El-Mizân Tefsiri

Allame Muhammed Hüseyin TABATABAİ(r.a)
                             Cilt:7

                     EN'ÂM SURESİ

                             ( Tamamı:1-165)

                                         İÇİNDEKİLER



Ayetlerin Meâli

158- İlle meleklerin gelmesini yahut Rabbinin gelmesini ya da
Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar?! Rabbinin bazı
ayetleri geldiği gün, daha önce iman etmemiş ya da imanında bir hayır
kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki:
"Bekleyin; şüphesiz biz de beklemekteyiz."
159- Dinlerini parça parça edip grup grup olanlar var ya, senin onlarla
hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra (Allah),
yaptıklarını onlara haber verecektir.
160- Kim iyilik getirirse, ona onun on katı vardır; kim de kötülük getirirse,
sadece onun dengiyle cezalandırılır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.

AYETLERİN AÇIKLAMASI

Bu ayetler, önceki ayetler grubuyla bağlantılıdır. Burada dosdoğru yo

En'âm Sûresi / 158-160 ........................................................................................ 611

lu izlemekten kaçınan, dolayısıyla bölük pörçük gruplara ayrılan müşriklere
ağır bir tehdit yöneltilmekte ve Hz. Peygamber'in (s.a.a), dinlerini
bu şekilde parçalayanlardan uzak olduğu vurgulanmaktadır. Bu
arada iyilikle gelenlere güzel bir vaatte bulunulmakta, kötülükle gelenlerin
de kötülüklerinin cezasını çekecekleri ifade edilmektedir.

158) İlle meleklerin gelmesini yahut Rabbinin gelmesini ya da
Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar?!


Soru, öğütün fayda vermediği ve çağrının sonuçsuz kaldığı bir bağlamda
olumsuzlama amacına [böyle bir şeyi beklememeleri gerektiğini
ifade etmeye] yöneliktir. Çünkü ayette zikredilen hususlar, zorunlu
olarak onlar hakkında adalete dayalı kesin bir hükmün verildiği,
onların yok edilmesine ve yeryüzünün onlardan temizlenmesine karar
verildiği durumlarda gündeme gelen olgulardır.

Böyle bir bağlamda, meleklerin gelmesinden maksadın, onların azap
ayetiyle (nişanesiyle) inmeleri olması gerekmektedir. Nitekim bir diğer
ayetten bunu anlamak mümkündür: "Dediler ki: 'Ey kendisine Zikir
(Kur'ân) indirilmiş olan, sen mutlaka delirmişsin. Eğer doğrulardansan,
bize melekleri getirsene!' Biz, melekleri ancak hak ile indiririz;
o zaman da onlara mühlet verilmez." (Hicr, 6-8)

Dolayısıyla Rabbin gelmesinden maksat da, kıyamet günüdür. Çünkü
o gün tevhit ayeti, Allah'ın birliğinin kanıtı eksiksiz bir şekilde ortaya
çıkar, üzerinde en küçük bir kapalılık, bir örtü kalmaz. Nitekim kıyamet
gününün özelliği, eşyanın hakikatinin üzerindeki perdeleri açmasıdır.
Dolayısıyla ayette yüce Allah hakkında sözü edilen "gelme"
den maksat, gizlilikten sonra açıklık, gaip oluştan sonra hazır oluştur.
Yoksa yüce Allah başka varlıkların gelmesi gibi cismanî bir gelişten
münezzehtir.

Bazıları, "Bundan maksat, Allah'ın emrinin gelmesidir." demişlerdir.
Benzeri bir değerlendirmeye, tefsirimizin ikinci cildinde, "Onlar, bulut
gölgeleri içinde Allah'ın... gelmesini mi bekliyorlar?" (Bakara, 210) ayetini
tefsiri ederken yer vermiştik.

Bu durumda, "Rabbin bazı ayetlerinin gelmesi"nden maksat da, dünya
hayatının bir daha geri dönülmeyecek şekilde kendileri hakkında
değişmesi ve seçme haklarının ellerinden alınmasıdır. Meselâ

612 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

ölüm ayeti, dünyadaki amel hayatının berzah âlemindeki ceza hayatına
yerini terk etmesine yol açar.

Ya da [Rabbin bazı ayetlerinin gelmesi"nden maksat,] küfür ve inkâr
karakterinin onların nefislerinde kalıcılık kazanmasına sebep olacak
bir ayetin tecelli etmesidir. Ki bu durumda tevhide yönelmeleri ve
hakka kalplerini açmaları mümkün olmaz; sadece ilâhî gazap ve azabın
dört bir yandan kendilerini kuşatması sonucu korku etkisiyle,
dilleriyle "İman ettik." derler. Nitekim şu ayetten böyle bir sonuç algılamak
mümkündür: "Söz (hüküm) onlar hakkında kesinleştiği zaman,
insanların ayetlerimize kesin inanmıyor oldukları için onlara
yerden bir dâbbe (canlı) çıkarırız; o onlarla konuşur." (Neml, 82)

Bir diğer ayette de şöyle buyuruluyor: "Doğru iseniz bu fetih ne zaman?
diyorlar. De ki: Fetih günü gelince, inkâr edenlere o zaman inanmaları
fayda vermez ve kendilerine mühlet de verilmez." (Secde,
28-29) Ayetin zahirinden anlaşıldığı gibi fetihten maksat, Hz. Peygamber'le
(s.a.a) ümmeti arasında adalet ilkesi doğrultusunda kesin
hükmün verilmesidir. Nitekim yüce Allah, Şuayb Peygamber'in şöyle
dediğini aktarmaktadır: "Rabbimiz, bizimle kavmimizin arasında hak
olarak fethi gerçekleştir; muhakkak ki sen, fethedenlerin en iyisisin."
(A'râf, 89) Bir diğer ayette de yüce Allah elçileriyle ilgili olarak şöyle
buyuruyor: "Fetih istediler ve her inatçı zorba perişan oldu." (İbrâhîm,
15)

Ya da ["Rabbin bazı ayetlerinin gelmesi"nden maksat,] yüce Allah
tarafından geri çevrilmesi mümkün olmayan kaçınılmaz bir gazabın
gelmesidir. Ki bu gazap sonucunda, acı veren azaptan korunabilmek
için iman etmek zorunda kalırlar. Fakat bunun onlara bir faydası olmaz;
çünkü yalnızca insanın kendi özgür iradesiyle gerçekleştirdiği
imanın ona faydası olur. Nitekim aşağıdaki ayetten bunu anlıyoruz:
"Azabımızı gördükleri zaman, 'Tek Allah'a inandık ve O'na ortak koşmakta
olduğumuz şeyleri inkâr ettik.' dediler. Fakat azabımızı gördükleri
zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı. Allah'ın
kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan yasası budur. İşte o
zaman kâfirler ziyana uğradılar." (Mü'min, 84-85)

Dolayısıyla meleklerin gelmesi veya Rabbin gelmesi ya da Rabbin bazı

En'âm Sûresi / 158-160 ........................................................................................ 613

ayetlerinin gelmesi, onlar arasında adalet ilkesine göre hüküm verilmesi
ile birlikte gündeme gelen olgulardır. Aslında onlar, farkında olmasalar
da, hiçbir öğütten etkilenmedikleri ve hiçbir kanıtı kabul etmedikleri
için, gerçekte bundan başkasını da beklemiyorlar. Çünkü bilsinler veya
bilmesinler, gerçek olanca çıplaklığıyla karşılarında durmaktadır.
Bazılarına göre, ayetteki soru üslûbu azarlama amaçlıdır. Çünkü onlar
Hz. Peygamber'den (s.a.a) üzerlerine melekleri indirmesini veya
Rablerini görmeyi ya da önceki topluluklara gösterildiği gibi kendilerine
de bir mucizenin gösterilmesini istiyorlardı. Bu yüzden âdeta şöyle
deniyor: Bunlar kanıt falan istemiyorlar, sadece önerdikleri şeylerin
gerçekleşmesini bekliyorlar.

Aslında ayetin giriş kısmını baz aldığımızda, bu değerlendirmenin pek
de uzak olmadığı görülür. Ancak ayetin şu son cümlesi, yani,
"Rabbinin bazı ayetleri geldiği gün..." cümlesi, bu değerlendirmeyle
gerektiği gibi örtüşmemektedir. Çünkü azarlama amaçlı bir ifadenin
akışı içinde gerçeklerin açıklanması ve sonuçların ayrıntılı olarak gözler
önüne serilmesi hedef alınmaz.

Rabbinin bazı ayetleri geldiği gün...

Bu ayetlerin ortaya çıkacakları günün özellikleri açıklanıyor. Aslında
bunların, bizzat o ayetlerin özellikleri olduğunu söyleyebiliriz. Buna
göre, bu günden önce gönüllü olarak ve kendi isteğiyle iman etmemiş
olan bir kimsenin bu günde iman etmesinin ya da iman edip de
imanının bir gereği olarak herhangi bir hayır işlememiş, salih bir amel
gerçekleştirmemiş, tam tersine ömrünü kötülükler ve günahlar
arasında geçirmiş olan bir kimsenin imanının ona faydası olmaz.
Çünkü böyle bir insanın tövbesi kabul edilmez. Yüce Allah bir ayette
şöyle buyurmuştur: "İçlerinden birine ölüm gelip çatıncaya kadar kötülükleri
yapıp, 'Ben şimdi tövbe ettim.' diyenler... için (kabul edilecek)
tövbe yoktur." (Nisâ, 18) Dolayısıyla daha önce gönüllü olarak ve
kendi rızasıyla iman etmeyen ya da Allah'a iman edip de ayetlerini
inkâr eden, O'nun koyduğu yasalara, şeriata aldırış etmeyen, tam
tersine günahlar vadisinde ömür tüketen, salih amel namına hiçbir
şey kazanmayan bir kimse, bütün bunlara karşın ilâhî azabı fark edip
zorunlu olarak imana sığındığında, bu iman, sırf ilâhî azabı geri çe-

614 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

virme amaçlı bir kaçış olduğu için, kendisine hiçbir fayda sağlamaz,
ilâhî azabı ondan geri çevirmez. O'nun azabı, suçlular topluluğundan
geri çevrilmez.

Bu ayette Kur'ân'ın benzersiz ifade tarzının göz alıcı örneklerinden birini
görüyoruz. Çok hoş ve gönül açıcı bir üslûpla konu ele alınıyor.
Şöyle ki: Ayette "Rabbinin (Senin Rabbinin)" ifadesi üç kere tekrarlanıyor.
Bunun tek amacı var; o da hasımları, yani müşrikler karşısında
Peygamber'e (s.a.a) özgüven aşılamak, direncini arttırmaktır. Çünkü
müşrikler tanrılarıyla övünüyor, putlarıyla iftihar ediyorlardı. Böyle bir
manzara karşısında Peygamber'in Rabbine güvenip dayanması, buna
bağlı olarak kalbini pekiştirmesi, davetine olan bağlılığını, coşkusunu
sürdürmesi amacıyla böyle bir moral desteğe gereksinim duyuluyor.
Eğer davetinde başarılı olursa, ne güzel. Öbür türlü, Allah onunla
kavmi arasında kesin hükmünü, adalet ilkesine dayalı ve her şeyi açığa
çıkarıcı kararını verecektir. Sonra yüce Allah bu atmosferi daha
etkili kılmak ve Peygamberimizin özgüvenini daha çok pekiştirmek
için ayetin sonunda şöyle buyuruyor: "De ki: Bekleyin, biz de beklemekteyiz."
Yani, onların beklediklerini sen de bekle ve onlara, bunun
beklentisi içinde olduğunu haber ver. Onlara da beklemelerini emret.
Çünkü bu, gerçeklerin olanca çıplaklığıyla ortaya çıkarılacağı hükümdür,
kesinlikle bir şaka değildir.

Bundan da anlaşılıyor ki ayet, ciddî bir tehdit içeriyor, laf olsun diye
korkutmuyor. Bu da bazı müfessirlerin aşağıya alacağımız yorumlarının
yanlışlığını ortaya çıkaran bir olgudur. Bu müfessirler, "Ayetteki soru,
azarlama amaçlıdır." diyenlerin bu görüşlerini geçersiz kılmak için
demişlerdir ki: "Bu üç ayet, onların başkaları gibi aynı meseleyle ilgili
olarak bekledikleri şeyleri içermektedir. Dolayısıyla bu bazı ayetlerle,
onların önerdikleri şeylerin kastedilmiş olması doğru olmaz. Çünkü
peygamberlerden getirilmesi istenen ayetler, mucizeler, Allah'ın yasası
gereğince, bunlara iman etmeyen toplumun kökten yok edilme azabıyla
cezalandırılmasını öngörür. Oysa yüce Allah rahmeti gereği, Hz. Peygamber'in
(s.a.a) ümmetini bu şekilde cezalandırmayacaktır."

Bu yoruma karşılık bizim söyleyeceklerimiz var: Kur'ân ayetlerinde,
İslâm ümmetinin de aralarında adalet ilkesine göre karar verilmesi

En'âm Sûresi / 158-160 ........................................................................................ 615

ve haklarında gerçekleri ortaya çıkaracak kesin hükmün verilmesi
kuralının kapsamına gireceğine ilişkin kesin ifadeler vardır; bu konu
üzerinde en küçük bir perde yoktur. Buna şu ayetleri örnek gösterebiliriz:
"Her ümmetin bir elçisi vardır. Elçileri geldiği zaman aralarında
adaletle hükmolunur, onlara hiç haksızlık edilmez. 'Doğru iseniz, bu
bizi tehdit ettiğiniz azap ne zaman?' diyorlar. De ki: 'Ben kendime
dahi, Allah'ın dilediğinden başka, ne bir zarar, ne de bir yarar verme
gücüne sahip değilim. Her ümmetin bir süresi (eceli) vardır... 'Sahiden
o bir gerçek midir?' diye senden soruyorlar. De ki: Evet, Rabbim hakkı
için o gerçektir. Siz onu önleyemezsiniz." (Yûnus, 47-53)

Bazıları, tefsirini sunduğumuz bu ayetten hareketle salih amelle desteklenmeyen
imanın olumlu bir etkinliğinin olmayacağı sonucuna
varmışlardır. Bu çıkarsama mutlak olarak değil, ama bazı durumlar
için gerçeği ifade etmektedir. Çünkü ayet, Allah'a iman etme imkânına
sahipken iman etmeyen veya iman edip salih amel edebilecekken,
sadece iman edip salih amel işlemeyen, ama Allah'ın şiddetli
azabının geldiğini görünce iman etmek veya salih amel işlemek zorunda
kalan kimseye imanının fayda vermeyeceğini açıklamaya yöneliktir.
Fakat gönül rızasıyla iman eden, ancak salih amel işlemeye,
imanı sonucu bir hayır elde etmeye fırsat bulamadan ölüp giden
kimseye gelince, ayette böyle bir kimsenin durumuna yönelik bir işaret
yer almamaktadır. Hatta denebilir ki, ayette gönüllü olarak gerçekleştirilen,
hatalara bulandırılmayan, herhangi bir kötülükle ifsat
edilmeyen imanın da tek başına yararlı olabileceğine dair bir işaret
veya kanıt yer almaktadır.

"Daha önce iman etmemiş kimseye... artık imanı bir fayda sağlamaz."
ifadesinin orijinalindeki "lâ yenfeu" fiilinin faili olan "imanuha",
mevsuf ("nefsen") ile sıfatı ("lem tekun...") arasında yer almıştır.
Sanki, fiil ile fail arasında uzun bir aralığın oluşmasının önlenmesi için
böyle bir uygulamaya başvurulmuş gibi. Ayrıca, böylece "fî
imaniha" ve "imanuha" ifadelerinin cümle içinde çok yakın olmalarından
da kaçınılmıştır.

159) Dinlerini parça parça edip, grup grup olanlar var ya, senin onlarla
hiçbir ilişkin yoktur...


616 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

Bundan önceki ifadenin muhatapları, hanif dini parça parça bölen
müşrikler olmakla birlikte, ifadenin içeriğinin Ehlikitap'la da bir ilintisi
olduğunu, onlara da bir ölçüde göndermede bulunulduğunu söyleyebiliriz.
Bu da, "Dinlerini parça parça edip grup grup olanlar..." ifadesinin
müşrikler, hatta müşriklerle birlikte Yahudi ve Hıristiyanları
da kapsayacak şekilde algılanmasını gerektirir. Çünkü onlar da, Allah'ın
dinini parçalamak ve dinde görüş ayrılıklarına düşmek hususunda
müşriklerle aynı konumu paylaşmaktadırlar.

Şu kadarı var ki, ayetlerin akışının, şirki yasaklamakla başlayıp Allah-
'ın yolundan ayrılma yasağıyla son bulan genel ilâhî yasaları içeren
ayetler grubuyla bağlantılı olması, "Dinlerini parça parça edip grup
grup olanlar." ifadesinin Peygamberimizle bu niteliğe sahip olanlar
arasındaki durumu açıklamaya yönelik olmasını gerektirmektedir.
Dolayısıyla, "parça parça edip..." ifadesinin orijinalinde mazi/ geçmiş
zaman fiilinin kullanılmış olması, olayın ister geçmişte, ister şimdiki
zamanda, isterse gelecekte olsun, özü itibariyle gerçekleşmiş olma
hâlini ifade eder, salt olayın geçmiş zamanda gerçekleşmiş olduğunu
değil.

Bilindiği gibi Hz. Peygamber'in (s.a.a) dinde ayrılığa düşüp, grup grup
olan ve her biri bir önderin peşine düşenlerden ayrı tutulması, onlarla
bir ilişiğinin olmadığının bildirilmesi, soyutlandırılması tamamen şu
gerçeğin vurgulanmasına yöneliktir: O bir elçidir, insanları hak söze
ve tevhit dinine davet eder. O, varlığıyla İslâm'ı temsil eden eksiksiz
bir örnektir. Hareketleriyle insanları İslâm'ın gereklerini yerine getirmeye
çağırır. Böyle olunca, "senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur..." sözü
şu şekilde anlaşılmaktadır: Onların, senin davet ettiğin dinle bir ilgileri
yoktur, senin izlediğin yol üzere de değildirler.

Bu durumda ayette kastedilen anlam şudur: "Kitap verilenler, ancak
kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden
ayrılığa düştüler." [Âl-i İmrân, 19 ] ayetinde vurgulandığı gibi, kaçınılmaz
olarak bilgiden kaynaklanan (bilerek yapılan) ihtilâflar sonucu
dinlerini parça parça edip, çeşitli mezheplere ayrılanlar, senin mesaj
birliği ve tefrikadan kaçınma temeline dayandırdığın yolunun üzerinde
değildirler. Bu şekilde dinde ayrılığa düşenlerin işi Allah'a aittir.

En'âm Sûresi / 158-160 ........................................................................................ 617

Onlardan dolayı sana bir zarar gelmez. Allah, kıyamet günü onlara
yaptıklarını haber verecektir. Karşılığında rehin tutuldukları amellerinin
gerçek mahiyetini gözlerinin önüne serecektir.

Bu açıklamalarımızdan, ayetin anlamını, Peygamberimizin (s.a.a) sırf
müşriklerden veya müşriklerle birlikte Yahudi ve Hıristiyanlardan ya
da bu ümmetten çeşitli mezheplere bölünen bidatçilerden uzak olduğunu
vurgulamaya özgü kılmayı gerektiren bir hususun olmadığı
anlaşılmıştır. Ayet, bunların tümünü içerecek şekilde genel niteliklidir.

160) Kim iyilik getirirse, ona onun on katı vardır; kim de kötülük getirirse,
sadece onun dengiyle cezalandırılır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.


Ayet, vermek istediği mesaj bakımından eksik bir husus bırakmıyor.
Burada yüce Allah'ın kullarına yönelik bir iyiliğine işaret ediliyor.
Allah kullarına, işledikleri iyiliklere on katı iyilikle karşılık vereceğini
bildiriyor. Kötülüğü de sadece kendisi kadar bir kötülükle
cezalandıracağını belirtiyor. Yani iyiliğe on misli, kötülüğe de bir
misli karşılık vardır. Amellerin karşılıklarının verilmesinde eksiklik
söz konusu değildir. İyiliğin karşılığında kısmaya, kötülüğün karşılığında
da artırmaya başvurulmaz. Bunun yanında iyiliğinin karşılığını
fazlasıyla vermesi mümkündür. Nitekim şu ayette buna işaret etmektedir:
"Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği, yedi başak
bitiren, her başağında yüz tane bulunan bir tanenin örneği gibidir.
Allah dilediğine kat kat artırır." (Bakara, 261) Aynı şekilde kötülüğün
karşılığını affetmesi, karşılık olarak öngörülen o bir cezayı da
vermemesi mümkündür.

Fakat ayetin önceki ayetlerle ilintili olması, onların akışının bir parçası
hâlinde devam etmesi, bir diğer anlamı daha gündeme getirmektedir.
Sanki önceki ayetler grubunun akışı içinde hak üzere birleşip ittifak
etme ve onda ayrılığa düşme hususları üzerinde durulduktan
sonra şöyle deniyor: Bu iki iyi ve kötü huyun her birine hak ettiği karşılık
verilir. Bu konuda hiçbir haksızlığa meydan verilmez. Çünkü karşılık,
işlenen amelin dengi olmalıdır. Bir iyilik yapana, işlediği iyilik
kadar iyilikle karşılık verilir. Buna ek olarak fazladan da ödül verilir.
Bir kötülük işleyene de, -ki bu kötülükten maksat, ayette yasak oldu-

618 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

ğuna işaret edilen dinde ihtilâfa düşmedir- sadece işlediği kötülüğün
benzeri bir kötülükle karşılık verilir. Böyle bir kimsenin güzel bir karşılık
beklentisinin içine girmemesi gerekir. Böylece aşağıdaki ayetten
çıkarsanan anlamın bir benzeri çıkıyor karşımıza: "Kötülüğün cezası,
yine onun gibi bir kötülüktür." (Şûrâ, 40) Yani, asıl anlatılmak istenen,
kötülüğün karşılığının onun gibi bir kötülük olduğu ve kimsenin buna
rağbet etmeyeceğidir. Yoksa amaç, cezanın tekliğini ve katlanmağını
anlatmak değildir.

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI

Tefsir'ul-Ayyâşî'de Zürare, Hamran ve Muhammed b. Müslim İmam
Bâkır ve İmam Cafer Sadık'tan (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun),
"Rabbinin bazı ayetleri geldiği gün, daha önce iman etmemiş... kimseye,
artık imanı bir fayda sağlamaz." ayetiyle ilgili olarak şöyle rivayet
ederler: "Bu ayetlerden kastedilen, güneşin batıdan doğması,
dâbbenin ortaya çıkması ve bir dumanın belirmesidir. Bazı kimseler
kötü işler işlemekte ısrar ederler ve imanın gereğini yerine getirmezler.
Sonra bu mucizeler ve alâmetler belirdiğinde imanı kendisine bir
fayda sağlamaz." [c.1, s.384, h: 128]

Ben derim ki: "Bazı kimseler kötü işler işlemekte ısrar ederler..." ifadesi,
"ya da imanında bir hayır kazanmamış olan..." cümlesinin açıklaması
mahiyetindedir. Bunu daha önceki açıklamalarımızdan çıkarıyoruz.
Ayrıca aşağıdaki rivayet de bunu destekler mahiyettedir.
Aynı eserde Ebu Basir, İmam Bâkır ve İmam Sadık'tan birinden (üzerlerine
selâm olsun), "ya da imanında bir hayır kazanmamış olan..."
ifadesiyle ilgili olarak şöyle rivayet eder: "Günahkâr müminle imanı
arasına çok günah işlemesi, buna karşılık az iyilik etmesi girer, böylece
imanında bir hayır kazanmamış olur." [c.1, s.385, h: 130]

Tefsir'ul-Kummî'de deniyor ki: Bana babam anlattı, o da Safvan'-dan,
o da İbn-i Muskan'dan duymuş: İmam Bâkır (a.s), "Rabbinin bazı ayetleri
geldiği gün..." ifadesiyle ilgili olarak buyurdu ki: "Güneş batıdan
doğunca, o gün iman eden hiç kimseye imanı fayda vermez."
---------------
[c.1, s.221-222]

En'âm Sûresi / 158-160 ........................................................................................ 619

ed-Dürr'ül-Mensûr adlı tefsirde belirtildiğine göre, Ahmed, Abd b.
Humeyd -Müsnedinde-, Tirmizî, Ebu Ya'la, İbn-i Ebî Hatem, Ebu'ş-Şeyh
ve İbn-i Mürdeveyh, Ebu Said el-Hudrî'den, o da Peygamberimizin
(s.a.a), "Rabbinin bazı ayetleri geldiği gün..." ayetiyle ilgili olarak şöyle
buyurduğunu rivayet eder: "Burada kastedilen, güneşin batıdan
doğmasıdır." [c.3, s.57]

Ben derim ki: Görüldüğü kadarıyla bu ve öncesindeki rivayetlerde
genel bir ifadenin nesnel karşılıklarından birine uyarlanması söz konusudur.
Fakat bu rivayetlerin, ayetin tefsiri mahiyetinde söylenmiş
olmaları da muhtemeldir. Her hâlükârda burada, yüce Allah'ın hışmının
ve azabının belirginleştiği bir gün kastediliyor. Bu korkunç hışmı
ve gazabı gören insanlar, iman etmek zorunda kalacaklar. Ama bu
imanın kendilerine bir faydası olmayacak. Güneşin batıdan doğacağına
ilişkin birçok hadis, Şiî kaynaklarda Ehlibeyt İmamlarından;
Sünnî kaynaklarda da Ebu Said el-Hudrî, İbn-i Mesud, Ebu Hureyre,
Abdullah b. Ömer, Huzeyfe, Ebuzer, Abdullah b. Abbas, Abdullah b.
Ebî Evfa, Safvan b. Assal, Enes, Abdurrahman b. Avf, Muaviye, Ebu Umame
ve Aişe gibi sahabîlerden rivayet edilmiştir. Ancak Sünnî kaynaklarda
yer alan bu rivayetlerin içerikleri arasında akıl almaz ihtilâfların
da bulunduğunu vurgulayalım.

Çağdaş bilimsel teoriler yeryüzünün şimdiki hareket tarzının değişmesini
büsbütün olumsuzlamamaktadır. Buna göre, doğudan başlayan
hareket tersine dönebilir ya da kutuplar yer değiştirebilirler; kuzey
kutbunun güneye, güney kutbunun da kuzeye, aşamalı olarak
veya bütünsel bir atmosfer olayı sonucu birden bire gelmesi mümkündür.
Ancak bütün bunlar, ayette geçen ifadenin sembolik bir anlam
taşıdığı, bununla gerçeklere ilişkin ilâhî sırlardan bazılarına işaret
edildiği ihtimalini göz ardı ettiğimizde söz konusu olan şeylerdir.
Rivayetlerde bu alâmetlerden bazısı şu şekilde sıralanır: Dâbbe-t'ularzın
çıkması, bir dumanın göğü kaplaması, Ye'cuc ve Me'cuc'un ortaya
çıkması... Bütün bunlar, Kur'ân'da zikredilen olgulardır. Bunun
yanında başka alâmetler de sayılmıştır: Mehdi'nin (a.s) zuhuru,
Meryem oğlu İsan'ın (a.s) inişi, Deccal'ın ortaya çıkışı vs. Bunlar, ahir
zamanda ortaya çıkacağı söylenen olgular olmakla beraber,

620 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

tövbe kapısının kapanmasını gündeme getiren olaylar olma özellikleri
belirgin değildir.

el-Burhan adlı eserde, el-Berkî'den, o da kendi rivayet zinciriyle Abdullah
b. Selman el-Amirî'den, o da İmam Cafer'den (a.s) şöyle rivayet
eder: "Yeryüzü durdukça, orada helâl ve haramı bilen ve insanları Allah'ın
yoluna çağıran Allah'ın bir hücceti (kanıtı) bulunacaktır. Kıyametten
kırk gün öncesine kadar yeryüzü hüccetsiz kalmayacaktır.
Hüccet kaldırıldığı zaman tövbe kapısı kapanır, hüccetin kaldırıldığı
güne kadar iman etmemiş olan kimsenin o gün iman etmesi fayda
vermez. Bu duruma düşenler, Allah'ın yarattığı varlıkların en kötüleridir.
Kıyamet onların başına kopar." [c.1, s.564, h: 5]

Ben derim ki: Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî, "Mena-kib-u
Fatıma" adlı eserinde, bu hadisi başka bir rivayet zinciriyle İmam Cafer'den
(a.s) rivayet etmiştir.

Tefsir'ul-Kummî'de, müellif babasından, o Nazr'dan, o Halebî'den, o
Mualla b. Huneys'den, o da İmam Cafer'den (a.s), "Dinlerini parça
parça edip, grup grup olanlar..." ayetiyle ilgili olarak şöyle buyurduğunu
nakleder: "Allah'a yemin ederim ki, şu halk da (İslâm ümmetinin
geneli) dinini parça parça etmiş bulunuyor." [c.1, s.222]
Ben derim ki: Yani çeşitli mezheplere bölünmüşlerdir. Daha önce İslâm
ümmetinin yetmiş üç fırkaya bölüneceğini belirten bir hadise yer
vermiştik.

Tefsir'ul-Ayyâşî'de, Ebu Basir'den, o da İmam Cafer Sadık'tan (a.s)
Hz. Ali'nin (a.s) bu ayeti, "fâreku dinehum..." şeklinde okuduğunu rivayet
eder. [Buna göre, "Dinlerinden ayrılıp, grup grup olanlar..." şeklinde
bir anlam karşımıza çıkar.] [c.1, s.385, h: 131]

Ben derim ki: ed-Dürr'ül-Mensûr gibi kaynaklarda belirtildiğine göre,
bazı Sünnî kaynaklar da böyle bir kıraati Hz. Ali'den (a.s) rivayet
etmişlerdir.

el-Burhan adlı eserde el-Berkî'den, o babasından, o Nazr'dan, o Yahya
el-Halebî'den, o Muskan'dan, o da Zürare'den şöyle rivayet eder:
"Ben yanında oturduğum bir sırada İmam Cafer'e (a.s), 'Kim iyilik
getirirse, ona onun on katı vardır.' ayetinin Ehlibeyt İmamlarının ve

En'âm Sûresi / 158-160 ........................................................................................ 621

lâyetinden haberi olmayanları kapsayıp kapsamadığı soruldu. İmam
buyurdu ki: 'Bu ayet, özellikle müminleri (Ehlibeyt'in velâyetine inananları)
kapsar.' Dedim ki: 'Allah sana iyilik versin. Sizce oruç tutup,
namaz kılan, haramlardan sakınan, güzel bir takva örneği sergileyen,
fakat Ehlibeyt'i tanımadığı gibi Nasibîler (Ehlibeyt'e düşman olan
bir grup) gibi size düşmanlık da beslemeyen insanların durumu
ne olacaktır?' İmam, 'Allah böyle insanları rahmetiyle cennetine koyacaktır...'
buyurdu." [c.1, s.565, h: 4]

Ben derim ki: Bu rivayet gösteriyor ki, ahirette elde edilecek ecir
kişilerin marifetiyle bağlantılıdır. Bu anlamı içeren birçok rivayet,
hem Şia, hem de Ehlisünnet kaynaklarında yer almaktadır.
Öte yandan, "Kim iyilik getirirse, ona onun on katı vardır." ifadesinin
anlamıyla ilgili birçok rivayet aktarılmıştır. Bunları hem Şia uleması,
hem de Ehlisünnet uleması aktarmış ve bu ayetin tefsiri
bağlamında materyal olarak kullanmışlardır. Ancak bu rivayetlerin
büyük kısmı, oruç ve namaz gibi [ayette sözü edilen iyiliğin] nesnel
karşılıkların[ın] belirginleştirilmesi etrafında gelişmektedirler. Bu
yüzden söz konusu rivayetleri burada birer birer ele alıp irdelemeyi
uygun görmedik.