www.MizanTefsiri.com

 

110- Hani Allah dedi ki: "Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene

(verdiğim) nimetimi hatırla. Hani seni Ruh'ul-Kudüs ile desteklemiştim

(ki,) beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun. Hani

sana kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Hani benim

iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yaratır, ona üflerdin, o da

kuş oluverirdi ve benim iznimle doğuştan kör olanı ve alaca hastalığına

tutulanı iyileştiriyordun. Hani benim iznimle ölüleri (dirilterek

mezarlarından) çıkarıyordun. Hani İsrailoğullarını(n zararlarını)

senden savmıştım; kendilerine apaçık deliller getirdiğin zaman, içlerinden

inkâr edenler, 'Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey

değildir' demişlerdi."

 

111- Hani havarîlere, "Bana ve Elçime inanın" diye vahyetmiştim.

Onlar da, "İnandık, bizim (Allah'ın emrine) teslim olmuş

kimseler olduğumuza şahit ol" demişlerdi.

 

AYETLERİN AÇIKLAMASI

 

Gerek bu iki ayet, gerekse bunların arkasından gelen ve Mâide

(Sofra) kıssasını anlatan ayetler ve gerekse daha sonra gelen ve

yüce Allah'ın kendisini ve annesini Allah dışında ilâh edinmeleri

konusundaki İsa Peygambere (a.s) yönelteceği soruyu ve onun bu

soruya vereceği cevabı anlatan ayetler, bütünü ile surenin başlan

 

Mâide Sûresi 110-111 ................................................... 303

 

gıcında ifade edilen amacı ile bağlantılıdır. Bu amaç verilen sözleri

tutmaya, nimetlere şükretmeye, antlaşmaları bozmaktan ve ilâhî

nimetlere karşı nankörlük etmekten sakındırmaya yönelik çağrıdır.

Böylece surenin sonu başına bağlanmış ve kastedilen anlam

birliği korunmuş olmaktadır.

 

"Hani Allah dedi ki: Ey Meryem oğlu İsa... Hani benim iznimle ölüleri

çıkarıyordun." Bu ayette İsa Peygamberin (a.s) eli ile ortaya çıkan

birkaç çarpıcı mucize sayılıyor. Yalnız bu mucizeler İsa Peygamber

ile annesine birlikte sunulmuş lütuflar olarak ifade ediliyor. Bu

mucizeler yaklaşık olarak aynı ifadelerle meleklerin Meryem'e Hz.

İsa'nın doğacağını (a.s) müjdelerken, Âl-i İmrân suresinde şöyle

anlatılıyor: "Hani melekler dediler ki: Ey Meryem, Allah seni kendisinden

bir kelime ile müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa Mesih'-

tir... beşikte ve yetişkinlik hâlinde insanlarla konuşacak... Allah

ona kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek. Onu

İsrailoğullarına elçi kılacak . (O İsrailoğullarına şöyle diyecek):

Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben size

çamurdan kuş biçiminde bir şey yaratır, ona üflerim, Allah'ın izni

ile kuş oluverir. Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına

tutulanı iyileştiririm ve ölüleri diriltirim..." (Âl-i İmrân, 45- 50)

Eğer incelemekte olduğumuz ayetler üzerinde iyi düşünülürse,

zahirde İsa Peygambere mahsus görünen imtiyazların niçin hem

kendisine, hem de annesine yönelik nimetler kabul edildiği anlaşılır.

Nitekim bu hususa Âl-i İmrân suresindeki ayetlerde de işaret

edilmiştir; çünkü müjdeleme ancak nimetle olur. Gerçek de zaten

böyledir. Çünkü babasız doğmak, Ruh'ul-Kudüs ile desteklenmek,

canlı kuş meydana getirmek, doğuştan körleri ve alacalık hastalarını

iyileştirmek ve Allah'ın izni ile ölüleri diriltmek gibi İsa Peygambere

(a.s) mahsus mucizeler ve ayrıcalıklar İsa Peygambere

(a.s) ait kerametler oldukları gibi, aynı zamanda Hz. Meryem'e

(a.s) ait kerametlerdir. Onların her ikisi de ilâhî nimetlere mazhar

olmuş kimselerdir. Şu ayette buyrulduğu gibi: "Sana ve annene

(verdiğim) nimetimi hatırla."

 

Yüce Allah, "Onu ve oğlunu âlemler için gücümüzü kanıtlayan

bir delil yaptık." (Enbiyâ, 91) ayetinde bu gerçeği vurguluyor. Görüldüğü

gibi İsa Peygamber (a.s) ile annesi ayrı ayrı birer kudret delili

(ayet) sayılmıyor, ikisi bir arada tek bir ayet kabul ediliyor.

 

304 .................................. El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

 

" Hani seni Ruh'ul-Kudüs ile desteklemiştim (ki,) beşikte ve

yetişkin iken insanlarla konuşuyordun." Ayetten anlaşıldığı kadarıyla

Ruh'ul-Kudüs ile desteklemek, İsa Peygamberi daha beşikteyken

insanlarla konuşmaya hazırlayan sebeptir. Bu yüzden "insanlarla

konuşuyordun." cümlesi, bir önceki cümleye atıf edatı

kullanılmadan bağlanmıştır. Böylelikle desteklenme ile konuşabilmenin

sebep ve sonuç-tan olmuş bir bütün olduklarına işaret

edilmiştir. Kur'ân'ın çeşitli yerlerinde bu mucizelerden bu iki husustan

birine yer verilmekle yetinil-miş ve öbürüne değinilmemiştir.

Meselâ Âl-i İmrân suresinde "O beşikte ve yetişkinlik hâlinde

insanlarla konuşacak." diyerek konuşma mucizesine yer verilirken,

Bakara suresinde "Meryem oğlu İsa'ya açık mucizeler verdik

ve onu Ruh'ul-Kudüs ile destekledik." (Bakara, 253) diyerek destekleme

mucizesine yer vermekle yetinilmiştir.

 

Üstelik eğer Ruh'ul-Kudüs ile desteklemekten maksat Cebrail

vasıtası ile vahiy göndermek olsa idi, bu İsa Peygambere (a.s)

mahsus bir ayrıcalık olmazdı. Bu konuda öbür peygamberler de

onunla ortaktırlar. Oysa, ayetin akışı bu yoruma müsait değildir.

"Hani sana kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim." Bu

ifadeden, burada sayılan ilimlerin İsa Peygamber (a.s) tarafından

bir tek ilâhî emirle ve tedricî olarak değil de bir kerede elde edildiği

sonucunu çıkarmak mümkündür. Nitekim bu bilgi konularının

tekrarlanmayan bir tek "iz" edatının arkasında sıralanmasından

da anlaşılan budur.

 

"Hani benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yaratır,

ona üflerdin, o da kuş oluverirdi ve benim iznimle doğuştan kör

olanı ve alaca hastalığına tutulanı iyileştiriyordun." Burada da "iz"

edatı tekrarlanmadığı için kuşlara can vermek ile doğuştan körlerin

ve alacalık hastalarını iyileştirmenin yakın zamanlarda gerçekleştiği

anlaşılıyor.

Bu arada kuşa can verme mucizesinin hemen arkasından Allah'ın

iznine yer veriliyor. Cümlenin sonundaki aynı ifadenin kayıtlandırıcı

fonksiyonu ile yetinilmiyor. Çünkü can verme yolu ile yaratma

işi çok önemlidir. Bu yüzden ona özel bir önem verilerek

cümlenin sonu beklenmeden sırf onun için hemen arkasından Allah'ın

izni zikrediliyor. Maksat okuyucuların ve dinleyicilerin kalp

 

Mâide Sûresi 110-111 ..................................................... 305

 

lerini yanılgıdan korumaktır. Onların Allah'tan başkasının bağımsız

bir irade ile canlandırma yapabileceklerini veya birkaç anlığına

bile olsa bu kanaati taşımalarına meydan verilmek istenmediği için

bu ifade tarzı tercih edilmiştir. Doğrusunu Allah daha iyi bilir.

"Hani benim iznimle ölüleri (dirilterek mezarlarından) çıkarıyordun."

Ölüleri çıkarmak, onları diriltme anlamını veren kinayeli

bir ifadedir. Bu ifadeden anlaşılan odur ki, İsa Peygamberin (a.s)

elleri ile gerçekleşen diriltme mucizesi, mezardaki ölüleri canlandırıp

yeniden dünya hayatına döndürmek şeklinde meydana gelmiştir.

İfadenin sözleri, bu diriltme olaylarının çok sayıda olduğunu

gösteriyor. Bu ayetler hakkında yapılabilecek diğer açıklamalar Âli

İmrân suresinin bu konudaki ayetlerinin tefsiri sırasında yapılmıştı.

İsteyenler o açıklamalara başvurabilirler.

 

"Hani İsrailoğullarını(n zararlarını) senden savmıştım; kendilerine

apaçık deliller getirdiğin zaman, içlerinden inkâr edenler, "Bu, apaçık bir

sihirden başka bir şey değildir" demişlerdi." Bu ifade Yahudilerin İsa

Peygambere kötü bir şey yapmak istediklerine, fakat yüce Allah'ın

onu bu kötülükten koruduğuna delâlet ediyor. Bu ifade ile Âl-i

İmrân suresinin İsa Peygamberle (a.s) ilgili hikâyeleri anlatan ayetlerindeki

"Onlar tuzak kurdular, Allah da onlara tuzak kurdu.

Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır." (Âl-i İmrân, 54) ifade arasında

tam bir uyum vardır.

 

"Hani havarîlere, 'Bana ve Elçime inanın.' diye vahyet-miştim." Bu

ayet ile Âl-i İmrân suresindeki "İsa, onlardan inkârı sezince, dedi

ki: 'Allah'a doğru bana yardım edecekler kimlerdir?' Havarîler,

'Biz Allah'ın yardımcılarıyız. Allah'a inandık. Bizim (Allah'ın emrine)

teslim olmuş kimseler olduğumuza şahit ol.' dediler." (Âl-i

İmrân, 52) ayeti arasında uyum ve anlam paralelliği vardır.

Bu ifadeden anlaşılıyor ki, "Hani havarîlere, 'Bana ve Elçime inanın.'

diye vahyetmiştim. Onlar da, 'İnandık, bizim (Allah'ın emrine)

teslim olmuş kimseler olduğumuza şahit ol' demişlerdi."

ayetinde sözü edilen iman, Havarîlerin İsa'ya yönelik ilk imanlarından

başkadır. Âl-i İmrân suresindeki "İsa, onlardan inkârı sezince"

ifadesinden bu olayın İsa Peygamberin (a.s) çağrısının son

günlerinde meydana geldiği anlaşılıyor. Oysa ona iman etmekte

öncü olan havarîler ona bağlılıklarını sürdürüyorlardı.

Üstelik Âl-i İmrân suresindeki "İsa... dedi ki: 'Allah'a doğru ba

 

306........................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

 

na yardım edecekler kimlerdir?' Havarîler, 'Biz Allah'ın yardımcılarıyız.

Allah'a inandık. Bizim (Allah'ın emrine) teslim olmuş kimseler

olduğumuza şahit ol.' dediler." ifadesinden anlaşılıyor ki, İsa

Peygamberin bu çağrısının amacı imanın kendisi değil, Allah'ın

dinini desteklemek yolunda söz almaktır. Böyle olduğu için, "Bizim

teslim olmuş kimseler olduğumuza şahit ol." cümlesi ile noktalanıyor.

Bu cümlenin orijinalinde geçen "Müslimîn" ifadesi Allah-

'ın dinine çağırma görevini yürütmek ve bu uğurda sıkıntılara katlanmak

sureti ile onun dinini desteklemektir ki, bunların hepsi

doğal olarak Allah'a iman ettikten sonra yapılabilecek işlerdir.

Bundan ortaya çıkıyor ki, "Hani havarîlere... vahyettim." ifadesinden

maksat, havarîlerden misak ve ahit alma olayıdır. Bu ayette

incelenecek bazı konular var ki, bunlara Âl-i İmrân suresinin ilgili

ayetlerinin tefsiri sırasında değinmiştik.

 

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI

 

el-Meâni adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Ebu Yakub

Bağdadi'den şöyle rivayet eder: İbn-i Sıkkît, İmam Ebu'l-Hasan Rıza'ya

(a.s) "Yüce Allah niçin Musa Peygamberi el beyazlığı, asâ ve

büyü sanatı ile, İsa Peygamberi tıp sanatı ile ve Muhammed Peygamberi

(s.a.a) söz ve konuşma üstünlüğü ile destekleyerek gönderdi?"

diye sordu.

İmam Ebu'l-Hasan Rıza (a.s) şu cevabı verdi: "Yüce Allah Musa

Peygamberi (a.s) gönderdiğinde, onun zamanında insanların en

önem verdikleri sanat büyücülüktü. Bu yüzden, Musa Peygamber

Allah katından onların yanında bulunmayan, benzerini yapamayacakları

ve onların büyülerini geçersiz kılan, onlara söyleyecekleri

bir söz bırakmayan, hücceti onlara tamamlayan üstün bir büyü

sanatı ile geldi.

 

Öte yandan yüce Allah'ın İsa Peygamberi (a.s) gönderdiği günlerde,

uzun süren hastalıklar baş göstermişti ve insanlar tıp ilmine

muhtaç olmuştu. Bu yüzden İsa Peygamber Allah katından insanların

sahip olmadıkları derecede üstün tıp ilmi ile donatılarak, Allah'ın

izni ile ölüleri diriltme, doğuştan körleri ve alacalık hastalarını

iyileştirme, insanlara delil ve hücceti tamamlayacak ve ona

karşı söyleyecek sözleri kalmayacak bir mucize ile desteklenerek

 

Mâide Sûresi 110-111 ..................................................... 307

 

gönderildi. Yüce Allah Muhamed Peygamberi (s.a.a) insanlar arasında

konuşmalar, güzel söz söyleme sanatı ve şiir revaçta olan

bir dönemde gönderdi. Bu yüzden Peygamber efendimiz onlara Allah'ın

kitabından, hikmet ve öğütten insanların söz söyleme üstünlüğünü

geçersiz kılan, onlara kanıtı tamamlayıp hiçbir söz söylemeye

yer bırakmayan şeylerle desteklenerek geldi."

İbn-i Sıkkît, İmama; "Günümüzde ben senin gibisini asla görmedim.

Peki, bugün insanlara hüccet nedir?" dedi. İmam ona şöyle

cevap verdi: "Günümüzün delili akıldır. Allah'la ilgili doğru konuşan

onunla bilinir, böylece insan onu tasdik eder ve Allah'a iftira

eden onunla tanınır; böylece insan onu tekzip eder." Bunun üzerine

İbn-i Sıkkît dedi ki: "Vallahi, aradığım cevap budur."

 

el-Kâfi adlı eserde, Muhammed b. Yahya'dan, o da Ahmed b.

Mu-hammed'den, o da Hasan b. Mahbub'dan, o da Ebu Cemile'-

den, o da Aban b. Tağlib ile bir başkasından, onlar da İmam Cafer

Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Hz. İsa'nın dirilttiği ve bir süre

yiyip içip çocuk sahibi olan kimse var mı?" diye İmama soruldu.

İmam bu soruya şu cevabı verdi: "Evet var, onun aynı zamanda

ahiret kardeşi olan bir dostu vardı. Ona uğrar, yanında misafir kalırdı.

Bir süre onunla görüşmemişti. Arkasından selâm vermek için

ona uğradı. Kapıya dostunun annesi çıktı. İsa Peygamber dostunu

sorunca kadın ona 'Ya Resulullah, o öldü.' dedi. Hz. İsa kadına,

'Onu görmek ister misin?' diye sordu. Kadın 'Evet, isterim' dedi.

Hz. İsa kadına, 'Ben yarın sana gelirim ve yüce Allah'ın izni ile onu

diriltirim.' dedi."

"İsa Peygamber ertesi günü kadına geldi ve 'Benimle gel, mezarına

gidelim.' dedi. İkisi yürüyerek adamın mezarına gittiler. İsa

Peygamber mezarın başında durarak yüce Allah'a dua etti. Bunun

üzerine mezar yarıldı ve kadının oğlu canlanarak dışarı çıktı. Kadın

oğlunu ve adam annesini görünce ikisi birden ağlamaya başladı.

Hz. İsa onlara acıdı ve adama 'Annenle birlikte dünyada kalmak

ister misin?' diye sordu. Adam da Hz. İsa'ya, 'Ey Allah'ın resulü, yiyip

içip bir süre yaşayacak mıyım, yoksa yiyip içip bir süre yaşamadan

tekrar ölecek miyim?' diye sordu. Hz. İsa, 'Yiyip içeceksin,

yirmi yıl daha yaşayacaksın, evlenip çoluk-çocuk sahibi olacaksın.'

dedi. Bunun üzerine adam 'Evet, isterim.' dedi."

 

308 ...................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

 

"Hz. İsa adamı annesine teslim etti. Adam yirmi yıl yaşadı ve

çoluk-çocuk sahibi oldu." [Füru-i Kâfi, c.8, s.337, h:532]

Tefsir'ul-Ayyâşî'de Muhammed b. Yusuf San'ani'den, o da babasından

şöyle rivayet eder: İmam Bâkır'a (a.s) "Hani ben havarîlere...

vahyettim." ayetinin anlamını sordum. İmam da "Onlara ilham

olundu." cevabını verdi." [c.1, s.350, h:221]

 

Ben derim ki: Kur'ân'ın birkaç yerinde vahiy kelimesi ilham anlamında

kullanılmıştır. Şu ayetlerde olduğu gibi: "Musa'nın annesine

'Onu emzir' diye vahyettik." (Kasas, 7) "Rabbin bal arısına

'Dağ oyuklarında... petek ör' diye vahyetti." (Nahl, 68) "Çünkü

Rabbin yere öyle vahyetti." (Zilzâl, 5)

Sûresi 110-111 .......................................................................................... 309