İÇİNDEKİLER

Back Index Next

 

Musennef-i Abdurrazzak'da İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: Müminleri emiri (Ömer), yanına hamile olarak gelen Ümm-ü Erake dışında geçici evlilik yapmış olan hiçbir kadını mazur görmedi. Ömer, Ümm-ü Erake'yi o halde görünce, "Kimden hamile kaldın" diye sordu. O, "Semle b. Ümeyye'de[820] benimle geçici evlilik yaptı…" dedi.[821]

İbn-i Ebi Şeybe'nin Musennef'inde ise Ala b. Museyyeb'den, babasından şöyle rivayet ediliyor: Ömer dedi ki: "Eşi olduğu halde geçici evlilik yapan bir erkeği yanıma getirseler taşlatarak öldürtürüm onu ve eğer eşi olmasa kırbaç vururum ona!"[822]

* * *

Yukarıda geçen rivayetlerde sahabenin, "O halde onlardan yararlanmanıza karşılık…" ayetinin geçici evlilik hakkında nazil olduğu, Resulullah (s.a.a)'in geçici nikah yapmaya emrettiği ve onların da Ebubekir'in hilafeti döneminde ve Ömer'in hilafeti döneminin yarısına kadar hatta bir avuç un ve hurma karşılığında mut'a nikahı yaptıklarını ve Ömer'in bunu Amr b. Hureys'in olayı yüzünden yasakladığını söylediklerine tanık olduk.

Yine geçici nikahın halife Ömer'in döneminde onun tarafından yasaklanmadan önce yapıldığını ve yaygın olduğunu, bazı rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Ömer'in onu tedricen yasakladığını, bu yasaklamaya geçici nikaha şahitlerin tanık olması konusunu sıkı tutup onların adil müminlerden olması gerektiği şartıyla başlayıp sonunda onu tamamen yasakladığını ve "Ben yasakladığım halde böyle bir şey yapılırsa taşlatarak öldürtürüm" dediğini, bu uyarıdan sonra İslam toplumunda geçici evliliğin haram sayıldığını, halifenin de kendi hilafetinin sonuna kadar bu kararını direttiğini ve bu konuda aracıların nasihatlerinin de bir yararı olmadığını gördük.

Taberî Ömer'in gidişatı hakkında İmran b. Sevade'den naklen şöyle der: İmran izin alarak halife Ömer'in yanına gidip, "Sana bir nasihatte bulunmak istiyorum" dedi.

Ömer, "Sabah ve akşamüzeri bana nasihatte bulunan kişiye merhaba" dedi.

İmran, "Ümmet dört konuda seni kınıyor" dedi.

Ömer şaşırarak kırbacının başını çenesinin altına ve son tarafını da dizine bırakıp İmran'a, "Nelerdir onlar?" diye sordu.

İmran, "Halk hac aylarında yapılması helal olan umreyi, Resul-i Ekrem (s.a.a) ve Ebubekir yasaklamadıkları halde senin yasakladığını söylüyorlar" dedi.

Ömer, "Evet; helaldir. İnsanlar hac aylarında umre yapacak olsalar, hac yerine umreyi yeterli bilirler; oysa Mekke Allah'ın azamet ve yüceliğinin tecellisidir ve eğer böyle yapacak olsalar yılın diğer günlerinde boş kalır. Ben bu kararımda isabetliyim" dedi.

İmran, "Senin geçici evliliği yasakladığını; oysa Allah Teala onu helal ettiğini; biz bir avuç hurmayla geçici nikah yapıyor ve üç gün sonra da ayrılıyorduk söylüyorlar" dedi.

Ömer, "Resulullah (s.a.a) bir zaruret durumunda geçici evliliği helal etmişti. Şimdi Müslümanlar rahatlığa çıktıktan sonra bir kişinin geçici evlilik yaptığını ve buna yöneldiğini duymadım. Bugün de kim isterse bir avuç hurmayla sürekli evlilik yapsın ve üç gün sonra da eşini boşasın. O halde bu da isabetli bir girişimdir…"[823]

* * *

Halife Ömer'in temettü umresini yasaklamasına, "İnsanlar hac aylarında umre yapacak olsalar artık hac yapmaya gerek duymazlar" şeklindeki bahanesi hac ve umrenin birleştirilmesini önlemek için doğru değildir; aksine onun asıl bahanesi, daha önce değindiğimiz şu rivayette geçen sözleridir: "Mekke halkının ne ziraatı var ve ne de bir gelirleri. Onların geçimi Ka'be'ye gelenlerden elde ettikleri gelirlerle temin olmaktadır. Onun için Ka'be'ye bir defa sadece hac için (ifrad haccı) ve bir defa da sadece umresi için olmak üzere iki defa gelmeli ve Kureyş muhacirlerinin akrabaları bu yolla bir gelir elde etmelidirler!"

Halife Ömer'in geçici evliliği yasaklamasını ise, Resulullah (s.a.a)'in döneminde Müslümanların zor durumda olduklarını, fakat kendi döneminde refah ve rahatlık olduğu bahanesiyle geçiştiriyor. Oysa çoğu rivayetler bu gibi evliliklerin Resulullah (s.a.a)'in döneminde ve o hazretin izniyle savaşlarda ve yolculuklarda yapıldığını, Resulullah (s.a.a)'in dönemiyle halife Ömer'in dönemi arasında veya bizim dönemimizle kıyamete kadar hiçbir fark olmadığı ve olmayacağını ortaya koymaktadır.

İnsan yeryüzüne indiği andan itibaren zaman zaman yolculuk yapmış, haftalar, aylar ve bazen uzun yıllar boyu eşinden uzak kalmıştır. Eğer bir kişi yolculuk yapmak ve eşinden ayrı uzak kalmak zorundan kalırsa cinsel içgüdüsü karşısında ne yapması gerekiyor?! Acaba cinsel ihtiyacını dönüşte tekrar yararlanmak için evinde bırakabilir mi, yoksa ister yolculukta olsun ister evinde cinsel ihtiyacının ondan ayrılması imkansız mıdır? İhtiyacının ondan ayrılması imkansızsa acaba ondan göz yumup yolculuğu boyunca cinsel ihtiyacının tahriklerinden güvende kalabilir mi?!

Çok az kişinin kendilerini kontrol ettiğini kabul edecek olursak, acaba tüm erkekler kendilerini kontrol edebilirler mi, yoksa çoğusu cinsel içgüdünün gücü karşısında yenik mi düşer? Ve şüphesiz çoğunluğu oluşturan bu grup içgüdülerini tatmin etmeyi engelleyen ve kendilerinden fıtrat ve tabiatlarının aksine davranmalarını isteyen bir toplumda olurlarsa ne yapmaları gerekir? Acaba toplumun namusuna ihanet etmekten başka bir çareleri var mı?! Ve her soruna uygun bir çare öngören İslam dini acaba bu fıtrî soruna bir çare göstermemiş midir? Hayır; kesinlikle öyle değil. İslam dini bu sorun için geçici evliliği bırakmıştır ki Emirulmüminin Ali (a.s)'ın buyurduğu gibi, "Eğer Ömer geçici evliliği yasaklamasaydı kalbi katılaşmış kişilerden başkası zina yapmazdı."

Ayrıca, bu konuda söylediklerimiz sadece memleketinden uzak yolcu ve yolculuk meselesiyle ilgili değildir; çünkü insan ister erkek olsun, ister kadın, kendi memleketinde de sürekli evlilik yapmasını önleyecek sorunlarla karşılaşabilir. Uzun yıllar boyu sürekli evlilik yapması olanaksız olan bir kişinin bu durumlarda ne yapması gerekir? Acaba geçici evliliğe yönelmekten başka bir çaresi var mıdır? Böyle bir kişi ne yapsın; oysa Kur'an-ı Kerim, "Gizlice kadınlarla sözleşmeyin" veya "Erkek veya kadın arkadaşlar tutarak kendinizi fehşa ve günaha bulaştırmayın" buyurmaktadır.

Halife Ömer'in sunduğu geçici evliliğin sürekli evliliğe dönüştürülmesi ve erkekle kadının üç gün sonra boşanma akdi okuyarak birbirlerinden ayrılmasıyla bu sorunun giderileceği yönündeki önerisini iki şekilde değerlendirmek mümkündür: Böyle bir evlilik eşlerin bilgi ve rızasıyla gerçekleşmelidir diyorsak, bu sürekli evlilik değil, geçici evliliktir! Yok eğer erkek üç gün sora kadından ayrılmak ister ve bu niyetini ondan gizlerse gerçekte hile yapmış ve onu aldatmış olur. Çünkü bu durumda erkek sürekli evlilik anlaşması yaptığı halde ayrılmak istediğini ondan gizlemiştir. Acaba bu durumda kadınların ve akrabalarının sürekli evliliğe artık güveni kalabilir mi?!

Son olarak bu söylenenlerden ve halife Ömer'in bu konudaki sözlerini nakleden bütün rivayetlerden, Resulullah (s.a.a)'in temettü umresi ve geçici evliliği yasakladığı ve insanları bunlardan sakındırdığı yönünde nakledilen ve Hulefa Mektebi izleyicilerinin muteber hadis ve tefsir kitaplarını doldurup sayfalarını süsleyen rivayetlerin tümünün Ömer'in hilafetinden sonra uydurulduğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Çünkü halife Ömer'in döneminde, yanında Resulullah (s.a.a)'ten Ömer'in temettü haccı ve geçici evliliği yasaklaması konusundaki siyasetini teyit edici bir tek rivayet bulunan bir sahabe olsaydı o hadisi gizleyip yayınlamaktan çekinmesine ve böylece halifenin sözünü kürsüye oturtmak için kükreyip, "Emrime muhalefet edenleri şiddetli bir şekilde cezalandırırım!" diye tehdit etmesine bir neden yoktu.

Eğer halife Ömer hilafeti boyunca Resulullah (s.a.a)'ten kendi siyasetini onaylayan bir tek hadis bile bulsaydı kesinlikle Müslümanları tehdit etmeye ve onlara zor kullanmaya gerek duymazdı.

Ömer'in hilafeti, siyasetine muhalif olanlar, görüşlerini belirtme ve nefes alam cüretini gösteremediği ve halifenin korkusundan -"Resulullah (s.a.a)'in Hadisi" bölümünde değindiğimiz gibi- hatta o hazretin hadislerini bile rivayet etmekten korktukları bir halde son buldu.

Bu şiddet ve hışım üçüncü halife Osman'ın hilafetinin yarısına kadar devam etti ve böyle uzun bir zamanın geçmesiyle halifelerin emir ve içtihatları İslam toplumunda belli bir yer açtı ve yavaş yavaş yeni sünnetler eski nesillerden yeni ve genç nesillere aktarıldı ve onlar da İslam hükümlerine hilafet düzeni siyasetinin bakış açısından bakıp onları hilafet düzeninin istediği ve yaydığı gibi tanıdılar. İleride bu konu hakkında daha geniş bir şekilde bahsedeceğiz.

Ömer'in Hilafetinden Sonra Mut'a Nikahı

Osman'ın hilafetinin ikinci yarısında hilafet gücü kendi içinden ikiye ayrıldı: Ümmü-l Müminin Aişe, Talha, Zübeyr, Amr-ı As ve izleyicileri bir grubu oluştururken Mervan, Amr- As oğulları, diğer Ümeyye oğullarının ve onların izleyicileri de bir grubu oluşturup birbirinin karşısına durup kendilerine taraftar toplamaya başladılar.

Birbirine muhalif bu iki grubun çarpışması Müslümanlara kendilerine gelip kaybettikleri serbestliklerin bir kısmını tekrar ele geçirme fırsatı verdi, hilafet düzeni tarafından yayılması yasaklanan hadisler yayılmasına ve halifelerin sıkı bir şekilde engelledikleri şeylerle muhalefet etmelerine neden oldu. Bu sebeple yeni nesil eski nesilden o zamana kadar duymadıkları şeyleri duyuyor, o zamana kadar görmedikleri şeyleri görüyorlardı; temettü umresi konusunda Emirulmüminin Ali (a.s)'ın Osman'a muhalefeti bunun en açık örneğidir.

Şimdi geçici evlilik konusunda bazı açık muhalefetleri inceleyelim.

Musennef-i Abdurrazzak'da İbn-i Cureyc'den, Ata'dan şöyle rivayet edilmektedir: Geçici evliliği söz konusu eden ilk kişi Safvan b. Ye'la'ydı. Safvan dedi ki: Bana, Muaviye'nin Taifli bir kadınla geçici evlilik yaptığını haber vermişlerdi. Ben buna inanamadım. Nihayet bir grupla İbn-i Abbas'ın yanına gittiğimizde aramızdan bir kişi olayı ona anlattı. İbn-i Abbas, "Bu olay doğrudur!" dedi. Fakat İbn-i Abbas'ın sözü de ikna etmedi beni. Nihayet Cabir b. Abdullah-i Ensarî gelince ziyaret etmek için evine gittik. Herkes bir şey hakkında konuşuyor, insanlar ondan bir takım şeyler soruyorlardı. Nihayet mut'a nikahından söz açıldı. Cabir şöyle dedi: "Doğrudur; biz Resulullah (s.a.a), Ebuberkir ve Ömer'in döneminde mut'a nikahı (geçici evlilik) yapıyorduk; ancak Ömer'in hilafetinin sonunda Amr b. Hureys…"[824]

Yine Musennef-i Abdurrazzak'da şöyle geçmektedir: Muaviye Taif'te Sakif kabilesine girince İbn-i Hazremî'nin azad ettiği cariyesi Muane ile mut'a nikahı yaptı. Cabir diyor ki: "Ben Muaviye'nin hilafeti döneminde hayatta olan Muane ile görüştüm. Muane hayatta olduğu sürece Muaviye her yıl ona belli bir miktarda para gönderiyordu."[825]

Yine o kitapta Abduıllah b. Osman b. Haysem'den şöyle rivayet edilmiştir: Mekke'de çok güzel Iraklı bir kadın yaşıyordu. Onun Ebu Ümeyye isminde bir oğlu vardı; Said b. Cübeyr o kadının yanına çok giderdi. İbn-i Haysem diyor ki: Ben Said b. Cübeyr'e, "Ey Eba Abdullah! Bu kadının evine bu kadar fazla gitmenin nedeni nedir?" diye sordum. Said b. Cubeyr, "Biz özel bir nikah (geçici evlilik) yaptık" dedi ve daha sonra şöyle devam etti: "Geçici evlilik (mut'a nikahı) su içmekten daha helaldir."[826]

* * *

O zamandan itibaren kadınlarla mut'a nikahı yapmanın helal olduğu yayılmaya ve bu doğrultuda fetvalar verilmeye başlandı.

Musennef-i Abdurrazzak'da Hz. Ali (a.s)'ın Kufe'de şöyle dediği geçer: Eğer Ömer b. Hattab daha önce görüş belirtmemiş olsaydı mut'a nikahını serbest olduğunu söylerdim ve o zaman artık kalbi katılaşanlardan başkası zina yapmazdı."[827]

Taberî, Nişaburî, Fahrurrazi, Ebu Hayan ve Siyutî tefsirlerinde Emirulmüminin Ali (a.s)'ın sözü şöyle kaydedilmiştir: "Eğer Ömer mut'a nikahını yasaklamamış olsaydı kalbi katılaşanlardan başka kimse zina yapmazdı."[828]

Musennef-i Abdurrazzak, Ahkamu'l - Kur'an-i Cessas, Bidayetu'l - Müctehid-i İbn-i Rüşd, ed-Dürrü'l - Mensur-i Siyutî, Nihayetu'l - Lüfat-i İbn-i Esir ("şaki" sözcüğünün altında), Lisanu'l - Arab-i İbn-i Menzur, Tacu'l - Arus ve diğer lügat kaynaklarında Ata'dan şöyle rivayet edilmektedir: İbn-i Abbas'ın şöyle dediğini duydum:

"Allah Ömer'e rahmet estin. Mut'a Allah Teala'nın kendisiyle ümmet-i Muhammed'e lütufta bulunduğu bir rahmetti. Eğer Ömer onu yasaklamamış olsaydı katı kalplilerden başka kimse zina yapmazdı."[829]

el-Musennef'te şöyle geçer: "Bir rahmetti" yerine "bir ruhsattı" ve rivayetin sonunda da "şefa" (kalbi katılaşmış) sözcüğü yerine "şaki" ifadesi geçmiştir. Ata diyor ki: Vallahi şimdi İbn-i Abbas'ın "şakiden başkası" dediğini duyuyor gibiyim.

Bidayetu'l - Müctehid'de ise şöyle geçmiştir: "Eğer Ömer onu yasaklamasaydı kalbi katılaşmış kimseden başkası zina yapmak zorunda kalmazdı."

Ömer'in Mut'ayı Yasaklamasından Sonra Onun Helal Olduğunu Diretenler

İbn-i Hazm "Muhallâ" adlı kitabında şöyle diyor: Resul-i Ekrem (s.a.a)'ten sonra seleften (r.a) bir grubu mut'a nikahının helal olduğu konusunda sebat gösterdiler. Bu sahabelerden bazıları şunlardır: Ebubekir kızı Esma, Cabir b. Abdullah-i Ensarî, İbn-i Mes'ud, İbn-i Abbas, Muaviye b. Ebusüfyan, Amr b. Hureys, Ebu Said-i Hudrî, Seleme ve Ümeyye b. Halef'in oğlu Ma'bed. Mut'anın helal olduğunu Cabir, Resulullah (s.a.a) ve Ebubekir'in dönemindeki ve Ömer'in döneminin sonlarındaki tüm sahabeden rivayet etmiştir.

İbn-i Hazm daha sonra şöyle diyor: Ömer b. Hattab'dan da, mut'a nikahını, gerçekleştiğine iki adil şahit tanıklık etmezse yasakladığı ve iki şahit tanıklık ettiğinde ise helal bildiği rivayet edilmiştir. Daha sonra şöyle devam ediyor: Tabiinden Tavus, Ata, Said b. Cubeyr ve Mekke'nin diğer fakihleri de -Allah onları aziz etsin- mut'a nikahının helal olduğu konusunda sebat göstermişlerdir…[830]

Kurtubî de kendi Tefsir'inde şöyle kaydetmiştir: Ömer'in mut'a nikahını yasaklamasından sonra İmran b. Hasin, ashaptan bir grubu ve Ehlibeytten bir gurubu dışında kimse mut'a nikahının helal olduğunu söylememiştir.

Daha sonra şöyle diyor: Ebu Ömer, İbn-i Abdulbirr şöyle yazmıştır: Mekke ve Yemen'de İbn-i Abbas'ın taraftarları onun fetvası üzerine mut'a nikahını helal biliyorlardı.[831]

Yine İbn-i Kudame'nin el-Muğnî adlı eserinde şöyle geçer: İbn-i Abbas'tan mut'a nikahının helal olduğu rivayet edilmiştir. Tavus ve Ata gibi bir çok ashabı onun bu sözü üzerinde ittifak içerisindedirler.

İbn-i Cureyc de bu konuyu kaydetmiştir. Ebu Daid-i Hudrî ve Cabir b. Abdullah-i Ensarî'den de böyle rivayet edilmiştir. Şia da bu görüştedir. Çünkü Resulullah (s.a.a)'in buna izin verdiği ispatlanmıştır.[832]

Ömer'in Yasaklamasını İzleyenler

Ömer'in mut'a nikahı yasağını izleyenlerden biri Abdullah b. Zübeyr'dir. İbn-i Şeybe kendi Musannef'inde İbn-i Ebi Zi'b'den bunu şöyle anlatmaktadır: Abdullah b. Zübeyr'in bir hutbesinde, "Kurdun künyesi Eba Cu'dedir ve mut'a da zinadır" dediğini duydum.[833] Yani isim değiştirmek gerçeği değiştirmez.

Onlardan biri de ileride kendisinden bahsedeceğimiz İbn-i Safvan'dır. Başka biri, Ömer b. Hattab'ın oğlu Abdullah b. Ömer'dir; ileride değineceğimiz bu konudaki iki görüşünden birinde bunu dile getirmiştir.

Halife Ömer'in bu görüşünü izleyenlerle ona karşı olanlar arasında bir takı münakaşalar çıkmıştır; onlardan bazılar şöyledir:

Mut'a Nikahını Helal Bilenlerle Haram Bilenler Arasındaki Tartışmalar

Müslim'in kendi Sahih'inde ve Beyhakî'nin de kendi Sünen'inde Urve b. Zübeyr'den naklettiğine göre mut'a nikahı veya geçici evliliğin helal olup olmadığı konusunda İbn-i Abbas'la Abdullah b. Zübeyr gibi bir grup arasında şiddetli tartışmalar çıkmıştır. Müslim kendi Sahih'inde Urve b. Zübeyr'den şöyle rivayet eder: Abdullah b. Zübeyr Mekke'de bir konuşmasında, "Allah'ın kalplerini de gözleri gibi kör ettiği kişiler mut'anın helal olduğuna fetva veriyorlar" söyleyerek o kişiyi (İbn-i Abbas'ı) kastetmiştir. Bunun üzerine İbn-i Abbas, "Sen saçmalayan zalim birisin. Kendi canıma andolsun ki mut'a takvalıların önderinin -Resulullah (s.a.a)- döneminde yaygındı" diye bağırdı. Abdullah, "Öyleyse dene de görelim! Vallahi eğer böyle bir şey yaparsan taşlatarak öldürtürüm seni!" şeklinde cevap verdi.

İbn-i Şehab diyor ki: Halid b. Muhacir b. Seyfullah bana şöyle anlattı: Bir kişinin yanında oturmuştum. Ansızın biri gelip mut'anın helal olup olmadığını sordu. O da mut'a yapabileceğini söyledi. Bunun üzerine Ebu Umre-i Ensari ona, "Bekle" dedi. Adam, "Ne oldu?" diye sorunda. Ebu Umre, "Vallahi takvalıların önderi -Resulullah (s.a.a)- döneminde ben mut'a nikahı yaptım" dedi.[834]

* * *

Anlaşıldığı kadarıyla bu tartışmaların Abdullah b. Zübeyr'in Mekke'de hüküm sürdüğü dönemde ve bu toplantının Beytullah'ta gerçekleşmiştir. Ve büyük bir ihtimalle bu tartışmalar Cuma namazı hutbesinde ve çok sayıda Müslüman'ın önünde yaşanmıştır. Çünkü İbn-i Abbas, katılmak zorunda kaldığı Cuma namazı dışında Abdullah b. Zübeyr'in konuşmalarına iştirak etmekten sakınıyordu.

Ve yine o dönemde Abdullah b. Zübeyr ve onun düzeninde yer alan adamlarının hiç birinin elinde Resulullah (s.a.a)'in geçici evliliği yasakladığına dair bir belge (hadis, sünnet, onaylama) olmadığı anlaşılıyor; çünkü eğer ellerinde böyle bir belge olsaydı onunla, "Biz takvalıların önderi -Resulullah (s.a.a)- döneminde böyle yapıyorduk" söyleyen İbn-i Abbas'a karşılık verirlerdi.

Tam aksine o dönemde mut'a nikahı ve temettü umresini yasaklayan yöneticilerin sadece zor kullandıklarını, bunların  helal olduğuna inananların ise konuşma ve görülerini açıklama fırsatı bulduklarında sürekli Resulullah (s.a.a)'in sünnetiyle onlara karşılık verdiklerini görmekteyiz.

Bu cümleden Sahih-i Müslim, Müsned-i Ahmed b. Hanbel, Tayalesi, Sünen-i Beyhakî, ve diğer kaynaklarda Ebu Nazre'den şöyle rivayet edilmektedir (ifade Sahih-i Müslim'indir): Cabir b. Abdullah-i Ensarî'nin yanında oturmuştum. O sırada biri gelerek, "İbn-i Abbas ve Abdullah b. Zübeyr'in mut'a nikahı ve temettü umresi hakkında tartıştılar" dedi. Cabir, "Biz Resulullah (s.a.a)'in döneminde bu ikisini yapıyorduk; fakat daha sonra Ömer bunları yasaklayınca biz de bir daha bunları yapmadık!" dedi.[835]

Başka bir rivayette ise şöyle geçer: Ben Cabir'e, "Abdullah b. Zübeyr mut'a nikahını engelliyor; fakat İbn-i Abbas onun helal olduğuna fetva veriyor!" dedim. Cabir, "Hadis mahzeni bendedir; biz Resulullah (s.a.a)'in döneminde temettü umresi yapıyorduk; fakat Ömer hilafete geçince şöyle dedi: Allah Teala istediği her şeyi peygamberine helal etmiş ve Kur'an-ı Kerim de onu onaylamıştır. Ben şimdi size hacla umreniz arasında mesafe düşürmenizi ve kadınlarla mut'a nikahı yapmaktan sakınmanızı emrediyorum; eğer yanıma mut'a nikahı yapan bir kişiyi getirseler kesinlikle taşlatarak öldürtürüm onu!"[836]

Sünen-i Beyhakî'de Cabir'in sözü şöyle kaydedilmiştir: Biz Resulullah (s.a.a) ve Ebubekir (r.a)'in döneminde mut'a dan yararlanıyorduk; fakat Ömer başa geçince aramızda bir konuşma yaparak şöyle dedi: "Resulullah (s.a.a) bu peygamber ve Kur'an da bu Kur'an'dır. Resulullah (s.a.a)'in döneminde iki mut'a vardı ki ben onları yasaklıyorum ve insanları bu nedenle cezalandıracağım: Bunlardan biri mut'a nikahıdır; bir kişinin bir kadını belli bir süre için nikahladığını görmeyeyim; aksi durumda onu taşlatarak öldürtürüm; ve diğer ise temettü haccıdır; haccınızı umrenizden ayırın; bu sizin haccınız ve umreniz için daha mükemmel ve tamamlayıcıdır."[837]

İbn-i Abbas'la Diğerleri Arasında Geçenler

Musennef-i Abdurrazzak'da şöyle geçer: [İbn-i] Safvan, "İbn-i Abbas zina yapmaya fetva veriyor" dedi! Bunun üzerine İbn-i Abbas, "Ben zinaya fetva vermiyorum. İbn-i Safvan Ümm-ü Erake'nin olayını unuttu mu? Vallahi Ümm-ü Eraka'nin oğlu bu evlilikten dünyaya gelmiştir. Cumh kabilesinden bir kişinin ondan faydalanması zina mıdır?!" dedi.[838]

Bu kaynaktaki başka bir rivayette Tavus'tan şöyle rivayet edilmektedir: İbn-i Safvan, "İbn-i Abbas zina etmeyi caiz biliyor!" dedi. Bunun üzerine İbn-i Abbas mut'a nikahından dünyaya gelen bazı kişilerin isimlerini sıraladı. Fakat ben onların arasından sadece Muabbed b. Ümeyye'yi (Muabbed b. Seleme b. Ümeyye) söylüyorum.[839]

Ayrı bir rivayette şöyle kaydedilir: İbn-i Abbas diyor ki: "Müminlerin emiri Ömer bu konuda Ümm-ü Erake'den başka kimseyi mazur görmedi. Ümm-ü Erake hamileyken dışarı çıktığında Ömer onu görüp olayı sordu. O da, Seleme b. Ümeyye benimle mut'a nikahı yaptı dedi." Fakat İbn-i Safvan, İbn-i Abbas'ın bu sözünü kabul etmedi. Bunun üzerine İbn-i Abbas, "O halde amcandan sor!" dedi.[840]

İbn-i Hazm'ın Cemhere-i Ensab adlı kitabında şöyle geçmiştir: Ümeyye b. Halef-i Cumhî'nin çocukları şunlardı: Ali, Savfan, Rabia, Mes'ud, Seleme, Muabbed'in annesi, Seleme b. Ümeyye'nin oğlu ve onun annesi Ümm-ü Erake; Selem Ömer veya Ebuberki'in hilafeti döneminde onunla mut'a nikahı yapmış ve bu evlilikten Muabbed dünyaya gelmiştir. Savfan b. Ümeyye'nin oğlu da Abdullah Ekber'dir…[841]

O halde bu tartışma İbn-i Abbas'la İbn-i Safvan, yani Abdullah Ekber arasında geçmiş, Abdullah kabul etmeyince İbn-i Abbas, "O halde git amcandan sor!" demiştir. Ve yine ona, "Ümm-ü Erake'yi unuttu mu? Vallahi oğlu -Muabbed- mut'a nikahından dünyaya gelmiştir; o halde zina mı etmiştir o?!" demiştir ve mut'a nikahından dünyaya gelen kişilerin isimlerini sıralamıştır.

İbn-i Abbas'la Abdullah b. Ömer Arasında Geçenler

Bu konuda Abdullah b. Ömer'den nakledilenler arasında ihtilaf görülmektedir. Örneğin Ahmed b. Hanbel kendi Müsned'inde Abdurrahman b. Nuaym-i A'racî'den şöyle rivayet etmektedir: Abdullah b. Ömer'in yanında oturduğum bir sırada biri gelerek mut'a nikahını sordu. Bunun üzerine Abdullah öfkelenerek, "Vallahi biz Resulullah (s.a.a)'in döneminde ne zinakârdık ve ne de fasid…." dedi.[842]

Musennef-i Abdurrazzak'da şöyle rivayet edilmektedir: Abdullah b. Ömer'e, "İbn-i Abbas, geçici evliliği caiz bilmektedir" dediklerinde Abdullah, "İbn-i Abbas'ın böyle bir şey söyleyeceğini sanmıyorum!" dedi. Fakat, "Evet, vallahi böyle demiştir" dediklerinde Abdullah, "Vallahi Ömer'in döneminde o böyle bir şeyi ağzına almadı. Ömer hayatta olsaydı diğerlerine ibret olasınız diye sizi cezalandırırdı. Ben böyle birin zinakâr biliyorum!" dedi.[843]

İbn-i Şeybe'nin Musannef'inde ve Siyutî'nin Dürü'l - Mensur'unda şöyle geçer: Abdullah b. Ömer (r.a)'ten mut'a nikahını sorduklarında, "Haramdır" dedi. "İbn-i Abbas helal olduğunu söylüyor" dediklerinde, Abdullah, "O halde neden Ömer'in zamanında yavaşça bile söylemiyordu?!" dedi.[844]

Sünen-i Beyhakî'de, Abdullah b. Ömer'in "haramdır" sözünden sonra şöyle geçmiştir: "Eğer Ömer b. Hattab birini bu suç üzerine yakalasaydı taşlatarak öldürtürdü!"[845]

Hulefa Mektebinin Diğer İzleyicilerinin Mut'a Nikahı Hakkında Geniş Çabaları

Gördüğünüz gibi Abdullah b. Zübeyr'in dönemine kadar halifelerin mut'a nikahını yasaklamada dayanakları zor kullanmaktı; fakat o zamandan itibaren, bu mektebin izleyicileri yön değiştirerek hadis uydurup gerçekleri gizlemeye başladılar. Bunun bazı örnekleri şöyledir:

1- Sünen-i Beyhakî'de şöyle geçer: İbn-i Abbas mut'a nikahının helal olduğunu fetva veriyordu ve bu konu onun ulema tarafından eleştiriye yağmuruna tutulmasına neden oldu. İbn-i Abbas görüşün değiştirmeyince şairler şiirlerinde onu kınamaya başladılar. Bu cümleden:

 

Eyvahhh! Biliyor musun İbn-i Abbas'ın fetvasını?

Tertemiz bir kızın ister misin bulaşmasını?

İster misin insanların evine gelip gitmesini?!

 

O diyor ki: Şairler mut'a nikahı hakkında şiir söylemeye başlayınca, ulema buna öfkelenerek yürekleri yanıp tutuştu![846]

Musennef-i Abdurrazzak'da Zuhrî'den şöyle nakledilmektedir: Ulema, "Ey vah! Biliyor musun İbn-i Abbas'ın fetvasını?" mısrasını duyunca mut'a nikahını daha fazla çirkin saydılar![847]

Bu rivayette şöyle geçer: Her ne kadar insanlar İbn-i Abbas'ı kınayıp bu fetvası hakkında şiirler söyledilerse de o yine de bu inancından vazgeçmedi.

2- Yukarıdaki rivayeti tahrif ederek Said b. Cubeyr'den şöyle nakletmişlerdir: İbn-i Abbas'a, "Senin bu fetvanın ne yaptığını biliyor musun? Fetvan kıyameti kopardı ve şairleri seni kınayan şiirler söylemeye sevketti" dedim. İbn-i Abbas, "Şairler ne diyorlar ki?" diye sordu. Dedi ki: "Şairler senin bu fetvan hakkında şu şiirleri okuyorlar:

 

Meclisi uzadıkça uzayan şeyhe diyorum ki:

Eyvah! Biliyor musun İbn-i Abbas'ın fetvasını?

Eyvah! İster misin evindeki kızın bulaşmasını?

İster misin evine gelip insanları gitmesini?!"

 

Bunun üzerine İbn-i Abbas şöyle dedi: "İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Vallahi ben böyle bir şeye fetva vermiş değilim. Böyle bir amacım yok ve Allah Teala'nın ölü eti, kan ve domuz etini helal kıldığı durum dışında onu helal de saymış değilim!"[848]

İbn-i Kudame'nin "el-Muğnî" adlı eserinde şöyle geçer: İbn-i Abbas bir konuşmasında şöyle dedi: "Mut'a nikahı ölü eti, kan ve domuz eti gibidir. Resulullah (s.a.a) onu helal etmişti; fakat daha sonra nesh edildiği (hükmünün kalktığı) kesinleşti."[849]

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler

Aceleci davranarak bu hadisi Said b. Cubeyr'e isnat etmişlerdir;[850] halbuki Said b. Cubeyr'in Mekke'de mut'a nikahı yapan kişilerden olduğundan,[851] İbn-i Abbas'ın Mekke ve Yemenli taraftarlarının tümünün onun inancına göre mut'a nikahını helal bildiklerinden[852] ve yine eğer İbn-i Abbas önceki fetvasını değiştirmiş olsaydı Ata ve Tavus gibi ashabı da onun helal saymaya devam etmeyeceklerinden gaflet etmişlerdir![853]

Heysemî de Mecmau'z - Zevaid adlı kitabında bu rivayetin sahih olmadığını ortaya koyarak onun senedi hakkında şöyle demiştir: Haccac b. Ertat düzenbaz ve hilekar bir kişidir.[854]

Bu rivayetin ravisi Haccac b. Ertat hakkında Tehzibu't - Tahzib'de şöyle geçmektedir: O, bu rivayeti Yahya b. Kesir ve Mekhul'dan duymadığı halde mürsel olarak onlardan nakletmiştir! Halk onu hilekârlık ve aldatıcılıkla suçluyor ve "Kendi yanından bir şey eklemeden bir hadis nakletmez" diyorlardı.

İbn-i Mübarek şöyle diyor: "Haccac hilekar bir kişiydi. O, Arzumî'nin kendisine söylediği bir şeyi bize Amr b. Şuayb'den naklediyordu! Onun rivayetine itina edilmez."

Yakub b. Ebu Şeybe ise şöyle diyor: "Haccac'ın rivayeti anlamsızdır; ondan çok fazla sapmalar vardır."[855]

3- Tirmizî ve Beyhakî Musa b. Ubeyd'den, Muhammed b. Ka'b'dan, İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet etmişlerdir: "Mut'a nikahı asr-ı saadete hastı. Bir adam bir yere gittiğinde orada bir tanışı olmadığı için eşyaların koruyup işlerini yoluna koysun diye orada olduğu süre için bir kadı nikahlıyordu. "Yalnız eşlerine ya da ellerinin altında bulunan(câriyelerin)e karşı…" ayeti nazil oluncaya kadar bu durum böyle devam etti. Bu ikisi (eşleri ve elleri altında bulunan cariyeleri) dışında diğerleri haram sayıldı!"[856]

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler

Bu rivayetin senedinde Musa b. Ubeyde vardır. Tehzibu't - Tehzib'de Musa b. Ubeyde hakkında Ahmed b. Hanbel'den şöyle rivayet edilmektedir: "Musa b. Ubeyde reddedilmiştir. Benim yanımda ondan rivayet edilmesine izin vermiyorum. O, doğru olmayan hadisler söz konusu etmiştir."[857]

Hadisin metnine gelince; "Mut'a asr-ı saadete hastı… "Yalnız eşlerine… ayeti inince… bu ikisi dışında mut'a haramdır" sözü gerçekten İbn-i Abbas'ın sözüyse, o halde bu ayetin inmesinden yarım asır geçtikten sonra neden mut'a nikahının helal olduğunu savunarak Abdullah b. Zübeyr'le tartışıyor?!

Diğer taraftan, mut'a nikahı da bir evlilik değil midir? Eğer bu rivayet doğruysa ve İbn-i Abbas bu ayet nazil olduktan sonra Resulullah (s.a.a)'in döneminde fetvasını değiştirmişse, "Sihah'taki Hadisler" bölümünde değineceğimiz rivayet gereğince, Ali (a.s) mut'a nikahı konusunda gevşeklik gösterdiğini görünce ona ne zaman, "Sen şaşkın bir kişisin" diyor?!

4- Cabir b. Abdullah'tan şöyle rivayet edilmiştir: Mut'a nikahı yaptığımız kadınlarla dışarı çıktığımızda Resulullah (s.a.a), "Onlar kıyamet gününe kadar haramdır!" buyurdu. Resulullah (s.a.a)'in bu emri üzerine oracıkta sürekli olarak birbirimizden ayrıldık. Ve o günden sonra orası "Senyetu'l vida" (ayrılık döneği) olarak adlandırıldı; oysa daha önce oraya "Senyetu'r - Rukkab" (binek döneği) deniliyordu![858]

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler

Heysemî diyor ki: Bu rivayeti Taberanî "Evsat" adlı kitabında kaydetmiş ve senedinde Sadaka b. Abdullah geçmiştir. Ahmed b. Hanbel, Sadaka hakkında şöyle demiştir: "O hiçbir şeyle mukayese edilmez! Onun bütün rivayetleri değersizdir."

Müslim de onun hakkında, "Onun rivayetleri itibarsızdır" demiştir.[859]

Bu rivayetin kendisine gelince; Cabir'den, Resulullah (s.a.a)'ın, "Bu kadınlar kıyamete kadar haramdırlar!" buyurduğu rivayet etmiştir. Halbuki Sihah kitaplarında Cabir'den, "Biz Resulullah (s.a.a), Ebubekir ve Ömer'in döneminde mut'a nikahı yapıyorduk; nihayet Ömer Abr b. Hureys'in yaptığı işi bahane ederek bizi ondan sakındırdı" şeklinde mütevatir rivayetler nakledilmiştir.

5- Beyhakî kendi Sünen'inde ve Heysemî Mecmau'z - Zevaid'de Ebu Hureyre'den şöyle rivayet etmişlerdir (ifade Beyhakî'nindir): Biz Tebuk savaşında Resulullah (s.a.a)'le birlikte Medine'den çıkıp Senyetu'l - Veda'da indik. Orada ağlayan kadınlarla karşılaştık. Resulullah (s.a.a), "Nedir bu?" diye sordu. "Kocaları kendileriyle mut'a nikahı yapan ve sonra da terk edilen kadınlardır" denildi. Bunun üzerine Hazret, "Talak, iddet ve miras hükmünün nazil olmasıyla mut'a nikahı haram edilmiş veya kaldırılmıştır" buyurdu.

Mecmau'z - Zevaid'de ise, "Resulullah (s.a.a) ışıkları ve ağlayan kadınları gördü" şeklinde geçmiştir![860]

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler

Bu rivayetin senedinde, Mekke'ye yerleşen ve hicri 205 veya 206 yılında vefat eden Advilerin kölesi ve taraftarı Muemmel b. İbrahim diye bilinen Ebu Abdurrahman geçmiştir. Tehzibu't - Tehzib'de onun hakkında şöyle geçmiştir: Buharî onun rivayetini itibarsız bilmiştir. Başka biri ise onun hakkında şöyle diyor: "Muemmel'in yazılarını toprağa göm. O, kendi yanından hadis rivayet eden ve oldukça fazla hatası olan bir kişiydi. Ulemanın onun rivayetlerine şüpheli bakmaları gerekir. Daha kötüsü, onun meşhur ve güvenilir kişilerden meçhul hadisler rivayet etmesidir; eğer bu meçhul rivayetleri zayıf ve güvenilir olmayan kişilerden nakletmiş olsaydı onun mazur görürdük."[861]

Bu rivayetin kendisiyle ilgili olarak da şöyle geçmiştir: "Onlar Senyetu'l - Veda"da indiler. Senyetu'l - Veda ise Hamevî'nin Mu'cemu'l - Buldan'ında geçtiği üzere Medine üstünde ve Mekke yolu üzerinde bir tepedir. Bu kaynakta, doğrusu onun, bu tepenin cahiliye dönemindeki ismi ve yolcuların vedalaştığı yer olduğu vurgulanmıştır.[862]

Resulullah (s.a.a)'in Mekke'den Medine'ye hicret ederken ensar kadınları, "telee'l - bedru aleyna min seniyyati'l veda" (ayrılık döneğinde üzerimize ay parladı) sözleriyle Hazreti karşılamaya koşmaları da bunu teyit etmektedir.[863]

Dolayısıyla, cahiliye döneminden itibaren Senyetu'l - Veda yolcuların vedalaşma yeriydi ve bu isim İslam'ın zuhurundan sonra değil ondan önce oraya verilmiştir.

Ayrıca, neden sadece mut'a yapan kadınlar kocalarıyla birlikte çıkmışlardı ve neden sürekli evlilik yapan kadınlar gelmemişlerdi? Ve neden ağlayıp sızlıyorlardı; kocaları dönüşü olmayan bir yolculuğa mı gidiyordu?!

6- Beyhakî, Ali b. Ebutalib (a.s)'dan şöyle rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.a) mut'a nikahını yasaklayarak, "Bu çaresiz kalan kimselere hastır. Fakat eşler arasında nikah, talak, iddet ve miras hükümleri nazil olduğu için mut'a nikahı hükmü kaldırıldı" buyurdu![864]

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler

Bu rivayetin senedinde Ukeyli'nin zayıf saydığı, Yahya b. Muin ve Sacî'nin, "Hadisine itibar edilmez" diye tavsif ettikleri Musa b. Eyyub'a rastlanmaktadır.[865]

Hadisin kendisinde ise Ali (a.s)'a, "Resulullah (s.a.a) mut'a nikahını yasaklamıştır" dediği isnat edilmiştir. Oysa Ali (a.s), "Eğer Ömer b. Hattab görüş belirtmemiş olsaydı mut'a nikahı yapılmasını emrederdim ve o zaman artık kalbi katılaşmış kişiden başkası zina yapmazdı" buyurmuştur.

7- Beyhakî, Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle rivayet etmiştir: "Mut'a nikahı hükmü talak, mehir, iddet ve mirasla kaldırılmıştır."

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler

Bu rivayetin senedinde "Haccac b. Ertat'ın Hakem'den, Abdullah'ın ashabından nakletmiştir…." şeklinde geçer.

İkinci rivayette Haccac'ın rivayetinin itibarı olmayan ve kendi yanından rivayete bir şeyler ekleyen sahtekâr biri olduğunu bildik. Fakat Hakem'in bunu Abdullah'ın hangi ashabından aldığını anlayamadık.

Başka bir senette ise şöyle diyor: Ashabımızdan biri Hakem b. Uteybe'den, Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle riayet etmiştir… Burada geçen ashabın kim olduğunu anlayamadık.

Bütün bunların dışında, hicri 113 yılında ve altmış küsur yaşında vefat eden Hakem b. Uteybe, hicretin 32. yılında vefat eden Abdullah b. Mes'ud'dan nasıl hadis alarak rivayet etmiş olabilir acaba?![866]

Rivayetin kendisi de İbn-i Mes'ud'dan rivayet edilen şeyler çelişmektedir. Çünkü Abdullah b. Mes'ud'un Resul-i Ekrem (s.a.a)'den sonra mut'a nikahının helal olduğuna fetva verdiği ve mut'a ayetini tefsir etmek için, "O halde onlardan -belli bir süreye kadar- yararlanmanıza karşılık…" şeklinde okuduğu ispatlanmıştır.[867]

Ve yine 5, 6 ve 7. rivayetlerde mut'a nikahının nikah, talak, iddet ve miras ayetleriyle haram kaldırıldığı veya kalktığı bildirilmiştir. Bu iddia, mut'a nikahının sürekli evlilik ve onunla ilgili hükümler yasanmadan önce meşru olduğu, evliliğin ilk önce geçici evlilik şeklinde olduğu ve daha sonra sürekli evlilik hükmünün inişiyle geçici evlilik olan mut'a nikahı hükmünün kalktığı anlamına geliyor. Dolayısıyla, Resul-i Ekrem (s.a.a) ve ashabının evlendiği tüm kadınların sürekli evlilik hükmü nazil oluncaya kadar mut'a nikahıyla (geçici evlilikle) evlenmiş olmaları gerekiyor!

8- Mecmau'z - Zevaid'de Zeyd b. Halid-i Cuhnî'den şöyle rivayet edilmiştir:

Arkadaşımla birlikte bir kadınla mut'a nikahı yapmak üzere tartışıyorduk. Tam o sırada Resulullah (s.a.a) tarafından biri gelerek Hazretin mut'a nikahını, azı dişi olan yırtıcı hayvanların etini ve eşek etini haram ettiğini haber verdi![868]

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler

Heysemî bu rivayetin senediyle ilgili şöyle diyor: Bu rivayeti Taberanî kaydetmiştir ve bunun senedindeki Musa b. Ubeyd-i Rabezi zayıftır.[869]

Biz de yukarıda üçüncü rivayetten bahsederken onun zayıf olduğuna işaret etmiştik.

Bu hadisin kendisine gelince; bunu uyduran, Subre-i Cuhnî'nin Mekke fethindeki rivayetiyle Hayber savaşıyla ilgili rivayeti bir araya toplamış, azı dişi olan her hayvanı da ona eklemiş, sonra ona bir senet uydurarak tümünü bir arada nakletmiş olabilir!

9- Heysemî'nin Mecmau'z - Zevaid'inde Haris b. Ğazyye'den şöyle rivayet edilmiştir: Mekke fethinde Resulullah (s.a.a)'in üç defa, "Mut'a nikahı haramdır" buyurduğunu duydum!

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler

Heysemî diyor ki: Bu rivayeti Taberanî getirmiş ve senedinde İshak b. Abdullah b. Ebi Ferve geçmiştir.[870] Fakat diğer alimler İshak hakkında, "O meçhul hadisler rivayet etmiştir; onun rivayet ettiği hadislerle delil getirmemiş, rivayetine değer vermemişlerdir. Ondan rivayet etmek ve rivayetini yazmak caiz değildir… " demişlerdir.[871]

10- Heysemî'nin Mecmau'z - Zevaid'inde Ka'b b. Malik'ten şöyle rivayet edilmiştir: "Resulullah (s.a.a) kadınlarla mut'a nikahı yapılmasını yasaklamıştır!"[872]

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler

Heysemî diyor ki: "Bu rivayeti Taberanî getirmiş ve onun senedinde Yahya b. Enise vardır."

Fakat ulema Yahya hakkında şöyle yazmışlardır: "O zayıftır ve muhaddisler onu rivayetini yazmıyorlar. O, yalancı bir kişidir ve rivayetine itibar edilmez…"[873]

11- Beyhakî, Sünen-i Kubra adlı eserinde Abdullah b. Ömer'den şöyle rivayet etmiştir: Ömer minbere çıkarak Allah'a hamd u sena ettikten sonra şöyle dedi: "Neden erkekler kadınlarla mut'a nikahı yapıyorlar; oysa Resulullah onu yasaklamıştır?! Benim yanıma mut'a nikahı yapmış olan birini getirirlerse onu taşlatarak öldürtürüm!"[874]

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler

Bu rivayetin senedinde Mensur b. Dinar göze çarpmaktadır. Oysa Yakya b. Mu'in onu şöyle tanıtıyor: "Hadisi zayıftır ve itina edilmez."

Nesaî de onun hakkında şöyle yazmaktadır: "Onun rivayeti sağlam ve güçlü değildir."

Buharî ise şöyle yazmıştır: "Onun rivayetinde sorun vardır!"

Yine Ukeylî de onun ismini Kitabu'z - Zuefa'da (zayıf kişiler) kaydetmiştir.[875]

* * *

Buraya kadar rical alimlerinin tanımına göre senetleri zayıf olan rivayetlere değindik. Şimdi ise "Sahih" diye meşhur olan kitaplarda kaydedilmeleri nedeniyle sahih olduklarına inanılan veya en azından senetlerinin doğruluğu eleştirilemeyen riayetlere değineceğiz.

Birinci Hadis:

Sahih-i Müslim, Sünen-i Nesaî, Sünen-i Beyhakî ve Musennef-i Abdurrazzak'da şöyle geçmiştir:[876] İbn-i Şehab-i Zuhrî'den, Muhammed b. Ali'nin oğulları Abdullah ve Hasan'dan, babalarından Ali b. Ebutalib'in İbn-i Abbas'a şöyle dediğini duyduğunu rivayet edilmiştir: "Sen şaşkın bir kişisin. Resulullah (s.a.a) onu (mut'a nikahını) Hayber savaşında evcil eşek etini yemekle birlikte yasaklamıştır."[877]

Bu hadis aynı senetle, birazcık farkla Sahih-i Buharî, Sünen-i Ebu Davud, Sünen-i İbn-i Mâce, Sünen-i Tirmizî, Sünen-i Dâremî, Muavtta-i Malik, Musannef-i İbn-i Ebi Şeybe, Müsned-i Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Tayalesî ve diğer kaynaklarda da geçmiştir.[878]

İkinci Hadis

Ebuzer-i Gaffarî'den şöyle rivayet edilmiştir: Mut'a nikahı üç günlüğüne biz Resulullah (s.a.a)'in ashabına hastı; daha sonra Resulullah (s.a.a) onu yasakladı.[879]

Başka bir yerde de ondan şöyle rivayet edilmektedir: Mut'a nikahı sadece korkumuz ve düşmanla savaştığımız için caiz kılınmıştı![880]

Üçüncü Hadis

Sahih-i Müslim, Sünen-i Dâremî, Sünen-i İbn-i Mâce, Sünen-i Ebu Davud ve diğer kaynaklarda (ifade Sahih-i Müslim'indir) Mekke fethinde Resulullah'ın (s.a.a) safından savaşan Subre-i Cuhrî'den şöyle rivayet edilmiştir: Orada kaldığımız on beş gün içerisinde Resulullah (s.a.a) kadınlarla mut'a nikahı yapmamıza izin verdi. Bu yüzden kendisinden daha yakışıklı olduğum, biraz çirkin olan akrabalarımdan biriyle mut'a yapmak için yola koyulduk.

Her birimizin üzerinde yünden bir âba vardı. Benim âbam arkadaşımınkinden daha eski ve yıpranmıştı. Nihayet Mekke'yi enine boyuna gezdikten sonra uzun boylu güzel bir kızla karşılaştık. Ona, "Bizden biriyle mut'a nikahı yapmak ister misin?" diye sorduk. Kız, "Karşılığında ne vereceksiniz?" dedi. Her birimiz âbamızı açarak, "Bunu" dedik. Fakat o âbada ziyade bizlere baktı. Arkadaşım onun göz altından beni süzdüğünü görünce ileri atılarak, "Onun âbası eski ve yıpranmış; fakat benimki yenidir" dedi. Fakat kız iki üç defa, "Bu adamın âbasında problem yok; ben bunu kabul ediyorum" dedi. Böylece onunla mut'a nikahı yaptım ve Resulullah (s.a.a) mut'a nikahını yasaklayıncaya kadar da ondan ayrılmadım.[881]

Başka bir rivayette şöyle geçer: Resulullah (s.a.a), "Ey insanlar! Ben kadınlarla mut'a nikahı yapmanıza izin vermiştim. Fakat Allah Teala kıyamete kadar onu haram kıldı…"[882]

Ayrı bir rivayette,  "Resulullah (s.a.a)'in Rükünle Ka'be'nin kapısı arasında durmuş şöyle buyurduğunu gördüm:…" şeklinde geçer.[883]

Diğer bir rivayette ise şöyle geçer: "Resulullah (s.a.a) Mekke'nin fethedildiği yıl, Mekke'ye girdiğimizde kadınlarla geçici nikah yapmamızı emretti. Fakat Mekke'den çıkmadan önce onu yasakladı."[884]

Bir rivayette de şöyle dediği geçer: "Ben Resulullah (s.a.a)'in döneminde Benî Amir kabilesinden bir kadınla kızıl renkli iki bord kumaşı karşılığında mut'a nikahı yaptım; fakat Resul-i Ekrem (s.a.a) daha sonra bizi mut'a nikahından alıkoydu."[885]

Ayrı bir rivayete de şöyle geçmektedir: "Mekke fethinde Resulullah (s.a.a) mut'a nikahını yasakladı."[886]

Başka bir rivayette şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a) mut'a nikahını yasaklayarak, bugünden kıyamete kadar mut'a nikahı haramdır, buyurdu."[887]

Sünen-i Ebu Davud, Sünen-i Beyhakî ve diğer kaynaklarda (ifade Sünen-i Ebu Davud'undur) Rabi b. Subre'den şöyle rivayet edilmiştir: Şehadet ederim ki babam şöyle demiştir: "Resul-i Ekrem (s.a.a) Veda Haccında mut'a nikahını haram etmiştir!"[888]

Dördüncü Hadis

Sahih-i Müslim, Musannef-i İbn-i Ebi Şeybe, Müsned-i Ahmed b. Hanbel ve diğer kaynaklarda (ifade Müslim'indir) Seleme b. Ekva'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Resulullah (s.a.a) Evtas savaşında[889] mut'a nikahına üç gün izin verdi ve daha sonra ise onu yasakladı."[890]

Bu Hadise Yöneltilen Eleştiriler

1- En büyük hadis kitapları, sihah, müsnetler, sünenler, musanneflerin kaydettikleri ve bizim on dört kaynaktan naklettiğimiz Emirulmüminin Hz. Ali (a.s)'ın hadisinde apaçık bir şekilde Resulullah (s.a.a)'in Hayber savaşında iki şeyi haram ettiği belirtilmektedir: Biri mut'a nikahı veya geçici evlilik ve diğeri ise evcil eşek etinin yenmesi. Hayber'de mut'a nikahının yasaklandığını belirten tek rivayet budur; oysa Hayber'de evcil eşek etinin yasaklandığını bildiren diğer rivayetlerin hiç birinde mut'a nikahının da yasaklandığına işaret edilmemiştir. Şimdi bu iki yasaklamayı inceleyelim:

A- Hayber Savaşında Mut'a Nikahının Yasaklanışı

Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Hayber savaşında mut'a nikahını yasakladığı o günkü tarihî gerçeklerle bağdaşmıyor; nitekim ulemadan bir kısmı da bunu açıkça belirtmişlerdir. Örneğin İbn-i Kayyim "Zadu'l - Mead" adlı kitabında mut'a nikahının yasaklanış tarihiyle ilgili bölümünde şöyle yazıyor:

"Hayber savaşında ne sahabeden bir kişi Yahudî bir kadınla mut'a nikahı yapmış, ne de bu konuda Resulullah (s.a.a)'tan izin almış, ne hiç kimse Hayber savaşında böyle bir olayı rivayet etmiş, ne mut'a nikahı yapıldığından ve ne de onun yasaklandığından bahsedilmiştir."[891]

Ve yine şöyle yazıyor: "Hayber'de Müslüman kadınlar yoktu; bütün kadınlar Yahudi'ydi ve o tarihte ehl-i kitap kadınlarla evlenme izni verilmemişti; ondan çok daha sonra, "Bugün size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı... sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden namuslu hür kadınlar -zinâ etmeksizin, gizli dost tutmaksızın, namuslu bir biçimde (evlenmek üzere) mehirlerini verdiğiniz takdirde- size helâldir."[892] ayetinin inmesiyle izin verildi ve bu izin Veda Haccından sonra veya Veda Haccında verilen son emirdi ve Hayber savaşında ehl-i kitap kadınlarıyla evlenildiği ise ispatlanmış değildir…[893]

İbn-i Hacer "gazvetu'l - Hayber" babından bu hadisin şerhinde şöyle diyor: Hayber savaşında mut'a nikahı için ortam müsait değildi ve bu savaşta kadınlarla mut'a nikahı yapılmamıştır.[894]

"Neha'r - Resulullah an nikahi'l - mut'a ahiren" babında, bu hadisin açıklamasında Suheylî'den şöyle rivayet etmektedir: "Bu hadisle ilgili diğer bir problem ise mut'anın Hayber'de yasaklanışıdır; oysa hiçbir siyer sahibi ve muhaddis böyle bir şeyi nakletmiş değildir."[895]

Daha sonra İbn-i Kayyım'ın yukarıdaki sözlerini naklediyor.[896]

Mut'a nikahının Hayber savaşında yasaklandığıyla ilgili söylenenler bunlardır.

B- Hayber Savaşında Evcil Eşek Etinin Yasaklanışı

İbn-i Hacer, İbn-i Abbas'ın, "De ki: Bana vahyolunanda, (bu harâm dediklerinizi) yiyen kimse için harâm edilmiş bir şey bulamıyorum…" (En'am, 145) ayetiyle evcil eşeğin etinin helal olduğuna delil getirdiğini rivayet etmiştir.[897]

Resul-i Ekrem (s.a.a)'in evcil eşeğin etinin yenmesini yasaklayışı aşağıdaki rivayetlerde geçen bir sebeple Hayber'deki evcil eşeklere has olabilir:

Sahih-i Buharî'de Ebu Evfa'dan şöyle rivayet edilmektedir: Hayber savaşında kıtlık nedeniyle açlık yaşadık. Kazanlarımızın kaynadığı bir sırada Resulullah (s.a.a)'in münadisi, "Eşek etlerini yemeyin ve onları atın gitsin" buyurdu.

İbn-i Ebi Evfa diyor ki: Bunun üzerine kendi aramızda bu yasaklamanın nedenini konuşmaya başladık. Bazıları, "onun yasaklanmasının nedeni humsunun verilmeyişidir" derken diğer bazıları da, "Bu hayvanın pislik yediği için eti yasaklanmıştır" dediler.[898]

Ebu Davud'un kendi Sünen'inin "harac" bölümünde, "te'şir-u ehli'z - zimme" babında Arbaz b. Sariye-i Selemî'den[899] bunun nedenini şöyle rivayet etmektedir: Biz Hayber'de indik. Resulullah (s.a.a)'in bazı ashabı da onunla birlikteydi. Haşin ve sert bir kişi Hayber kumandanı Resulullah (s.a.a)'in yanına gelerek, "Ey Muhammed! Eşeklerimizi kesip, meyvelerimizi yiyip kadınlarımızı dövmeniz doğru mudur?!" dedi. Resulullah (s.a.a) bu sözden öfkelenerek İbn-i Avf'ı çağırtarak, "Ey İbn-i Avf! Hemen atına bin ve cennet ancak müminlere helaldir; namaz için toplanın, diye ilan et" buyurdu.

Ravi diyor ki: Halk namaz için toplandılar. Resulullah (s.a.a) onlara namaz kıldırttıktan sonra şöyle buyurdu: "Sizden biriniz tahtına yaslanarak Allah'ın tüm haramlarının Kur'an'da bulunduğunu mu sanıyor. Halbuki size en az bir Kur'an kadar veya daha fazla nasihatte bulundum, emrettim ve sakındırdım. Kitap ehli üzerlerine aldıkları şeyi size verdikleri halde izinsiz evlerine girip kadınlarını dövmeniz veya meyvelerini yemenize Allah razı olmaz."[900]

İbn-i Ebi Evfa'nın rivayetine göre, o gün ashap kendi aralarında Resulullah (s.a.a)'in evcil eşek etini neden yasakladığı konusunu konuşmuşlar, olaya tanık olan bazıları onun yasaklanış nedenini, hırsızlık konusundaki rivayetlerin de teyit ettiği gibi humsunun verilmeyişi veya aşağıdaki hadisin de desteklediği gibi o eşeğin yağmalanmış olması olarak belirtmişlerdi:

Sünen-i Ebu Davud'da ensardan bir kişiden şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.a)'le birlikte bir yolculuğa çıkmıştık. Yiyecek azlığından biraz sıkıntı çektik. O sırada arkadaşlarımız gördükleri bir koyunu yağmaladılar... Kazanlarımız kaynadığı sırada Resulullah (s.a.a) yayına yaslandığı halde gelerek elindeki o yayla kazanları devirip etleri yere döküp, "Yağma malı leşten daha helal değildir" buyurdu.[901]

Bazıları da evcil eşek etinin yenilmesinin haram oluşunun sebebi pislik yemiş olmasıydı demişlerdi.

Evcil eşek etinin yenmesinin haram oluşunun nedeni ne olursa olsun hiçbir şeyi değiştirmez; önemli olan, evcil eşek etinin yenilmesinin haram oluşu savaşta yanlarında olan eşekleri has oluşudur. Bu durum Hayber'de mut'a nikahının yasaklanışı konusunda da geçerlidir. Çünkü Arbaz b. Sariye, o haşin ve sert Yahudi'nin, Resulullah (s.a.a)'e, "Eşeklerimizi kesip, meyvelerimizi yemeniz ve kadınlarımızı rahatsız etmeniz doğru mudur?!" şikayette bulunması üzerine o hazretin ashabı toplayıp, "Kitap ehli üzerlerine aldıkları şeyi ödemeleri durumunda izinsiz evlerine girip kadınlarını rahatsız etmeniz ve meyvelerini yemeniz helal değildir" buyurduğunu rivayet etmiştir.

Dolayısıyla, Resulullah (s.a.a)'in menedişi cizyelerini ödeyen kitap ehlinin kadınlarını rahatsız etmeye has olup mut'a nikahıyla hiçbir ilgisi yoktur.

Buraya kadar söylenenlerden Hayber savaşındaki yasaklamanın bundan ibaret olduğu anlaşıldı. Fakat Hulefa Mektebi izleyicilerinden biri daha farklı bir girişim izleyerek Emirulmüminin Ali (a.s)'ın bir torunundan, Muhammed-i Hanefiyye'den o hazretin mut'a nikahına fetva veren İbn-i Abbas'a, "Sen şaşkın bir kişisin" dediğini ve daha sonra Resulullah (s.a.a)'in Hayber savaşında mut'a nikahını ve evcil eşek etini haram kıldığını bildirdiğini rivayet etmiştir.

Fakat bu hadisi uyduran kişi, müminlerin emiri Hz. Ali (a.s)'ın, "Ömer mut'a nikahını yasaklamasaydı kalbi katılaşmış bedbahtlardan başka kimse zina yapmazdı" buyurduğunu unutmuştur.

İlginç olanı, bunların burada Muhammed'in Hanefiyye'nin oğullarından, Muhammed-i Hanefiyye kanalıyla Hz. Ali (a.s)'dan mut'a nikahının yasak oluşunu rivayeti sonra yine aynı senetle İmam Ali (a.s)'ın rivayetini umresiz ifrad haccı konusunda da rivayet etmeleridir! Kim bilir, belki de her iki rivayeti uyduran aynı kişidir!

Ebuzer-i Gaffari'den nakledilen ikinci hadis de böyledir. Çünkü Ebuzer'den, "temettü umresi Muhammed (s.a.a)'in ashabına hastı, o mesele bize (ashaba) hastı" dediğini rivayet etmişlerdir. Mut'a nikahında da Ebuzer'den, "Bu nikahın üç günlüğüne Resulullah (s.a.a)'in ashabına helaldi ve o hazretin daha sonra onu yasakladı" veya "Mut'a nikahı korktuğumuz için ve savaş nedeniyle helal kılınmıştı" dediğini rivayet etmişlerdir!

İlginç olan diğer nokta da, Ebuzer'den nakledilen temettü umresi ve mut'a nikahıyla ilgili her iki rivayetin senetlerinde İbrahim Temimî ve Abdurrahman b. Esved'in geçmesi ve yine Ebuzer'den nakledilen bu iki rivayetin senediyle Hz. Ali (a.s)'dan nakledilen iki rivayetin senedinin biri oluşudur.

Subre-i Cuhni'den olan üçüncü ve dördüncü rivayette ise doğru olanı konunun başında Müslim, Ahmed b. Hanbel ve Beyhakî'den naklettiğimiz rivayettir: Resulullah (s.a.a) onların mut'a nikahı yapmalarına izin vermiş ve Subre de abâsı karşılığında Benî Amir kabilesinden bir kadınla üç gün mut'a yapmış ve daha sonra Resulullah (s.a.a), "Kim bir kadınla mut'a nikahı yapmışsa bıraksın" buyurmuştu.

Resul-i Ekrem (s.a.a) mut'a nikahı yapanların o kadınlardan ayrılıp Mekke'den gitmek için hazırlanmalarını emretmişti. Fakat daha sonraları Halife Ömer'in hareketine geçerlilik kazandırmak isteyenler, mut'a nikahın Mekke fethinden itibaren haram kılındığına destek olarak Resulullah (s.a.a)'in, "kadını bıraksın" buyruğunu "Bugünden itibaren kıyamete kadar mut'a nikahı haramdır" şeklinde tahrif etmişlerdir!

Fakat bu rivayet, mut'a nikahının yasaklanış tarihini "Mekke fethinde", "Hayber savaşında" gibi tabirlerle açık bir şekilde belirten veya net olarak mut'aya izin verilişi veya yasaklanışını Mekke fethinden sonra belirten diğer rivayetlerle çeliştiği ve kendilerini bu rivayetlerin tümünü kabullenmeye şartlandırdıkları için bu çelişkiler için bir cevap uydurmak zorunda kaldılar ve onu İslamî teşrie nispet vererek bu olaydaki bu kadar çelişkiyi hükmün feshedilişine bağladılar!! Oysa İslamî teşrii kesinlikle böyle bir çelişkiden münezzehtir.

Mut'a Nikahının Bir veya Birkaç Defa Neshedilişi

Müslim kendi Sahih'inin, "nikahu'l - mut'a ve beyanu ennehu ubihe summe nusihe, summe ubihe summe nusihe, ve istekarre hokmuhu ila yevmi'l - kıyame" adlı babında mut'a nikahının defalarca helal ve haram olduğundan söz etmiştir.[902]

İbn-i kesir de kendi Tefsir'inde şöyle yazıyor: Şafiî ve ulemadan bir grubu mut'a nikahının idi defa helal ve daha sonra fesholduğuna inanıyorlar.[903]

İleride sözlerine genişçe yer vereceğimiz İbn-i Arabî de mut'a nikahının iki defa fesholduktan sonra sonunda haram olduğunu vurgulamıştır.

Zemahşerî de Keşşaf adlı tefsirinde buna işaret etmiştir.[904]

Diğerleri de mut'a nikahı hükmünün iki defadan fazla fesholduğunu bildirmişlerdir.[905]

Fakat isabetli olan bu son grubun görüşüdür; çünkü hadislerdeki çelişki nedeniyle şerî bir hükmün defalarca feshedildiğine söylersek, böyle bir hükmün bu çelişkili hadisler sayısınca feshedildiğini kabul etmek zorundayız. Dolayısıyla, Kurtubî'nin İbn-i Arabî'nin sözlerinden sonra şu söyledikleri doğrudur: Onların dışında, hadisleri çeşitli kanallardan toplayanlar mut'a nikahının yedi defa helal ve haram olduğunu söylemişlerdir! Çünkü İbn-i Umre'den sadr-ı İslam'da böyle bir hükmün olduğu rivayet edilmiş, Seleme b. Ekva onun Evtas yılında olduğunu söylemiş, Ali'nin rivayetlerinden mut'a nikahının Hayber savaşında yasaklandığı, Rabi b. Subre'nin rivayetinden Mekke fethinde izin verildiği anlaşılmaktadır; bunların hepsi de Sahih-i Müslim'de kaydedilmiştir. Başka bir yerde Hz. Ali'den mut'a nikahının Tebuk savaşında yasaklandığı, Sünen-i Ebu Davud'da Rabi b. Subre'den onun Veda Haccında yasaklandığı rivayet edilmiş ve Ebu Davud bu rivayetin bu konudaki en doğru rivayet olduğunu söylemiştir. Amr da Hasan'dan böyle bir hükmün ne ondan önce ve ne de sonra helal olduğunu nakletmiştir! Ve orada böyle bir şey Subre'den de rivayet edilmiştir. Demek ki mut'a nikahı bu yedi yerde helal ve daha sonra da haram olmuştur![906]

* * *

Böylece Hulefa Mektebi ulemasının "sahih" diye meşhur olan kitaplarında geçen her şeyin sahih olduğuna şartlanmaları, onları İslam dininde mut'a nikahının defalarca feshedildiğini söylemek zorunda bırakmıştır! İbn-i Kayyım'ın bu konudaki şu sözü gerçekten dikkat çekicidir: İslam dininde ne geçmişte böyle bir fesh gerçekleşmiş ve ne de onun bir benzerine rastlanmıştır![907]

İbn-i Arabî'nin, "Bu konu fesheden ve feshedilen hükümlerde apaçık bir şekilde ve kesin olarak tespit olmuştur; ve İslam dininde bu hükmün iki defa fesh oluşu gerçekten şaşırtıcıdır!…"[908] şeklindeki sözü onun bu konuda söylediklerinin ne kadar temelsiz ve gayr-i makul olduğunu ortaya koymaktadır.

* * *

Ayrıca, bu rivayetlerin bir tekinin bile mütevatir olarak Ömer'den nakledilen, "Resulullah (s.a.a)'in döneminde iki mut'a vardı ki ben onları yasaklıyorum: Biri mut'a nikahı ve diğer ise hac mut'ası (temettü umresi)" Bazı rivayetlerde ise, "Ben onları haram ediyorum!" rivayetiyle nasıl bağdaştığını anlayamadık!

Bu rivayetlerden hangi biri Cabir b. Abdullah-i Ensarî'nin şu sahih rivayetiyle nasıl bağdaşıyor acaba:

"Biz Resulullah (s.a.a)'in, Ebubekir ve Ömer'in döneminde mut'a nikahı yapıyorduk." Başka bir rivayette ise, "Ömer'in hilafetinin sonuna kadar…" Ayrı bir rivayette ise, "Resulullah (s.a.a) ve Ebubekir'in döneminde biz bir avuç hurma ve un karşısına mut'a nikahı yapıyorduk. Fakat daha sonra Ömer, Amr b. Huresy olayında onu yasakladı!"[909]

Bu rivayetlerden bir tekinin nasıl sahih olduğunu söyleyebiliriz; oysa ne Ömer'in kendisi, ne sahabeden biri ve ne de Abdullah b. Zübeyr'in dönemine kadar tabiinden biri onları duymuştur?! Hatta o dönemlerde yaşayan bir tek Müslüman'ın bile bu rivayetlerin birinden haberi yoktu? Bu hadislerden bir teki bile doğru olsaydı kesinlikle halife Ömer ona dayanarak onunla istidlal eder, hilafet düzeninin yöneticileri de Abdullah b. Zübeyr'in döneminde kadar ondan yararlanarak muhaliflerini onunla sustururlardı; oysa onların İbn-i Abbas, Cabir, İbn-i Mes'ud gibi muhalifleri Resulullah (s.a.a)'in sünnetini örnek gösterip birbirlerini tanık tutarak onların karşısında tavır koymuşlar, böylece gerçeği gidip Ebubekir'in kızı ve Abdullah b. Zübeyr'in annesi Esma'dan sormuşlardır. Yine Ali (a.s) ve İbn-i Abbas da açıkça, "Ömer mut'a nikahını yasaklamasaydı kalbi katılaşmış kişilerden başkası zina etmezdi" diyorlar ve hiç kimse de Resulullah (s.a.a) mut'a nikahını yasaklamıştır, demiyordu.

Evet; bütün bu hadisler iyi niyetle ve Müslümanların ikinci halifesi Ömer b. Hattab'ın tutumunu onaylamak ve ona yöneltilen eleştirileri defetmek için uydurulmuştur! Nitekim yine bu iyi niyetle ve halife Ömer'e yöneltilen eleştirileri önlemek için haccın ifrad şeklinde yapılması ve temettü umresi yapılmaması yönünde de hadisler uydurulmuştu. Veya tıpkı yine iyi niyetle Kur'an-ı Kerim surelerinin faziletleri hakkında uydurulan hadisler gibi. Nitekim Nevavî'nin Taktirbu't - Taktib kitabında şöyle geçer:

"Hadis uyduranlar birkaç kısımdır. Bunların en zararlı olanı, işlerini uhrevî sevaba dayandıran, kendilerine takvalı bir görünüm veren kişilerin uydurdukları hadislerdir. Diğerleri de onların zühte ve takvalarına güvenerek uydurdukları hadisleri kabul ederler."[910]

Takribu't - Takrib'in şerhinde ise şöyle geçer: Ecir ve mükafatı var deyip uydurulan hadislerden biri de Hakim'in kendi senediyle Ebu Ammar-i Mervezî'den naklettiği şu rivayettir:

Ebu İsmet Nuh b. Ebi Meryem'e, "Sen İkrime kanalıyla İbn-i Abbas'tan Kur'an-ı Kerim'in tüm surelerinin faziletlerini nasıl öğrendin; halbuki İkrime'nin ashabından hiç biri böyle bir şey söylemiş değillerdir?!" diye sorulduğunda, "Ben insanların Kur'an'a sırt çevirip Ebu Hanife'nin fıkhı ve İbn-i İshak'ın Meğazî'siyle uğraştıklarını görünce Allah rızası ve sevap almak amacıyla halkın dikkatini Kur'an'a çekmek için bu hadisleri uydurdum" dedi!

Zerekşî bu rivayeti kaydettikten sonra şöyle yazıyor:

Nuh b. Ebi Meryem'den sonra müfessirler halkı ezber ve okumaya teşvik etmek için her surenin başında onun faziletin kaydetmeyi bir alışkanlık haline getirdiler; ancak Zemahşeri bu faziletleri her surenin sonunda kaydetmiştir![911]

Kureyş taraftarlarından olan Nuh b. Meryem-i Mervezî'nin künyesi Ebu İsmet'tir. Merv kadısı Nuh b. Meryem fıkhı Ebu Hanife ve İbn-i Ebi Leyla'dan, hadisi kendisiyle aynı tabakadan olan Haccac b. Ertah'tan, Resulullah (s.a.a)'in savaşlarını İbn-i İshak'tan, tefsiri Kelbî ve Mekatil'den aldığı ve yine dünya işlerinden de anladığı için "cami" (kapsamlı) lakabı da verilerek "Nuhi'l - Cami" diye meşhur olmuştur. O, Cemhiyye mezhebine karşı olup sert bir şekilde onu reddetiyordu.

Hakim onun hakkında şöyle yazıyor: Ebu İsmet ilimde önde gelen, her açıdan kapsamlı olan bir kişiydi. Doğruluk ve dürüstlük dışında her şeye sahipti; onun rivayetini Tirmizî kendi Sünen'inde ve İbn-i Mâce de Tefsir'inde kaydetmişlerdir.[912]

Tedribu'r - Ravî, Mizanu'l - İ'tidal ve Lisanu'l - Mizan kitaplarında İbn-i Mehdi'den şöyle rivayet edilmiştir:

Meysere b. Abdurabbih'e, "Sen, 'kim filan sureyi okursa falan hayra ulaşır' şeklindeki hadisleri nereden aldın" diye sordum. Meysere, "Ben, insanları Kur'an okumaya teşvik etmek için bunları kendi yanımdan uydurdum" dedi!

Tedribu'r - Ravi kitabında şöyle geçer: Meysere yüce, görünüşte takvalı, dünya arzu ve isteklerinden uzak bir kişiydi. Öldüğü zaman Bağdat çarşısı tatil oldu. Fakat buna rağmen kendi yanından hadis uyduruyordu!

Ve yine Meysere'nin surelerin fazileti hakkında hadis uydurma yanlışlıklarından biri, daha önce değindiğimiz İbn-i Abbas'ın dilinden naklettiği hadis ve bir diğeri ise Deylemî'nin Selam b. Selim-i Medenî kanalıyla naklettiği Ebu Emame-i Bahelî'nin hadisidir.

Lisanu'l - Mizan'da şöyle geçer: Meysere Kazvin şehrinin fazileti hakkında kırk hadis uydurmuş ve "bu hadisleri sevaba ulaşmak için uydurdum", demiştir![913]

Takrib-i Nevavî'de ise şöyle kaydedilmiştir: Uydurulan hadislerden biri de Kur'an-ı Kerim'in her bir suresinin fazileti hakkında Ubey b. Ka'b'dan rivayet edilip edilen hadistir…

Takrib-i Nevavî'nin şerhinde genişçe şöyle geçer: Ravi rivayetin aslını araştırınca muhaddis onu Medain'deki başka bir muhaddise gönderiyor, o da Vasit'deki muhaddise, Vasit'teki Basra'dakine ve Basra'daki muhaddis de onu Abadan'daki muhaddise gönderiyor. Abadan'daki muhaddise, "Sen bu hadisi nereden aldın?" diye soruyor. O da, "Ben bu hadisi bir kimseden almış değilim; insanların Kur'an'a sırt çevirdiklerini görünce onların kalbini Kur'an'a yöneltmek için bu hadisi uydurdum!" diyor.

Daha sonra Takrib'e şerh yazan Siyutî şöyle diyor: "Ben bu hadisin adına ne denilmesi gerektiğini anlayamadım!" diyor. Fakat İbn-i Cevzî bu olayı "el-Mevzuat" adlı kitabında Buzey' b. Hissan kanalıyla kendi senediyle Ubey b. Ka'b'dan naklettikten sonra, "Bu afeti Buzey getirdi başımıza" diyor ve daha sonra aynı hadisi Muhalled b. Abdulvahhab kanalıyla rivayet edip, "Bu belayı Muhalled getirdi başımıza" diyor! Güya bu hadisi bu ikisinden birisi uydurmuş ve diğeri de ondan çalmış veya her ikisi de yukarıda işaret ettiğimiz bu hadisi uyduran kişiden çalmışlar, Sa'lebî, Vahidî, Zemahşerî ve Beyzavî gibi müfessirler de yanılarak onu kendi kitaplarında kaydetmişlerdir.[914]

Yine Tedribu'r - Ravî kitabında şöyle geçiyor: İnsanlar arasında geceleri en fazla ibadet eden ve gündüzleri en çok oruç tutan Ebu Davud-i Nehaî hadis uyduranlardan biridir!

İbn-i Habban da şöyle demiştir: Ebu Beşer Ahmed b. Muhammed-i Fakih-i Mervezî sünneti yerine getirme konusuna kendi döneminin en dirençlisi, sünnetlerin sınırlarını korumada en sebatlısı ve sünnete muhalif olanlara karşı en sert olanıydı; fakat buna rağmen kendi yanından hadis uyduruyordu!

İbn-i Adiy de şöyle diyor: Veheb b. Hafs salih kişilerden sayılıyordu. O, büyük takvasından dolayı yirmi yıl susup kimseyle konuşmadı; fakat buna rağmen çok büyük ve açık yalanlar uydurmuştur![915]

* * *

Takva, ibadet, dünyaya sırt çevirme ve zahitlikleriyle meşhur olan bu kişiler Kur'an'ın surelerinin ve sınır şehirlerin faziletleri hakkında hadis uydurmuş ve yeri geldiğinde kendileri de buna itiraf etmişler, fakat buna rağmen bu uydurma hadisler tefsir kitapları ve diğer kaynaklarda kaydedilmiş ve yayılmıştır.

Ve yine halife Ömer'in hac mut'ası (temettü umresi) ve mut'a nikahını yasaklamasının teyidinde uydurulan hadislerin de bu türden olduğunu görmekteyiz; özellikle Resulullah (s.a.a)'tan mut'a nikahını yasakladığı konusunda rivayet edilen hadisin Abdullah b. Zübeyr'in iktidarından sonra ve hadis yazma yasağının kalkmasından önce, yani hicretin birinci asrının sonlarında ve ikinci asrının başlarında, salih ve takvalı olarak tanınan bu kişiler tarafından ikinci halifenin bu amelini temize çıkarmak için uydurdukları hadislerden olduğunu ve bu konuda adeta yarıştıklarını görüyoruz.

İşte bu nedenledir ki biri Resulullah (s.a.a)'in mut'a nikahını Hayber savaşında yasakladığı yönünde hadis uydururken, bir diğeri o hazretin mut'a nikahını Kayziyye umresinde helal ettiğini, fakat daha sonra yasakladığını rivayet ediyor, üçüncüsü bu olayın Mekke fethinde gerçekleştiğini, dördüncüsü ise Evtas'ta vuku bulduğunu, beşincisi Tebuk'da, altıncısı Veda Haccında gerçekleştiğini rivayet ediyor;[916] bu şekilde her biri halife Ömer'i tebriye etmek için mut'a nikahının Resulullah (s.a.a)'in döneminde, belli bir zaman ve mekanda helal ve haram olduğunu ve halife Ömer'in de onu bu yüzden yasakladığını söylemek istemişlerdir. İşte bu nedenle bu hadisler arasında çelişki meydana gelmiş ve ulema bu çelişkiden çıkmak ve bu çıkmazdan kurtulmak için çaba harcamak zorunda kalmışlar ve sonunda bu çelişkiden çıkmak için kutlu İslam dinin eksik olduğunu söylemekten başka bir çare bulamayarak bu iftirayla aziz İslam dinini yalanlarına hedef alıp demişlerdir ki: "Bu hüküm iki defa helal edilip daha sonra feshedilmiştir" Ve yine, "Bu hüküm ikiden fazla, hatta yedi defaya kadar helal olmuş ve sonra haram edilmiştir!!!"

Evet; Hulefa Mektebi uleması kendilerini bu çelişkili hadislerin doğruluğunu kabullenmek zorunda gördükleri müddetçe aziz İslam dini bu hakaretlerden güvende kalmayacaktır.

Hulefa Mektebi uleması mut'a nikahını yasaklamak konusunda bu uydurma hadislerden yeteri kadar yararlanmışlardır. Hicretin üçüncü yılının başlarında Yahya b. Eksem'le[917] Abbasî halifesi Me'mun arasında geçenler bunun açık bir örneğidir. İbn-i Hallikan bu olayı Muhammed b. Mensur'dan şöyle rivayet ediyor:

Şam yolunda Abbasî halifesi Me'mun'la birlikte olduğumuz bir sırada Me'mun münadiye mut'a nikahının helal olduğunu ilan etmesini emretti. Yahya b. Eksem benimle Ebu Ayna'ya, "Sabahleyin erkenden halifenin huzuruna gidin; durumu müsait görürseniz konuşun; aksi durumda susup benim gelmemi bekleyin" dedi. Biz Yahya'nın söylediği gibi Me'mun'un huzuruna gittik; Me'mun dişlerini misvaklıyor ve öfkeli bir şekilde şöyle diyordu: "Resulullah (s.a.a)'in ve Ebubekir'in döneminde iki mut'a vardı; (mut'a nikahı ve temettü haccı) ben onları yasaklıyorum! Ey siyah böcek! Sen kim oluyorsun da Resulullah (s.a.a) ve Ebubekir'in yaptığı bir işi yasaklıyorsun?!"

O sırada Ebu'l Ayna, Muhammed b. Mensur'a işaret ederek, "Halife bunları Ömer b. Hattab hakkında söylüyor" dedi. Böylece susup ses çıkarmadık. Nihayet Yahya gelip oturunca biz de oturduk. Halife, Yahya'ya dönerek, "Neden bu gün rahatsız görünüyorsun?!" diye sordu. Yahya, "İslam dininde çıkan bir bid'at üzdü beni" dedi. Me'mun, "Nedir bu bi'at?" diye sordu. Yahya, "Zinanın helal ilan edilişi!!!" cevabını verdi. Me'mun şaşırarak, "Zina mı?" dedi. Yahya, "Evet, mut'a nikahı zinadır!" dedi. Me'mun, "Nereden söylüyorsun bunu?" dedi. Yahya, "Allah'ın Kitabı ve Resulullah (s.a.a)'in hadisine dayanarak diyorum" dedi; "Çünkü Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de, "Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir;… Ve onlar ırzlarını korurlar. Ancak eşleri, yahut ellerinin sâhip olduğu (câriyeler) hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı da) onlar kınanmazlar. Ama bunun ötesine gitmek isteyen olursa, işte onlar haddi aşanlardır"[918] buyuruyor. Ey müminlerin emiri! Acaba mut'a nikahı yapılan bir kadın cariye sayılır mı?" Me'mun, "Hayır" karşılığını verdi. Yahya, "Acaba böyle bir kadın Allah katında insanın miras alan, miras bırakan, çocuk kendisine ilhak olan ve onun şartlarından yararlanan eşi gibi midir?" dedi. Me'mun, "Hayır" karşılığını verdi. Yahya, "O halde Kur'an'ın hükmü gereğince kim bu ikisinin (cariye veya insanın sürekli eşi) dışına çıkarsa Allah'ın sınırlarını çiğnemiş ve ona karşı çıkmış olur!" dedi.

Daha sonra şöyle devam etti: "Ey müminlerin emiri! Zuhrî Muhammed b. Hanefiyye'nin oğulları Abdullah ve Hasan'dan, babaları kanalıyla Ali b. Ebutalib (a.s)'dan şöyle rivayet etmiştir: Resulullah (s.a.a) bana mut'a nikahının helal olduktan sonra yasaklandığını ve haram olduğunu ilan etmemi emretti." Bunun üzerine Me'mun bize dönerek, "Bu rivayet Zuhrî'den sabit olmuş mudur?" diye sorudu. Biz, "Evet, ey müminlerin emiri. Aralarında Malik (r.a) de olan bir grup onu rivayet etmiştir" dedik. Me'mun, "Esteğfirullah; mut'anın haram olduğunu ilan edin" dedi ve böylece mut'a nikahının haram olduğunu ilan ettiler.

Kadı, fakih Ebu İshak İsmail b. Hammad b. Zeyd b. Dirhem-i Ezdî Malikî Basrî, Yahya b. Eksem'i büyük bir kişi olarak övdükten sonra, "İslam tarihinde onun parlak bir dönemi var" söyleyip yukarıdaki olayı anlatıyor.[919]

Hulefa Mektebi uleması bu konuda birileriyle tartışırken delil olarak yukarıdaki hadisleri gösteriyor ve halife Ömer'in, "Resulullah (s.a.a)'in döneminde iki mut'a vardı; ben onları yasaklıyorum ve kim bunları yaparsa onu cezalandırırım" şeklindeki sözüne karşı, "Halife böyle içtihad etmiştir" diyorlar! O halde bu sözlerden şu sunuca varıyoruz: Allah Teala böyle buyurmuş, Resulullah (s.a.a) de böyle emretmiş; fakat halife Ömer bu şekilde içtihad etmiştir![920]

Buraya Kadar İşlediklerimizin Özeti

Halife Ömer'in, "Resulullah (s.a.a)'in döneminde iki mut'a vardı; ben onları yasaklıyorum ve kim bunları yaparsa onu cezalandırırım" şeklindeki sözü mütevatir olarak nakledilmiştir; biz daha önce temettü haccından ibaret olan hac mut'ası konusunda bunu incelemiştik. Mut'a nikahına gelince; Hulefa Mektebine göre erkeğin iki şahit huzurunda bir kadını velisinin izniyle belli bir zamana kadar nikahlaması ve bunun karşılığında aralarında anlaştıkları şeyi kadına vermesidir. Bu nikahta belirlenen süre bitince de erkeğin artık o kadın üzerinde bir hakkı kalmaz. Kadın bu evlilikten hamile kalmışsa çocuğun o erkeğe ait olduğu anlaşılması için rahmini temiz tutar; başka biriyle ilişki kurmaz. Aksi durumda kadın başka bir erkekle evlenme konusunda serbesttir. Kadının başka bir erkekle evlenmek için beklemesi gereken müddet bir defa aybaşı (adet) görmesidir.  Bu evlilikte erkekle kadın birbirlerinden miras almazlar; evlilikte belirlenen süre bittikten sonra bu evliliği sürdürmek isterlerse erkek kadın için başka bir mehir belirtip önermelidir.

Ehlibeyt (a.s) Mektebinde ise, kadın veya vekili ya da -eğer küçükse- velisi onu evlenmesi helal olan ve soy, sebep, süt kardeşi olma, iddet veya başka birinin eşi olma gibi engellerin olmaması şartıyla bir erkekle belli bir mehir karşılığında, belli bir süreye kadar evlendirir. Belirlenen süre bitmesiyle veya erkek geri kalan süreyi kadına bağışlamasıyla kadınla erkek birbirlerinden ayrılırlar. Kadın, eğer kocası kendisiyle ilişkide bulunmuşsa ve yaiselik yaşına da varmamışsa, aybaşı gören kadınlardansa iki defa aybaşı (adet) görmelidir; aksi durumda kırk beş gün iddet tutmalıdır. Fakat eğer kocası onunla ilişkide bulunmamışsa iddet tutması gerekemez. Bu evlilikten meydana gelen çocuk da sürekli evlilikten dünyaya gelen çocuk hükmündedir. Bu evlilikte karı - koca birbirlerinden miras almazlar.

Kur'an-ı Kerim'de Mut'a Nikahı

Allah Teala şöyle buyuruyor: "O halde onlardan yararlanmanıza karşılık, kesilen ücretlerini bir hak olarak onlara verin. Hakkın kesiminden sonra karşılıklı anlaşmada üzerinize bir günâh yoktur." Nisa, 24.

İbn-i Abbas'ın mushafında ise şöyle geçer: "O halde onlardan belli bir süreye kadar yararlanmanıza karşılık…" Bu ayeti Ubey b. Ka'b, İbn-i Abbas, Said b. Cubeyr ve Sudey de bu şekilde okumuş, Kadate ve Mucaid de böyle rivayet etmişlerdir.

Resulullah (s.a.a)'in Sünnetinde Mut'a Nikahı

Abdullah b. Mesud'da şöyle rivayet edilmektedir: "Resulullah (s.a.a) bir gömlek karşılığında bile belli bir süreye kadar nikah yapmamıza müsaade etti." Daha sonra şu ayeti okudu: "Ey inananlar, Allâh'ın size helâl kıldığı güzel ve temiz şeyleri (kendinize) harâm etmeyin, sınırı aşmayın." (Maide, 87)

Cabir ve Seleme b. Evke'den ise şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.a)'in münadisi çıkarak şöyle ilan etti: "Resulullah (s.a.a) faydalanmanıza, yani mut'a nikahı yapmanıza izin verdi."

Subre-i Cuhni'den de şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.a) mut'a nikahı yapmamıza izin verdi. Bunun üzerine bir kişiyle birlikte Benî Amir kabilesinden bir kadına giderek kendimizi ona sunduk. Kadın, "Karşılığında ne vereceksiniz?" diye sordu. Ben, "Abamı vereceğim" dedim… Kadın, "Seninle aban bana yeter" dedi. Ben üç gün onunla kaldım. Daha sonra, "Kim mut'a nikahı yapmışsa, artık onu serbest bıraksın" buyurdu…

Ebu Said-i Hudri'den ise şöyle rivayet edilmektedir: "Biz Resulullah (s.a.a)'in döneminde bir gömlek vererek mut'a nikahı yapıyorduk."

Ebubekir kızı Esma şöyle demiştir: "Biz Resulullah (s.a.a)'in döneminde böyle yapıyorduk."

Cabir b. Abdullah-i Ensarî ise, "Biz Resulullah (s.a.a), Ebubekir ve Ömer'in döneminde bir avuç hurma ve un karşılığında mut'a nikahı yapıyorduk; fakat Ömer'in hilafetinin sonlarında Amr b. Hureys bir kadınla mut'a yaptı ve kadın hamile kaldı. Bu haber Ömer'e ulaşınca mut'a nikahını yasakladı" demiştir.

Başka bir rivayette, "Amr b. Huşeb Benî Amir b. Luî kabilesinden bekar bir kızla mut'a nikahı yapınca kadın hamile kaldı. Bunun üzerine Ömer, neden erkekler adil şahitler tutmadan mut'a nikahı yapıyorlar?! Bundan böyle erkekler şahit tutmadan böyle bir şey yapacak olurlarsa had uygularım, dedi ve halk da onu kabul etti" şeklinde geçer.

Ayrı bir rivayette ise şöyle kaydedilir: Rabia b. Ümeyye b. Halef, iki kadının şahidin tanıklığıyla bir ebeyle mut'a nikahı yapması sonucu kadın hamile kaldı. Ömer bunu öğrenince minbere çıkarak, "Daha önce bilseydim onu taşlatarak öldürtürdüm" dedi.

Bir rivayete göre; Seleme b. Umeyye, Hakim b. Ümeyye'nin azad ettiği bir cariye ile mut'a nikahı yaptı. Cariye bir çocuk doğurunca Seleme o çocuğun kendisinden olduğunu inkar etti. Ömer bu olayı duyunca mut'a nikahın yasaklayarak, "Bundan sonra bir kadınla mut'a nikahı yapmış olan bir erkeği yanıma getirecek olsalar, eşi olursa onu taşlatarak öldürtürüm; aksi durumda ona kırbaç vurdurturum" dedi.

Ömer'in yasaklamasından sonra mut'a nikahı İslam toplumunda haram ilan edildi ve onun diretmesi sonucu bu hüküm bu şekilde yerine oturdu.

Bir rivayette şöyle geçer: Bir gün Ümran b. Sevade, Ömer'e şöyle dedi:

- Müsaade edersen sana bir nasihat edeyim.

- Bana nasihat eden sağ olsun.

- Ümmet, hac aylarında helal olan temettü umresini Resulullah (s.a.a) ve Ebubekir yasaklamadığı halde senin yasaklamanı kınıyor.

- İnsanlar hac aylarında umre yapacak olurlarsa doğru ve güzel bir iş yapmış olurlar; fakat bu durumda Mekke artık boş kalır, kimse oraya gitmez; ben bunu önlemek için böyle bir emir verdim ve doğru bir şey yaptım.

- Diyorlar ki, Allah Teala mut'a nikahına izin verdiği halde Ömer yasakladı; biz daha önce bir avuç hurma karşısında üç gün mut'a nikahı yapıyor ve daha sonra ayrılıyorduk!!

- Resulullah (s.a.a) onu sıkıntı durumunda helal kılmıştır; fakat daha sonra insanlar rahatlığa kavuştular; şimdi isteyen bir avuç hurma veya un karşılığında daimi nikah yapıp üç gün sonra da talakla ayrılabilir! -Bu konuda da benim görüşüm isabetlidir-

Allah Teala'nın helal kıtlığı hac mut'ası (temettü umresi)ni kimsenin yılın diğer günlerinde umre yapmak için Mekke'ye gitmeyeceği ve Mekke'nin boş kalacağı bahanesiyle yasaklamak caiz midir?!

Mut'a nikahında da; acaba yolculuk yapmak Resulullah (s.a.a)'in döneminin insanlarına mı hastı ve bu nedenle mi insanlar o hazretin izniyle yolculukta mut'a nikahı yapıyorlardı? Diğer asırlarda yolculuğu aylar ve bazen yıllar boyu süren bir yolcu ne yapsın? Herhangi bir nedenle kendi şehir ve memleketinde evlenemeye kimseler iç güdülerine sırt çevirebilirler mi? Acaba bu dudumdaki bir kişi gizlice zina mı yapacak, yoksa günümüzde bir çok yerlerde yaygın olduğu gibi toplum onun açıkça zina yapmasına müsaade mi edecektir?!

Halife, "Bir avuç hurma ve unla daimi nikah yapıp üç gün sonra talakla ayrılsınlar" söylemiştir. Kadın ve erkek evlenmeden önce böyle bir anlaşma yaparlarsa, bu zaten geçici evlilik (mut'a nikahı)dır. Fakat eğer erkeğin böyle bir niyeti olur da onu kadından gizlerse, kadına karşı ihanet ve hile yapmış olur ve İslam dini bunu asla kabul etmez.

Ömer'in mut'a nikahı hakkında bu sözü ve diğer sözleri ve yine Resulullah (s.a.a)'in ashabının hadisleri ve onların Resulullah (s.a.a), Ebubekir ve hatta Ömer'in kendi döneminde mut'a nikahı yaptıklarını söylemeleri, mut'a nikahının yasaklanmasıyla ilgili Resul-i Ekrem (s.a.a)'in dilinden rivayet edilen tüm hadislerin Ömer'in hilafetinden sonra uydurulduğu anlaşılmaktadır. Aksi durumda halife Ömer kendisini eleştirenlere o hadislerle delil getirir ve sahabe de mut'a nikahının Ömer'in hilafetinin sonlarında yasaklandığını iddia etmezlerdi. Nitekim Ali (a.s) ve İbn-i Abbas, "Eğer Ömer mut'a nikahını yasaklamasaydı, kalbi katılaşanlardan başka kimse zina yapmazdı" demişlerdir.

Resul-i Ekrem (s.a.a)'in vefatından sonra mut'a nikahının helal olduğu konusunda sebat gösteren sahabeler Emirulmüminin Ali (a.s), İbn-i Mes'ud, İbn-i Abbas, Ebubekir kızı ve Abdullah b. Zübeyr'in annesi Esma, Ebu Said-i Hudrî, Cabir b. Abdulah-i Ensarî, Seleme b. Ümeyye, Muaviye b. Ebusüfyan, İmran b. Hasin ve tabiinden Tavus, Ata, Said b. Cubeyr, diğer Mekke fakihleri ve bütün Yemen halkıdır.

Fakat halife Ömer'in yasağını izleyenlere gelince; onlardan bazıları yalan yere Resulullah (s.a.a)'e isnat edilen rivayetlere güvenmişler ve bazıları da halifenin bu konuda içtihat ettiğini söyleyip onun içtihadını din ve bir şeriat kanunu olarak kabul etmişlerdir.

* * *

Yukarıda halifelerin İslam hükümlerinde kendi görüşlerine dayanarak din adına görüş belirtmelerinden bazı örneklere değindik ve izleyicilerinin de bunu "içtihad" diye adlandırdıklarına şahit olduk. Hulefa Mektebinin tarih ve fıkhını izleyen herkes bunun Hulefa Mektebiyle Ehlibeyt Mektebinin ayrılık noktası olduğunu görecektir. Çünkü Ehlibeyt Mektebi izleyicileri bu konuda onlara karşıdırlar. İlerideki konularda inşallah buna değineceğiz.

Şimdi bu bölümde Hulefa mektebinin sahabenin girişiminden vardıkları sonucu ve içtihadın bu mektepte nasıl İslam dininin kaynaklarından biri sayıldığını inceleyeceğiz.

Resulullah (s.a.a)'in Rivayetlerinde Çelişki Nasıl Meydana Geldi?

Son olarak şunu söyleyelim ki, temettü umresi hakkında Resul-i Ekrem (s.a.a)'den rivayet edilen hadisler arasında çelişki olduğunu görmekteyiz. Çünkü bazı rivayetlerde Resulullah (s.a.a)'in ifrad haccı (umresiz hac) yaptığı, hacla umrenin birleştirilmesini yasakladığı söylenirken bazı rivayetlerde de o hazretin Veda Haccında hacda temettü umresi yapılmasını emrettiği ve beraberinde olan bir grubun da temettü umresi yaptığı geçmektedir. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in rivayetlerindeki bu çelişki nasıl meydana geldi?

Bu sorunun cevabı şudur: Resulullah (s.a.a)'den ifrad haccı yapılıp temettü umresi yapılmaması yönünde rivayet edilen hadislerin tümü ifrad haccı yapılmasını emreden ve temettü umresini yasaklayan halifelerin görüşlerini teyit etmek için uydurulmuştur.

Dolayısıyla buradan anlaşılan şudur: Eğer iki hadisin birbiriyle çeliştiğini görürsek, hangisi hakim gücün istek ve görüşü yönündeyse onu kenara itmemiz gerekiyor.[921]

-7-

İKİNCİ ASIRDAN İTİBAREN İÇTİHAD VE HÜKÜMLERİN SAHABENİN AMELLERİNDEN ÇIKARILIŞI

İçtihad:

Hulefa Mektebinde içtihad, daha önce de değindiğimiz gibi kişinin kendi görüşüne göre amel etmesidir. Bunun kaynağı ise ashap ve halifelerin kendi görüşlerine amel etmeleridir; Hulefa Mektebi izleyicileri de bunu kendilerine örnek edinmişlerdir.

Devalibî[922] bu konuda şöyle diyor: Bazen sahabeye, Allah'ın Kitabı ve Resulullah (s.a.a)'in sünnetinde açık bir nas bularak cevaplayamadıkları bir olayı götürüyorlardı. Bu durumda "rey" de dedikleri içtihada baş vuruyorlardı; yani Ebubekir (r.a)… ve Ömer'in yaptığı iş…

Devalibî daha sonra halife Ömer'in Şureyh ve Ebu Musa'ya yazdığı mektubu tanık getirerek şöyle diyor:

Sahabenin içtihadlarında belli başlı bir kanun ve kural veya herkesçe biline bir ölçü yoktu; onların belirttikleri görüşlerde dayandıkları delil yasamanın hakikatinden hissettikleri şeylerdi…

Daha sonra şöyle devam ediyor: Onların yerine geçenlerin de bunu hissetmeleri ve tanımaları o kadar kolay değildi… İşte bu nedenle onlardan sonra içtihad çok şiddetli ve hissedilir bir değişime uğradı… İçtihad, müçtehidin yaşadığı ortamdan oldukça etkileniyor, müçtehidin dönemiyle Resul-i Ekrem (s.a.a)'in veya Kur'an-ı Kerim'in hükümlerinin iniş dönemi arasındaki mesafe arttıkça fıkıh hükümleri hakkında ihtilaf ve kavga da bir o kadar artıyordu. İşte bu konu müçtehidleri içitihad konusunda bir takım kanun ve kurallar koymaya yönlendirdi; daha sonra bu kurallara usul-i fıkıh ilmi denildi. Bu tarihten itibaren, belli bir kanun ve kural çerçevesine sokulan içtihad, şeraitin gizli hükümlerini elde etmenin ölçüsü sadece kişisel zevk olan ilk dönemdeki içtihatla tamamen ayrıldı.[923]

Devalibî, "Kur'an açısından hükmlerin kaynakları" babında şöyle diyor:

Kur'an-ı Kerim açısından ahkam ve hukukun birinci kaynağı Kur'an ayetleridir.

İkinci kaynağı sünnettir. Bu konuda Allah Teala buyuruyor ki: "Resul size neyi getirirse kabul edin."

Ahkam ve hukukun üçüncü kaynağı icma ve içtihad gibi sünnette kabul edilen şeydir.[924]

Böylece teşri için dört kaynak veya temel ilke belirtildi: Kur'an, sünnet, icmâ, içtihad.

Devalibî diyor ki: Bu söylediklerimizden dördüncü kaynağa içtihad veya rey ya da akıl dendiği anlaşılmaktadır.[925]

Hulefa Mektebinin İçtihadın Doğruluğuna Getirdiği En Önemli Deliller

1- Muaz'ın Hadisi

Sünen-i Dâremî ve diğer kaynaklarda şöyle geçer: Resulullah (s.a.a) Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderdiği zaman ondan, "Nasıl hükmedeceksin?" diye sordu. Muaz, "Halk arasında Kur'an'a uygun hükmedeceğim" dedi. Resulullah (s.a.a), "Ya hükmü Kur'an'da olmazsa?" diye sordu. Muaz, "Resulullah (s.a.a)'in sünnetine müracaat edeceğim" dedi. Resulullah (s.a.a), "Peki Resulullah'ın sünnetinde de olmazsa?" diye sordu. Muaz, "Kendi görüşüme göre davranırım ve bu konuda kusur etmem" dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) onu överek eliyle Muaz'ın göğsüne birkaç defa vurarak, "Elçisinin gönderdiğini muvaffak edecek olan Allah'a şükürler olsun" buyurdu.[926]

2- Amr-ı As'ın Hadisi

Sahih-i Buharî, Sahih-i Müslim, Müsned-i Ahmed ve diğer kaynaklarda -ifade Buhari'nindir- Amr-ı As'tan şöyle rivayet edilir: Resulullah, "Eğer bir hakim hükmeder, içtihad eder de isabetli olursa iki ecir alır; fakat içtihad eder de yanılırsa bir ecir alır" buyurdu.[927]

3- Halife Ömer'in Ebu Musa Eş'arî'ye Mektubu

Halife Ömer'in Ebu Musa Eş'arî'ye yazdığı mektupta şöyle geçer: "Anlamada seni şüpheye düşüren, Kitab ve sünnette olmayan bir konuda işleri birbiriyle kıyasla."[928]

Bunlar Hulefa Mektebinin içtihadın doğruluğunu ispatlamak için getirdikleri en önemli delillerdir; bunun dışındaki diğer delilleri senetlerinin zayıf olması onların maksatlarını açık bir şekilde desteklemediği için tartışmaya gerek duymuyoruz. Yukarıdaki iki hadisi ve Ömer'in Ebu Musa Eş'ari'ye yazmış olduğu mektubu İbn-i Hazm eleştirmiş, Muaz'ın hadisi hakkında şöyle demiştir:

Muaz'ın hadisi reddolunmuştur; onun için bu konuda tartışmaya gerek yoktur. Çünkü bu hadis sadece kimliği belli olmayan Haris b. Amr tarafından nakledilmiştir. Buharî Tarihi Evsat adlı eserinde onun hakkında şöyle yazıyor: Haris ancak bu hadisiyle tanınmaktadır; bu hadis ise doğru değildir.

Ayrıca Haris hadisini kimlikleri belli olmayan Hams halkı kanalıyla nakletmektedir! Ve ilginç olanı şu ki, böyle bir hadisten ne sahabenin döneminde kimsenin haberi vardı ve ne de tabiinin döneminde; nihayet onu sadece Ebu Avn bilinmeyen bir kişiden almış, rey ve içtihad taraftarları Şu'be'nin yanında böyle bir rivayetin olduğunu öğrenince hemen aslı olmayan bu hadisi elde edip dünyanın dört bir yanına yaydılar![929]

İbn-i Hazm bunun peşinden şöyle yazıyor: Bu rivayetin uydurma oluşunun delili şudur: Resulullah (s.a.a)'in ona, "Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetinden bir şey bulamazsan" şeklinde bir şey demiş olması imkansızdır. Çünkü Resul-i Ekrem Allah Teala'nın, "Size Rabbinizden ineni izleyin" buyruğunu ve, "Bugün size dininizi kemale erdirdim" ve yine, "Allah'ın sınırlarını aşan kendi nefsine zulmetmiş olur" buyruğunu almıştı; ayrıca o hazretin dinde görüş belirtmeyi haram kıldığı sabittir…

Bütün bunlara rağmen böyle bir hadis doğru olursa, Muaz'ın, "içtehidu re'yî" şeklindeki sözü, "Hakkı Kur'an ve sünnetten bulmak için ben tüm çabamı harcayacağım ve sürekli onun peşinde olacağım" anlamına gelir.

Ve yine, eğer bu hadis doğru olursa şu iki durumdan hariç değildir: Bu hüküm ya sadece Muaz'a hastır; bu durumda diğerlerinin Muaz'a tabi olmaları gerekiyor; oysa içtihad taraftarları böyle bir şey söylemiş değillerdir. Ya da bu hüküm Muaz'la birlikte diğerlerini de kapsıyordur; bu durumda görüşünü belirten herkes emre uymuş olacak ve herkes haklı sayılacak, hiç kimsenin kendi yolunu tutmada diğerlerine bir üstünlüğü olmayacaktır. Bu durumda çeşitli ve çelişkili görüş ve hükümler arasında hak gizli kalacaktır; bu ise makul olmadığı gibi onların sözlerine de aykırıdır; hatta imkansız olduğu bile söylenebilir. Çünkü bu durumda diğeri de kendisi gibi kendi görüşüne uyduğu için hiç kimse haklı olduğuna bir delil ortaya koyamayacaktır. Onların dayandıkları hadiste içtihad ve rey dışında bir şey geçmemiş ve onlar da o hadiste geçmeyen bir şeyi ona eklemeyi tercih edemezler. Ayrıca hiç kimsenin de diğerine bir üstünlüğü yoktur. Ve apaçık belli ki, Muaz'ın hadisi doğru olursa, bu hadiste cahillerin düşündüğü gibi kendi görüşüne göre bir helali haram veya bir haramı helal edebileceği, bir mirası haksız yere bağışlayabileceği ve bir hakkı sebepsiz olarak engelleyebileceği bir izin verilmiş değildir ona. Bunu hiçbir Müslüman kabul etmiyor ve şeriat de bu söylediklerimiz dışında bir şey söylemiyor.[930] -İbn-i Hazm'ın sözleri burada son buluyor-

İbn-i Hazm, Amr-ı As'ın hadisiyle ilgili olarak da şöyle yazıyor: Amr'ı As'ın hadisine gelince; bu hadis onlara karşı en büyük delildir. Çünkü bu hadiste, müçtehid olan hakimin yanılabileceği gibi isabetli olabileceği de vurgulanmıştır. Eğer böyleyse dinde yanlış hüküm vermek haramdır ve Allah Teala yanlışı teyit etmeyi kesinlikle reva göremez. O halde onların bu delilleri de geçerli değildir.[931]

İbn-i Hazm, Ömer'in Ebu Musa'ya yazmış olduğu mektubun iki senedini eleştirdikten sonra şöyle yazıyor:… Bu doğru değildir. Çünkü birinci senette hadisi terk edilen, hadisinin itibarsız oluşunda icma olan, babasının da kimliği belirsiz olan Kufeli Abdulmelik b. Velid b. Mi'dal geçmiştir. İkinci senette ise el-Kerecî ile Süfyan'ın arasındaki raviler meçhuldürler, bu rivayet mursel ve munkatidir (raviler arasında bağlantı kopmuştur); tek cümlede ifade etmek gerekirse bu hadis merduddur (kabul edilmez).[932]

İçtihad Konusuna Eleştirimiz

Yukarıda aktardıklarımız İbn-i Hazm'ın içtihad konusuna eleştirileriydi; fakat bizim eleştirilerimiz iki konu etrafında yoğunlaşmaktadır:

1- İçtihad teriminin anlamı.

2- Hulefa Mektebinin içtihadın caiz olduğu konusunda ileri sürdükleri üç delilin anlamı.

İçtihad teriminin anlamıyla ilgili daha önce bu terimin hicretin birinci yüz yılında lügat anlamında, yani her işte "çaba harcamak" anlamında kullanıldığına değindik. Muaz ve Amr-ı As'tan nakledilen rivayetlerin senetleri doğru olsa bile içtihad kelimesi bu rivayetlerde sadece bu lügat anlamında kullanılmıştır.

Diğer taraftan bu iki hadisin kullanıldığı yerle söz konusu asıl mevzumuzla hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü her iki hadis fetva verme konusunda kullanılmıştır; oysa bizim söz konumuz ahkamın müçtehidler tarafından teşriinin (yasanmasının) caiz olup olmayışıdır. Halife Ömer'e isnat edilen ve delil olarak getirilen diğer mektuplar da böyledir. Bu mektupların uydurma olduklarını ortaya koyan senetlerindeki zaaf dışında, bunlar İslam hükümlerinin teşriinde değil, sadece fetva verme konusunda kullanılmışlardır.

Fetva verme konusunda da bu hadisler hakimin ihtiyaç duyduğu konularda teşri ve yasama yapabileceğini göstermiyor. Muaz'ın hadisinin onların bu iddialarını ispatladığını sanmaları da ancak bir hayaldir. Çünkü bu hadisin içeriğinden anlaşılan Kitap ve sünnette İslam hükümlerinin iki kısımdır oluşudur: Bazen bunların birinde veya her ikisinde cüzî bir şey -yani özel bir konu- için açık hüküm verilmiştir ve artık bu konuda içtihad yapmaya gerek yoktur; bazen de hüküm genel bir kural içerisinde verilmiştir ki burada hakimin, ihtiyaç duyduğu konuyla bağdaşan genel hükmü tanımak için çaba harcaması gerekiyor. Bu ise içtihadın, kişinin ihtiyaç duyduğu hükmü elde etmek için çaba harcamasından ibaret olan lügat anlamıdır.

Fakat Hulefa Mektebi alimlerinin bu hadisi kullanma şeklinden onların şunu dedikleri anlaşılıyor: Resulullah (s.a.a)'in tebliğ ettiği İslam hükümleri bazı konularda eksiktir; onun için kadılar, müftüler ve hakimlerin İslam dininde dikkat edilmeyen ve hüküm verilmeyen konularda kendi görüşlerine göre hüküm yasamaları gerekir!

İleride, sahabenin davranışından hükümlerin nasıl elde edildiği konusunun peşinden bu mevzuu geniş bir şekilde inceleyeceğiz.

Hükümlerin, Sahabenin Davranışından Elde Edilişi

Devalibî içtihadı şöyle tanımlıyor: İçtihad, üzerinde icma edilmeyen bireysel bir görüştür; bu içtihad üzerinde görüş birliği sağlanırsa icmâ olur; dolayısıyla içtihad önem bakımından icmadan sonra yer alır.[933]

İçtihadı üç kısma ayırmışlardır:

1- Kur'an ve sünnetin nasslarının tefsir ve açıklaması.[934]

2- Kitap ve sünnetteki örneklerinin kıyaslanması.

3- Özel bir nassa değil, sadece tüm nasslardaki şeriat ruhuna dayanan görüş ve rey. Çünkü rey ve görüşün asıl hedefi maslahattır ve nerede maslahat söz konusu olursa Allah'ın hükmü de oradadır ve kesinlikler Müslümanların iyi olduğunu teşhis ettiği her şeyi Allah yanında da iyidir!

Yine şöyle diyor: Resulullah (s.a.a)'den sonra sahabenin döneminde vuku bulan en ilginç içtihadî konu İslam ordularının Irak, Şam ve Mısır fetihlerinde savaşarak elde ettikleri toprakların bölüştürülmesidir. Oysa Kur'an-ı Kerim'in görmezden gelinmez açık nassı ganimetlerin humsunun (beşte biri) beytülmale dönmesi ve "Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Resulüne, onun akrabalarına yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir" ayetinin tayin ettiği yerlerde harcanması, geri kalan beşte dördünün ise Kur'an-ı Kerim'in açık nassı ve Resulullah (s.a.a)'in Hayber savaşındaki sünneti gereğince ganimet olarak o savaşa katılanlar arasında bölüştürmesi gerekirdi. Dolayısıyla ganimet alan İslam savaşçıları Kur'an-ı Kerim'in emri ve Resulullah (s.a.a)'in sünneti gereğince onların Allah ve diğer yerler için belirlenen humsunu alıp ve geri kalanını kendi ararlında bölmesi için Ömer b. Hattab'ın yanına getirdiler.

Fakat Ömer, "Gelecek Müslümanlar yeryüzünün üzerinde çalışan tüm çiftçilerle bölüştürüldüğünü, gelecek neslin geçmiş nesilden miras alarak onların gelirlerini kendilerine has kıldıklarını görürlerse ne olacak halleri? Hayır; ben böyle bir şeyi kabul etmem" dedi.

 

Back Index Next