0-5  5-50  50-95  95-140  140-175  175-215  215-255   255-300  300-340  340-380  380-415  415-445  

NAMAZ

NAMAZIN MÂNÂ VE HİKMETLERİ

Namaz ne demektir? Kur’ân-ı Kerîm’de, Peygamberimizin (a.s) ve O’nun tertemiz soyu olan Ehl-i Beyt Önderlerinin (a.s) öğretilerinde namaz ne şekilde yer almaktadır? Namâz-Niyâz ilişkisi nedir? Namazın yerini başka bir ibâdet tutabilir mi? Namaz kılmadan, Müslüman, özellikle de Ehl-i Beyt’e bağlı bir Müslüman olunabilir mi? Ya da namaz kılmayan herkes kâfir midir? İslâm’da kaç vakit namaz vardır? Namaz; herkesin kendi gönlünün istediği şekilde yerine getirebileceği bir ibâdet midir? Her kılınan namaz, namaz mıdır? Her namaz kılan da Müslüman mıdır? Gerçek namaz nasıl kılınır? Namazı ikâme etmenin mânâsı nedir?, ve insanda nasıl bir etki bırakır? Bütün bunlara, elimizden geldiğince ve dilimizin döndüğünce Ehl-i Beyt (a.s)’in berrak kaynakları ışığında cevap vermeye çalışacağız.

Namaz; Arapça “Salât” kelimesinin bir karşılığı olarak kullanılmaktadır. Farsça bir kelime olan namâz; dilimizde, belli kural ve kâideler çerçevesinde yerine getirilen bedenî bir ibâdete verilen isimdir.

Salât kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de birbirine yakın ifâdelerle yüzü aşkın âyette geçmektedir. Bu âyetlerin bazılarında, duâ ve niyaz, bazılarında da anladığımız ve gelenekselleşmiş manayı ifade eden namaz ibâdeti kast edilmektedir.

Şurası bir hakîkattir ki; Kur’ân; defalarca belirttiğimiz gibi her şeyin özünü, esâsını, temel prensiplerini ortaya koymakta, ayrıntılarını ve genişçe îzâhını ise kendisiyle hayat bulduğumuz Efendimize (s.a.a.) ve O’nun hak vârisleri olan ilim ve zikir ehli, Ehl-i Beyt İmâmlarına (a.s) bırakmaktadır.

Öyleyse; önce Kur’ân-ı Mübîn’de geçen salât kelimelerinin, içerisinde yer aldığı bazı âyet meallerine bir göz atalım:

“Allâh ve melekleri Peygambere Salât etmektedirler. Ey îmân edenler! Siz de O’na Salât ediniz...” [Ahzab (33): 56] Burada “salât” duâ etmek ve salavât getirmek mânâsında kullanılmaktadır. 

“...Onlara (müminlere) Salât et. Muhakkak ki (ey Peygamber) senin salâtın onları yatıştırır, onları sükûn ve huzura erdirir...” [Tevbe (9): 103] Yine burada “salât” duâ ve af dileme (istiğfâr) mânâsında kullanılmaktadır.

“...Her bir canlı kendi Salât ve tesbîhini bilmiştir...” [Nûr (24): 41] Burada da “salât” duâ, niyaz ve canlıların kendi âlemlerine has bir ibâdeti mânâsında kullanılmaktadır.

“Onların (müşrik-kafirlerin) Beytullâh (Kabe) yanındaki salâtları da ıslık çalma ve el çırpmadan başka bir şey değildi...” [Enfâl (8): 35] “salât”bu âyette de duâ, niyaz ve câhiliyye anlayışına âit biribâdet şeklianlamında kullanılmaktadır. 

“İşte Rablerinden Salavât ve rahmet hep onlaradır...” [Bakara (2): 157] Bu âyette de “salavât” af, mağfiret ve bağışlama mânâlarında geçmektedir.

“Sen de içlerinde bulunup onlarla Salâtı ikâme ettiğin vakit, onlardan bir bölük seninle beraber Salâta dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar...” [Nisâ (4): 102] Bu âyette “Salât” ile, savaş ânında kılınacak olan namaz açıklanmakta ve bugün kılmakta olduğumuz namaz mânâsında kullanılmaktadır.

“Salâtı ikâme ediniz, zekâtı veriniz...” [Bakara (2): 110] Burada da “salât” bugün kullanmakta olduğumuz namaz mânâsındadır.

“Salâtı bitirdiğiniz zaman, ayakta, oturarak ve yanlarınız üzerinde uzanarak Allâh’ı anın. Güvene kavuştuğunuzda Salâtı ikâme ediniz. Çünkü, Salât  müminlere vakitli olarak farz kılınmıştır.” [Nisâ (4): 103] Yine burada da “salât” bilinen namaz mânâsında kullanılmaktadır.

Görülmektedir ki Kur’ân-ı Mecîd’ de “salât” farklı anlamlarda geçmektedir. Hiç kimse bu mânâların bir kısmını göz ardı ederek, salâtı yalnızca duâ ve niyaz-yakarış olarak açıklayamayacağı gibi, salâtın tamamının namazdan ibâret olduğunu da iddia edemez. Zirâ her birinin kendine mahsûs zamanı ve şekli vardır.

Kur’ân-ı Kerîm’ de onlarca âyette geçen “salâtı ikâme ediniz” cümlesi ne anlama gelmekte?, başta Peygamberimiz (a.s) olmak üzere, Ehl-i Beyt ve İtret (a.s) bu cümlelere ne mânâ vermekte nasıl açıklamaktalar? Şimdi de onlara bir göz atalım:

İmâm Muhammed Bâkır’dan (a.s) nakledildiğine göre, Resûlullâh şöyle buyurdular; “Mümin bir kul namazı kılmaya başladığında, o, namazdan ayrılıncaya kadar Allâh, o kuluna nazar eder ve onu başının üzerinden göğün en üst ucuna kadar rahmeti ile kuşatır. Melekler yerden göğe kadar onun etrâfını çevirirler ve görevli bir melek başının üzerinde durarak şöyle der: Ey namaz kılan kul! Sana kimin nazar ettiğini, senin kimle konuştuğunu bir bilsen, ebedî olarak bulunduğun hâl ve mevkîden ayrılmazsın.” [1]   

İmâm Cafer Sâdık (a.s)’dan nakledildiğine göre, Resûlü Ekrem efendimiz (a.s) buyurdular ki; “Namaz çadırın direği gibidir. Direk sağlam ise çadır bezi ve ipinin bir faydası olur. Direk kırıldıktan sonra ne ipin, ne de örtünün bir faydası yoktur.”[2]

İmâmet güneşinin parlak ışığı İmâm Cafer Sâdık (a.s) buyurdular; “Kim ki, içerisinde neler okuduğunu anlayarak ve ihlâs (samimiyet-tevhîd itikâdı) ile iki rekat namaz kılsa, namazı bitirdiğinde bütün günahları affedilmiş olur.” (Büyük günahlar ve Kul hakkı hariç)[3]

Muhammedî İslâm’ın bülbülü İmâm Muhammed Bâkır (a.s) buyurdular; “Namazı gevşek tutmayınız. Öyle ki; Allâh’ın Resûlü (a.s) ölüm ânında şöyle buyurdular; Namazı hafîfe alan benden değildir. Sarhoş edici içki içen benden değildir. Vallâhi bu kimseler Kevser havuzunda bana ulaşamazlar.”[4]

Sözünde ve fiilinde sâdık İmâm Cafer Sâdık (a.s)’ın naklettiğine göre, Resûlullâh (a.s) şöyle buyurdular; “Mümin beş vakit namazı hakkıyla yerine getirdiği müddetçe şeytân ondan ümidini keser. Ne zaman ki namazlarında bir gevşeklik gösterir de bazı vakitlerini kılmamaya başlarsa, şeytân da bundan cesâret alır ve o kişiyi büyük günahlara daldırır.”[5]

Râşid halîfelerden İmâm Muhammed Bâkır’a (a.s); “Onlar ki salâtlarını muhafaza ederler.” [Müminûn (23): 9] âyetindeki salâtlar hangileridir? diye sorulduğunda; Buyurdular ki (a.s); “Buradaki salavât farz olan namazlardır.” “Onlar ki salâta devam ederler.” [Meâric (70): 23] âyetindeki salât hangisidir? denildiğinde ise; “Nâfile namazlardır.” buyurdular.[6]

Beşinci Hak İmâm Muhammed Bâkır (a.s)’a soruldu; “Allâh kaç vakit namaz farz kılmıştır.” Buyurdular;“Gece ve gündüzde toplam beş vakit namaz farz kılmıştır.” Soruldu ki: “Yüce Allâh bu beş vakit namazı isimlendirerek kitâbında (Kur’ân’da) açıklamış mıdır?” Buyurdular (a.s); “Evet açıklamıştır.” Yüce Allâh Nebîsine emreder ki; “(Ey Resûlüm!) Güneşin dulûkundan, gecenin ğasakına kadar namaz kıl...” [İsrâ (17): 78] “dulûk”; güneşin zevâli, öğle vaktidir. Bu dulûk ile ğasak arasında dört vakit namaz vardır ki Allâh onları isimlendirmiş ve vakitlerini belirtmiştir. Gecenin “ğasak”ı ise, gece yarısıdır. Yine Yüce Allâh buyurdu ki; “...Fecrin Kur’ân’ını da (unutma)!, Muhakkak ki Fecrin Kur’ân’ına (Sabah namazında okunan Kur’ân’a)(hem gece hem de gündüzün melekleri ) şâhit olurlar.” [İsrâ (17): 78] İşte bu da beşinci farz namazdır. Yine Allâh buyurur ki; “Gündüzün iki tarafında (tarafeyi’n nehâr) namaz kıl...” [Hûd (11): 114]“tarafeyi’n nehâr” akşam ve sabahtır. “...ve gecenin yakın saatlerinde (zülefen minelleyli) de namaz kıl.” [Hûd (11): 114] bu da yatsı namazıdır. Yine Allâh buyuruyor; “Namazları ve orta namazı koruyunuz. Gönülden ve saygı ile Allâh’ın huzuruna durunuz!” [Bakara (2): 238] Orta namazdan kastedilen de öğle namazıdır...”[7]

Mustaz’afların önderi İmâm Ali Rızâ (a.s) buyurdular; “Namazın farz kılınışının sebebi, Rab olan Allâh’ın ortağı olmadığını îtirâf ve her şeyden güçlü olan Allâh’ın huzurunda kendini küçük görme ve tam haşyet, saygı ve teslîmiyet ile, geçmiş günahlarını itirâf edip af dilemeyi sağlamak içindir. Allâh’ı en büyük kabul ederek günde beş kez yere yüz sürmek manasına gelen namaz, Allâh’ı devamlı hatırda tutup unutmamak, korku içinde olarak O’nun önünde kendini küçük saymak, din ve dünyâ alanında verdiği nimetleri arttırmasını istemektir. Gece gündüz Allâh’ı hatırlatarak, insanın azmasını ve haddi aşmasını önleyen namaz, insanın; Mevlâsını, yöneticisini, yaratıcısını unutmamasına da vesîle olmaktadır. Rabbini hatırlayarak O’nun dîvânında baş eğmek elbette ki günahların ve fesatların önünü alır.”[8]

Buraya kadar bir kaçını ancak verebildiğimiz bu açıklama ve beyândan sonra akıllı bir Müslüman’ın, aklı başında bir Ehl-i Beyt dostunun namaz konusunda farklı bir yaklaşım sergilemesi ve namazı önemsememesi mümkün müdür?

Kalbi Kur’ân ve Ehl-i Beyt sevgisi ile çarpan bir Müslüman elbette ki, namaza gereken önemi verecek, namazı bütün ibâdetlerinin bir başlangıcı kabul edecek, namazı terk etmenin ya da önemsememenin, kendisini Allâh’ın rahmetinden ve Ehl-i Beyt’in şefaatinden mahrûm bırakacağını bilecektir. Vahiy evinin öğrencilerinden İmâm Cafer Sâdık (a.s)’ın şu sözü kulaklara küpe olmalıdır. İmâm (a.s) buyurmaktadır; “Biz Ehl-i Beyt’in şefaati namazı hafîfe alana ulaşmayacaktır.”[9]

Ehl-i Beyt’e ve Kur’ân’a bağlı olduğunu iddia eden bir Müslüman nasıl namazını terk eder? İmâm Cafer Sâdık’ın (a.s) şu sözünden hiç mi öğüt almaz? İmâm (a.s) buyurdular; “Bir kulun ilk hesaba çekileceği amel namazdır. Namazı kabul edilen kimsenin diğer amelleri de kabul edilecek, namazı kabul edilmeyenin de bütün amelleri reddedilecektir.”[10]

Anlaşıldı ki namaz ibâdeti mutlak sûrette yerine getirilecektir. Bundan kaçış ve kurtuluş yoktur. Ancak, bu ibâdet nasıl ve ne şekilde yapılacaktır? Herkes kendi aklının estiği şekilde ve ölçülerde mi yapacaktır? Şüphesiz ki hayır... Namaz ibâdeti; ana hatlarını Kur’ân’ın belirlediği, ayrıntılarını ise Resûl-ü Ekrem’in (a.s) ve O’nun pâk Ehl-i Beyt’inin (a.s), İtret’inin (a.s) tarîf ettiği şekilde yerine getirilecektir. İnşâallâh bu konudaki rivâyetleri yeri geldikçe vermeye çalışacak ve gereken açıklamaları yapacağız.

Müslüman, Ehl-i Beyt muhibbi ve Alevî olmakla gurur duyan kimse; her şeyin namazla bitmediğini bilmeli, aksine namazınher ibâdetin anahtarı olduğunun şuuruna ermelidir. Nitekim bir çok rivâyetlerde nice namaz kılanların, namazın hedeflediği güzel ahlak, insanlarla insanca ilişkiler ve dürüstlükten uzak olmasından ötürü, istenen güzel sonuca ulaşamadıkları belirtilmektedir.[11]  

Nitekim Pîrimiz de bu gerçeği ne güzel ifade buyurmuşlar:

“Bir kez gönül yıktın ise,

 Bu kıldığın namaz değil.

 Yetmiş iki millet dâhi,

 Elin, yüzün yumaz değil.”

Namaz ile ilgili söylenecek çok söz olmasına rağmen, biz; sözümüzü Şanı yüce Rabbimiz olan Allâh’ın bir âyeti ve Nebîler serveri Hz. Peygamberimizin (a.s) bir hadîs-i şerîfleri, Hak İmâmlarından da (a.s) bir rivâyet ile noktalıyoruz.

Yüce Allâh şöyle buyuruyor; “...Muhakkak ki (gerçek) namaz, (insanı) fahşâ ve münkerden (her türlü kötülük ve iğrenç hal-hareketlerden) uzak tutar...” [Ankebût (29): 45]

Canımız yoluna fedâ olsun! Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafâ (a.s) buyuruyorlar; “Beş vakit namaz, kapınızın önünde akan ve kendisiyle günde beş kez yıkanarak temizlendiğiniz nehire benzer. Nasıl ki o nehirde beş kez yıkanmakla kir ve pislikten eser kalmaz ise, beş vakit namazı (hakkıyla) edâ eden kimsede de (büyük günahlar ve kul hakkı hariç) günahtan eser kalmaz.”[12]

İmâm Cafer Sâdık’a (a.s); yüce Allâh’ın kullarına farz kıldığı amellerin en başında hangilerinin geldiği sorulduğunda, buyurdular; “Allâh’tan başka ilâh olmadığına, Hz. Muhammed’in (a.s) Allâh’ın Resûlü olduğuna şehâdet etmek, beş vakit namazı kılmak, zekatı vermek, Kabe’yi haccetmek, Ramazan ayında oruç tutmak ve biz Ehl-i Beyt’in Velâyetini kabûl etmek. Kim bunları hakkıyla yerine getirir ve her türlü kötülüklerden uzak durursa cennete girer.”[13]

“Pir Sultan Abdal’ım, ölürüm deme,

Kıl beş vakit namazın kazâya koma.

Sakın bu dünyâda kalırım deme,

Tenim teneşirde özüm sağdadır.”[14]

Din gemisi namâz ile yol alır.

FARZ OLAN NAMAZLAR

Altı çeşit farz namaz vardır:

1-Günlük beş vakit namazlar.

2-Âyât namazı: Ay ve güneş tutulması, zelzele, korkutucu gök gürlemesi ve şimşek çakması durumunda kılınan namaz.

3-Cenâze namazı: Ölü için bir duâ ve Allâh’tan af dilemektir.

4-Kabe’yi tavaftaki farz namaz.

5-Büyük oğul üzerine farz olan, ölmüş anne ve babasının, kazâya kalmış farz namazları.

6-Nezir, yemîn, ahd ve benzeri sebeplerden dolayı farz olan namaz.

GÜNLÜK FARZ NAMAZLAR

Günlük farz namazlar beş vakittir. Bu vakit namazlarının, ne zaman ve ne şekilde kılınacakları bizlere güvenilir rivâyetlerle ulaştırılmıştır. Şimdi beş vakit namazın vakitlerini açıklayalım.

ÖĞLE VE İKİNDİ NAMAZLARININ VAKTİ

Öğle ve ikindi namazlarının her birinin husûsi ve müşterek vakitleri vardır. Öğle namazının husûsi vakti; öğle namazını kılma vakti girdikten itibâren, bir öğle namazı kılınacak kadar vaktin geçmesi kadardır. İkindi namazının husûsi vakti ise; akşam namazı kılma vaktinin girmesine bir ikindi namazı kılacak kadar kalan vakittir. Bu iki vakit arasındaki geniş zaman dilimi ise, iki namazın, ayrı-ayrı kametler getirilerek bir biri peşinden kılınabileceği vakittir. Bu şekilde iki namazı ortak vakitlerinde kılmaya “cem-i salâteyn” “iki namazı cem etme” denir ki, bu uygulama, hem Peygamber efendimiz (a.s) ve hem de Ehl-i Beyt İmâmları (a.s) tarafından tatbîk edilmiştir.

NAMAZLARIN CEMİ İLE İLGİLİ BAZI RİVÂYETLER

İmâm Cafer Sâdık’ın (a.s) naklettiğine göre; “Resûlullâh (a.s), öğle ve ikindi namazlarını birbiri peşinden öğle namazı vakti girdiğinde cemaatle îfâ etmişlerdir. Yine aynı şekilde akşam ve yatsı namazlarını da güneş batıp akşam namazı vakti girdikten sonra birbiri peşisıra kılmışlardır. Bu şekilde namaz kılmaları için, yolculuk, korku, aşırı sıcak ya da soğuk, yağmur ve benzeri hiç bir sebep de yoktu. Peygamberimiz Efendimiz böyle namaz kılmakla ümmetine vaktin geniş olduğuna dâir bir kolaylıköğretiyorlardı.”[15]

İmâm Muhammed Bâkır (a.s) da buyurdular; “Güneşin gölgenin en kısa olduğu an olan tepe noktasına ulaşıp, batıya meylettiği ve gölgenin uzamaya başladığı anda öğle, ve hemen arkasından da ikindi namazının vakti girmiş olur. Güneş batıp akşam olduğunda ise, akşam namazının ve hemen arkasından da yatsı namazının vakti girmiş olur.”[16]

Sahâbeden Muaz b. Cebel’den (r.a.) nakledilmiştir. Hz. Muaz diyor ki; “Hz. Peygamber ile (a.s) Tebük’e gitmek için yola çıkmıştık. Peygamberimiz (a.s) yolculuk esnâsında öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsı namazlarını birleştirerek (cem ederek) kılıyor, kıldırıyordu.”[17]

İbn-i Abbas’dan (r.a.) rivâyet edilmiştir. O der ki; “Hazreti Peygamber (a.s) korkulacak bir durum olmadığı ve seferde de (yolculukta) bulunmadığı halde öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarını birleştirerek kıldırmıştır.”

Yine İbn-i Abbas (r.a.)’dan nakledilmiştir. O diyor ki; “Peygamberimiz Medîne’de korkulacak bir durum olmadığı, yağmur da yağmadığı halde öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsı namazlarını cem etmiştir.” “Râvi diyor ki; İbn-i Abbas’a; ‘Hz. Peygamber niçin böyle yaptı?’ diye sordum. İbn-i Abbas (r.a.); ‘Ümmetini güçlüğe-zorluğa sokmamak için’ diye cevap verdi.”[18]

Netice itibâriyle; seferde olduğu gibi yolculuk ve herhangi bir durumun olmadığı normal hallerde de, ihtiyâç duyulduğu zamanlar namazlar cem edilerek kılınabilecektir. Bu, Hazreti Peygamberin (a.s) biz ümmetine tanımış olduğu bir ruhsattır. O halde hangi sebeple olursa olsun Hz. Peygamber tarafından tanınmış olan bu ruhsatı kimsenin kaldırmaya hakkı yoktur.[19]  

AKŞAM VE YATSI NAMAZLARININ VAKTİ

Akşam güneşin batmasından sonra, doğu tarafında görülen kızıllığın kaybolduğu andan itibaren akşam ve yatsı namazlarının vakti girmiş olur.

Akşam ve yatsı namazlarının da özel ve ortak vakitleri vardır. Akşam namazının özel vakti akşam namazı girdiği andan itibâren üç rekatlık bir namaz kılacak bir zaman geçinceye kadardır. Yatsı namazının özel vakti de gecenin yarısına dört rekatlık bir namaz kılınacak kadar bir zamanın kaldığı süredir. Bu iki özel (husûsi) vakit arasında kalan geniş zaman dilimleri ise, akşam ile yatsı namazlarının müşterek kılınabilecekleri vakitlerdir.

Peygamber efendimizin (a.s) ve pâk Ehl-i Beyt İmâmlarının (a.s) uygulamaları göz önüne alınarak namazlar belirtilen vakitler içerisinde kılınmalı, hiç bir namaz, diğer bir namazın husûsi vaktine bırakılmamalı, yatsı namazı da gece yarısını geçecek bir şekilde ertelenmemelidir. Bilinmelidir ki en faziletli namaz vaktin evvelinde kılınan namazdır. Bu konularla ile ilgili olarak;

Peygamber efendimizden (a.s) nakledilmiştir; “Yatsı namazının vakti gece yarısına kadardır.”[20]

Hak Ehlinin İmâmı Muhammed Bâkır’a (a.s) soruldu ki; “Her namaz için en fazîletli vakit vaktin evveli midir? Vaktin ortası mıdır? Yoksa vaktin sonu mudur?” Buyurdular (a.s); “En faziletli vakit, vaktin evvelidir.” Resûlullâh (a.s) ; “Muhakkak ki Allâh hayırda acele edilmesini sever.” buyurmuşlardır.”[21]

Velâyet bahçesinin gülü İmâm Cafer Sâdık (a.s) buyurdular; “Vaktin evvelinin, vaktin sonuna üstünlüğü, âhiretin dünyâya üstünlüğü gibidir.”[22]

İmâm Cafer Sâdık (a.s) buyurdular; “Yatsı namazının son vakti gecenin yarısıdır.”[23]

SABAH NAMAZININ VAKTİ

Sabaha yakın doğu tarafından bir aydınlanma başlar ki buna “fecr-i evvel” (birinci fecir) denir. Bu aydınlığın yayılıp tamamlanmasından sonra, ikinci fecir ve sabah namazının vakti girmiş olur. Sabah namazı vakti; güneş doğmaya başladığı âna kadar devam eder.

İmâm Muhammed Bâkır (a.s) buyurdular; “Sabah namazının vakti, aydınlığın dikey değil, yatay olarak yayılmaya başladığı ikinci fecir ile güneşin doğmaya başladığı vakit arasıdır.”[24]

GÜNLÜK FARZ NAMAZLAR KAÇ REKATTIR?

Bir gündeki beş vakit farz namaz, toplam onyedi (17) rekattır.[25] Bu rekatların vakit namazlara göre dağılımı ise şöyledir;

Sabah namazının farzı; İki rekat

Öğle namazının farzı; Dört rekat

İkindi namazının farzı; Dört rekat

Akşam namazının farzı; Üç rekat

Yatsı namazının farzı; Dört rekat

Türlü günahlarım yere döküldü,

Hak için abdest aldığım zaman.

Sağ yanıma iki melek dikildi,

Sabah namazını kıldığım zaman.

Gökten yere indirdiler Burağı,

Hû deyince yakın eder ırağı,

Dünyâda âhirette yanar çerağı,

Öğle namazını kıldığım zaman.

Yerden göğe saf-saf olmuş melekler,

El kaldırın kabul olsun dilekler,

Bize nazar eyler çarh-ı felekler,

İkindi namazını kıldığım zaman.

Kalbi pâk olan Hak sırrını sezer,

Kirâmen Kâtibin hayrını yazar,

Firdevs-i âlâ’da salınıp gezer,

Akşam namazını kıldığım zaman.

Mümin olan canlar beş vaktin kılar,

Onun içi, dışı nûr ile dolar,

Muhammed Mustafâ şefaat kılar,

Yatsı namazını kıldığım zaman.

Hatayi’yim, Hakkı dilinden komaz,

Dâimâ ederiz biz Hakka niyaz,

Yedi Yâ-sîn ile üç kere ihlâs,

Hak nasip eyleye öldüğüm zaman.[26]

SÜNNET NAMAZLAR

Sünnet namazlar pek çoktur ve onlara nâfile namazlar da denir. Günlük farz namazlarla beraber kılınması özellikle tavsiye edilen sünnet namazlar şunlardan ibârettir. İkişer rekat hâlinde kılınırlar.

Sabah namazının sünneti; iki rekattır, farzından önce kılınır.

Öğle namazının sünneti; sekiz rekattır, farzından önce kılınır.

İkindi namazının sünneti; sekiz rekattır, farzından önce kılınır.

Akşam namazının sünneti; dört rekattır, farzından sonra kılınır.

Yatsı namazının sünneti; oturarak kılınır, iki rekattır, farzından sonra kılınır. Ve bir rekat olarak kabul edilir.

Bunlardan başka “gece namazı” olarak tabîr edilen ve gecenin yarısı geçtikten sonra kılınabilen onbir rekatlık nâfile namaz da vardır ki, bu namazın, bir rekatı ayrı olarak vitir namazı niyetiyle kılınmalıdır. Bu namaza “seher vakti ibâdeti” yada “teheccüd namazı ibâdeti” de denilebilir.

Gönül ne yatarsın gaflet içinde,

Doğdu seher vakti kalk, hâcet dile.

Özünü zulümden kurtaram dersin,

Doğdu seher vakti kalk, hâcet dile.

Evliyâlar, enbiyâlar vârisi,

Kalkar hacet diler gece yarısı.

Çığrışır ötüşür arşın horozu.

Doğdu seher vakti kalk, hâcet dile

Pîr Sultânım sevdiğine ağlasın,

Yezitler bağrına kara bağlasın.

Mümin kulları dergâhında eğlesin,

Doğdu seher vakti kalk, hâcet dile.[27]

(Doğdu seher vakti kalk necât dile).

Farz olan namazlar bir özür bulunmadıkça mutlak sûrette ayakta kılınırken, nâfile namazlar her hâl-u kârda oturarak da kılınabilir. Oturarak kılındığı taktirde de her iki rekat bir rekat olarak kabul edilir.

Ehl-i Beyt’ten bizlere ulaşan rivâyetlerde sünnet namazlar üzerinde önemle durulmuş, özürsüz, mâzeretsiz mümkün olduğunca terk edilmemesi gerektiği vurgulanmıştır. O halde; Allâh’a güzel bir kulluk yapmak, Peygambere (a.s) iyi bir ümmet, Ehl-i Beyt (a.s) yoluna layık bir fert olmak istenirse, farzlar aksatılmadan edâ edilmeli, sünnet namazlar da “şu kadar rekat kılacaksın” sınırlarına şartlanmadan yerine getirilmelidir.

Erenlerin Serdârı İmâm Cafer Sâdık (a.s) buyurdular; “Farz ve nâfilelerin toplamı ellibir rekattır. Bunlardan onyedi rekatı farz olanı, otuzdört rekatı ise sünnet namazların rekatlarıdır. Yatsıdan sonra kılınan iki rekat sünnet namaz oturarak edâ edildiği için bir rekat olarak kabul edilir.”[28]

Ruhlara nüfûz eden sözün sâhibi İmâm Cafer Sâdık (a.s) buyurdular; “Sünnet namazlar hediye mesâbesindedir. Dilediğin zaman takdim edersin, inşâallâh kabul edilir. Ve sünnet namazlarını gücün yettiğince yerine getirirsin.”[29]

NAMAZIN DIŞINDAKİ ŞARTLAR

1-Hadesten tahâret:Abdestsizlik veya gusülsüzlük hâlinin giderilmesi ve namaza durmak için gereken abdest yada guslün alınmasıdır.

2-Necâsetten tahâret:Bedende, elbisede veya namaz kılınacak mekandaki necâset ve pisliğin giderilmesidir.

3-Setr-i avret:Namaz kılacak bir kimsenin vücûdunu gerektiği şekilde örtmesidir.

Setr-i avret ile ilgili bazı hükümler: Erkeklerde setr-i avretin en aşağısı, ön ve arka avret mahallerinin örtülmüş olmasıdır.[30] Göbek ile diz kapağı arasının örtülü olması ise daha faziletlidir. En mükemmeli  de normal giyim-kıyafet ile temiz bir halde namaza durmaktır.

Kadınlarda ise setr-i avret; el, yüz ve ayaklar hariç bedenin tümünün örtülü olmasıdır.(Bu tesettür ölçüsü kadınlar için namaz hâricinde de nâmahremler yanında geçerli olan bir ölçüdür.)

Eti yenen hayvanlardan murdar olarak ölmüş olanlarla, eti yenmeyen bütün hayvanların derilerinden îmâl edilmiş elbiseler ile namaz kılınmaz.

Giyilen elbise gasb edilmiş olmamalıdır. Aksi halde namaz bâtıl (geçersiz) olur.

Altın dokumalı elbise giymek, altın zincir, kolye, yüzük saat ve benzeri ziynet eşyaları kullanmak namaz içinde ve dışında erkeğe harâmdır. Bunlarla kılınan namaz geçersiz-bâtıl olur.

Yine, erkeğin elbisesi saf ipekten olmamalıdır. Zîrâ, namazda ve namaz dışında erkeğin ipek giymesi harâmdır.

Kadının ise, namazda veya namaz dışında altın ziynet eşyası kullanmasında, saf ipek elbiseler giymesinde hiç bir sakınca yoktur.

Erkek ve bayanlarda tesettür-örtünme (İslâm’a=Ehl_i Beyt yoluna uygun giyim);

Din (İslâm); insanların bu dünyâdaki yaşamlarını düzenlemek ve rızay-ı ilâhîyi kazanmak üzere Cenâb-ı Allâh’ın göndermiş olduğu kanun ve yasalar bütünüdür. Bu yasalar hem özel hayâtı ve hem de genel toplumsal hayâtı tanzîm eder.

Kâinâtı ve evrenin özü olan insanı yaratan Rabbül âlemîn onu sonsuz ikramlarla da nimetlendirmiştir. Bu durumda yüce yaratıcının, yarattığı kullarına bir takım görevler yükleyerek, onların hal ve hareketleri üzerinde söz sâhibi olmasından daha tabîi bir sonuçtaolamaz....

Madem bizler başı boş yaratılmadık... Madem yaratılışın sırrı imtihân... Ve madem ki kısacık bir imtihânın netîcesinde ebedî nimetler ve Allâh’ın râzılığı var... Öyleyse mümin bunun farkında olarak yaşamını sürdürmek durumundadır.

Şu dünyâda birileri bizlere sağladıkları bir takım kısır imkanlar ve iyiliklerine karşılık bizden bir çok görev, teşekkür ve karşılık bekliyorlar da biz de çoğu zaman onları anlayışla karşılıyoruz...

Aile reisleri emri altındakilerinin giyim-kuşam, gezme-tozma ve daha bir çok hal ve hareketlerine müdâhele etme hakkını kendilerinde görüyorlar ve çoğu zaman da (doğal olarak) anlayışla karşılanıyorlar...

Hükûmetler halkların hemen her şeylerine karışma hakkını kendilerinde görüyorlar ve pratikte; alım-satımdan, evlenme-boşanmaya, doğumdan-ölüme, giyim-kuşamdan, yeme-içmeye, eğlenmeden, düşünceyi ifâde etmeye kadar her şeye karışıyorlar... Ama her şeye karışıyorlar... Herkes de bu durumu kabullenmiş ve neredeyse kimsecikler yadırgamıyor bu hâli...

Peki bizlerin herşeylerine karışan bu güçlerin bizlere verdikleri ne?, bizler üzerinde egemen olabilecekleri süre ne kadar?, verdiklerinin sürekliliği Allâh’ın verdiklerinin yanında nedir? Daha doğrusu Allâh vermese kim kime ne verebilir?

Öyleyse; Akıllı insan; her nimetin esas sâhibinin Allâh olduğunun farkına varan insandır. Bu nimet ve ikramlara karşılıkta bizim yaşamımızın her alanına karışma hakkının yalnızca Allâh’ın hakkı olduğunu bilmekte îmân etmiş olmanın doğal sonucudur.

Ehl-i Beyt yoluna bağlı Müslüman-Alevî yaşamının her alanını düzenleyen temel emir ve yasakların, kanun ve yasaların, ilke ve kuralların Kurân ve Ehl-i Beyt’in öğretilerinde yer aldığını bilir, giyim-kuşamını da ona göre düzenler. Şeytanca yaklaşımlar sergileyerek ilâhî emirleri çiğnemeye çalışmaz. “Fâni hayatta Allâh’a ve emirlerine karşı gelmek geçmişte kime ne kazandırmış, bugün kime ne kazandıracaktır?” iyice bunun muhâsebesini yapar.

Müslümân-Alevî bir kadının giyimde de örneği Hz. Fâtıma ve Hz. Hatîce analarımızdır.

Dînin emirleri ve yasakları hayâtın her alanını kuşattığından giyim kuşamımızla ilgili düzenlemeler de (genel olarak) Kur’ân ve Ehl-i Beyt’in buyruklarıyla ortaya konmuştur. Şunu iyi bilmek lâzımdır ki; örtünmedeki temel gâye; İffeti-nâmûsu korumak, ard niyetli, kem gözlü, fesat düşünceli insanlara kapı aralamama, nefis ve şeytanın oyununa gelmemedir. Bu genel ilkeler çerçevesinde kadınlarımızın giyim ölçüleri Nûr sûresi (24): 31. Âyeti ile Ahzâb sûresi (33): 59. Âyetinde açıklanmıştır. Erkeklerimizin de İslâm’ın ahlâk ölçülerine uygun, kadınların izzet-i nefislerini rencide etmeyecek ve nefislerdeki vesvâs kötü düşünceleri harekete geçirmeyecek şekilde sade giyinmeleri, avret mahallerini ince ve dar olmayan elbiselerle, belli olmayacak bir şekilde setretmeleri-örtmeleri gerekmektedir.

Ehl-i Beyt yoluna bağlı Müslüman’ların; (erkek ve kadın olarak) kendileri, âile ferdleri, oğul ve kızlarının giyimlerine Kur’ân’a uygun bir şekilde çeki-düzen vermeleri samimiyetlerinin tezâhürü olacaktır. Açık-saçıklık, başı boşluk, nefsin peşinde koşmak almış başını gitmekte... Bu manzara karşısında yüzü kızarmayan, utanmayan, rahatsız olmayan bir kimsenin bırakalım Alevî ya da Sünnî bir Müslüman olmasını, insan olduğunu bile tartışmaya açmak abartı sayılamaz. Henüz ar ve namus kavramlarının zihninde bir ağırlığı olan insanlarımız tez elden, vakit tamâmıyla geçmeden yeni baştan düşünsel ve eylemsel alanda yenilenme çalışmalarına başlamalı, Hakkın rızâsına ulaşma gayreti içinde olmalıdırlar. Aksi halde dövünmenin, âh-vâh etmenin, yakınmanın bir faydası olmayacaktır.

Yüce Allâh’tan dileğimiz bizleri kendi yolunda kâim eylemesidir.[31] 

4-İstikbâl-i Kıble:Her nerede olunursa olunsun imkan bulunduğu müddetçe Kabe’ye yönelmektir.

Namaz kılacak kimse, Kıblenin ne tarafta olduğunu iyice araştırmalı ve öylece namaza durmalıdır. İki âdil şâhidin sözüne ve ilmî verilere göre belirlenmiş olan kıbleye yönelinebilir.

5-Vakit:Kılınacak olan her namazın vaktinin Şerîat ölçülerine göre girmiş olması lâzımdır. Vaktinden önce kılınan namaz geçersizdir. Vakti geçtikten sonra kılınan namaz ise edâ niyetiyle değil kazâ niyetiyle kılınır.

EHL-İ BEYT YÖNÜNDEN ESEN SEHER YELLERİ

İmâm Cafer Sâdık’a (a.s) soruldu; “Murdar olarak ölmüş olan bir hayvanın, dabağlanmış-işlenmiş derisinden yapılmış elbise ile namaz kılınır mı?” Buyurdular (a.s); “Hayır! Yetmiş kez de dabağlanmış olsa yine de kılınmaz.”[32]

Sekizinci Hak İmâmımız Ali Rızâ’ya (a.s) soruldu; “Bir erkek ipek elbise ile namaz kılabilir mi?” Buyurdular (a.s); “Hayır kılamaz.”[33]

Şemsü’l Eimme İmâm Muhammed Bâkır (a.s)’a soruldu; “Namaz kılan bir kimsenin ayakları altındaki yaygıda görebileceği bir yerde bulunan resim, namaza engel midir?” Buyurdular (a.s); “ Şayet resim, namaz kılınan mekânın sağ, sol veya arka tarafında, yada namaz kılanın başı üzerinde veya ayakları altında ise sakıncası yoktur. Kıblede ise, üzeri bir şeyle örtülür ve orada namaz kılınabilir.”[34]

Nûr denizinin incisi İmâm Cafer Sâdık’a (a.s); “...her secde mahallinde yüzlerinizi O’na doğrultunuz...” [Arâf (7): 29],“...yüzünü Mescid-i Harâm’a çevir. Her nerede olursanız olunuz, yüzlerinizi o yöne çeviriniz...” [Bakara (2): 144] âyetlerindeki, “yön”ün neresi olduğu sorulduğunda” Buyurdular ki (a.s); “O yön; Kıble olan Kabe’dir.”[35] 

NAMAZKILINAN YERİN BAZI ÖZELLİKLERİ

Namaz kılınan yer mübah olup, gasp edilmiş olmamalıdır. Mülkiyeti ya da kullanımı birine âit olan bir yerde izin alınmaksızın namaz kılınamaz. Kılınırsa, namaz geçersizdir. Humusu ve zekâtı verilmemiş bir para ile alınan mülkte namaz kılınamaz. Kılınan namaz ise bâtıl-geçersizdir. Humus ve zekat borcu olan ölünün mülkünden istifâde etmek harâmdır. Ve orada kılınan namaz geçersizdir.

Namaz kılanın mekânı hareketsiz olmalıdır. Hareket halindeki; otomobil, tren, gemi, uçak...vs. şeylerin içerisinde mecbûr kalınmadıkça namaz kılınmaz. Mecbûri hallerde de aracın her hareketinde mümkün olduğu kadar yönün, kıbleye doğru çevrilmesi gerekir.

Çatısı alçak olup altında düzgünce durulamayan, rükû ve secdelerin rahat ve uygun bir şekilde yapılamayacağı yerlerde namaz kılınmaz. Zarûret halinde ise, bu ameller mümkün olduğu kadar yerine getirilmelidir.

Namaz kılanın mekanı necis olur da orada namaz kılmak durumunda kalınırsa, bu necâset beden ve elbiseye bulaşacak kadar ıslak olmamalıdır En azından, alnın yere geldiği secde mahalli necis olmamalı, necis ise kuru bile olsa, namaz bâtıl-geçersizdir.

Kadın ve erkek aralarında perde ve benzeri bir şey olmadığı takdirde yan yana, aynı hizâda yada kadın önde olmamalıdır. Bu konuda mahrem veya nâmahrem arasında bir fark yoktur. Tek veya cemaat olarak namaz kılıyor olmakta fark etmez.

Namaz kılanın alnını yere koyduğu yer (secde mahalli), dizlerin yere geldiği mekandan dört kapalı parmak aşağıda veya dört kapalı parmak yüksekte olmamalıdır.

NERELERDE NAMAZ KILMAK DAHA FAZÎLETLİDİR?

Namazları mescitte kılmak, Peygamberimiz (a.s) ve Ehl-i Beyt İmâmları (a.s) tarafından çokça tavsiye edilmiştir. İçerisinde namaz kılmanın en fazîletli olduğu mescitler de sırasıyla; Mescidü’l Harâm, Mescid-i Nebî, Kûfe Mescidi ve Beytü’l Makdis mescitleridir. Bunlardan başka şehrin en büyük mescidinde, oturulan mahallenin mescidinde namaz kılmakta evde namaz kılmaktan daha fazîletlidir.

Kadınlar için evde namaz kılmaları iyi olmakla beraber, kendilerini nâmahremden muhâfaza edebilirlerse Cuma ve cemaat namazlarına katılmak üzere mescitlere gitmeleri daha iyi ve daha efdaldir.

Bütün bu bilgilerin yanında şu husus asla hatırdan çıkarılmamalı: Mescitler; içlerinde Allâh’ın, Hz. Peygamberin (a.s) ve Allâh dostlarının (a.s) anıldığı yerlerdir. Yine bu amellerin yapıldığı her yer de mescit hükmündedir. Durum her ne olursa olsun mescit (câmi) adı verilen ve büyük olan mescide gitmek, “mutlak sûrette daha faziletlidir” demek değildir. Çünkü, mescidin bina edilmesinin gayesi; hayır, iyilik ve takvânın yaygınlaşmasına hizmet ve gerçek ibadetle, Hak’kın zikredileceği mekanların hazır hale getirilmesidir.

Verilen, vaaz ve hutbelerde; Allâh’ın dînine, Peygamber efendimizin (a.s) berrak ve güvenilir sünnetlerine aykırı konuşmalar yapılan, Allâh’ın dostları ile birlikte, Allâh düşmanlarına da övgü ve methiyeler düzülen, Ehl-i Beyt’in kanına girenlerin de hazret(!) ve benzeri saygı sıfatları ile anıldığı, tarihteki tâğûtlarla günümüzdeki çağdaş tâğûtlara ve onların ilke, görüş, ideoloji ve öğretilerine uygun beyânât ve dînî sohbetlerin(!) yapıldığı mescitlere(!) gitmenin her hangi bir fazileti olmadığı gibi, şeytândan kaçar gibi bu tür yer ve mekanlardan uzak durulmalıdır. Ancak zarûri hallerde ferdî ibadetler, bu tür mekanlarda îfâ edilebilir.

Allâh’ın dîninin, Hz. Peygamberin (a.s) sîret ve sünnetinin, Ehl-i Beyt’in erkân ve öğretilerinin açıkça anlatıldığı mescitlerin bulunmaması durumunda, Kur’ân ve Ehl-i Beyt’e gönülden bağlı olan Alevî Müslüman’ın yapması gereken en önemli işlerden birisi de, en kısa zamanda bu fonksiyonları icra edecek bir mescidin inşâ edilmesine gayret etmektir.

Hak âşıklarının dilinden mescidin önemi;

İrfan membaı İmâm Cafer Sâdık (a.s) buyurdular; “Kim ki Hakkın rızâsına uygun bir mescit bina ederse, Allâh da o kimse için cennette bir ev (köşk) binâ eder...”[36]

Sâdık dost İmâm Cafer Sâdık (a.s) buyurdular; “Kadınlarınızın en hayırlı mescitleri, evleridir.”[37]

Yine İmâm Cafer Sâdık (a.s) buyuruyorlar; “Yıldızlar nasıl ki ışığıyla dünya ehli için aydınlık saçıyorlarsa, içerisinde geceleyin namaz kılınan evin de nûru gök ehline aydınlık saçar.”[38]

Âşıkların sertâcı Hz. Muhammed Mustafâ (a.s) buyurdular; “Mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Harâm hâriç diğer yerlerde kılınan bin namaza denktir. Mescid-i Harâmda kılınan bir namaz da mescidimde kılınanbin namaza denktir.”[39]

EZÂN VE KÂMET

Müslüman’ların, günlük namazların kılındığı yerlerde namazdan önce ezan okumaları, müminleri bu vesile ile namaza davet etmeleri, farz namaza başlamadan önce de kâmet getirmeleri sünnettir. Bu sünnet, Kâinâtın efendisi Hz. Peygamberimizden (a.s) itibaren günümüze kadar uygulana gelmiştir.

Ezan, onsekiz cümleden ibarettir. Okunuşu ve manası şöyledir:

Allâhu Ekber (4 defa): Allâh en büyüktür.

Eşhedü enlâ ilâhe illallâh (2 defa): Şehadet ederim ki Allâh’tan gayrı ilah yoktur.

Eşhedü enne Muhammeden Resûlullâh (2 defa): Şehadet ederim ki Muhammed Allâh’ın Resûl’üdür.

Eşhedü enne Aliyyen Veliyyullâh (2 defa): Şehâdet ederim ki Ali Allâh’ın Velî’sidir.*

Hayya ale’s-salâh (2 defa): Haydin namaza.

Hayya ale’l-felâh (2 defa): Haydin kurtuluşa.

Hayya alâ hayri’l amel (2 defa): Haydin en hayırlı amele.

Allâhu Ekber (2 defa): Allâh en büyüktür.

Lâ ilâhe illallâh (2 defa): Allâh’tan gayrı ilâh yoktur.

Farz olan namazı kılmak için getirilen kâmet ise, onyedi cümledir. Kâmet getirilirken, ezandaki ilk okunan “Allâhu Ekber” cümlesinin iki defa okunuşu ve ezanın sonundaki “Lâ ilâhe illallâh” cümlesinin bir defa okunuşu azaltılır. Ancak, “Hayya alâ hayri’l amel” cümlesinden sonra iki defa da “Kad kâmeti’s-Salâh” (Namaza başlanmaktadır.) cümlesi ilave edilir.[40]

*(Ezan ve kâmette “Eşhedü enne Muhammeden Resûlullâh” cümlesinden sonra okunan “Eşhedü enne Aliyyen Veliyyullâh” cümlesi, ezânın ve kâmetin bir parçası olmayıp, Ehl-i Beyt’e duyulan sevgi ve muhabbetin ve Onların Velâyetine bağlanmış olmanın bir nişânesi olarak söylenir.)

Yine, yaşadığımız coğrafyada pek bilinmeyen ancak Ehl-i Beyt anlayışında ezanın bir parçası olduğuna inanılan “Hayya alâ hayri’l amel” cümlesi, Peygamber efendimiz (a.s) zamanında Ezân-ı Muhammediye de okunan ancak, İkinci Halîfe Ömer b. Hattâb tarafından bazı maslahatlar gözetilerek ezandan çıkartılmış olan bir cümledir.[41] Ehl-i Beyt mektebinde Resûlullâh’ın (a.s) uygulamaları ve öğretileri her şeyden önde ve uyulmaya daha layık örnekler olarak bilindiğinden, bu cümle bugün de Ezân-ı Muhammediye’ de hâlâ okunmaya devam etmektedir.

Ezân ve kâmetle ilgili bazı hükümler;

Çocuğun dünyâya geldiği gün veya göbeği düşmeden önce, sağ kulağına ezân, sol kulağına da kâmet okunması sünnettir.

Ezan ve kâmet, oyun ve eğlence meclislerinde okunan şarkı-türkü misâli okunmamalı, tane-tane anlaşılır bir Arapça ile düzgünce okunmalıdır.

Ezan yavaş ve teenni ile okunurken, kâmet biraz daha seri okunmalıdır.

Ezan yada kâmet namaz vakti girdikten sonra okunmalıdır. Vaktinden önce okunan ezan ve kâmet geçersiz olup, yenilenmelidir.

Bir mekanda ezan okunmuş ve kâmet getirilmiş olarak, cemaatle namaz kılınmış ise, orada, tek olarak kılınacak namaza ayrıca kâmet getirmeye gerek yoktur.

İnsanın ezan okurken kıbleye yönelik olması, abdestli bulunması, ellerini kulağına koyması, sesini yükseltmesi, ezanın cümleleri arasında az bir zaman duraklayarak okuması ve cümleler arasında konuşmaması sünnettir.

Kâmet getirilirken de kıbleye yönelik olunması, bedenin hareketsiz durması, ezandan biraz daha seri ve daha düşük bir ses tonuyla okunması sünnettir.

ÖĞÜT

Ariflerden birine sormuşlar:

“Her ezan ve kâmetin bir namazı vardır. Doğduğumuzda kulağımıza okunan ezan ve kâmetin namazı yok mudur?”

O zât hafifçe gülümseyerek buyurmuşlar:

“Olmaz olur mu?... O ezan ve kâmetin namazı da musallâ taşına konulduğumuzda kılınır.”[42]

Anlayana, anlayana, anlamayana ne mânâ!

İşte ömür bu kadar kısa. Öyle ise, ne bu gam, ne bu tasa!

Hak’ka gerçek âşık isen; Ne durursun? hakkı yaşa!

KONU İLE İLGİLİ EHL-İ BEYT’TEN NURDAN DAMLALAR

Peygamberimizden (a.s) nakledilmiştir. Buyurdular (a.s); “Yeryüzünde ezan okunduğunda melekler bunu işitirler ve derler ki; “Bu ses Ümmet-i Muhammed’in sesidir. Onlar Allâh’ı birliyorlar.” Melekler, Ümmet tâ ki namazdan ayrılıncaya kadar, bu ümmet için Allâh’tan af ve mağfiret dilerler.”[43]

Hz. Muhammed Bâkır (a.s)’ın naklettiğine göre; “Peygamberimiz (a.s) müezzinin ezanını işittiğinde aynı cümleleri tekrarlardı.”[44]

İmâm Cafer Sâdık’dan (a.s) nakledildiğine göre; “Resûlullâh hiç bir sebep olmaksızın hazarda (yani sefer-yolculuk hali olmadığı durumda) öğle ile ikindi namazını bir ezan ve iki kâmet ile, akşam ve yatsı namazını da yine bir ezân ve iki kâmet getirerek cem etmişlerdir.”[45]

Dînin Nûru İmâm Cafer Sâdık (a.s) buyurdular; “Sizden her hangi bir kimse hasta olmadığı müddetçe, yürüyerek, bir yere yaslanarak yada binit üzerinde kâmet getirmesin. Namazda duruyormuşçasına hareketsiz bir halde kamet getiriniz. Çünkü, kâmet getirmek, farz olan namaza girişin bir başlangıcıdır.”[46]

İmâm Cafer Sâdık’a (a.s) soruldu ki; “Kadınların ezan okumaları ve kâmet getirmeleri gerekir mi?” İmâm (a.s) buyurdular: “Hayır, gerekmez. Yalnızca tekbîr ve kelime-i şehâdet getirirlerse kâfîdir.”[47]

HAK ÂŞIKLARINA!

(Bazı ibâdetlerin Arapçayla îfâ edilmesi üzerine)

Ezân okumak her ne kadar sünnet ise de, okunulan belde de Müslüman’ların varlığının bir nişânesi olarak bilindiğinden, bütün bir Muhammed Ümmetini birbirine bağlayan, ortak değerlerdendir ve çok ehemmiyete hâizdir. Bundan dolayıdır ki, ezân; tüm dünyâda Ümmetin birlik ve beraberliğinin bir simgesi olarak, evrensel bir müşterek dilin oluşması amacıyla Arapça okunur. Ezanın ya da Namaz sûrelerinin vs. Arapça okunması, Arap ırkının veya Arapça’nın üstünlüğünden ve faziletinden değil, bütün Müslüman’ların ibâdet dilinde ortak bir payda oluşturmalarının gerekliliğinden ve başta saâdet asrı olan Peygamberimizin (a.s) aramızda bulunduğu dönem ile, tüm Ehl-i Beyt Önderlerinin (a.s) yaşadıkları çağlarda ve yüzlerce yıllık İslâm tarihinde bu şekilde okunmuş olması ve böyle okunmasının tavsiye ile emredilmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

Ancak çok özel durumlarda (Mesela; Arapça olarak sure, dua vs. ezberleyemeyen kimseler olursa) ise elbette, “yapamıyorum” diyerek namazlar terk edilmez, ana dilinde bile olsa ibâdetler icrâ edilmeye çalışılır. Ya da hiç bir şekilde ezber yapamayacak durumda olan kimse ise yalnızca Allâh, Allâh diye bile olsa ibâdet eder. Bu hükümler çok özel ve kişiseldir. Geneli bağlamaz ve genele yönelik değildir. Hani İslâm’da herkesin de bildiği “zorlaştırmayıp, kolaylaştırma” prensibi vardır ya, bu hüküm de böyle bir şeydir. Bunu ideolojik amaçlar uğrunda istismar etmek, ümmet bilincini yok etmeye çalışmak, iyi niyet gösterisi ile bâtıl amaçlarını gerçekleştirmeye çalışanlara alet olmak aklı başında hiç bir Müslüman’a yakışmaz. Ey güzel insan (a.s) târih ötesinden ne de güzel buyurmuşsun!; “...Kelimetü hakkin yurâdu bihal bâtıl...”

İbâdet dilinin Arapça olması, bazılarının sandığı gibi Arap kültür emperyalizminin(!) bir sonucu da değildir. Bu konuya böyle yaklaşanlar, ya farkına vararak veya farkında olmadan bir ırkı aşağılamak sûretiyle hem Şanlı Liderimiz Hz. Muhammed’e (a.s) ve hem de O’nun tertemiz Ehl-i Beyt soyuna leke sürmeye çalışmakta, âdeta onları bir Arap ırkçısı imişler gibi takdim etmektedirler. Düşünmemektedirler ki böyle yapmakla asıl kendileri bir ırkın, bağnazca üstünlüğünü kabul etmekte ve yıkıcı bir Milliyetçilik cereyanını hortlatmaktadırlar. Bazılarının, Ehl-i Beyt taraftarı görünerek bunu savunması ise, tamâmıyla üzüntü vericidir. Yanılarak bu görüşe kapılanları uyarmak insanlığımızın bir gereğidir. Ancak, kasıtlı olarak Sünnî ve Alevî Müslüman’ları, saptırmaya çalışanları ise, Allâh’a havâle ediyor, onların ıslâh olmaları ve hak ettiklerine kavuşmaları için duâcı oluyoruz.

Şu gerçek iyice bilinmelidir ki;

Alevî ve Sünnî İslâm anlayışında Arap ırkçılığının (Milliyetçiliğinin) yeri olmadığı gibi, diğer kavimlerin de ırkçılığının (Milliyetçiliğinin) yeri yoktur.

Arap ırkçılığına hayır! Fars ırkçılığına evet mi?

Arap ırkçılığına hayır! Türk ırkçılığına evet mi?

Arap, Fars, Türk ırkçılığına hayır! Kürt, Zaza, Çerkez, Laz, Gürcü vs. ırkçılığına evet mi?

Hayır! Binlerce Hayır! İslâm her türlü ırkçılığa kökten lâ çekmiştir. “Lâ ilâhe illallâh” gerçeğini tasdik ettim diyenler bu hakikati neden bir türlü anlamak istemezler? Nedir bu câhiliyyeden kalma asabiyet? Nedir bu, Peygamberin (a.s),Ehl-i Beyt’in (a.s) ve Güzide Ashâbın (r.a.) rûhâniyetine yapılan bunca eziyetler? Hem de Alevî Müslüman(!)-Sünnî Müslüman(!) kimliği altında!

Alevî Müslüman; her türlü ırkçılığa karşı olandır.

NAMAZIN FARZLARI

NAMAZIN İÇİNDEKİ FARZLAR

Namazın içindeki farzlar ondur;

1. Niyet

2. İftitâh (başlangıç) tekbiri

3. Kıyâm

4. Kıraat

5. Rükû

6. Sücûd

7. Teşehhüd

8. Selâm

9. Tertib

10.  Müvâlât[48]

NİYET

Namaz; Allâh’ı razı etmek, O’na yakın olmak, O’nun huzuruna çıkarak şereflenmek, O’nun emirlerini yerine getirmek niyetiyle edâ edilmelidir. Namaz kılacak olan kimse, namaza başlarken, başlamak üzere olduğu namazın hangi namaz olduğunu kalbinden geçirmeli, mümkün ise dil ile de ikrâr ederek niyet etmelidir. Yalnız kalben niyet etmek de yeterli olmakla beraber, dil ile de ifâde etmek daha faziletlidir. 

İnsan, namazını yalnızca âlemlerin Rabbi olan Allâh için kılmalıdır. Namazın tamâmı yada bir kısmı hem Allâh için, hem de gösteriş, riyâ, “desinler” vs. için kılınırsa, namaz bütünüyle bâtıldır, geçersizdir, anlamsızdır. Bu şekildeki bir namaz, kişiyi Allâh’a yaklaştırmak şöyle dursun, Allâh ile olan bağı ve sevgiyi de tümden yok etmeye başlar ki, insanı şirke doğru yuvarlar.

İFTİTÂH (BAŞLANGIÇ) TEKBİRİ

İftitâh tekbîri; Kıyâm hâlinde namaza hazır olan kimsenin, niyetini yaptıktan sonra, namaza giriş için, vücûdu rahat ve sâkin bir halde, Allâh’ın huzuruna-dîvânına çıktığının bilincinde olarak, ciddiyet, saygı ve Allâh’a duyduğu sevgi ile “ALLÂH-U EKBER”[49] demesidir.

İftitah tekbîrinde, bedenin kasten hareket ettirilmesi namazı geçersiz kılar.

Gerek tekbîr ve gerekse namazda okunan sûreler, zikirler ve duâlar kişinin kendisinin duyabileceği şekilde okunmalıdır.

Namazın başlangıç tekbîrinde ve namaz esnâsında getirilen bütün tekbirlerde, ellerin kulak hizâsına kadar kaldırılması sünnettir.

KIYÂM (AYAKTA DURMAK)

Namaza başlama tekbîri getirilirken ve bu tekbîrden ilk rükû ânına kadar geçen süre içerisinde ayakta durmaktır. Bir mazeret olmadığı müddetçe namaza mutlak sûrette kıyâm halinde başlanılır.

Ayakta duramayacak kadar hasta olan bir kimse dâhi imkânı nisbetinde başlama tekbîrini kıyâm hâlinde getirmeli, daha sonra kendisine en uygun gelen bir şekilde oturmalıdır. Bu da mümkün değilse ayakta durmaya en yakın bir halde tekbîr almalı sonra uygun vaziyette namazına devâm etmelidir.

Kıyamda duran kimsenin, kıyamda iken vücûdunu dik ve düzgün tutması, omuzlarını serbest bir şekilde aşağıya bırakması, ellerini bağlamayıp bacaklarının yan tarafına doğru sarkıtması, Allâh’a tam bir bağlılık ve sevgi ile kalbden yönelmesi, ayaklarını bir hizada tutması, erkekse; ayaklarının arasında üç açık parmakla bir karış arası açıklık bırakması, kadın ise; ayaklarını birbirine bitiştirmesi sünnettir.

Kıyamda iken ayakları normal duruş denilmeyecek şekilde birbirinden ayrı-uzak tutmak namazı bozar.

KIRÂAT (OKUMA)

Kırâat; Namaza giriş için başlangıç tekbîri getirdikten sonra, namazın ilk iki rekatında “Hamd sûresi (Fâtiha)” ile peşinden zammı sûre tabîr edilen bir tam sûreyi (Kevser, İhlâs, Felak, Nâs, Tebbet...vb.) okumaktır.[50]

Okunan Fâtiha sûresinden sonra “Âmin” denilmeyip “Elhamdu lillâhi Rabbil âlemîn”[51] denilmesi sünnettir. Ehl-i Beyt erkânına göre namazda Fâtihanın arkasından “âmin” sözünün söylenmesi namazı bozar.

Âcil durumlarda veya şiddetli hastalık hallerinde namazlarda okunan Fâtiha ve zamm-ı sûreden, yalnızca Fâtiha sûresinin okunması yeterlidir.

Ehl-i Beyt yoluna göre; namazda Fâtihayı ve zamm-ı sûreyi birinci ve ikinci rekatlarda okumak farzdır. Diğer rekatlarda ise, yalnızca Fâtiha veya en az bir kez “tesbîhât-ı erbea” (dört tesbîh) denilen “sübhânallâhi, velhamdu lillâhi, velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber.”[52] zikri okunur.

Tesbîhâtı öğrenemeyen veya doğru okuyamayan bir kimse, namazın üçüncü ve dördüncü rekatlarında da Fâtiha’yı okumalıdır.

Tesbîhât-ı erbea’yı üç kez okumak iyi olmakla beraber, bir kez yada tek olmak kaydıyla daha fazla da okunabilir.

Erkeklerin, sabah namazının farzında, akşam ve yatsı namazlarının farzlarının ilk iki rekatında kıraatı (Fâtiha ve zamm-ı sûreyi) açıktan, sesli olarak okumaları, akşam namazının üçüncü, yatsı namazının üç ve dördüncü rekatları ile, diğer bütün vakit namazların farzlarında ve bütün nâfilelerde ise sessiz okumaları farzdır. Kadınlar ise bütün namazlarda kırâatı sessiz olarak yerine getirirler.

Sesli kırâat yapılması gereken namazlarda kasten sessiz, sessiz kırâat yapılması gereken namazlarda da kastensesli kırâat (okuma) yapılırsa, namaz bâtıl-bozulmuş olur.

RÜKÛ

Her rekatta, kırâattan sonra “Allâhu Ekber” diyerek tekbîr getirilir ve eller diz kapaklarına gelecek şekilde eğilinir ki, bu amele rükû denir.

Rükûya eğilindiğinde sırt düz, diz kapakları mümkün olduğunca bükülmemiş, gergin, gözler secde mahalline bakar vaziyette olmalıdır. Rükû halinde okunan zikir ânında beden sâkin ve hareketsiz olmalıdır.

Rükûyu hastalık ve benzeri sebeplerden dolayı kâmil mânâda yerine getiremeyen bir kimse, yapabildiği ölçüde rükûya eğilmeli, bu da mümkün olmazsa, baş hareketi, hattâ göz îmâsı ile de olsa rükû yapmaya çalışmalıdır.

Rükûda üç kez “Sübhanallâh”[53] veya en az bir kez “Sübhane Rabbiyel azîm ve bihamdih”[54] zikrinin okunması farzdır.

Rükû zikri tamamlandıktan sonra tam doğrulmalı ve vücut sakinleştikten sonra secdeye gidilmelidir. Rükûdaki zikirden önce ve sonra Peygamber efendimize (a.s) ve Ehl-i Beyt’ine (a.s) salavât getirilmesi, rükûdan doğrulup dik durduktan sonra beden sakinleşince “Semiallâhu limen hamideh”[55] denilmesi sünnettir. Sonra da “Elhamdu lillâhi Rabbil âlemîn”[56] zikri söylenir.

Kadınlar rükû halinde ellerini dizlerinin biraz yukarısına koyar ve dizlerini de gergin olacak bir şekilde geriye doğru çekmezler.

SÜCÛD (SECDELER)

Secde; alnın, her iki elin içinin, her iki diz kapağının ve iki ayağın baş parmak uçlarının yere konmasıdır.

Namaz kılan bir kimsenin farz ve sünnet namazların her rekatında rükûdan sonra iki secde yapması farzdır.

Secdelerde zikir olarak en az üç kere “Sübhanallâh” veya bir kez “Sübhane Rabbiyel a’lâ ve bihamdih”[57] denilmesi farzdır.

Secdede de farz olan zikirler okunurken beden sakin olmalıdır.

Birinci secdenin zikri tamamlandıktan sonra oturulmalı ve beden sakinleştikten sonra ikinci secdeye gidilmelidir.

Namaz kılanın alnını koyduğu yer, dizlerini yahut ayak parmaklarını koymuş olduğu yerden dört bitişik parmaktan daha aşağı veya daha yukarı olmamalıdır.

Secdede elin içi yere konmalıdır. Ancak elin içinde yere konulmaya engel olacak durumda yara ve benzeri bir durumun olması halinde elin üstü yere konur. O da mümkün olmazsa, bilek, o da olmazsa, dirseğe kadar olan bir kısım, o da mümkün olmazsa kol yere konulmalıdır.

Ayaklar ise; secde ânında başparmakların ucu yere değecek şekilde yere konmuş olmalıdır. Bu mümkün olmadığı hallerde, sırasıyla diğer parmaklar, ya da ayağın diğer kısımlarından her ne kadarı var ise o kısmı yere konulmalıdır.

Alında secdeye engel olacak bir durum var ise, alnın sağlam olan diğer kısımları, o olmazsa çene ile, o da olmazsa yüzün her hangi bir yanıyla, o da mümkün değilse, başın ön tarafı ile secde edilmelidir.

HANGİ ŞEYLER ÜZERİNE SECDE YAPILABİLİR?

İslâm’ın bütün mezheplerinde olduğu gibi Ehl-i Beyt yolu olan Alevîlikte, İmâm Cafer Sâdık (a.s) erkânında, Oniki İmâm (a.s) anlayışında da şüphesiz ki secde, ancak ve ancak Allâh’a ve Allâh için yapılır. İbâdet kastı ile Allâh’tan gayrı hiç bir varlığa secde edilmez, önlerinde secde eder vaziyette durulmaz.

Diğer bütün amellerimizde Allâh’ın rızâsına nâil olmak amacıyla Kâinâtın efendisi, insanların ve cinlerin Sultânı, biricik Liderimiz Hz. Muhammed’e (a.s) uyuyor isek, secde etme konusunda da O’na uyar, O, her ne şekilde ve ne gibi şeyler üzerinde secdesini gerçekleştirmiş ise, biz de O’nun gibi secdemizi yerine getirmekten mutluluk ve şeref duyarız.

Peygamberimizin (a.s) ilminin gerçek vârisleri olan Ehl-i Beyt’in (a.s) nurlu sîmâları Oniki İmâm efendilerimiz (a.s) de, O yüce cedlerinin (s.a.a.), her konuda yılmaz takipçileri olmuşlar, biz Ehl-i Beyt yolu sâliklerine kılavuzluk yapmışlardır.

Âlemlere rahmet olan Ulu Önderimizin (a.s) ve O’nun yolunun sarsılmaz bekçileri Oniki İmâm’larımızın (a.s) yaşamlarına bir göz attığımızda, onların; secdeyi özellikle toprağa yaptıklarını, toprak olmadığı durumlarda da topraktan biten, yenilmeyen, giyilmeyen, hasır, tahta, kağıt, vb. şeyler üzerinde secde kılarak Allâh’a yöneldiklerini görmekteyiz. O kudsî zâtların (a.s) hem eylemleri, hem de nûr saçan sözleri bu gerçeği vurgulamakta, biz Ehl-i Beyt takipçilerine aydınlık yolu göstermektedir.

Ondört Masûm’ların (a.s) buyruk ve beyanları ile amellerinden ortaya çıkan gerçeğe göre secde aşağıda belirtilen şeyler üzerine yapılabilir:

Yere ve yenilecek şeyler dışında yerden biten ağaç yaprağı gibi şeylere secde yapılabilir.

Yenilen ve giyilen şeyler üzerine secde edilmez. Yine altın, gümüş, akik, firuze gibi madenî şeylere de secde edilmez.

Mermer, siyah taş, ot, saman, kireç, alçı taşı, tuğla, testi, kağıt, tahta ve benzeri şeyler üzerine de secde edilebilir.

Ehl-i Beyt İmâmlarından (a.s) gelen rivâyetlere göre, secde için öncelikle makbûl şey, İmâm Hüseyin’in (a.s) şehâdet şerbeti içtiği, İslâm’ın bekâsı için kanıyla suladığı Kerbelâ toprağıdır. Yine Mekke ile Medîne toprağı, Allâh’ın velî kullarının (k.s.) mekânı olan diğer yerlerin toprağı da değerli olan topraklardandır.[58]

Câhil insanların, kötü niyetli bazı kimselerin, Müslümanların kardeşliğini bozmaya çalışan münâfık tabiatlı kişilerin şerlerinden ve fitnelerinden emîn olunmayan bölge ve yerlerde, Ehl-i Beyt yoluna uygun olarak amellerini yerine getirmeye çalışan Müslüman, her ne kadar makbûl olan topraklar yukarıda belirtildiği gibi ise de, namaz kılarken secde mahalline koyduğu şeye çok dikkat etmeli, yanlış anlaşılacak hal-hareketlerden titizlikle kaçınmalıdır. Böylesi yer ve durumlarda yanında bulundurulan düzgün bir taş, mermer ve tahta parçası veya temiz bir kağıt üzerine secde kılınması daha uygun bir davranıştır. 

Zîra, Müslüman’ların en başta gelen vazifelerinden birisi İslam düşmanlarının oyununa gelmemek, yanlış anlamaların önüne geçmek, birbirlerini iyice dinleyip anlamaya çalışmak, birbirine karşı mütevâzi, alçakgönüllü, hoşgörülü ve saygılı olmaktır.

Bir güzel insan, müminin toprağa secde etmesindeki fazilet ile ilgili şunları söylüyor;“Mümin Allâh’ın yarattığı basit varlıklar karşısında eğilip yere kapanmak gibi bir zillete katlanamaz. O, yalnız ve yalnız Allâh’ı secdeye layık bilir ve o sadece yüce Rabbinin huzurunda kendini hor ve hakîr kılmak için secdeye kapanır. En şerefli azâsı olan yüzünü insanların üzerinde gezip tepindikleri toprağa sürerek, kendisini işte şu topraktan yaratan Yaratıcının karşısında ne kadar basit ve âciz olduğunu hatırlar...

İşte bu noktada, insanın alnını toprağa sürmesi ile secdenin derin anlamı arasındaki sıkı bir bağ karşımıza çıkar. Kul; her aynaya baktığında gururla ve beğenerek seyrettiği şerefli başını, secde ânında toprağa koymakla, menşeini hatırlayıp kendine dönmekte ve şu değer verdiği vücûdunu değersiz bir nesneden yaratarak ona şekil ve biçim veren yüce yaratıcıya yönelmektedir. Böylece topraktan yaratıldığını ve yine toprak olacağını, Allâh’tan geldiğini ve yine Allâh’a döneceğini hatırlayarak Rabbine daha yakın hissetmektedir kendisini...

.........................................................................................................................................................

Bu arada hatırlatmalıyız ki, cihânın efendisi olan Hz. Muhammed (s.a.v.) çoğu kez kuru ve sert toprağa, bazen de hasıra secde ederdi. Bir keresinde çamurlu ve ıslak olan zemine secde ettiği ve mübarek başını secdeden kaldırdığında alnından çamurlu sular damladığı görülmüştü.

Şu halde, namaz kılan kimse, kendisini Allâh’ın huzurunda daha zelil ve hakir hissetmek için, kıymetli, süslü-püslü halı veya seccâdeler yerine taş, toprak, hasır, tahta veya basit ve sâde bir bez üzerine secde etmelidir...”[59]

KUR’ÂN’DAKİ FARZ OLAN SECDELER

(TİLÂVET SECDESİ)

Kur’ân-ı Kerîm’in; Necm, Alak, Secde ve Fussilet sûrelerinde yer alan secde âyetleri okunduğunda veya bir okuyandan dinlenildiğinde Allâh rızâsı için tilâvet (okuma) secdesi yapılması farzdır. Bunların dışındaki sûrelerde yer alan secde âyetleri okunur ya da dinlenirse tilâvet secdesi farz değil sünnet olur.

Tilâvet secdesi; alın, secde yapılması üzerine uygun düşen bir şey üzerine konularak her hangi bir zikrin (Sübhânallâh, Sübhâne Rabbiyel â’lâ... vs. gibi) okunması ile yerine getirilir.

TEŞEHHÜD

Bütün farz namazların ikinci rekatlarında, akşam namazının üçüncü rekatında, öğle, ikindi ve yatsı namazlarının dördüncü rekatlarında, ikinci secdeden sonra beden sakin olduğu halde teşehhüd okunulması farzdır.

Okunması farz olan teşehhüd şöyledir: “Eşhedü enlâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh. Ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Resûlüh. Allâhümme salli alâ Muhammedin ve Âl-i Muhammed.”[60]

SELÂM

Namazın son rekatındaki teşehhüdden sonra oturulmuş vaziyette ve beden sâkin olarak kıbleye doğru selâm verilmesi farzdır. Verilmesi farz olan selâm şöyledir: “Esselâmu aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullâhi ve berakâtüh.”[61] Farz olan bu selamdan sonra; “Esselâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn. Esselâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berakâtüh.”[62] selamlarının okunması da sünnettir. “Esselamu aleyküm ve rahmetullâhi ve berakâtüh” selâmını okurken baş sağ ve sol omuzlara doğru çevrilebilir. Son selâmı bu şekilde vermenin müstehab (iyi) bir amel olduğu da bazı rivâyetlerde belirtilmiştir.

TERTÎB

Namaz ibâdeti; şartlarına ve öncelik sırasına riâyet edilerek yerine getirilen bir ibâdettir. Namazı anlatılan sıraya (tertîbe) uyarak kılmak farzdır.

Bilerek ve kasten, namazda yerine getirilmesi gereken farz amelleri öne almak veya geriye bırakmak sûretiyle yer değiştirtmek namazı bâtıl (geçersiz ) kılar.

Meselâ; sûreyi Fâtihadan önce okumak, secdeyi rükûdan önce yapmak gibi bir amel unutularak veya kasten yapılırsa namaz bozulmuş olur.

MUVÂLÂT

Muvâlât; Namazın farzlarının, birbiri ardından ve aralarında “namaz kılmıyor” denilecek bir miktarda boşluk verilmeksizin yapılması demektir.

Namaz kılınırken hata ile yahut kasten namazdaki ameller arasında veya okunulan sûre ve zikirler arasında “namaz kılmıyor” denilecek miktarda ara verilirse namaz bozulur.

Ancak rükû ve secdeleri uzun yapmak, kıraatta uzun sûre okumak muvâlâtı engellemez.

NAMAZIN SÜNNETLERİNDEN KUNÛT

Kunût; namazda ikinci rekatta rükûya varmadan önce tekbîr getirilerek elleri yüz hizasında dua eder bir vaziyette kaldırıp bitiştirerek belli zikir ve duâları okumakla yerine getirilen bir ameldir.

Farz ve sünnet namazların hepsinde ikinci rekatın rükûsundan önce kunût okumak sünnettir.

Kunûtta; “Sübhanallâh”, “Elhamdülillah” ve benzeri gibi zikirlerle, “Rabbenâ âtinâ fiddünyâ haseneten ve filâhireti haseneten ve kınâ azâbennâr birahmetike yâ erhamerrâhımîn”[63] ve benzeri duâlar okunabilir.

Bütün namazlardaki kunûtlarda duâ ve zikirler, Arapça okunabildiği gibi, diğer dillerle de okunabilir. Her Müslüman, kunûtunda, içinde bulunduğu hale göre, dilediği lisanla (Arapça, Türkçe, Kürtçe, Zazaca, Gürcüce, Farsça, Çerkezce, Lazca, İngilizce vs.) meşrû olan dilekve isteklerini samimiyet ve ihlâs ile dile getirerek Rabbine niyazda bulunabilir.

Âdâbına uygun olarak namaz nasıl kılınır?

Namaz öncesi âlemlerin Rabbi olan Allâh’a yakınlık kastı ile güzel bir şekilde abdest alınır. Sonra, kılınacak namaz vakti girdiğinde, temiz ve üzerinde namaz kılınması münâsip olan bir şeyin üstünde, namaza başlamak üzere kıbleye yönelinir. Üzerinde durulan yaygı, secde edilmesi câiz olmayan kumaş ve benzeri şeylerden îmâl edilmiş bir seccâde veya halı ve benzeri bir şey ise, secde mahalline, alnımıza gelecek şekilde topraktan yapılmış bir mühür (secde toprağı), düz taş, tahta, hasır ve kağıt parçası gibi temiz bir şey konulur.

Namazın farzı kılınacaksa, ayakta durularak, düzgün ve açık ifadelerle ve arada her hangi bir söz konuşulmadan hareketsiz bir halde kâmet getirilir.

Hangi vaktin namazı kılınacaksa o namaz için Allâh’a yakınlık amacıyla kalben niyet edilir. Mümkün ise dil ile de örneğin; “Bugünün öğle namazının dört rekatlık farzını Allâh rızâsı için kılmaya niyet ettim.” şeklinde, niyet ifade edilir.

Sâkin ve hareketsiz bir vaziyette kıyamda (ayakta) durulur. Namaza giriş tekbîri olan “Allâhu Ekber” cümlesini söylemek üzere eller yüz hizâsına kadar kaldırılarak tekbîr getirilir. Ve eller, esas duruştaki bir askerin duruşu gibi hazır ol vaziyetinde olacak şekilde yanlara salınır.

Eûzübesmele; yani “Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.”[64] çekilerek Fâtiha sûresi (Hamd sûresi) okunur. Sûre; her âyetin sonunda, âyetin sonuna gelindiğini belirtecek bir süre miktarı durularak tane-tane ve düzgün bir şekilde okunmalıdır. Sûrenin sonunda “Elhamdu lillâhi Rabbil âlemîn” denilir ve besmele çekilerek tam bir sûre okumak üzere zamm-ı sûreye başlanır. Bu sûre de düzgün bir kırâat ile ve sükûnetle okunduktan sonra, eller yüz-kulak hizâsına kaldırılarak[65] tekbîr getirilir ve rükûya gidilir. Rükûda gereken zikir ve salavât okunduktan sonra yavaşça doğrulunarak “Semiallâhu limen hamideh, elhamdu lillâhi Rabbil âlemîn.” denilir. Beden sâkinleştikten sonra hareketsiz halde tekbîr getirilerek secdeye gidilir. Secdede zikirler ve salavât okunduktan sonra, doğrulunarak “Allâhu Ekber” denilir. Tekrar tekbîr getirilerek ikinci secdeye varılır, zikir ve salavâttan sonra doğrulunarak hafifçe oturulur. Ve sâkin bir halde iken tekbîr getirilerek ikinci rekatı kılmak üzere ayağa kalkılır.

İkinci rekatta da eûzübesmele ile Fâtiha ve zamm-ı sûre okunur. Rükûya gitmeden evvel tekbîr getirilerek eller bitişik vaziyette, avuç içi yukarı gelecek şekilde yüz hizâsına kadar kaldırılır ve kunût tutulur. Gereken duâ, zikir ve salavâtlar istenilen lisanla okunduktan sonra tekbîr getirilerek rükûya gidilir. İlk rekatta yapıldığı gibi ameller yerine getirilir ve ikinci secdeden sonra “teşehhüde” oturulur. Beden sakin bir durumda iken teşehhüd okunur. Namaz iki rekatlık bir namaz ise (Sabah namazı ve sünnet namazları gibi), teşehhüdün peşinden baş hafifçe doğrultularak kıbleye doğru “selâm” verilir. Ve nihâyet, eller sünnet olduğu üzere üç kez tekbîr getirilerek yüz hizâsına kadar kaldırılır ve namazdan çıkılmış olur.

Üç rekatlı bir namazda ise, ikinci rekatın teşehhüdünden sonra, selâm verilmez. Tekbîr getirilerek veya “Bihavlillâhi ve kuvvetihi ekûmu ve ekudu”[66] denilerek üçüncü rekata kalkılır. Kıyamda ya bir kez“Fâtiha” veya “Tesbîhâtı erbea”denilen zikir üç kez okunarak rükû ve secdeler yerine getirilir. İkinci rekatın sonunda ifade edildiği şekilde namaza son verilir.

Dört rekatlı namazdada, üçüncü rekattan sonra tekrar doğrulunarak hafifçe oturulur ve sâkin bir halde tekbîr getirilerek son rekata kalkılır. Üçüncü rekattaki gibi gereken ameller yerine getirilir. Rükû ve secdeden sonra teşehhüd, selâm ve üç tekbîr ile namazdan çıkılmış olur.

Ehl-i Beyt’e (a.s) bağlı bir Müslüman kılmış olduğu namazların akabinde, Hz. Peygamberin (a.s) Hz. Fâtıma (a.s) anamıza tavsiye ettiği ve Sünnî Müslüman kardeşlerimizin de titizlikle yerine getirmeye çalıştıkları “Tesbîhâtı”, (Otuz dört (34) kez Allâhu Ekber, otuz üç (33) kez Elhamdu lillâh, otuz üç (33) kez de Sübhânallâh)[67] ve mümkün olduğu kadar Kur’ân-ı Kerîm ve meâlini, ve her namazın arkasından okunulması özellikle tavsiye edilen duâları okumalı, hâcet ve ihtiyaçlarını, şükür ve niyazlarını ifâde eden yakarışlarını yapmalıdır. Çünkü kulluğun özü duâdır. Duâ; müminin silâhı ve belalara karşı bir kalkanıdır. Fikir, zikir ve şükür mümin olmanın nişânesidir.

NAMAZ İLE İLGİLİ EHL-İ BEYT’TEN IŞIKLAR

İmâm Cafer Sâdık (a.s)’ın naklettiğine göre; “Resûlullâh (a.s) namaz kılacakları vakit, insanların önünden geçme ihtimâli olduğu zamanlar önlerine bir sütre (âsa, çubuk...vs.) koyar, namaza öyle başlarlardı.”[68]

İmâm Cafer Sâdık’a (a.s); “Önünde sütre bulunmayan bir kimsenin namaz hâlindeyken önünden geçilmesi namazını bozar mı? diye soruldu.” İmâm (a.s) buyurdular; “Hayır. Namaz kılanın önünden ne geçerse geçsin namazı bozulmaz. Ancak siz yine de imkanınız var ise böyle bir ihtimâlin olduğu zamanlar önünüze sütre ve benzeri bir şey koyarak buna mâni olun.”[69] (Zîrâ namaz kılanın önünden geçmemek, namaz kılanın da birilerinin önünden geçme ihtimâli bulunduğu hallerde bir engel koymaları namazın âdaplarındandır.)

Bir gün Ebû Hanîfe (r.h.), İmâm Cafer Sâdık’ın (a.s) yanına gelerek şöyle dedi; “Oğlun Mûsâ Kâzım’ı namaz kılarken gördüm. Önünden insanlar geçtiği halde (sütre var olduğu halde, sütre ile Mûsâ Kâzım arasında geçiyorlardı.) onlara mâni olmuyordu.” İmâm; “Oğlum Mûsâ’yı çağırın.” dedi. Mûsâ Kâzım çağırıldı. İmâm (a.s), oğluna hitâben buyurdular; “Ey oğulcuğum! Ebû Hanîfe, “sen namaz halindeyken insanların senin önünden geçtiğini, fakat senin onlara mâni olmadığını söylüyor.” ne dersin?” Mûsâ Kâzım (a.s) buyurdular; “Evet, doğrudur babacığım. Öyle oldu. Zira benim kendisine ibadette bulunduğum zat, bana önümden geçenlerden daha yakın idi. (Yani Allâh ile arama kimse giremedi.) Yüce Allâh buyurmuyor mu ki; “Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız.” [Kâf: (50): 16] Bunun üzerine İmâm (a.s) oğlunu bağrına bastı ve dedi; “Anam, babam sana feda olsun ey sırların koruyucusu  (hazinesi)!.”[70]

İmâmet gemisinin devrindeki kaptanı İmâm Cafer Sâdık’ın (a.s) naklettiğine göre, Hz. Muhammed Bâkır (a.s) buyurdular; “Zeynelâbidîn (a.s) namaza durduğunda bir ağacın gövdesi gibi hareketsiz olurlardı. Öyle ki, O’nun üzerindekiler ancak rüzgar ile hareket ederdi.”[71]

Altın soyun altın halkalarından İmâm Cafer Sâdık (a.s) buyurdular; “Kim farz olan namazını kılar ve arkasından da zikirler, tesbîhler, Kur’ân okuma, duâ ve benzeri şeyleri yerine getirirse, o kimse Allâh’ın misâfiridir. Misâfirine ikramda bulunmak da Allâh üzerine bir haktır.”[72]

Hak kılavuzlardan İmâm Cafer Sâdık (a.s) buyurdular; “Secde, yere ve yerden biten, yenilmeyen, giyilmeyen şeyler üzerine yapılır. İmâm Hüseyin’in (a.s) kabrinin (Kerbelâ’nın) toprağı üzerinde secde yapmak ise yedi kat yeri nurlandırır.”[73]

Sâdıkların İmâmı İmâm Cafer Sâdık (a.s)’dan rivâyet edilmiştir. Buyurdular ki; “Her şey bir ölçüye vurulur. Ancak Allâh korkusundan ağlamanın bir ölçüsü-tartısı yoktur. Bir damla göz yaşı ateş denizlerini söndürür. Bir an bile olsa, ağlayan kimseye merhamet olunur. Kıyamet günü şu üç göz hariç bütün gözler ağlayacaktır. (Dünyâda iken) Allâh korkusundan ağlayan göz, Allâh’ın harâm kıldığı şeylere karşı yumulan göz, Allâh yolunda seher vakitlerini uyanık geçiren göz.”[74]

İmâm Ali Es-Sıddîk’ın (a.s) naklettiğine göre, Peygamberimiz (a.s) şöyle buyurdu;“Namaz dînin direğidir. Âdemoğullarının amellerinden Allâh’ın ilk hesâba çekeceği amel namazdır. Namazlar kabul edilirse, diğer amellerine bakılacak, namazları reddedilirse geri kalan amellerine (fazla) değer verilmeyecektir.”[75]

İmâm Muhammed Bâkır (a.s) buyuruyorlar; “... Çocuklar dokuz yaşına kadar eğitilerek yavaş-yavaş abdest almaya namaz kılmaya alıştırılırlar. Dokuz yaşından itibâren abdest almaları ve namaz kılmaları usûlüne uygun bir tarzda emredilir, gerektiğinde zorlanırlar.[76] (Her dönemde çocuk eğitimi farklı metotlarla olabilir. Herkes kendi fıtratınave çocuğun durumuna göre uygun metotları tercîh etmelidir.)



[1] Ebû Cafer Kuleynî: Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 265

[2] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 266, Ebû Cafer Kummî: Men lâ yahduruhul fakîh: c:1 sh: 136, Ebû Cafer Tûsî: Tehzîb: c: 2 sh: 238

[3] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 266

[4] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 268, Men lâ yahduruhul fakîh: c:1 sh: 132,

[5] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 269

[6] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 270

[7] Bazı rivâyetlerde “Orta namazın” ikindi namazı olduğu da ifâde edilmiştir. Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 271, Men lâ yahduruhul fakîh: c:1 sh: 124, İstibsâr: c: 1 sh: 261. Vakit namazlar ile ilgili bakınız: Rûm sûresi (30): 17-18, Nûr Sûresi (24): 58, Asır sûresi (103): 1, Cuma sûresi (62): 9...vb. 

[8] Bıhârul Envâr: c: 82 sh: 261, Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 139

[9] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 270, Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 133

[10] Men lâ yahduruhul fakîh. c: 1 sh: 134

[11] Namazın zâhiri, bâtını ve önemi ile ilgili bakınız: Muhsin Kıraatî: Namazın hikmeti, Seyyid Rûhullâh (r.a.): Sırr-ı Salât (Namazın sırrı-esrârı), Mirza Cevad Tebrizî: Esrâru’s-Salât (namazın sırları), İhsan Kebir: Namaz bilinci, Abdullâh Yıldız: Namaz, Mevdûdi: Gelin Müslüman olalım, Saîd-i Nursî (r.h): Sözler (21. Söz), Hasan Turâbi: Namaz...vb. 

[12] Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 136, Tehzîb: c: 2 sh: 237

[13] Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 131

[14] Selâmi Münir Yurdatap: Pir Sultan Abdal’ın hayâtı ve şiirleri: sh: 150

[15] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 286, Tehzîb: c: 2 sh: 263, İstibsâr: c: 1 sh: 247

[16] Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 140, Tehzîb: c: 2 sh: 243, İstibsâr: c: 1 sh: 246

[17] Seferde namazların cemi ile ilgili bakınız: Buhârî: Kitâbu taksîri’s salât: c: 2 sh: 38, Müslim: Kitâbu Salâti’l müsâfirîn: had no: 703, İbn-i Mace: Kitâbu İkâmeti’s salât: had no: 1069, 1070, Ebû Dâvûd: Kitâbu’s salât: c:2 sh: 7, Tirmizi: Kitâbu’s salât: 24, Nesâî: Kitâbu’l mevâkıt: had no: 42, 43, 45, 46, Muvatta: Kitâbu’s sefer: had no: 1, 2, 3, 6, Dârimi: Kitâbu’s salât: had no: 182, Müsned-i Ahmed: c: 1 sh: 217, 244, 360, 368, c: 3 sh: 138, c: 5 sh: 229, 230, 236, 237, Sünen-i Beyhaki, Musannef-i Abdurrezzak, Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 431..., Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 139, 140

[18] Hazarda (sefer durumu bulunmadığı normal hallerde) namazların cemi ile ilgili bakınız: Buhârî: Kitâbu mevâkiti’s salât: c: 1 sh: 137, Müslim: Kitâbu salâti’l müsâfirîn: had no: 705, Ebû Dâvûd: had no: 287, 294, 295, 297, Tirmizi: had no: 187, Nesâî: Kitâbu mevâkiti’s salât: had no: 44, 47, Muvatta: Kitâbu’s sefer: had no: 4, 5, Dârimi: Kitâbu’l vudû: had no: 84, Müsned-i Ahmed: c: 1 sh: 223, 251, 283, 346, 351, 354, 360, Sünen-i Beyhaki, Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 275-287

[19] Cemal Sofuoğlu-Salih Akdemir: Hadis-i Şerif külliyâtı: c: 2 sh: 347-360, Süleyman Ateş: İslâm İlmihâli: c: 1 sh: 123, 124, 125, 131-135

[20] Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Müsned-i Ahmed, Neylü’l Evtâr: c: 1 sh: 306, Vehbe Zuhayli: İslâm fıkhı anskp: c: 1 sh: 395-396

[21] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 274, Tehzîb: c: 2 sh: 40

[22] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 274, Tehzîb: c: 2 sh: 40-41

[23] Tehzîb: c: 2 sh: 262

[24] Tehzîb: c: 2 sh: 36, İstibsâr: c: 1 sh: 274

[25] Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 127, Tehzîb: c: 2 sh: 4, 8, İstibsâr: c: 1 sh: 218

[26] Bektâşîliğin iç yüzü: c: 1 sh: 250

[27] Selami Münir Yurdatap: Pir Sultan Abdal’ın hayâtı ve şiirleri: sh: 86, 87

[28] Tehzîb: c: 2 sh: 4, İstibsâr: c: 1 sh: 218

[29] İstibsâr: c: 1 sh: 278

[30] Maliki mezhebinde de erkeğin avret mahalli aynı ölçülerdedir. Vehbe Zuhayli: İslâm fıkhı anskp: c: 1 sh: 459

[31] Ehl-i Beyt yoluna göre giyim, tesettür, kadın erkek ilişkileri, âile eğitimi vs. için bakınız; Muhammed Hüseyin Fadlullâh: Kadın sorunu, gençlerin dünyâsı, Şehît Bintü’l Hüdâ: Peygamber ve kadın, (Hazırlayan) Ö. Zehrâ Karakaş: Emperyalizm ve kadın, Murtazâ Mutahhari: İslâm’da ve batıda cinsel ahlak, kadın, hicâb, Zeyneb Burucerdi: Kadının adı, Ali Haddadadil: Çıplaklık kültürü ve kültürel çıplaklık, Hüseyin Hatemî: Kadının çıkış yolu, Muhammed Vâhidî: Kadınlar için ilmihâl, Hüseyin Mezâhirî: İslâm’da âile, Cevâd Âmulî: Celâl ve cemâl aynasında kadın, İbrâhîm Emînî: İslâm’da âile, Mehdi Aksu: İslâm’da evlilik ve cinsel sorunlar, Ali Şeriatî: Fâtıma Fâtımadır, Ehl-i Beyt yolu hadis kaynaklarının ilgili bölümleri vs...

[32] Tehzîb: c: 2 sh: 203

[33] Tehzîb: c: 2 sh: 208, İstibsâr: c: 1 sh: 385...

[34] Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 158, Tehzîb: c: 2 sh: 363, İstibsâr: c: 1 sh: 395, 396

[35] Tehzîb: c: 2 sh: 43

[36] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 368, Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 152

[37] Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 154

[38] Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 155

[39] Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 147

[40] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 302, Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 188, Tehzîb: c: 2 sh: 59-60, İstibsâr: c: 1 sh: 305, Bektâşîliğin içyüzü: sh: 254, Bektâşî ilmihâli: sh: 40

[41] Muzaffer Ozak: El-İrşâd: c: 3 sh: 509,A. Sabri Hamedani: İmâm Cafer Sâdık buyrukları: sh: 108, Abdulbâki Gölpınarlı: İslâm Tarihi: sh: 325, Ali Kuşçu’nun Tecrid şerhinin İmâmet bahsinin sonu, Allâme Şerafeddin: En-Nassu ve’l İctihâd: sh: 206...

[42] Muzaffer Ozak: El-İrşâd: c: 3 sh: 11

[43] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 307, Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 186, Tehzîb: c: 2 sh: 58-59

[44] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 307, Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 187

[45] Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 186

[46] Tehzîb: c: 2 sh: 56-57

[47] Tehzîb: c: 2 sh: 58

[48] Niyet, malikiler ve şafîlere göre de farzdır. Yine malikiler, şafîler ve hanbelilere göre de tertibe riâyet etmek namazın farzlarındandır. Vehbe Zuhayli: İslâm Fıkhı Anskp: c: 1 sh: 496-497

[49]  Allâh en büyüktür.

[50] Namazda okunan Fâtiha ve kısa sûrelerin okunuşu ve mealleri için bakınız: Her hangi bir namaz hocası. Bu konularda bütün İslâm mezhepleri arasında ittifâk olduğundan sûrelerin okunuşu ve mealleri konusunda bütün ilgili kitaplardan istifâde edilebilir.

[51]  Hamd, âlemlerin Rabbi Allâh’adır.

[52]  Allâh her türlü noksanlıktan münezzehtir, hamd Allâh’adır, Allâh’dan gayrı ilâh yoktur, en büyük Allâh’tır.

[53]  Allâh her türlü noksanlıktan münezzehtir.

[54]  Her türlü noksanlıktan münezzeh olan yüce Rabbime hamd olsun.

[55]  Allâh kendisine hamd edeni duyar.

[56]  Hamd, âlemlerin Rabbi Allâh’adır.

[57]  Her türlü noksanlıktan münezzeh olan yüce Rabbime hamd olsun.

[58] Toprağa secde etmek ile ilgili bakınız: A. Sabri Hamedani: İmâm Cafer Sâdık buyrukları: sh: 112, Kâşiful Ğıtâ: Caferî mezhebi esasları: sh: 128..., Abdulbâki Gölpınarlı: Tarih boyunca İslâm mezhepleri ve şîilik: sh: 607..., Kadri Çelik: Bir devrimin anatomisi: sh: 333..., Ali İrfan: Alevi ve namaz: sh: 56, Tevfik Oytan: Bektâşîliğin iç yüzü: sh: 248, Seyyid Rızâ Hüseynî: Sünnete uygun secde...vb.

[59] Ehl-i Sünnet mektebinden bir Müslüman kardeşimizin secde ile ilgili açıklamalarından: Abdullâh Yıldız: Namaz. Bir tevhîd eylemi: sh: 118-119

[60] Ortağı bulunmayan, bir olan Allâh’tan gayrı ilâh olmadığına, Muhammed’in de O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet ederim. Ey Allâh’ım! Salâtın, Muhammed’in ve Âl-i Muhammed’in üzerine olsun.

[61] Allâh’ın selâm, rahmet ve berekâtı üzerine olsun ey Nebî!

[62] Allâh’ın selamı, bizlerin ve bütün sâlih kulların da üzerine olsun! Allâh’ın selam, rahmet ve berekâtı sizlerin de üzerine olsun!

[63] Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz! Bizlere bu dünyada da âhirette de güzellik ver ve bizi rahmetinle ateşin azâbından koru!

[64] Kovulmuş olan şeytândan Allâh’a sığınırım. Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla (başlıyorum)!

[65] Kıyamda, rükûda, secdede her tekbir getirildiğinde ellerin kulak-yüz hizasına kadar kaldırılması sünnettir.

[66] Allâh’ın verdiği güç ve kuvvetle kalkıyor ve oturuyorum.

[67] Sahîh-i Buhârî: c: 4 sh: 208, Müsned-i Ahmed: c: 5 sh: 196

[68] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 296-297

[69] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 297

[70] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 297

[71] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 300

[72] Furû-u Kâfî: c: 3 sh: 341

[73] Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 174

[74] Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 208

[75] Tehzîb: c: 2 sh: 237

[76] Men lâ yahduruhul fakîh: c: 1 sh: 182