Temiz yere secde edilir; çünkü temiz olmayan bir yerdentemizlik ve temizliklerin kaynağına ulaşılamaz.

Allah korkusundan ağlamak bir değerdir; dolayısıyla Kur'ân-ı Kerim'de ağlayarak yapılan secde övülmüştür: "Secde ederek ve ağlayarak."[87]

Namaz, doğduğumuz andan ölünceye dek bizim için çizilen ilâhî bir çizgidir; bebek dünyaya gelince sağ kula­ğına ezan ve sol kulağına ise ikame okunur ki, her iki­sinde de "namaza koş" ifadesiyle namaza tavsiye vardır. Ölünce de cenaze namazı kılınarak defnedilir. Yaşam boyunca da sürekli ibadet ve Allah'a tapın denir:

"Sana yakin (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et."[88]

Namaz insanın tabiatla bütünleşmesidir; namaz va­kitlerini, özellikle sabah ve öğle namazının vaktini bil­mek için güneşe bakılır. Kıblenin tespiti için yıldızlara dikkat edilir. Mübarek günlerde müstehap namazları kılmak için ayın hareketleri izlenir. Gusül ve abdest için suya, secde ve teyemmüm için de toprağa yönelinir.

Namazla güneş, ay, yıldız, su ve toprak arasındaki bu ilişki hangi hikmetli planlayıcı tarafından planlan­mıştır.

Namaz kılan kişi, oruçlu gibi yemek, içmek ve şehvet gütmek hakkına sahip değildir.

Namaz kılan kişi, hac yapanlar gibi Kâbe’yi kıble ve işlerinin odak noktası yapar.

Namaz en büyük iyiliğe emretmek ve kötülükten sakındırmadır.

Hicret, dinimizin en önemli değerlerindendir; Hz. İbrahim (a. s) da namaz için hicret etmiş, eşini ve oğlunu Kâbe’nin yanı başında bırakmış ve buyurmuştur ki:

"Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını bit­ki yeşermeyen bir vadiye yerleştirdim; Rabbimiz! Namazı ikame etmeleri için -bunu yap­tım-."[89]

İlginç olan şu ki Hz, İbrahim (a.s), "Haccı ayakta tutmak için hicret ettim." demiyor; aksine, "Hicretten hedefim namazı ikame etmektir." diyor.

Her halükârda, Allah Tealâ bütün değerleri namaz­da, namazla birlikte ve namaz için kılmıştır.

Eğer ziynet ve temizlik bir değerse, İslâm dini, "Her mesci(de gidişiniz)de süslerinizi (üzerinize) alın."[90] bu­yuruyor. Tertemiz elbiselerle ve güzel koku sürünerek camiye girin.

Kadınların namazda ziynetlerini yanlarında bulun­durmaları ve onlarla kendilerini süslemeleri tavsiye edinmiştir.[91]

Hatta misvak kullanılarak kılman bir namaz, misvaksız kılman yetmiş namazla eşittir.[92] Yine şöyle buyur­muşlardır: "Camiye gitmeden önce sarımsak ve soğan ye­meyin,[93] ağzınızın kokusu diğerlerini rahatsız edip cami­den kaçırmasın."

Her halükârda, bu İslâm'ın namazı ve şu da bizim namazımızdır. Ya hiç kılmadığımız ya dikkatsiz ve yanlış kıldığımız veya cemaatsiz ya da son vaktinde kıldığımız namazımız!!!

Bir zamanlar İbrahim, İsmail ve Zekeriya’nın hiz­met ettiği[94] ve Meryem'in annesinin, evlâdını hizmetçi vermek istediği camiler[95] hizmetçilerinin genellikle yaşlı, işten düşmüş, hasta, fakir, cahil ve bazen kötü ahlâklı kişilerin olduğu bir konuma düşmüştür! Sahi, neden İmam Rıza'nın (a.s) türbesinin tozunu almak iftihar ve övünç kaynağı bilinirken Allah'ın evinin tozunun alın­masına önem verilmesin?!

Neden camilerimize birisi girdiğinde gam, keder ve gevşeklik içine düşsün? Cami keder evi midir veya Fati­ha meclisi midir ki sürekli caminin kapısına siyah bir bez parçası asılsın? Elbette Allah'a şükürler olsun birkaç yıldır camilerde bir hareket ve canlılık başladı; camilerin bir çoğu kütüphane ve karz'ul-hasene kurumları ve diğer hizmet kurumlarıyla donanmıştır. Ne güzel buyruluyor şu hadiste:

"Kıyamet günü üç şey insanlardan şikâyet edecek: İnsanların kendisine müracaat etmediği âlim, evde olup da okunmayan Kur'ân, insanla­rın ilgi göstermediği cami."[96]

Cami hakkında söylenmesi gereken çok şeyler vardır ve son zamanlarda, "Caminin Siması" adında İslâm top­lumunda caminin konumuyla ilgili iki ciltlik bir kitap yazılmıştır.

Fakat tek kelimeyle cami, sadr-ı İslâm'da, Müslü­manların toplu karara varmak ve müşavere etmek için toplantı yeri, ilim ve bilgi edinme mekânı, savaşçıların ve İslâm mücahitlerinin merkezi, fakirlerin ve hastala­rın sorunlarını halletme yeri, zalim hükümetlere karşı kıyam ve sert hutbeler okuma mekânıydı.

İşte caminin bu yüce konumundan dolayı olacak ki, tarih boyunca Müslümanlar en güzel mimarlıklarını ca­milerin yapımında kullanıp camilerin idaresi ve böylece camilerin sürekli bayındır olarak ayakta durması için çok miktarda mallarını vakfetmişlerdir.

NİYET

Namazın ilk rüknü niyettir.

Niyet, ne yaptığının, ne dediğinin, kim için ve niçin hareket ettiğinin farkında olmaktır.

Her işin değeri, sadece onu gerçekleştirmekte yat­maz; hangi niyet ve amaçla yapıldığına bağlıdır. Dolayı­sıyla, düzen ve kanuna saygı için kırmızı ışığın arkasın­da duran kimseyle polisten veya ceza yazılmasından kor­karak kırmızı ışığın gerisinde duranın durumu farklıdır. Bütün ibadetlerde ve özellikle namazda, niyetin özel bir yeri vardır ve esasen bir şeyi ibadet kılan şey, onunla il­gili olarak taşman ilâhî niyettir; eğer niyet olmazsa her ne kadar dış görünüm itibariyle yapılan iş güzel ve doğ­ru gözükse de ibadî bir değer taşımaz.

Şanı yüce İslâm Peygamberi (s.a.a) bu hususta şöyle buyuruyor:

"Ameller niyetlerle ölçülür [ve değer kazanır]."[97]

Evet; bir işin maddî veya manevî oluşu niyet ve he­definin farklı oluşunda yatar.

Halis Niyet

Halis niyet, insanın ancak Allah için bir şey yapma­sı, ruhunun derinliklerinde Allah ve O'nun rızasını kazanmak amacını taşıması, insanlardan teşekkür veya mükâfat bekleyişi içinde olmamasıdır.[98]

Resulullah'ın (s.a.a) Ehlibeytinin birkaç akşam peş peşe yetime, esire ve fakire verdiği ekmek parçasının pek fazla bir maddî değeri yoktu, ancak ihlâsla verildiği için Allah Tealâ bu konuyla ilgili olarak bir sure indirdi.[99]

 Attar-i Nişaburî bu hususta şöyle diyor:

"Gozeşte Zin cehan, vasfı senaneş Gozeşte zan cehan, vasf-ı se naneş." "Bu âlemi aştı kılıcının vasfı / O âlemi aştı üç ekmek vasfı."

Tarihte şöyle geçer: Birisi savaşta öldürülünce her­kes, "O, şehit oldu." dediler. Fakat Peygamber efendimiz, "O, eşek yolunda öldü." buyurdu! İnsanlar bu söze hayret edince şöyle buyurdu: "O, Allah'ın rızasını kazanmak için gelmemişti. Düşmanın iyi bir eşeğe bindiğini görün­ce, içinden, onu öldürüp eşeğini ganimet alırım diye dü­şündü. Fakat, bu işi başaramadı ve o kâfir bu Müslümanı öldürdü; dolayısıyla o, eşek yolunda ölmüştür."[100]

Niyeti halis kılmak çok zor ve ince bir iştir. Bazen ilâhî olmayan düşünceler insanın ruhuna öyle bir işler ki kendisi de farkına varmaz; dolayısıyla, rivayetlerde şöyle geçer:

"Riya ve şirk siyah bir karıncanın zifiri karan­lık gecede siyah bir taşın üzerinde hareketinden daha gizlidir."[101]

Nice insanlar vardır ki Allah'ın rızası amacını taşı­dıklarını sanırlar; fakat hayatın inişli ve çıkışlı hadisele­rinde niyetlerinin yüzde yüz Allah için olmadığı ortaya çıkar.

Allâme Şehit Mutahharri'nin dediği gibi, niyet insa­nın kendinden haberdar olmasıdır; ibadetin değeri de marifet ve bilinçledir. Rivayetlerde şöyle geçer:

"Müminin niyeti amelinden daha hayırlıdır."[102]

Bedenle ruh karşılaştırılırsa, ruhun bedenden daha önemli olduğu ve insanın insanlığının ruhta yattığı söy­lenir. Amelle niyet de mukayese edilirse niyetin amelden daha hayırlı olduğu anlaşılır; çünkü niyet amelin ruhu demektir.

Niyet o kadar değerlidir ki insan hayırlı bir işi ya­pamaz, fakat onu yapmaya niyet ederse, Allah Tealâ o işi yapmış gibi onu mükâfatlandırır.[103]

Allah'a Yaklaşma Amacı

Yakınlık kastı, Allah'ın makamına yaklaşmak anla­mındadır. Açıktır ki, "falan adam hükümetin filan ada­mına yakındır.", denildiğinde, kastedilen yer ve mekân yakınlığı, cismi ve fiziksel yakınlık değildir; yoksa insa­nın hizmetçileri ona herkesten daha yakın olurdu; ya­kınlıktan maksat, manevî yakınlık, makam yakınlığı ve onunla ünsiyet kurmaktır.

İşleri Allah'ın rızasını kazanmak için yapmak da Al­lah Tealâ'nın bizim işlerimizden etkilendiği ve durum değiştirdiği anlamına gelmez; aksi durumda olay ve de­ğişimlerin mekânı olurdu. Allah'a yakınlık, ruhun varlık merdiveninden yukarı çıkmasıdır ve bunun sonucu da varlık âleminde etki sahibi olmaktır; yani varlığın kay­nağına yaklaşmak ve onu kalbinde bulmaktır.

Varlığın dereceleri cansız varlıklarda, bitkilerde, hayvan ve insanlarda değiştiği gibi, varlıkların kaynağı­na yakınlaşmada da insanların dereceleri farklıdır; insan, yeryüzünde Allah'ın halifesi olacak kadar Allah'a yaklaşabilir.

Yakınlık kastıyla yapılan ibadet, insana nur kazan­dırır, insanı mükemmelleştirir ve varlıktan daha fazla bir pay almasını sağlar. Bütün ibadetlerin ve özellikle müstehap namazların bu konuda önemli bir rolü vardır. Nitekim bir hadiste şöyle geçer:

"Kul bana sürekli nafilelerle yaklaşır."[104]

İnsan sürekli müstehap namazlarla Allah'a yaklaşa­bilir. Farz namazı cehennem veya Allah'ın kahrından korkarak kılmış olabilir; fakat nafile namazlar, aşkın ni­şanesi ve mabutla ünsiyet kurmanın sırrıdır.

Kurb Dereceleri

Kur'ân-ı Kerim'de defalarca ve farklı tabirlerle geçen "Derecat=dereceler" sözcüğü ince noktalar içermektedir. Bazıları için "onlar için dereceler var."[105] buyururken, ba­zıları için de "onlar derecelerdir."[106] buyuruyor.

Tıpkı, oturdukları yeri meclisin baş kısmına dönüş­türen büyük şahsiyetler gibi. Yani derece ve makam on­ları yukarı çıkarmaz, aksine, onların kendisi derece oluş­tururlar.

Bu manevî derecelendirme insanlara has bir olay değildir; melekler arasında da dereceler vardır. Kur'ân-ı Kerim, Cebrail hakkında buyuruyor ki:

"-Cebrail- orada -meleklerce kendisine- itaat edilir, güvenilirdir."[107]

Her halükârda, insanların Allah'a itaat dereceleri farklıdır:

1-     Bazen gönül rızasıyla olmasa da sadece itaat eder­ler.

2-     Bazen sadece itaat etmekle kalmaz, O'na gönül de verirler; yani aşk ve sevgiyle itaat ederler.

3-     Bazen de itaat ve sevgiden ileri geçer, mükemmel bir marifete ulaşır ve her şeyde O'nu görür. Hz. Ali (a.s)şöyle buyuruyor:

"Gördüğüm her şeyden önce, her şeyden sonra ve her şeyle birlikte Allah'ı görürüm."[108]

Allah'ı, Allah İçin Çağıralım

Denildiği üzere, Sultan Mahmut Gaznevî, sarayın­daki insanların kendisine ne kadar sadık olduklarını an­lamak amacıyla bir kafile düzenler, bir devenin üzerine de bir sandık mücevher bırakıp sandığı kilitler. Yolda bir dereye ulaşınca deveyi ürkütür. Böylece devenin üzerin­deki mücevher sandığı yere düşer ve mücevherler dereye dökülür.

Sultan, "Herkes topladığı mücevherin sahibidir." der. Bu sözü duyan sultanın etrafındaki kişiler sultanı yalnız bırakarak mücevher toplamaya koşarlar.

Bu arada Ayaz'ın mücevherleri bırakıp sultanın ya­nma geldiğini görür, "Sen neden mücevher toplamaya gitmiyorsun?" diye sorar. Ayaz şöyle cevap verir: "Ben kafamda seni düşündüm de hizmeti bırakıp nimete koşmadım." Mevlana bu olaydan şu sonucu çıkarır:

"Gözün dostunun bağışındaysa eğer

 Sen kendini düşünüyorsun, dostunu değil.

 Evliyanın Allah'tan O'ndan başkasını istemesi

Tarikat ehlinin tarikatına aykırıdır."

Kur'ân-ı Kerim, Allah'ı kendileri için isteyen, sadece sıkıntılarda O'na yalvarıp yakaran, başka zamanlarda O'nu unutan ve hatta inkâr edenleri sert bir şekilde eleş­tirmektedir:

"Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Al­lah'a has kılarak O'na yalvarırlar. Fakat (Al­lah) onları salimen karaya çıkarınca hemen (O'na) ortak koşarlar."[109]

Her halükârda, kendisi için çalışmak nefis perestliktir.

Halk için çalışmak, putperestliktir. Allah ve halk için iş yapmak şirktir. Kendisinin ve halkın işini Allah için yapmak Allah'a tapmaktır.

Hz. Ali'nin münacatında şöyle okumaktayız:

"Allah'ım! Ben sana ne ateşinden korktuğum ve ne de cennetine tamah ettiğim için ibadet edi­yorum; ben seni ibadete lâyık buldum ve ibadet ettim sana."[110]

Evet, kâr amacıyla çalışanlar, tacirlerdir; korkudan çalışanlar ise kölelerdir; özgür ve hür insanlar ise Allah­'ın nimetlerinin şükrünü yerine getirmek için O'na iba­det ederler. Nitekim Ehlibeyt İmamları'nın (a.s) buyruk­larında şöyle geçer:

"Bazıları bir şey umarak Allah'a ibadet eder­ler; bu tacirlerin ibadetidir. Bazıları da Allah'tan korktukları için O'na ibadet ederler; bu ise köle­lerin ibadetidir. Bazıları ise Allah'a, O'nun şük­rünü yerine getirmek için ibadet ederler; bu ise hür kişilerin ibadetidir."[111]

Hafiz'ın dediği gibi:

"İçimize dosttan başkası yerleşmez Her iki âlemi de düşmana ver; bize dost ye­ter."

Maddî aşkta insan sevgilisini kendisi için ister; fakat manevî aşkta, insan kendisini sevgilisi için ister. Hz. Ali (a.s) Kümeyi duasında şöyle buyuruyor: "Kalbimi kendi sevginle doldur!"

Kurb Makamına Ulaşmanın Yolu

Allah'ın kurb makamına ve kurbet (yakınlaşma) kastına ulaşman için iki yol vardır:

Biri Allah Tealâ'nın azamet ve makamını bilmek, di­ğeri ise O'nun dışındaki her şeyin kof, çürük ve itibarsız olduğunu anlamaktır.

Kur'ân-ı Kerim, insanı Allah'a aşık etmek için sürek­li Allah Tealâ'nın insanlara nimet ve lütuflarını hatır­latmaktadır. O'nun sıfatlarını, varlıklarını, maddî ve manevî yardımlarını ve onlarca büyüklü küçüklü nime­tini anmak; bütün bunların hepsi bizim Allah'a sevgi ve aşkımızı artırmak içindir.

Ayrıca, birçok ayetlerde O'ndan başkasının zaaf ve çürüklüğü açıklanır: O'ndan başkasının ne bir izzeti var, ne de gücü. Tüm varlıklar toplanarak bir sinek yarat­mak isteseler, bunu başaramazlar. O'ndan başka sıkıntı­da ve zor durumda olanların feryadına kim yetişebilir ki? Allah'la birlikte diğerlerini de çağırmamız ve onları Allah Tealâ'ya eşit ve denk bilmemiz doğru olur mu acaba?

Bir Hatıra

Şiâ âleminin taklit mercilerinden olan Ayetullah Burucerdî yas günlerinde kendi evinde yas programları düzenliyordu. Bu programlardan birinde kendisinin du­rumu iyi olmadığı için kendi odasında dinleniyor ve aynı zamanda yapılan konuşmaya da kulak veriyordu. Bu ara­da meclistekilerden birisi, "Zamanın imamı Hz. Mehdi ve Ayetullah Burucerdî'nin sağlığı için salâvat getirin." dedi.

Bu arada Ayetullah Burucerdî'nin, asasıyla kapıya vurduğunu gördüler. Yakınları yanına giderek, "Bir şey mi istediniz?" diye sordular. Bunun üzerine, "Neden be­nim ismimi Hz. Mehdi'nin (a.s) ismiyle bir arada söy­lüyorsunuz. Ben buna lâyık mıyım ki ikimize bir arada salâvat getiriyorsunuz?" diye itiraz etti.[112]

Hz. İmam Mehdi'nin (a.s) vekili konumundaki bu büyük taklit mercii, isminin bir masum imamın isminin yanında söylenmesine razı olmazken birçoklarımız an­layışsızlık veya edepsizliğimizden dolayı zayıf ve tepeden tırnağa muhtaç olan varlıkları mutlak güç sahibi Allah Tealâ'nın isminin yanında anıyor ve bunları bir kefeye koyuyoruz.

Nitelik mi, Nicelik mi?

İslâm dini işin niteliği, hedef ve amacına özen göste­rir. Kur'ân-ı Kerim amellerin en çok olanını değil, en gü­zel olanını över ve şöyle buyurur:

"(Allah sizi imtihan eder) hanginizin daha güzel iş yaptığınız belirsin diye."[113]

Hz. Ali (a.s) rükûdayken yüzüğünü sadaka verdi, bu­nun üzerine bir ayet indi. İnsanlar, bir yüzük için bir ayetin nazil olduğunu görünce bu yüzüğün çok pahalı olduğunu sanarak, "bu yüzük, Irak ve Suriye'den alman vergiler değerinceydi." dediler. Oysa böyle değerli bir yü­zük kesinlikle Hz. Ali'nin (a.s) takvasıyla bağdaşmaz. Nitekim yanı başında bazıları fakirlik ve yoksulluk çe­kerken Hz. Ali'nin parmağına böyle bir yüzük takması onun adaletiyle de uyuşmaz.

Gerçek şu ki, "Sizin veliniz, ancak Allah, O'nun El­çisi, namaz kılanlar ve rükû hâlinde zekât verenler­dir."[114] ayetinin nüzul sebebi yüzüğün ağırlığı, hacmi ve değeri değil, onun ihlâs ve kurbet kastıyla verilmiş ol­masıdır.

Bir Hatıra

Behlul, bir grubun bir cami inşa ettiklerini ve onu Allah için yaptıklarını iddia ettiklerini görünce bir taşın üzerine "Bu camiyi Behlul inşa etmiştir." yazarak gecele­yin caminin kapısına astı. Ertesi gün işçiler caminin kapı­sına asılmış olan taşı görünce durumu Harun'ur-Reşid'e anlattılar. Harun Behlul'u çağırarak, "Neden benim yap­tırdığım camiyi kendi adına mal ediyorsun?" diye sordu.

Behlul, "Eğer sen camiyi Allah için yaptırıyorsan bı­rak da üzerinde benim ismin olsun; Allah onu kimin yaptırdığını biliyor zaten. O, insanları mükâfatlandır­mada yanılmaz ya! Eğer Allah içinse üzerinde benim ve­ya senin adının olması hiç önemli değil" dedi.

Behlul bu hareketiyle Harun'a camiyi kurbet kastıy­la yaptırmadığını, aksine şöhret için bu işe giriştiğini an­latmak istedi. İşte bu nedenledir ki Kur'ân-ı Kerim kâ­firlerin amellerini insanın gözüne su olarak görünen, fa­kat gerçeği olmayan bir seraba benzetiyor:

"İnkar edenler(e gelince): Onların işleri, düz arazideki serap gibidir. Susayan onu su sanır."[115]

Esasen İslâm dini, her dört unsuru da iyi olan bir ameli salih addetmektedir. Yani amel, amaç, vasıta ve metot unsurunu...

Kurbet kastı sadece işin başında değil, o amelin sonu­na kadar devam etmelidir. Aksi durumda amel batıl olur.

Uçağın motoru hatta bir dakika bile çalışmazsa, uçağın düşmesi kesindir. Niyette bir an olsun şirk ve riya olursa, amelin tamamını batıl eder.

Bir Başka Hatıra

Bir hava yolculuğunda, hareket etmek üzere olan uçağın bütün yolcularını yere indirdiler ve uçuş birkaç dakika gecikti. Bunun nedenini sorduklarında, uçakta bir hamam böceği görülmüş dediler. "Bir hamam böceği için mi uçuşu bu kadar geciktirdiniz?" diye sordukların­da, "evet" dediler; "bu bayağı böcek bir kabloyu kemirip uçağın sisteminin bozulmasına ve böylece uçağın düşme­sine neden olabilir."

İnsanı Allah Tealâ'ya doğru uçurması gereken nice iyi ameller vardır ki ruhî bir hastalık, bırakın insanı uçurması, onun düşmesine bile neden olur.

Niyet İşe Değer Kazandırır

Birinin, bir insanı haksız yere öldürdüğünü ve daha sonra öldürülen kişinin asılması gereken bir cani oldu­ğunun anlaşıldığını düşünün. Burada faydalı bir iş yap­mış olmasına rağmen insanlar bu işinden dolayı onu övmezler; çünkü onun amacı yeryüzünde fesat çıkaran bir kişiyi değil, suçsuz bir insanı öldürmekti.

O hâlde bir işin faydalı oluşu, onun salih bir amel olması için yeterli değildir; bir işin salih sayılabilmesi için tertemiz bir amaçla yapılması gerekir.

Kur'ân-ı Kerim ister humusta olsun, ister zekâtta, ister yapılan malî infaklarda, ister savaşta ve düşmanla yapılan cihadda olsun, her yerde kurbet kastının üzerin­de durmaktadır. Kur'ân-ı Kerim'in "Allah yolunda", "Al­lah için" ve "Allah'ın rızasını kazanmak için" kelimele­rinin üzerinde durması kurbet kastının önemini göster­mektedir.

Okul, hastane ve yol yapımı gibi halk için yararlı iş­ler yapanların niyetleri ilâhî olmazsa kendilerine zul­metmiş olurlar; çünkü her ne kadar diğerleri ondan ya­rar sağlasalar da kendilerine ondan hiçbir yarar ulaş­maz.

Kur'ân-ı Kerim, sürekli salih ameli imanla birlikte zikredilir: "İnananlar ve iyi ameller yapanlar" veya "Ka­dın veya erkeklerden inanarak iyi amel yapanlar." Bu, sadece amelin iyi olmasının yeterli olmadığını, onu ya­pan failin de iyi olması gerektiğini vurgulamak içindir.

İki Hatıra

1-  Resulullah'ın (s.a.a) müezzini Bilal Habeşi, "eşhedu en la ilahe illellah" derken dili peltek olduğu için "ş"yerine "s" diyordu. İnsanlar bunu eleştirince Resulullah (s.a.a), "Bilal'ın "s"si Allah katında "ş"dir." buyurdu.[116]

Her ne kadar da görünüşte Bilal'in işi eksiktiyse de, ancak kurbet kastı olduğu ve iyi niyetle yaptığı için se­vabı vardır.

2- Resulullah'ın (s.a.a) ashabından olan ve gözleri gör­meyen Abdullah b. Mektum, bir gün Resulullah (s.a.a)bazı kişilerle konuşurken mescide girdi. Abdullah mes-cittekileri göremediği için yüksek sesle konuşmaya baş­layınca oradakilerden biri ona karşı yüzünü ekşiterek rahatsız oldu.

Kör biri etrafını göremediği için yüzünü ekşitmeyle ona gülümsemek hiçbir şeyi değiştirmediği hâlde, Kur'­ân-ı Kerim onun hakkında bir sure nazil kılmış ve arka arkaya on ayette yüzünü ekşiten adamı kınamıştır.

"Surat astı ve döndü; kör geldi diye. Ne bi­lirsin belki o arınacak..."[117]

Demek ki amelin ölçüsü, yararlı veya zararlı olması değildir. Dolayısıyla ameli başka şeylerle mukayese edip, "başkalarına yararı olursa salihtir, zararı olursa salih değildir", dememiz doğru olmaz; aksine, ameli, onu ger­çekleştirenle birlikte değerlendirip hangi amaçla yapıl­dığına, amelin diğerlerine bir yararı ve zararı olmazsa bile, haddi zatında nasıl olduğuna dikkat etmemiz ge­rekir.

Evet, peygamberler mektebinde ahlâkın arazî değil, zatî bir değeri vardır; tıpkı insanın müşteri çekmek, üre­timini artırmak ve halkı etrafına toplamak için sergile­diği güzel ahlâk gibi.

Abese Suresi'nde, "neden kör birine yüzünü ekşittin" diye kınama vardır; o görmese bile bunun yapılmaması gerektiği vurgulanıyor; çünkü insanın bir mümine yü­zünü ekşitmesi kendiliğinden çirkin bir ameldir.

Her halükârda, kurbet kastı, bütün amellerin ilâhî ölçüyle yapılması, onun siyasî ve içtimaî yankılarına, di­ğerleri tarafından hoş görülüp görülmemesine önem ve­rilmemesi demektir.

Kurbet kastı, "işi Allah için yap ve diğerlerinin kı­namasından endişe etme" anlamındadır. Kur'ân-ı Kerim gerçek müminler hakkında buyuruyor ki:

"Allah yolunda cihat ederler ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar."[118]

Kurbet kastı, hakkı hiç kimseden çekinmeden söy­lemektir. Kur'ân-ı Kerim, ilâhî davetçileri şöyle tavsif etmektedir:

"Allah'ın buyruklarını tebliğ ederler, Al­lah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar."[119]

Hatıra

Bir gün İmam Rıza'nın (a.s) hareminde ziyaret ve duayla meşguldüm, manevî bir hâl içindeydim. Yanı ba­sımdaki birisi perşembe akşamları televizyonda yayınla­nan programlardan beni tanımış olacak ki birkaç kez katladığı parayı bana vererek, "Kıraati bey! Bu parayı bir fakire ver." dedi. Ona, "Ben de aynen senin gibi ziya­ret için geldim ve Meşhed'de fakir tanımıyorum; kendi­niz fakire verin." dedim.

Bir süre sonra yine aynı şeyi söyledi ve ben de aynı cevabı verip duayla meşgul oldum.

Üçüncü defa sözünü tekrarlayınca rahatsız olarak "Bugün siz iki bin riyal parayla üç defa dikkatimi dağıt­tınız; lütfen rahatsız etmeyin ve paranızı kendiniz fakire verin" dedim. Bunun üzerine adam, "Kıraati bey! İki bin değil, on bin riyaldir." dedi.

Oysa ben o ana kadar adamın fakire iki bin riyal vermek istediğini sanıyordum. Biraz bekledim ve sakinleşince, "Burada, yetim çocuklar için yardım toplayan bir kurum var." dedim. O, "Siz bilirsiniz; parayı istediğiniz yerde harcayın." dedi ve parayı verip ayrıldı.

Ben dua kitabını bırakarak biraz düşündüm ve içimden, "Allah için olduktan sonra iki binle on bin riya­lin ne farkı var?" dedim ve bunun, bende kurbet kastının olmadığının ortaya çıkması için bir imtihan olduğunu anladım.

Ihlasın nişanelerinden biri insanın miktar, kişiler, bölgeler, işin çeşidi ve şartlan arasında fark gözetmeme­si ve insanların anlayıp anlamamasına, destekleyip des­teklememesine, geliri olup olmamasına ehemmiyet ver­meden sadece Allah'ın rızasını göz önünde bulundurmasıdır.

Elbette insanları sevmek ve işi insanlar için yapmak egoistlik ve bencillikten daha iyidir; fakat amaç ilâhî ol­mazsa, bunun da hiçbir değeri olmaz.

Şehit Mutahharî'nin dediği gibi, kurbet kastı zatî bir şarttır, itibarî değil, tekvinî bir şarttır, yüzeysel ve teş­rifatı değil.[120]

"Mekke'ye ulaşmanın şartı, Mekke yolunu kat et­mektir." dersek, bu tabiî ve zatî bir şarttır, itibarî de­ğildir. Dolayısıyla, Allah'ın kurb makamına ulaşmanın şartı da yakın olmayı kast etmektir ve bu da zatî bir şarttır.

Temiz Niyetin Etki ve Bereketleri

Ayet ve hadislere kısa bir göz atarsak, temiz niyetin birçok bereket ve etkilerinin olduğunu görürüz. Onlar­dan bazısı kısaca şöyledir:

1-     İyi niyete sahip olan kimsenin rızkı bol olur.[121] Bel­ki de hadisten kastedilen şudur ki, iyi niyete sahip olan birisi halka iyi davranması sonucu bir çok insanı kendi­ne cezp eder ve böylece daha fazla gelir elde eder.

2-     İyi niyet, insanın başarılarını artırır, yaşamı güzelleştirir, sıcaklık getirir ve insana çok sayıda arkadaş kazandırır.

3-     İnsanın ömrünü uzatır.

Hadislerde şöyle geçer: Hac amellerini tamamladık­tan sonra evine dönen insan tekrar gelecek yıl da hacca gitmeyi niyet ederse, Allah Tealâ güzel niyetinden dolayı onun ömrünü uzatır.

4- İyi niyet insanın geçmişini telafi eder. Hz. Ali (a. s)buyuruyor ki:

"Günahkâr insan iyi niyetle tövbe edecek olur­sa Allah Tealâ ceza olarak ondan aldığı şeyi tek­rar ona verir ve işindeki sorunlar hallolur."[122]

5-  İnsan iyi bir işi niyet eder, ancak onu gerçekleştiremezse Allah Tealâ onun mükâfatını kendisine verir.Samimi niyet sonucu, insanın yapmadığı işler lehine kaydedilir; nitekim rivayette şöyle geçer: Eğer bir mü­min, "Allah bana imkanat verseydi şöyle ve böyle hayırlı işler yapardım" derse ve bu arzusunda samimi olursa Al­lah Tealâ söz konusu hayırlı işlerin mükâfatını ona ve­rir.[123] Hatta samimi olarak şehit olmayı arzularsa, yata­ğında ölse bile Allah onu şehitlerin derecesine ulaştırır.[124]

Allah'ın lütfüne gelince, iyi niyeti mükâfatlandırdığı hâlde işlemedikçe günah niyeti karşısında insanı ceza­landırmaması yeter.[125]

6-  İyi niyet, salt ve bütün yönüyle maddî olan yaşam gereçlerini insanın Allah'a yaklaşması için bir vesile kı­labilir. Nitekim secde ve ağlamak gibi salt manevî du­rumlar da riyayla yapılırsa insanı Allah'tan uzaklaştırır.

Rivayetlerde şöyle geçer: Cisim ruhla ayakta durdu­ğu gibi din de samimi niyetle ayakta durur.[126] Temiz kalp ve iyi niyet Allah Tealâ'nın en üstün hazinelerindendir ve niyet her ne kadar iyi olursa bu hazinelerin değeri de bir o kadar fazla olur.[127] Ciddi irade, karar ve niyet, insa­nın beden gücünü kat kat artırır.

İmam Cafer Sadık (a.s) buyuruyor ki:

"Allah Tealâ kıyamet günü insanları niyetleri üzerine haşredecektir.[128]

Amacı, vazifesini yerine getirmek olan kimse için işin çeşidi ve sonuca varmak önemli değildir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim şöyle buyuruyor:

"Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz."[129]

Önemli olan Allah yolunda savaşmaktır; dolayısıyla sonucunun zafer veya yenilgi olması Allah'ın mükâfatın¬da etkili değildir. Kur'ân-ı Kerim başka bir yerde şöyle buyuruyor:

"Kim Allah ve Elçisi için göç etmek amacıyla evinden çıkar da kendisine ölüm yetişirse, onun mükâfatı Allah'a düşer."[130]