El-Mizân Tefsiri

Allame Muhammed Hüseyin TABATABAİ(r.a)
                             Cilt:7

                     EN'ÂM SURESİ

                             ( Tamamı:1-165)

                                         İÇİNDEKİLER



Ayetlerin Meâli

128- Onların hepsini bir araya topladığı gün, "Ey cinler (şeytanlar)
topluluğu! Siz insanlarla (onları yönetip yoldan çıkarmak için) çok
uğraştınız." (der.) Onların insanlardan olan dostları, "Rabbimiz, kimimiz
kimimizden yararlandı ve bizim için belirlediğin ecele (noktaya)
ulaştık." derler. Allah der ki: "Durağınız ateştir; Allah'ın dilediği
hariç, orada ebedî kalacaksınız." Şüphesiz Rabbin, hikmet sahibi ve
bilendir.
129- İşte kazandıklarından ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir
kısmının başına böyle geçiririz.
130- "Ey cinler ve insanlar topluluğu! İçinizden size ayetlerimi anlatan
ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi
mi?" Derler ki: "Kendi aleyhimize şahitlik ederiz." Dünya hayatı onları
aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.
131- Bu, halkı habersizken, Rabbinin haksızlık ile kentleri helâk edici
olmadığındandır.
132- Her birinin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabbin, onların
yaptıklarından habersiz değildir.
133- Rabbin zengindir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur), rahmet sahibidir.
Dilerse sizi yok eder ve sizi başka bir kavmin zürriyetinden yarattığı
gibi, sizden sonra yerinize dilediğini yaratır.
134- Şüphesiz, size vaadedilen mutlaka gelecektir; siz (Allah'ı) âciz
bırakacak değilsiniz.
135- De ki: "Ey kavmim, konumunuz üzere, (yapacağınızı) yapın, ben
de (yapacağımı) yapıyorum. Yakında yurdun sonunun (başarının)
kime ait olacağını bileceksiniz."

AYETLERİN AÇIKLAMASI

Ayetler grubunun, bundan önceki ayetlerle sıkı bir bağlantısı vardır.
Burada yüce Allah'ın öngörmesi sonucu bazı zalimlerin diğer bazı zalimlerin
velisi anlamı açıklanıyor. Şeytanların kâfirlerin velisi olması
gibi. Yüce Allah'ın onları bu şekilde veli kılmış olması, hiçbir şekilde
zulüm olarak değerlendirilemez. Çünkü onlar gelecekte, kıyamet gününde,
ilâhî açıklamadan ve ahiret gününe ilişkin uyarıcı duyurulardan
sonra, kendi kötü tercihleri ve dünya hayatına aldanışları sonucu

En'âm Sûresi / 128-135 ........................................................................................ 555

Allah'a ortak koştuklarını, günah işlediklerini, dolayısıyla haksızlık ettiklerini,
zulümle donandıklarını itiraf edeceklerdir. Haksızlık eden zalimlerinse
kurtuluşa eremeyecekleri bir gerçektir.
O hâlde ilâhî kaza/hükme bağlama, öntasarım, sorgulamanın ve
cezalandırılmanın eksenini oluşturan serbest seçimleri etkisiz hâle
getirmiş değildir. Ayrıca beşerî mutluluk ve mutsuzluğun temel gerekçesini
oluşturan beşeri serbest seçim ile ilâhî yargı ve öntasarım
arasında bir çatışma söz konusu değildir. Dolayısıyla hükme bağlanan,
ezelde tasarlanan, insanın kendi seçimi ve iradesi sonucu şeytanlardan
edindiği velilere uymasıdır. Yoksa ilâhî yargı baştan itibaren
insanın seçme hakkını elinden almış, ardından onu şeytanlara
uymaya zorlamış değildir. Yani Allah'ın veya şeytanların onu mutsuzluk
yolunu izlemeye, şirk esaslı inanç sistemini seçmeye, günah
ve isyanlarda bulunmaya zorlaması söz konusu değildir. Tam tersine
Allah'ın onlara herhangi bir ihtiyacı yoktur. Onların elinde olup
da Allah'ın gereksinim duyduğu, bundan dolayı da onlara haksızlık
ettiği bir şey yoktur. Bilâkis Allah, onları rahmetiyle yaratmış ve
kendilerini mutluluk yoluna girmeye teşvik etmiştir. Ama onlar
zulmettiler, bu yüzden kurtuluşa eremediler.

128) Onların hepsini bir araya topladığı gün, "Ey cinler (şeytanlar) topluluğu!
Siz insanlarla (onları yönetip yoldan çıkarmak için) çok uğraştınız."…
ve bizim için belirlediğin ecele (noktaya) ulaştık.


Araplar, bir işi veya bir şeyi çokça yapan, bir iş veya bir şeyle çokça
uğraşan kimse için, "Eksere min'eş-şey'i ev'il-fi'li" veya "istek-sere
minhu" derler. Ayetin orijinalinde geçen "isteksertum=çok yaptınız"
ifadesiyle, cinlerin çok sayıda insanı kıyamete getirdikleri şeklinde bir
anlam kastedilmiyor. Çünkü onları dünyada meydana getiren, kıyamet
günü de onları huzurunda toplayacak olan yüce Allah'tır. Şeytanların
yaptığı şey, musallat oldukları insanla çokça uğraşmaları, onu
yoldan çıkarmaları, onun üzerinde yönlendirici bir velâyet/yönetici
po-zisyonunu elde etmeleridir. Bu da zorlayıcı, mecbur edici bir velâyet-
yöneticilik değildir. Tersine iki taraf arasında bir işbirliğinden söz
edilebilir. Onlardan uyan uyduğundan bir çıkar beklediği için ona uyar.
Uyulan ise, üzerindeki yöneticiliği ve işlerini plânlaması ile uyan-

556 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

dan kendisine bir çıkar sağlanacağını umduğu için yönetimini üstlenir.
Dolayısıyla cinlerin insanları yoldan çıkarmakla bir tür haz aldıkları,
insanların da vesveselere, dedikodulara uymakla bir tür maddî
ve nefsanî lezzet elde ettikleri söylenebilir.
Nitekim cinleri, veli edinen insanların şu itirafları bunun göstergesidir:
Rabbimiz, birbirimizden yararlandık; biz onların vesveselerinden,
baştan çıkarıcı telkinlerinden dünyevî zevkler ve çıkarlar sağladık, onlar
da bizden hoşlarına giden şeyler sağladılar. Derken gelip bu akıbetle
yüz yüze kaldık.

Bundan da anlaşılıyor ki -ayetin akışı da bunu gösterir-, "bizim için
belirlediğin ecele..." ifadesinde geçen "ecel"den maksat, varlıkları
için öngörülen sınır-düzey ve amelleri için öngörülen mertebedir,
yaşamlarının sona erdiği vakit anlamındaki ecel (ölüm) değil. Diğer
bir ifadeyle, fiilî varoluşlarıyla ulaşabilecekleri en son mertebe kastedilmiştir,
hayatlarının son bulacağı an değil. Dolayısıyla onların itiraflarının
anlamı şu şekilde belirginleşmektedir: Bazılarımız kendi
kötü tercihi ve olumsuz amelleriyle diğer bazılarımızdan yararlandı.
Böylece bu kendi tercihimize dayanan yolculuğumuzla, senin bizim
için belirlediğin düzeye, yani kâfirler ve zalimler olma düzeyine ulaştık.
Buna göre, ayetin anlamı şu şekilde belirginleşmektedir: Allah o gün,
aleyhlerine olan kanıtlar tamamlansın diye onların hepsini bir araya
getirir. O sırada cinlere şöyle seslenir: "Ey cinler topluluğu, insanların
velâyetini elinize geçirmek, onları yönetip yoldan çıkarmak için çok
uğraştınız." Cinleri dost ve veli edinen insanlar da işin aslını itiraf ederek
derler ki: "Rabbimiz, bazımız bazımızdan yararlandı. Biz insanlar
topluluğu cinlerden yararlandık, onların baştan çıkarıcı vesveseleriyle
dünyanın çekici süslerine ve göz alıcı nimetlerine sarılıp yararlandık.
Cinler de bizden yararlandılar, bizim onların vesveselerine uymamız
onlara zevk verdi. Böylece karşılıklı olarak birbirimizden yararlanıyorduk,
tâ ki aykırı yaşantımız itibariyle varabileceğimiz son sınıra ve
amel derecesine ulaşıncaya kadar."

Aslında onlar şunu da itiraf etmiş oluyorlar: Ecel, gerçi Allah tarafından
belirlenmiş, ancak bu ecele kendileri bazısının bazısından

En'âm Sûresi / 128-135 ........................................................................................ 557

yararlanması suretiyle ulaşmamaktalar. Bu da, onların kendi istekleriyle,
kendi tercihleriyle izledikleri bir yoldur. Buradan hareketle ayette
geçen cinlerden maksadın, insanların göğüslerine vesveseler telkin
eden cin kökenli şeytanlar olduğu sonucuna varmak mümkündür.
Allah der ki: "Durağınız ateştir; Allah'ın dilediği hariç, orada ebedî kalacaksınız."
Şüphesiz Rabbin, hikmet sahibi ve bilendir.
Bu, yüce Allah'ın, onların itiraflarına karşılık olarak verdiği cevap ve
aleyhlerine karara bağladığı hükümdür. Allah'ın hükmü, "Durağınız
ateştir..." şeklinde ifade edilmiştir.

"el-Mesvâ"; "sevâ/yesvî/sevâen=sürekli olarak ikamet etti." kökünün
ism-i mekânıdır. Dolayısıyla, "Durağınız ateştir." ifadesi, içinde sürekli
kalacağınız ve hiç çıkmayacağınız yer ateştir, anlamını ifade eder. Bu
yüzden, "orada ebedî kalacaksınız." ifadesiyle de pekiştirilmiştir. "Allah'ın
dilediği hariç" ifadesi, bir istisna niteliğindedir ve bununla demek
isteniyor ki: Allah'ın gücü, bununla beraber olduğu gibi durmaktadır.
Böyle bir şeyi yapmayacak olsa da O, sizi buradan çıkarma gücüne
sahiptir.

Ardından ayetin akışı şu cümleyle tamamlanıyor: "Şüphesiz Rab-bin
hikmet sahibi ve bilendir." Bu ifade, ayette yer alan açıklamanın gerekçesi
mahiyetindedir ve hitap Peygamberimize (s.a.a) yöneliktir.

129) İşte kazandıklarından ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının
başına böyle geçiririz.


Burada, yüce Allah'ın zalimlerden bazısını diğer bazısına veli/yönetici
ve önder yapmasının, önceki ayette açıklanan [evrensel bir]
gerçeğe dayandığı açıklanıyor. Bu gerçek şudur: Uyan uyduğundan,
onun teşvikleri ve baştan çıkarmaları ile yararlanır, böylece birtakım
günahlar işler. Derken Allah uyulanı uyanın yöneticisi hâline getirir,
uyan onun yönetimi altına girer.

"Bi-ma yeksibûn=kazandıklarından ötürü" ifadesinin orijinalinin başındaki
"ba" harf-i cerri, neden ya da karşılık bildirir. Bununla demek
isteniyor ki; zalimlerin bu şekilde birbirleriyle yöneten ve yönetilen ilişkisine
girmeleri, işledikleri zulümlerin karşılığı olan bir cezadır.

558 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

Yoksa herhangi bir günahın cezası olmaksızın baştan itibaren varolan
bir yönetsel ilişki söz konusu değildir. Nitekim ulu Allah bir ayette de
şöyle buyurmuştur: "Allah onunla birçoğunu saptırır ve yine onunla
birçoğunu hidayete erdirir. Ancak onunla sadece fasıkları saptırır."
(Bakara, 26) Tefsirini sunduğumuz ayette, hitabın şeklinde bir değişikliğe
(iltifat sanatı) gidilmiştir, gaip sıygası şeklinde sürüp gelen akış,
birden mütekellim (birinci çoğul şahıs) sıygasına dönüştürülmüştür.
Bununla kastedilen husus, bu gerçeğin açıklanmasının Peygamberimize
(s.a.a) özgü kılınmasıdır. Çünkü onlar böyle bir gerçeğin açıklanışının
muhatabı olmaya lâyık değildirler. Mütekellim sıygasına geçiş
yapılması ise, fısıldaşmanın, sırrı açmanın bu kalıpta daha uygun olduğu
içindir. Ayetlerin akışında birkaç kez daha üslûp değişikliğine
gidilmiştir ki, bunların hangi anlama yönelik oldukları üzerinde düşünenler
tarafından bilinmektedir.

130) Ey cinler ve insanlar topluluğu! İçinizden... elçiler gelmedi mi?
Derler ki: "Kendi aleyhimize şahitlik ederiz." Dünya hayatı onları aldattı...


Bu ifade, önceki ayetten, onların kendi olumsuz tercihleri sonucu
şeytanları veli/yönetici edindiklerine ilişkin olarak çıkarsanan kanıtla
ilgili olarak zihinlerde belirebilecek bir kuşkuyu giderme amacına yöneliktir.
Sözünü ettiğimiz kuşku şudur: Gerçi onlar bu yola kendi seçimleriyle
yöneldiler, ama onlar bu tür günahların ve yararlanmaların, sonuçta
kendilerini helâke sürükleyeceğini, zalimlerin ve şeytanların başlarında
yönetici olmalarına neden olacağını, artık peşinden mutluluk
gelmeyen bir mutsuzluğa duçar olacaklarını bilmiyorlardı. Dolayısıyla
onlar, amellerinin kötülüğü, fiillerinin çirkinliği hakkında genel bir
bilgi sahibi olmakla beraber bunların böyle bir sonucu olduğundan
habersizdiler. Habersiz olanı cezalandırmak ise zulümdür.
İşte yüce Allah, zihinlerde uyanabilecek bu tür bir kuşkuyu bu ifadelerle
bertaraf ediyor. Onlara elçilerin gelip gelmediğini, bu elçilerin
kendilerine Allah'ın ayetlerini hatırlatıp hatırlatmadıklarını, toplanma
ve hesaplaşma günüyle ilgili olarak kendilerini uyarıp uyarmadıklarını
soruyor. Onlar kendilerine gönderilen elçileri inkâr ettiklerine tanık

En'âm Sûresi / 128-135 ........................................................................................ 559

lık edince, söylenecek söz kalmıyor ve hüccet/aleyhlerindeki kanıt
kesinlik kazanıyor.

O hâlde ayetten şöyle bir anlam algılıyoruz: "Biz onların tümüne hitap
ederiz ve deriz ki: Ey cinler ve insanlar topluluğu, size, içinizden elçiler
gelmedi mi? Biz onları size göndermedik mi? Onlar size, hak dine delâlet
eden ayetlerimi anlatmadılar mı? Böyle bir günle, yani kıyamet
günüyle karşılaşacağınıza dair sizi uyarıp korkutmadılar mı? Allah'ın
gelecekte sizi sorguya çekeceğini, amellerinizden dolayı sizi muhasebe
edeceğini, işlediğiniz amellerinize gerekli karşılığı tam olarak
vereceğini, hayra hayırla, şerre şerle karşılık vereceğini bildirmediler
mi? Biz onlara bu soruları yönelttiğimizde bize şu karşılığı verirler: Biz
kendi aleyhimize tanıklık ediyoruz. Elçiler bize geldiler, senin ayetlerini
bize okudular, bu günkü buluşmamız hakkında bizi uyardılar." Bu
arada peygamberlerin getirdiklerini inkâr ettiklerini, bilerek onları
reddettiklerini, bu hususta habersiz kimseler olmadıklarını itiraf ediyorlar.

Buraya kadar yaptığımız açıklamalardan öncelikle şu hususlar açıklığa
kavuşuyor.

Birincisi: "İçinizden..." kelimesi, ancak gönderilen elçilerin başka
cinsten değil, cinlerden ve insanlardan oluşan muhatapların cinsinden
olduklarına delâlet eder. Meselâ, elçiler melekler arasından seçilip
gönderilmediler ki, onlardan ürksünler, bir yakınlık kuramasınlar,
sözlerini anlayamasınlar. Fakat gerek cinlere ve gerekse insanlara
ayrı ayrı kendi hemcinsleri arasından elçiler gönderildiği hususuna ilişkin
bir kanıtı bu ayetten edinmek mümkün değildir.

İkincisi: Ayette "şahitlik etme" ifadesinin tekrarlanması, tamamen ilintili
olduğu hususların değişmesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü
ilkinden maksat, elçilerin geldiklerine, Allah'ın ayetlerini anlattıklarına,
kıyamet günüyle ilgili uyarılarda bulunduklarına ilişkin tanıklıklarıdır.
İkincisinden maksat ise, elçilerin getirdikleri mesajı bilinçli bir
şekilde inkâr ettiklerine tanıklık etmeleridir.

Bazılarına göre; "Ayette geçen ilk şahitlikten maksat, mükellefiyet
hâlinde, yükümlülük vaktinde kâfir ve günahkâr olduklarına ilişkin ilgili
tanıklıkları; ikincisinden maksat da, ahirette dünyadayken kâfir

560 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

olduklarına tanıklık etmeleridir." Ancak bu tür bir değerlendirme
yapmanın hiçbir yararı yoktur. Çünkü her iki tanıklık da sonuçta dünya
hayatında küfür üzere olunduğuna ilişkin bir tek tanıklığa dönüktür.
Dolayısıyla böyle bir durumda, tekrarın izahına yönelik ihtiyaç giderilmemiş
olur.

Üçüncüsü: "Dünya hayatı onları aldattı..." ifadesi, bir ara cümleciktir.
Burada zikredilmesinin sebebi, dinleyicilerin zihinlerinde uyanabilecek
bir kuşkuyu gidermektir. Şöyle ki: "Onlar birbirlerinden yararlanırlarken,
peygamberlerin gelişinden, onların ayetleri açıklayışlarından,
ahiret günüyle ilgili uyarılarda bulunuşlarından habersiz değildiler.
Peki neden kendilerini tehlikeye attılar, niçin bilerek ve tercih ederek
helâk oluşu seçtiler?" Bu soruya, dünya hayatının onları aldattığı şeklinde
cevap veriliyor. Ne zaman kalplerinde hakka ilişkin bir düşünce
belirdiyse, bir hayır parıltısı parıldadıysa, hemen heva ve tutkular
kalplerinin üzerine çullandı; kötü işlerin, kötü huyların karanlıkları
kalplerinin üzerine çöktü. Böylece kalpleriyle hak arasında aşılamaz
bir engel meydana geldi. Gözleri hakkı göremeyecek ve gözlemleyemeyecek
şekilde körleşti.

131) Bu, halkı habersizken, Rabbinin haksızlık ile kentleri helâk edici
olmadığındandır.


Ayetin orijinalinin başındaki "zâlike=bu" ifadesiyle -ayetin akışından
anladığımız kadarıyla- önceki açıklamaların içeriğine işaret edilmektedir.
"en lem-yekun" ifadesinin orijinalinin başına, gerekçelendirme
bildiren "lâm" harfi takdir edilmiştir. Dolayısıyla şöyle bir anlam elde
edilmiş olur: Açıkladığımız bu işleri yapmamızın, yeni peygamberler
göndermemizin onların ayetlerimizi açıklamalarının ve kıyamet gününe
ilişkin uyarılarda bulunmalarının nedeni şudur: Kentler halkını,
kendilerine yöneltilen itaat emrinden ve bu emre karşı çıkmaları durumunda
başlarına geleceklerden habersiz iken onları helâk etmek,
onların üzerine azap indirmek Allah'ın yasası değildir. Aksi takdirde
bu, yüce Allah'ın onlara zulmetmesi, haksızlık yapması anlamına gelirdi.
Gerçi onlar Allah'ın kendilerine yönelik kazası, hükmü ve bazısını
bazısına yönetici kılması sonucu mutsuzluk derekesiyle yüz yü

En'âm Sûresi / 128-135 ........................................................................................ 561

ze geldiler; ancak Allah onların itaat etme güçlerini ellerinden almadı,
serbest seçim yeteneklerini devre dışı bırakmadı. Tam tersine
kendileri şirk esaslı hayatı ve günahları tercih ettiler. Bunun üzerine,
içlerinden peygamberler onlara gönderildi. Peygamberler onlara
Allah'ın ayetlerini açıkladılar, onları hesaplaşma gününde gerçekleşecek
yüzleşme hususunda uyardılar. Fakat onlar peygamberleri
inkâr ettiler, azgınlıklarını ve inatçılıklarını ısrarla sürdürdüler.
Bunun üzerine Allah bazısının bazısını yönetici edinmeleri şeklinde
onları cezalandırdı. Ardından da sürekli kalacakları yurdun ateş olacağına
hükmetti. O hâlde, isteyerek ve bilerek kendileri için helâki,
felaketi çağıranlar onlardır. Onlar habersizken Allah, onları helâk
etmiş değildir. Dolayısıyla Allah onlara zulmetmemiştir. Yüce Allah-
'ın verdiği hüküm adaletin tâ kendisidir.

Buraya kadar yaptığımız açıklamalardan şu hususlar açıklığa kavuşuyor:
Birincisi: "Rabbinin... olmadığındandır." ifadesi, böyle bir şeyin ilâhî
yasa olmasını olumsuzlama amacına yöneliktir. Çünkü Allah bir şeyi
ancak yürürlükteki bir yasa uyarınca ve dosdoğru bir yol doğrultusunda
yapar. Nitekim Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: "Gerçekten
Rabbim, dosdoğru bir yol üzerindedir." (Hûd, 56) Dolayısıyla ifadenin
lafzında buna yönelik bir işaret vardır.

İkincisi: Kentlerin helâk edilmesinden maksat, ayetin akışından anladığımız
kadarıyla dünyada mutsuz olmalarının öngörülmesi, ahirette
de azaba çarptırılmalarıdır; dünyadayken üzerlerine azap indirilmesi
değil.

Üçüncüsü: Ayette geçen zulümden (haksızlık) maksat, yüce Allah'ın
onları, hiçbir şeyden haberleri yok iken helâk etmesi varsayımı ile
gündeme gelen zulümdür, ülkelerin halkının zulmü değil.

132) Her birinin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabbin, onların
yaptıklarından habersiz değildir.


Ayetin orijinalinin başında yer alan "kullun=her biri" ifadesi, iki topluluğa
dönük mahzuf zamirle ilintilidir. Dolayısıyla kastedilen anlam
şudur: İnsan ve cin topluluklarının her birinin yaptıkları işlere göre bir
derecesi vardır. Çünkü ameller/işler farklıdır ve farklılıkları ora-

562 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

nında neden olacakları dereceler de farklı olur. Rabbin, onların yaptıkları
işlerden habersiz değildir.

133) Rabbin zengindir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur), rahmet sahibidir...

Yaratılmışlara zulmetme olgusunu yüce Allah açısından olumsuzlama
amacına yönelik genel bir duyuru niteliğindedir.
Bunu şöyle açıklayabiliriz: Bir şeyi konulması gereken yerden başka
bir yere koymak, diğer bir ifadeyle hakkı geçersiz kılmak anlamına
gelen zulüm, bir şeyi yapmak veya yapmamak şeklinde tezahür eder.
Bu da iki şeyden dolayı olur: Ya bir şekilde ona ihtiyaç duymaktan.
Kendisine veya istediği bir başkasına bir çıkar sağlamak ya da kendisinden
veya istediği bir başkasından bir zararı defetme gereğini
duymak gibi. Ya da bir ihtiyaçtan değil de, bir içsel gaddarlıktan ve
katı kalplilikten ileri gelir. Böyle olunca da mazlumun çektiği acılardan
etkilenmez, maruz kaldığı musibetlerden dolayı yumuşama nedir
bilmez. Bu, bir ihtiyaçtan değil; ama kötü bir melekeden, uğursuz bir
karakterden ileri gelen bir zulüm olur.
Ulu Allah ise bu her iki olumsuz nitelikten münezzehtir. O, ihtiyaç duymayan
zengindir, yoksullaşmaz. O, mutlak rahmet sahibidir; her şeye
durumuna yaraşır şekilde nimet bahşeder. Dolayısıyla O, hiç kimseye
zulmetmez. İşte, "Rabbin zengindir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur),
rahmet sahibidir." ifadesi bu anlamı içermektedir. Buna göre ayetten
şöyle bir anlam elde ediyoruz: Senin Rabbin mutlak zenginliğe
sahiptir; yoksulluk ve ihtiyaç nedir bilmez. Yine O, her şeyi kuşatan
rahmet sahibidir. Bunun sonucu da şudur: O, sizi ortadan kaldırıp sizden
sonra rahmetiyle mahlukatından dilediğini yeryüzüne egemen kılabilir.
Bunun kanıtı, kendilerine ihtiyaç duymadığı için yeryüzünden
sildiği bir diğer kavmin soyundan sizi rahmetiyle yaratmış olmasıdır.
Ayette, akıllı akılsız tüm varlıklar için kullanılan "ma" edatının kullanılıp,
buna karşın akıllı varlıklar için olan "men" edatının kullanılmaması,
ilâhî kudretin sınırsızlığını göstermeye yönelik bilinçli bir müphemlik
oluşturmak içindir.

134) Şüphesiz, size vaadedilen mutlaka gelecektir; siz (Allah'ı) âciz bırakacak
değilsiniz.


En'âm Sûresi / 128-135 ........................................................................................ 563

Yani vahiy yoluyla size vaadedilen ölümden sonra diriliş ve amellerin
karşılıklarının eksiksiz bir şekilde görülmesi, kesinlikle gerçekleşecektir
ve siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz ki, O'nu saf dışı edesiniz,
bunları gerçekleştirmesine engel olasınız. Dolayısıyla bu ifade, önceki
vaadi ve tehdidi destekleyici, pekiştirici mahiyettedir.

135) De ki: "Ey kavmim, konumunuz üzere (yapacağınızı) yapın, ben
de (yapacağımı) yapıyorum. Yakında yurdun sonunun (başarının) kime ait
olacağını bileceksiniz."


Ayetin orijinalinde geçen "mekâneh" bir şeyin üzerine yerleştiği konum
ve durum demektir. Bir şeyin "akıbet"i ise, gelip dayandığı son
demektir. Bir görüşe göre bu kelime ("akıbet") tıpkı "ukbâ" gibi mastardır.
Arapların, "âkıbet'ud-dar" ifadesiyle, insanın çabasında başarılı
olduğunu, amacına ulaştığını ifade ettikleri bilinmektedir. Ayette, anlatımın
başına yönelik bir göndermeye yer verildiğini görüyoruz. Bununla
birkaç ayet önceki şu ifadeyi kastediyoruz: "Rabbinden sana
vahyolunana uy. O'ndan başka ilâh yoktur. Müşriklerden de yüz çevir."
[106. ayet]

Buna göre, şöyle bir anlam öngörülmüştür: Müşriklere söyle: Ey kavmim,
-burada bir tehdit söz konusudur- konumunuzun ve durumunuzun,
yani şirkinizin ve küfrünüzün elverdiği oranda ne yapabiliyorsanız
yapın, işlediğiniz zulümlere devam edin; ben de tevhide yönelik
imanım ve davetim üzere olan tavrımı sürdürüyorum, bunun
gereklerini yapıyorum. Yakında kimin yaptıklarından dolayı mutlu
olacağını, kimin başarıya kavuşacağını bileceksiniz. Ben
başaracağım, siz değil. Çünkü siz Allah'a ortak koşmakla zalim
oldunuz. Zalimlerse, zulümleri dolayısıyla kesinlikle başarıya ulaş-
Bmira zglöarrü. şe göre, "ben de (yapacağımı) yapıyorum." sözü, yüce Allah'ın
vaadettiği ölümden sonra diriltme ve amellerin karşılığını verme yönündeki
vaadi gerçekleştireceğine ilişkin bildirimidir.
Ama bu görüş yanlıştır, "Yakında yurdun sonunun (başarının) kime ait
olacağını bileceksiniz." ifadesinin akışı, bu ihtimali geçersiz kılacak
niteliktedir.

564 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI

Tefsir'ul-Kummî'de, "zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının başına
böyle geçiririz." ifadesiyle ilgili olarak şu açıklamaya yer veriliyor: "Zalimlerin
dostlarını dost edinenleri, kıyamet günü onlarla birlikte
haşrederiz." [c.1, s.216]

el-Kâfi'de, müellif kendi rivayet zinciriyle Ebu Basir'den, o da İmam
Bâkır'dan (a.s) şöyle rivayet eder: "Allah, bir zalimden mutlaka bir
başka zalim aracılığıyla intikam almıştır. İşte şu ayette buna işaret
edilmiştir: zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının başına böyle geçiririz."
[c.2, s.334, h: 19]

Ben derim ki: Ayetin, rivayette yer alan özgüleştirmeye yönelik delâleti
belirgin değildir.

ed-Dürr'ül-Mensûr adlı tefsirde, İbn-i Ebî Dünya "Kitab'ul-Emel" de,
İbn-i Ebî Hatem ve Beyhakî "eş-Şuab"da Ebu Said el-Hudrî'den şöyle
rivayet ederler: "Üsame b. Zeyd, henüz doğmuş bir köle çocuğu, bir
ay sonra ödenmek üzere yüz dinara satın aldı. Bu olay üzerine
Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: Bir ay sonra ödenmek
üzere bir şeyi satın alan Üsame'ye şaşmaz mısınız? Üsame tul-i
emel sahibidir (uzun arzular, sınırsız beklentiler içindedir). Nefsimi
elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, her göz açıp kapama anında,
alt ve üst kirpiklerim birbirlerine değmeden canımın alınacağını sanırım.
Aynı şekilde kirpiklerimi ayırdığımda bir daha kapatamayacağımı,
bundan sonra öleceğimi düşünürüm. Yuttuğum her lokmada,
onu yutmadan öleceğim aklıma gelir. Ey Âdem'in çocukları, eğer aklınız
varsa, kendinizi ölüme hazırlayın! Nefsimi elinde tutan Allah'a
yemin ederim ki: Şüphesiz, size vaadedilen mutlaka gelecektir; siz
(Allah'ı) âciz bırakacak değilsiniz." [c.3, s.47]

En'âm Sûresi / 136-150 ........................................................................................ 565