www.EhlibeytKutuphanesi.com  |  www.IslamKutuphanesi.com

İçindekiler


                    

                        «EHL-İ SÜNNET VE CEMAAT» DEYİMİNİN TARİHİ

        Tarihte yaptığım araştırmalara göre Muaviye'nin hakimiyeti ele aldığı yılın Am'ul cemaet (cemaet yılı) olarak anılmasını kararlaştırmışlardır. Osman öldükten sonra müslümanlar Hz. Ali'nin şiileri ve Muaviye'nin taraftarları olarak ikiye bölünmüştüler. Hz. Ali şehid olduktan sonra Muaviye İmam Hasan(a.s) la yaptığı anlaşmadan sonra tüm müslümanlara egemen oldu.

        Bu yüzden o yıl, cemaet yılı diye adlandırıldı. Buna göre, "Ehl-i sünnet ve cemaet tabiri, Muaviye'nin sünnetine uyup onun hakimiyetinde toplananlar anlamına gelmektedir; sanıldığı gibi, Resulullah(s.a.v)ın sünnetine uyanlar anlamına gelmemektedir.

        Resulullah'ın sünnetini Muaviye'den ve onun gibi Mekke fethinden (yani müşriklerin son sığınağı da yıkıldıktan) sonra müslüman olanlardan daha iyi bildikleri inkar edilemez bir gerçektir; çünkü bir evin çocuğu o evde olanı diğerlerinden daha iyi bilir. Ama biz Ehl-i sünnetten olanlar Peygamber'in evladı olan "oniki imamı" bırakarak onların düşmanlarına sarılmışız. Hepimiz Resulullah'tan nakledilen "halifelerim oniki tanedir ve hepsi kureyş" tendir hadisini biliyoruz ama, dört halifeden başkasını tanımıyoruz.

        Belki de, "Ehl-i sünnet ve cemaat" ismini bizlere veren Muaviye'nin sünnet ve cemaetten maksadı, Ali ve evlatlarına lanet okuma sünneti üzerinde cemaatleştirmekti; ki onun koyduğu bu sünnet ancak, Ömer ibn'i Abdulaziz tarafından kaldırılabilmiştir.

        Bazı tarihciler yazıyorlar kendisi Emevilerden olmasına rağmen, Ali ve Ehl-i Beyt'ine

243


lanet okuma sünnetini kaldırdığı için Emevi'ler tarafından öldürülmesi istenmişti.

        Ey benim ailem ve aşiretim, gelin Allah'ın hidayeti ile hakikatları aramaya incelemeye yönelelim; taassubları bir kenara bırakalım. Gerçekte bizler Emeviler ve Abbasrlerin yükledikleri fikri donukluğun kurbanları olmuşuz. Bizler hiç şüphesiz, Muaviye, Amr'i As, Muğeyret ibn-i Şübe gibilerinin hilelerine aldanmışız. Gelin gerçek İslam tarihini araştırarak apaçık hakikatleri bulalım. Allah bizlere iki kat sevap verir, belki bizlerin sebebine Peygamber'in vefatından sonra yetmişüç fırkaya bölünen ve çeşitli belalara düçar olan bu ümmet, tekrar vahdete yönelir.

        Gelin lailahemallah Muhammed Resulullah ve Ehl-i beyt'e itaat bayrağı altında ümmeti toplayalım. Resulullah'ın kendisi Ehl-i beyt'ine itaat etmeği bizlere emretmiştir ve buyurmuştur ki: "Ehl-i beyt'den öne düşmeyin helak olursunuz ve onlardan ayrı kalmayın helak olursunuz ve onlara bir şeyi öğretmeyin ki onlar sizlerden daha bilgilidirler". (1)

        Eğer böyle yaparsak Allah gazabını bizden kaldırır ve bizlere korku ve üzüntüden sonra emniyet ve rahatlık bağışlar; yeryüzüne bizi hakim kılar ve bizleri yeryüzünün varislerinden karar verir ve kendi velisi olan İmam Mehdi(a.s) yi Peygamber'inin verdiği vade üzere gönderir ve o, yeryüzünü
-------------------

1. Durr'ul Mensur, Suyuti, c. 2. so 60 -
Usdul Gabe, c. 3. 137
Sevaikul Muhrike, s.148 ve 226
Yenabi'ul Mevedde s. 41, 355
Kenz'ul Ummal, c.1. s. 168
Mecme'uz' Zevaid, c.9. s.163

244

zülüm ve sitemle dolduktan sonra adalet ve doğrulukla doldurur ve onun sebebine Allah nurunu tüm yeryüzüne yayar.

                                  DOSTLARA YAPTIĞIM ÇAĞRI

        Hak mezhebi kabullenmem, ruhi seâdet ve esenliğimin başlangıç noktası oldu. Bu vesileyle ben tamamen rahatladım ve kalbirn hak mezheple ve daha doğrusu şüpheden uzak olan gerçek İslam'la inşirah kazandı. Allah'ın bana bağışladığı hidayet ve ruhi olgunluk nimetinin sevinci vücudumu sarmıştl. Artık bu nimeti gizlemeğe ve susmağa takat getirernedim ve kendi kendime "bu hakikatı yaymalıyım" dedim.

        Nitekim Allah'u teala buyuruyar ki: "Allah'ın sana verdiği nimetini söyle". (1)

        Allah'ın bana lutf etmiş olduğu bu nimet, dünya ve ahirette olan en büyük nimetlerdendi. Keza "Hakkı söylemeyen dilsiz şeytandır" ve "hakkın ötesinde sapıklıktan başka bir şey yoktur" diye buyrulmuştur.

        Beni bu hakikatı yaymamda kararlı kılan en büyük sebep, Resulullah ve Ehl-i beyt'ini (2) seven Ehl-i sünnet ve cemaet'in ekseriyetinin sade kalpli ve hakka meyilli oluşu idi. Bu gibi insanların hakka tabi olmaları için gözleri önüne tarih boyunca çekilen perdelerin atılması yeterliydi.

        Bu durum benim kendi şahsımda tahakkuk etmiş bir gerçekti. Allah'u Teala "Siz de önceden böyleydiniz de Allah size lutuf etti". buyurmuştur.

        İlk olarak, benimle birlikte yüksek ôkulda. öğretmenlik
----------------

1- Düha, 11
2- Nisâ, 94

245

yapan dört arkadaşımı bu mevzu üzerinde yaptığım araştırmaya katılmak için davet ettim.

        Bunlardan ikisi din dersi hocası, biri arapça dili ve diğeri ise İslam felsefesi hocası idi. Hiç biri Kafsa'lı değil Tunus, Cummal ve Süse'li idiler.

        Ben onları bu önemli mevzüyu birlikte incelemeye davet ettim, ve kendilerinden kavramasında zorluk çektiğim bazı meseleler üzerinde oturup tartışmamızı istedim; onlar da bu daveti müsbet karşılayarak hergün çalışma saatlerinden sonra benim evime gelmeyi kabul ettiler. Ben ilk olarak onlara "El'Muraciat" kitabını verdim ve dedim ki "Bu kitabın yazarı bazı ilginç iddialara sahiptir; okuyup inceleyelim. Onlardan üç tanesi bu teklifi kabul ederek ciddiyetle incelerneyi başlattılar, ama arapça dilbilgisi hocası dört
- beş toplantıdan sonra "Batılılar ayı fethederken sizler halen İslam'da hilafet konusunu araştırıp duruyorsunuz"?! diyerek incelemeği sürdürmekten vazgeçti.

        Bir ay zarfında kitabın incelenmesi bitti ve bu tahkik sonucu onların her üçü de hakkı kabul edip Şii oldular. Elbette ben de onlara hakikata en kısa yoldan ulaşmaları için yıllar boyunca yaptığım araştırmalar sonucunda edindiğim bilgi ve malumatımdan yararlanarak elimden geldiğince yardımcı oldum. Böylece, hidayete vesile olmanın tadını anladım ve geleceğe daha bir umutla bakmağa başladım.

        Yavaş - yavaş mesciddeki derslerimde veya sofuluk halkalarında tanıştığım arkadaşlarımı ve okuldaki samimi talebelerimi toplantılarımıza davet ettim.

        Allah'a şükürler olsun bir yıl geçmeden Ehl-i beyt mezhebini kabul edenler olarak sayımız (çoğaldı. Ehl-i beyt'in velayetini kabul eden bizler, artık onların dostlarıyla dost ve düşmanlarıyla düşman; bayramlarında sevinen ve Aşüra
gibi
 

246

günlerde yasa bürünen ve yas meclisleri tutan bir topluluk haline geldik. İlk kez Kafsa'da tören ve şenlik düzenleyerek anmaya muvaffak olduğumuz Gadir'i Hum bayramında, Seyyid Hoi ve Seyyid Muhammed Bakır Sadr'a mektup yazarak basirete kavuştuğumu ve şii olduğumu bildirdim. Git - gide her - kes benim şii olduğumu ve halkı Ehl-i beyt'in mezhebine davet ettiğimi bildi ve o andan itibaren bizi hedef alan töhmet, iftira ve yalanlar ülke çapında yayılmaya başladı.

        İsrail casusu olmaktan tut halkı dininde şüpheye düşürmek, sahabeye sövmek fitne çıkarmak gibi türlü
- türlü iftira ve yalanlara maruz kaldık. Ben başkentte Raşitel Gannuşi ve Abdulfettah Moru isimli arkadaşlarla görüştüm.

        Bu ikisi şiddetle bana muhalefet ediyorlardı. Abdulfettah'ın evinde gerçekleşen görüşmede onlara "bizler müslüman olarak tarihimizi incelemeli, kaynaklarimızı ciddi bir şekilde gözden geçirmeliyiz" dedim ve örnek olarak Sahih'i Buhari'yi zikrederek onda akıl ve dine ters düşen rivayetlerin olduğunu söyledim. Bu sözüm onlara çok ağır geldi galiba. Bu yüzden sinirlenerek dediler ki, "sen kimsin ki Buhari'yi tenkit etmeye kalkışıyorsun?"

        Ben her ne kadar soğukkanlılıkla onları ilmi bahse girmeye ikna etmek istediysem de başarılı olamadım; onlar bunu reddederek "Sen şii olabilirsin ama biz şii değiliz; bizim daha önemli meselelerimiz vardır. Her şeyden önce İslam ahkamını riayet etmeyen bir düzen ve siyasi otoriteyle mücadele etmekteyiz". dediler.

        Ben dedim ki "İslam'ın hakikatını bilmeden hakimiyeti ele geçirmeniz ne yarar sağlayabilir? eğer siz otoriteyi ele geçirseniz onlardan daha kötü bir icraya da duçar olabilirsiniz".

      Görşmemiz böylece sona erdi. Bu görüşmenin akabinde İhvan'ul müslimin'e bağlı bazı kişiler tarafından aleyhimize



247



yapılan şayiâlar daha da artış gösterdi. Bunlar kendi taraftarlarına, benim, devletin uşağı olduğumu ve müslümanları inançlarında şüpheye düşürerek devlete karşı verilen islami mücadeleden onları alıkoyduğumu söylüyorlardı.

        Neticede İhvan'ul müslimin safında yeralan gençlerden ve sun tarikatlarına mensup ihtiyarlardan irtibatlarımız kopma ya başladı ve kendi vatanımız ve akrabalarımızın içerisinde zor dönemler yaşamaya başladık.

        Ama Allah'u Teala daha hayırlısını bizlere nasib eyledi. Yavaş - yavaş diğer şehirlerden hakikatı incelemek için bazı gençler bize uğramaya başladı ve ben elimden geldiği kadarıyla onları ikna etmeye çalıştım. Böylece başkentli, Kirvan, Süse, Seydi ve Buzeyd'li bir grup genç şia mezhebine dahil oldular Yaz tatilinde Irak'a yaptığım Sefer'de Avrupa'ya da uğradım. Fransa ve Hollanda'da bazı arkadaşlarla görüştüm ve onlarla mezhebi konular hakkında tartıştık; ve Allah'a şükürler olsun ki onlar da basirete kavuştular.

        Necef'te Seyyid Muhammed Bakır Sadr ile görüştüğümdc büyük bir sevinç içindeydim. O beni Tunus'da Ehl-i beyt mezhebini yayan ilk kişi olarak yanındakilere tanıttıktan sonra benim mektubumu alıp ilk olarak Tunus'da Gadir'i Hum bayramını kutladığımızı öğrenince sevinçten ağladığını söyledi. Ben Seyyid'e, karşılaştığımız zorlukları, şayiaları (söylentileri) ve yalnızlığımızı anlattım.

        Seyyid sözlerinin bir bölümünde şöyle dedi: Zorluklara tahammül etmelisin; Çünkü Ehl-i beytin yolu zor ve çetin bir yoldur. "Bir kişi Resulullah'ın yanına gelerek dedi ki: "Ya ResuluIlah, ben seni seviyorum. Hazret Resulullah(s.a.v) buyurdu ki: Çok zorluklarla karşılaşmakla seni müjdeliyorum. Adam, amcan oğlu Ali(a.s) yi de seviyorum dedi Resulullah(s.a.v) buyurdu ki: Düşmanlarının çok olacağını sana müjdeliyorum. O kişi dedi ki: Ya Resulullah, Hasan ve Hüseyin'i de seviyorum. Resuluılah buyurdu ki; o zaman fakirlik ve belalarm çokluğuyla seni müjdeliyorum".

        Bizler hakka davvet uğrunda ne yapmışız? Oysa ki Hz. Hüseyin kendi canını, evlatlarını, dostlarının hepsini bu yolda kurban etti. (Hakiki) şiiler tarih boyunca bu uğurda çok büyük zorluklara göğüs germişlerdir; öyleyse hak yolunda zahmet ve zorluklara katlanmak ve fedakarlık göstermek gerekir.

       Gerçekten eğer Allah bir kişiyi senin elinle doğru yola sevkederse, senin için dünya ve dünyada bulunanların hepsinden daha hayırlıdır".


        Seyyid Sadr, bana inzivaya çekilmememi ve Ehl-i sünnet kardeşlere, benden kaçsalar bile daha fazla yaklaşmarnı tavsiye etti. Hatta aramızda, kopukluk olmasın diye onların arkasında namaz kılmarnı söyledi. Çünkü onlar asırlar boyunca tarihin tahrif edilerek anlatılmasının kurbanı olduklarından gerçeklerden habersizdirler ve insanlar, bilmedikleri şeylere düşman kesilirler.

        Seyyid Hoi'de yine takriben aynı tavsiyelerde bulundu. Ve Seyyid Muhammed Ali Tabatabai Hekim de gönderdiği mektuplarla (Çeşitli, meseleler hususunda) bize devamlı nasihat ve tavsiyelerini yazıyordu ve yeni şii olan kardeşlerimizde çok müsbet bir te'sir'e sahipti.

        Çeşitli münasebetlerde Necef'e ziyarete gidiyordum ve Necef alimleriyle görüşüyordum. Bununla da kalmayıp her yıl yaz tatilini Hz. Ali(a.s) nin kabrinin yanında gecirerek Seyyit Muhammed Bakır Sadr'ın derslerine katılmağa kararlaştırdım katılmaya muvaffak olduğum o derslerden, ben burada vasıf edemeyeceğim derecede faydalanmaya muvaffak oldum. Sonra 12 İmam'ın hepsinin türbelerini ziyaret etmeyi kararlaştırdım.


249


Ve Allah'u Teala'da beni buna muvaffak eyledi. Ve ben tüm imamların ziyaretine hatta İran'ın Meşhed şehrindeki Hz. İmam Rıza'nın kabrinin ziyaretine de gittim. Orada da yine bir çok alimle tanıştım ve onlardan çok istifade ettim. Dini merci' olarak taklit ettiğim Seyyid Hoi, bana kendi devletimizde yeni şii olanlara kitap ve diğer şeyler yardım etmek için humus ve zekat'tan harcamam için izin verdi. Ve ben beldemizde önemli kaynakları içine alan her iki fırkanın kitaplarından müteşekkil yararlı bir kütüphane kurmaya muvaffak oldum; adını da Ehl-i beyt kütüphanesi "koydum. Allah'a şükürler olsun ki bir çok kişi oradan yararlanmaktadırlar.

        Bundan onbeş yıl önce Allah'u teala bana bir başka lutufta bulundu ve bizim sevinç ve bahtiyarlığımızı iki katına çıkardı. O da Kafse şehrinin belediye Reis'inin benim bulunduğum caddeye Ali ibn-i Ebi Talib ismini vermeyi kabul etmesiydi.

        Burada onun yaptığı bu hizmetlen dolayı tekrar ona teşekkürlerimi sunmak isterim; o değerli bir müslümandır ve Hz. Ali(a.s) ye olan sevgisi çoktur.

        Ben kendisine El Müraciat kitabını hediye etlim; o da bunun karşılığında bizlere daha fazla hürmet edip alaka gösterdi. Allah ona hayırlı mükafatlar versin....

        Bazı inatçı Ehl-i beyt düşmanları, Ali ibn'i Ebi talib'in ismini taşıyan tabloyu mahvetmeye çalişlılar ama muvaffak olamadılar ve Allah, caddenin isminin öylece kalmasını istedi.

        Artık dünyanın her köşesinden bize gelen mektupların üzerinde Ali ibn'i Ebi talib caddesi diye yazılıyordu. Bu şerefli isim, bizim güzel ve tarihi şehrimizi mubarek kıldı.

        Ehl-i beyt imamlarının ve Necef alimlerinin nasihatlarıyla amel ederek, elimizden geldiğince diğer mezheplere mensub kardeşlerimize yakınlık gösterdik Ye onların cemaat namazlarına katıldık; böylece aramızdaki kinler ve öfkeler azaldı; bu arada

250

bizim abdest alışımız ve namaz kılışımız hakkında soru soran gençlerin sorularına gücümüz kadarınca cevap verip onları ikna etmeye muvaffak olduk.

                                          HAKKIN LUTÜF VE HİDAYETİ

        Tunus'un güneyinde yeralan bir köyde bir düğün merasimi esnasında biraraya gelen hanımlar bir karı ve kocadan sözettiklerinde onların içinde bulunan yaşlı bir hanım şaşırak "O hanım nasıl o erkekle evlenmiş olabilir?" demişti. Nedenini sorduklarında ihtiyar hanım, onların her ikisine de kendisinin süt vermiş olduğunu ve bu yüzden onların sütkardeşi olduklarını söylemiş. Bunu duyan hanımlar, olayı kocalarına anlatmış ve mesele böylece büyümüş. Kızın babası, kızına, dadılık yapan o hanımın süt vermiş olduğunu ve oğlanın babası, oğluna aynı hanımın süt vermiş olduğunu tastik etmişler. Bunun üzerine kız ve oğlan tarafları arasında kıyamet kapar ve her biri diğerini bu evlilikten sorumlu tutmaya başlar; aralarında çıkan çatışmada ellerine geçen taş ve sopayla birbirlerine saldırıyorlar. Özellikle bu evlilikten on yıl kadar bir süre geçmiş ve eşlerin bu evlilikten üç çocukları da varimiş. Kadın bu haberi duyar
- duymaz babasının evine firar etmiş ve üzüntüden yemek bile yemezmiş; hatta böyle bir hadiseye tahammül edemediğinden ihtihar etmeye de kalkışmış; Biçare nasıl tahammul etsin ki habersizce kendi(süt) kardeşi ile evlenmiş ve ondan üç çocuğu da olmuştur. Kabileler arasında çıkan kavga sırasında her iki taraftan da bir kaç kişi yaralanmıştır. Ama ihtiyarlardan biri ortaya girip geçici olarak olayı yatıştırıyor. Ve onlara ulemanın yanına giderek bu konuda fetva almalarını nasihat ediyor, Onlar da büyük şehirlere gelip bu olayı halletrnek için bir çok meşhur alime başvuruyarlar, ama sordukları her alim onların

251


hemen birbirlerinden ayrılmalarını gerektiğine ve artık evlenmelerinin haram olduğuna fetva vermiş ve bu evlendiklerinin keffaresi için de ya bir köle azat etmeleri lazım geldiğini yahutta iki ay peşpeşe oruç tutmaları gerektiğini söylemişlerdir. Sonunda Kafse şehrine gelip buranm hocalarına da sormuşlar ama yine aynı fetvayı almışlardır; çünkü Maliki mezhebine göre hatta bir damla süt emmek bile süt baba annesi ve süt kardeşi olmak için yeterlidir.

        İmam Malik, sütü şarab ile kıyas edip "insanı sarhoş eden şeyin çoğu haram olduğu gibi azının da haram olduğuna yani şarabın hem çoğu hem azının haram olduğuna istinat ederek onun gibi süt emzirmenin de bir damla bile olsa süt yoluyla mahremliğin oluşmasına sebep olacağını söylemiştir. Bir adam onları bir tarafa çekip benim evimin adresini onlara veriyor ve diyor ki, "bu gibi konuları Ticani'den sorun; çünkü onun tüm mezhepler hakkında bilgisi vardır. Ben kaç defa onun bu hocalarla tartıştığına hepsini güçlü delillerle mağlup ettiğine şahit olmuşum", Kadının kocası gelip meseleyi bana söyleyince ben onu kendimle kütüphane'ye götürdüm, O tüm olayı evvelinden sonuna kadar teferruatıyla bana anlattı ve dedi ki; "efendim benim hanımım intihar etmek istiyor; çocuklarımız sahipsiz kalmış; bizim hiç bir çaremiz kalmamıştı ki senin adresini verdiler. Bu kadar kitabı senin yanında görmem, kalbime bir aydınlık ve ümit saldı. Belki siz bu düğümü çözebilirsiniz". Bir kahve getirdim ve sonra biraz düşündükten sonra o ihtiyar hanımdan kaç defa süt emmiş olabileceğini sordum. Bilernem, dedi "ama hanımım iki veya üç defadan fazla süt emmemiştir; çünkü hanımımın babası kızını süt emmesi için ancak iki veya üç defa o ihtiyar hanımın evine götürmüş olduğunu söyledi". Bunu duyunca ben dedim ki, "eğer bu doğru olursa sizlerin şer'an bir müşkülünüz yoktur; nikahmız sahih ve

252

helaldir", Bunu duyar duymaz zavallı benim ellerime kapanıp elimi ve başımı öptü sonra şöyle dedi: "Allah kalbini sevinçle doldursun; beni ıztıraptan kurtardm ve esenlik kapısnı yüzüme açtın. Artık kahvesini bitirmeden ve benim sözlerimin kaynağını bile sormadan izin alıp çocuk ve hanımına müjde vermek için hemen yanımdan ayrıldı. Ama ertesi gün yedi kişiyle birlikte tekrar benim yanıma geldi ve yanındakileri bana tanıtarak şöyle dedi: "Bu benim babamdır ve bu da hanımımın babasıdır ve üçüncü şahıs köy muhtarı, dördüncüsü cami imamı, beşincisi kabile büyüğü, altıncı şahıs okul müdürü yedinci şahıs şeyh'tir. Bunlar süt mahremliği ile ilgili meseleyi tartışmak ve bizim evliliğimizin helal olduğuna dair verdiğin fetvanın delilini sormak için buraya gelmiş bulunuyorlar".

        Ben onları kütüphaneye götürdüm ve onlara kahve sunup biraz taltifte bulunduktan sonra kendilerini dinlemeğe hazır olduğumu söyledim. Dediler ki, "Seninle süt mahremiyeti
mevzuunu tartışmak için geldik. Allah Kur'an'ı kerim'de süt emzirmenin mahremiyete sebep olduğunu ve süt kardeşlerinin evlenmelerinin haram olduğunu açıkça buyurmuştur. Keza Resulullah, "neseb yoluyla haram olan, süt emzirme yoluyla da haram olur" buyurarak süt kardeşlerinin birbiriyle evlenmesini haram etmiştir ve İmam Malik'de böyle evliliğin haramlığına fetva vermiştir; Ama sen böyle bir evliliğin helal olduğuna fetva vermişsin!"

        Ben bir kişiyim" dedim "ama maşaallah siz sekiz kişisiniz; eğer hepinizle tartışacak olursam o zaman sizleri ikna edemem ve asıl mesele, yan meselelerin içinde kaybolup gider; bu yüzden en iyisi sizler aranızdan bir kişiyi seçin ben onunla konuşayım. Diğerleri de hakem olarak konuşmamızı dinlesinler".

        Onlar benim bu teklifimi beğendiler ve aralarındaki şeyh'in en bilginleri olduğunu söyleyerek onu benimle tartışmak

253



için seçtiler. O söze başlayarak şöyle dedi: "Sen, Allah ve Resulul'lun ve mezhep imamlarının haram ettiği bir şeyi nasıl halal edebilirsin?"

        Dedim ki: Ben böyle bir işe teşebbüs etmekten Allah'a sığınıyorum. Allah'u Teâla sütle mahremiyete yolaçtığını mücmel bir ayetle açıklamıştır ve meselenin teferruatını ve şartlarını beyan etmeyi Resulüne(s.a.v) bırakmıştır; Resulullah'da bunun şartlarını tefsilatıyla açıklamıştır".

        Dedi ki, "Ama İmam Malik, bir damla sütle dahil mahremliğin gerçekleşeceğine ve evlenmenin haram olacağına fetva "vermiştir.

        "Biliyorum" dedim; "ancak İmam Malik'in sözü muhalefeti caiz olmayan bir delil değildir! Acaba sizin diğer İmamlar hakkkındaki görüşünüz nedir?"

        "Allah hepsinden razı olsun; dedi onların hepsi Resulullah'tan ilimlerini almışlardır". Bunun üzerine ben eğer İmam Malik'in fetvası, Resulullah'ın hükmüyle muhalif olursa o zaman sen Resulullah'ın hükmünü bırakıp İmam Malik'i taklit edersen Allah'a ne cevap verirsin?" diye bir soru sordum; şaşırarak "Allah'u ekber; İmam Malik o büyüklüğüyle nasıl Resulullah'ın kesin hükmü ile muhalefet edebilir? diye cevap verdi. Orda bulunanların hepsi benim bu sözüme yani İmam Malik hakkında böyle cür'etkar konuşmama şaşırdılar. Hemen dedim ki: "İmam Malik sahabeden miydi? "Hayır" dedi. Tabiin'den miydi? dedim. "Hayır, dedi "o ancak etba-i tabi'lerindendir". Dedim ki, "Acaba Ali ibn'i Ebi Talib mi Peygamber'e yakın idi yoksa imam Malik
mi?

        "Elbette Ali ibn-i Ebi Talib daha yakın idi. O, Hülefa-i Raşidindendir" dedi.

        Oturanlardan birisi de kalkıp dedi ki;

        "Hz. Ali ilim şehrinin kapısıdır".

254

        Dedim ki o halde neden ilim şehrinin kapısını bırakmışsınız da ne saha be ne de tabiin'den olan birine bağlanmışsınız?

        O, fitneden sonra ve Resulullah'ın Medine'si, Yezid'in ordusu tarafından tecavüze maruz kaldıktan, sahabenin büyükleri öldürüldükten, namuslar tecavüze uğradıktan ve Resulullah'ın sünnetlerinin yerini bid'atler aldıktan sonra dünyaya gelmiştir. Öyleyse insan, cinayetkar sultanların istekleri doğrultusunda fetva verdikleri için onların rızasını kazanan imarnlara nasıl güvenebilir?

        Onlardan biri dedi ki: Senin şii olduğunu ve Hz. Ali'ye taptığını duymuşuz".

        Ama yanında oturan arkadaşı dirseğiyle onu vurarak dedi ki: "Sus; böyle değerli ve bilgin birine bu sözleri söylemekten utanmıyor musun? ben şimdiye kadar hiç bir alimin bu kadar çok kitabı olduğunu görmedeim; bu adam sözlerini tam bir güvenle ifade ediyor".

        O adama dönüp "Evet ben şiiyim ama şia Hz. Ali'ye ibadet etmiyor sadece İmam Malik'in yerine Hz. Ali'ye uyuyorlar; çünkü kendinizin de dediği gibi Hz. Ali, ilim şehrinin kapısıdır". dedim. Bunun üzerine Seyh dedi ki: "Acaba İmam Ali süt kardeşlerinin evlenmelerine izin veriyor mu? "Hayır" dedim Ama İmam Ali buyuruyor ki; süt emmek evlenmenin haram olmasına yani birinin diğerinin süt kardeşi olmasına ancak o zaman sebep olur ki onbeş defa peşpeşe bir çocuk bir hanımdan süt emmiş olsun; öyle ki bu onbeş defanın her defasında çocuk sütten doyarak ayrılsın; yahut çocuğun vucudunda et oluşuncaya ve kemiği sertleşineeye kadar birinden süt emmiş olsun. Kadının babası sevinerek dedi ki: "Allah'a andolsun ki benim kızım iki veya üç defadan fazla süt emmemiş; İmam Ali'nin bu sözünde bizim için bir kurtuluş yolu vardır; bizim bu ümitsizliğimizden

255



sonra, Allah bize bir ümit ve rahmet kapısı açmıştır".

        Mürşitleri olan Şeyh dedi ki; "bu konuda bize yakin verecek bir delil gösterir misin?"

        Kalkıp Ayetullah Hoi'nin "Minhac'us salihin" isimli kitabını getirdim ve ona verdim; onun kendisi süt konusunu iyice okudu ve ikna oldu.

        Hepsi sevindiler özellikle benim ikna edici bir delil gösteremeyeceğimden korkan hanımın kocası çok memnun gözüküyordu. Sonra kitabı benden istediler ki onu köylerinde delil olarak gösterebilsinler; ben de o kitabı onlara verdim ve onlar bana dua ederek ayrılıp gittiler.

        Ama benim evden çıktıklarında bize muhalif olan birisiyle karşılaşmışlar o da bunları bazı kötü hocaların yanına götürmüş ve o hacalar da bu zavallılara benim İsrail uşağı olduğumu ve onlara vermiş olduğum. Minhac'us salihin kitabının baştan başa saptırıcı şeylerle dolu olduğunu ve Iraklıların hepsinin kafir ve münafık insanlar olduklarını, şiilerin ateşperest olduklarından dolayı, bacı ve kardeşin evliliğine izin verdiklerini söylemişler.

        Evet, bu tür yalan ve iftiralarla onları korkutarak benim sözlerimi bir şeye saymamalarını tavsiye etmişler. Onlar da aldanarak veya korkarak önceden ikna olmalarına rağmen tekrar yoldan çıkmışlardıe. Bunun üzerine kadının hocasını Kafse şehrinin mahkemesine başvurarak boşama davası açmaya zorlamışlar ve mahkeme başkanı da onlara başkente gitmelerini ve cümhuriyet müftüsü ile görüşerek ondan meseleye bir çözüm getirmesini istemelerini söylemiş. Kadının kocası başkente gitmiş ve orada bir ay kaldıktan sonra Cumhuriyet Müftüsü ile görüşmeye ve meseleyi baştan sona ona anlatmaya muvaffak olmuştur.

        Müftü, evliliğin sahih olduğuna dair fetva veren alimin ismini soruyor; kadının kocası da, "Ticani Semavi isimli bir

256

alimden başka evliliğin doğruluğuna kimse fetva vermemiştir", diyor. Müftü benim ismimi not ederek hanımın kocasına diyor ki: "sen Kafse'ye dön, ben oranın mahkeme başkanlığına bir mektup yazacağım ve sizin meseleniz hallolacaktır".

        Bir kaç gün geçmeden genel cumhuriyet müftüsünün mektubu, Kafse şehrine ulaşıyor. Kadının kocası avukatı aracığıyla Müftünün mektubunda böyle bir evliliğin haram ve batıl olduğuna dair hüküm verdiğini öğreniyor.

      Bütün bunları hamınm kocası bana anlattı.

      O bunları apıatırken, meselenin bu kadar uzamasından ve sağa sola koşmaya mecbur kaldığından artık bitkin bir vaziyete geldiği anlaşılıyordu.

       Beni meseleye soktuğu için özür diledi. Ben temiz duygularından dolayı ona teşekkür ettim ve Genel Müftünün, böyle bir evliliğin haram ve batıl olmasına dair hüküm çıkarmasından dolayı hayret içinde olduğumu söyledim. Ve sonra ondan, Genel Müftünün yazmış olduğu mektubu bana getirmesini istedim ki onu itiraz olarak Tunus'un gazetelerinde yayınlayayım ve Tunus'un ,Müftüsünün İslam mezheplerinden ve onların süt mahremliği konusundaki ihtilaflarından haberdar olmadığını halka açıklayayım.

        Ama hanımın kocası; "beni, dosyamın içindekileri görmeme bile müsade vermediler "nasıl öyle bir mektubu getirebilirim". dedi.

        Bir kaç gün sonra Mahkeme Başkanı bir mektup göndererek beni, sözkonusu kitap ve o karı kocanın evliliğinin batıl olmadığına dair delillerle birlikte mahkemeye istedi.

        Ben de - önceden hazırladığım ve gösterilecek yerlerinin arasına kolayca bulunması için kağıt koyduğum kaynakları alıp -
tayin edilen saatta mahkemeye gittim. Mahkeme başkanının sekreteri beni karşılayıp başkanın odasına götürdü; içeri


257



girdiğimde, İbtidai Mahkeme Başkanı'nın, vilayet Mahkeme Başkanının ve cumhuriyet savcısının üç diğer aza ile birlikte orada bulunduklarını gördüm hepsi de resmi bir oturumdaymışlar gibi resmi elbiselerini giymişlerdi. Kadının kocası da orada idi; o da salonun sonunda onlarla karşı karşıya oturmuştu.

        Topluluğa selam verdim ama farkına vardım ki, onlar nefret ve tahkirle bana bakıyorlar. Oturduktan sonra Başkan bana dönüp haşin bir selse dedi ki; "Ticani Semavi siz misiniz",! "Evet" dedim. Dedi ki; siz mi bu olayda evliliğinin doğruluğuna fetva vermişsiniz? Dedim ki; hayır, ben müftü değilim ama müslümanların imamları ve alimleri bu fetvayı ver mişler. Dedi; biz de bunun için seni sesledik; sen şimdilik bir sanık durumundasın; eğer iddianı delille isbat edemezsen suçlu görülüp hapse gireceksin ve buradan direk olarak hapishaneye götürüleceksin.

        Ben bu sözlerden, tehlikeyle karşı karşıya olduğumu anladım; elbette fetva verdiğim için değil; bazı kötü alimlerin benim fitne çıkarıp sahabeye dil uzattığıma ve Ehl-i beyt, mezhebini yaydığıma dâir bunlara ispiyonculuk yaptığı için. Hatta (duyduğuma göre mahkeme Başkanı ispiyonculuk yapmış olan o âlime demiş ki; eğer iki şahit getirirsen ben onu hapse atarım.)

        Bunlardan başka İhvan'ul Müslimin'e bağlı olanlardan bazıları da, bu fetvayı suistimal ederek halkın içerisinde yaymışlar ki; ben kardeşlerin birbiriyle evlenmelerine izin vermişim ve bu da şia mezhebinin fetvasıdır. Ben bu sözlerin hepsini önceden duymuştum.

        Mahkeme başkanının beni hapisle tehdit ettiğini görünce artık kendimi tam bir cesaretle savunmaktan başka bir çarem kalmamıştı. Onun için mahkeme başkanına, acaba çekinmeden

258


konuşabilirmiyim?" dedim.

        -
Senin avukatı n olmadığına göre istedigin gibi konuşabilirsin. dedi.

        - Her şeyden önce şunu bilin ki ben fetva vermek için kendimi ortaya atmış bir şahıs değilim; bu kadının kocasından sorun; bunun kendisi benim evime geldi ve müşkülünün çözümünü benden istedi. Bu yüzden, bildiğimi esirgemedan açıklamadan başka bir çarem kalmadı ve ben onlardan kaç kez süt emmiş olduklarını sordum; hanımın iki defadan fazla süt emmemiş olduğunu öğrendim ve buna istinaden İslam'ın hükmünü açıkladım. Ben ne müçtehidim, ne de kendi re'yiyle şeri hüküm çıkaran birisi.

        Mahkeme Başkanı dedi ki; sen bu sözlerinle yalnız kendinin islamı bildiğini ve bizlerin İslam'dan habersiz olduğunu mu iddia ediyorsun? Dedim ki; ben onu kastetmedim, ama bu bölgede halk İmam Malik'in mezhebine bağlı olduğu için o mezhep çerçevesinden öteye geçilmemektedir. Ama ben tüm mezhepleri araştırdığım için bu meselenin çaresini bulmuşum. Başkan, çaresini nereden buldun? diye sordu" Dedim ki; acaba sizden bir şey sorabilirmiyim?

        "Sor" dedi. Dedim ki; Acaba islam mezheplerini nasıl görüyorsunuz? Dedi ki; onların hepsi sahihtir; çünkü hepsi hükümlerini Resulullah'tan almışlar ve onların ihtilaflarında rahmet vardır. Kadının kocasını göstererek dedim ki; o zaman bu zavallıya rahmedin ki iki aydan fazladır hanımı ve çocuklarından ayrılmıştır; çünkü bazı İslam mezhepleri var ki bunun sorununu hallediyor. Başkan sinirlenerek dedi ki; meseleyi bu kadar saptırman yeter; eğer delilin varsa göster, biz sana kendini savunma hakkı verdik; sen ise başkasına avukatlık yapıyorsun."

        Çantamdan Ayetullah Hoi'nin "Minhac'us Salihin" isimli

259



kitabını çıkardım; ona verdim ve dedim ki; Bu Ehl-i beyt mezhebinin kitabıdır; delilleri de içerisindedir. O sözlerimi keserek "bizim Ehl-i beyt mezhebiyle işimiz yoktur; ne onu tanıyoruz ne de ona inanıyoruz" dedi. Ben bu cevabı bekliyordum, bu yüzden Ehl-i sünnet'in kaynaklarını da kendi yanımda götürmüştüm.

        İlk önce Sahih'i Buhari'yi, sonra Sahih'i Müslimi ve sonra Şeyh Mahmut Şeltut'un fetvalarını ve sonra İbn'i Ruşd'un Bidayetul Müçtehid ve Nihayet'ul Muktesid adlı, kitabını 'Ve ondan sonra ibn'i Cevzi'nin Zad'ul Mesir Fi İlmit'tefsir kitabını bir kaç kitapla birlikte çantama yerleştirmiş bulunuyordum. Başkan, Ayetullah Hoi'nin kitabına bakmayı kabul etmeyince ondan sordum ki hangi kitapıara inanıyorsunuz?

        "Sahihi Buhari ve Sahibi Müslime" dedi.

        Hemen Sahih-i. Buhar'yi çıkarıp, belirlenen yerini 'açıp ona uzatarak," buyurun okuyun" dedim. Dedi ki "kendin oku'" Ben okumaya başladım; orada yazmıştı ki: "Falan ravi falandan ve o da Aişe'den nakletmiştir ki "Resulullah dünyadan gitti ama süt emme miktarı, beş veya beşden fazla olmayınca' "süt emzirmek nedeniyle evlenmeyi haram etmedi".

        Başkanın kendisi o kitabı benden alıp okudu, sonra yanındaki vekile verdi; o da okuduktan sonra yanındakine verdi. Ben o sırada Sahih'i Müslim'i çıkardım ve aynı hadisi onda da bulup gösterdim ve sonra "el Ezher" Şeyhi Şeltut'un fetvalarını içeren kitabı çıkardım. O kitabında süt konusunda Mezhep imamlarının ihtilaftarını nakletmiş ve
bazı alimlerin emzirme onbeş defadan az olursa evlenmenin haram olmayacagına fetva verdigini, bazılarının yedi defa ve bazılarının ise beş defayı şart koştuklarını zikrettikten sonra yalnız İmam Malik'in nasla muhalefet ederek bir damlanın bile (evliligin) haram olmasına sebep olduguna dair fetva verdiğini

260


kaydetmişti sonra Şeyh Şeltut şöyle yazmıştı: ben bu fetvanın vasatını kabul ediyorum; yani yedi ve yedi defadan fazla süt emerse haram olur.

        Mahkeme Başkanı bunları gördükten sonra dönüp hanımın kocasına "Git hanımın babasını getir bizim yanımızda şahitlik versin ki kızı, iki yahut üç defadan fazla süt emmemiştir; sonra gidip hanımını evine götürürsün" dedi.

        O zavallı sevinçli bir halde hemen kalkıp gitti.

        Savcı ve diğer azalar da görevlerinin başına gitmek bahanesiyle izin istediler; Başkan'da onlara izin verdi. Artık ikirnizden' başkası orda kalmamıştı. Başkan bana yönelip özür dileyerek dedi ki: "Beni affet hocam! seni başka türlü bana anlatmışlardı ve senin hakkında olmadık şeyler demişlerdi. Şimdi anladım ki o sözleri, söyleyenlerin hepsi yalancı ve inatçıl insanlarmış",

        Bu kadar kısa bir süre içinde böyle bir tahavvulun gerçekleşmesi, beni çok sevindirdi; dedim ki: Allah'a şükürler olsun ki O (Allah) sizin elinizle bana nüsret verdi. Dedi ki; duyduğuma göre senin büyük bir kütüphanen var; acaba "Heyat'ul heyvan'il kubra" isimli kitabınız varmıdır? Evet, dedim. Dedi ki: onu iki yıldan beridir arıyorum acaba o kitabı
bana ödünç olarak verir misiniz? Dedim ki, "Ne zaman isteseniz o kitabı kütüphenemizden alabilirsiniz. Dedi ki; Benim büroyu gelmek için vaktiniz olur mu acaba? ki (Oturup) konuşalım ve sizden istifade edeyim.

       "Rica ederim" dedim; "ben sizlerden isıifade etmeliyim; çünkü siz, yaş ve makam yönünden benden daha üstünsünüz; ben haftanın dört günü tatilim ve bu müddette sizin hizmetinizdeyim,"

        Onunla her cumartesi günü duruşması olmadığı için biraraya gelmeyi kararlaştırdık.

261


        O, sahih'i Buhari ve Müslim'i ve şeyh şeltut'un fetvalarını içeren kitabı, içindeki süt mevzuü ile ilgili olan nasları yazmak için onun yanında bırakmarnı istedi; ve ben sözkonusu kitapları ona bıraktım. Ayrılmak için kalktğımda o da benimle birlikte kalkıp beni uğurladı.

        Ben sevinçli bir halde ve bu başarıdan dolayı Allah'a şükrederek oradan ayrıldım. Oysa oraya girdiğimde korku içindeydim, ve hapise girmek tehdidi ile karşılaşmıştım. Ama oradan ayrıldığımda artık Mahkeme Başkanı, bana saygı gösteren ve benden istifade etmek isteyen samimi bir dost olmuştu.

        Bunların hepsi, Ehl-i beyt'in bereketlerindendir ki onlara sarılan asla umutsuzluğa düşmez ve onlara sığınan amanda olur.

        Kadının kocası bu olayı kendi köylerinde anlatıyor ve bu haber, tüm komşu köylere de yayılıyor ve kadında kendi kocasının evine dönüyor ve onların meseleri böylece hallouyor. Bunun üzerine halkın içerisinde meşhur oluyor ki, ben devletin Genel Müftüsünden bile daha bilgiliyim.

        Bir süre sonra kadının kocası büyük bir araba ile gelip beni ve ailemi köylerine davet eııi ve köy halkının beni görmek istediklerini ve üç tane kurban kesmek istediklerini söyledi. Ben Kafse'de işlerimin sıkı olması nedeniyle özür dileyerek gelemeyeceğimi söyledim ve onlara söz verdim ki ileride munasib bir vakitte onların ziyaretine gidecegim.

        Mahkeme başkanı da bu olayı kendi arkadaşlarına anlatıyor ve bu olay daha da yayılıyor.

        Böylece; Allah'u teala bize tuzak hazırlayanların tuzağını kendilerine çevirdi.

        Hatta bize karşı komplo hazırlayanlardan bazıları bile gelip özür dilediler ve Allah onlardan bazısının basiret gözünü açtı; onlar da hakkı kabul eylediler ve ihlaslı dostlarımızdan
oldular.

        "Bütün bunlar, Allah'ın bir lutfü idi ki O, dilediği kullarına bağışlar ve Allah büyük lutüf sahibidir."

        Ve son sözümüz şudur ki, bütün hamdler, (övgüler) Allah'a mahsustur; Onun salat'ı Efendmiz Muhammed (s.a.v.)e ve onun pak Ehl-i Beyt'ine olsun.

Prof.Dr.Muhammed TİCANİ SEMAVİ