El-Mizân Tefsiri

Allame Muhammed Hüseyin TABATABAİ(r.a)
                             Cilt:7

                     EN'ÂM SURESİ

                             ( Tamamı:1-165)

                                         İÇİNDEKİLER



Ayetlerin Meâli

114- Allah'tan başka bir hakem mi arayayım? Oysa size Kitab'ı açıklanmış
olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiklerimiz, onun
gerçek üzere Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Şu
hâlde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma.
115- Rabbinin sözü (kelimesi), doğruluk ve adalet üzerine tamamlanmıştır.
O'nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O, işitendir,
bilendir.
116- Yeryüzünde bulunan (insan)ların çoğuna uyacak olursan, seni
Allah'ın yolundan saptırırlar. (Çünkü) onlar ancak zanna uyarlar ve
sadece tahmin yürütürler.
117- Şüphesiz Rabbin, kendi yolundan sapanı çok iyi bilir. O, doğru
yolda olanları da çok iyi bilir.
118- Eğer Allah'ın ayetlerine inanıyorsanız, artık üzerine yalnız O'nun
adı anılan (hayvan)lardan yiyin.
119- Üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan niçin yemeyesiniz? Oysa
Allah, çaresiz yemek zorunda kaldığınız dışında, haram şeyleri ayrı
ayrı açıklamıştır. Doğrusu birçokları bilgisizce kendi heva (kötü arzu)
larıyla (kimilerini) saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin, haddi aşanları
çok iyi bilir.
120- Günahın açığını da, gizlisini de bırakın. Çünkü günah kazananlar,
yaptıklarının cezasını çekeceklerdir.
121- Üzerine Allah'ın adı anılmayan (hayvan)lardan yemeyin. Çünkü
o, fısktır (yoldan çıkmadır). Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele
etmeleri için dostlarına fısıldarlar. Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz
siz de ortak koşanlar olursunuz.

514 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

AYETLERİN AÇIKLAMASI

Ayetler grubunun, "Allah'tan başka bir hakem mi arayayım?" ifadesinin
orijinalinin başındaki ayrıntılandırma bildiren "fa" harfinden de
anlaşılacağı gibi, önceki ayetler grubuyla bağlantılı olduğu ortadadır.
Ama aynı zamanda -sayıları sekizi bulan- ayetlerin birbirleriyle bağlantılı
oldukları da görülmektedir. Bazısı bazısıyla irtibatlı, bazısı bazısına
dönüktür. Çünkü ayetlerde kitabında hükümlerini ayrıntılı olarak
açıklayan Allah'tan başka hakem/yönetici edinilmesi olumsuzlanıyor,
aynı zamanda hakemlik ve yöneticilik bağlamında insanlara uyma,
onlara itaat etme de yasaklanıyor. Bu arada insanların çoğuna
uymanın sapıklık olduğu, itaat edilen insanların çoğunun zanna göre
hareket ettikleri, yöneticilik yaparken hükümlerini tahmine ve kesin
olmayan bilgilere dayandırdıkları belirtiliyor.

Ayetler grubunun sonunda şeytanların yardakçıları, velileri olan müşriklerin
müminlerle murdar olmuş hayvanın etinin yenmesi hususunda
tartıştıkları dile getiriliyor. Bu bağlamda, üzerine Allah'ın adı anılarak
kesilen hayvanların etlerinin yenmesi emredilirken, üzerine Allah-
'ın adı anılmadan kesilen hayvanların etlerinin yenmesi de yasaklanıyor
ve Allah'ın kitabında ayrıntılı olarak açıkladığı ve kullarının uymasından
hoşnut olduğu hükmünün bu olduğu ifade ediliyor.

Bütün bunlar, İbn-i Abbas'tan rivayet edilen şu sözleri destekler niteliktedir:
"Müşrikler, 'Siz öldürdüğünüz hayvanları yerken Allah'ın
öldürdüğünü mü yemiyorsunuz?' diyerek Peygamberimizle (s.a.a)
ve müminlerle tartışıyorlardı. Bunun üzerine konuya ilişkin ayet indi."
Şu hâlde bu ayetlerin ana hedefi farkı açıklamak ve hükmü
vurgulamaktır.

114) Allah'tan başka bir hakem mi arayayım? Oysa size Kitab'ı açıklanmış
olarak indiren O'dur.


Mecma'ul-Beyan adlı eserde deniyor ki: "el-Hakem ve el-hâkim aynı
anlama gelir. Ancak 'el-hakem' niteliğinde, övgü unsuru daha belirgindir.
Çünkü bu sözcük sadece hakka göre hüküm verdiği için hükmüne
başvurulmayı hak eden kimse anlamını ifade eder. 'Hâkim' ise,
hakka aykırı hükümler de verebilir." Merhum Tabersî devamla

En'âm Sûresi / 114-121 ........................................................................................ 515

şöyle diyor: "et-Tafsil; anlamın anlaşılmamasına sebep olacak ve açıklamanın
maksadı ifade etmekte yetersiz kalmasına yol açacak
karşılığı ortadan kaldıracak şekilde anlamları açıklamak demektir."
(Mecma'ul-Beyan'dan alınan alıntı burada sona erdi.)

"Allah'tan başka bir hakem mi arayayım?" ifadesi, bir bakıma, daha
önce işaret edilen "Allah tarafından gönderilen basiretler"e ilişkin bir
ayrıntılandırma mahiyetindedir. Bundan önce de Kur'ân'ın, Allah tarafından
kendisinden önceki İncil ve Tevrat'ı onaylamak üzere indirilen
mübarek bir kitap olduğu zikredilmişti. Bu durumda şöyle bir anlam
elde ediyoruz: "Allah'ın dışında sizin kulluk sunduğunuz tanrılardan
veya eğilim gösterdiklerinizden mi hüküm talep edeceğim ve onların
hükmüne mi uyacağım? Oysa Allah size Kitab'ı yani Kurâ'n'ı indirmiştir.
Bu kitap, ayrıntılı açıklamalar içermekte ve içerdiği bilgiler
ve yol göstericilikler birbirlerinden ayırt edilecek şekilde sunulmaktadır;
hükümleri arasında herhangi bir karışıklık yoktur. İşte ancak bu
niteliğe sahip olan bir kimse hüküm verebilir, ancak böyle bir zatın
hakemliğine başvurulabilir."

Dolayısıyla tefsirini sunduğumuz ayet, aşağıdaki ayetin vurguladığı
anlamı vurgulamaya yöneliktir: "Allah, hak ile hükmeder. O'ndan
başka yalvardıkları tanrılar ise hiçbir hüküm veremezler. Hiç kuşkusuz
Allah işitendir, görendir." (Mü'min, 20) Şu ayet de aynı anlamı vurgular
mahiyettedir: "Hakka götüren mi uyulmaya daha lâyıktır, yoksa
yola götürülmedikçe kendisi doğru yolu bulamayan mı?" (Yûnus, 35)
Kendilerine kitap verdiklerimiz, onun gerçek üzere Rabbin tarafından
indirilmiş olduğunu bilirler.

Burada hitap yeniden Peygamberimize (s.a.a) yöneltiliyor. Maksat
kesin inancını pekiştirmek, ayaklarının yere sağlam basmasını daha
bir temin etmektir. Müşriklere hitap ederken kendisine inen kitabın
hak içerikli olarak Allah tarafından indirildiğini daha bir güven duygusuyla
söylemesi için böyle bir üslûba gerek görülmüştür. Dikkat edilirse
burada iltifat sanatına başvurulmuştur [ve müşriklere hitaptan
Peygamber'e hitaba geçiş yapılmıştır]. Bu açıdan ifade sanki bir tür
ara cümlecik niteliğindedir. Şöyle ki, sözün arasına girilerek ayaklarını
daha sağlam yere basması ve kalbinin özgüveninin artması ve

516 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

müşriklerin onun sunduğu mesaja pürüzsüz olarak inandığını, bir basiret
üzere olduğunu anlamaları hedeflenmiştir.

"gerçek üzere..." ifadesi, "Rabbin tarafından indirilmiş..." ifadesiyle ilintilidir.
Kitabın indirilişinin "gerçek"le olması, şeytanlar tarafından
vesvese veya kehanet yoluyla telkin edilmediğinin vurgulanması amacına
yönelik olarak dile getirilmiştir. Nitekim bir ayette yüce Allah
şeytanların kimi insanlara birtakım sözler fısıldadıklarını anlatmaktadır:
"Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar, her
günahkâr yalancıya inerler." (Şuarâ, 221-222) Aynı şekilde şeytanların
bazı batıl sözleri ilâhî vahye karıştırmaları gibi bir durumun da Kur'ân
açısından söz konusu olmadığının vurgulanması da amaçlanmıştır.
Peygamberimize (s.a.a) böyle bir duruma karşı şu şekilde güvence
verilmektedir: "Gaybı bilen O'dur. Gizli bilgisini razı olduğu elçileri dışında
kimseye göstermez. Onların da önlerine ve arkalarına gözetleyiciler
koyar ki, Rablerinin kendilerine verdiği bilgileri duyurduklarını
bilsin." (Cin, 26-28)

115) Rabbinin sözü (kelimesi) doğruluk ve adalet üzerine tamamlanmıştır.
O'nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O, işitendir, bilendir.


"Kelime"; tam veya eksik bir anlama işaret eden lafız demektir. Ancak
Kur'ân'da yüce Allah'ın yargı veya vaat nitelikli olarak söylediği
hak söz anlamında kullanıldığı olmuştur. Nitekim yüce Allah bir ayette
şöyle buyurmuştur: "Eğer Rabbinden bir kelime (söz) geçmemiş olsaydı,
arlarında hüküm verilirdi." (Yûnus, 19) Bu ayette, "kelime" ile
yeryüzüne indirildikleri sırada yüce Allah'ın Âdem Peygamber'e söylediği
şu söze işaret edilmektedir: "Sizin, yeryüzünde kalıp bir süre
yaşamanız lâzımdır." (Bakara, 36)

Bir başka ayette de şöyle buyurmuştur: "Üzerlerine Rabbinin kelimesi
hak oldu." (Yûnus, 96) Buradaki "kelime" ile yüce Allah'ın başka bir
ayette İblis'e yönelik olarak söylediği şu sözün içeriğine yönelik bir
işaret söz konusudur: "Senden ve onlar içinde sana uyan kimselerden
cehennemi dolduracağım." (Sâd, 85) Yüce Allah bir başka yerde de bu
sözü şu şekilde açıklamıştır: "Rabbinin; 'Andolsun, ben cehennemi
hep cinlerden ve insanlardan dolduracağım.' kelimesi (sözü) tam

En'âm Sûresi / 114-121 ........................................................................................ 517

olarak yerine gelmiştir." (Hûd, 119) Şu ayette geçen "kelime" de aynı
anlamdadır: "Rabbinin İsrailoğulları'na verdiği güzel kelime (söz),
sabretmeleri yüzünden tam yerine geldi." (A'râf, 137) Burada da, yüce
Allah'ın onlara yönelik olarak, kendilerini Firavun hanedanından kurtarıp
yeryüzüne mirasçı kılacağına ilişkin vaadine işaret ediliyor. Nitekim
şu ayette İsrailoğulları'na yönelik bu vaade işaret edilmiştir:

"Biz istiyorduk ki o yerde ezilenlere lütfedelim, onları önderler yapalım,
onları mirasçılar kılalım." (Kasas, 5)

Kur'ân'da "kelime" lafzının, insan gibi zihin dışı bir obje anlamında
kullanıldığının da önekleri vardır: "Allah seni, kendisinden bir kelime
ile müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir." (Âl-i İmrân, 45) Hz.
İsa hakkında "kelime" ifadesini kullanmanın nedeni şudur: İsa Peygamber
(a.s) aşamalı yaratılış sürecinin dışında olağanüstü bir şekilde
yaratılmış ve onun yaratılışı var edici ilâhî kelime sonucu gerçekleşmiştir.
Nitekim ulu Allah bir ayette bu hususa şöyle işaret
etmiştir: "Şüphesiz Allah katında İsa'nın durumu, Âdem'in durumu
gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona 'ol' dedi, o da oluverdi." (Âli
İmrân, 59)

Dolayısıyla tefsirini sunduğumuz ayetlerin akışından algıladığımız
kadarıyla, "Rabbinin sözü doğruluk ve adalet üzerine tamamlanmıştır."
ifadesinde İslâmî davet mesajı ve bunun ayrılmaz parçaları olan
Hz. Muhammed'in (s.a.a) peygamberliği ve kendisinden önceki semavî
kitaplara egemen olan, bütün temel ilâhî bilgilerin kapsayıcısı,
bütün genel şer'î hükümlerin kuşatıcısı Kur'ân'ın indirilişi kastedilmiştir.
Nitekim Hz. İbrahim'in (a.s) Kâbe'nin duvarlarını yükseltirken
yaptığı duada da buna işaret edilmiştir: "Rabbimiz! Onlara içlerinden
senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek
ve onları arındıracak bir elçi gönder." (Bakara, 129)

Önceki semavî kitaplarda Peygamber'in (s.a.a) zikrinin geçtiğine ise
şu ayette işaret ediliyor: "Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazalı
buldukları o elçiye, o ümmî peygambere uyarlar." (A'râf, 157) Aynı
mesajı tefsirini sunduğumuz ayetten hemen önceki ayetten de algılamak
mümkündür: "Kendilerine kitap verdiklerimiz, onun gerçek
üzere Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler." Aşağıdaki ayet

518 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

de aynı hususa işaret etmektedir: "Kendilerine kitap verdiklerimiz,
onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar." (Bakara, 146) Bunun gibi örnek
verilebilecek çok ayet vardır.

O hâlde -Allah doğrusunu daha iyi bilir- "kelimenin tamamlanması"
ile; bu kelimenin, yani Hz. Muhammed'in peygamberliği ve diğer tüm
semavî kitaplara egemen olan Kur'ân'ın inişiyle ortaya çıkan İs-lâmî
davetin kalıcılık mertebesine erişmesi, sürekli ve pratik bir tahakkuk/
gerçekleşme evresine girmesi kastedilmiştir. Çünkü bundan önce
uzun asırlar boyunca tedricî olgunlaşma sürecini yaşıyordu; bir
peygamberden sonra bir diğer peygamber gönderilerek, bir şeriattan
sonra bir diğer şeriat indirilerek olgunlaşma evresine doğru aşamalı
bir yol izliyordu. Buna göre tefsirini sunduğumuz ayetler grubu, İslâm
şeriatının önceki şeriatların genel öğretilerini içerdiği gibi, onların eksikliklerini
de giderdiğine, tamamladığına delâlet etmektedir. Nitekim
şu ayette de buna işaret edilmiştir: "O size, dinden Nuh'a tavsiye
ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi
şeriat yaptı." (Şûrâ, 13)

Böylece kelimenin tamamlanmasının ne anlama geldiği anlaşılıyor.
Buna göre, kelimenin tamamlanması, şeriatların eksiklik aşamasından
tedricî olarak olgunluk aşamasına gelip dayanmaları anlamına
gelmektedir. Bunun somut kanıtı da Muhammedî dindir. Nitekim ulu
Allah bir ayette bunu şu şekilde ifade etmiştir: "Kâfirler istemese de Allah
nurunu tamamlayacaktır. O elçisini, hidayet ve hak din ile gönderdi
ki müşrikler hoşlanmasa da onu, bütün dinlere üstün getirsin." (Saf, 8-9)
Bu ilâhî kelimenin "doğruluk" bakımından tamamlanması ise, sözün
açıklandığı şekliyle realite dünyasında gerçekleşmek suretiyle doğrulanması
demektir. "Adalet" bakımından tamamlanması ise, bütün
yönleri ve cüzleriyle adaletle, eşitlikle nitelendirilmesi anlamını ifade
etmektedir. Yani bazı parçalarıyla diğer bazı parçaları arasında çelişki
olmaz. Bütün eşya, onun perspektifinde zarara, haksızlığa ve zulme
uğratılmaksızın olması gerektiği şekilde ölçülür, değerlendirilir.
Bu nedenle, "doğruluk ve adalet üzerine" niteliklerine, "O'nun sözlerini
değiştirebilecek hiç kimse yoktur." cümlesiyle açıklama getirilmiştir.
Şöyle ki: Sözü edilen ilâhî kelime hiçbir değiştirici tarafından deği

En'âm Sûresi / 114-121 ........................................................................................ 519

şiklik kabul etmediğine göre, -ister değiştirici kendi hükmüyle çelişmek
veya iradesini değiştirmek ya da sözünde durmamak şeklinde
Allah olsun, isterse de yüce Allah'ı âciz bırakarak etkisiz hâle getiren
ve O'nu dilediğinin aksine bir şeye zorlayan başka biri olsun- demek
ki O'nun sözü söylendiği gibi gerçekleşir, durumunda ve niteliğinde
herhangi bir değişiklik olmayacak şekilde adalete uygun olur. Dolayısıyla,
"O'nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur." ifadesi,
"doğruluk ve adalet üzerine..." ifadesinin gerekçelendirmesi konumundadır.
Tefsir bilginleri arasında, ayette geçen "kelime" ve "kelimeler"le
Kur'ân'ın kastedildiğini söyleyenler olmuştur. Bazısına göre; "kelime"
den maksat, Kur'ân; "kelimeler"den maksat da Kur'ân'ın içeriğidir.
Sadece Kur'ân'ın içerdiği ve yasal niteliği bulunan ifadeler bu
kapsamın içinde değildir. Çünkü bunlar değiştirilmeye, neshedilmeye
açık ifadelerdir. Allah, "O'nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse
yoktur." buyurmuştur. Bazısına göre, "kelime"den maksat, dindir.
Kimisine göre de maksat, kanıttır. Kimisine göre, "doğru"dan maksat,
Kur'ân'ın içerdiği haberler, "adalet"ten maksat da içerdiği hükümlerdir.
"O, işitendir, bilendir." ifadesinin orijinalindeki "semî'", yani O işitendir
ve sizin ihtiyaçlarınızın lisanıyla O'na yönelttiğiniz dualara cevap
verir, kabul eder. "Alîm" ise, gerçek ihtiyaçlarınızı bilir, demektir. Veya
"işitendir" yani, elçi olarak görevlendirdiği melekler aracılığıyla mülkünde
olup bitenleri işitir; "bilendir" yani, bütün bunları aracısız olarak
bilir. Ya da "işitendir" yani, sözlerinizi işitir ve "bilendir" yani, işlerinizi
bilir.

116) Yeryüzünde bulunan (insan)ların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın
yolundan saptırırlar. (Çünkü) onlar ancak zanna uyarlar ve sadece
tahmin yürütürler.


Ayetin orijinalinde geçen "yehrusûn" kelimesinin kökü olan "el-hars",
yalan ve tahmin demektir. Ancak ikinci anlam (tahmin) ayetin akışına
daha uygun düşmektedir. Çünkü, "sadece tahmin yürütürler." ifadesi
ve ondan önceki, "Onlar ancak zanna uyarlar." ifadesi, "Yeryüzünde
bulunan (insan)ların çoğuna uyacak olursan..." ifadesine yöne-

520 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

lik gerekçelendirme amaçlı ifadeler konumundadırlar. Doğal olarak
zannın peşinden gitmek, tahminlere göre hareket etmek, yüce Allah-
'ın kendisine yönelik bilgiler ve O'nun tarafından indirilen yasalar gibi
ancak kesin bilgiye dayalı olarak hareket edilmesi gereken meselelerde
insanların sapmasına neden olur.

Evet şurası bir gerçek: İnsanın yeryüzündeki yaşamı ve hareket tarzı,
ancak zanna dayanması ve tahminler yürütmesi ile sağlıklı bir şekilde
devam edebilir. Hatta insanla alâkalı itibarî ilimleri, bilgileri itibar
kalıpları içinde şekillendirmesini öngören illetler ve nedenler üzerinde
araştırma yapan, bunların insanın yaşamsal meseleleriyle, işleriyle
ve durumlarıyla ilintisini irdeleyen bilim adamları neredeyse öz bilgiye,
salt yakine dayalı bir temel bulamamaktadırlar. Yalnızca kabul
edilmesi ve güvenilmesi zorunlu olan bazı küllî/bütünsel kuramlar
açısından böyle bir kesinlik söz konusu olabilir.

Ancak bu (tahmine göre hareket etmek) ancak hayattaki cüz'î meselelerin
takribe/zanna, tahmin yürütmeye açık bölümlerinde doğrudur.
Fakat insan denen canlı türünün ebedî kurtuluşu ve iflâhı demek
olan mutluluğu ile ebedî helâki ve hüsranı demek olan mutsuzluğu
ile ilintili konulara, evrene ve yaratıcısına, yaratmasının gerisindeki
amaca, sonra varılacak diriliş ve hesaplaşma sürecine, bununla doğrudan
ilgisi bulunan peygamberlik misyonuna, kitaba ve ilâhî hükme
ilişkin olması gereken bakış açısına gelince; bu gibi konular zanna
dayanmayı ve tahmin yürütmeyi kabul etmezler. Ulu Allah bu bağlamda
kullarından sadece kesin bilgiye dayalı inançlarını kabul eder.
Bu konuya işaret eden ayetlerin sayısı oldukça fazladır. Şu ayeti buna
örnek verebiliriz: "Bilmediğin bir şeyin ardına düşme." (İsrâ, 36)
Bu bağlamda en açık kanıtsallığın, tefsirini sunduğumuz ayette belirginleştiğini
görüyoruz. Bu ayette açık bir şekilde deniliyor ki, yeryüzü
ehlinin büyük çoğunluğunun Allah yoluna ve Allah'a kulluk sunmaya
ilişkin çağrıları ve emirleri, zanna ve tahmin yürütmeye dayandığı için
onlara itaat etmek caiz değildir. Çünkü Rablik ve kulluk meselesi söz
konusu olduğunda zan, gerçeği ortaya çıkarıp mutmain olma hususunda
olumlu sonuç vermez. Bu hususta zanna göre hareket etme
özü itibariyle cehalettir, tatminsizliktir. Rabbe ve O'nun kulundan is

En'âm Sûresi / 114-121 ........................................................................................ 521

tediklerine cahil olmakla kulluk sunulmaz.

Normal akıl bunu öngörür. Aklın bu öngörüsünü yüce Allah da
onaylamıştır. Meselâ, yeryüzünde bulunan insanların çoğuna itaat
et-meyi yasaklamasının gerekçesi bağlamında bir sonraki ayette
şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Rabbin, kendi yolundan sapanları çok
iyi bilir. O, doğru yolda olanları da çok iyi bilir." Görüldüğü gibi bu
ayette önceki ayetin içerdiği hüküm aklın yargısıyla değil, Allah'ın
ilmiyle gerekçelendirilmiştir. Şu ayetlerde ise, iki yöntem arasında
bir senteze gidilmiştir: "Onların bu hususta bir bilgileri yoktur.
Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise haktan hiçbir gerçek kazandırmaz.
-Bu ayette aklın yargısı esas alınmıştır.- Bizi anmaktan yüz çeviren
ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimseden yüz çevir.
İşte onların erişebilecekleri bilgi budur. Şüphesiz Rabbin, yolundan
sapanı da iyi bilir ve O, yola geleni de iyi bilir." (Necm, 28-30) Dikkat
edilirse ayetlerin sonunda Allah'ın bilgisine ve hükmüne
dayanılması öngörülmüştür.

117) Şüphesiz Rabbin, kendi yolundan sapanları çok iyi bilir. O, doğru
yolda olanları da çok iyi bilir.


Dilbilimcilere göre "e'lem" kelimesi, "min" kelimesiyle kullanılmadığı
zaman bazen tafdil (üstünlük) anlamını ifade eder, bazen de üstünlük
unsurundan soyutlanmış salt nitelik (âlimlik) anlamını ifade eder.
Ayet, her iki anlama da açıktır. Eğer sapıkların ve hidayete erenlerin
kimler olduklarına ilişkin gerçek bilgi kastedilmişse, bu bilgiye sadece
yüce Allah sahiptir ve hiç kimse bu konuda O'na ortak değildir ki,
bir üstünlük durumu da söz konusu olsun. Şayet kastedilen, daha
geniş anlamıyla, hem yüce Allah'ın bizzat nitelendiği, hem de kendisinden
bir bağış olarak başkalarını nitelediği mutlak anlamda bilgi
ise, bu durumda üstünlük anlamı belirginleşir. Çünkü Allah'tan başkaları
da Allah'ın kendilerine bahşettiği bilgi oranında sapanların ve
doğru yolda olanların kimler olduklarını bilirler.

"O, doğru yolda olanları da çok iyi bilir." ifadesinin orijinalinde
(e'lemu bi'l-muhtedîn) "e'lemu" kelimesi, "ba" harf-i cerriyle geçişli kılınmıştır.
Bu da gösteriyor ki, "sapanı" ifadesinin orijinali olan "men
yedillu" ifadesi, harf-i cerrin ortadan kalkmasıyla cümle içinde, gra-

522 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

ma-tik açıdan mansuptur. Bu durumda takdirî açılım şöyledir:
"E'lamu bi-men yedillu." Nitekim az önce örnek olarak sunduğumuz
Necm Suresi'ndeki ilgili ayet de bu takdirî açılımı destekler mahiyettedir.

118) Eğer Allah'ın ayetlerine inanıyorsanız, artık üzerine yalnız O'nun
adı anılan (hayvan)lardan yiyin.


Bundan önceki ayette, yüce Allah'ın herkesten daha çok itaat edilmeyi
hak ettiği kanıtına işaret ediliyordu. Bunun da zorunlu sonucu
şudur: Öyleyse Allah'ın koyduğu hükme göre hareket etmek -ki tefsirini
sunduğumuz ayette buna işaret ediliyor- Allah'tan başkasının,
tamamen kendi hevasına uyarak ve herhangi bir bilgiye dayanmaksızın
şeytanların kendisine yönelttiği telkinlerin lojistik desteğinde
müminlerle tartışan müşriklerin kendilerince mubah saydıkları şeyleri
reddetmek -ki buna da, "Üzerine Allah'ın adı anılmayan (hayvan)
lardan yemeyin." ayeti işaret etmektedir- bir zorunluluktur.

Buradan hareketle anlıyoruz ki, bu dört ayette yer alan birbiriyle bağlantılı
cümleler içinde sadece iki cümlenin altı çiziliyor. Diğer cümleler
ise, sadece bu iki cümleye tâbi olmaları ve ulaşılması amaçlanan
konunun değişik yönlerine işaret ettikleri itibariyle zikrediliyorlar. Kısaca,
anlatılmak istenen konu şudur: "Üzerine Allah'ın adı anılanları
yiyin, üzerine Allah'ın adı anılmayanları yemeyin." Yani boğazlanan,
şer'î usûle göre kesilen hayvanlarla murdar hayvanları birbirinden ayırın.
Boğazlananları yiyin, murdar olanları yemeyin. Siz, boğazlanmış
hayvanla murdar hayvanı ayırmanızdan dolayı sizinle tartışan müşriklere
rağmen bu ayırıcı tavrınızı sürdürün.

Dolayısıyla, "Üzerine Allah'ın adı anılan (hayvan)lardan yiyin." ifa-desi,
yukarıdaki açıklamaları baz aldığımızda, hükmün bir ayrıntısı olarak
belirginleşmektedir. Bu yüzden hemen beraberinde, "Eğer Allah'ın ayetlerine
inanıyorsanız." ifadesine yer verilmiştir. Üzerine Allah'ın adı
anılandan maksat, boğazlanarak ve şer'î usûle göre kesilen hayvandır.

119) Üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan niçin yemeyesiniz?...

Bu ayet, önceki ayette yer alan özet ayrıntının üzerine yapılan ayrıntılı
bir açıklama mahiyetindedir. Bu durumda şöyle bir anlam belirgin

En'âm Sûresi / 114-121 ........................................................................................ 523

leşmektedir: Allah size nelerin haram kılındığını ayrıntılı olarak açıkladı.
Bu genellemeden, istisnaî durumları ayırdı. Ancak size ayrıntılı
olarak açıkladığı haramlar arasında, üzerinde Allah'ın adı anılarak
kesilen hayvanlar yoktur. Dolayısıyla bunları yemenizde bir sakınca
yoktur. Ne var ki, insanların çoğu keyiflerine uydukları ve bilgisizce
davrandıkları için saparlar. Şüphesiz senin Rabbin de azgınları, ilâhî
hadleri ve sınırları aşanları herkesten daha iyi bilir. Onlar, "Sizin öldürdüğünüzle
Allah'ın öldürdüğü arasında bir fark yoktur; ya tümünü
yiyin ya da tümünü yemeyin." diyen müşriklerdir.

Buraya kadar yapılan açıklamalardan anlıyoruz ki, "niçin yemeyesiniz?"
ifadesinin anlamı, "Yememenizde sizin için ne gibi bir fayda
vardır?" şeklindedir. Dolayısıyla ifadenin orijinalinin başındaki "ma"
edatı, şaşkınlık belirten soru edatıdır. Bazılarına göre, ifadenin anlamı,
"Yememeniz size yaraşmaz." şeklindedir ve "ma" edatı da olumsuzluk
bildirmektedir.

Ayetin zahirinden anlaşıldığı kadarıyla yiyeceklerle ilgili haramlara ilişkin
hükümler En'âm Suresi'nden önce inmiştir. Nitekim Mekke döneminde
En'âm Suresi'nden önce inen Nahl Suresi'nde bu hususla ilgili
açıklamalar yer almaktadır.

120) Günahın açığını da, gizlisini de bırakın. Çünkü günah kazananlar,
yaptıklarının cezasını çekeceklerdir.


Ayet içeriği itibariyle geneldir ve gizlisiyle açığıyla tüm günahları yasaklamaya
yöneliktir; ancak kendisinden önce ve kendisinden sonra
devam eden kesintisiz akışla irtibatı, bir sonraki ayette yer alan yasağa
hazırlık niteliğinde olduğunu ortaya koymaktadır: "Üzerine Allah'ın
adı anılmayan hayvanlardan yemeyin. Çünkü o, fısktır (yoldan
çıkmadır)." Bu durum, üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilenleri yemenin
günah niteliğinin nesnel karşılığı olmasını gerektirmektedir.
Böylece bir önceki hazırlık ifadesiyle bunun arasında bir bağlantı kurulabilmektedir.
Dolayısıyla üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen
hayvanların etini yemek açık veya gizli günah şeklinde gerçekleşebilir.
Fakat, "Çünkü o, fısktır (yoldan çıkmadır)." ifadesindeki kuvvetli
vurgu, bunun gizli günah kapsamına girdiğini göstermektedir. Aksi
takdirde bu kadar sert bir vurguya gerek olmazdı.

524 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

Bununla anlıyoruz ki, açık günahtan maksat; akıbetinin iğrençliği üzerinde
hiçbir örtü bulunmayan, sonucunun çirkinliği hususunda en
ufak bir kapalılık söz konusu olmayan günah türleridir. Şirk, yeryüzünde
bozgunculuk yapmak ve zulüm gibi. Gizli günahtan maksat da,
ilk bakışta böyle bir özelliği belli olmayan günah türleridir. Leş, kan
ve domuz eti yemek gibi. Bu tür günahlar ancak ilâhî tanımlama ile
bilinebilirler, ara sıra aklın da onları kavraması muhtemeldir. İşte açık
ve gizli günah nitelemesinin ifade ettiği anlam bazında ayetin akışından
algıladığımız budur.

Fakat tefsir bilginleri bu iki kavramın anlamıyla ilgili olarak farklı görüşler
ileri sürmüşlerdir. Bu görüşlerden biri şöyledir: Açık ve gizli günahtan
maksat, açıkta ve gizlice işlenen günahlardır. Bazısına göre,
açık günahtan maksat, bedensel organlarla işlenen; gizli günahtan
maksat da, kalpte geçen günah nitelikli duygulardır. Bazısına göre,
açık günahtan maksat, zina; gizli günahtan maksat da gizli dost edinmek,
metres tutmaktır. Bazıları, açık günah; kişinin babasının karısıyla
(analık) evlenmesi; gizli günah da, zina anlamında kullanılmıştır,
demişlerdir. Diğer bazılarına göre, açık günahtan maksat açıktan
işlenen zina, gizli günahtan maksat da gözlerden saklı olarak işlenen
zinadır. Nitekim Cahiliye Arapları açığa çıkmadığı sürece zina etmekte
herhangi bir sakınca görmezlerdi. Onlara göre fuhuş, kişinin açıktan
yaptığı zinaydı. Görüldüğü gibi, bunların tümü, en azından büyük
bir kısmı herhangi bir kanıta dayanmadığı gibi, ayeti içinde yer aldığı
ayetler grubunun akışından soyutlamaktadır.

"Çünkü günah kazananlar, yaptıklarının cezasını çekeceklerdir."
ifadesi,
yasaklamaya ilişkin bir gerekçelendirme ve varılacak kötü akıbete
ilişkin bir uyarı niteliğindedir.

121) Üzerine Allah'ın adı anılmayan (hayvan)lardan yemeyin. Çünkü o,
fısktır. Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için dostlarına fısıldarlar.
Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz siz de ortak koşanlar olursunuz.


Bu ifade, daha önce de vurguladığımız gibi, "artık üzerine Allah'ın
adı anılan (hayvan)lardan yiyin." ifadesiyle aynı anlamı içermektedir.

En'âm Sûresi / 114-121 ........................................................................................ 525

"Çünkü o, fısktır (yoldan çıkmadır)..." ifadesiyle başlayan ayetin sonuna
kadarki bölümü, yukarıda açıklanan yasaklamanın gerekçesini,
gerisindeki hikmeti açıklamaya ve yasağı pekiştirmeye yöneliktir.
"Çünkü o, fısktır (yoldan çıkmadır)." cümlesi ise tekliğinde önceki yasaklama
hükmünün gerekçesidir ve takdirî açılımı şöyledir: Bu, yoldan
çıkmadır; her yoldan çıkma nitelikli şeyden de kaçınmak gerekir.
O hâlde, üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanlardan yeme fiili de,
uzak durulması gereken bir davranıştır.

"Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için dostlarına fısıldarlar."
ifadesi, müşriklerin müminlerin zihinlerini bulandırmak için
yaydıkları kuşkulara bir cevap niteliğindedir. Şeytanların dostlarından
maksat, müşriklerdir. Dolayısıyla ifadenin anlamı şu şekilde belirginleşmektedir:
Müşriklerin sizinle tartışırken söyledikleri, "Siz kendi ellerinizle
öldürdüklerinizi yiyorsunuz, ama Allah'ın öldürdüğünü -
bununla murdar olmuş hayvanı kastediyorlar- yemiyorsunuz." şeklindeki
sözleri şeytanın fısıldadığı batıl bir sözdür. Oysa arada büyük bir
fark vardır. Çünkü murdar hayvanın etini yemek yoldan çıkmadır, kesilen
hayvanın etini yemekse öyle değildir. Allah murdar hayvanın etinin
yenmesini haram kılmıştır, ancak kesilen hayvanın etini haram
kılmıştır. Çünkü yüce Allah'ın haram kıldığı yiyecekler arasında, üzerine
Allah'ın adı anılan hayvanların etleri yer almıyor.

"Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz siz de ortak koşanlar olursunuz." ifadesi
ise bir tehdit, imandan çıkmaktan korkutma amaçlıdır. Bununla
vurgulanan anlam şudur: Eğer müşriklerin çağrısına uyup murdar
hayvanların etini yerseniz, siz de onlar gibi müşrik olursunuz. Ya müşriklerin
hayat sistemlerinin bir yasasını uyguladığınız için ya da onlara
itaat etmek suretiyle onların dostları olduğunuz, dolayısıyla onlardan
olduğunuz için. Nitekim yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur:
"...Sizden kim onları kendine veli yaparsa, o, onlardandır." (Mâide, 51)
"Eğer onlara uyarsanız..." ifadesinin, üzerine Allah'ın adı anılan hayvanların
yenmesine ilişkin emri içeren ifadenin ardından değil de, üzerine
Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanların yenmemesine ilişkin
yasağı içeren ifadenin ardından yer alması gösteriyor ki, müşrikler
müminlerle murdar hayvanların etini yemekten vazgeçmemeleri

526 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

için tartışıyorlardı, şer'î usûle göre kesilen hayvanların etini yemekten
vazgeçmeleri için değil.

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI

ed-Dürr'ül-Mensûr adlı tefsirde şöyle deniyor: İbn-i Mürdeveyh, Ebu'l-
Yeman Cabir b. Abdullah'tan şöyle rivayet etti: "Peygamberimiz
(s.a.a) Mekke'nin fethedildiği gün elinde bir asa olduğu hâlde Mescidi
Haram'a girdi. Her kabilenin ibadet ettiği bir putu vardı. Peygamberimiz
o putların her birine yaklaştığında asasıyla onu devirir, yanından
geçerdi. Resulullah'ın peşice hareket eden insanlar da yere devrilen o
putu ellerindeki baltalarla parçalıyor, mescidin dışına atıyorlardı. Peygamberimiz
(s.a.a) de şöyle buyuruyordu: Rabbinin sözü, doğruluk ve
adalet üzerine tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirebilecek hiç
kimse yoktur. O, işitendir, bilendir." [c.3, s.40]
Yine aynı eserde İbn-i Mürdeveyh ve İbn-i Neccar Enes b. Malik'ten, o
da Peygamberimizden (s.a.a), "Rabbinin sözü, hem doğruluk ve adalet
üzerine tamamlanmıştır." ayetiyle ilgili olarak şöyle rivayet eder:
"Bundan maksat, Lailâheillallah (Allah'tan başka ilâh yoktur) sözüdür."
[c.3, s.40]
el-Kâfi'de müellif kendi rivayet zinciriyle Muhammed b. Mervan-dan
şöyle rivayet eder: İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini duydum:
"İmam, annesinin karnındayken konuşulanları işitir. O doğduğunda
iki kürek kemiğinin ortasında şöyle yazılır: 'Rabbinin sözü, doğruluk
ve adalet üzerine tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirebilecek
hiç kimse yoktur. O, işitendir, bilendir.' İmamlık görevini fiilen üstlenmesinin
zamanı gelince, yüce Allah nurdan bir sütun ona bahşeder;
o nur sayesinde her memleketin halkının yaptıklarını görebilir."
[c.1, s.387, h: 40]
Ben derim ki: Bu anlamı içeren başka rivayetler, başka kanallardan
ve bizim mezhebimize mensup bilginler aracılığıyla İmam Cafer'den
(a.s) rivayet edilmiştir. Kummî1 ve Ayyâşî1 de tefsirlerinde ondan (a.s)
1- [Tefsir'ul-Kummî, c.1, s.214-215]
En'âm Sûresi / 114-121 ........................................................................................ 527
bu ifadeleri rivayet etmişlerdir. Bu rivayetlerin bazısında, ayetin İmamın
iki gözünün arasında yazılı olduğu belirtilir; bazısında da sağ
pazusunun üzerinde yazılı olduğu ifade edilir.
Rivayetlerde ayetin yazılı olduğu yerle ilgili ihtilâf gösteriyor ki, bundan
maksat, ilâhî hükmün İmamın (a.s) aracılığıyla zahir olması, üstün
kılınmasına karar verilmiş olmasıdır. Aslında rivayetlerde ayetin
yazıldığı yerin farklılığı, yaklaşımların farklılığından kaynaklanmaktadır.
Şöyle ki, ayetin İmamın iki gözünün arasında yazılı olduğu ile
onun İmam için yönelinecek, izlenecek bir merci kılınması anlatılıyor.
İki kürek kemiğinin arasında yazılı olduğu ile sorumluluğun ona
yüklenmesi, görevi üstlendiğinin açıklanması ve onun desteklenmesi
ifade ediliyor. Ayetin sağ pazusunun üzerinde yazılı olması ile de
onun yaptıklarına ayetin damga vurduğunun açıklanması, onunla
güçlendirilmesi ve onunla desteklenmesi kastediliyor.
Bu ve bundan önceki iki rivayet daha önceki şu değerlendirmemizi
destekler mahiyettedir: Ayetin zahirî ifadesi gösteriyor ki, kelimenin
tamamlanması ile İslâm çağrısının vazgeçilmez gerekleri olan Hz.
Muhammed'in (s.a.a) peygamberliği ve Kur'ân'ın indirilmesi ile birlikte
açığa çıkması, üstün kılınması kastedilmiştir. İmamlık misyonu da
bunlardan biridir.
Tefsir'ul-Ayyâşî'de, "Üzerine Allah'ın adı anılan (hayvan)lardan yiyin."
ayetiyle ilgili olarak Muhammed b. Müslim'den şöyle rivayet edilir:
"İmam Sadık'a (s.a) bir hayvanı keserken 'La ilâhe illallah' veya
'Subhanallah' yahut 'Elhamdülillah' ya da 'Allahu ekber' diyen adamın
kestiğinin yenilip yenilmeyeceğini sordum. 'Bunların tümü de Allah'ın
isimleridir.' dedi." [c.1, s.375, h: 85]
Aynı eserde İbn-i Sinan'dan, o da İmam Cafer'den (a.s) şöyle rivayet
eder: "İmama kadınların ve bulûğ çağına ermemiş çocukların kestiklerinin
yenilip yenilmeyeceğini sordum. Buyurdu ki: Evet, kadın Müslüman
ise ve hayvanı keserken Allah'ın adını anıyorsa kestiği helâldir.
Çocuk hayvanı kesmeye güç yetirebiliyorsa ve keserken Allah'ın
adını anıyorsa kestiği helâldir. Adam Müslümansa, hayvanı keserken
1- [Tefsir'ul-Ayyâşî, c.1, s.374, h: 82]
528 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7
Allah'ın adını anmayı unutursa, o hayvanın etini yemenin bir sakıncası
yoktur. Ancak adamın bu hususta [Allah'ın adını kasıtlı olarak anmamak
yönünde] bir kuşkulandırıcı tutumunun olmaması gerekir."
[c.1, s.375, h: 86-87]
Ben derim ki: Aynı anlamı destekleyen rivayetler Ehlisünnet kanallarından
da aktarılmıştır.
Aynı eserde, Hamran'ın şöyle dediği belirtilir: "İmam Cafer'den (a.s)
Nasibî (Ehlibeyt'e düşman olan kimse) ve Yahudinin kestiği hayvanla
ilgili olarak şu sözleri duydum: "Allah'ın adını andığını duymadıkça
onun kestiğini yeme. Allah'ın şu ayetini duymadınız mı: Üzerine Allah'ın
adı anılmayan (hayvan)lardan yemeyin." [c.1, s.375, h: 86-87]
ed-Dürr'ül-Mensûr adlı tefsirde kaydedildiği üzere Ebu Davud,
Beyhakî (Sünen'inde) ve İbn-i Mürdeveyh, İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet
ederler: "Üzerine Allah'ın adı anılmayan (hayvan)lardan yemeyin.
Çünkü o, fısktır (yoldan çıkmadır)." ayeti neshedilmiş ve ondan şu
ayetin içeriği istisna edilmiştir: "Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği
size helâldir.1" [c.3, s.43]
Ben derim ki: Bu ayetin neshedildiği hususunda birtakım açıklamalar
Ebu Hatem kanalıyla Mekhul'dan da aktarılmıştır. Ancak Mâide
Suresi'nin girişinde şöyle demiştik: Eğer ayet neshedilmişse, ancak
kesenin Müslüman olması şartı açısından neshedilmiş olur, hayvanı
keserken üzerine Allah'ın adının anılmasının gerekliliği açısından
değil. Çünkü ayetin bu hususa yönelik bir açıklaması
bulunmuyor. Bu hususta iki ayet arasında çelişki de yoktur. Mesele
fıkıh biliminin alanına girmektedir.
-------------------
1- [Mâide, 5]

En'âm Sûresi / 122-127 ........................................................................................ 529