Back Index Next

2- Kur’an-ı Kerim Hz. Nuh (a.s) hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Andolsun ki, Nuh'u kendi kavmine gönderdik. O dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı.”[108]

Ayeti şerifte de yer aldığı gibi, dokuz yüz elli yıllık süre Hz. Nuh’un (a.s) Peygamberlik dönemidir. Bazı rivayetlerde Hz. Nuh’un ömrünün 2450 –iki bin dört yüz elli- yıl olduğunu nakledilmiştir.

İmam Zeynelabidin Seccat’tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:

“İmam Mehdi’nin (a.f) özelliklerinden birisi de Hz. Nuh (a.s) gibi uzun ömürlü olmasıdır.”[109]

3- Kur’an-ı Kerim Hz. İsa (a.s) hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Bir de “Biz Allah'ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" demeleridir. Oysa onu ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat öldürdükleri kimse, onlara İsa gibi gösterildi... Fakat Allah onu kendisine yükseltmiştir. Allah, azizdir (daima üstün), hikmet sahibidir.”[110]

Müslümanlar, Kur’an-ı Kerim ve rivayetler ışığında Hz. İsa’nın yaşadığına inanmaktadırlar. Göklerde bulunmaktadır. Hz. Mehdi (a.f) zuhur ettiğinde yeryüzüne gelip, hazretin yardımcılarından olacaktır.

İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Bizim Kaimimizle, dört Allah Resulü (s.a) arasında bir takım benzerlikler vardır... Hz. İsa (a.s) ile benzerliği halkın onun hakkındaki; “O yaşadığı halde, ölmüştür” demeleridir.”

Kur’an-ı Kerim’in yanı sıra, İncil ve Tevrat’ta da uzun ömürlü yaşayan kimseler hakkında şöyle bulunmaktadır:

“Âdem dokuz yüz elli yıl yaşadıktan sonra öldü... “Enuş” dokuz yüz beş yıl yaşadı ve öldü... “Ginan” dokuz yüz on yıl yaşadı ve sonra öldü... “Metuşalih” de dokuz yüz altmış dokuz yıl yaşadı ve öldü...”[111]

Bu anlamda Tevrat açık bir şekilde (dokuz yüz yıldan daha fazla) uzun ömürlü insanların olduğunu itiraf etmektedir.

İncil’de de Hz. İsa’nın (a.s) asıldıktan sonra yaşadığını ve gökyüzüne çekildiğini bir gün yeryüzüne ineceğini açıklayan tabirler bulunmaktadır.[112] Hz. İsa’nın (a.s) iki bin yıldan daha fazla ömrü olduğu da kesindir.

Sunduğumuz bu açık delillerden sonra, Yahudi ve Hıristiyan dininin mensuplarının, Mukaddes kitaplarına olan itikatlarından dolayı insanların uzun ömürlü yaşayabileceklerine inanmaları gerekmektedir.

İlmî ve aklî olarak insan ömrünün uzun olabileceği konusunun kabul edilmesinin yanı sıra, tarihte de bunun birçok örneği bulunmaktadır. Aynı zamanda Allah’ın sonsuz gücü ve kudretiyle de böyle bir şeyin gerçekleşebileceğini ispat etmek mümkündür. Bütün ilahi din mensupları, şöyle inanmaktadırlar:

Âlemde bulunan bütün zerreler Allah’ın emri altındadır. Bütün illetler ve sebepler onun iradesine bağlıdır. Eğer Allah istemezse illetler ve sebeplerin hiçbir tesiri olmaz. Allah işlev gücünü onlardan alabilir. İlletsiz ve sebepsiz istediği her şeyi yaratır.

O, öyle bir Allah’tır ki dağın içinden deve çıkarabilir. Yakıcı ateşi İbrahim (a.s) için esenlik verici bir serinliğe çevirebilir. Denizi Musa (a.s) ve dostları için ikiye yarıp onları kurutabilir ve onların denizin ortasından geçmesini sağlayabilir![113] 

Yukarıda sıfatlarını açıkladığımız bir olan Allah; enbiya vasilerinin sonuncusuna, kendi imamına, amellerin zirvesine, mümin insanların arzularını ve Kurân-ı Kerim’in vaat ettiği şeyleri gerçekleştirecek bir kurtarıcıya uzun ömür vermekten aciz mi kalacaktır?!!

İmam Hasan Mücteba (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Allah Onun (Mehdi’nin) ömrünü gaybet döneminde uzun edecektir. Sonra Allah kendi kudreti ile Onu (Mehdi -a.f-) kırk yaşından az bir genç simasıyla aşikâr edecektir. Böylelikle Allah’ın her şeye gücünün yettiğini göreceklerdir.”[114]

Bundan dolayı, on ikinci imam olan İmam Mehdi’nin (a.f) uzun ömürlü olması aklî, naklî ve tarihi kaynaklara göre mümkündür. Bunlardan daha önemlisi böyle bir şeyin gerçekleşmesi yüce Allah’ın güç ve iradesinin cilvelerinden olmasıdır.

ALTINCI BÖLÜM

KUTLU BEKLEYİŞ

Kara bulutlar güneşin önünü kapattıkları zaman; yeşillikler ve ovalar güneş ışınlarından mahrum kaldıkları zaman; güller ve çiçekler şefkat yağmuru yağmadığı için soldukları zaman; ne yapmak gerekir? Çare nedir?

Varlığın özü, güzelliklerin özeti ve iyiliklerin aynası yüzüne gaybet örtüsüyle örttüğü zaman; varlıklar onun lütfünden ve feyzinden nasipsiz kaldıkları zaman; ne yapmak gerek?

Bahçe gülleri, bahçıvanının yolunu gözlemektedir. Onun şefkat elinden hayat suyu içmek istemektedir. Âşıkların kalpleri ayrılıktan dolayı sızlamakta ve sabırsızlıkla onun yolunu gözlemektedir. Onun lütuf ve şefkat elini başlarına sürmelerini istemektedir. İşte “İntizar-Bekleyiş”’in şekillendiği nokta burasıdır. Evet, herkes mutluluğu, kurtuluşu ve sevinci getirmesi için onun gelmesini beklemektedir.

Eğer lezzetini tadacak kalpler ve güzelliğini görecek gözler olursa, gerçekten de bekleyiş ne kadar güzel ve ne kadar tatlıdır.

Bekleyişin Hakikati ve Makamı

Bekleyiş için birçok muhtelif manalar söylenmiştir. Bu kelimenin manası üzerinde dikkatlice düşünecek olursak, bekleyişin hakikatini daha iyi bir şekilde anlayabiliriz.

Bekleyiş; Gözün (bir şeyin gelmesini ve) yolcuyu gözlemesine denir. Bu bekleyiş; alt yapısına göre değer kazanır ve bazı neticeleri vardır. Sadece ruhî ve batini bir durum değildir. Bu inanç; içerden dışarıya çıkarak hareketi, girişimi ve aktifliği yaratır. Bundan dolayı, rivayetlerde Mehdi’nin (a.f) zuhurunu beklemek bir amel olarak hatta amellerin en iyisi olarak tanıtılmıştır. Bekleyiş, bekleyene şekil verir. İşlerine, çalışmalarına özel bir yön ve cihet kazandırır. Bu cihet; bekleyen kişinin, beklediği şeyin gerçekleşmesi ile son bulan bir yoldur.

Bundan dolayı “Bekleyiş” eli el üstüne koyarak oturmak ile uyuşmaz. Bekleyiş, insanın gözünü kapıya dikmesi ve hasret çekmesiyle de olmaz. Bekleyişin hakikatinde hareket, canlılık, heyecan ve yaratıcılık yatmaktadır.

Saygı değer bir konuk bekleyen kimse ne yapacağını bilmez. Sürekli çalışır çabalar. Etrafını ve çevresini konuk gelecek olmasından dolayı hazırlayarak engelleri kaldırır. Sözümüz; güzellikte ve kemalde sonu olmayan benzersiz bekleyiş hakkındadır. Bekleyiş; geçmiş tarihin hiçbir zamanının güzellikte ve mutlulukta kendisine benzemediği bir vakittir. Dünya, ömrü boyunca böyle bir güzelliği tatmamıştır. Bu rivayetlerde “Kurtuluşu Beklemek” olarak anılan İmam Mehdi’nin (a.f) Evrensel hükümetinin beklentisidir. Amellerin, ibadetlerin en hayırlısı olarak bildirilmiştir. Bununla da yetinilmemiş, bütün amellerin kabulünün sebebi ve destekçisi olarak sayılmıştır.

Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:

“Ümmetimin en iyi ameli, zuhuru beklemektir.”[115]

İmam Caferi Sadık (a.s)  dostlarına şöyle buyurmuştur:

“Allah azze ve celle’nin onsuz hiçbir ameli kabul etmediği şeyi size bildireyim mi? dedi: ‘Evet buyurun.’ dediler. İmam (a.s) şöyle buyurdu: Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in (s.a.a) onun kulu (ve resulü) olduğuna şahadet getirmektir. (Sonra) Allah’ın emrettiklerini ve biz Ehl-i Beyt’in (a.s) velâyetini kabul ettiğini söylemektir. (Sonra)   Biz imamların düşmanlarından uzaklaşarak bize teslim olmaktır. Takva sahibi olmak ve Kaim’in (a.f) zuhurunu beklemektir.”[116]

Bundan dolayı “Zuhuru Beklemek” kendine has bir takım kuralları, şartları ve özellikleri olan bir bekleyiştir. Bu özelliklerin çok iyi bilinmesi gerekir. Böylelikle fazilet, eser, sır ve sınırlarının aşikâr olması gerekir.

Mehdi’yi (a.f) Beklemenin Özellikleri

“Bekleyiş” konusunun batını bir konu olduğunu söylemiştik. Bütün dinlerde ve kavimlerin hepsinde bekleyiş inancı vardır. Fakat insanların alışılmış yaşamlarında ve toplumda var olan normal bekleyişler; ne kadar büyük ve önemli olursa olsun, Allah tarafından vaat edilmiş evrensel bekleyiş karşısında küçük ve değersiz kalırlar. Çünkü Onun zuhurunu beklemenin bir takım has özellikleri vardır:

Hz. Mehdi (a.f) beklentisi, âlem yaratıldığı andan itibaren bulunmaktadır. Yani; geçmiş zamanlarda enbiya ve evliyalar onun zuhur edeceğinin müjdesini vermişlerdir. 

Bütün imamlarımız (a.s) onun devletinin arzusu içinde olmuşlardır.

İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Eğer onun zamanında yaşasaydım ömrüm boyunca ona hizmet ederdim.”[117]

Mehdi’yi (a.f) beklemek, evrensel kurtarıcıyı ve ıslah ediciyi beklemektir. Evrensel adalet hükümetini beklemektir ve bütün güzelliklerin gerçeğe kavuşmasını beklemektir. Böyle bir bekleyişle, insanlar; temiz ilahi fıtratlarından kaynaklanan ve hiçbir zaman tam manada gerçekleşmeyen arzularına kavuşmak için, onun yolunu gözlemektedirler.

Mehdi (a.f); adaleti, maneviyatı, dostluğu, kardeşliği, barışı, dünyanın maddi ve manevi kalkınmasını, emniyeti, insan aklını ve ilmini tahminlerden uzak bir şekilde ilerlemesini gerçekleştirecek olan büyük kurtarıcıdır. Mehdi (a.f); sömürüyü, insanların köleleştirilmesini, her türlü zulmü yeryüzünden kaldıracak ve toplumları ahlaki bozukluklardan kurtaracak olan hâkim ve önderdir.

Mehdi’yi (a.f) beklemek; onun zuhurunun gerçekleşmesini sağlayacak ortamı hazırlamak demektir. Bu zuhur, bütün insanların ahir zamanın kurtarıcısını bekledikleri ve gelmesini arzu ettikleri bir anda gerçekleşecektir. O gelecektir.  Dostları ve sevenlerinin yardımı ile bütün kötülüklerin karşısında kıyam edecektir. Bütün zorluklara mucizevî bir şekilde galip gelip işleri düzeltmeyecektir.

Mehdi’yi (a.f) beklemek;  onu bekleyenlerin kalplerinde heyecan ve yardım aşkı yaratır. İnsana hüviyet ve hayat verir. Boşluktan ve hedefsizlikten kurtarır.

Yukarıdaki anlattıklarımız, tarihin bütün boyutlarına ve insanların kalplerine kök salmış olan bekleyişin bazı özellikleridir.  Öteki bekleyişler, onun ayağının tozu kadar bile değere sahip değildir. Bundan dolayı İmam Mehdi’yi (a.f) beklemenin eserlerini ve boyutlarını tanımamız gerekir. Onu bekleyenlerin vazifelerine ve alacakları eşsiz mükâfatlara değinmemiz zorunludur.

Bekleyişin Boyutları

İnsan çeşitli açılardan farklı boyutlara sahiptir. Bir taraftan teorik ve pratik boyutu vardır. Başka bir taraftan da bireysel ve toplumsal boyutu vardır. Başka bir açıdan ise bedensel ve ruhsal boyutu bulunmaktadır. Hiç şüphesiz insan içinde olduğu bütün boyutlarda belli bir çerçeveye ve sınıra muhtaçtır. Bu sınırlar vesilesiyle; hayatın gerçek, sahih ve doğru yolunu bulmalıdır. Yanlış yollardan kaçınmalıdır. Sapık yolların kapılarını sonuna kadar kapamalıdır. İşte bu yol,  bekleyişin ta kendisidir.

Evrensel vaat edilen kurtarıcıyı beklemek; onu bekleyenlerin hayatlarının bütün boyutlarını etkilemektedir.

Ameller ve davranışlarının temelini oluşturan fikirsel ve teorik boyutta; insan hayatının esasını oluşturan inançları bir sınır ve çizgiyle koruma altına almaktadır.  Başka bir tabirle; doğru bir bekleyiş, bekleyenlerinden itikat ve inançlarını sağlamlaştırmalarını istemektedir. Böylelikle yanlış mezhep ve mekteplerin tuzaklarına düşmelerine engel olmakta veya İmam-ı Asr’ın (a.f) gaybetinin uzamasından dolayı ümitsizliğe kapılmalarını önlemektedir.

İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Bir zaman, insanların imamı kayıp olacaktır. Böyle bir zamanda bizim velayetimiz üzere sabit kalanlara ne mutlu.”[118]

Yani; gaybet döneminde düşmanlar çeşitli şüpheler yaratarak müminlerin sahih inançlarını yok etmeye çalışacaklardır. Fakat kalpleri imanla dolu insanlar, bekleyiş cephesinde yer alarak değer biçilmez inançlarını koruyacaklardır.

Pratik boyut olarak ise; bekleyiş, insanın bütün hal ve davranışına yön vermektedir. Bekleyen kimse, amel meydanında çalışıp çaba göstererek hak devletin zuhur ortamını hazırlamalıdır. Bundan dolayı bekleyen kimsenin, bu sahada kendisini yetiştirmesinin yanı sıra, toplumu da düzeltmeye çalışmalıdır.

Bireysel boyut olarak ise; bekleyiş, insanın ruhi dünyası için ahlaki faziletleri kazanma yoluna gitmesini sağlar. Nur cephesinin becerikli ve iş yapabilir bir bireyi olabilmesi için bedensel boyutuna dikkat etmesini sağlar.

İmam Caferi Sadık (a.s) bu konu hakkında şöyle buyurmuştur:

 “Kaim’in (a.s) ashabından olmak isteyenler; onu beklemeli, takva ile amel etmeli ve iyi ahlak sahibi olmalıdırlar.”[119]

“Bekleyiş”’in özelliklerinden biri de insanı kendi dünyasının ötesine götürmesidir. Bekleyiş inancı, bekleyeni camia bireyleri ile tek tek irtibat içinde olmaya sürükler. Yani; bekleyiş, bekleyenin kendi yaşamı içinde olumlu etki yarattığı gibi, toplum ile olan ilişkisinde de olumlu etkiler yapar. Hak devletinin kurulması ve zuhurun gerçekleşmesi için, toplu bir hazırlık gerekmektedir. Bundan dolayı da herkes kendi gücü miktarınca toplumu ıslah edip düzeltmek için çalışmalıdır. İntizarı bekleyen kimse toplumsal olumsuzluklar karşısında sessiz ve lakayt kalamaz. Çünkü Evrensel ıslahçıyı bekleyen kimse, düşünce ve amel yolunda doğru ve ıslahatçı bir yöntem izlemektedir.

Uzun sözün kısası “Bekleyiş” bereketli bir akım olup, insanların bireysel ve toplumsal sahalarının her noktasında kendisini gösterir. Yaşamın bütün merhalelerinde, insan hayatına ilahi bir renk kazandırır. Acaba Allah’ın renginden daha güzel ve daha kalıcı bir renk olabilir mi?

Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

“Allah'ın verdiği renk. Allah'tan daha güzel renk veren kimdir?”[120]

Yukarıda yaptığımız açıklamaları göz önünde bulunduracak olursak, Evrensel ıslah ediciyi bekleyenlerin vazifesi “İlahi renge” bürünmekten başka bir şey değildir. Bekleyişin bereketi onların bireysel ve toplumsal hayatlarında cilve edecektir. Böyle bir bakış açısı ile olaya baktığımız zaman, böyle vazifeler biz bekleyenlerin omuzlarına ağırlık eden bir yük olmayacaktır. Aksine tatlı bir akım olarak hayatımızın bütün boyutuna mana ve hedef kazandıracaktır.

Hakikaten eğer şefkatli bir komutan ve dostluk kervanının önderi, seni liyakatli bir asker olarak iman çadırına çağırır ve senin hak cephesinde olmanı isterse, ne hissedersin? Sana görev vermeleri mi gerekir? Onu yap bunu yapma diye emir etmeleri mi gerekir? Yoksa sen, bekleyiş yolunu tanıdığın, bu yola âşık olduğun ve bunu hedef olarak bildiğin için kendin adım atan birisi mi olmak istersin? Bu ikisi arasında seçim hakkı sana aittir...

Bekleyenlerin Vazifeleri

Din önderlerinin rivayetlerinde zuhuru bekleyenler için birçok vazifeler beyan edilmiştir. Şimdi onlardan en önemlilerini açıklayacağız:

İmamı (a.f) Tanımak

Bekleyiş yolunu aşmak, bekleyen kişinin imamını tanımadan olması mümkün değildir. Bu saadet vadisinde de sabırlı, dirençli ve sabit olmanın tek yolu; vaat edilen önderi iyi, sahih ve doğru bir şekilde tanımaktan geçer. Bundan dolayı imamı (a.f) isim ve soy olarak tanımanın yanı sıra makamı, değeri ve önemini de bilmek gerekir.

İmam Hasan Askeri’nin (a.s) hizmetçilerinden olan Ebu Nasr, İmam Mehdi’nin (a.f) kayıp olmadan önce hazretin huzuruna gitmişti.

İmam Mehdi (a.f) ona “Beni tanıyor musun?” diye sordu.

“Evet, tanıyorum. Siz benim efendimsiniz. Efendimin oğlusunuz!” dedi.

İmam şöyle buyurdu: “Benim tanımak ile maksadım, bu tür tanımak değildi!!”

Ebu Nasr  “Maksadınız nedir? Buyurun.” dedi.

İmam şöyle buyurdu:

“Ben Allah Peygamberinin (s.a.a) halifesiyim. Allah benim vücudumun hürmetine belaları hanedanımdan ve takipçilerimden uzaklaştırır.”[121]

Eğer bekleyen kişi imamını iyi tanıyabilirse, kendisini hak cephesinde görecek ve imamın çadırında hazretin yanında olduğunu ihsas edecektir. Bundan dolayı imama ait hak cephesinin güçlenmesi için hiçbir çalışmadan kaçınmayacaktır.

İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyuruyor:

“Kim, imamını tanır bir halde ölürse, zuhurun önce olması veya geç olması ona zarar vermez. Kim imamını tanır bir halde ölürse, imamın çadırında onunla birlikte olan kimse gibidir.”[122]

Masumların (a.s) sözlerinde, imamı tanıyabilmek için Allah’tan yardım istememiz emredilecek kadar büyük bir öneme sahip olduğu bildirilmiştir.

İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

 “İmam Mehdi’nin (a.f) uzun gaybet döneminde batıl olanlar (inanç ve dinlerinde) tereddüt ve şüphe ederler. İmamın (a.s) has ashabından olan Zurare;  “Ben, eğer o zamana kadar yaşarsam ne yapayım?” diye arz edince, İmam Caferi Sadık (a.s) “Şu duayı oku.” diye buyurdu:

“Allah’ım! Bana kendini tanıt. Doğrusu sen kendini bana tanıtmazsan, Peygamberini tanıyamam. Allah’ım! Bana peygamberini tanıt. Doğrusu sen bana Peygamberini tanıtmazsan, senin hüccetini (Hz Mehdi’yi  -a.f-) tanıyamam. Allah’ım! Bana hüccetini tanıt. Doğrusu sen bana hüccetini tanıtmazsan, dinimden saparım.”[123]

Şu ana kadar yapmış olduğumuz açıklamalar imamın varlık âlemi içindeki makamıyla ilgili idi. [124]

O, Allah’ın hücceti, Peygamberin (s.a.a) halifesi ve bütün insanların imamıdır. Ona itaat etmek herkesin üzerine farzdır. Çünkü ona itaat Allah’a itaat etmek demektir.

İmamı tanımanın yollarından birisi de, imamın yaşantısını ve sıfatlarını tanımaktır.[125] Bu şekilde bir tanıyış, bekleyenlerin hayatlarında, konuşmalarında, hal ve hareketlerinde büyük tesirler bırakır.  Hiç şüphesiz insan, Allah’ın hücceti olan imamın hayatının değişik boyutlarını, ne kadar iyi tanır ve bilirse, aynı oranda hayatında da etkisini görecektir.

Örnek Olarak Kabul Etmek

İmam (a.f) tanındıktan ve hazretin davranışlarını öğrendikten sonra, sıra bütün kemallerin tecelli ettiği imamı örnek olarak kabul edip, ona uymaya gelir.

Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:

“Ehl-i Beyt’ten (a.s) olan Kaimimiz kıyam etmeden önce onu (makam açısından) tanıyanlara; ona ve ondan önceki imamlara uyanlara; onların düşmanlarından uzak olduğunu ilan edenlere ne mutlu. Onlar benim dostlarımdır. Benim katımda, ümmetimin içindeki en değerli kimselerdir.”[126]

Takvada, ibadette, sade yaşamada, cömertlikte, sabırda ve bütün ahlaki faziletlerde imamını takip eden kimse; ilahi rehber yanında çok yüce bir makama ve rütbeye sahip olacaktır. Onun huzuruna vardığında başı dik olacak ve iftihar edecektir.

Âlemin en güzel olayının oluşmasını arzulayarak bekleyen bir kimse; amellerini güzelliklerle süslemekten, çirkinlikleri uzaklaştırmaktan, bekleyiş içindeyken fikirlerini ve amellerini kontrol etmekten başka ne yapabilir? Aksi takdirde yavaş yavaş kötülüklerin tuzağına düşer.  Maşuku ile arasındaki mesafe git gide açılır. İmam-ı Asr (a.f) böyle bir tehlikeden dolayı bizleri şöyle uyarmıştır:

“Kendilerinden beklemediğimiz ve beğenmediğimiz amellerinden bize ulaşan şeyler dışında hiçbir şey; bizi, Şiilerimizden ayırmamıştır.”[127]

Bekleyenlerin en son arzusu; Mehdi’nin (a.f) adalet hükümetinin kurulmasında bir pay sahibi olma ve son hak hüccet ile birlikte olup ona yardım etme şerefine ulaşmaktır. Acaba insanın, böyle bir saadete ulaşması için; kendini yetiştirmeden ve güzel ahlak ile süslenmeden başka çaresi var mıdır?

İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Kaim’in (a.f) ashabından olmak isteyenler; onu beklemeli, takva ile amel etmeli ve iyi ahlak sahibi olmalıdırlar. İşte asıl bekleyen (muntazır) kimseler onlardır.”[128]

Bu arzunun gerçekleşmesi için yapılması gereken en iyi şey; örnek olan ve bütün güzelliklerin imamı yani; İmam Mehdi’yi (a.f) olgu ve örnek almaktır. Bu en güzel amel ve isabetli karardır.

İmamı (a.f) Hatırlamak

Bekleyen kimselere imamı tanıma ve ona uyma konusunda yardım eden şey; onları zuhuru bekleme konusunda sabit kılan şey; canlarının tabibi imam ile sürekli bir şekilde manevi birliktelik ve irtibat içinde olmalarıdır.

Ümmetin şefkatli imamı, her zaman ve her yerde Şiilerini görüp gözetlerken; ona âşık olanların dünya veya dünyada olan geçici lezzetler ile meşgul olmaları ve yüce imamı unutmaları doğru mudur?

Dostluğun gerektirdiği şey; insanların bütün durumlarda, sevdiklerini kendilerinden daha aziz ve değerli bilmeleridir. Dua için ellerini açtıkları zaman onunla duaya başlamalarıdır. Onun sağlığı, sıhhati ve zuhuru için dua etmeleridir. Aziz imam (a.f)  bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“Zuhurun çabuk olması için çok dua edin. Çünkü bu sizin kurtuluşunuzdur.”[129]

Ve imam Mehdi’nin (a.f) zuhurunu bekleyenler her zaman şu duayı okumalıdırlar:

“Allah’ım! Senin velin olan Hüccet İbni’l Hasan’a (selam ve salâtın ona ve babalarına olsun.), isteğinle yeryüzüne yerleşinceye ve uzun bir müddet faydalanıncaya kadar (zuhur edinceye kadar),  şu saatte ve bütün saatlerde koruyucu, bekçi, yardımcı, yol gösterici ve gözetleyici ol.”[130]

Gerçekten bekleyen bir kimse, sadaka verirken önce kendi imamının mübarek bedeninin sağlık ve sıhhatini düşünür. Her fırsatta onu hatırlar.  Şefkat ve merhametine ümit ederek ona tevessülde bulunur. Mübarek zuhurunun hasreti ile yanar. Güzel cemalini görmek için içten içe feryat eder.

“Bütün insanları görüyor olmak ancak seni görememek, bana çok ağır geliyor.”[131]

 Bekleyiş içinde olan kimse; kalplerin maşuku imam hakkında yapılan toplantılarda hazır olan ve ona karşı kalbinde bulunan sevgiyi günden güne sağlamlaştıran kişidir. Sahle mescidine, Cemkeran mescidine ve İmam-ı Asr’a ait olan mukaddes serdaba (imamın gıybete çekildiği yer) gidiş gelişi olan kişidir.

İmam Mehdi’yi (a.f) hatırlamanın en güzelliklerinden biri de, onu bekleyenlerin hayatları boyunca her gün onunla biatlerini yenilemeleridir. Bu anlaşma üzerine sabit kaldıklarını ilan etmeleridir.

Ahit duasının bir bölümünde şöyle yer almaktadır:

“Allah’ım! İçinde bulunduğum şu sabah vakti ve bütün hayatım boyunca, hazrete karşı olan ahdimi ve anlaşmamı yeniliyorum. Hiçbir zaman bu ahitten ve anlaşmadan dönmeyecek ve sabit olarak kalacağım. Allah’ım! Beni, hazretin yardımcılarından, dostlarından ve savunanlarından eyle. Onun emirlerine ve yasaklarına itaat etmek, onu himaye etmek, onun irade ettiği şeyi yerine getirmek için herkesten öne geçenlerden eyle. Hazretin ordusunda şehit olabilmek için ona doğru koşan kimselerden karar kıl?”[132]

Kim bu duayı sürekli olarak kalpten okursa ve duada geçen manalara dikkat ederse, hiçbir zaman tembelliğe duçar olmaz. Hazretin gerçekleştirmek istediği hedefleri gerçekleştirmek ve zuhurunun ortamını yaratmak için bir an olsun durmaz. Böyle bir insan, hiç şüphesiz savaş meydanında Allah’ın imamının yardımcılarından ve dostlarından olacaktır.

İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Kim kırk sabah Allah’a ahit duası ile yalvarırsa, Kaim’in (a.f) dostlarından olur. Eğer hazret zuhur etmeden önce ölürse, Allah onu kabrinden çıkaracaktır (ve Kaim’e (a.f) yardım edecektir.)...

Vahdet ve Birlik

Bireylerin toplumsal vazifelerinden biri olan bekleyiş konusuna bir nokta bırakıp bu konudan daha önemli bir gerçeğe dikkatinizi çekmek istiyoruz. Bu konu, toplumun bekleyiş inancına karşı olan vazifesi ve toplumun bekleyiş meselesidir.

Zuhuru bekleyen bir topluluk, Allah’ın hüccetinin ve imamının hedefleri doğrultusunda özel bir programa sahip olmak zorundadır. Yani; zuhuru bekleyen bir toplum, vaat edilen rehber Hz. Mehdi’nin (a.f) hoşnutluğunu kazanmak ve hedeflerini gerçekleştirmek için sürekli çalışmalıdır.

Bundan dolayı bekleyen bir toplum, imama karşı olan biatini ve ahdini yerine getirmeye çalışmalıdır. Böylelikle hazretin zuhurunun gerçekleşmesi ve Mehdi hükümetinin kurulabilmesi için münasip ortamı yaratmalıdır.

İmam-ı Asr (a.f) böyle bir topluma şu müjdeyi vermektedir:

“Eğer takipçilerimiz (Allah onlara, kendine itaat etme konusunda yardım etsin), kendilerinden alınan biatte birlik ve kararlılık içinde olurlarsa, görüşme nimeti gecikmeyecektir. Bizimle tam ve doğru bir tanışık ile görüşme saadeti çabuklaştırılacaktır.”[133]

Bu biat ve anlaşma, Allah’ın kitabında ve onun elçilerinin sözlerinde açıklanmıştır. Şimdi biatlerin en önemlilerini kısaca aşağıda açıklamaya çalışacağız: 

1- İmamlara (a.s) uyma, imamların dostları ile dost olma ve düşmanlarından uzaklaşmak için çalışmak.

İmam Muhammed Bakır (a.s) Peygamber efendimizden (s.a.a) şöyle nakletmektedir:

“Soyumdan gelecek olan Kaim (a.f) kıyam etmeden önce; onu idrak eden, ona uyan, dostuyla dost ve düşmanıyla düşman olan kişiye ne mutu. Onlar benim arkadaşlarım, dostlarım ve muhabbet duyduğum kimselerdir. Kıyamet gününde benim yanımda, ümmetimin en değerli olan insanları onlardır.”[134]

2- Bekleyiş içinde olan bir toplum; dindeki yanlışlar, sapık yollar, bidatler, günahlar ve kötülüklerin yaygınlaşması karşısında duyarsız kalamaz.

Böyle bir toplum güzel sünnetlerin unutulması, ahlaki değerlerin zayıflaması ve yok olması karşısında tepki göstermelidir.

Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:

“Bu ümmetin sonunda (ahır zamanında); mükâfatları, İslam’ın ilk ümmetiyle eşit olan bir grup gelecektir. Onlar, iyiliği emrederler. Kötülükten alıkoyarlar. Fitne ehli ile savaşırlar.”[135]

3- Bekleyiş içinde olan bir toplumun, camiada bulunan diğer fertlere karşı vazifeleri vardır. Yardımlaşma ve işbirliği, programlarının ilk hedefi olmalıdır. Böyle bir camianın bireyleri dar görüşlülükten ve kendini beğenmişlikten uzak kalarak her zaman ve her durumda toplumda bulunan fakirlerin yardımına koşmalıdırlar. Onların durumlarından habersiz olmamalıdırlar.

Şiilerden bir grup, İmam Muhammed Bakır’dan (s.a) kendilerine nasihat etmesini isteyince, hazret şöyle buyurdu:

“İçinizden güçlü olanlar, zayıf olanlara ve zengin olanlar fakir olanlara karşı şefkatli olsun. Birbirinizin iyiliğini isteyiniz.”[136]

Şunu da belirtmek gerekir ki, yardımlaşma ve işbirliği yalnızca yaşanan bölge sınırlarıyla kısıtlı kalmamalıdır. Bekleyenlerin iyilikleri ve yardımları diğer şehirlerde yaşayan fakir ve muhtaç insanlara da ulaşmalıdır. Çünkü bekleyiş inancını paylaşan insanlar arasında; ikilik, taraf tutma, taassup, ayrılık gözetmek gibi şeyler söz konusu bile olamaz.

4- Bekleyiş içinde olan toplumu oluşturan bireyler, camiaya Mehdilik rengi ve kokusu vermek zorundadırlar. İmamın (a.f) ismini ve hatırasını her yerde söyleyip canlı tutmalıdırlar. İmamın (a.f) sözlerini ve davranışlarını bütün sohbetlerinde başlarının üstünde tutup inanlara anlatmalıdırlar. Bu yolda herkes canla başla çalışmalıdır. Bir insan bu söylenenleri yerine getirirse kesinlikle İmamların (a.s) özel teveccüh ve lütuf ettiği kimselerden olacaklardır.

 İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) ashabından olan Abdülmecit Vasitî imama şöyle arz etti:

“Biz, bütün hayatımızı zuhuru beklemek için adadık. Nitekim bazılarımız bu yolda birçok zorluklarla karşılaştılar.”

İmam (a.s) cevap olarak şöyle buyurdu:

“Ey Abdülmecit! Allah’ın, hayatını kendi yolunda harcayan kulu için (çektiği zorluklar karşısında) kurtuluş yolu bırakmadığını mı zannediyorsun? Evet, Allah’a ant olsun! Onun için kurtuluş yolu bırakmıştır. Allah bizim işimizi (velayetimizi) canlı tutan kula rahmet etsin!”[137]

Son söz olarak şunu söyleyebiliriz ki; Bekleyiş içinde olan bir toplum, toplumsal hayatın her boyutunda diğer toplumlara örnek olmalıdır. Vaat edilen kurtarıcının zuhuru için ortamı en iyi bir şekilde hazırlamaya çalışmalıdır.

Bekleyişin Eserleri

Bazıları, Evrensel bir kurtarıcıyı beklemenin; insanları sessiz, sakin, lakayt ve umursamaz bir durum içine sürüklediğini söylüyorlar. Evrensel ıslahçıyı bekleyen kişilerin ise; ıslahçı kıyam etmeden ve zulmü yeryüzünden kaldırmadan önce hiçbir tepki göstermeyeceklerine inanmaktadırlar. Ellerini bütün işlerden çekerek cinayetlere seyirci kalacaklarını zannetmektedirler!!

Fakat böyle bir düşünce yüzeysel bir düşüncedir. İleri görüşlü olmaktan çok uzaktır. Zira vaat edilen İmam’ın (a.f) zuhurunu beklemenin hakikati, özellikleri, bekleyişin boyutları ve bekleyenlerin hususiyetleri hakkında yapmış olduğumuz açıklamaları göz önünde bulunduracak olursak; bekleyiş içinde olmanın özünün, İmam Mehdi’nin (a.f) eşsiz makamı ve özellikleriyle birlikle, sessizliğe neden olmamasının yanı sıra en güzel hareketlere de etken olduğu ortaya çıkacaktır.

Bekleyiş, bekleyen kişide mübarek bir diriliş ve hedefli bir hareket yaratır. Bekleyen insan, bekleyişin hakikatine ne kadar yakınlaşırsa, hareketin amacına ulaşması için hızını da aynı oranda arttıracaktır. İntizar ışığında insan bencillikten ve sadece kendini görmekten kurtulacaktır. Kendini, İslam topluluğunun bir parçası olarak görecektir.

Back Index Next