www.EhlibeytKutuphanesi.com  |  www.IslamKutuphanesi.com

İçindekiler

 

 

                                                 Bismillahirrahmanirrahim

                                                               TAKDIM

        Elinizdeki bu eser mütevazi bir çalışmadan ibarettir. Bu eser bir seyahatname sayılabileceği gibi şahsım itabarıyla yeni bir buluşun hikayesidir. Elbette bu buluş tekniksel keşifler türünden değil, dini anlayış'lar ve mezhebi mekteplerle ilgilidir: yani inanç dünyasına ait bir buluşıur. Her bir keşif ve buluşun gerçekte insanı diğer yaraııklar arasında özgünleştiren akl-i selimin ve istikametli düşüncenin bir mahsulü olduğunu nazara alarak kitabımı, batılın karanlık bulutları arasında akl-ı seHmle hakkı batıldan ayıran ve sözleri adalet terazisinde tartıp makul olan keffesini tercih eden ve yapılan konuşma ilc oflaya sürülen görüşleri (kabul ve reddeımeden önce) bir biriyle karşılaştıran ve sözlerin yaldızlısına degil manııklısına uyan kişilere iıhaf ediyorum. Nasılki Allahu Teala buyuruyorki: "O kullarımı müjdele ki, Sözü dinleyip en güzeline uyarlar, onlar Üyle kişilerdir ki Allah onl~rı doğru yola sevketmiştir ve onlar aklı başında bulunanların ta kcndileridir."(Zumer suresi:18) KilabıITIl böyle olan herkese iıhaf ediyor ve Allahtan,

7

gözlerimizi açmasını, bizleri doğru yola sevketmesini, kalplerimizi aydınlatıp hakkı bize tertemiz ve olduğu gibi göstererek ona uymamızı kolaylaştırmasını, batılı bütün boşluk ve çürüklüğü İle bize tanıtmasını, ve böylece ondan uzak durmamızı sağlamasını ve bizleri salih kullarının arasına katmasını istiyorum; şüphesiz o işiten ve kabul edendir.
 

8

Muhammed Ticani Semavi



                                                                    GİRİŞ

        Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun ki o, insanı balçıktan en güzel surette yarattı. Onu diğer mahlukattan üstün kıldı. Mukarreb meleklerini ona secde ettirdi. Şüphesini yakine dönderecek aklı ona bağışladı. Ona iki göz, bir dil, iki dudak verip, her iki yolu (hakkı ve batılı) gösterdi. Onu gaflet uykusundan uyandırması ve mel'un Şeytan'a uymaktan uzaklaştırması için müjdeleyid ve korkutucu «elçiler» gönderdi.

        Ondan, Şeytan'a ibadet etmesin diye ahit aldı. Çünkü Şeytan insanın apaçık düşmanıdır.

        Ve ondan yalnız Allah'a ibadet etmesini istedi o Allah ki, insanı, tam bir iman ve basiret ile doğru yola uymaya emretmiş; delilsiz ve hüccetsiz olarak geçmişlerin yolunu sürdürmesini menetmiştir:'Allah'ı çağıran iyi işler de bulunup hiç şüphesiz ben müslümanım diyenden daha güzel sözlü kimdir"

        Rabbimin salat ve selamı ve bereketi, alemlere rahmet için gönderilen, mazlum ve mustazafların yardımcısı olan, beşeri cehaletin sapkınlıklarından kurtararak, mü'min ve salihlerin yoluna sevkeden büyüğümüz ve mevlamız müslümanların Peygamberi Muhammed ibn-i Abdullah'a ve Onun tertemiz olan Ehl-i Beyti'ne olsun; o Ehl-i Beyt ki Allah, onları müminlerin önderi, ariflerin ışığı, doğruların nişanesi olsunlar diye mahlukatından üstün eyledi; ve her türlü pisliği onlardan uzaklaştırarak onları ma'sum kıldı ve muhabbetlerini Kur'an'da herkese farz eyledi. Onların gemisine binenlere kurtuluşu, ondan kaçanlara ise felaketi vaad e'tti.

        Yine Allah'ın salat ve selamı Resulullah'ın değerli ashabına olsun; Onlara ki Peygamber'e yardım ettiler, ona değer verdiler, hürmetini gözettiler ve canlarını din yolunda feda ettiler; hakkı tanıyıp ona yakin ile bağlandılar ve Resülullah'tan sonra dinde hiç bir tebdil, tahrif yapmadan, azimle Peygamberin yolunu
izlediler ve böylece Allah'a şükredenlerin safında yer aldılar. Allah, onları islam ve müslümanlar hatırına hayırla mükafatlandırsın.

        Yine Allah'ın rahmeti bunlara tabi olan,lara ve onların
yollarında kıyamet gününe kadar sabit kalanlara olsun.

        Allahım! benden kabul et; şüphesiz ki işiten ve bilensin.

        Kalbimi aydınlat ki Sen hak ve gerçeği gösterensin, dilimden düğümü aç ki Sen, hikmeti istediğin mümin kuluna verensin. Allah'ım ilmimi artır ve beni salih kullarının arasına kat!



                                                ÇOCUKLUK DÖNEMİM

        Henüz babamın beni Ramazan ayında teravih namazı kılmak için mahalledeki cami'ye götürdüğü günleri anımsıyorum. On yaşını doldurmamıştım ki; O beni namaz kılanlara tanıtıyor, onlar da beni seviyor ve muhabbet gösteriyorlardı.

        Kur'an hocamızın, bir kaç gün öncedenbenim iki üç gece cemaetle teravih namazını kılmam için gerekli programları hazırladığını biliyordum. Diğer günler ben de mahallenin çocuklarıyla birlikte cemaatle teravih namazını kılmaya ve imarnın Kuran'ın ikinci yarısına, yani Meryem süresine yetişmesini beklerneye adet etmiştim.

        Babam, benim Kur'an öğrenimi me özel bir özen gösteriyordu; bu yüzden beni Kur'an okuluna koymuş ve bir yandan da akrabalarımızdan gözleri görmeyen ve Kur'an hafızı olan Cami İmamının geceleri evde verdiği Kur'an derslerine katılmarnı sağlamıştı. Böylece ben küçük yaştan Kur'an'ıo yarısını ezberlemiş bulunuyordum.

        Kur'an Hocamız halka teravih namazını kıldırmamı sağlarken Kur'an öğretimi hususundaki başarısını göstermeye

10

çalışıyordu; bu yüzden Kur'an'ın gerekli teevit kurallarını bana öğretmişti, ve iyice emin olmak için beni bir kaç kez de imtihan etmişti...

        İmtihanı babam ve hocamın benden bekledikleri gibi üstün bir başarıyla geçirmem, orada bulunan tüm halkın muhabbet ve övgüsünü kazanmama sebep oldu. Onlar hocamı, beni bu şekil de yetiştirdiğinden dolayı övüp methettiler. Daha sonra da babarnı tebrik ettiler. Ve hep birlikte yüce İslam dini ve Şeyhin bereketinden ötürü Allah'a şükrettiler.

        Bu hadiseden sonra, hatırası hayalimden kolay kolay silinmeyecek günler yaşadım. Artık şöhretim tüm şehre yayılmıştı.

        O Ramazan gecelerinin dini eğilimlerim yönünden hayatımdaki etkisi, çok güçlü ve kalıcı oldu. Bu etki şu ana kadar devam etmektedir.

        Hayatın sürekli 'akışı sürecinde her ne zaman çıkmazia karşı karşıya gelip şaşkınlık içinde kaldıysam, kuvvetli bir gücün beni doğru yola sevkettiğini hissediyordum. Ruhumda zaaf yahut hayatımda bir tatsızlık hissettiğimde, geçmiş günlerimi hatırlamak ruhumu yükseltip sorumluluğa tahammül gücümü artırıyor ve içimdeki iman ateşini alevlendiriyor.

        Babamın ve daha doğrusu hocamın genç yaşta halka imamlık etmeme vesile olmalarıyla benim omuzlarıma yükledikleri mes'uliyet, devamlı mevcut durumumla arzu ettiğim seviye arasında büyük bir uçurumun olduğunu ve bunun sorumluluğunun da bana ait olduğunu hissetmeme sebep olmuştu.

        Böylece çocukluk ve gençlik dönemim taklitçilik ve inkişaf uğrundaki abes uğraşılardan uzak olmamasına rağmen, nisbi bir istikamet ve doğruluk ile geçti ve ben, ağırbaşlık, sukünet içinde bulunmama ve büyük günahlara bulaşmamama sebep olan ve böylece beni kardeşlerimin arasında seçkin kılan

11



ilahi bir lütufun devamlı benimle birlikte olduğunu hissediyordum.

        Aynı şekilde annemin hayatımdaki etkisi de yön verici ve kalıcı oldu. Gözlerimi açtığımdan beri Kur'an'm kısa siirelerini, namaz ve tahareti bana öğretmeye başlamıştı.

        Annemin ilk oğlu olmam ve birde babamın annemden yıllar önce evlendiği birinci hanımından çocuklarının varoluşu, bunların büyümüş olmaları Ve ailede mevki kazanmaları, onun benim eğitimime özel bir önem vermesine sebep oluyordu.

        O beni terbiyet etmekle teselli buluyordu sanki o bu yolla kendi kuması ve kocasının diğer çocukları ile yarışıyordu.

        Annemin bana koyduğu Ticani isminin 'Ticani" tarikatına bağlı Semavi ailesi yanında özel bir yeri vardı. Bu ailenin Ticani tarıkatma bağlanmaları Şeyh Ahmet Ticani'nin çocuklarından birinin Sema vi ailesinin konuğu olarak EI- Cezair' den Kafse'ye gelmesiyle başlamış ve o günden itibaren, o şehrin halkının çoğu, özellikle kültürlü ve zengin aileler bu SufiIik tarikatına girmişlerdir...

        Bu yüzden yirmiden Fazla aileden müteşekkil SemaviIer ve diğer Ticani tarikatına mensup aileler arasında özel bir sevgi kazanmıştım. Namaz kılan ihtiyarIardan bir çoğu Ramazan gecelerinde benim elirnden, başımdan öpüyor, babarnı tebrik ediyor ve "Bu çocuk şeyh im iz Ahmet Ticaninin bereketlerindendir" diyorlardı.

        Ticani tarikatı, Fas, EI- Cezair, Tunus, Libya, Sudan ve Mısır da yaygındır. Bu tarikatın mensupları kendi tarikatIarını özel bir taassubIa savunurlar. Bu yüzden Şeyh Ahmet Ticani'nin haricinde başka hiç bir velinin ziyaretine gitmezler. Çünkü inanıyorlar ki evliyaların hepsi ilimlerini birbirlerinden öğrenmişler yalnız Şeyh Ticani, Peygamberle arasında 13 asırlık bir zaman Fasılası olmasına rağmen, O İlmini doğrudan

12


Peygamber(s.a.v) den almıştır. Rivayete göre Şeyh Ahmet Ticani diyormuşki: Peygamber(s.a.v) uykuda değil uyanık olduğum halde benim yanı ma geldi.

        Hakeza şeyhlerinin öğrettiği kamil namazın kırk Kur'an hatminden daha üstün olduğuna inanıyorlar.

        Sözü bu konuda uzatmamak için Ticani tarikatı hakkm~a bu kadarıyla yetiniyorum. İnşalah ileride yine bu konuya değineceğim.

        Ben de bu şehrin diğer gençleri gibi bu inançla büyümüştüm, ve bizden sorana, Allaha hamdolsun ki hepimiz müslümanız ve Ehl-i Sünnet ve Cemaatteniz ve İmam-ı Malik Bin Enes'in mezhebine bağlıyız diyordum.

        Elbette Kuzey Afrika da geniş bir şekilde yayılmış bulunan Tasavvuf tarikatları, bizIeri değişik fırkalara bölmüştür. Mesela yalnız Kafsa şehrinde, Ticanİ, Kadiri, Rahmanİ, Selamİ, İsavİ gibi değişik tarikatlar vardır ve herbirinin ayrı ayrı izleyicileri mevcuttur ve herbirinin şiirlerini, dualarını, zikirlerini ezberIiyip düğün, sünnet ve diğer şenlik ve adak törenlerinde okuyanları vardır. Bu tarikatlar, menfi etkilerine rağmen bölgede dini gelenekleri korumak ve evliyalara karşı olan hürmeti güçlendirmek yönünden inkar edilmez röIe sahiptirler.

                                                   MEKKE ZİYARETİ

        Onsekiz yaşında iken Tunus Milli İzcilik Cemiyeti, beni Mekke de yapılacak olan ilk Arap Ve İslam İzcilik Konferansında ülkemizi temsil edecek olan altı kişilik hey'etin bir üyesi olarak seçti.

        Ben ilk etapta kendimi sözkonusu hey'etin en küçük ve en bilgisiz üyesi olarak görüyordum çünkü onlardan ikisi okul

13



müdürü ve üçüncüsü başkent de öğretmen, dördüncüsü muhabir beşincisi ise mesleğini bilmediğim o zamanın milli eğitim bakanının akrabalanndan birisiydi.

        Yolculuğumuz direkt değildi, ilk olarak Yunanistan'ın başkenti Atina'ya gittik; Üç gün orada kaldıktan sonra Ürdün'ün başkenti Umman'a hareket ettik orada da dört gün kaldık. Sonra Suudi Arabistan'a doğru hareket ettik ve orada konferansa katıldıktan sonra Hac ve Umre'farizelerini yerine getirdik.

        Allah'ın evine ilk girdiğim an içimde galeyan eden hislerimin keyfiyetini anlatmaktan acizim. Kalbirn şiddetle çarpıyordu; sanki göğüs karesinden kurtulup yıllar yılı aşkıyla dolup taştığı, arzusuyla yaşadığı bu Beyt-i Atik'e (Beytullah'a) bir an evvel kavuşmak onu yakından müşahede etmek istiyordu. Ve gözlerimden yağmur gibi yaş dökülüyordu durmadan.

        Bana öyle geliyordu ki Kabe'nin duvarının üzerine konmak için meleklerle birlikte ziyaretcilerin başının üzerinden uçmaktayım ve ben "Iebbeyk aııahumme lebbeyk" nidalarıyla Allah'ın çağrısına karşılık veriyorum.

       Hacıların lebbeyk seslerini duyduğumda onların bir ömür çalışıp para biriktirdikten sonra bu mukaddes mekana geldiklerini benim ise hiç bir hazırlığı m olmadan beklenmedik bir şekilde buraya gelmeye muvaffak olduğumu düşünüyordum.

        Hatırlıyorum ki, babam uçak biletlerimi görüp benim yolculuğa cıkacağıma yakin ettiğinde ağlayarak bana sarılıp şöyle dedi:

        «Ne mutlu sana, Aııah istedi ki sen benden önce ve genç yaşta hacca gidip Onun evini ziyaret ed esin. Çünkü sen benim mevlam Ahmet Ticani'nin evladısın. Allah'tan iste beni bağışlasm ve bana Evin'in ziyaretini nasip eylesin.»

        Bu yüzden öyle düşünüyordum ki, Allah mahsus lutfuyla

14


beni halkın, uğnma canlannı feda ettikleri bu makama getirmiş.

        O halde "Iebbeyk" demeye benden daha layık kim olabilirdi? Bu ise, beni çok tavaf etmeye, namaz kılıp Say'i etmeye hatta zemzem suyunu fazla içmeye sevkediyordu. Nur dağına çıkmada bile diğer hacılardan öne geçrneğe çalışıyordum; Peygamber'in Allah'la munacat eylediği ve Peygamberliğe seçildiği Nur dağına çıkmak için adeta birbirleriyle yarışan hacı adaylan arasında ben ikinci kişi idim....

        Oraya ulaşır ulaşmaz yere kapandım; çünkü kendimi Peygamber (s.a.v) in kucağın da sanıyor Onun mukaddes nefeslerini hissediyordum; sanki kendimden geçmiştim. Ne güzel manzaralar ve ne güzel hatıralardı bunlar; ruhumdaki köklü etkileri asla silinmeyecektir.

        Allah'ın bana olan diğer bir lutfu da görüştüğüm değişik hey'et ve kafilelerin hacı adaylarının ilgi ve muhabbetlerini kazanmamdı, çokları mektuplaşmak için adresimi alıyorlardı. Kendi hey'etimizdeki arkadaşlarım da her ne kadar Tunus'un başkentindeki ilk görüşmemizde beni küçümsemişlerdise de sonraları bana çok muhabbet ve ilgi göstermeye başladılar. İlk önce beni küçümsediklerini hissedince kuzey halkı "Güney" .halkını tahkir edip onlara -gerici gözüyle baktığını düşünerek kendimi teselli esiyordum ama çok geçmeden böyle bir teselliye artık ihtiyacım kalmadı çünkü benim hakkımdaki görüşleri tamamen değişti. Özellikle ben yolculuk boyunca katılmaya muvaffak olduğum edebiyat yarışmalarında çok şiir ezberiedeğim için ülkem adına ödüller kazanmaya muvaffak olmuştum. Ülkeme döndüğümde çeşitli milletlere mensub yirmiyi aşkın dostun adresini almış bulunuyordum.

        Bizim Arabistandaki ikametirniz yirmibeş gün çekti. Bu süre içerisinde ulemadan bir çoğuyla görüşüp konuşmalarını dinledik. Bu yolculuk neticesinde Vehhabi mezhebinin

15



akidelerine temayül etmiştim, hatta diğer müslümanların da bu akidede olmalarını arzu ediyordum. Kendi kendime düşünüyordum ki Allah onları diğer kullarının içinden kendi evini korumak için seçmiştir, ve onlar yeryüzünde olan insanların en temizi ve en bilginidirler ki Allah'ın misafirlerine yeterince hizmet edebilmeleri için Allah onlara petrol nimetini de vermiştir.

        Hac'dan döndüğümde. Suudilere mahsus elbiseyi giyinmiş bulunuyordum. Babamın hazırladığı istıkbal töreni benim tasavvurum dışındaydı. Çünkü büyük bir halk kalabalığı hava alanına toplanıp davulların eşliğinde benim gelmemi bekliyorlardı. Ticani ve Kadiri tarikatlarının liderleri halkın önünde yer almışdı.

        Hava alanından beni alıp "Allah-u ekber" ve "LaUahe illallah" nidalarıyla şehrimizin caddelerinde dolaştırdılar, uğradığımız her camiin önünde halkın beni ziyaret etmeleri için bir kaç dakika bekliyorduk. Özellikle yaşlılar, Allah'ın evini ve Resulullah'ın kabrini ziyaret etmeye olan aşklarını, beni bağırlarına basıp öpmek ve ağlamakla adeta gösteriyordular.

        "Kafse" şehrinden benim yaşta bir gencin hacca gitmesinin alışılmış bir şeyolmayışı halkın heyecan ve coşkusunun daha da artmasınasebepolmuştu.

        Hayatırnın en tatlı günlerinin o zamanlar olduğunu söyleyebilirim; şehrin ileri gelenleri bizim eve kadar gelip beni tebrik ediyorlardı; bir çoğu babamın huzurunda benden teberrük için Fatiha süresini ve bazı duaları okumamı istiyorlardı; ben de bazen sıkılıyor ve bazen de cesaretlenip okuyordum. Her defsaında ziyaretçilerim gider gitmez annem bana nazar değmesin diye üzerlik yakıyor ve dua okuyordu.

        Babam üç gün Ticani hazretlerinin makamında kurban kesip halka ziyafet çekti. Ziyafete gelen halk yolculuğumla

16


ilgili her konuda benden soru soruyorlardı. Benim verdiğim cevaplar da genelde Suudi'lere ve onların İslarnı yaymak için gösterdikleri çabalara olan hayranlığımı dile getirir bir içeriğe sahipti.

        Bundan sonra, şehir halkı bana "Hacı" lakabını verdiler; arUk "hacı" kelimesi denildiğinde sadece ben akla geliyordum.

        Gitgide marufiyetim arttı ve İhvan'ulmüslimin gibi dini çevrelerde meşhur olmaya başladım. Ben mescidlere gidip halkı mezarın etrafındaki sandıkları öpmekten, tahtalara el sürmekten menetmeği ve bunun bir şirk olduğunu halka açıklamağı kendime vazife bildim. Benim çalışmam bu şekilde ilerledi. Hatta bazen Cuma günlerinde imarnın hutbesinden önce mescitte ders veriyordum.

        Cuma günleri Cuma namazının çeşitli mescitlerde aynı vakte denk gelmeyecek şekilde aralıklı olarak kılındığı için ben Ebi Yakub camiinde konuşmamı bitirdikten sonra hemen Büyük cami'ye gidiyor ve orda da konuşma yapıyordum.

        Genellikle pazar günlerine ait derslerime lise'de teknik, dersi verdiğim talebeler katılıyor ve bu dersi çok , beğeniyorlardı. Ve gitgide bana olan muhabbet ve ilgileri çoğalıyordu. Zira ben vaktimin çoğunu materyalist ve marksistlerin fikirlerini onların beyinlerinden temizlemek için harcıyordum. Çocuklar sabırsızca benim dersimi bekliyodardı ben de onların sorularına iyice cevap vermek için çeşitli dini kitaplar alıp okuyordum.

        Hacca gittiğim yıl evlenerek dinimin yarısını da koruma tevfikini kazanmıştım.
Rahmetlik annem ölmeden önce beni evlendirrnek istiyordu. O kocasının diğer çocuklarını büyütmüş ve onların düğün merasimlerine katılmıştı bu nedenle tek dileği beni damad elbisesinde görmekti, Allah'ta onu arzusuna kavuşturdu

17



ve ben de onun emirlerine uyarak, o güne kadar hiç görmediğim bir kızla evlendim. Annem, iki çocuğumuzun olduğunu gördükten sonra benden razı olarak dünyadan ayrıldı. Babam ise Annem'den iki yıl önce vefat etmişti. Babam ölmeden iki yıl önce hakiki bir tevbeyle Allah'ın evini ziyaret etmiş bulunuyordu.

        O dönemler Libya devrimi yeni zafere ulaşmıştı. Bu devrimin müslümanların ve özellikle Arap millettinin İsrail ile yaptıkları savaştaki yenilgilerinden sonra gerçekleşmesi ve İslam adına konuşan, camilerde halka imamlık eden ve Kudüs'ün kurtuluşu için sloganlar atan bir gencin bu devrimi yönetmesi, beni ve benim gibi müslüman ve arap devletlerinde bulunan gençlerin çoğunu kendine cezbetmişti. Bu yüzden onun için ben, Libyaya kültürel bir seyehat teşebbüsüne geçtim.

        Devrimin ilk zafere ulaştığı dönemlerde kırk öğretmenden oluşan bir grupla Libya'y'ı ziyaret ettik. Döndüğümüzde bu inkılaba olan ıştiyakımız daha da artmış bu hareketin Arap ümmetinin hayrına olduğuna inanmaya başlamıştık.

        Yıllar geçiyor ve benim diğer ülkelerde olan arkadaşlarımla ilişkim mektup yoluyla kesintisiz sürüyordu. Bunlardan bazılarıyla samimiyetim öylesine artmıştı ki, israrla ziyaretlerine gitmemi istiyorlardı. Bu yüzden bütün yaz tatilini kaplıyacak şekilde uzun bir yolculuğun hazırlıklarını görmeye başladım. Yolculuk planı m kara yoluyla Mısır'a ve oradan Suriye'ye ve Ürdün'e ve son olarak da Suudi Arabistan'a gitmek tL Suudi'de hem Ömre amellerini yerine getirmeyi düşünüyor ve hem de yayılması uğruna çok çaba sarfettiğim Vahhabilik mektebiyle rabltamı yenilernek istiyordum.

        Artık benim şöhretim kendi şehrimin sınırlarını aşmış ve komşu şehirlere varmış bulunuyordu. Cuma namazına katılan yolcular benim derslerimi dinlİyor ve kendi şehrinde ondan

18


bahsediyordu. Böylece haber Cerid eyaletinin başkenti olan Tozro şehrinde ma'ruf Sufi tarikatının şeyhi olan Şeyh İsmail El'Hadifi efendiye bile ulaşmıştı.

        Bu şeyhin Tunus'un her tarafında hatta Tunus'un dışında, Fransa ve Almanyadaki işçilerin içerisinde de bir çok muridleri vardır. Şeyh Kafse'deki vekilleri aracılığıyla beni ziyaretine davet etti, şeyh'in Kafse'deki vekilleri bana göndermiş oldukları uzun bir mektupta yaptığım islami hizmetleri taktirle anmış ve sonra şu iddiaya yer 'vermiştiler ki, bu işler arif bir şeyhin hidayetiyle gerçekleşmedikçe insanı bir karınca kadar bile Allah'a yaklaştırmaz. Yine "Şeyhi olmayan şahsın, Şeyh i şeytandır" diye naklettikleri hadise işaret ederek şöyle yazmışİardı: "Mutlaka hatalarının düzeltilmesi için bir şeyhe bağlanmalısm yoksa ilmin yarısı elinden çıkar". Sonra da Sahib-uz Zaman'ın (bu tabirle Şeyh İsmaili kastediyorlar) beni özel yardımcı ve mucidi olmaya layık gördüğünü bildirmişlerdi.

        Bu haber beni o kadar sevindirdi ki sevincimden ağlayıp bunu da Allah'ın bana verdiği büyük nimetlerden biri olarak bildim. Ben geçmişte sofuların büyüklerinden olan ve kendisinden bir çok keramet nakledilen Şeyh Hefyan'ın izleyicilerinden ve yakın dostlarından birisiydim. Yine Seyyid Salih ve Seyyid Geylani ve bunlardan başka diğer tarikatlara bağlı olanlarla da dost idim. Bu nedenle sabırsızca o şeyhi görmek istiyordum.

        Şeyh İsmailin meclisine girdiğimde meclis, onun beyaz elbiseli yaşlı ve genç muridleriyle dolu idi. Onlarla görüşüp hal hatır sorduktan sonra Şeyh İsmail içeri girdi; hep birlikte ayağa kalkıp onun elini öptüler. Şeyhin vekili işaretle gelenin şeyh İsmail olduğunu anlatmak istedi bana. Ama ben fazla bir tepki  gostermedim.

        Ben beklediğimi burada bulmamıştım, ben şeyhi görmeden

19



önce vekillerinin anlattığı mücizeler ve kerametleri düşünerek onu başka bir şekilde tasavvur ediyordum, ama karşılaşınca onu vekarı ve heybeti olmayan normal bir şeyh olduğunu gördüm.

        Şeyhin vekili beni şeyhe tanıttı ve o da bana hoş geldin deyip beni sağ tarafına oturttu.

         Şeyhle birlikte yemek yedikten sonra zikir merasimi başladı ve bir kez daha vekil beni şeyhten "ahd" almak için şeyhe tanıttı....

        Törenden sonra hep birlikte beni öperek tebrik ettiler Konuşmalarından anladım ki onlar benim hakkımda çok şeyler duymuşlar bu da benim onlara karşı cesaretimin artmasına sebep oldu. Hatta şeyh'in başkalarının sorularına verdi~i cevaplara itiraz edip itirazlarımda Kur'an ve hadislere istinat ediyordum. Ama orada oturanlar benim bu itirazlarımı şeyhe karşı saygısızlık sayıp çok rahatsız oldular. Çünkü onlar şeyhin huzurunda ondan izin almayıncaya kadar konuşmamaya adet etmişlerdi. Şeyh bu durumu farkedince orada bulunanların rahatsızlığını şu ifadeyle giderdi: "Evveli yakıcı olanın sonu parlaktır".

        Oturanlar şeyhin bu sözünü benim için bir iftihar madalyası gibi sandılar şöyle ki muhakkak benim sonum iftiharlı olur. Oturanlar bir kez daha bani tebrik ettiler ama şeyh benim ona bir kez daha itiraz etmeme fırsat vermemek için bir arifle ilgili şu hikayeyi anlattı: "Bir alim bir gün bir arif'in huzuruna gider; arif ona ka lk gusül et der, o gidip gusül ettikten sonra oturmak istediğinde tekrar ona git gusül et "der o da tekrar önceki gusül de bir noksanlık olduğunu zannederek kalkıp gider bu defa çok dikkatli bir şekilde gusleder.

        Gusülden sonra oturmak istediğinde Şeyh ona seslenip bir kez daha ona gusül etmesini emreder. O zaman Alim ağlayarak der ki: "Ey efendim ilimim ve amelimden gusül ettim (tövbe

20

.

ettim) Artık Allah'ın senin elinle bana vereceği hayırdan başka
bir çarem kalmadı".

        Arif o zaman "öyleyse artık otur!" der".

        Ben ve oturanlar bu sözden Şeyhin beni kastettiğini anladık. Şeyh kalkıp gittikten sonra oturanlar hep birlikte beni Şeyhin huzurunda sessiz oturmadığımdan dolayı kınadılar.

        Ve amellerimin Allah katında değerden düşmemesi için Şeyhin huzurunda sessiz oturup onun hürmetini korurnam gerektiği hususunda beni iknaya çalıştılar.

        Onlar kendi sözlerine şu ayeti delil gösteriyorlardı.

        «Ey müminler, sizler sesinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin ve Peygamberle kendi aranızda birbirinizle konuştuğunuz gibi yüksek sesle konuşmayın ki haberiniz olmadan amelleriniz hiç olur»(1)

         Bunun üzerine ben de kendi değerimi bilip onların emir ve nasihatlarını yerine getirdi m ve Şeyh beni kendisine daha da yaklaştırdı. Ben Şeyh in yanın da üç gün kaldıım. Bu müddette ona bir çok sorular sordum, sorularımın bazılarını onu denernek için soruyordum ve şeyhin kendisi de bunu biliyordu Bu yüzden şunu da ekliyordu ki: Kur'an'ın bir zahiri bir de batını vardır. Batınının ise yedi batını vardır. O sandığını açıp şecerenamesini bana gösterdi orada bir çok salih ve ariflerin isimleri sırayla geçiyordu ve asılları Ebul Hasani şazili'ye varıyordu ve bir çok evliyadan sonra şecerename Hz. Ali ibn-i Ebi Talib(A.S) de son buluyordu.

        Hatırlatılması gereken bir husus da, bunların yaptıkları toplantıların manevi bi hava içinde düzenlendiği konusudur.

        Toplantılar Şeyhin K ur'an-ı Kerim'den bir kaç ayeti
-----------------------

1- Hücürat,22


2l



tecvide kıraat etmesi ve daha sonra dünyayı kınayıcı ahiret ve takvaya sevkedici kasidelerin matle'ini okumasıyla başlıyordu şeyhin matle'ini okudugu kasidelerin devamını muridleri okuyordu. Ondan sonra Şeyhin sağ tarafında oturan ilk murid, Kur'an'i Kerim'den bir kaç ayet okur ve "sadakallahulazim" dedikten sonra Şeyh yeni bir kasidenin ilk beytini okur oturanlar ise ona eşlik ederlerdi. Böylece halkada bulunanlar Kur'an-ı Kerim'den bir ayet okumakla dahi olsa bu işe iştirak ediyorlardı. onlar vecde gelinceye kadar şiir okumayı sürdürüyor ve okudukça sağa sola eğiliyorlardı sonra ayağa kalkıp çember yapıp Şeyhi aralarına alıyor ve ah ah demeye başlıyorlardı, Şeyhde, meclis ısınıncaya kadar ortada döner her döndüğünde de onların birine teveccüh ederdi; bu hareketleri davulun sesine benzer bir ahenk kazanıncaya dek devam ettirirlerdi.

        Anormalca hareketlerde bulunacak derecede kendinden geçenler de olurdu. Zaman geçtikçe topluluğun sesi git-gide daha bir uyum kazanıyordu; ahenkli olduğu kadar hüzünlü bir hal da alıyordu kendisine. Sonra da coşku ve hareketin yerini sükünet alıyordu ve toplantı Şeyh in bir kasidesiyle son buluyordu. Şeyh, baş ve omuzlarını öptükten sonra herkes kendi yerinde oturuyordu.

        Ben de bazı hareket ve inlemelerinde onlara eşlik ettim ama kalben bu işleri kabullenmiş değildim, ve içeri md e bir çeşit çelişki hissediyordum. Çünkü ben inanmıştım ki Allah'tan başkasına tevessül olunmaz; bu yüzden birinde yere kapanıp çok ağladım. Çünkü kendimi iki zıt yolun ortasında görüyordum. Bunlardan biri, insana daha başka ruhi hal1er yaşatan onun kalbinin derinliklerini korku. züht, salih ve arif kullar vasıtasıyla Allah'a yünelme gibi güzel hislerle dolduran sofuluğa ait akım ve diğeri ise bütün bunların şirk olduğunu ve şirkin

22


affedilmeyen bir günah olduğunu bana öğretmiş olan Vehhabilik
akımı.

        Gerçekten Vehhabiliğin öne sürdüğü gibi, Resulul1ah(SA V)'a tevessül etmek doğru değiidiyse evliya'ya,ariflere tevessül etmenin ne anlamı kalırdı?
Şeyhin beni kendi şehrimde vekilliğine adamasına rağmen kalbirn bir türlü bu işlere kanaat getirmiş değildi.

        Her ne kadar da bazen sofuluğa doğru yönelik temayülüm artıyor ve Allahın salih kullarına karşı içimde özel bir hürmet beslediğimi hissediyorsam da ama sonra bu fikirlerime karşı çıkıyor ve şu ayet-i kerime'yi kendime delil olarak gösteriyordum: «Allah ile birlikte bir başka ilahı çağırma, Ondan başka ilah yoktur» (1)

        Ve «Ey inananlar Allah dan çekinin ve Onu vesileyle arayın»(2) ayeti ile bana karşılık verene hemen vahhabilerin öğrettiği cevabı verir ve derdi m ki: vesile,"salih amel" dir.

        O günlerim ıztırab ve tereddütle geçti; Buna rağmen bazen eve gelen muritlerle birlikte sofulara mahsus toplu zikir meclislerini oluşturuyor geceleri sabahlara kadar sözkonusu merasimi sürdürüyorduk.

        Öyleki komşulanınız da bizlerin bu mera:simlerde toplanırken ah-ah diyerek çıkardığımız sesten rahatsız olmaya başlamışlardı ama bana bir şey söylemeyip sadece hanımları vasıtasıyla durumu benim eşime bildirmekle yetinmişlerdi. Ben de bunun üzerine arkadaşlarıma, "benim dış ülkelere üç aylık bir seyahatım olacaktır" dedim ve bu meclisleri kendilerinden birinin evinde düzenlemelerini istedim ve sonra aile ve
------------

l-Kasas /85
2-Mâide
/35



23



akrabalarla vedalaşarak. Allaha tevekkül edip yola koyuldum.


24



                                              BAŞARILI BİR SEYAHAT

        Libya'nın başkenti Trablus'ta ikametim pek fazla sürmedi. Yalnız Mısır konsolosluğundan Mısır topraklarına girmek için vize almak amacı ile bir kaç gün orada kalma zorunda kaldım. Bu sırada oradaki arkadaşlarımla görüştüm ve onlar bana yardımcı oldular.
    
        Üç gün üç gece süren yolculukta Libya'dan kendi memleketlerine dönmekte olan dört Mısırlı işçi ile kiralık bir otomobilde beraberdik.

        Yolculuk süresince onlarla sohbet ediyor ve onlara Kur'an okuyordum. Bu da onların bana ilgi ve alaka göstermelerine sebep oldu. Her birisi kendinin evine gitmem için beni davet etti.

        Ben onların aralarından Ahmet isimli dindar ve takvalı birisinin davetini kabul ettim ve evine gittim. O da bana hizmette hiç bir şeyi esirgemedi.

        Kahire de 20 gün kaldım. Bu süre içinde Mısır'ın meşhur müzisyenlerinden olan Ferid-ul Etreş ile Nil nehrinin kıyısında bulunan evinde görüştüm. Mısırdan ülkemize gelen bu adamın ahlaklı ve ağırbaşlı birisi olduğunu okumuştum ve bu yüzden kendisini yakından da görmek istiyordum. Ama Lübnan'a yolculuk etmek için havaalanına gitmek üzere olduğum için, görüşmemiz yirmi dakikadan fazla sürmedi. keza meşhur Kur'an karisi olan Abd'ul Basıt Abd'us Semed ile de görüştüm. Ona çok hayrandım, üç gün onunla birlikte oldum, onun akrabaları ve dostları ile tanıştım ve çeşitli konularda kendileriyle söhbet ettik.

        Benim girişken, sarih ve bilgilerimin geniş oluşu onları şaşırtıyordu. Sanattan konuşulduğunda ezberlediğim şiirlerden okuyordum, zühd ve takvadan söz edildiğinde Tiycani ve Medeni tarikatından olduğumu söylüyordum. Batı ülkelerden

25


konuşulduğunda yaz tatillerinde gitmiş olduğum Paris, Londra, Belçika, Hollanda, İtalya ve İspanya yolculuklarımdan anlatıyordum

        Hacdan konuşulduğunda, haca gitmiş olduğumu ve şimdi de Ömreye gitmek için yolculuğa çıktığımı söyleyerek yedi defa haca gitmiş olanların bile görmemiş olduğu Hira, Sevr ma ğar aları ve Hazret İsmail'in mezbehi gibi mukaddes makamları onlara anlatıyordum. İlim ve keşiflerden söz açıldığında, ilmi terim ve istatistiklerle konuşuyordum.

        Siyasetten söz edilince kendi görüşleri ml e onları susturuyordum. siyasi söhbetlerde bazen şöyle derdim: Allah Selahattin Eyyubi'ye rahmet etsin o, gülümsemeği bile kendisine yasaklamıştı. Bazı yakınları "Peygamber(S.A.V) devamlı gülümserdi diyerek onu kınadıklarında şöyle derdi:

        Nasıl güleyim, oysa ki Mescid'ul Aksa Allah'ın düşmanlarının işgali altındadır; hayır, Anah'a andolsun ki orayı kurtarmayıncaya kadar gülmeyeceğim, yahut o yolda öleceğim.

        Erezher'in alimlerinden bazıları gelip benim toplantılarıma katılıyordu; ezberlediğim hadis ve ayetlerin çokluğu onları şaşırtıyordu. ve benim hangi üniversiteden mezun olduğumu soruyorlardı. Bende iftiharla, EI'ezher, den önce tesis edilen Zeytuniyye üniversitesinden mezun olduğumu söylüyor ve ekliyordum ki, Erezher üniversitesini tesis eden Fatimiler, Tunus'un El Mehdiye kentin'den hareketlerini başlatmışlardı.

        El'ezher Üniversitesinde bir çok bilgin kişilerle tanıştım ve bana bir çok kitap hediye ettiler. Günlerin birinde Erezher üniversitesinin görevlilerinin birisinin dairesinde olUrduğum sırada, Mısır inkılab şürasının bir üyesi içeri girdi ve onu Kahire'nin devlet demir yollarına bağlı olan Mısırın en büyük şirketlerinden birisinde Hıristiyanlarında bulunduğu bir toplantıya davet etti. El'ezher'in görevlisi yalnız gitmek

26

istemeyip benimde orada bulunmam hususunda israr etti. Bu toplantıda ben EI'ezher alimi ile Hırıstıyanların keşişinin ortasında yer alan özel makarnda oturdum.

        Toplantılara katılanlar, benim konuşma yapmamı istediler; ben de kendi memleketimizde muhtelif mescid ve diğer kültür merkezlerinde devamlı konuşmalar yaptığım için çekinmeden orada da bir. konuşma yaptım.

        Bu olayları anlatmaktan maksadım şu ki bu olaylar git gide o dönemlerde kendim de bir büyüklük hissetmeme ve kendimi bir alim sanrnama sebep olmuştu. Niçin alim olmayayım? Oysa ki Erezher'in alimleri buna tasdik etmişlerdi, hatta c;mlardan birisi bana şöyle demişti: "Senin yerin Erezherdir ve burada kalmalısın".

        Beni daha fazla gururlandıran bir hadise de, Peygamber(S.A.V) in kendisinden sonra kalan bazı mübarek eserlerini ziyaret etmeme izin vermiş olmasıydı.

        Kahire'de Hz. Hüseyn'in mescidinin görevlisi, kendi deyişiyle Hz. Resulullah'ın izni olmadan açılmayan bir odaya beni götürdü ve özel bir sandığı açıp Peygamber(S.A.V) in gömleğini ve diğer bazı mübarek eserlerini bana gösterdi. Ben de bunları ziyaret ettim. Oradan çıktığımda Peygamber(S.A.V) bana böyle bir özel lütüf ve inayette bulunmuş diye sevincimden ağlıyordum özellikle o görevli benim ziyaret etmem için hiç bir para filan da istemedi. Hatta ben zorla para vermek istediğimde o benim çok israrıma karşı çok az mıktar bir şeyaldı ve beni, Hz. Peygamber(S.A.V) in tarafından kabul edildiğim için tebrik etti.

        Şayette bu olayın tesiri altında bir kaç gece Vehhabilerin dedikleri "Peygamber ölmüş ve onun ölüsü diğer ölüler gibidir" sözü üzerinde derin bir tefekküre daldım ve sonunda bu kötü ve sapık fikirleri beynimden çıkarmaya muvaffak oldum ve bu

27


sözlerin, temelsiz ve çürük olduguna inandım.

        Allah yolunda şehid olan bir kişi, Kur'an'ı Kerim'de açıklandığı üzere ölü sayılmayacaksa ve diri olup Allah'ın yanında rızıklandırılıyorsa, nasıl olurda ilk ve son bütün insanların efendisi Hz. Resulullah(S.A.V) diğer ölüler gibi sayılabilir.?

        Bu düşüncem geçmişteki sofulardan öğrendiğim bilgiler sayesinde daha bir aydınh.k kazandı. Çünkü Sofular kendi evliya ve şeyhlerinin alemdeki işlerde tasarruf ve tesir etme salahiyetine sahip olduklarına ve bu makamı Allah'ın onlara verdiğine inanıyorlar. Onlar bu makamların Allah'ın emirlerini yerine getirip ve Hakk'ın indindeki yüce makamlara ulaşmak istemekle hasıl olduğuna inanırlar. Nitekim Al1ahu Teala hadisi kutsi'de buyuruyor ki: "Kulum bana itaat et; benim gibi olursun ki her şeye ol dediğinde olsun",

        Mısır' daki ikametimin son günlerinde çeşitli mescidleri ziyaret edip onlarda namaz kıldım. Maliki'lerin mescidinden başlayarak Hanefilerin, Şafii ve Hanbemerin mescidlerine gittim. Hz. Zeyneb ve Hz. Hüseyn'in mescidlerini de ziyaret ettim. Ve son olarak da Tiycani'lerin zaviyesine gittim ve orda da bazı hadiselerle karşılaştım ki, konu uzamamasın diye onları nakletmeyeceğim.

                                                GEMİDEKİ GÖRÜŞME

        Mısır'dan Beyrut'a giden gemiye önceden belirlenen vakitte ulaşmak için Kahire'den İskenderiye limanına gelmiş bulunuyordum gemideki sandalyeme yerleşir yerleşmez. fikri ve cismi bakımdan kendimde yorgunluk hissettiğim için biraz uyudum. Geminin hareketinden iki üç saat geçtikten sonra uyandığımda yanımda oturan yol arkadaşı m bana dönüp "galiba

28

iyice yorulmuşsunuz "dedi. "Evet" dedim "Kahire İskenderiye yolculuğu bayağı yordu beni, dün gece gemiye yetişmek için çok az uyudum". Onun !eheesinden Mısır'lı olmadığını anladım. Her zamanki adetim oldugundan kendimi tutamayarak onunla tanışmak istedim. Kendimi ona tanıttım ve onun da Irak'lı olduğunu öğrendim. İsmi Mun'im ve Bağdat üniversitesinin bir öğretim üyesI idi. O, kendi Doktora tezini Ezher üniversitesine sunmak için Kahire'ye gelmişti.

        Onunla İslam ve Arap ülkeleri ve Mısır hakkında konuşup Arapların siyonistlerin karşısında yenildiklerini konuşuyor, derteşiyorduk. Ben bu konuyla ilgili olarak dedim ki: Arapların yenilmelerinin tek sebebi, Arap ve müslümanların arasında ki tefrikalardır ki onları küçük-küçük devletlere, çeşitli mezhep ve fırkalara ayırmıştır. Bu yüzden nüfuslarının fazla olması düşmanları karşısında hiç bir kıymet ve önem taşımıyor. Mısır ve Mısı'rlılar hakkında da çok sohbet ettik; her ikirniz de müslümanların yenilmelerinin sebebi hususunda İttifak etmiştik. Ben sözlerimin bir bölümünde şöyle dedim: "Sömürücülerin bizleri bu şekilde bölmelerine gerçekten karşıyım. Bu bölünmeler bizleri kolayca esirliğe sürüklüyor oysa bizler halen Maliki ile Hanefi mezhebi arasına fark koyuyoruz". Sonra başımdan geçen bir üzücü olayı ona anlattım: Ben Kahire'de Ebu Hanife camiine gittim, orada onlarla birlikte ikindi namazımı cemaetle kıldım. Namazı bitirdikten sonra yanımda oturan birisi sinirli bir şekilde bana dönüp; " neden namazda ellerini bağlamadın" dedi? Ben nezaketle cevap verdim: Malikiler namazda ellerini bağlamıyorlar bende Maliki mezhebindenim. Ama adam, "öyleyse kalk Malikilerin camisine git orada namazını kıl" dedi. Ben çok üzgün olarak oradan ayrıldım. Bu şahsın bana böyle davranması gerçekten beni çok şaşırttı.

29


       Bunu anlattıımda Irak'lı Profosör gülümseyerek, "Ben de şiiyim" dedi. Bunu duyunca dehşete kapıldım ve çekinmeden: "Eğer senin şii olduğunu bilseydim seninle konuşmazdım" dedim. Niçin efendim? dedi. Çünkü, sizler müslüman değilsiniz dedim, Ali ibn-i Ebi Talib'e ibadet ediyorsunuz, sizlerin Allah'a inanan iyi ve ılımlı olanlarınınz bile Hz. Muhammed (saa) in peygamberliğini ve risaletini kabul etmeyip Cebrail'e layık olmayan sözleri isnad ediyorlar ve diyorlar ki, "Cebrail Allahın emanetine hiyanet etti, risaleti Hz. Ali'ye getireceğine Hz. Muhammed'e (saa) getirdi". Sözlerime böylece devam ediyordum. Arkadaşım ise arada bazen gülümsüyor bazen de "Lahevle ve la kuvvete illa billah" diyordu. Sözlerim bittikten sonra tekrar benden sorduki: Siz öğretmen misiniz, çocuklara ders mi veriyorsunuz?" Evet dedim. "Eğer öğretmenler böyle düşünürlerse kültürsüz cahil halkı kınamamalıyız" dedi. Ne demek istiyorsunuz? dedim. "Özür diliyorum, siz bu yalan iddiaları nereden öğrendiniz"? dedi. Halkın içerisinde bulunan kanaatlardan ve tarih kitaplarından diye karşılık verdim ve O, halkı kendi başına bırakalım da sen hangi kitaplardan bu sözleri öğrendiğini söyle" dedi. Ben de Ahmet Eminin, yazmış olduğu Facr'ul İslam, Zuhal İslam, Zehrul İslam gibi bazı kitapların isimlerini saymaya başladım. O, "Ahmet Emin ne zaman şiiler hakkında kaynak oldu? Eğer sen adalet ile hükmetmek istiyorsan bu sözleri şiilerin asıl kaynaklarında bulmalısın" dedi. Ben de karşılığında tüm halkın içinde meşhur olan şeylerin neyini araşlırayım dedim. Ama o şöyle dedi: Ahmet Emin Irak'a ziyarete geldiğinde ben Necer'le onunla görüşen hocalardan biriydim. Ona şiilerin hakkında yazdığı sözler hususunda itiraz euiğimizde O özür diledi ve dedi: Ben maalesef sizlerin hakkında hiç bir şey bilmiyordum ve şimdiye kadar şiilerle hiç karşılaşmadım ve bu benim şiilerle ilk

30


karşılaşmamdır. Bunun üzerine ona şöyle dedik: Bu mazeretin, suçundan daha kötüdür, çünkü bizlerin hakkında hiç bir şey bilmediğin halde neden ağzına gelen her kötülüğü şiilere isnad edip yazdın? Arkadaşım sözlerine devam ederek dediki "Kardeşim, Kur'an en kuvvetli ve en güçlü kaynak olmasına rağmen eğer bizler şimdi yahudi ve hristiyanların suç ve hatalarını, Kur'an-ı Kerim'den onlara gösterecek olursak, onlar yine bu sözleri kabul etmezler, ama eğer biz onların suç ve hatalarını onların itimat ettikleri kitaplarından çıkarıp onlara gösterirsek bu, "Şehide şehidun min ehlihi babından olur" (yani kendi hatalarını kendilerinin itiraf etmesi gibi olur.)

        Arkadaşımın bu sözleri su gibi benim susamış kalbime dökülüyordu.

        Bu kısa tartışıma neticesinde elinde bir delili olmayan bir tartışmacı konumuna düştüğünü gördüm. Çünkü sağlam bir mantık ve güçlü delillerle karşı karşıya geldiğimi hissediyordum. Kendi kendime, biraz alçak gönüllükle bunu dinlersem ne olur "dedim. Sonra ona hitaben" O zaman sen Hz. Muhammed'e inananlardansın" dedim. Evet dedi, Irak'da bulunan tüm şiirler de benim gibidirler. Sen de şii kardeşlerin hakkında türlü-türlü zanlara kapılmaman için bunu yakından araştırıp görebilirsin. Çünkü bazı lanlar günahtır. Sonra şunu da
eklediki:

        Eğer gerçekten hakikatı öğrenmek istiyorsan ve gerçeği olduğu gibi gözlerinle görüp kalbin ile inanmak istiyorsan ben seni Irak'a davet edliyorum.

        Orada şiilerin ulema ve avam tabakasıyla görüşür ve doğru bir kanaata sahip olursun.

         Dedimki: "benim de arzum bir gün Irak'a gelerek Abbasi'lerin ve özellikle Harunurreşid döneminden kalan meşhur islami eserleri yakından görmektir. Ama ilk önce maddi



31




imkanlarım sınırlıdır ve ancak Ömre seferimin masraflarını karşılayacak miktardadır ve sonra elimdeki pasaportla da Irak'a giremem; vize almam gerekir. Ama o dedi ki: "Seni Irak'a davet etmem, senin Beyrut'tan Bağdat'a ve Bağdat'tan Beyrut'a olan tüm masraflarını ve senin Irak'ta kaldığın müddetce masraflarını karşılayacağım demektir ve orada da benim misafirimsin ve bizim evde ikamet edeceksin. Ama pasaportla ilgili mesele ise bu işi Allah'a bırak, eğer Allah Irak'a gelmeni isterse pasaportsuzda gelmen mümkün olur. Biz Beyrut'ta indiğimizde Irak'a girebilmen için vize almaya gayret ederiz".

        Bu teklif beni çok sevindirdi, arkadaşıma, "inşallah yarın kesin bir şey söylerim" dedim ve ondan ayrıldım. Taze hava almak için güveneye çıktım, fikrim yeni meselelerle meşgul idi; bir yandan da denizlerle birleşen ufuklara daırnıştım.

        Allah'a kainatı bu kadar güzel yarattığı için hamd ve sena ediyor ve buraya kadar beni getirdiğinden dolayı şükrediyordum ve ondan beni kötü insanlardan ve
kötülüklerden uzaklaştırmasını ve hata ve sapıklıklardan korumasını diliyordum.

        Git - gide fikir denizi me dalıyor ve çocukluğumdan o ana kadar başımdan geçen güzel günlerin hepsini bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiriyordu m; geçmişimi düşünmek istikbalimin daha iyi olacağına dair ümidimi daha da artırıyordu.

        Öyle hissediyordum ki Allah ve Resülünün(S.A.V} özel bir lutuf ve inayeti beni kuşatmış, çepe
- çevre sarmıştı.

        Son olarak, Peygamber(S.A.V) in gömleğini öptüğüm o güzel hatıraları gözlerim de canlanan ve bazı sahilleri uzaklardan görünen Mısır'a veda ettim.

        Bir kez daha bu şia'nın sözlerini aklımdan geçirdim. Gerçekten de bu teklif, çocukluk dönemimden arzumu gerçekleştirdiği için beni çok sevindirmişti.


32


        Ben Irak'a giderek İslam medeniyetinin ilerlediği dönemde batılı bilginlerin bile ders aldığı Dar'ul Hikme gibi ilim merkezinin kurucusu Mamun'un ve babası Harun'ur Reşid'in diyarının tarihi eserlerini yakından görmek istiyodum.

        Üstelik Irak, Kutbi Rebbani, Şeyh-i Semedani, ünü dünyayı sarmış, tarikatı köylere bile ulaşmış, gayreti tüm gayretleri aşmış olan Mevlam Abdulkadir Geylani gibilerin mezarının bulunduğu bir yerdir.

        Bu arzularımın da yerine gelmesini yine Allahın diğer inayeti olarak görüyordum. Böylece hayal ve kuruntu denizinde yüzmeye dalmıştım. Akşam yemeği için geminin verdiği mola beni bu dalgınlıktan kendime getirdi, ben de restoranta doğru ilerledim ama herkes biribirinden öne geçmek için birbirlerini itiyorlardı ve böylece izdiham olmuştu. Ses seda çoğalmış idi aniden şii olan şahıs benim hafifce gömleğimden çekerek şöyle dedi: Gel kardeşim kendini üzme, biz bu kalabalığa girmeyelim sonradan rahat yemeğimizi yeriz; seni çoktan beri arıyorum. O bana "Namazını kıldın mı?" diye sordu. "Henüz kılmamışim dedim. O zaman "gel" dedi, gel de "namazımızı kılalım sonra bu izdiham biter rahatça yemeğimizi yeriz".

        Teklifini beğendim, abdest almak için kalabalıktan uzaklaştık. Bu adamın nasıl namaz kıldığını merak ediyordum.

        Bu yüzden onu imam olarak öne geçirdim ve sonra kendi namazımı iade ederim dedim. Ama o akşam namazının kıraat ve zikirlerine başladığında benim görüşüm tamamen değişti öyle ki kendimi Peygamber(S.A.V) in değerli sahabelerinin birinin peşinde namaz kılıyor sandım. Namaz bittikten sonra bir çok dualar okudu. Ben o zamana kadar bu duaları kendi ülkernde ve gezdiğim diğer devletlerde duymamıştım. O okuduğu duaların arasında Peygamber ve Ehl-i Beytine salavat gönderdikçe benim içim rahatlıyordu. Namazda ağladığı
 

33

gözlerinden belli oluyordu, benim basiret gözümün açılması için de dua ettiğini duydum. Namazdan sonra beraber restoranta gittik, restoranta ben oturmadan kendisi oturmadı. Sonra iki kişilik yemek getirdiler. O benim önümdeki kabın etinin az olduğu için benim kabul etmememe rağmen kendi önündeki kabla değiştirdi. Ben onun misafiriymişim gibi israr ve iltifat ediyordu, çok yumuşak ve samimi konuşuyordu, sohbetlerinin arasında yemek yeme, su içme ve sofranın adabı hakkında benim duymadığım bir kaç rivayet de zikretti

        Ahlakından çok hoşlanmıştım. Yatsı namazını da ona uyarak kıldım. Namazı duayla o kadar uzattı ki ben de ağladım. Allah'tan istedim ki, bu şahsın hakkında benim zannımı değiştirsin; ki bazı şüpheler günahtır. Ama nelerle karşılaşacağımı kim ne bilirdi?

        Irak ve binbir gecesini hayel ederek uyudum. Sabah namazına beni çağırmasıyla uyandım ve birlikte sabah namazını kıldık, daha sonra Allah'ın müslümanlara verdiği nimetlerden bahsettik. Ben tekrar uyudum. Uyandığımda onu yatağında elindeki tesbih ile Allah'a zikir ettiğini gördüm. Böylece ona güvenim kesinleşti ve Allahtan beni bağışlamasını istedim.

        Restoran'da bir şeyler yemeğe meşgul iken hoperlör Lübnan sahiline yaklaştığımızı ve iki saat sonra Beyrut limanına ulaşacağımızı bildiriyordu.

       Arkadaşım, "iyice düşünüp sonuca vardın mı?" diye sordu. "Eğer Allah isterse ve Irak'a gitmek için vize alırsak hiç bir engel yok" dedim. Ve ona bu davetinden dolayı çok teşekkür ettim. Beyrut'ta inip o geceyi Beyrut'ta geçirdik ve sonra oradan Şam'a gittik. Şam'a iner inmez hemen Irak konsolosluğuna gittik ve hiç ummadığım sür'atle Irak'a girmek için vize aldık. Oradan çıktığımızda arkadaşım vize alabildiğim için beni tebrik edip Allah'a şükretti.
 

34