El-Mizân
Tefsiri

Allame Muhammed Hüseyin TABATABAİ(r.a)
                             Cilt:3

                AL-İ İMRAN SURESİ

                             ( 1-120. Ayetler)

                                         İÇİNDEKİLER



92- Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz.
Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.


Âl-i İmrân Sûresi 1-6 ...............................................................................................285


93- Tevrat indirilmeden evvel, İsrail'in (Hz. Yakub'un) kendine
haram kıldığından başka, İsrailoğulları'na bütün yiyecekler helal
idi. De ki: "Şu halde eğer doğruysanız, Tevrat'ı getirin de onu
okuyun."

94- Artık bundan sonra kim Allah'a karşı yalan uydurup iftira
düzerse, işte onlar zalimlerin tâ kendileridir.

95- De ki: "Allah doğru söyledi. Öyleyse Allah'ı bir tanıyan
(hanif)ler olarak İbrahim'in dinine uyun. O müşriklerden değildi."

AYETLERİN AÇIKLAMASI

Bu ayetler grubunda yer alan ilk ayetin önceki ayetlerle bağlantısı
açık değildir. Bu ayetin, kendisinden sonra yer alan ve birbirleriyle
bağlantılı oluşları hususunda en ufak bir pürüz bulunmayan
diğer ayet-ler kapsamında inmemiş olma ihtimali de vardır.
Benzeri bir probleme: "De ki: "Ey kitap ehli, gelin..." (Âl-i İmrân, 64)
ayetiyle ilgili olarak iniş tarihi bağlamında tanık olduk.

Denebilir ki: Ayette hitap, İsrailoğulları'na yöneliktir. Tıpkı önceki
ve sonraki ayetlerde olduğu gibi. Buna göre, dünyaya yönelik
sevgilerinden, mal ve serveti Allah'ın dinine tercih edişlerinden
dolayı kınandıktan sonra bu ifadenin yer almış olması
şu anlama
gelir: Siz, Allah'a ve elçilerine kendinizi nispet etmekle, iyilik ve
takva ehli olduğunuzu söylemekle yalan bir iddiada bulunuyorsunuz.
Çünkü siz mallarınızın birikimlerini seviyor, hayır amaçlı harcamalar
hususunda cimrilik ediyorsunuz. Sadece kimsenin ilgisini
çekmeyen, yok olması kimseye ağır gelmeyen değersiz şeyler infak
ediyorsunuz. Oysa iyiliğe erişmek de ancak, kişinin malından
sevdiği, değerli şeyleri infak etmesi ile mümkündür. Allah bunları
korur, karşılığını eksiksiz verir. Bazı tefsir bilginlerinin bağlantı
kurmak bağlamında yaptıkları değerlendirmelerinin özeti bundan
ibaretti. Ancak bu tür şeyler boş yere çaba harcamaktır.


286........................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.


Geri kalan ayetlerin önceki ayetlerle irtibatlı olduğu açıktır. Bu
ko-nuda herhangi belirsizlik söz konusu değildir.

(Al-i İmran / 92) "Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla
iyiliğe eremezsiniz."


Ayetin orijinalinde geçen "tenalû" fiili "en-neyl" kökünden "ulaşmak"
demektir. "el-Birr" ise hayır amaçlı fiillerde genişleme,
yoğunlaşma anlamına gelir. Rağıp der ki: "el-Berr=kara", "elbahr=
deniz"in karşıtıdır. Karadan ilk akla gelen genişlik ve uçsuz
bucaksız oluşudur. Bundan da hayır amaçlı fiillerde genişlik" an-
lamında "el-birr" kelimesi türetilmiştir."

"Hayır amaçlı fiil" derken, hakka inanmak ve temiz niyet beslemek
gibi kalbî fiillerden veya Allah'a ibadet etmek ve O'nun yolunda
infakta bulunmak gibi bedensel organların fiillerinden daha
geniş, daha genel bir anlamı kastediyor. Aşağıdaki ayet, bu anlamın
her iki kısmını da kapsıyor: "Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz
iyilik (birr) değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe,
meleklere, kitaba ve peygambere iman eden; mala olan sevgisine
rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa,
isteyip dilenene ve kölelere veren; namazı doğru kılan, zekâtı
veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler ile zorda,
hastalıkta ve savaşın kızıştığı zaman-larda sabredenlerin tutum
ve davranışlarıdır." (Bakara, 177)

Yukarıdaki ayeti: "Sevdiğiniz şeylerden... iyiliğe (birre) eremezsiniz."
ayetiyle birlikte değerlendirdiğimiz zaman kastedilenin
şu olduğu anlaşılıyor: Mal sevgisine rağmen onu Allah yolunda
harcamak "birr"-in temel koşullarından biridir; ancak "birr"in gerçekleşmesi,
bu koşulların tümünün bir arada olmasına bağlıdır.
Hiç kuşkusuz "birr"e ulaşmanın gayesi olarak "infak"ın altının çizilmesi
bu kısmın özellikle ö-nemli olduğu, gereken önemin verilmesinin
zorunluluğunu gösterir. Çünkü insanın öz doğasında biriktirilen
mala yönelik güçlü bir eğilim ve tutku vardır. İnsan onu
kendi nefsinin bir parçası sayar. Malını yitirdiğinde, kendi yaşamı



Âl-i İmrân Sûresi 1-6 ...............................................................................................287


nın bir parçasını yitirmiş gibi etkilenir. Diğer ibadet ve amellerde
ise meydana gelen kayıp ve tükenişler "infak" kadar göze gelmez.

Buradan hareketle, bazılarının: "Birr=iyilik" insanın sevdiği şeyler-
den infak etmesidir." Demelerinin tutarsızlığı anlaşılmış oldu.
Anlaşıldığı kadarıyla onlar şu ayeti bu ifadeye benzetmişlerdir:
"Yemediğin sürece açlığın acısından kurtulamazsın." Ancak bu
yaklaşım, Bakara suresinin ilgili ayetiyle bağdaşmamaktadır.

Yukarıda yer verdiğimiz Bakara suresi ilgili ayetinden anlaşıldığına
göre, "birr"den maksat, lugavi anlamının zahiridir. Hayırda
genişlik ve hayır işlerde yoğunlaşma yâni. Çünkü ayet, "birr" kavramını
inançsal ve ameli, teorik ve pratik hayırlar toplamı
şeklinde açıklıyor. Buradan hareketle, bazılarının: "Birr"den maksat Allah'ın
ihsanı ve nimet bahşedişidir." ve diğer bazılarının: "Ondan maksat
cennettir." şeklindeki sözlerinin yanlış olduğunu anlıyoruz.

"Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir." Bu ifade, infak
edenlerin gönüllerini hoş tutmaya, endişelerini gidermeye yöneliktir.
Verilmek istenen mesaj şudur: Sizin sevdiğiniz halde hayır amacıyla
harcadığınız mallar, karşılıksız olarak boşa gitmiş değildir.
Çünkü sevdiğiniz mallardan infak etmenizi emreden Allah, infak
edişinizi ve infak ettiğiniz şeyleri bilir.

(Al-i İmran / 93) "Tevrat indirilmeden evvel, İsrail'in kendine haram
kıldıklarından başka, İsrailoğullarına bütün yiyecekler helal idi."
Yiyecek
anlamında kullandığımız "taam" kelimesi, yenilen ve besin maddesi olan
herşeyi ifade eder. Hicazlılar bu kelimeyi sadece "buğday" anlamında
kullanırlardı. Mutlak olarak kullanıldığı zaman onlara göre
"buğday" anlamını ifade ederdi. Helal deme olan "hill" ke-limesi,
haramın karşıtıdır. Düğümleme (akd) ve bağlama (akl) anlamlarının
karşıtı olan hall=çözme kökünden türemiş olabilir. Dolayısıyla
serbestlik anlamını ifade eder.

İsrail, Hz. Yakup'tur. Allah yolunda cihad ettiği ve Allah'ın yardımıyla
zafere ulaştığı için bu adı almıştır. Ehl-i Kitaba göre, İsrail
kelimesinin anlamı, Allah'ı yenilgiye uğratan muzafferdir. Çünkü o,


288........................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.


(Tevrat'ta iddia edildiğine göre) "Fonuil" denilen bir yerde Allah'la
güreşmiş(!) ve O'nu yenmiştir(!) Kur'an böyle bir iddiayı yalanlamakta,
ayrıca akıl da böyle bir şeyi imkansız görmektedir.

"İsrail'in kendine haram kıldıklarından başka." Bu cümle az
önce işaret ettiğimiz "taam"dan (yiyecekten) istisnadır. "Tevrat
indirilmeden evvel..." ifadesi ise ilk cümledeki "kane=idi" fiiliyle
ilintilidir. Buna göre şöyle bir anlam elde ediyoruz: Tevrat inmeden
önce İsrail'in kendine haram kıldıklarından başka, Allah
İsrailoğulları'na hiçbir yiyeceği haram kılmamıştı.

"De ki: "Şu halde eğer doğruysanız, Tevrat'ı getirin de onu okuyun."
ifadesi, onların Tevrat'tan önce bütün yiyeceklerin kendilerine helal
olduğunu inkar ettiklerini gösteriyor. Ayrıca: "Hiçbir ayeti
neshetmez ve unutturmayız."
(Bakara, 106) ayetinin tefsiri çerçevesinde
vurguladığımız gibi, ilahi şeriatlarda nesh olayını inkar edişleri,
bunu imkansız görmeleri de buna ilişkin bir kanıttır. Doğal
olarak: "Yahudilerin yaptıkları zulüm... dolayısıyla kendilerine
helal kılınmış güzel şeyleri onlara haram kıldık."
(Nisâ, 160) ayetinin
işaret ettiği durumu da inkar ediyorlardı.

Bir sonraki ayette yer alan: "De ki: "Allah doğru söyledi.
Öyleyse Allah'ı bir tanıyanlar olarak İbrahim'in dinine uyun." ifadesi
gösteriyor ki, onlar bu inkarcı tutumlarını -bütün yiyeceklerin
Tevrat'tan önce kendilerine helal oluşunu, haram kılınmanın onlar
tarafından işlenen zulüm dolayısıyla haramın helalı neshedişi şeklinde
gerçekleştiğini in-kar edişlerini- Müslümanların içlerine kuşku
atma vesilesi olarak kullanıyorlardı. Resulullah'ın (s.a.a) Allah'
ın haber vermesi üzerine kendi dininin İbrahim'in hanif dini olduğunu
söylemesini reddediyorlardı. İb-rahim'in pozitif ve negatif
aşırılıklara (ifrat ve tefrite) yer vermeyen fıtratla barışık dini yâni.
Bu nasıl düşünülebilir? Oysa onlar, "İbrahim Tevrat şeriatına bağlı
bir Yahudi'ydi." diyorlardı. Şu halde, Peygamberin dini İbrahim'in
diniyse, Tevrat'ın haram saydığı bir şeyin helalliğini içermesi nasıl
mümkün olabilir? Oysa, nesh caiz değildir.


Âl-i İmrân Sûresi 1-6 ...............................................................................................289


Bundan da anlaşılıyor ki, ayetin hedefi Yahudilerin yaydıkları
kuş-kuları bertaraf etmektir: "Yahudiler: "Allah'ın eli sıkıdır." dediler."
(Mâide, 64) "Dediler ki: "Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize
değmeyecektir." (Bakara, 80) "Dediler ki: "Bizim kalplerimiz örtülüdür."
(Bakara, 88) ayetlerinde olduğu gibi, burada Kur'an'ın öteden
beri uygu-ladığı bir yöntemi dışında, ayetin onların dilinden şüphelerini
zikretmemesi; yine, bir kaç ayet sonra: "De ki: "Ey kitap ehli...
ne diye iman edenleri Allah yolundan alıkoyuyorsunuz?... Ey
iman edenler, e-ğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir
gruba boyun eğecek olursanız, sizi imanınızdan sonra tekrar küfre
döndürürler." (Âl-i İmrân, 99-100) ayetlerindeki gibi genel bir değerlendirmenin
yapılması; bütün bunlar açıkça gösteriyor ki söz
konusu şüpheyi, Yahudiler, Re-sulullah'a (s.a.a) karşı değil, karşılaştıkları,
konuştukları mü'minlere karşı dile getiriyorlardı.

Yahudilerin zihinleri bulandırma amaçlı kuşkuları özetle şöyleydi:
Doğru sözlü bir Peygamber nasıl nesihten söz edebilir? Yüce
Allah'ın işledikleri zulümden dolayı
İsrailoğulları'na güzel şeyleri
haram kıldığını söyleyebilir? Bu ise, önceden helal olan bir şeye
ilişkin hükmün neshedilmesidir. Allah açısından böyle bir şey caiz
değildir. Haram o-lan daima haramdır. Allah'ın hükmünün değişmesine
imkan yoktur.

Allah'ın yol göstericiliği ile Peygamberimizin (s.a.a) buna verdiği
cevap şu olmuştur: Tevrat, inişinden önce bütün yiyeceklerin
helal ol-duğunu belirtiyor. Eğer söylediklerinizde samimi iseniz
Tevrat'ı getirin de okuyun. Konuyla ilgili ayetin ifadesidir bu:
"...İsrailoğullarına bü-tün yiyecekler helaldi... eğer doğruysanız."

Şayet Tevrat'ı getirip okumaktan kaçınırsanız, şu halde Allah
adına yalan söyleyen iftiracılar olduğunuzu, zalimler olduğunuzu
kabul ediniz. Şu ifade de buna işaret ediyor: "Kim... iftira düzerse...
zalim o-lanlardır."

Bundan da anlaşılıyor ki, benim sunduğum mesaj, yaptığım
çağrı doğrudur. Öyleyse benim dinime uyun. O, İbrahim'in hanif


290........................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.


tek ilaha kulluk sunmayı esas alan dinidir. Şu ifadede de buna
işaret ediliyor: "Artık İbrahim'in dinine uyun..."

Ayetin anlamı ile ilgili olarak tefsir bilginleri farklı açıklamalarda
bulunmuşlardır. Fakat hepsi, ayetin, Yahudiler tarafından
daha önce işaret ettiğimiz gibi nesh konusuyla ilgili olarak ortaya
atılan hususlara cevap niteliğinde olduğunu belirtmişlerdir.

Konuyla ilgili olarak ortaya atılan en ilginç görüşse şudur: "A-
yet, Yahudiler tarafından nesih konusuyla ilgili olarak ortaya atılan
şüphelere cevap niteliğindedir. Şüphenin mahiyeti şuydu: Yahudiler
diyorlardı ki: Ey Muhammed, eğer sen iddia ettiğin gibi, İbrahim'in
ve ondan sonraki peygamberlerin dini üzereysen, nasıl oluyor
da ona ve on-dan sonraki peygamberlere haram kılınan deve
eti gibi şeyleri helal sayabiliyorsun? Fakat sen onlara haram olan
bir şeyi mubah saydın. Dolaysıyla onları tasdik ettiğini, din noktasında
onlarla uyuştuğunu id-dia edemezsin. İbrahim'e kendini nispet
ederek "Ben, ona sizden daha yakınım" diyemezsin.

Yüce Allah'ın buna ilişkin verdiği cevabın özü şudur: Bütün yiyecekler
bütün insanlara, bu arada İsrailoğulları'na helaldi. Ancak
İsrail-oğulları işledikleri bazı günahlardan ve kötülüklerden dolayı
bazı
şeyleri kendilerine haram kıldılar. Yüce Allah bu hususa şöyle
işaret ediyor: "Yahudilerin yaptıkları zulüm nedeniyle... önceleri
kendilerine helal kılınmış güzel şeyleri onlara haram kıldık." (Ni


sâ, 160)

Şu halde, tefsirini sunduğumuz ayette geçen "İsrail" kelimesiyle
kastedilenler "İsrail halkı"dır. Nitekim Yahudiler kendilerine "İsrail"
derler. Dolayısıyla sadece Yakub kastedilmemiştir. Onların
bazı
şeyleri kendilerine haram kılmalarının anlamı da şudur: Onlar
zulüm işlediler, kötülük yaptılar, bu da bazı güzel şeylerin kendilerine
haram kılınmasına neden oldu.

"Tevrat indirilmeden evvel." ifadesi "İsrail'in kendine haram
kıldıkları..." ifadesiyle ilintilidir. Eğer "İsrail"den maksat Yakup
olsaydı, "Tevrat indirilmeden evvel..." ifadesi yersiz, anlamsız ve


Âl-i İmrân Sûresi 1-6 ...............................................................................................291


amaçsız olarak cümle içinde yer almış olacaktı. Çünkü Yakub'un
Tevrat'ın inişinden uzun zaman önce yaşadığı apaçık bir gerçektir.
Dolayısıyla böyle bir bağlamda ondan söz etmenin anlamı yoktur."

Yukarıda görüşlerine yer verdiğimiz tefsir bilginin değerlendirme-
lerinin özü budur. Bir başkası da benzeri şeyler söylemiştir.
Şu farkla ki, İsrailoğulları'nın bazı
şeyleri kendilerine haram kılmalarının
anlamı, onların bunu kendiliklerinden ve Allah tarafından
bazı peygamber-lere indirilen herhangi bir vahye dayanmaksızın
yasal olarak yasaklamış olmalarıdır. Nitekim yüce Allah'ın kitabında
belirttiği gibi cahiliye Arapları da böyle yapıyorlardı.

Bu tefsircilerin tamamı, uzmanlarca hoş karşılanmayan bir takım
zorlamalar içine girmişler ve sözü, doğal akışından saptırmışlardır.
As-lında onları bu sonuca götüren şey, "Tevrat indirilmeden
evvel" ifadesini: "İsrail'in kendine haram kıldıkları" ifadesiyle ilintili
görmeleridir. Oysa ifade, ayetin başında yer alan: "helal idi"
ifadesiyle ilintilidir. "Haram kıldıklarından başka..." ifadesi ise
istisna-i mu'tarıza (ayraç açma nitelikli istisna) konumundadır.

Buradan da anlaşılıyor ki, "İsrail" kelimesini "İsrailoğulları" an-
lamına almak gereksizdir. Söz konusu iki müfessirse, ancak bu
anlamda kullanılması durumunda ayetin anlamının netlik kazanacağını
vehmet-mişlerdir.

Ayrıca, gerçi "İsrail"in mutlak olarak kullanılması durumunda
"İs-railoğulları" şeklinde algılanması normaldir. Çünkü Araplar
Bekr, Tağ-lib, Nizar ve Adnan derlerdi ve bununla, Bekroğullarını,
Tağliboğulla-rını, Nizaroğullarını ve Adnan oğullarını kastederlerdi.
Ancak "İsrail-oğulları" ile ilgili olarak, Kur'an'ın indiği süreçte Araplar
arasında böy-le bir kullanım alışkanlığı yoktu. Ayrıca, Kur'an da
bu kelimeyle ilgili olarak böyle bir kullanıma (söz konusu iki tefsircinin
bu ayetle ilgili iddialarını bir yana bırakırsak) hiçbir yerde
başvurmuş değildir.

Kaldı ki, Kur'an-ı Kerim'de "İsrailoğulları" deyimi yaklaşık olarak
kırk yerde geçmektedir. Bunlardan biri de tefsirini sunduğu



292........................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.


muz şu a-yettir: "İsrail'in kendilerine haram kıldıklarından başka,
İsrailoğul-ları'na bütün yiyecekler helaldi." Ayetteki bu iki yer arasında
ne fark var? Çünkü başlangıçta Yahudilerden "İsrailoğulları"
diye söz ediliyor, ardından -iddialarına göre- "İsrail" diye söz ediliyor.


Kaldı ki, böyle bir kullanımın karıştırılmaya uygun bir yerde söz
konusu olduğu da gayet açıktır. Bunun yanında, sayıları büyük bir
yekünü tutan müfessirler, bundan Yakub'u anlamışlar, oğullarını
değil...

Bu ifadeyle "Yakub"un kastedildiğinin en güzel şahidi, "ela
nefsi-hi=kendine" ifadesidir. Burada tekil eril zamiri "İsrail"e döndürülmüştür.
Eğer maksat İsrailoğulları olsaydı, Arap edebiyatı
kurallarına göre dişil-tekil (ela nefsiha) ya da çoğul-eril zamirinin
(ela nefsihim) kullanılması gerekirdi.

"De ki: "Şu halde eğer doğruysanız, Tevrat'ı getirin de onu
okuyun."
Tâ ki, iki gruptan hangisinin hak üzere olduğu ortaya
çıksın. Ben mi, siz mi?... Bu, yüce Allah tarafından Peygamberine
telkin edilen bir cevaptır.

(Al-i İmran / 94) "Artık bundan sonra kim Allah'a karşı yalan uydurup
iftira düzerse, işte onlar, zalim olanlardır."
İfadenin akışından anlaşıldığı kadarıyla
bu, yüce Allah'ın Peygamberine hitaben söylediği bir sözdür. Bu
durumda, Peygamberimizin gönlünün hoş tutulmasının amaçlandığı
anlaşılıyor. Deniliyor ki: Senin düşmanların olan Yahudiler, bu
açıklamadan sonra zalimlerdirler. Çünkü Allah'a karşı yalan iftirada
bulunuyorlar. Ayrıca, dolaylı olarak Yahudilere de bir itiraz yöneltiliyor.
Bu bakımdan ifadenin bir kinaye niteliğinde olduğunu da
söyleyebiliriz.

İfadenin, Peygamberimizin (s.a.a) sözlerinin devamı olması ihtimalini
ise, "min be'di zalike=bundan sonra" sözündeki işaret zamirinin
tekil olması dolayısıyla ayetin zahiri desteklenmemektedir.
Bu açıdan da cümlenin kinaye özelliği belirginleşiyor ve yenik hasım
görmezlikten geliniyor. Ki söz, onun nezdinde de bir tür kabul


Âl-i İmrân Sûresi 1-6 ...............................................................................................293


görsün. Yüce Al-lah'ın şu sözü buna ilişkin bir örnektir: "Gerçekten
ya biz, ya da siz herhalde bir hidayet üzereyiz veya apaçık bir
sapıklıkta." (Sebe', 24) Dolayısıyla "zalike=bu" zamiri ile açıklama
ve kanıta işaret ediliyor.

İftira eden kimse, her halükarda zalim olmasına karşın "bundan
sonra" denilmesinin sebebine gelince; bunun nedeni, söylendiği
gibi, zulmün ancak somut bir açıklamadan sonra gerçekleşmesidir.
"İşte on-lar, zalim olanlardır." ifadesindeki sınırlandırma,
her durumda (ister bu Allah'ın sözü olsun, ister peygamberin sözünün
devamı olsun) kalb sanatı çerçevesinden bir münhasır kılma
örneğidir. [Onların yaptıkları-nı sadece zulüm olarak niteleme
yerine, mübalağa sanatına uygun olarak zulüm onların yaptıklarına
sınırlı kılınmış ve zalimler onlarla sınır-lı olarak gösterilmiş ve:
"İşte onlar, zalim olanlardır." denilmiştir.]

(Al-i İmran / 95) "De ki: "Allah doğru söyledi. Öyleyse Allah'ı bir
tanıyanlar olarak İbrahim'in dinine uyun..."
Size haber verdiğim ve sizi
çağırdığım hususla ilgili olarak hak benden yana olduğuna göre, benim dinime
uyun. Deve eti gibi Allah'ın helal kıldığı güzel şeyleri helal kılışımı
onaylayın. Onların size haram kılınmış olması, Allah'ın haber verdiği
gibi zulmünüzden ve haksızlığınızdan dolayı verilmiş bir cezaydı.


Şu halde: "uyun..." şeklindeki ifade, kendi dinine uyulmasına
ilişkin bir kinayedir. Onun bizzat zikredilmemesinin nedeni, onların
İbrahim'in dinini kabul ediyor olmalarıdır. Bununla, çağırdığı dinin
Allah'ın birliğini esas alan fıtri bir din olduğuna işaret ediliyor.
Çünkü fıtrat, insanın et ve diğer rızklar açısından güzel ve temiz
şeyleri yemesine engel oluşturmaz.

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI

el-Kâfi'de ve Tefsir-ul Ayyâşî'de İmam Sadık'ın (a.s) şöyle dediği
rivayet edilir: "İsrail [Yakup] deve eti yediği zaman rahatsız olur
ve böğrü ağrırdı. Bunun üzerine deve etini kendine haram kıldı. Bu


294........................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.


durum Tevrat'ın inişinden önceydi. Tevrat indikten sonra (Musa)
deve e-tini haram kılmadı, ama yemedi de." (el-Kâfi, c.5, s.306, h:9;
Tefsir-ul Ayyâ-şî, c.1, s.184, Tahran baskısı.)

Ben derim ki: Buna yakın bir rivayet de Ehl-i Sünnet kanallarınca
aktarılmıştır. Rivayette geçen "deve etini haram kılmadı,
ama yemedi de" sözündeki iki zamir Musa'ya dönüktür. Çünkü
konum bunu gerektiriyor. [İsrail o zaman yaşamıyordu.] Dolaysıyla
kastedilen anlam şöy-le olur: "Musa onu haram kılmadı, ama yemedi
de." "Yemedi" anlamına gelen "lem ye'kul" kelimesinin tef'il
kalıbından türemiş olması da (lem yuekkil) mümkündür. Dolayısıyla
"Yemedi, diğerine de yedirtme-di." anlamına gelir. Çünkü et-Tac
adlı eserde, bu kelimenin "Tef'il" ka-lıbıyla birlikteliği ifade eden
"Mufaele" kalıbının aynı anlamı ifade et-tikleri belirtiliyor (yâni
kendisi başkasıyla birlikte onu yemedi).
--------------------------

Değerli Kardeşlerim Mizan Tefsiri'ni ve diğer Ehlibeyt eserlerini
www.islamkutuphanesi.com
www.mizantefsiri.com
www.ehlibeytkutuphanesi.com
sitelerinden indirebilirsiniz.
islamkutuphanesi@islamkutuphanesi.com