El-Mizân
Tefsiri

Allame Muhammed Hüseyin TABATABAİ(r.a)
                             Cilt:3

                AL-İ İMRAN SURESİ

                             ( 1-120. Ayetler)

                                         İÇİNDEKİLER



111- Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler. Sizinle
savaşsalar bile, size arkalarını dönüp kaçarlar, sonra onlara yardım
da edilmez.

112- Nerede bulunurlarsa, onlara alçaklık (damgası) vurulmuştur.
Meğer ki Allah'ın ipine ve (inanan) insanların i-pine (ahdine)
sığınmış olsunlar. Onlar, Allah'tan bir gazaba uğradılar da üzerlerine
aşağılanma (damgası) vuruldu. Böy-le oldu, çünkü onlar
Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar ve haksız yere peygamberleri
öldürüyorlardı. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları dolayısıyladır.

113- Onların hepsi bir değildir. Kitap ehlinden bir topluluk vardır
ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak
secdeye kapanırlar.

114- Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği em-reder,
kötülükten sakındırırlar ve hayırlarda yarışırlar. İşte onlar iyilerdendir.


115- Yapacakları hiçbir iyilikten yoksun bırakılmazlar. Allah
muttakileri bilendir.

116- Gerçekten inkar edenlerin ise, ne malları, ne çocuk-ları
onlara Allah'tan yana bir şey sağlayamaz. İşte onlar ateşin halkıdırlar,
orada sürekli kalacaklardır.

117- Onların bu dünya hayatındaki harcamaları, kendi nefislerine
zulmetmiş olan bir kavmin ekinine isabet eden kavurucu soğukluktaki
bir rüzgara benzer ki onu (ekini) helak etmiştir. Allah,
onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmetmektedirler.


118- Ey iman edenler, kendinizden başkasını kendinize sırdaş
edinmeyin; onlar size kötülük vermekten geri durmazlar. Size zorlu
bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. On-ların ağızlarından öfke
dışa vurmuştur. Göğüslerinde gizledikleri (kin) ise, daha büyüktür.
Düşünürseniz, size ayetleri açıkladık.


348........................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.


119- Sizler, işte böylesiniz; onları seversiniz, oysa onlar sizi
sevmezler. Siz kitabın tümüne inanırsınız, onlar sizinle karşılaştıklarında
"inandık" derler, ama kendi başlarına kaldıkları zaman,
size karşı olan öfkelerinden dolayı parmak uçlarını
ısırırlar. De ki:
"Öfkenizden ölün!" Şüphesiz Al-lah, göğüslerin özünü bilir.

120- Size bir iyilik dokununca, tasalanırlar; size bir kötü-lük isabet
ettiğindeyse, buna sevinirler. Eğer siz sabreder, sakınırsanız,
onların tuzağı size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların
yaptıklarını kuşatmıştır.


AYETLERİN AÇIKLAMASI

Görüldüğü gibi, bu ayetler, Ehl-i Kitabın özellikle Yahudilerin Allah'ın
ayetlerini inkar edişlerini, kendi nefislerine aldanışlarını ve
mü'-minleri Allah yolundan alıkoyuşlarını konu alan önceki ayetlerin
akışına dönük bir eğilim içindedirler. Bundan önceki on ayet,
söz içinde söz konumundaydılar. Dolayısıyla ayetlerin akışı bozulmadan
devam ediyor.

(Al-i İmran / 111) "Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler..."
Ayetin orijinalinde geçen "eza=eziyet" Ragıb'ın belirttiğine göre, bir canlıya isabet
eden zarar demektir. Zarar, beden ya da herhangi bir şeyle
ilgili olabildiği gibi dünyevi ve uhrevi akıbetiyle de ilgili olabilir.

(Al-i İmran / 112) "Nerede bulunurlarsa, onlara alçaklık (damgası) vurulmuştur.
Meğer ki Allah'ın ipine ve (inanan) insanların ipine (ahdine) sığınmış olsunlar."
Ayetin orijinalinde geçen "zillet" kelimesi, "zill" kökünün değişik
bir şeklidir. Ragıb'ın belirttiğine göre, "züll" zorla, baskıyla olan
şey demektir. "Zill" ise, zorlukla ve dayatmayla olan şey anlamına
gelir. Genel anlamı ise, yılgınlık ve eğilmedir. Bunun tam karşıtı izzet
ve direnmedir. Yâni karşı koyup kaçınmadır.

Ayetin orijinalinde geçen "sukifu" kelimesi, "bulunurlar" demektir.
"Habl" ise, birinin sarılması durumunda onu koruyacak
sebep anlamında kullanılmıştır. Anlaşma, zimmet ve eman gibi


Âl-i İmrân Sûresi 1-6 ...............................................................................................349


bir tür güvenlik, dokunulmazlık ve korunma sağlayan şeyler anlamında
da mecazen kullanılır. Amaç (Allah doğrusunu herkesten
daha iyi bilir.) şudur: Zil-let onların üzerine bir damga gibi vurulmuştur.
Maden filizine vurulan sikke gibi. Ya da insanların üzerine
çadırın vurulup dikilmesi gibi. Şöyle ki, onların üzerine zillet yazılmıştır
veya zillet onlara musallat kılınmıştır. Ancak Allah'tan veya
insanlardan bir sebebe sarılmaları başka.

Ayette "habl" kelimesi, bir keresinde Allah'a, bir keresinde de
insanlara izafe edilerek kullanılmıştır. Bunun nedeni izafe ile birlikte
anlamı değişmesidir. Çünkü bu kelime Allah'a izafe edildiği
zaman varoluşsal ya da yasal yargı ve hüküm ifade eder. İnsanlara
izafe edildiğinde ise, bina etme ve amel anlamına gelir.

Üzerlerine zillet damgasının vurulması, yasal yargı yoluyla zilletlerine
hükmedilmesi demektir. Bunun kanıtı da: "Nerede bulunurlarsa"
ifadesidir. Çünkü bu ifadeden anlaşılan, mü'minlerin
onları her nerede bulmaları ve onlara musallat olmalarıdır. Bu ise,
ancak sonuçlarından biri cizye olan yasal zilletle uyuşan bir durumdur.


Dolayısıyla ayetin anlamı şöyle tevil edilir: Onlar, İslam şeriatının
hükmü gereğince zelildirler. Ancak zimmet akdinin kapsamına
girmeleri veya bir şekilde insanlardan eman almaları başka.

Bazı tefsir bilginlerinin görüşleri şu yöndedir: "Onlara zillet
damgası vurulmuştur. Ama bu, bir yasal hükmün bildirimi niteliğinde
değildir. Bilakis, Allah'ın kaderi uyarınca başlarına gelecek
olanlar haber veriliyor. Çünkü İslam geldiğinde, Yahudiler Mecusilere
cizye veriyorlardı. Bazı grupları, Hıristiyanların egemenlikleri
altındaydılar."

Aslında böyle bir yorumun herhangi bir sakıncası yoktur. Hatta
ayetin sonuna doğru olan kısmı bunu destekler niteliktedir. Çünkü
onların üzerine zillet ve miskinlik damgasının vurulmasının sebebi,
kendi elleriyle işledikleri Allah'ın ayetlerini inkar, peygamberleri
öldürme ve sürekli düşmanlık gibi suçlardır. Ancak böyle bir an



350........................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.


lam için, ayetin salt Yahudilere yönelik olması gerekir. Fakat böyle
bir sonucu gerektirecek somut bir kanıt söz konusu değildir. "Onların
arasına düşmanlık ve kin salıverdik." (Mâide, 64) ayetin tefsiri
çerçevesinde bu konuda ayrıntılı açıklamalarda bulunacağız.

"Onlar, Allah'tan bir gazaba uğradılar da üzerlerine aşağılanma
(damgası) vuruldu."
Ayetin orijinalinde geçen "bâu" kelimesi, bir
ikametgâh, bir mekan edindiler veya döndüler demektir. Miskinlik
ise, fakirliğin en şiddetli halidir. Anlaşıldığı kadarıyla, miskinlik;
insanın fakirlik veya herhangi bir yoksunluk tehdidinden dolayı bir
kurtuluş yolu bulamaması demektir. Bu durumda ayetin giriş kısmıyla
sonuç kısmı arasında anlamsal uyum meydana gelmiş olur.

"Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları dolayısıyladır."
Yâni, onlar
isyan ettiler. Bundan önce de sürekli bir azgınlık haddi aşma içindeydiler.


(Al-i İmran / 113-114-115) "Onların hepsi bir değildir... Allah muttakileri
bilendir."
Ayetin orijinalinde geçen "seva=eşit" kelimesi, vasfetme amaçlı bir
mastardır. Yâni onlar nitelik ve hüküm bakımından eşit değildirler. Çünkü
onların içinde bir topluluk vardır ki, bunlar Allah'ın ayetlerini okurlar...
Buradan anlıyoruz ki: "Kitap ehlinden..." ifadesi, bir gerekçelendirme
konumundadır. Onunla Ehl-i Kitap gruplarının eşit olmayışlarının
nedeni açıklanıyor.

Ayetin orijinalinde geçen "kaimetun" kelimesi hakkında ihtilaf
edilmiştir. Bazılarına göre anlamı, "Allah'ın emri üzere sabittirler"
şeklindedir. Bazılarına göre, "adildirler" demektir. Bazıları: "Onlar
sağlam bir yola sahip bir ümmettirler" demişlerdir. Doğrusu kelime
mutlaktır. Bu anlamların tümünü de ayrı ayrı içeriyor olabilir.
Ancak kitabın ve onların iyi amellerinin zikredilmiş olması, anlamın;
iman ve itaat üzere kâim olma olduğunu belirginleştiriyor.

Ayetin orijinalinde geçen "ânâ" kelimesi, "ina" veya "ena"nın
çoğuludur. Bazıları "invun"un çoğuludur demişlerdir. Anlamı, "vakit"
tir.


Âl-i İmrân Sûresi 1-6 ...............................................................................................351


Ayetin orijinalinde geçen "Müsaraa" kelimesi, "sürat" kelimesinin
Mufaele kalıbına uyarlanmışşeklidir. Mecma-ul Beyan adlı
eserde deniliyor ki: "Sürat ve acele arasındaki fark şudur: Sürat,
öne geçmesi caiz olan bir hususta öne geçme demektir ve övgüne
değerdir. Bunun karşıtı, ağır gitme (ibta)dır. Bu ise, yerilen bir davranıştır.
Acele ise, öne geçmenin caiz olmadığı bir şeyde öne geçme
demektir. Bu, yerilmiştir. Bunun karşıtı teenniyle hareket etmedir.
Bu ise, övülen bir davranıştır. Öyle anlaşılıyor ki, sürat hareketin,
acele ise, hareket edenin niteliğidir."

"Hayırlar"dan maksat, ibadet, infak, adalet veya ihtiyaçları giderme
gibi salih amellerdir. Bu, kelime başına "el" takısı gelmiş
bir çoğuldur. Bu durumda kapsayıcılık ifade eder. Daha çok mali
hayırlar an-lamında kullanılır. Hayır kelimesinin mal anlamında
kullanıldığı çokça görülmüştür.

Yüce Allah, bir grup önemli salih amelden söz ediyor: İman,
marufu emretme ve münkeri engelleme, hayırlarda yarışma gibi.
Sonra onları salihler olarak nitelendiriyor. Şu halde onlar dosdoğru
yolun izleyicileridirler. Peygamberlerin, doğruların ve şehitlerin
arkadaşlarıdır-lar. Bu anlamı, şu ayetlerden algılıyoruz: "Bizi dos-
doğru yola ilet. Ni-met verdiklerinin yoluna. Gazaba uğrayanların
ve sapmış olanların yoluna değil." (Fatiha, 7) "İşte onlar, Allah'ın
kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular, şehitler ve
salihlerle beraberdir." (Nisâ, 69) Bazılarına göre, burada kendilerinden
övgüyle söz edilenler, Abdullah b. Selam ve arkadaşlarıdır.

"Yapacakları hiçbir iyilikten yoksun bırakılmazlar..." Küfran=
nankörlük şükranın karşıtıdır. Yâni, yüce Allah, onlara şükranla
karşılık verir ve hiçbir ziyana uğratmadan yaptıkları hayrı onlara
geri verir. Nitekim yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: "Kim
gönülden bir hayır yaparsa, şüphesiz Allah, şükrün karşılığını
verendir, bilendir." (Bakara, 158) Bir diğer ayette de şöyle buyurmuştur:
"Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir...


352........................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.


Hayırdan her ne in-fak edersiniz haksızlığa uğratılmaksızın size
eksiksizce ödenecektir." (Bakara, 272)

(Al-i İmran / 116) "Gerçekten inkar edenlerin... onlara Allah'tan yana bir şey
sağlayamaz."
Ayetlerin akışının bütünlüğünün bozulmadan devam
etmesi gösteriyor ki, bunlardan maksat, Ehl-i Kitaptan küfre sapan
bir diğer kâfir gruptur. Bunlar, Peygamber çağrısına olumlu karşılık
vermemiş, İslam aleyhinde komplolar düzenlemiş ve sürekli
olarak onun nurunu söndürmek için çaba sarf etmiş kimselerdir.

Bazıları demişlerdir ki: "Ayet, müşriklerin durumunu gözlemleyici
bir mahiyete sahiptir. Dolayısıyla, daha sonra işaret edilecek
Uhud savaşı kıssasına bir hazırlık niteliğindedir. Fakat bu değerlendirme,
biraz sonra gelecek olan şu ifadeyle bağdaşmıyor: "Siz
kitabın tümüne inanırsınız, onlar sizinle karşılaştıklarında: "i-
nandık" derler..." Çünkü bu ifade, Yahudilerle Müslümanların ilişkisini
yansıtmaktadır, müşrik-lerin değil. Bu da gösteriyor ki, ayetlerin
akış bütünlüğü henüz devam ediyor.

Bazı tefsir bilginleri, bu ayeti müşriklere, diğerini de Yahudilere
u-yarlamak suretiyle bir orta yol tutmak istemişlerse de, bu bir
yanılgıdır.

(Al-i İmran / 117) "Onların bu dünya hayatındaki harcamaları..." Ayetin
orijinalinde geçen "sırr" kelimesi, şiddetli soğuk demektir. Burada örnek verilen
şey, şu ifadeyle kayıtlandırılmıştır: "Dünya hayatında..." Bununla
verilmek istenen mesaj, onların ahirette devamlılığının olmadığıdır.
Onların harcamaları sırf bu dünya hayatıyla ilgilidir. Bu insanların
ekinleri: "Kendi nefislerine zulmetmiş." şeklinde kayıtlandırılıyor.
Bununla da: "Allah, onlara zulmetmedi." ifadesiyle bağlantı
kuruluyor.

Bu açıklamalardan çıkan sonuç şudur: Onlar, bu dünya hayatında
birtakım infaklarda bulunurlarken, amaçları kendi durumlarını
ıslah et-mek ve sırf bozguncu maksatlarına ulaşma olduğu
için yalnızca mutsuzluğu ürün olarak elde ederler. Bu istedikleri ve
onu kendileri için bir mutluluk gibi algıladıkları bozgunculuklar,


Âl-i İmrân Sûresi 1-6 ...............................................................................................353


zalimlerin ekinlerini kavurucu soğuk bir rüzgara benzer. Bu kendilerinden
kaynaklanan, yine kendilerine yönelik olan bir zulümden
başka bir şey değildir. Çünkü bozguncu bir amel, bozguncu bir
meyveden başka ürün vermez.

(Al-i İmran / 118) "Ey iman edenler, kendinizden başkasını kendinize sırdaş edinmeyin..."
Ayet, sırdaşlığı "bitane" diye isimlendiriyor. "Bi-tane" ise, iç
çamaşır demektir. Bunun karşıtı "zihare=dış giysi"dir. Bu şekilde
isimlendirilmesinin nedeni, insanın bedenine yapışması, onu içerip
bürümesidir.

"Onlar, size kötülük vermekten geri durmazlar." Yâni, sizin hakkınızda
her türlü kötülük için çabalıyorlar. Ayetin orijinalinde geçen
"habal", kötülük ve fesat demektir. Nitekim cin çarpmış olanlar
hakkında da "habl" kelimesi kullanılır. Çünkü onların aklî melekeleri
ifsat olmuştur.

"Size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar."
İfadenin orijinalindeki
"ma" mastar edatıdır. Yâni, onlar sizin sıkıntıya düşmenizi
ve ağır bir zarara uğramanızı isterler.

"Onların ağızlarından öfke dışa vurmuştur." Bu ifadeyle kin ve
düşmanlığın sözlerle, dillerinin hareketleriyle açığa vurulması kastedilmiştir.
Dolayısıyla burada latif bir kinaye ve ince bir mecaz
vardır. Bunun yanında, içlerinde sakladıkları kin ve düşmanlıktan
söz edilmemiş, müphem bırakılmıştır.

"Göğüslerinde gizledikleri ise, daha büyüktür." Bununla, sinelerinin
gizli tuttuğu kin ve düşmanlıkların çeşitlilik ve büyüklük bakımından
vasfedilmeyecek boyutlarda oluğu ima ediliyor. Nitekim
"daha büyüktür." nitelemesi de bu imayı pekiştirmeye yöneliktir.

(Al-i imran / 119) "Sizler, işte öylesiniz; onları seversiniz..." Ayetin zahirinden
anladığımız kadarıyla "ulai" işaret ismidir. "Ha" edatı da dikkat çekme
amacına yöneliktir. "Entum=siz" sözcüğü, "ha" ve "ulai" sözcüklerinin
arasına girmiştir. Bu durumda anlam: "Siz işte öylesiniz, onlarsınız."
şeklindedir. Tıpkı Arapların "Zeyd şudur, şöyledir ve Hint
şudur, şöyledir." demeleri gibi.


354........................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.


"Siz kitabın tümüne inanırsınız..." Kitabın başındaki "el" takısı,
cins belirtir. Yâni, siz Allah katından inen bütün semavi kitaplara
inanırsınız. Onların kitabına ve kendi kitabınıza... Ama onlar sizin
kitabınıza inanmazlar. "Sizinle karşılaştıklarında "inandık" derler."
Bu demektir ki, onlar münafıktırlar.

"Ama kendi başlarına kaldıkları zaman, size karşı olan öfkelerinden
dolayı parmak uçlarını ısırırlar."
Ayetin orijinalinde geçen "addu"
kelimesi, birşeyi dişlerle sıkıca tutup ısırmak demektir. "Enamil",
"nemle"nin çoğuludur ve parmak ucu anlamına gelir. "Gayz" kin,
nefret demektir. Bir şeyden dolayı parmak uçlarını ısırmak, öfke
ve kinle hayıflanma ve üzülme durumuna örnek olarak söylenen
bir deyimdir.

"De ki: Öfkenizden ölün." Emir sigasıyla, onlara yöneltilen bir
bedduadır. Böylece cümle: "Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü bilir."
ifadesiyle irtibatlandırılıyor. Yâni: Allah'ım, onları kinleriyle
kahret. Çünkü sen, sinelerinin, yâni kalplerinin, yâni nefislerinin
özünü bilensin.

(Al-i İmran / 120) "Size bir iyilik dokununca tasalanırlar." Tasalanmak
sevinmenin karşıtı olan bir duygudur. Ayetten algıladığımız kadarıyla, bu, kindar
kafilerin tuzaklarından yana güvenlikte olmak, sabır ve takva
sahibi olma koşuluna bağlıdır.


-------------------------------
Değerli Kardeşlerim Mizan Tefsiri'ni ve diğer Ehlibeyt eserlerini
www.islamkutuphanesi.com
www.mizantefsiri.com
www.ehlibeytkutuphanesi.com
sitelerinden indirebilirsiniz.
islamkutuphanesi@islamkutuphanesi.com