NASS KARŞISINDA İÇTİHAT

 

Hamd ve sena, kulu ve peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.a)’i en yüce makamlara ulaştıran, geçmiş ve geleceğin ilmini O’na öğreten ve hiç kimseye bağışta bulunmadığı fazl ve lütfünden O’na bağışta bulunan Allah’a mahsustur. Allah risaletini nerede bırakacağını daha iyi bilmektedir.

Böylece Allah (c.c) nübüvvet ve vahiyi, Hz. Muhammed Mustafa’yı me’bus ederek sona erdirdi. Onun getirdiği şeriatla, diğer tüm semavi şeraitleri neshetti.

Buna göre Hz. Muhammed (s.a.a)’in helali kıyamet gününe kadar helal, haramı ise haramdır. Bu konu, tüm Müslümanların görüş birliğinde oldukları bir mevzudur. Bu durum, tüm Müslümanların O’nun risalet ve nübüvvetin de tek bir görüşe sahip olmalarına benzemektedir. Zira hiç kimse bu konunun tersine bir tek kelime bile söylememiştir. Allah’ın sonsuz selamı Onun hanedanından olan imamların üzerine olsun. Onlar Allah’ın bu dünyadaki hücceti ve ümmetin ahretteki şefaatçileridirler. Yine Allah’ın selamı onların ailesinden layık kimselere ve her nesilde onları sevenlerin üzerine olsun.

Allah’a hamd olsun ki günümüzde herkes, İslam öğretilerinin içerisinde bulunan düzen, kanun ve hikmetlerin insanın dünyevi ve uhrevi tüm boyutlarını kapsadığını bilmektedir. Herkes İslam’ın dengeli ve hikmet dolu bir medeniyete sahip olduğunu bilmektedir. Yine İslam öğretilerinin yeryüzü insanları için, hangi zaman ve mekanda olurlarsa olsunlar bütün dil ve renklerinin farklı olmasına rağmen uygun, hikmetli ve merhametlidir.

İslam’ın mukaddes kanun koyucusu (gaybı bilen Allah) aydınlığa kavuşmamış bir mevzu veya konu bırakmamıştır. Allah (c.c)’ın kullarını kendi başlarına bırakarak onların Allah’ın dinini oyuncak haline getirmelerine izin vermesi mümkün değildir. Bilakis onları (son Peygamberinin diliyle) iki sağlam ip olan Kitap ve İtret’e (Ehl-i Beyt) yöneltmiştir. Allah (c.c) bu iki değerli emanetle, ümmeti sapmaktan alıkoymuştur. Allah (c.c), o ikisine sarıldıkları müddetçe doğru yolda adım attıkları müjdesini vermiştir. Aynı şekilde onların (Kur’ân ve İtret) birbirinden ayrılmayacaklarını ve yeryüzünün onlarsız olmayacağı haberini vermiştir.

Bundan dolayı Kur’ân ve Peygamber (s.a.a)’in pak Ehl-i Beyti, Müslümanların sığınağı ve Peygamber (s.a.a)’den sonra ümmetin odak noktası durumundadır. İşte bu yüzden Kur’ân ve Ehl-i Beyti takip edenler Peygamber (s.a.a)’e ulaşmaktadırlar. Onlardan her hangi birisini bırakanlar ise Peygamber (s.a.a)’den ayrılmışlardır.

Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyti, aynen Beni İsrail’deki Hıtta kapısı gibidir. Aynen Nuh’un gemisi misalidir. Buna göre hiç kimsenin (makamı ne kadar büyük olursa olsun), onların yolundan başka bir yolu kat etmeye hakkı yoktur.

“Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygambere karşı çıkar ve Müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.”[1]

Yine aynı şekilde Allah ve Peygamber (s.a.a)’den nakledilen herhangi bir ayet ve sünneti, zihinlere ulaşan mananın dışında başka bir şeye yorumlamaya yetkisi yoktur. Hiç kimsenin kesin ve açık bir delile sahip olmaksızın Allah ve Peygamber (s.a.a)’in sözlerinin zahirini çevirmeye hakkı yoktur; kaldı ki Kur’ân ayeti veya Peygamber (s.a.a)’in açık sözlerini değiştirsin.

Şu beyanla ki eğer cümlenin zahiri anlamını değiştirecek bir delil varsa onun içeriğine göre hareket edilir. Bunun dışında bir durumda bu işlemi yapan şahıs yoldan çıkmış ve bidat ehli olmuştur.

Bu, tüm İslam fırkalarının inandıkları bir gerçektir. Bütün dünya akıllıları sözlerinde ona bağlıdırlar. Şöyle ki amel etmek istedikleri zaman duydukları kelimelerden anladıkları anlam doğrultusunda hareket etmektedirler.

Buna rağmen ben birçok naslarda şaşkınlık içerisindeyim. Müslümanların büyükleri ve siyaset adamları nasıl yorum yolunu seçtiler? Hatta öylesine yorumlar yapmışlardır ki hiçbir delilleri olmaksızın bu nasların zahirinden anlaşılanın tam tersine anlamlar çıkarmışlardır. Tam bir cüret ve cesaretle onlarla muhalefet etmişlerdir?! Halkı tam bir zorbalıkla meyilli veya meyilsiz olarak onlarla muhalefet etmeye zorlamışlardır. Bunun sebebi bulunamayan bir iştir. İnna lillah ve inna ileyhi raciun![2]

Yüce Allah (c.c) Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.”[3]

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”[4]

“Hiç şüphesiz o (Kur’ân), çok şerefli bir elçinin sözüdür ve o, bir şair sözü değildir. Ne de az iman ediyorsunuz! Bir kâhin sözü de değildir (o). Ne de az düşünüyorsunuz! (O) alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.”[5]

“O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildikleri) vahiy edilenden başkası değildir. Çünkü onu güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (Cebrail) öğretti.”[6]

Buna göre Hz. Peygamber (s.a.a)’in söyledikleri aynen Kur’ân-ı Kerim gibidir. Bu hükme göre başından sonuna kadar onda batılın yeri yoktur: “Ona önünden de ardından da batıl gelemez, O, hikmet sahibi, çok övülen Allah’tan indirilmiştir.”[7]

Bu yüzden bu ayetlere imanı olan ve Peygamber (s.a.a)’in nübüvvetini tasdik eden birisi, Kur’ân’ın açık nassı veya Allah Resulünün sözlerinden bir zerre dahi dışarı çıkmamalıdır.

Elbette onlar bunu bir kenara atmadılar ama Allah’ın ve Peygamber (s.a.a)’in sözlerini yorumlayarak kendi görüşleri doğrultusunda içtihat ettiler aynı zamanda iyi bir iş yaptıklarını da zannettiler: “(Bunlar;) iyi işler yaptıklarını sanıyorlardı.”[8] İnna lillah ve inna ileyhi raciun!

Şimdi onların açık nasları yorumladıkları ve gerçekte nass karşısında içtihat yaptıkları konulardan bazılarına zamanımın, ihtiyarlık zaafımın ve olayların müsaade ettiği ölçüde değiniyorum. Başarı ancak Allah’tandır; O’na tevekkül edip O’na sığınıyorum.

İşte yedi bölümde o konulardan yüz tanesini ele alıp onları sizlere sunacağım. Ben bunları açıklayarak hüküm verme ve kararı siz değerli okurlara bırakıyorum. Allah hakka ve doğru yola hidayet edendir; dönüş ve varılacak da O’nadır. O bize yeterlidir ve O ne güzel vekil, mevlâ ve yardımcıdır.



[1] - İbn-i Merduye ayetin tefsirinde şöyle rivayet ediyor: Peygambere karşı çıkmaktan kasıt, Ali’nin makamı hakkında O’na karşı çıkmaktır. “Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra” cümlesinden kasıt, Ali’nin makamıdır. Müminlerin yolundan kasıt ise, mütevatir hadislere göre Ehl-i Beyt’in yoludur. (Nisa / 115.)

[2] - Bu söz musibet anlarında söylenir. Kur’ân buyuruyor ki: “O sabredenler, kendilerine bir bela geldiği zaman: Biz Allah içiniz ve biz O’na dönücüleriz, derler.” (Bakara / 156)

[3] - Haşr / 7.

[4] - Ahzâb / 36.

[5] - Hakka / 40-43.

[6] - Necm / 3-4.

[7] - Fussilet / 42.

[8] - Kehf / 104.

index