El-Mizân
Tefsiri

Allame Muhammed Hüseyin TABATABAİ(r.a)
                             Cilt:3

                AL-İ İMRAN SURESİ

                             ( 1-120. Ayetler)

                                         İÇİNDEKİLER



81- Hani Allah peygamberlerin misakını almıştı: "Size kitap ve
hikmet verirsem, sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir elçi
gelirse, kesin olarak ona iman edeceksiniz ve ona yardımcı olacaksınız."
Demişti ki: "Bunu ikrar ettiniz ve bu hususta ahdimi aldınız
mı?" Onlar; "İkrar ettik." demişlerdi de; "Öyleyse şahit olun,
ben de sizinle birlikte şahit olanlardanım." demişti.

82- Artık kim bundan sonra yüz çevirirse, işte onlar fasıklardır.

83- Peki onlar Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa
göklerde ve yerde her kim varsa, istese de, istemese de, O'na teslim
olmuştur ve O'na döndürüleceklerdir.

84- De ki: "Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak,
Yakup ve torunlara indirilene, Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere
Rablerinden verilenlere iman ettik. Onlardan hiçbiri arasında ayrılık
gözetmeyiz. Ve biz O'na teslim olmuşlarız."

85- Kim İslam'dan başka bir din ararsa, asla ondan kabul edilmez.
O, ahirette de kayba uğrayanlardandır.

AYETLERİN AÇIKLAMASI

Bu ayetler, önceki ayetlerden bağımsız, bağlantısız değildir.
Ayetlerin akışı bir ve süreklidir, birliğini koruyarak akmaktadır.
Sanki yüce Allah, Ehl-i Kitabın, din ve kitapla ilgili olarak sahip
oldukları bilgiye rağmen azdıklarını, kelimeleri konuldukları anlamların
dışına çekip yorumladıklarını, insanların kafasını karıştırarak
hakkı görmelerine engel olduklarını, peygamberler arasında
ayırım yaptıklarını, Resulul-lah'ın (s.a.a) peygamberliğine işaret
eden ayetleri inkar ettiklerini açıkladıktan ve bu arada Hıristiyanların
açıkça, Yahudilerin de üstü kapalı bir şekilde iddia
ettikleri gibi- Musa ve İsa (a.s) gibi bir peygamberin Allah'ı bırakıp
kendisinin veya peygamberlerden ve meleklerden birinin Rab edinilmesini
emretmiş olmasını olumsuzladıktan sonra, olumsuzluğu


266........................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.


daha da pekiştirici bir unsur olarak onlara şöyle bir soru yöneltmektedir:
Böyle bir şey nasıl olabilir? Oysa Allah peygamberlerden
misak almıştır. Bu misakın gereği olarak onlar, kendilerinden önce
ve sonra gelen her peygambere inanıp ona yardım etmek zorundadırlar.
Kendilerinden önceki tüm peygamberleri tasdik etmeli,
kendilerinden sonra gelecek olan peygamberleri de müjdelemelidirler.
Hz. İsa'nın Hz. Musa'yı ve şeraitini tasdik etmesi ve Hz.
Muhammed-'in (s.a.a) gelişini müjdelemesi gibi. Ayrıca yüce Allah,
bu konuda ümmetlerinden söz almaları ve onlar üzerinde şahitlik
etmeleri hususunda da peygamberlerden misak almıştır.

Bu soruyu yönelttikten sonra da bunun, egemenliği gökleri ve
yeri kaplayan "İslam" olduğunu açıklamıştır.

Sonra da elçisinden, gönülden itaat ederek bu misaka uymasını
istemiştir. Allah'a inanmasını, hiçbir ayırım yapmaksızın kendisinden
önce gelen tüm peygamberlere indirilenlere iman etmesini,
yüce Allah'a teslim olmasını, bunu kendisi ve ümmeti adına
yapmasını emretmiştir. Bu, aracısız olarak ondan ve dolaylı olarak
da ümmetinden misak almaktır. Bu hususu ileride açıklayacağız.

(Al-i İmran / 81) "Hani Allah peygamberlerin misakını almıştı: "Size
kitap ve hikmet verirsem, sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir
elçi gelirse, kesin olarak ona iman edeceksiniz ve ona yardımcı olacaksınız."
Ayet, yüce Allah tarafından alınan kesin bir sözden, misaktan bahsediyor.
Allah bu misakı, peygamberler için almıştır. "Size bir elçi gelirse..."
sözü buna işaret etmektedir. Nitekim, bu misakı peygamberlerden
almıştır. "Bunu ikrar ettiniz ve bu husuta ahdimi aldınız
mı?..." ifadesi ile daha sonra yer alan, "De ki: Biz Allah'a... iman
ettik..." ifadesi de buna işaret etmektedir. Dolayısıyla bu misak,
bu söz, peygamberler için peygamberlerden alınmış bir misak, bir
sözdür. Onların dışındaki insanlardan da onların aracılığı ile alınmıştır.


Buna göre, ayette geçen "peygamberlerin misakı" ile onlardan
alınan veya onlar için alınan misakın kastedilmiş olması müm



Âl-i İmrân Sûresi 1-6 ...............................................................................................267


kündür. Çünkü her iki durumda da tek bir misak söz konusudur.
Diğer bir ifadeyle, ayette geçen "peygamberler"den maksat, hem
kendilerinden mi-sak alınanlar, hem de kendileri için misak alınanlar
olabilir. Fakat, "Hiçbir insana yakışmaz ki, Allah kendisine
kitap, hüküm ve peygamberlik versin de..." diye başlayan iki ayet,
bu ayetle bağlantılı olarak ele alındığında, "peygamberler"den
maksadın, kendilerinden misak alınanlar olduğunu desteklemektedir.
Çünkü ayetlerin akış birliği gösteriyor ki, maksat şudur: Peygamberlere
Allah kitap, hikmet ve peygamberlik verdikten sonra,
insanları Allah'a ortak koşmaya davet etmeleri olacak iş değildir.
Nasıl olabilir ki? Oysa Allah onlardan, iman etmek ve kendilerinin
dışında insanları Allah'ı birlemeye davet eden peygamberlere yardımcı
olmak hususunda kesin söz almıştır. Dolayısıyla, yüce Allah'
ın peygamberlerden aldığı misaktan söz ederek konuya başlaması
daha münasip olur.

"Size kitap ve hikmet verirsem..." ifadesinin orijinali, "Lema
atey-tukum min kitabin ve hikmetin" şeklinde okunmuştur. Meşhur
kıraat budur. Hamza dışındaki kıraat bilginleri böyle okumuşlardır.
İfade orijinalinin başındaki "Lema" harfinin "lamı" fetha,
"mim"i de muhaf-fef, yâni şeddesiz telaffuz edilmiştir. Buna göre
"ma" mevsuledir. "A-teytukum" (Bazıları "ateynakum" şeklinde
okumuşlardır.) kelimesi de onun "sılası"dır. Zamir hazfedilmiştir.
"Min kitabin ve hikmetin" sözü buna delalet etmektedir. Mevsul
kelime müptedadır, haberi de "letu'-minunne..." diye başlayan ifadedir.
"Lema"nın başındaki "lam" harf-i ibtidaiye=başlangıç harfidir
ve "letu'minunne..." kelimesinin başında-ki "lam" ise "kasem"
edatıdır. Tümü de, alınan misakı açıklamaya dönüktür. Buna göre
şöyle bir anlam elde etmiş oluyoruz: "Size verdiğim kitap ve hikmetten
sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir peygamber
geldiğinde, kesin olarak ona iman edeceksiniz ve ona yardımcı
olacaksınız."

"Ma" harfinin şart edatı olması da mümkündür. Cezası da


268........................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.


"letu'mi-nunne bihi" olur. Böylece şu anlamı elde etmiş oluruz:
"Size kitap ve hikmet verirsem, sonra size beraberinizdekini doğrulayan
bir peygamber gelirse, kesin olarak ona iman edeceksiniz
ve ona yardımcı olacaksınız." Bu anlamlandırma daha güzeldir.
Çünkü kasemi mahzuf olan "lam"ın ceza cümlesinin başına gelmesi
daha yaygın bir uygulamadır. Buna dayalı olarak elde edilen
anlam da daha akıcı ve daha açık olur. Ayrıca misaklarla ilgili ifadelerde
şart cümlesi, daha sık başvurulan ve daha çok bilinen bir
uygulamadır.

"Lema" kelimesinin "lima" şeklinde okunmasına gelince; bu
'lam'ın "gerekçelendirme" amacına yönelik olduğunu, "ma" harfinin
de mev-sule konumunda algılandığını gösterir. Ancak tercih,
"lam"ın fetha, yâ-ni "lema" şeklinde okunması yönündedir.

"Size verirsem" ve "size gelirse" ifadeleri gösteriyor ki, hitap,
başlangıç itibariyle peygamberlere yöneliktir. Ancak, "Bunu ikrar
ettiniz ve bu hususta ahdimi aldınız mı?" ifadesi, hitabın hem
peygamberlere, hem de onların ümmetlerine yönelik olduğuna
ilişkin bir karine konumundadır. Daha doğrusu, hitap peygamberlere
özgüdür, ancak hitabın hükmü hem onları, hem de onların
ümmetlerini kapsamaktadır. Dolayısıyla peygamberler iman etmek
ve yardımcı olmak zorunda ol-dukları gibi, ümmetleri de i-
man etmek ve yardımcı olmak zorundadırlar.

"...sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir elçi gelirse..."
ifadesinin zahiri, zaman açısından "sonradan gelme" durumunu
göstermektedir. Buna göre, daha önce gelmiş olan peygamber,
iman etmek ve arkasından gelen peygambere yardımcı olmakla
yükümlüdür. Fakat, "De ki: "Biz Allah'a... iman ettik..." ifadesinden
anlaşıldığı kadarıyla misak, önce gelen ve sonra gelen tüm
peygamberlerden alınmıştır. Dolayısıyla sonra gelen peygamberin
de, iman etmesi ve önce gelen peygambere yardımcı olması bir
zorunluluktur. Kuşkusuz biz bunu, ayetin lafzından değil, hitabın
özünden algılıyoruz. Ulu Allah dilerse, bu hususla ilgili ayrıntılı a



Âl-i İmrân Sûresi 1-6 ...............................................................................................269


çıklamalarda bulunacağız.

"...kesin olarak ona iman edeceksiniz ve ona yardımcı
olacaksınız." Birinci zamirin de, tıpkı ikinci zamir gibi
"peygamber"e döndürülmesi caizdir. Çünkü bir peygamberin
başka bir peygambere inanmasının sakıncası yoktur. Nitekim yüce
Allah bu hususa şu ayette işaret etmiştir: "Peygamber, kendisine
Rabbinden indirilene iman etti, mü'minler de. Tümü, Allah'a,
meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inandı." (Bakara, 285) Ancak,
"De ki: "Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e... indirilene iman
ettik..." ayetinin zahiri, ilk zamirin kendi-lerine verilen kitap ve
hikmete, ikinci zamirin de "peygamber"e döndüğünü
göstermektedir. Buna göre şöyle bir anlam elde etmiş oluyoruz:
"Size verdiğim kitap ve hikmete iman edeceksiniz ve sizin yanınızdakini
tasdik etmek üzere gelen peygambere yardımcı
olacaks"Demiınışz."ti ki: "Bunu ikrar ettiniz ve bu hususta ahdimi aldınız mı?"
Onlar; "İkrar ettik." demişlerdi." Soru, onaylatma amacına yöneliktir.
"İkrar" bilindiği gibi, kabul etme, onaylama anlamını ifade eder.
Ayetin orijinalinde geçen "ısr" ise, "ahit" demektir ve cümle içinde
"almak" fiilinin mefulu konumundadır. Ahit almak, "alan"dan ayrı
olarak, "kendisinden ahit alınan" birini gerektirir. Burada kendilerinden
ahit alınanlar ise, ancak peygamberlerin ümmetleri olabilir.
Buna göre ayetin anlamı
şöyle olur: "Demişti ki: "Siz misakı ikrar
ettiniz mi ve bu hususta ümmetlerinizden ahdimi aldınız mı?" Onlar;
"İkrar ettik." demişlerdi."

"Ahit almaktan maksat, peygamberlerin bunu kendi adlarına
kabul etmeleridir." diyen de olmuştur. Bu durumda, "ve bu hususta
ahdimi aldınız mı?" ifadesi, "ikrar ettiniz mi?" sözü için atf-ı beyan
(açıklayıcı bağlaç) olur. Cevap olarak; "İkrar ettik." demeleri ve "ahit
almak"tan söz etmemeleri de, bu görüşü destekliyor. Bu durumda,
söz konusu misak sırf peygamberlere özgü olur ve ümmetleri
kapsamına almaz. Ancak, "Öyleyse şahit olun... demişti." ifadesi,
bu çıkarsamayı geçersiz kılıyor. Çünkü şahitliğin, peygamberlerin


270........................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.


dışındakiler için söz konusu olduğu açıktır. Ayrıca, daha sonra gelen,
"De ki: "Biz Allah'a... iman ettik..." ifadesi de bunu
destekliyor. Aksi takdirde, "Ben iman ettim." denilirdi. Bu da gösteriyor
ki, burada Peygamberimizin (s.a.a) kendisinin ve ümmetinin
imanı ifade edilmektedir. Ancak denebilir ki: "Ümmetlerin bu
hususta peygamberlere ortak oldukları, "Öyleyse şahit olun." ve
"De ki: "Biz Allah'a... iman ettik." ifadelerinden algılan-maktadır.
Dolayısıyla, "ahdimi aldınız mı?" sözü, bununla ilgili bir anlam, bir
işaret içermiyor."

"Öyleyse şahit olun, ben de sizinle birlikte şahit olanlardanım" de-
mişti." Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, şahitlik genellikle
başkalarıyla ilgili olur. Şu halde, burada peygamberlerden ve
ümmetlerinden sadır olan bir şahitlik söz konusudur. Daha önce
de vurguladığımız gibi, "De ki: "Biz Allah'a... iman ettik." diye
başlayan ifade ve ayrıca ayetlerin akışı bunun tanığıdır. Çünkü
ayetlerin akışı, Ehl-i Kitabın, Resulullah Efendimizin (s.a.a)
davetine olumlu karşılık vermekten kaçınmalarını protesto
etmeye, bu tutumlarını eleştirmeye yöneliktir. Aynı
şekilde, bu
ayetlerde onların Hz. İsa ve Hz. Musa'ya ilişkin asılsız
yakıştırmaları da reddediliyor. Nitekim, "Peki onlar, Allah'ın dininden
başkasını mı arıyorlar?" ifadesi ve diğer ifadeler de bu
çıkarsamayı desteklemektedir.

Denebilir ki: "Öyleyse şahit olun." sözünden maksat, bazı peygamberlerin
diğer bazısına şahitlik etmesidir. Yine denebilir ki:
"Öyleyse şahit olun." hitabının muhatapları peygamberler değil,
meleklerdir.

Her iki yaklaşım da özleri itibariyle mümkün olmakla beraber,
ayetin lafzı, somut bir karine olmadıkça, buna ilişkin bir ipucu
vermemektedir. Üstelik, karinenin bunun aksine işaret ettiğini de
vurgulamıştık.

Ayette dikkat çeken bir husus da, "Hani Allah peygamberlerin
(nebilerin) misakını almıştı: ...size bir elçi (resul) gelirse..." ifadesinde
misakın nebilerden, resuller için alınmış olduğuna yönelik


Âl-i İmrân Sûresi 1-6 ...............................................................................................271


ince bir işarete yer verilmiş olmasıdır. "İnsanlar tek bir ümmetti..."
(Bakara, 213) ayetine ilişkin açıklamamızın akışı içinde "nebilik" ile
"resullük" arasındaki farkı açıklamış, resulün nebiden daha özel
bir konumda olduğunu belirtmiştik.

Ayetin lafzından anlaşıldığı kadarıyla misak, "nübüvvet" makamından
"risalet" makamı için alınmıştır. Bunun aksini gösteren
bir işaret yoktur.

Buna dayalı olarak bazı tefsir bilginlerinin, ayetin anlamıyla ilgili
olarak söyledikleri şu sözleri tartışabiliriz: "Her biri diğerini
tasdik etmek ve birbirlerine iman etmeyi emretmek üzere bütün
peygamberlerden misak alınmıştır. Yâni, din birdir ve bütün peygamberler
insanları bu dine davet etmişlerdir." Kuşkusuz, bu değerlendirme
açık gerçeğin ifadesidir.

Şimdiye kadar yaptığımız açıklamalara göre ayetin anlamı
şu
şekilde belirginleşmektedir: Yüce Allah peygamberlerden ve onların
ümmetlerinden kesin misak almıştır. Buna göre, şayet yüce
Allah kendilerine kitap ve hikmet verirse, sonra beraberlerinde
olanı tasdik eden bir elçi gelirse, Allah'ın kendilerine verdiği kitap
ve hikmete iman edecek, resule de yardımcı olacaklardır. Peygamberlerden
sonra gelen, önce geleni ve kendi çağdaşı olanı
tasdik edecek, önce gelen de, sonra geleni müjdeleyip ümmetine
tavsiye edecektir. Ümmet de onlara verilene iman edecek, söz
konusu peygamberi tasdik edip ona yardımcı olacaktır. Bu da,
dinin birliğini gerektirmektedir.

Bazı tefsir bilginlerinin ayetin maksadıyla ilgili olarak; "Allah,
peygamberlerden Hz. Muhammed'i (s.a.a) tasdik etmeleri, onun
peygamber olarak gönderilişini ümmetlerine müjdelemeleri yönünde
kesin söz almıştır." şeklindeki değerlendirmelerine gelince;
bu değerlendirme, özü itibariyle doğru olmakla beraber, daha önce
işaret ettiğimiz gibi, buna ayetlerin genel akışı delalet ediyor,
özel olarak bu ayet değil. Çünkü ayetin lafzı geneldir. Ayrıca ayet,
Ehl-i Kitaba ilişkin eleştirinin akışı içinde yer almaktadır. Amaç,


272........................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.


kitaplarını tahrif ettikleri, Peygamberimize ilişkin ayetleri gizledikleri,
apaçık gerçeğe karşı inat ettikleri, dik başlılık ettikleri için Ehli
Kitabı kınamak, onları azarlamaktır.

(Al-i İmran / 82) "Artık kim bundan sonra yüz çevirirse..." ifadesi, yukarıda sözü
edilen misakı pekiştirme amacına yöneliktir. Anlamı da son derece
açıktır.

(Al-i İmran / 83) "Peki onlar Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?... O'na teslim
olmuştur."
Bu ayet peygamberlerden alınan misakla ilgili anlatımı
içeren önceki ayetin bir ayrıntısı konumundadır. Dolayısıyla ayeti
şu şekilde yorumlamak gerekir: "Mademki Allah'ın dini birdir, mademki
yüce Allah bu tek dine dayalı olarak peygamberlerden ve
ümmetlerinden kesin söz almıştır, mademki önce gelen peygamberler
ve ümmetleri sonra gelen resulü müjdelemekle, onun getirdiği
mesaja inanmakla, onu tasdik etmekle yükümlüdürler, şu
Ehl-i Kitap toplulukları seni inkar etmekle neyi amaçlıyorlar? Durumlarına
bakılırsa, dini arıyor görüyorlar. Peki onlar, Allah'ın biricik
dini olan İslam'dan başkasını mı arıyorlar? Bu nedenle mi seni
tasdik etmiyorlar, İslam dinine bağlanmıyorlar? Oysa İslam'a sa-
rılmaları gerekirdi. Çünkü İslam, insanın fıtratına, özdoğasına dayalı
olarak şekillenen dindir. Zaten dinin böyle olması gerekir. Bunun
kanıtı
şudur: Göklerde ve yerde bulunan akıl ve bilinç sahibi
varlıklar, varoluş bağlamında Allah'a teslim olmuşlardır. Dolayısıyla
yasama bağlamında da O'na teslim olmaları bir zorunluluktur.

"Oysa göklerde ve yerde her kim varsa, istese de, istemese de, O'na
teslim olmuştur." Göklerde ve yerde bulunan herkesi, bu arada
Müslüman olmadıkları belirtilen Ehl-i Kitabı kapsayan bu İslam,
"teslim olmuştur" fiilinin geçmişte gerçekleşmiş bir anlamı ifade
eden mazi bir fiil olması dolayısıyla, Allah'ın emrine yönelik varoluşsal
teslim oluşu ifade etmektedir, kulluk kasti taşıyan boyun
eğiş anlamındaki İslam'ı değil. Bu anlamı, "istese de, istemese
de." sözü desteklemekte ya da kanıtlamaktadır.

Buna göre, "O'na teslim olmuştur." ifadesi, medlul ve


Âl-i İmrân Sûresi 1-6 ...............................................................................................273


müsebbep adına delil ve sebebin zikredilişiyle yetinilmesine ilişkin
bir örnektir. Bu durumda ifadenin anlamsal açılımı
şöyle olur:
Yoksa onlar İslam'dan başka bir din mi arıyorlar? Oysa İslam Allah'ın
dinidir. Çünkü göklerde ve yerde bulunan herkes O'na teslim
olmuştur, O'nun emrine boyun eğmiştir. Eğer buna razı olurlarsa,
boyun eğmeleri gönüllü olarak gerçekleşmiş olur. Eğer Allah'ın
dilediğini istemezlerse, başkasını talep ederlerse, yine de onların
hakkında O'nun emri geçerli olacak, O'nun dediği gerçekleşecektir;
hem de istemedikleri halde.

Buradan anlaşılıyor ki, "istese de, istemese de." ifadesinin
orijina-lindeki "vav" bağlacı, iki durumu bir birinden ayırma amacına
yöneliktir. Dolayısıyla "istemek"ten maksat, onların yüce Allah'ın
kendileriyle ilgili olarak irade ettiği sevdikleri şeylere rıza
göstermeleri durumu, "istememek"ten de maksat, ölüm, yoksulluk
ve hastalık gibi yüce Allah'ın kendileriyle ilgili olarak irade et-
tiği sevmedikleri şeylerden hoşnut olmamaları durumudur.

"Ve O'na döndürüleceklerdir." Bu da, İslam'ın din olarak benimsenmesinin
bir diğer gerektirici nedenidir. Çünkü onlar, geçek
Mevlaları olan Allah'a döndürüleceklerdir, küfürlerinin ve şirklerinin
kendilerini sürüklediği şeylere değil.

(Al-i İmran / 84) "De ki: "Biz Allah'a, bize indirilene... iman ettik." ayeti, peygamberimizden ve diğer peygamberlerden alınan misaka dayalı olarak
ona yöneltilen bir emri ifade etmektedir. Ondan, kendisi ve ümmetinden
inanlar adına; "Biz Allah'a, bize indirilene... iman ettik."
demesi istenmektedir.

Az önce işaret ettiğimiz gibi, bu da söz konusu misakın hem
peygamberlerden, hem de onların ümmetlerinden alındığına ilişkin
bir kanıt niteliğindedir.

"...İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlara indirilene..." Burada
isimleri zikredilenler, İbrahim soyundan gelen peygamberlerdir.
Ayetten, "torunlar"la kastedilenlerin, Yakub'un soyundan ge-len
peygamberler veya Davud, Süleyman, Yunus, Eyub ve diğerleri gibi


274........................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.


İsrailoğulları kabilelerinden olan peygamberler olduğuna ilişkin bir
dolaylı işaret algılamak mümkündür.

"Ve peygamberlere Rablerinden verilenlere..." ifadesi, cümle içinde
açıklamayı genelleştirmek amacıyla yer almaktadır. Amaç,
Adem ve Nuh gibi diğer peygamberleri de kapsam içine almaktır.
Sonra da; "Onlardan hiçbiri arasında ayrılık gözetmeyiz. Ve biz
O'na teslim olmuşlarız." ifadesiyle tümü bir değerlendirme altına
toplanıyor.

"Kim İslam'dan başka bir din ararsa, asla ondan kabul edilmez."
ifadesi, alınan misakın kapsam alanının dışında kalan yaklaşımın
olumsuzlanmasını amaçlamaktadır. Dolayısıyla misakın gereklerini
yerine getirmenin zorunluluğu vurgulanmaktadır.

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI

Mecma-ul Beyan adlı eserde, Emir-ül Mü'minin'den (a.s) şöyle
rivayet edilir: "Yüce Allah, bizim Peygamberimizden önce, bütün
peygamberlerden kesin söz aldı ki, onun gelişini ve özelliklerini
ümmetlerine haber versinler, onu müjdelesinler, onu tasdik etmelerini
emretsinler." (c.1, s.468, Tahran baskısı)

ed-Dürr-ül Mensûr adlı eserde, İbn-i Cerir, Ali b. Ebi Talib'ten
(r.a) rivayet eder: "Yüce Allah Adem'den şimdiye kadar gönderdiği
bütün peygamberlerden Hz. Muhammed (s.a.a) hakkında kesin
söz almıştır. Şayet onun gönderilişi sırasında yaşıyorlarsa, kesinlikle
ona inanacaklar, ona yardım edeceklerdir, ona inanmayı emredecek
ve kavimlerinden bu hususta söz alacaklardır." Hz. Ali bunları
söyledikten sonra şu ayeti okudu: "Hani Allah peygamberlerin
misakını almıştı: "Size kitap ve hikmet verirsem..."
(c.2, s.47, Beyrut
baskısı)

Yukarıda yer verdiğimiz iki rivayet, daha önce de işaret edildiği
gibi, ayetin lafzının ve akışının delalet ettiği hususu genel olarak
açıklamaktadırlar.


Âl-i İmrân Sûresi 1-6 ...............................................................................................275


Mecma-ul Beyan ve el-Cevami adlı eserlerde İmam Cafer Sadık'ın
(a.s) ayetin anlamıyla ilgili olarak şöyle buyurduğu rivayet
edilir: "Hani Allah, peygamberlerin ümmetlerinden misak almıştı.
Her ümmetten peygamberini tasdik etmek, onun getirdiği dine
göre amel etmek üzere söz almıştı. Ancak onlar verdikleri sözlerini
tutmadılar; peygamberlerinin şeriatlarının birçoğunu terk ettiler,
birçoğunu da tahrif ettiler." (Mecma-ul Beyan, c.2, s.468, Tahran baskısı)

Rivayette sözü edilen husus, ayetin uyarlanabileceği konulardan
birine temas etme şeklindedir. Dolayısıyla, ayetin hem peygamberleri,
hem de ümmetlerini kuşatan genellikte olmasıyla
çelişmez.

Yine Mecma-ul Beyan adlı eserde, Emir-ül Mü'minin'in, "Bunu
ikrar ettiniz ve bu hususta ahdimi aldınız mı?" ifadesiyle ilgili
olarak şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Yâni, "Bunu ikrar ettiniz mi?
Ve buna ilişkin olarak ümmetlerinizden söz aldınız mı?" Peygamberler
ve ümmetleri dediler ki: "İkrar etmemizi emrettiğin şeyi
ikrar ettik." Allah buyurdu ki: "Bu hususta ümmetleriniz üzerinde
şahit olun. Ben de sizinle beraber, sizin ve ümmetlerinizin üzerinde
şahidim." (c.2, s.468)

ed-Dürr-ül Mensûr adlı eserde, İbn-i Cerir, Ali b. Ebu Talib'in,
"Öyleyse şahit olun..." diye başlayan ifadeyle ilgili olarak şöyle
buyurduğunu rivayet eder: "Yüce Allah buyuruyor ki: "Bu hususta
ümmetleriniz üzerinde şahit olun. Ben de sizinle beraber sizin ve
onların üzerinde şahidim. Ey Muhammed, bütün ümmetler içinde,
bu ahitten sonra, kim senden yüz çevirirse, işte onlar fasıklardır,
küfür içinde hakka baş kaldıranlardır." (c.2, s.48, Beyrut baskısı)

Biz, daha önce, rivayetin anlamının hangi hususa yönelik
olduğunu belirttik.

Tefsir-ul Kummî'de İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet
edilir: "Yüce Allah, zerr aleminde onlara şöyle demişti: "Bunu
ikrar ettiniz ve bu hususta ahdimi aldınız mı?" Onlar da; "İkrar
ettik." demişlerdi. Bunun üzerine Allah meleklere; "Şahit olun."


276........................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.


demişti." (c.2, s.107, Kum baskısı)

Ben derim ki: Böyle bir sonuç, daha önce de işaret edildiği gibi,
ayetin zahirinden ilk etapta algılanmasa da ayet büsbütün böyle
bir yoruma kapalı değildir.

ed-Dürr-ül Mensûr adlı eserde, "Kim İslam'dan başka bir din
ararsa..." ayetiyle ilgili olarak Ahmed ve Taberani'nin (el-Evsat'ta)
Ebu Hureyr'den şöyle rivayet ettikleri kaydedilir: "Resulullah (s.a.a)
buyurdu ki: "Kıyamet günü ameller bir bir gelir. Namaz gelir der ki:
"Ya Rabbi, ben namazım." Allah der ki: "Sen hayır üzeresin." Sadaka
gelir ve der ki: "Ya Rabbi, ben sadakayım." Allah; "Sen hayır
üzeresin." der. Sonra oruç gelir ve der ki: "Ben orucum." Allah;
"Sen hayır üzeresin." der. Sonra bütün ameller gelir ve Allah her
birine; "Sen hayır üzeresin." der. Sonunda İslam gelir ve der ki:
"Rabbim, sen Selam'sın, ben de İslam'ım." Bunun üzerine Allah
der ki: "Sen hayır üzeresin. Bugün seninle alır ve seninle veririm."
Allah kitabında şöyle buyurmuştur: "Kim İslam'dan başka bir din
ararsa, asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır."
(c.2, s.48, Beyrut baskısı)

et-Tevhid adlı eserde (s.46, h:7) ve Tefsir-ul Ayyaşî'de (c.1, s.182,
h:78), ayetle ilgili olarak İmam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilir:
"Burada kastedilen, onların yüce Allah'ı birlemeleri, tekliğini ikrar
etmeleridir."

Ben derim ki: Allah'ı birleme (tevhit), Allah'ın kullarından istediği
her şeyde O'na teslim olmayı gerektirir. Dolayısıyla ayetle ilgili
bu anlamlandırma da, açıklama bölümünde zikrettiğimiz anlama
dönmüş oluyor. Eğer bununla sırf şirkin olumsuzlanması kastedilmişse,
o zaman ayette geçen "isteme" ve "istememe", ihtiyari
ve zorunlu yol göstericiliği ifade etmiş olurlar.

Bil ki: Ayyaşî (c.1, s.181, h:76) ve Kummî (c.1, s.106) tefsirlerinde
ve başka yerlerde aktarılan diğer bazı rivayetlerde, "Hani Allah
peygamberlerin misakını almıştı..." ayetiyle ilgili olarak deniliyor
ki: "Kesinlikle Resulullah'a iman edeceksiniz ve Emir-ül


Âl-i İmrân Sûresi 1-6 ...............................................................................................277


Mü'minin'e yardım edeceksiniz."

Anlaşıldığı kadarıyla bu rivayetlerde, "ona iman edeceksiniz"
ifadesindeki zamir Resulullah'a, "ona yardımcı olacaksınız" ifadesindeki
zamir de Emir-ül Mü'minin'e döndürülerek ayet tefsir
edilmiştir. Fakat ayetin lafzından buna ilişkin bir kanıt algılamak
mümkün değildir.

Ancak bu çerçevede Ayyaşî, Selam b. Müstenir'den şöyle rivayet
eder: "İmam Sadık (a.s) buyurdu ki: "Onlar kendilerini, öyle bir
isimle isimlendirmişler ki, yüce Allah Ali b. Ebi Talib'den başkasını
onunla isimlendirmemiştir ve onun tevilinin zamanı da gelmemiştir."
Dedim ki: "Sana feda olayım, tevilinin vakti ne zamandır?"
Buyurdu ki: "Onun tevilinin zamanı gelince, Allah bütün peygamberleri
ve mü'minleri onun önünde toplayacak ve onlar ona yardım
edecekler. Bu, şu ayetten çıkan bir sonuçtur: "Hani Allah peygamberlerin
misakını almıştı: "Size kitap ve hikmet verirsem... ben
de sizinler birlikte şahit olanlardanım." (c.1, s.181, h:77, Tahran baskısı)


Bu rivayet göz önünde bulundurulursa, yukarıda işaret ettiğimiz
problemin çözümü kolaylaşır. Çünkü bu problem, ancak söz
konusu rivayetlerin tefsir şeklinde algılanması durumunda ortaya
çıkar. Tevil şeklinde algılanması durumunda söz konusu olmaz.
Çünkü tevil, daha önce "Sana kitabı indiren O'dur..." (Âl-i İmrân, 7)
ayetini tefsir ederken belirttiğimiz gibi, anlam türünden olmayıp
lafızla bağlantılı değildir.


278........................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.
-------------------------
Değerli Kardeşlerim Mizan Tefsiri'ni ve diğer Ehlibeyt eserlerini
www.islamkutuphanesi.com
www.mizantefsiri.com
www.ehlibeytkutuphanesi.com
sitelerinden indirebilirsiniz.
islamkutuphanesi@islamkutuphanesi.com