SAİD NURSİ GERÇEĞİ
SAİD NURSİ
Soru- Said Nursî ile ilgili şu sözler beni şaşırtıyor:
------------------------------------------------------------
--------------------
[1]- Bediuzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Sözler Yayınevi, İst.
1991, s. 34. (Takdim yazısında bu kitabın 1958’de hazırlandığı,
Bediuzzaman Said Nursî’nin kontrol ettiği ve düzelttiği şekilde
yayınlandığı ifade edilmektedir.)
[2]- Bediuzzaman Said Nursî, Haşiye, Tarihçe-i Hayat, s. 33.
[3]- Muhammed Rıza'l-Muzaffer, Akâid'ül-İmâmiyye, Şia İnançları
(Türkçeye çeviren Abdülbaki GÖLPINARLI) İstanbul 1978, s. 52-53.
[4]- GÖLPINARLI, Şia İnançları, s. 52.
[5]- Bu özgeçmiş, İstanbul Müftülüğü Arşivi’nde, Osmanlı Ulemasına ait
sicil dosyaları arasında iken daha sonra dosyanın içi bilinmeyen kişiler
tarafından boşaltılmıştır. Sadık ALBAYRAK bunları evvelce yazıp
neşrettiği için sadece onun kitabında bulunmaktadır. Bkz. Sadık
ALBAYRAK, Son Devir Osmanlı Uleması, İst. 1996, c. IV, s. 271.
[6]- Tarihçe-i Hayatı s. 44.
[7]- Tarihçe-i Hayatı, s. 45.
[8]- Kaynaklı indeksli Risale-i Nur Külliyatı, Kastamonu Lahikası, c.
II, s. 1609, İstanbul 1995, Burada ifadeler sadeleştirilmiştir; aslı
şöyledir: Eski zamanda, ondört yaşında iken icazet almanın alâmeti olan
üstad tarafından sarık sardırmak, bir cübbe bana giydirmek vaziyetine
mâniler bulundu. Yaşımın küçüklüğüyle, memleketimizde büyük hocalara
mahsus kisveyi giymek yakışmadığı...
Sâniyen: O zamanda büyük âlimler, bana karşı üstadlık vaziyeti değil, ya
rakib veyahut teslimiyet derecesine girdikleri için, bana cübbe
giydirecek ve üstadlık vaziyetini alacak kendilerine güvenenler
bulunmadı. Ve evliya-yı azîmeden dört-beş zâtın vefat etmeleri
cihetinde, ellialtı senedir icazetin zahir alâmeti olan cübbeyi giymek
ve bir üstadın elini öpmek, üstadlığını kabul etmek hakkımı bugünlerde,
yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlâna Zülcenaheyn Hâlid Ziyaeddin
kendi cübbesini, o cübbeye sarılan bir sarık ile pek garib bir tarzda
bana giydirmek için gönderdiğini bazı emarelerle bana kanaat geldi. Ben
de o mübarek ve yüz yaşında cübbeyi giyiyorum. Cenab-ı Hakk'a yüzbinler
şükrediyorum(Haşiye) Bu mübarek emaneti, Risale-i Nur talebelerinden ve
âhiret hemşirelerimizden Âsiye namında bir muhterem hanımın eliyle
aldım.
[9]- Tarihçe-i hayat 45
[10] - Şemseddin Sami, Kamus-i Türkî, İstanbul 1317.
[11]- Şualar, Sözler Yayınevi, İst. 1993, s. 617. İfadeler
sadeleştirilmiştir. Aslı şöyledir:
Kur’an’ın gizli hakikatleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!!
cümlesinin sarih bir manası asr-ı saadette vahiy suretiyle Kitab-ı
Mübin'in nüzulü olduğu gibi, mana-yı işarîsiyle de, her asırda o Kitab-ı
Mübin'in mertebe-i arşiyesinden ve mu'cize-i maneviyesinden feyz ve
ilham tarîkıyla onun gizli hakikatları ve hakikatlarının bürhanları
iniyor, nüzul ediyor...”
[12]- Şualar, s. 709. İfadeler sadeleştirilmiştir. Aslı şöyledir:
Resail-in Nur denilen otuzüç aded Söz ve otuzüç aded Mektub ve otuzbir
aded Lem'alar, bu zamanda, Kitab-ı Mübin'deki âyetlerin âyetleridir.
Yani, hakaikının alâmetleridir ve hak ve hakikat olduğunun
bürhanlarıdır. Ve o âyetlerdeki hakaik-i imaniyenin gayet kuvvetli
hüccetleridir.
[13]- Sözler, Risale-i Nurlar’ın bir bölümünü oluşturur.
[14]- Barla Lâhikası s.26. İfadeler sadeleştirilmiştir. Aslı şöyledir:
Mübarek Sözler şübhesiz Kitab-ı Mübin'in nurlu lemaatıdır. İçinde izaha
muhtaç yerler eksik olmamakla beraber küll halinde kusursuz ve
noksansızdır.”
[15]- Said Nursî, Şualar, Sözler Yayınevi, İst. 1992 s. 231.
[16]- Bakara 2/256 ve Al-i İmrân 3/103’e bkz.
[17]- Şualar s. 601. İfadeler sadeleştirilmiştir. Aslı
şöyledir: “Resail-in Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de
garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş
bir nur değildir. Belki semavî olan Kur'an'ın, şark ve garbın fevkindeki
yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.”
<!--[if !supportLineBreakNewLine]-->
<!--[endif]-->[18]- Şualar, Yedinci Şua, (Âyetü’l- Kübrâ), Sözler
Yayınevi, İstanbul 1992 s. 84.
[19]- Şualar, Yedinci Şua, (Âyetü’l- Kübrâ), s. 83-84.
<!--[if !supportLineBreakNewLine]-->
<!--[endif]-->[20]- Şualar, Yedinci Şua, (Âyetü’l- Kübrâ), s. 84, 1
numaralı dipnot ve s. 261. Yukarıdaki yazı şu cümlenin tercümesidir.
وبالآية الكبرى أمني من الفجت Arapça’da fecet diye bir kelime olmadığı
için füc’e kabul edilerek anlam verilmiştir.
[21]- Şualar, Onbeşinci Şua, s.526. Bu ibarede kısaltma
yapılmıştır. Tamamı şöyledir: “ Birinci Kelime: لا Åáå ÅáÇ Çááådır.
Bundaki hüccet ise matbu' Âyet-ül Kübra Risalesidir. O emsalsiz hüccetin
hârikalığı içindir ki; İmam-ı Ali (R.A.), Nur'un eczalarından haber
verdiği sırada وبالآية الكبرى أمني من الفجت” Ayetül Kübrâ hakkı için
beni ani ölümden koru” deyip o Âyet-ül Kübra'yı şefaatçı yaparak…”
<!--[if !supportLineBreakNewLine]-->
<!--[endif]-->[22]- Şualar, Onbeşinci Şua, s.526.
[23]- Said Nursî, Emirdağ Lahikası, Sözler Yayınevi, İst. 1993 101.
Anlamı bozmayacak kısaltmalar yapılmıştır.
[24]-Kaynaklı indeksli Risale-i Nur Külliyatı, c. II, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, (Onsekizinci Lem’a) İstanbul 1995, s. 2079, Metnin aslı şöyledir: “Hazret-i Cebrail'in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.) huzur-u Nebevide getirip Hz. Ali'ye Sekine namıyla bir sayfada yazılı İsm-i Âzam, Hz. Ali'nin (r.a.) kucağına düşmüş. Hz. Ali diyor: "Ben Cebrail'in ºahsını yalnız alâimü's-sema suretinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum" diyerek bu İsm-i Âzamdan bahs ile bazı hadisatı zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki: "Evvel-i dünyadan kıyamete kadar ulum-u esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur."
[25]- Kaynaklı indeksli Risale-i Nur Külliyatı, Sikke-i
Tasdik-i Gaybî, s. 2078. Orada geçen ifade aynen şöyledir: Risale-i Nur
şakirtlerine ve naşirlerine karşı Hazret-i Ali'nin (r.a.) irşadkârane ve
teveccühkârane bakması ve işaret etmesidir.
<!--[if !supportLineBreakNewLine]-->
<!--[endif]-->[26]- Karşılığında Ahireti verdikleri için aldıkları ne
olursa olsun, azdır. “... Bu hayatın sağladığı fayda Ahiret yanında pek
az olur.” (Tevbe 9/38)
[27] - Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sözler
Neşriyat, İstanbul 1991, s. 119.
[28]- İsimleri şöyledir: Süleyman, Sabri, Zekâi, Âsım, Re'fet, Ali,
Ahmed Husrev, Mustafa Efendi, Rüştü, Lütfü, Şamlı Tevfik, Ahmed Galib,
Zühtü, Bekir Bey, Lütfi, Mustafa, Mustafa, Mes'ud, Mustafa Çavuş, Hâfız
Ahmed, Hacı Hâfız, Mehmed Efendi, Ali Rıza.
[29] - Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sözler Neşriyat s. 120.
----------------
eKitap::: www.KitapIndir.com