi, c. 5, s. 698, h. 3867; Sünen-i Ebi Davud, c. 2, s. 226, h. 2071.
2- Tevbe Suresi / 61.


İlk Üç Halife Hakkında / 303

yorumlamaya çalışırlar. Ama acaba Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetine muhalefet eden birisi müçtehid sayılabilir mi? Oysa Allah Teala buyuruyor ki:

        "Allah ve Resulü bir konuda hüküm verdiği zaman, mümin bir erkek ve kadına o konuda görüş belirtme hakkı yoktur. Kim, Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, açık bir sapıklığa düşmüş olur."1

        Yine buyuruyor ki:

        "Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendisidir... Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendisidir... Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler fasıkların ta kendisidir. "2

        Buhari, Sahih'inin "Kur'an ve Sünnete Sarılma Kitabı"nda Resulullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu nakleder:

        "Allah, ilmi insanlara verdikten sonra onlardan geri almaz. Ama alimler, ilimlerini insanlardan esirgerler; dolayısıyla halk cahil kalır ve onlara bir şey sorulduğu zaman kendi kafalarından cevap verirler. Böylece hem kendileri saparlar, hem de başkalarını saptırırlar."3

        Yine Buhari, Sahih'inde şöyle nakleder:

        "Hakkında vahiy nazil olmayan bir konuyu Resulullah'a sorduklarında, ya bilmiyorum diyor, ya da o konuda vahiy nazil oluncaya kadar bekliyordu. O, kendinden ve kıyas ile asla cevap vermezdi. Çünkü Allah Teala buyuruyor ki:
---------------

1- Ahzab Suresi /36.
2- Maide Suresi /44,45 ve 47.
3- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 123.



304/ Zikir Ehline Sorun

'Allah'ın sana gösterdiği şeylerle (hüküm ver)." 1

        Alimler de eskiden beri şöyle demişler: "Allah'ın Kitabıyla ilgili olarak kendi düşüncesiyle hüküm veren kafir
olur."2

        Bu, Kur'an ve sünnetten anlaşılan en basit konulardandır. Ama nasıl oluyor da bu basit konu, Ömer bin Hattab' a ya da ashaptan birine veya dört mezhep İmamlarına gelince unutuluyor ve maalesef onlar Allah'ın hükümleri karşısında içtihat edince hüküm değişiyor; hata ettikleri zaman bir sevap, doğruyu buldukları zaman da iki sevap kazanıyorlar!3

        Birisi şöyle söyleyebilir: Yanlışa bir, doğruya iki sevap verilmesi konusu, bütün Sünni ve Şiilerin ittifak ettikleri bir konudur. Çünkü bu konuda Resulullah'ın (s.a.a.) sağlam hadisleri vardır.

        Bunun cevabı şudur: Evet, bu doğrudur ama, Şia'nın dediği içtihatla Ehl-i Sünnet'in dediği içtihat arasında fark vardır. Şiiler, Allah ve Resulünce açıklanmayan bir hükümde içtihat ederler. Ama Sünniler buna bağlı değildirler. Onlar, seleflerine uyarak açık hükümlerin karşısında bile içtihat ederler. Allame Seyyid Şerefüddin Musevi (r.a.), en-Nassu ve 'l-İçtihad adlı kitabında ashabın, özellikle de ilk üç halifenin, yüzü aşkın konuda Kur'an ve sünnetle çelişen hükümler verdiklerini tespit etmiştir. Araştırmacıla- rın bu kitabı okumalarını tavsiye ederim.
------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 124.
2- Tefsir-i Ayyaşi, c. 1, s. 18.
3- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 132 - 133.


İlk Üç Halife Hakkında / 305

        Şimdi bu konudan bahsetmişken, Ömer bin Hattab'ın Kur'an ve sünnete açıkça muhalefet ettiği konulardan bazılarını hatırlatalım.

        Ömer, ya cehaletinden dolayı bu hükümleri vermiştir. Halbuki cahil bir insan, helali haram ve haramı helal edebileceğinden hüküm vermeye hakkı yoktur. Yüce Allah buyuruyor ki: "Dillerinizin yalan yere nitelendirmesinden ötürü, "şu helaldir, şu haramdır" demeyin. Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah'a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler." 1

        Ayrıca, cahil ve bilgisiz bir kimse, hilafet görevini de üstlenemez. Allah Teala buyuruyor ki: "Hakka hidayet eden mi uyulmaya daha layıktır, yoksa (tutulup) yola götürülmedikçe kendisi doğru yolu bulamayan mı? O halde size ne olmuş? Nasıl hükmediyorsunuz?"2

        Ya da Allah'ın hükümlerini bildiği halde, kendi zannınca maslahatın öyle gerektirdiği için onlara aykırı hükümler vermiştir. Maalesef, Ehl-i Sünnet bunu da çok normal karşılar ve kafirlik veya dinden çıkma olarak görmezler.

        Kaldı ki Ömer, kendi zamanında Allah'ın hükümlerini tam olarak bilen bir şahsiyetin varlığından da habersiz değildi. Çünkü o, Hz. Ali'nin Kur'an'ı ve sünneti herkesten daha iyi bildiğini çok iyi biliyordu. Aksi halde, kesinlikle birçok zor meselede ona müracaat etmez ve defalarca; "Eğer Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu." demezdi.3
--------------------------

1- Nahl Suresi / 116.
2- Yunus Suresi /35.
3- Menakıb-ı Harezmi, s. 39; Zehair'ul-Ukba, s. 82.



306/ Zikir Ehline Sorun

        Ben özgür Müslümanların bu konuda bizimle aynı görüşte olduklarına inanıyorum. Zira görüyorlar ki bu gibi içtihatlar, inançları bozmuş, hükümleri değiştirmiş, ümmetin arasında karışıklığa ve ayrılığa neden olan çeşitli mezhep ve fırkaların çıkmasına sebep olmuş ve sonuç olarak çeşitli maddi ve manevi zararlara yol açmıştır.

        Şayet Ebu Bekir ve Ömer, Resulullah'ın sünnetini -hilafetin asıl sahibini kenara itmiş olmalarına rağmen- bir kitapta toplasaydılar, kendileri ve ümmet için daha iyi ve daha hayırlı olmaz mıydı? Resulullah'ın sünnetinde bunca yalan, iftira ve efsaneler meydana gelir miydi? Ve bugün İslam adına değişik değişik mezhepler, inançlar ve fırkalar olur muydu?

        Fakat ne yazık ki, Peygamber efendimizin hadislerini toplatıp yaktılar ve yazılıp anlatılmasını yasakladılar. İşte en büyük musibet de budur. La havle ve la kuvvete illa billah' il- Aliyy' il-Azim!

        Şimdi Kur'an'ın açık hükümleri karşısında Ömer'in bazı içtihatlarına değiniyoruz:

        1- Kur'an buyuruyor ki:
"... Cünüp iseniz, temizlenin (gusül alın). Hasta veya yolculukta iseniz ya da sizden biri ihtiyacını gidermekten gelmişse ya da kadınlarınıza yaklaşmışsanız da su bulamamışsanız, temiz toprak ile teyemmüm edin.."1

        Sünnette de, Resulullah'ın (s.a.a.) Ömer'in de bulunduğu bir sırada ashaba teyemmümün nasıl alınacağını öğrettiği meşhurdur. Buhari, Sahih'inin "Teyemmüm Kitabı"nda
------------------------

1- Maide Suresi /6.


İlk Üç Halife Hakkında / 307

İmran'dan şöyle nakleder:

        "Bir yolculukta Resulullah'la birlikte idik. Gece yola çıktık ve gecenin sonlarına doğru yorgunluktan uyuyuverdik. Hem de öyle bir uyku ki yolcu için ondan daha tatlısı olamaz. Bizi sadece güneşin sıcaklığı uyandırabildi. İlk uyanan fılan idi; ondan sonra da filan. (Ebu Reca, onların isimlerini de söylüyordu; ama
Avf onların isimlerini unutmuş) Dördüncü olarak da Ömer bin Hattap uyandı. Ama Resulullah uyuduğunda kendisi uyanana kadar kimse onu uyandırmazdı. Çünkü biz onun uykusunda neler olduğunu bilmezdik. Ömer uykudan uyandığında halkın durumunu görünce sert ve katı birisi olduğundan tekbir getirmeye başladı. Onun tekbirlerinin sesinden Resulullah da (s.a.a.) uyandı. Onlar, Resulullah uyanınca durumlarını ona anlattılar. Ama Resulullah, "Bir şey olmaz" diyerek hareket emri verdi ve kendisi de yola koyuldu. Çok uzaklaşmadan durarak halka abdest almalarını emretti. Bilahare halk, Resulullah'la (s.a.a.) birlikte cemaat namazı kıldı. Namaz bittiğinde birinin kenarda durarak cemaat namazı kılmadığını görünce; "Sen neden halkla birlikte namaz kılmadın?" diye buyurdu. Adam; "Ben cünüp oldum. Güsül almak için de su bulamadım" dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki: "Temiz toprak (ile teyemmüm almak) sana yeter."
1

        Ama Ömer, Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetine muhalefet ederek; "Su bulmayan, namaz kılmasın." diyor. İşte bu, birçok hadis yazarının kaydettiği Ömer'in içtihatlarından birisidir. Müslim, Sahih'inin "Taharet Kitabı, Te-
---------------------

1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 93 - 94.

--



308/ Zikir Ehline Sorun

yemmüm Babı"nda şöyle yazar:

        "Birisi Ömer'in yanma gelerek dedi ki: "Ben cünüp oldum, ama su bulamadım." Ömer; "Öyleyse namaz kılma." dedi. Orada bulunan Ammar şöyle dedi: "Ey müminlerin emiri, hatırlamıyor musun? Ben ve sen bir seriyedeydik; ikimiz de cünüp olmuş ve su bulamamıştık. Sen namaz kılmadın, ben ise kendimi toprağa bulayarak namaz kıldım. Sonra Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki: "Ellerini yere vurup üfledikten sonra yüzünü ve iki elini mesh etmen yeterli idi." Bunun üzerine Ömer dedi ki: "Ya Ammar! Allah'tan kork"
Ammar da; "Eğer istersen, bu konuda konuşmam." dedi.1

        Subhanallah! Ömer Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetine muhalefet etmekle kalmıyor; görüşlerine ashabın karşı çıkmasına dahi izin vermiyor. Ammar, ondan özür dilemek zorunda kalarak; "Eğer istersen, bu konuda konuşmam." diyor! .


        Ashabın, nassın varlığına şahitlik etmesine rağmen, kendi görüşü üzerinde bu kadar ısrar etmeye ve bunun adını içtihat koymaya şaşırmamak insanın elinde değil. Ömer, ölene kadar bu görüşünde ısrar ediyordu. Ashaptan bazıları da onun görüşüne uymuşlardı. Hatta Ömer'in görüşünü Resulullah'ın (s.a.a.) görüşünden bile öne geçiriyorlardı. Müslim, Sahih'inin "Taharet Kitabı, Teyemmüm Babı"nda Şakik' den şöyle nakleder:

        "Abdullah ile Ebu Musa'nın yanında oturmuştum. Ebu Musa dedi ki: "Ey Ebu Abdurrahman! Cünüp olup da su bulamayan bir kimsenin hakkında ne diyorsun?" Abdullah;
-----------------------------

1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 92 - 93; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 280, h.368.


İlk Üç Halife Hakkında / 309

"Bir ay su bulamasa dahi teyemmüm almasın." dedi.

        Bunun üzerine Ebu Musa dedi ki: "Peki öyleyse, "Eğer su bulamazsanız, temiz toprakla teyemmüm alın." ayeti ne olacak?" Abdullah; "Eğer bu ayetle onlara izin verilirse, yarın hava soğuyunca da teyemmüm almak isteyecekler." cevabını verdi.

        Ebu Musa, Abdullah'a dedi ki: "Ammar'ın şöyle dediğini duymadın mı: Resulullah beni bir yere göndermişti. Ben orada cünüp oldum ve su bulamadım. Tıpkı bir hayvanın topraklara bulandığı gibi ben de kendimi topraklara buladım. Resulullah'ın yanına gittiğimde olayı ona anlattım. Buyurdu ki: "İki elinle şöyle teyemmüm alsaydın yeterliydi." Sonra ellerini bir kez yere vurup çırptıktan sonra iki elinin üstünü ve yüzünü mesh etti." Abdullah; "Ömer'in, Ammar'ın bu sözünü yeterli bulmadığını görmedin mi?!" dedi." 1

        Buhari, Müslim ve diğer birçok Sünni alimin naklettiği bu rivayet üzerinde biraz düşündüğümüzde, Ömer'in ashabın üzerinde ne kadar etki bıraktığını, şer'i hükümlerdeki bunca farklı görüşlerin ve rivayetlerdeki bunca çelişkilerin nereden kaynaklandığını, Emevi ve Abbasi halifelerinin şer'i hükümleri önemsememelerinin nedenini ve çeşitli mezheplerin nasıl ortaya çıktığını anlarız. Efendileri ve önderleri olan Ömer, Kur'an ve sünnete açıkça muhalif olan fetvalar2 verip mazur görüldükten sonra Ebu Hanife, Malik, Şafii ve Ahmed bin Hanbel' i, kendi görüşlerine göre
---------------------------------

1- Sahih-i Müslim, c. I, s. 280, h. 368; Sahih-i Buhari, c. 1, s. 96.
2- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 92 - 96; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 280, h.368.



310 / Zikir Ehline Sorun

fetva verdikleri için asla kınamamak lazım. Çünkü onlar, sadece daha önce koyulan bir bidate uymuşlar ve bu bidati ilk koyan kişiler değillerdir.

        Bütün bunlardan daha şaşırtıcı olan, Abdullah bin Mes'ud'un Ebu Musa'ya; "Bir ay bile su bulamazsa, teyemmüm almasın." demesidir. Abdullah bin Mes'ud sahabenin en ileri gelenlerinden olmasına rağmen böyle bir fetva veriyor. Rivayetten de anlaşılan şudur: Ebu Musa ayeti delil getirerek Abdullah bin Mes'ud'u ikna etmek istiyorsa da, o cevabında diyor ki: "Eğer bu ayetten yararlanarak onlara teyemmüm izni verirsek, yarın hava biraz soğuyunca teyemmüme başvururlar."

        Bakın, Kur'an'a karşı nasıl içtihat edip, kendi kafalarından görüş belirtiyorlar! Ve maalesef: görüşleri hep ümmete zorluk çıkarma yönündedir. Oysa Allah Teala buyuruyor ki: "Allah sizlere kolaylık ister; size zorluk (çıkarmak) istemez."1 Ama bu zavallı şöyle diyor: "Eğer bu ayetle onlara izin verirsek, yarın hava biraz soğuyunca teyemmüm alacaklar." Acaba o, kendisini Allah'ın ve Resulünün sözcüsü olarak mı görüyor? Yoksa o, insanlara Yaratıcılarından daha mı fazla acıyor?!

        Daha sonra Ebu Musa, Resulullah'ın sünnetinden delil getirerek Ammar'ın rivayetiyle onu ikna etmeye çalışıyor; ama Abdullah bin Mes'ud, Ömer, Ammar'ın rivayetini kabul etmediği için bu meşhur sünneti de reddediyor!

        Gördüğünüz gibi, bazı sahabilere göre ikna edici tek söz, Ömer bin Hattab'ın sözüdür. Resulullah'ın buyrukları
----------------------------
1-Bakara Suresi / 185


İlk Üç Halife Hakkında / 311


ve davranışlarına muhalif olsa bile, bir ayet veya hadisin sıhhatinin ölçüsü, Ömer bin Hattab'ın ikna olup olmamasıdır. Bugün de halkın birçok ameli, Kur'an ve sünnete aykırı olduğu halde, sırf Ömer'in görüşüne uygun olduğu için, uyulması farz olan bir kanun durumundadır.

        Hatta bazıları, halifelerin zamanında yasaklanan hadislerin daha sonra yazıldığını görünce, Ömer bin Hattab'ın görüşüne muhalif olan hadislerin karşısında, Ömer'in görüşünü desteklemek için rivayetler uydurup Resulullah'a (s.a.a.) isnat ettiler. Geçici evlilik ve teravih namazı konusunda olduğu gibi.Böylece, bir konuda çelişik rivayetler nakledilerek zamanımıza kadar geldi ve Müslümanlar hemen her konuda ihtilafa düştüler. Bu ihtilaflar, Ömer'i Ömer olduğu için savunanlar var olduğu sürece de devam edecektir. Çünkü bu gibi insanlar, hiçbir zaman hakka ulaşmak için araştırma yapmaz ve kalkıp da Ömer' e; "Ey Ömer! Sen yanılıyorsun. Su bulunmadığı zaman, namazın farz oluşu kalkmaz. Kur'an' da teyemmüm ayeti vardır; teyemmüm hadisi bütün Sünni kitaplarında kayıtlıdır. Senin Kur'an'a ve sünnete karşı cahilliğin, hilafet kürsüsüne oturmana ve ümmetin başına geçmene de izin vermez. Bilerek Kur'an ve sünnetin hükümlerine karşı çıktıysan da bu, seni kafirliğe kadar götürür. Çünkü eğer mümin isen, Allah ve Resulünün hükmü karşısında kendinden hüküm veremezsin; istediğini kabul, istediğini de reddedemezsin. Sen de çok iyi biliyorsun ki, Allah'a ve Resulüne karşı çıkan kimse açıkça dalalettedir.

        2- Yüce Allah buyuruyor ki: "Sadakalar; fakirlerin, hiçbir şeyi olmayanların, onu toplamaya memur olanların, kalpleri Müslümanlığa yaklaştırılmak istenenlerin (müellefet'ül-kulup), kölelerle tutsakların, borçlu-
-----------------------


312 / Zikir Ehhne Sorun

ların, Allah yolunda savaşanların ve yolda kalanların hakkıdır. Bu, Allah'ın hükmüdür ve Allah her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir."1

        Allah'ın hükmüne uygun olarak Resulullah'ın (s.a.a.) meşhur sünnetlerinden biri de "müellefet'ül-kulub"a (gönülleri İslam'a ısındırılmak istenenlere)2 paylarını vermekti. Ama Ömer bin Hattap, hilafeti zamanında bunu beytülmaldan (devlet bütçesinden) keserek Kur'an'ın değişmez nassı karşısında içtihat edip şöyle dedi:

        "Bizim size hiçbir ihtiyacımız yoktur. Çünkü Allah İslam'a izzet ve şeref vermiş ve bizleri size muhtaç etmemiştir."

        Hatta Ömer bu hükmü Ebu Bekir'in hilafeti döneminde de iptal etmişti. Şöyle ki, "müellefet'ül-kulup"tan bazıları Resulullah (s.a.a.) zamanında olduğu gibi paylarını almak için Ebu Bekir'in yanına geldiler. Ebu Bekir de onlara bir mektup vererek Ömer'in yanına gönderdi. Onlar, paylarını almak için Ömer'in yanına gittiklerinde Ömer onların mektubunu yırtarak şöyle dedi: "Bizim size ihtiyacımız yok. Çünkü Allah İslam'a izzet vermiş ve bizi size muhtaç etmemiştir. Ya İslam'a girin ya da sizinle bizim aramızda kılıç hüküm verecektir."

        Onlar da Ebu Bekir'in yanına geri dönerek dediler ki: "Allah Allah! Sen mi halifesin, Ömer mi?" Ebu Bekir de; "Allah'ın izniyle halife odur." dedi ve arkadaşı Ömer'in hatırına mektubundan vazgeçip, geri çekildi.3

        Daha da ilginç olanı şudur: Bugün bile bu olayda Ömer'i
------------------

1- Tevbe Suresi /60.
2- Bu hüküm İslam'a yaklaşma ihtimali olan Kitap Ehli'ne farz sadakadan (zekat) verilen paydır. (Mütercim.)
3- el-Cevheret'ün-Neyyire Fi'I-Fıkh'İl-Hanefi, c. 1, s. 164.


İlk Üç Halife Hakkında / 313

savunanları ve bunu onun faziletlerinden sayanları görmekteyiz. Bunlardan biri de Şeyh Muhammed Devalibi'dir. O, Usul'ül-Fıkh adlı kitabının 239. sayfasında şöyle der:

        "Ömer'in Kur'an' da, hakkında açıkça nass olan ve hükmü kaldırılmayan "müellefet'ül-kulub"a verilmesi farz kılınan zekatı kesmek konusundaki içtihadı, "maslahatın zamana göre değişmesi" kanunu doğrultusunda atılan ilk adımdır. "

        Daha sonra, Ömer için bu konuda mazeretler ve bahaneler uydurarak diyor ki: "Evet! Ömer ayetin zahirine değil, asıl hedefine önem vermektedir..." Oysa onun bu sözlerini hiçbir mantık kabullenemez. Biz, onun; "Ömer Kur'an hükümlerini kendi reyine göre değiştirmiştir" şeklindeki tanıklığını kabul ediyoruz. Ama; "Ömer, ayetin zahirine değil, asıl hedefine önem veriyordu" şeklindeki yorumunu asla kabul etmiyoruz. Biz ona ve diğerlerine şunu diyoruz: "Kur'an'ın ve Resulullah'ın hükümleri, zamanın geçmesiyle iptal olmaz. Kur'an, Resulullah'a (s.a.a.) bile bu hakkı vermemiştir:

        "Onlara apaçık delilleri kapsayan ayetlerimiz okunduğu zaman bize kavuşmayı ummayanlar, bize bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir, dediler. De ki: Ben onu kendiliğimden değiştiremem. Ben ancak bana vahyedilene uyarım. Ve şüphe yok ki ben, Rabbime isyan ettiğim takdirde o büyük günün azabından korkarım."1

        Resulullah'ın (s.a.a.) pak sünnetinde ise şöyle geçer:
------------------------

1- Yunus Suresi / 15.



314 / Zikir Ehline Sorun

        "Muhammed'in helali kıyamete kadar helal, haramı ise kıyamete kadar haramdır.'1

       
Ama Devalibi gibi içtihat taraftarı olanlar, zaman geçtikçe ilahi hükümlerin değişebileceğini iddia ediyorlar. Öyleyse ilahi hükümlerin yerine milli kanunları koyan devlet başkanlarını kınamamak gerekir. Çünkü onlar da, ilahi hükümlere aykırı olan kanunlarını maslahat icabı çıkarmışlardır. Mesela, onlardan biri diyor ki: "Düşmanlarınızı yenmek için oruç tutmayın. Bizler bugün fakirlik, cehalet ve irtica ile savaşıyoruz ve oruca hiç ihtiyacımız yoktur. Oruç fazla üretimi engellemektedir."

        Çok eşli evlilik hakkında ise şöyle diyor: "Bu zulümdür, çünkü Muhammed'in zamanında kadının hiçbir değeri yoktu. Ama biz bugün onu özgürlüğüne kavuşturduk ve bütün haklarını kendisine geri verdik."

        Bu devlet başkanı, tıpkı Ömer gibi, Kur'an'ın zahirine değil, ayetin asıl hedefine dikkat ederek diyor ki: "Bugün kız ile erkek mirasta eşit olmalıdır. Zira o zamanlarda ailenin geçimini sağlamak erkeğin üzerinde olduğu için Allah, ona iki kat miras ayırmıştı. Ama bugün artık kadın da erkek gibi çalışmakta ve ailesinin geçimini sağlamakta katkıda bulunmaktadır." Örnek olarak da, karısının çok miktarda para harcayarak kardeşini bakan yaptığını gösteriyor!

        Aynı bu devlet başkanı, zinayı helal biliyor ve bunu, zorla yapılmaması ve meslek edinilmemesi şartıyla, buluğ çağına eren herkesin hakkı olarak görüyor. Üstelik zinaya
----------------------

1- Sünen-i Daremi, c. 1, s. 115.


İlk Üç Halife Hakkında / 315

teşvik için de, zinadan olan çocuklara bakım yurdu açıyor.

        Bu gibi içtihatları bir hayli çok olan bu devlet başkanı, iloinçtir ki, Ömer'in kişiliğine hayran olduğunu söylüyor!
o Bir konuşmasında da diyor ki: "Ama ne yazık ki, Ömer ne hayatında, ne de öldükten sonra içtihatlarının sorumluluğu- nu üstlenmedi. Ama ben hayatımda da, öldükten sonra da yaptığım içtihatların sorumluluğunu üstleniyorum." Halkın onun içtihatlarını eleştirdiğini duyunca da diyor ki: "Ömer bin Hattap zamanının ilk ve en büyük müçtehidi idi. Peki ben niye içtihat etmeyeyim ki? Ömer de hükümet başka- nıydı, ben de hükümet başkanıyım."

        Daha da ilginç olan şudur: Bu devlet başkanı, Resulullah'ın (s.a.a.) adını alay ve istihzayla anıyor! Örneğin; bir konuşmasında demiş ki: "Muhammed coğrafya bile bilmiyordu. Çünkü Çin'in dünyanın sonu olduğunu zannederek; "Çin'de de olsa ilim öğreniniz." demiştir. Muhammed, ilmin bu kadar gelişeceğini ve demir parçalarının havada uçacağını nereden bilebilirdi ki?! Veya Uranyum, Potasyum, atomla ilgili bilimler ve nükleer silahlar hakkında ne diyebilirdi ki?!"

        Ben bu aptal adamı fazlaca kınamıyorum. Çünkü o, Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetinden hiçbir şey anlamadan bir gün kendisini bir İslam ülkesinin başkanı olarak görmüş ve aşağılık kompleksine kapılarak ülkesini Avrupa Ülkelerinin seviyesine çıkarmak istemiş, birçok kral ve devlet başkanı da ona uymuş, batılı ülkeler ona övgüler yağdırmış, hatta ona "Büyük Mücahit" lakabını vermişler! Böyle birinden bu gibi sözleri yadırgamamak gerekir. Çünkü onun aldığı eğitim bunu gerektirmektedir. Dolayısıyla eğer insaflı olursak, önce Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ı

316 / Zikir Ehline Sorun


eleştirmemiz ve kınamamız gerekir. Çünkü Resulullah'ın (s. a. a.) vefat ettiği günden itibaren bu kapıyı onlar açtılar; Ümeyye Oğulları ve Abbas Oğulları da yaptıkları içtihatlarda onlara uydular ve tam yedi asır İslam kanunları ve hükümlerini değiştirmekle uğraştılar. Bunun sonucu olarak da, bugün bir İslam ülkesinin başkanı, milletinin karşısında küstahça Resulullah (s.a.a.) ile alay ediyor ve hiçbir kimse kalkıp ona itiraz etmiyor!

        Ben, bazı İslami hareketlerdeki kardeşlerime diyordum ki: "Eğer sizler, bugün Kur'an'a ve sünnete uymayan bu devlet başkanını kınamakta samimiyseniz, önce bu bidatin temelini atan ve nassın (Kur' an ve sünnetin) karşısında içtihat edenleri kınamalısınız."

        Ama onlar, zamanın devlet başkanlarını Raşit Halifelerle mukayese etmekten rahatsız oluyorlardı. Ben onlara diyordum ki: "Bugünkü krallar ve devlet başkanları, tarihin kesin neticesinden başka bir şey değildir. Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından bugüne kadar Müslümanların gerçekten özgür oldukları bir zaman oldu mu?!" Onlar ise bana şu cevabı veriyorlardı: "Siz Şiiler ashaba küfür ve iftira ediyorsunuz. Eğer bir gün hükümeti ele geçirirsek, sizi ateşte yakacağız." Ben de; "Allah o günü size nasip etmesin." diyordum.

        3- Yüce Allah buyuruyor ki:

        "Boşamak iki defa olur. Ondan sonra ya güzellikle kadını tutmak gerek, ya iyilikle bırakmak. Onlara verdiğiniz şeylerden bir şey almak da size helal değildir. Ama erkek ve kadın Allah'ın hudutlarını koruyamayacaklarından korkarlarsa, o başka. Siz de onların, Allah'ın sınırlarını muhafaza edemeyeceklerinden korkarsanız, kadının, hakkından vazgeçmesinde ikisi



İlk Üç Halife Hakkında / 317

için de günah yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Bunları sakın aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, onlar zalimlerin ta kendisidir. Erkek kadını bir kere daha boşayacak olursa, bundan sonra kadın başka bir kocaya varmadıkça eski kocasına helal olmaz. O adam onu boşarsa, o vakit Allah'ın sınırlarını koruyacaklarına ümitleri varsa, birbirlerine dönüp tekrar evlenme- lerinde bir sakınca yoktur. İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır; bunları, bilmeyen kavme açıklamaktadır."1

        Resulullah'ın mübarek sünneti de, bu ayetin yorumunda hiçbir gizli yön bırakmayarak diyor ki: Koca, karısını üç kez boşamadıkça kadın ona haram olmaz. Ama eğer üç kez boşarsa, artık ona dönemez. Fakat eğer kadın ondan sonra başka bir adamla evlenir, daha sonra o adam o kadını boşarsa, o zaman eski kocası da başkaları gibi o kadına evlenme teklifi edebilir. Kadın da isterse kabul, isterse reddeder. Ama Ömer bin Hattap, her zamanki alışkanlığı üzere, bilmeyenler için açıklanan bu ilahi hükmü hiçe saya- rak; "Eğer bir adam karısına tek bir defada "Seni üç kez boşadım." derse, artık o kadın ona haram olur." dedi. Ve böylece Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebeviyye'ye muhalefet etti.

        Sahih-i Müslim'in "Talak Kitabı, Üç kez Boşama Babı"nda İbn-i Abbas'tan şöyle naklolunur:

        "Resulullah'ın (s.a.a.) ve Ebu Bekir'in dönemi ile Ömer'in halifeliğinin ilk iki yılında, "seni üç kez boşadım" dense, bir boşama sayılıyordu. Ama Ömer bin Hattap; "Halk kendilerine zaman tanınan bir işte acele ediyorlar. Ne

1- Bakara Suresi /229 - 230.



318 / Zikir Ehline Sorun

dersiniz, bunu onların aleyhinde geçerli kabul edelim mi?" dedi ve bunu geçerli kıldı."1

        Halifenin, ashabın huzurunda ilahi hükümleri değiştirmeye cüret etmesi, onların da Ömer'i onaylayarak itiraz ve inkar etmemeleri gerçekten çok şaşırtıcıdır.

        Ama diğer taraftan bizi aldatarak diyorlar ki: Ashaptan biri Ömer'e şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki senin yanlış bir işini görürsek, kılıçla seni düzeltiriz." Allah'a andolsun ki, bunlar halifelik döneminde demokrasi ve özgürlüğü ispat etmek için uydurulan yalan ve iftiralardır. Tarihteki uygulamalar, bütün bunları yalanlamaktadır. Uygulamalar, yazılanlara aykırı olduğu sürece yazılanların hiçbir değeri olmaz. Yoksa, onlar yanlışlığı Kitap ve sünnette görerek, Ömer'in onları düzelttiğini mi sanıyorlardı? Bu saçmalıklardan Allah'a sığınırız. Ben "Kafse" şehrinde iken bazı zavallılar "seni üç kez boşadım" cümlesi ile karılarının artık kendilerine haram olduğunu zannediyorlardı. Ben de, halifelerin değiştirdikleri değil, Allah'ın sahih hükümlerini onlara söyleyince çok seviniyorlardı. Kendini alim zannederler ise, "Şiiler her şeyi helal bilirler" diye halkı korkutuyorlardı. Hiç unutmuyorum, onlardan biri, bir gün bana yavaşça dedi ki: "Eğer gerçekten efendimiz Ömer bin Hattap bu ve bunun gibi hükümleri değiştirmiş ve ashap da sessiz kalmış ise, peki efendimiz Ali bin Ebi Talip niçin hiç itiraz etmedi?!" Ben ona şu cevabı verdim: "Kureyşliler Hz.Ali hakkında; "Cesur, ama savaş usulünü bilmiyor!' deyince cevaplarında dedi ki: "Bunlar ne diyorlar?! içlerinde savaş konusunda benden daha şiddetli ve daha tecrübeli
------------------------

1- Sahih-i Müslim, c. 2, s. 1099, h. 1472; Sünen-i Beyhaki, c. 7, 336; Süneni-i Ebi Davud, c. 2, s. 261, h. 2199.


İlk Üç Halife Hakkında / 319

birisi var mı?! Ben daha yirmi yaşındayken savaşla tanışmışım; şu anda da altmış yaşındayım! Ne yapa- yım?! Sözü dinlenmeyenin görüşü olmaz!"1

        Evet! İmamlığını kabul eden Şiiler dışında hangi Müslüman onun sözlerini dinledi ki?! Hz. Ali geçici evliliğin (mut'a) yasaklanmasına karşı çıktı; bir bidat olan teravih namazına karşı çıktı; Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın değiştirdiği hükümlere karşı çıktı; ama Şiilerden başka kim onu dinledi?! Diğer Müslümanlar ona karşı savaştılar; ona lanet okudular; adını ve yâdını silmek için çaba harcadılar. Ömer'den sonra halifeliğe aday olanlardan biri olan Abdurrahman bin Avf, Hz. Ali'ye; "Eğer Ebu Bekir ve Ömer'in sünnetine uyarsan, seni halife yaparız." demişti. Hz. Ali (a.s.) da "Ben yalnız Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetine göre hükmederim." buyurmuştu. Böylece de onu kenara iterek Osman'ı seçtiler. Çünkü Osman onların şartlarını kabul etmişti.

        Bu yüzden bugün bile görüyoruz ki, ilim şehrinin kapısı ve Resulullah'tan (s.a.a.) sonra halkın en bilgilisi, Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini herkesten daha iyi bilen ve bütün amel ve sözleri Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetine uygun olan tek kişi, Hz. Ali (a.s.) olmasına rağmen, onun Ehl-i Sünnet ve Cemaat'in yanında pek yeri yoktur ve onlar Hz. Ali'ye uymak yerine Malik, Ebu Hanife, Şafii ve İbn-i Hanbel' e uyuyorlar, ibadet ve muamelelerde hükümleri onlardan alıyorlar; hiçbir meselede Hz. Ali'ye başvurmuyorlar. Büyük hadisçileri de hadiste aynı yolu izliyorlar. Örneğin; Buhari ve Müslim, Ebu
-----------------------

1- Nehc'ül-Belağa, 27. hutbe.



320/ Zikir Ehline Sorun

Hureyre, İbn-i Ömer, Akra', A'rec ve uzak - yakın herkesten çeşitli konularda yüzlerce hadis naklederken, Hz.Ali'den sadece Ehl-i Beyt'in makamını küçük düşürücü birkaç uyduruk hadis naklediyorlar. Bununla da yetinmeyerek Hz. Ali'ye uyan, ilim ve hikmeti ondan alan Şiileri kafirlikle suçlayarak onlara "Rafızi" lakabını takıyor ve en alçakça iftiraları atıyorlar. Gerçek şudur ki, Şiilerin Hz. Ali'ye uymaktan başka hiçbir suçları yoktur. Ali ki, üç halife döneminde bir kenara itilmiş, Emevi ve Abbasiler zamanında kendisi ve Ehl-i Beyt'ine karşı savaş açılmış, insanların gözünden düşürülmeye çalışılmıştır! Tarihi azıcık olsun araştıranlar, Hz. Ali'ye, Eh-i Beyt' e ve Şiilere karşı neler yapıldığını bilirler.

OSMAN İLK İKİ HALİFENİN YOLUNU SÜRDÜRÜYOR

        Osman bin Affan, halkın arasında Ebu Bekir ile Ömer'in sünnetini uygulayacağına dair Abdurrahman bin Avf'a söz verdiğinde herhalde şöyle demek istiyordu: "Ben de içtihat ederek Kur'an ve sünnetin açık hükümlerini değiştireceğim." Nitekim Osman'ın halifelik dönemindeki hayatını inceleyenler, onun da içtihat konusunda büyük adımlar attığını bilirler. Öyle ki, onun içtihat ve bidatleri iki eski dostu Ebu Bekir ile Ömer'in içtihatlarını halka unutturdu ve sonunda kendi aleyhinde inkılaba sebep olarak öldürülmesine yol açtı. Ben, tarih kitaplarını dolduran bu konu hakkında uzunca bahsetmeyeceğim. Sadece içtihat taraftarla- rının Muhammed'in (s.a.a.) dininde yaptıkları değişiklikleri somut olarak gözler önüne sergilemek için birkaç örnek vermekle yetineceğim.


İlk Üç Halife Hakkında / 321

        1- Müslim, Sahih'inin "Yolcuların Namazı Kitabı"nda AİŞE'DEN şölye nakleder:

        "Namaz, insanlara farz kılındığında iki rekat idi. Allah Teala daha sonra namazın vatanda tam olarak kılınmasını, ama yolculukta iken tıpkı ilk zamanlarda olduğu gibi iki rekat olarak kılınmasını farz etti."1

        Yine Müslim, Sahih'inin aynı kitabında Ya'la bin Ümeyye' den şöyle nakleder:
        "Ömer bin Hattab'a dedim ki:
"kafirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanız- da size bir günah yoktur."2 Ama bugün artık insanlar emniyettedir?! (O halde niçin halâ yolculukta iki rekat kılıyoruz?)" Ömer dedi ki: "Ben de buna şaşırıyordum. Resulullah'a (s.a.a.) sebebini sorunca buyurdu ki: "Bu, Allah'ın size bir sadakasıdır. Allah'ın sadakasını kabul edin."3

        Yine Müslim, Sahih'inin aynı kitabında İbn-i Abbas'tan şöyle nakleder:

        "Allah, namazı Peygamber'in diliyle vatanda dört rekat, yolculukta iki rekat, savaşta ise bir rekat olarak farz kıldı."4

        Enes bin Malik' den ise şöyle nakleder:

        "Resulullah (s.a.a.) şehirden üç mil ya da üç fersah uzak-
---------------------

1- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 478, h. 685.
2- Nisa Suresi 101
3- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 478, h. 686.
4- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 479, h. 687.



322/ Zikir Ehline Sorun

laştığında namazı iki rekat kılardı."1

        Yine ondan şöyle nakleder:

        "Resulullah (s.a.a.) ile birlikte Medine'den Mekke'ye gittiğimizde Resulullah dönünceye kadar namazları iki rekat olarak kıldı." Ravi ona; "Resulullah Mekke'de ne kadar kaldı?" diye sorunca; "On gün." dedi."2

        Müslim'in Sahih'indeki hadislerden de açıkça anlaşıldığı gibi, yolculukta namazın kısaltılması hususundaki ayeti, Resulullah (s.a.a.), Allah'ın Müslümanlara lütufta bulunduğu bir ruhsat olarak algılamış, sözleri ve amelleriyle de bunu beyan etmiştir. Dolayısıyla Müslümanların da bunu kabul etmesi gerekir. Böylece Devalibi ve diğerlerinin; "Ömer, hükmün nedenine bakıyordu, zahirine değil." diyerek Ömer'in hatalarını düzeltmeye çalışmaları boş bir çabadır. Çünkü namazın iki rekat kılınmasını bildiren ayet nazil olduğunda Ömer'in buna şaşırması üzerine Resulullah (s.a.a.), hükümlerin nedenlerine bakılamayacağını ona öğretmişti. Demek ki halk güven içinde olup kafirlerden korkuları olmasa bile, yolculukta iken dört rekath namazlarını iki rekat olarak kılmalıdırlar. Ama Devalibi ve diğer Sünni alimlerin zannettiklerinin tam tersine, Ömer'in tamamıyla farklı bir görüşü vardı.

        Şimdi Osman bin Affan' a gelelim... O da, Raşit Halifeler kervanına ulaşmak için olsa gerek, Kur'an ve sünnetin hükümlerine uymayan içtihatlar yapmaktan çekinmemiştir. Bu içtihatlarından biri, hilafet kürsüsüne oturunca yolcula-
-------------------------

1- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 481, h. 691.
2- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 481, h. 693.

......

İlk Üç Halife Hakkında / 323

on da namazı dört rekat olarak kılmalarını emretmesiydi.

        Ben onun bu hükmü değiştirmesinin sebebini çok düşündüm ve
sonuca vardım: O, bu hareketiyle halka ve özellikle de Ümeyye Oğullarına kendisinin Hz. Muhammed (s.a.a.), Ebu Bekir ve Ömer'den daha takvalı olduğunu anlatmak istiyordu.

        Müslim, Sahih'inin "Yolcuların Namazı Kitabı"nda Salim bin Abdullah'tan, o da babasından şöyle nakleder:

        "Resulullah (s.a.a.) Mina'da ve diğer mekanlarda (yolculukta olduğundan) namazı iki rekat kılardı. Ebu Bekir ile Ömer de namazı iki rekat kılardı. Osman da halifeliğinin ilk yıllarında namazı iki rekat olarak kılıyordu. Daha sonra dört rekat kılınmasını emretti."1

        Yine Sahih-i Müslim'de şöyle geçer: "Zühri der ki: Urve'ye; "Peki neden Aişe yolculukta iken namazı dört rekat kılıyordu?" diye sordum. Urve; "O da tıpkı Osman gibi içtihat etti."2 diye cevap verdi."

        İşte böylece, Allah'ın dininin hükümleri ve nassları şahısların arzularına göre yorumlanıyordu!

        2- Osman, Ömer' i onaylarak temettu haccını ve geçici evliliği yasakladı. Buhari, Sahih'inin "Hac Kitabı, Temettu ve İkran Babı"nda Mervan bin Hakem' den şöyle nakleder: "Osman ile Ali'yi gördüm. Osman, temettu haccını ve hac ile umrenin birlikte yapılmasını yasaklıyordu. Ama Ali onu görünce, hac ve umreye birlikte (temettu haccına) niyet ederek; "Ben, herhangi birinin sözüyle Resulullah'ın (s.a.a.)
--------------------------

1- Sahih-i Müs1im, c. 1, s. 482, h. 694.
2- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 478, h. 685.



324/ Zikir Ehline Sorun

sünnetinden vazgeçemem." dedi."1

        Müslim de Sahih'inin "Hac Kitabı, Temettu'un Cevazı Babı"nda Said bin Müseyyib' den şöyle nakleder: "Ali ile Osman Usfan'da karşılaştılar. Osman, temettu haccını veya umreyi engelliyordu. Bunun üzerine Ali ona, "Resulullah'ın (s.a.a.) yaptığı bir şeyi nasıl menedebilirsin?" dedi. Ama Osman; "Sen bize karışma!" dedi. Ali; "Ben bu durum karşısında susamam!" dedi. Ali böyle olduğunu görünce, hac ve umreye birlikte (temettu haccına) niyet etti."2

        Evet! Bu, Ali bin Ebi Talip'tir (Allah'ın selamı onun üzerine olsun). Herhangi birinin sözüyle Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini terkedemez. İkinci rivayetten, Hz. Ali ile Osman arasında bir çekişme geçtiği ve Osman'ın "Sen bize karışma!" demesinden de her konuda Hz. Ali'ye muhalefet ettiği ve onun Resulullah'tan (s.a.a.) naklettiği şeyleri kabul etmediği anlaşılmaktadır. Ayrıca rivayetin eksik olduğu da anlaşılıyor. Çünkü son cümlede diyor ki: "Ali böyle olduğunu görünce..." Ali, nasıl olduğunu görmüştü acaba?!

        Hz. Ali (a.s.), Resulullah'ın sünneti konusunda halifeyi uyarmasına rağmen, halife ona muhalefet ederek halkın temettu haccı yapmasını menediyor ve işte o zaman Hz. Ali ona muhalefet ederek hacca ve umreye niyet ediyor.

        3- Osman bin Affan, namazın bazı bölümleri hususunda da içtihat ederek secdeye giderken ve secdeden kalktıktan sonra tekbir getirmiyordu. Ahmed bin Hanbel, Müsned'inde İmran bin Husayn'dan şöyle nakleder: "Ali'nin
--------------------

1- Sahih-i Buhari, c. 2, s. 175.
2- Sahih-i Müslim, c. 2, s. 897, h. 1223.

İlk Üç Halife Hakkında / 325

arkasında namaz kıldım. Bu namaz bana Resulullah (s.a.a.), Ebu Bekir ve Ömer'in namazlarını hatırlattı. Ali namazda secdeye gitmek isterken ve secdeden kalkınca tekbir getiriyordu." Ravi diyor ki: "Ey Ebu Necid! Bu tekbiri ilk terkeden kimdi?" diye sorunca, dedi ki: "Osman'dı. Çünkü o yaşlanmıştı ve sesi zayıftı. Onun için bunu terk etti."1

        Evet' İşte böylece Peygamber efendimizin pak sünneti, halifelerin, sultanların, ashabın, Ümeyye Oğullarının, Abbas Oğullarının sünnetleri ile yer değiştirdi. Oysa, bunların hepsi İslam' a sokulan bidatlerdir. Her bidat sapıklıktır ve her sapıklığın yeri, şeriatın sahibi Resulullah'ın (s.a.a.) buyurduğu gibi, cehennemdir.

        Bu yüzden, bugün Müslümanların her birinin farklı şekilde namaz kıldıklarını görüyoruz. Saflarının bir olmasına rağmen gönülleri bir değildir. Birlikte namaz kılıyorlar, ama bazıları ellerini bağlıyor, bazıları ellerini yanlarına salıyor. Bazıları ellerini göbeğin üstünde, bazıları kalbin aşağısında tutuyor. Bazıları ayaklarını birleştiriyor, bazıları açıyor. Hepsi de kendi yaptığının doğru olduğunu zannediyor. Bu konuda konuştuğunuz zaman da "Kardeşim! Bunlar önemli şeyler değil. İstediğin gibi namaz kıl. Önemli olan namaz kılmaktır." derler.

        Evet! Önemli olan namaz kılmaktır, ama cüz'i şeylerde bile Resulullah (s.a.a.) gibi namaz kılmaya çalışmalı değil miyiz?! Resulullah (s.a.a.) buyuruyor ki: "Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız, öyle namaz kılm."2
--------------------------

1- Müsned-İ Ahmed bin Hanbel, c. 4, s. 432.
2- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 162 - 163; Sünen-i Beyhaki, c. 2, s.345.



326/ Zikir Ehline Sorun

        Öyleyse Peygamber efendimizin nasıl namaz kıldığını araştırmamız gerekir. Çünkü namaz, dinin direğidir.

MELEKLER OSMAN'DAN UTANIYORLARMIŞ!

        Belazuri, Ensab 'ul-Eşraf adlı kitabında şöyle yazar:

        "Ebuzer'in ölüm haberi Osman'a ulaşınca; "Allah ona rahmet etsin." dedi. Ammar bin Yasir; "Evet" dedi. "Bütün varlığımızla ona Allah'tan rahmet ve mağfiret diliyoruz." Bunun üzerine Osman Ammar' a; "Ey babasının... ini ısıran! 1 Onu sürgün ettiğimden dolayı pişman olduğumu mu zannediyorsun?" dedi ve Ammar'ın ağzına hızla vurmalarını emrederek; "Seni de onu gönderdiğim yere göndereceğim!" dedi.
Ammar, şehirden çıkmaya hazırlanırken Mahzun Oğulları kabilesi Hz. Ali'nin yanına gelerek bu konuda Osman'la konuşmasını istediler. Hz. Ali, Osman'a giderek; "Ey Osman! Allah'tan kork! Müslümanlardan salih birini sürgün ederek ölümüne neden oldun. Şimdi de onun gibi bir başkasını mı sürgün ediyorsun?!" dedi.

        Tartışmaları uzadı ve Osman, Ali'ye; "Sen sürülmeye daha layıksın!" dedi. Hz. Ali de; "İstersen bunu yap!" dedi.

        Sonra Muhacirler toplanıp Osman'ın yanına giderek ona; "Böyle olur mu?! Seninle tartışan herkesi sürgüne mi göndereceksin?!" dediler. Bunun üzerine Osman Ammar'ı sürgüne göndermekten vazgeçti.2
---------------------------

1 - Bu küfür o kadar yüz kızartıcı ve utanç vericidir ki, Müslüman birinin böyle bir lafı ağzına alabileceğini hiç zannetmiyorum. (Mütercim. )
2- Belazuri, Ensab'ul-Eşraf, c. 5, s. 54.


İlk Üç Halife Hakkında / 327

        Yakubi, Tarih'inde şöyle nakleder: "Ammar, Mikdat bin Esved'in namazını kılarak onu defnetti ve Mikdad'ın vasiyeti üzerine bunu Osman' a bildirmedi. Osman, Ammar'a kızarak; "Zenci kadının oğluna yazıklar olsun! Ben onun böyle yapacağını biliyordum." dedi."1

        Meleklerin bile kendisinden utandığı böyle utangaç birinin, üstelik seçkin bir mümine böyle ağır bir küfür söylemesi düşünülebilir mi?!

        Ammar'ın suçu neydi acaba?! Neden Osman ona sövmekle yetinmeyerek kölelerine, Ammar'ı yatırtıp ellerini ayaklarını bağlatarak fıtık oluncaya kadar dövdürttü?! Bu olayı bütün tarihçiler kaydetmişlerdir.2

        Ammar'ın tek suçu, ashaptan bir grubun Osman'a yazdıkları mektubu, ona ulaştırmasıydı.
Osman, Abdullah bin Mes'ud'a da aynı şekilde davranmıştı. Abdullah bin Zam'a adlı celladına onu camiye getirmesini emretmiş, o da caminin girişinde onu öyle sert bir şekilde yere vurmuştu ki kaburgalarından biri kırılmıştı? Abdullah bin Mes'ud'un suçu ise, Osman'a, beytülmalı hadsiz hesapsız olarak Ümeyye Oğullarının fasıklarına vermesi konusunda itiraz etmesiydi.

        Sonunda olanlar oldu. Osman'ın aleyhine ayaklanarak onu öldürdüler ve üç gün defnolunmasına izin vermediler.
--------------------

1- Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 171.
2- Ensab'ul-Eşraf, c. 5, s. 49; el-İstiab, c. 3, s. 1136; el-İmame ve's-Siyase, c. I, s. 36; İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 3, s. 50; el-Ikd'ül-Ferid, c. 4, s. 307.
3- Ensab'ul-Eşraf, c. 5, s. 36; Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 170; İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa,
c. 3, s. 43 - 44.



328/ Zikir Ehline Sorun

        Dördüncü gün Ümeyye Oğullarından dört kişi gelerek ona namaz kılmak istediler; ama sahabilerden bazıları buna izin vermediler. O dört kişiden biri dedi ki: "Onu öylece defnedin; çünkü Allah ve melekleri ona namaz kılmışlardır!" Bunun üzerine dediler ki: "Hayır! Allah'a andolsun, onu Müslümanların mezarlığına gömemezsiniz!" Böylece sonunda onu "Haşş-ı Kevkeb" denilen Yahudi mezarlığına gömdüler.

        Ümeyye Oğulları başa geçince, orasını "Baki" mezarlığına kattılar.

        Bu Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın tarihinden bazı kesitlerdir. Bu az örnekler bile, onlar hakkında uydurulan, ama onların asla tanımadıkları ve bir gün bile taşımadıkları fazilet ve menkıbelerin üzerinden perdelerin kalkıp gerçeğin ortaya çıkması için yeterlidir.

        Bu durumda soru şudur: Ehl-i Sünnet, bu hakikatler karşısında ne diyorlar?!

        Bu soruyu Zikir Ehli şöyle cevaplıyor: Eğer bu hakikatleri bilir ve inkar etmezseniz, -çünkü Sahihleriniz bunları kaydetmiştir- bu durumda "Hilafet-i Raşide" efsanesini yıkmış olursunuz. Ve eğer bu hakikatleri yadırgayıp sıhhatinde şüphe ederseniz, o zaman da Sahihlerinizi ve kitaplarınızı itibardan düşürüp bütün inançlarınızı kaybetmiş olursunuz.


-------------------
www.IslamKutuphanesi.com
IslamKutuphanesi@IslamKutuphanesi.com