İÇİNDEKİLER

 

Back Index Next

 

Yezid'in ölümünden sonra Hicaz, Yemen, Irak ve Horasan'da Abdullah b. Zübeyr'e biat edildi. Nihayet Abdulmelik b. Mervan saltanata ulaşınca Abdullah b. Zübeyr'in işine son vermesi için Haccac b. Yusuf-i Sekafî'yi gönderdi. Haccac hicretin 73. yılının Cemadiulahir ayının ortasında Abdullah b. Zübeyr'i öldürerek onun hareketine son verdi.[715]

* * *

Abdullah b. Zübeyr Mekke'de on yıldan fazla hükümet etti. O ve babasının çocukları temettü umresi yapılmaması için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. İşte bu nedenle aşağıdaki rivayetler gereğince onlarla Emirulmüminin Ali b. Ebutalib (a.s)'ın mektebinin izleyicileri arasında oldukça fazla tartışma ve sürtüşmeler çıktı.

Sahih-i Müslim'de şöyle geçer: İbn-i Abbas halkı temettü umresi yapmaya teşvik ediyordu; fakat Abdullah b. Zübeyr buna engel oluyordu…[716]

Sahih-i Müslim ve Sahih-i Buharî'de Ebu Cumre-i Zubaî'den[717] şöyle rivayet edilmektedir:

Temettü umresi yapmak istedim; fakat bir kişi bunu yapmamı engelledi. Ben de İbn-i Abbas'a giderek niyetim açıkladım. İbn-i Abbas bana temettü umresi yapmamı emretti. Bu nedenle eve dönerek uyudum. Rüya aleminde bir kişinin bana, "Umren makbuldür ve haccın doğrudur" dedi. Ben kalkarak tekrar İbn-i Abbas'a gidip gördüğüm rüyayı anlattım. Bunun üzerine İbn-i Abbas tekbir getirerek, "Temettü umresi Resulullah (s.a.a)'in sünnetidir" dedi.[718]

Yine Müsned-i Ahmed ve diğer kaynaklarda (ifade Müsned-i Ahmed'indir) İbn-i Abbası'ın azat ettiği kölesi Kureyb'den[719] şöyle rivayet edilmiştir: İbn-i Abbas'a dedim ki: "Sen, beraberinde kurbanı olmayan ve Ka'be'yi tavaf ettikten sonra umre niyetiyle ihramdan çıkmayan kimsenin haccı doğru değil; beraberinde kurbanlık olan kimse ise hac ve umresini birleştirmelidir, diyorsun. Diğerlerinin söyledikleriyle farklı olan bu sözünle anlatmak istediğin nedir?" dedim.

İbn-i Abbas şöyle dedi: Vay haline! Resul-i Ekrem (s.a.a) ashabıyla birlikte sadece hac yapmak için hareket etmişlerdi. Sonra Resulullah (s.a.a), beraberinde kurbanlık getirmeyenlerin Ka'be'yi tavaf etmelerini ve temettü umresi niyetiyle ihramdan çıkmalarını emretti. Onlardan biri Hazrete, "Ya Resulullah! Biz hac yapmak için gelmiştik" dedi. Resulullah (s.a.a) ise, "Bu hac değil, umredir" cevabını verdi.[720]

Temettü Umresi Konusunda İbn-i Abbas ve İbn-i Zübeyr'in Delilleri

Müslim kendi Sahih'inde Müslim-i Kura'dan şöyle rivayet etmişti: İbn-i Abbas'a temettü umresinin hükmünü sordum; İbn-i Abbas temettü umresine izin verdi; oysa Abdullah b. Zubeyr onu yasaklamıştı. İbn-i Abbas bunu duyunca şöyle dedi:

Bu Abdullah b. Zübeyr'in annesi Resulullah (s.a.a)'in temettü umresi yapmayı emrettiğini söylüyor. Gidin ondan sorun, dedi!

Ravi diyor ki, Abdullah b. Zübeyr'in annesinin yanına gittik. Şişman ve gözleri kör yaşlı bir kadındı.

O, bize, "Resulullah (s.a.a) temettü umresinin yapılmasını emretmiştir" dedi.[721]

Zadu'l - Mead kitabında, Abdullah b. Zübeyr'in şöyle dediği geçer: "İfrad haccı yapın -yani hacla temettü umresini birleştirmeyin- ve bu körünüzün sözünü bırakın."

Bunu üzerine Abdullah b. Abbas, "Kalbi kör olan sensin. Neden bu konuyu annenden sormuyorsun?" dedi. Abdullah b. Zübeyr birini annesine gönderip gerçeği öğrenmek istedi. Annesi, "İbn-i Abbas doğru söylüyor" dedi; "Biz hac yapmak için Resulullah (s.a.a)'le birlikte hareket etmiştik. Resulullah (s.a.a)'ın emri üzerine onu umre olarak tamamladıktan sonra ihramdan çıktık ve böylece ihram nedeniyle haram olan şeyler bize helal oldu; öyle ki kadın ve erkeklerin kokuluklarından güzel kokular etrafı sardı.[722]

Urve b. Zübeyr[723] ve İbn-i Abbas'ın Delilleri

Müsned-i Ahmed'de şöyle geçer: Urve b. Zübeyr, İbn-i Abbas'a, "Ey İbn-i Abbas! Daha ne kadar insanları saptıracaksın!" dedi. İbn-i Abbas, "Ey Urvecik! Neden bahsediyorsun?" dedi. Urve, "Bize hac aylarında umre yapmamızı emrediyorsun; Ebubekir ve Ömer bundan sakındırmıştır!" dedi. İbn-i Abbas, "Fakat Resulullah (s.a.a) bunu yapmıştır…" cevabını verdi.[724]

Başka bir rivayete göre İbn-i Abbas, Urve'ye şöyle cevap vermiştir: "Onların helak olacaklarını adeta görüyorum. Ben onlara Resulullah (s.a.a)'in bu ameli yapmayı emrettiğini söylüyorum. Fakat onlar Ebubekir ve Ömer'in bundan sakındırdı, diyorlar!"[725]

Diğer bir rivayete göre Urve, "Ey İbn-i Abbas! Halka temettü umresi yapma fetvası veriyorsun; Allah'tan hiç korkmuyor musun?!" dedi. Bunun üzerine İbn-i Abbas, "Ey Urvecik bu konuyu annenden sor" şeklinde karşılık verdi. Urve, "Ebubekir ve Ömer umre yapmamışlardır" dedi! Fakat İbn-i Abbas, "Ben Resulullah (s.a.a)'ten söylüyorum, siz ise bana Ebubekir ve Ömer'den cevap veriyorsunuz?!" dedi.[726]

Yine Zadu'l - Mead'da geçen başka bir rivayette umre konusuyla ilgili Urve b. Zübeyr'in kimliği belirsiz bir kişiye şu şekilde delil getirdiği geçer: Urve b. Zübeyr ashaptan bir kişiye, "Sen halka Zilhiccenin ilk on gününde temettü umresi yapmayı emrediyorsun; oysa bu günlerde umre yapılmaz!" dedi. Adam, "Bu konuyu neden annene sormuyorsun?!" dedi. Urve, "Ebubekir ve Ömer umre yapmamışlardır!" dedi. Bunun üzerine adam şöyle dedi: "İşte bu nedenle kendinizi helakete düşürmüşsünüz. Allah Teala kesinlikle sizi cezalandıracaktır. Ben size Resulullah (s.a.a)'ten konuşuyorum; siz ise bana Ebubekir ve Ömer'in davranışından bahsediyorsunuz!" Urve, "Vallahi! Ebubekir ve Ömer, Resulullah (s.a.a)'in sünnetini senden daha iyi biliyorlardı" diyince adam susup konuşmadı.[727]

Kimliği belirsiz olan bu adamın Abdullah b. Abbas olduğunu görmekteyiz.

Yine Mecmau'z - Zevaid kitabında, Urve b. Zübeyr'in İbn-i Abbas'la görüşerek ona şöyle dediği geçer: "Ey İbn-i Abbas! Uzun zamandan beridir halkı saptırmakla uğraşıyorsun?" dedi. İbn-i Abbas, "Ey Urvecik! Neden bahsediyorsun?" diye sordu. Urve, "Adamın biri hac yapmak veya umre için ihrama girip hareket ediyor; Ka'be'yi tavaf ettikten sonra sen onun ihramdan çıkması gerektiğine fetva veriyorsun; oysa Ebubekir ve Ömer bunu yasaklamışlardır!" dedi! İbn-i Abbas, "Eyvahlar olsun sana! Sen Ebubekir ve Ömer'i mi öne geçiriyorsun, yoksa Allah'ın Kitabı ve Resulullah (s.a.a)'in ashap ve ümmeti arasındaki sünnetini mi?" dedi. Urve, "Ebubekir ve Ömer Allah'ın Kitabı ve Resulullah (s.a.a)'in sünnetini benden ve senden daha iyi biliyorlardı!" cevabını verdi.

Ravi diyor ki: Urve, İbn-i Abbas'a düşmanlık ediyordu.[728]

Urve b. Zübeyr'in Temettü Umresini Engelleyişi

Sahih-i Müslim'de Muhammed b. Abdurrahman'dan şöyle rivayet edilmektedir: Irak ahalisinden bir kişi, "Urve b. Zübeyr'e, hac için telbiye söyleyen bir adamın Ka'be'yi tavaf ettikten sonra ihramdan çıkıp çıkamayacağını sor. Eğer çıkamaz derse, ona bir kişinin böyle fetva verdiğini söyle" dedi.

Muhammed b. Abdurrahman diyor ki: Ben bunu Urve'den sordum. Urve, "Hac için telbiye söyleyen bir kimse, hac amellerini yapmadan önce ihramdan çıkamaz" dedi. Ben, "Fakat bir kişi böyle fetva veriyor" dedim. Urve, "Yersiz ve yanlış fetva veriyor" cevabını verdi.

Iraklı adam tekrar benimle görüşerek olup bitenleri sordu. Ben de olanları anlattım. Iraklı adam bunun üzerine Urve'ye, bu fetvayı veren kişinin Resulullah (s.a.a)'in ve yine Zübeyr ve Esma'nın böyle yaptıklarını söylediğini bildirmemi istedi.

Muhammed b. Abdurrahman diyor ki: Ben tekrar Urve'nin yanına giderek Iraklı adamın sözlerini ona ulaştırdım. Urve, "Kimdir bu adam?" diye sordu. Ben, "Bilmiyorum" dedim. Urve, "Neden kendisi gelip sormuyor? Bu adamın Iraklı olduğunu sanıyorum" dedi. Ben, "Bilmiyorum" dedim. Bunun üzerine Urve şöyle dedi: "Her halukârda yalan söylüyor. Aişe (r.a) bana dedi ki: Resulullah (s.a.a) hac yaptı ve Mekke'ye girince ilk önce abdest alıp Ka'be'yi tavaf etti. Resulullah (s.a.a)'den sonra Ebubekir de her şeyden önce Ka'be'yi tavaf etti (umre yapmadı). Ebubekir'den sonra Ömer de onun gibi hac yaptı. Sonra ben Osman'ın da ilk işinin Ka'be'yi tavaf etmek olduğunu ve ondan sonra bir şey yapmadığını gördüm. Daha sonra Muhacirler ve Ensar da böyle yaptılar; bunun peşinden başka bir şey yapmadılar.

Bu konuda gözümle gördüğüm son şey Abdullah b. Ömer b. Hattab'ın ameliydi; o da haccını umreye çevirmedi. Abdullah b. Ömer onların yanındadır; neden ondan sormuyorlar?

Ayrıca, gelmiş-geçmiş kişilerden Mekke'ye girdiklerinde her şeyden önce Ka'be'yi tavaf etmeyen ve ihramdan çıkan birisi yoktur. Ben annem ve halamın Mekke'ye girer girmez yaptıkları ilk işin Ka'be'yi tavaf etmek olduğunu ve buna rağmen ihramdan çıkmadıklarını gördüm.

Annem bana kız kardeşi, Zübeyr, falanca ve filancayla sadece umre için geldiklerini ve rüknü meshettikten sonra ihramdan çıktıklarını söyledi. Dolayısıyla o adamın söyledikleri yalandır.[729]

(Burada yazarın konunun lügatleriyle ilgili incelemesini Türkçe okuyucularımız için gereksiz gördüğümüzden çevirmedik. -müt.-)

Bu Rivayetle İlgili Bir Araştırma

Bu rivayette Urve, Resul-i Ekrem (s.a.a)'in tavaftan sonra ne yaptığına değinmemiştir; fakat Ebubekri, Ömer, Osman ve Muaviye'ye nispet verdiği şeylerin tümü doğrudur. Ama, "Gelmiş-geçmiş kişilerden hiç biri… ihramdan çıkan birisi yoktur… Ben, annem ve halamın… tavaf ettiklerini ve ihramdan çıkmadıklarını gördüm… Onun bu konuda söyledikleri yalandır…" şeklindeki sözünün yukarıda geçen çeşitli rivayetlerde doğru olmadığını gördük. Yine Urve'nin annesi ve halasıyla ilgili sözleri, Müslim'in bu rivayetin peşinden annesi Ebubekir kızı Esma'dan naklettikleriyle çelişmektedir. Esma diyor ki:

"Biz ihram bağlayarak Mekke'ye girdik. O sırada Resulullah (s.a.a), beraberinde kurbanlık getirmiş olanlar ihramdan çıkmasınlar; fakat beraberinde kurbanlık getirmeyenler ihramdan çıksınlar, buyurdu. Ben beraberimde kurbanlık getirmediğim için ihramdan çıktım. Fakat Zübeyr, beraberinde kurbanlık getirdiği için ihramdan çıkmadı. Ben ihramdan çıktıktan sonra elbisemi giyerek dışarı çıkıp Zübeyr'in yanında oturdum. Zübeyr bana, kalk yanımdan uzaklaş! dedi. Ben, seni tahrik etmemden mi endişeleniyorsun?! dedim."

Başka bir rivayette şöyle geçer: Zübeyr'in Esma'ya, "Benden uzaklaş, benden uzak dur" dedi. Bunun üzerine Esma, "Seni tahrik etmemden mi korkuyorsun" şeklinde karşılık verdi. Diğer bir rivayette ise, Ebubekir kızı ve Abdullah b. Züyer'in ve Urve'nin annesi Esma'nın azad ettiği kölesi Abdullah'tan şöyle rivayet edilmektedir: Esma sürekli Cuhun'dan[730] geçince Allah'ın selamı Resulü'nün üzerine olsun. Hazretle birlikte burada indik. O dönemde biz fakirdik, durumumuz pek iyi değildi ve yanımızda pek fazla azık ve binek yoktu. Ben, kardeşim Aişe, Zübeyr, falanca ve filanca umre yaptık. Ka'be'yi tavaf ettikten sonra ihramdan çıktık. Ve akşamüzeri tekrar hac için telbiye söyledik.[731]

Nihayet Urve b. Zübeyr'in Abdullah b. Ömer b. Hattab'a nispet vererek, "Abdullah b. Ömer de umreden sonra ihramdan çıkmadı; Abdullah b. Ömer onların yanındadır; gidip ondan sorsunlar!" dediğine şahit olduk. Fakat biz Abdullah b. Ömer'in sözlerinin birbirinden farklı olduğunu ve rivayetlerinin birbiriyle çeliştiğini gördük.

Abdullah b. Ömer'in Temettü Umresiyle İlgili Görüşü

Sahih-i Müslim, Sünen-i Ebu Davud, Sünen-i Nesaî, Tirmizî, Beyhakî ve diğer kaynaklarda (ifade Sahih-i Müslim'indir) Abdullah b. Ömer'den şöyle rivayet edilmektedir: "Resulullah (s.a.a) Veda Haccı'nda umre ve hacı birlikte yaptı. İnsanlardan bazıları beraberlerinde kurbanlık getirmiş ve bazıları da getirmemişlerdi. Resulullah (s.a.a) Mekke'ye girince, "Beraberinde kurbanlık getirenlere, hac amelleri bitinceye kadar ihramlı kimseye haram olan şeylerin hiç biri helal olmaz; fakat beraberlerine kurbanlık getirmeyenler Ka'be'yi tavaf ettikten sonra Safa'yla Merve arasında sa'y yapıp ihramdan çıksın ve sonra bir kez de hac için telbiye söylesinler…"[732]

Tirmizî kendi Sünen'inde Abdullah b. Ömer'in oğlu Salim'den, halkın babasının (Ömer'in) temettü umresini yasaklayan bu sözüne itiraz ettiklerini nakletmiştir. Şöyle ki: Şamlı bir kişinin Abdullah b. Ömer'den hac aylarında temettü umresi yapmanın hükmünü sorduğunu duydum. Abdullah, "Helaldir" dedi. Şamlı adam, "Fakat baban bunu yasaklamıştı" dedi. Abdullah, "Sen ne dersin? Eğer babam bir şeyi yasaklar, fakat Resulullah (s.a.a) onu yaparsa; acaba babamın mı emrine uyarsın, yoksa Resulullah (s.a.a)'in mi?" dedi. Şamlı adam, "Elbette Resulullah (s.a.a)'in emrine uyarım" dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Ömer, "O halde bilesin ki Resulullah (s.a.a) temettü umresi yapmıştı" dedi.[733]

Başak bir rivayette ise şöyle geçmiştir: "Resulullah (s.a.a) hac amellerinden önce umre yapmıştır."[734]

İbn-i Kesir şöyle yazmıştır: Abdullah b. Ömer temettü umresi konusunda babasının aksine fetva veriyordu. Ona, "Baban temettü umresini yasaklamıştır!" diyorlardı. Fakat o, "Ben gökten size taş yağmasından korkuyorum; biz Resulullah (s.a.a)'in sünnetine mi uymamız gerekiyor, yoksa Ömer b. Hattab'ı sünnetine mi?" cevabını veriyordu.[735]

Temettü umresi konusunda Abdullah b. Ömer'den bu tutumun aksini de rivayet etmişlerdir.[736] Abdullah b. Ömer'in bu konuda farklı fetvalar vermiş olmasının nedeni, bu fetvaları değişik zamanlarda vermesi olabilir. Örneğin, eğer bir kişi babasının veya Osman'ın hilafeti döneminde ondan böyle bir şeyi sorsaydı, ona zaman şartları ve hakim gücün isteği doğrultusunda bir cevap verirdi. Fakat eğer Abdullah b. Zübeyr ve Ümeyyeoğulları'nın onunla çekişmeleri döneminde böyle bir şey sorulsaydı, zamanın hükümetine rahat bir şekilde muhalefet ederdi.

Böylece bu dönemde temettü umresi hakkında şiddetli bir ihtilaf ve ikilik çıktı. Hakim gücün çevresi temettü umresini yasaklarken, temettü umresinin yapılmasından yana olan bazıları da Resul-i Ekrem (s.a.a)'in temettü umresi yapılması doğrultusundaki emrini halka bildiriyorlardı. Bunlar, halka Resulullah (s.a.a)'in sünnetini tebliğ eden Cabir b. Abdullah-i Ensarî gibi Hazretin ashabından geriye kalanlardı. Örneğin:

Sahih-i Müslim'de Ebu Nazre'den şöyle rivayet edilmiştir: Cabir b. Abdullah-i Ensarî'nin yanında oturduğum bir sırada biri gelerek ona, "İbn-i Abbas'la Abdullah b. Zübeyr temettü umresi ve mut'a nikahı konusunda görüş ihtilafı var" dedi. Cabir, "Biz Resulullah (s.a.a)'in döneminde her ikisini de yapıyorduk. Fakat Ömer onları bize yasaklayınca, bir daha yapmadık" dedi.[737]

Bu ihtilaf bir süre her iki mektebin izleyicileri arasında devam etti. Musa b. Nafi-i Esedî'nin rivayeti bunu ortaya koyan örneklerden biridir. Musa b. Nafi diyor ki: Mekke'ye girdim ve terviyeye  üç gün kala temettü umresi yaptım. Bunun üzerine Mekkeli bir kişi bana, "Senin haccın Mekkî sayılır" dedi. Bunun üzerine hükmü sormak için Ata b. Ebi Ribah'ın yanına gittim. Ata dedi ki: Cabir b. Abdullah-i Esnarî bana, Resulullah (s.a.a)'le birlikte hac yaparken, Hazretin beraberinde kurbanlık getirdiği ve sadece hac için telbiye söylediği halde Mekke'ye girdi, sonra onlara şöyle buyurduğunu söyledi: "Ka'be'yi tavaf edip Safa'yla Merve arasında sa'y ve taksir yaptıktan sonra ihramdan çıkın ki ihramın haramları size helal olsun. Zilhicce'nin sekizinci günü hac için telbiye söyleyin ve daha önce yaptığınız ameli temettü umresi sayın." Halkın, "Biz hac için telbiye söylemiştik; şimdi onu nasıl temettü umresi sayalım?" demeleri üzerine Hazret şöyle buyurdu: "Emrettiğim şekilde yapın; eğer beraberimde kurbanlık getirmemiş olsaydım ben de size söylediğim gibi yapardım. Fakat kurban kesinceye kadar ihram nedeniyle haram olan şeyler bana helal olmaz." Böylece halk itaat edip Resulullah (s.a.a)'in söylediği gibi yaptılar.[738]

Abdullah b. Zübeyr'in hilafeti döneminde de -Abdullah istemediği halde- Resulullah (s.a.a)'in sünnetinin ihyasının başarısının nişanesi belirdi ve halk temettü umresi yapmaya ilgi gösterdiler. Bunu Sahih-i Müslim'de geçen rivayetlerden açık bir şekilde anlamak mümkündür. Örneğin:

Benî Hecim kabilesinden bir kişi İbn-i Abbas'a, "Ka'be'yi tavaf eden herkesin ihramdan çıkabileceği yolunda verilen ve halkı yanıltıp temettü umresine yönelten bu fetvalar da neyin nesidir?" diye sorması üzerine İbn-i Abbas, "İstememenize rağmen bu peygamberinizin sünnetidir" cevabını verdi. Bundan sonraki rivayette ise şöyle geçer: Ka'be'yi tavaf eden bir kimsenin temettü umresinin ihramından çıkacağı her tarafa yayılmıştı.[739]

İbn-i Kayyım, İbn-i Abbas'tan nakledilen yukarıdaki rivayet hakkında şöyle demiştir: "İbn-i Abbas doğru söylemiştir. Beraberinde kurban getirmeyip Ka'be'yi tavaf eden herkes, haccı ister ifrad olsun, ister kıran ve ister temettü, tavaftan sonra hükmen veya farz olarak ihramdan çıkar; bu, hiçbir tartışma götürmeyen bir sünnet olup tıpkı Resulullah (s.a.a)'in, "Gün burada bitince veya gece buradan başlayınca oruçlu kimse iftar etsin" şeklindeki buyruğu gibidir. Oruçlu kimse için bu iftar etmek ister hüküm anlamında olsun, ister iftar vaktinin yetiştiğini belirtsin fark etmez. Aynı şekilde Ka'be'yi tavaf eden kimse ister hükmen ihramdan çıksın, ister ihram değil, serbestlikten yararlanma vakti olsun, o zamanda ihramdan çıkmak gerekir. Bu, beraberinde kurbanlık getirmeyenlerin vazifesidir ve sünnette bu konu açık bir şekilde bildirilmiştir.

İbn-i Abbas'tan naklen Ebu Şe'şa'dan şöyle rivayet edilmiştir: İbn-i Abbas, "Hac için telbiye söyleyen herkes, istese de istemese de tavaftan sonra ameli umre sayılır" dedi. Ben ona, "Halk senden böyle bir şeyi kabul etmez!" dedim. İbn-i Abbas, "İstemeseler bile bu peygamberlerinin sünnetidir" dedi.[740]

İbn-i Abbas kendi döneminde Resul-i Ekrem (s.a.a)'in sünnetinin ihyası uğrunda bu şekilde çaba harcıyor, Ehlibeyt (a.s) mektebi izleyicilerinden Cabir b. Abdullah-i Ensari gibi kimseler de bu yolda ona yardımcı oluyorlardı; nihayet bu kişiler tarafından ve onların peşinden temettü umresi Hulefa Mektebinde de söz konusu edilmeye başladı.

İbn-i Hazm'ın Mensur b. Mu'tamer'den[741] rivayeti bu konuyu teyit etmektedir. Mensur diyor ki: Hasan Basrî'nin[742] hac yaptığı yılda ben de onunla birlikte hacca gittim. Mekke'ye ulaştığımızda adamın biri Hasan'ın yanına gelerek, "Ey Ebu Said!" dedi, "Ben Horasanlıyım. Çok uzak bir yoldan geldim ve hac için telbiye söyledim." Hasan, "Yaptığın şeyi umre sayarak umreden çık" dedi. Halk Hasan'ın bu sözüne şaşırarak onu kabul etmediler.[743] Hasan'ın fetvası Mekke'de yayılıp herkesin kulağına ulaştı. Nihayet bu fetvayı Ata b. Ebi Ribah'a[744] ulaştırdılar. Ata, "Hasan Basrî doğru söylemiştir; fakat biz bu gerçeği açıklamada uyum içerisinde değiliz!" dedi.[745]

Abbasîler döneminde umre gerçeğini ifşa etme korkusu yok oldu ve onların hilafeti döneminde temettü umresinden her tarafta bahsedildi; Abbasî halifelerinin temettü umresini teyit edip desteklemesinde dedeleri İbn-i Abbas'ın tutumunun önemli bir rolü olduğu söylenebilir. Ve yine Abbasîler döneminde Hanbelî'lerin imamı Ahmed b. Hanbel temettü umresine fetva verdi. Böyle bir fetvanın Hulefa Mektebinde sürüp gitmesi tabii ki doğal bir şeydi.

İbn-i Kayyım'ın şu sözleri de bu konuyu teyit etmektedir: Temettü umresini ister ismini söylediklerimiz ve ister diğerleri Resulullah (s.a.a)'ten rivayet etmiş, tabiinin ileri gelenlerinden bir grup da onlardan alarak rivayet etmişlerdir. Bu rivayetler öyle bir hadde ulaştı ki artık bunun sihhatinde hiçbir şek ve şüphe kalmadı, bu konuda yakin edinilmesine neden oldu. Hiç kimsenin onu inkâr edemez veya böyle bir şey gerçekleşmemiştir diyemez. Bu, Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Ehlibeyti'nin, ümmetin bilgesi ve bilim okyanusu İbn-i Abbas'ın ve arkadaşlarının, Ebu Musa Eş'arî'nin, Ehl-i Sünnet ve hadis imamı Ahmed b. Hanbel'in, onun izleyicileri ve tüm hadis ehlinin görüşüdür.[746]

Böylece temettü umresi konusunda o günden günümüze kadar Resul-i Ekrem (s.a.a)'in sünnetini izleyen Müslümanlardan baskı kalktı.

Halifelerin Görüşlerine Geçerlilik Kazandırmak İçin Uydurulan Hadisler

Buraya kadar Resulullah (s.a.a)'in temettü umresi konusunda cahiliye örf ve adetlerini ortadan kaldırmak için yaptığı girişimleri, Hulefa Mektebinin örf ve adetlerini canlı tutmak için harcadığı çalışmaları ve Ehlibeyt Mektebinin sonunda Müslümanları temettü umresi yapmaya meyillendiren, cahiliye örf ve adetlerini ortadan kaldırıp Resul-i Ekrem (s.a.a)'in sünnetini geri getirip yaşatmak için yaptığı faaliyetleri inceledik.

Şimdi ise halifelerin temettü umresini yasaklama konusundaki tutumlarına geçerlilik kazandırma ve savunmak için hadis uydurmak gibi harcanan çabaları sergileyerek bu konuyu bitirmemiz uygun olacak.

1- Müslim, Ebu Davud, Nesaî, İbn-i Mâce, Beyhakî ve diğerleri Kasım b. Muhammed b. Ebi Bekir'den, Ümmü'l - Müminin Aişe'den şöyle rivayet ederler: "Resulullah (s.a.a) ifrad haccı (umresiz hac) yaptı.[747]

2- Urve b. Zübeyr kanalıyla Aişe'den şöyle rivayet edilmiştir: "Resulullah (s.a.a) ifrad haccı yaptı yapmıştır."[748]

3- Cafer b. Muhammed'den, babasından, Cabir'den şöyle rivayet edilmektedir: "Resulullah (s.a.a) ifrad haccı yaptı."[749]

4- Abdullah b. Ömer'den şöyle rivayet edilir:

a) "Resulullah (s.a.a), Ebubekir, Ömer ve Osman ifrad haccı yapmışlardır."

b) "Resulullah (s.a.a)'le birlikte ifrad haccı için telbiye söyledik."[750]

Başka bir rivayette ise şöyle geçer: "Resulullah (s.a.a) ifrad haccı için telbiye söyledi."[751]

5- Said b. Museyyeb'den şöyle rivayet ediliyor: Resulullah (s.a.a)'in ashabından bir kişi Ömer b. Hattab'ın (r.a) yanına gelerek Hazretin ölüm hastalığında hacdan önce umre yapmayı yasakladığına tanıklık etti.[752]

6- Cabir b. Abdullah-i Ensarî'den şöyle rivayet edilmiştir: "Resulullah (s.a.a), Ebubekir, Ömer ve Osman ifrad haccı yaptılar."[753]

7- Haris b. Bilal'den[754] şöyle rivayet ediliyor: Ben Resulullah (s.a.a)'e, "Ya Resulullah! -Umreyle- haccın sadece bizim için mi feshedildi, yoksa bütün insanlara mı?" diye sordu. Hazret, "Sadece bizim için feshedildi" buyurdu.[755]

8- Muhammed b. Hanefiyye'nin oğulları Abdullah ve Hasan,[756] babalarından Ali b. Ebutalib (r.a)'in ona, "Oğlum! İfrad haccı yap!" buyurduğunu rivayet etmişlerdir.[757]

9- Ebuzerden şöyle rivayet edilmiştir: "Temettü umresi sadece Resulullah (s.a.a)'in ashabına hastı."

10- Ebuzerden nakledilen başka bir rivayette ise şöyle geçer: "Sadece bizim temettü umresi yapmamıza müsaade edilmişti."

11- Ondan nakledilen ayrı bir rivayette ise, "İki mut'a (temettü umresi ve mut'a nikahı) sadece bizim içindir; bizden başkası yapamaz."

12- Abdurrahman b. Ebu Şe'sa'dan[758] şöyle rivayet edilmiştir: Ben İbrahim Nehaî[759] ve İbrahim-i Timî'nin[760] yanına giderek, "Bu yıl temettü haccı (hacdan önce umre) yapmak istiyorum" dedim. İbrahi-i Nehaî, "Baban böyle bir karar vermezdi" dedi. Daha sonra İbrahim Timî kanalıyla babasının şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Rebeze'de Ebuzer-i Gaffarî'nin yanına giderek olayı ona anlattım. Ebuzer, "Temettü haccı sizin için değil, sadece bize hastı" dedi.

Sünen-i Beyhakî'de ise Ebuzer-i Gaffarî'nin haclarını umreye dönüştürenler hakkında, "Bu amel Resul-i Ekrem (s.a.a)'le birlikte hac yapanlara hastı" dediği rivayet edilmiştir.[761]

Bu Rivayetlerin Yetersizlikleri

Hanbelilerin imamı Ahmed b. Hanbel yedinci rivayet hakkında şöyle demiştir: "Haris b. Bilal'in rivayeti benim yanımda sabit olmuş değil; ben onu teyit etmiyorum ve böyle bir kişiyi de tanımıyorum… Haris b. Bilal tanınan ve meşhur bir kişi olsa bile haccın feshedildiğini rivayet eden Resulullah (s.a.a)'in on bir ashabı karşısında yeri ne olabilir?"[762]

Ahmed b. Hanbel'in on bir sahabenin haccın feshedildiğine dair rivayetlerinden maksadı, ihramdan çıkıp umreyle hac arasında tüm helallerden yararlanmaktır. Ahmed b. Hanbel'in "Haris'i tanımıyorum" sözünden de esasen böyle birini tanımadığını değil, onu güvenilir bilmediğini kastetmiş olabilir.

Ahmed b. Hanbel Ebuzer'in rivayeti hakkında şöyle diyor: "Allah Ebuzer'e rahmet etsin. Kur'an-ı Kerim'de "Hac zamanına dek umre yapmak isteyen..." ayeti geçmektedir.[763]

Burada İmam Hanbel'in maksadı şudur: "Bu ayet, bu hükmün, sadece bazılarına has değil genel olup herkesi kapsadığını bildiriyor. Ve Ebuzer gibi birinin böyle bir hükmün aksine bir şey söylemiş olması gerçekten şaşırtıcıdır!" Oysa İmam Hanbel böyle bir rivayetin Ebuzer adına uydurulduğuna dikkat etmemiştir; nitekim bu konuda diğer rivayetleri de başkaları adına uydurup Resulullah (s.a.a)'in umresiz hac yaptığını söylemişlerdir. Veya Emirulmüminin Ali (a.s)'a yalan bağlayarak, oğlu Muhammed-i Hanefiyye'ye, "Oğlum! İfrad haccı yap!" buyurduğunu rivayet etmişlerdir. Oysa daha önce Hz. Ali (a.s)'ın bu konuda Osman'la muhalefetine şahid olmuştuk!

Yine Said b. Museyyeb'den, Resulullah (s.a.a)'in ashabından bir kişinin halife Ömer'in yanına gelerek Resulullah (s.a.a)'in ölüm hastalığında hacdan önce umre yapmayı yasakladığını tanıklık ettiğini rivayet etmişlerdir! Biz bu sahabenin kim olduğunu bilemedik ve halife Ömer'in kendi hayatında ve yine Osman'ın, Muaviye'nin, Zübeyr oğulları ve diğerlerinin neden bu sahabenin sözüne isnat etmediklerini anlayamadık!

Bu rivayetlerin tümü ve benzeri diğer rivayetler daha sonraları halifelerin temettü umresini yasaklama konusunda girişimlerine geçerlilik kazandırmak için uydurularak dillere düşürülmüştür.

Bu konuda İbn-i Kayyım "Zadu'l - Mead" ve İbn-i Hazm "el-Muhallâ" adlı kitaplarında ne de güzel söylemişlerdir. İbn-i Kayyım diyor ki:

Allah şahittir ki, eğer hac için ihram bağladıysak Resulullah (s.a.a)'in emirlerini yerine getirip o hazretin gazap ve öfkesinden sakınmak için onu umreye dönüştürmek bize farz olur. Vallahi Resulullah (s.a.a) bu hükmü ne kendi hayatında feshetmiş ve ne de ondan sonra fesholmuştur; bunun aksine bir kelime bile konuşmak doğru değildir. Resulullah (s.a.a) onu bazı ashabına has kılıp diğerlerini ondan mahrum etmemiştir; tam aksine, Allah Teala bu hükmün Resulullah (s.a.a)'e has olup olmadığını sorması için Surake'nin diline akıtmış ve Hazret de onun ebedi bir hüküm olduğunu buyurmuştur. Nihayet biz bu hadisler ve muhalefeti Resulullah (s.a.a)'i öfkelendiren bu önemli emirden öne geçirmemiz gereken şeyin ne olduğunu anlamış değiliz.

İmam Hanbel (r.a) de Seleme b. Şebib'e ne güzel cevap vermiştir. Seleme kendisine, "Ey Ebu Abdullah! Bir işin dışında senin bütün işlerin güzel ve beğenilirdir" diyince. Ahmet b. Hanbel, "Nedir o?" diye sordu. Semle, "Haccın feshedilerek umreye dönüştürüldüğüne inanıyorsun!" dedi. Bunun üzerine Ahmed, "Ey Seleme! Ben seni akıllı bir kişi sanıyordum! Bu konuda Resulullah (s.a.a)'ten on bir sahih hadis var; senin sözün için bütün hadisleri görmezden mi geleyim?!" şeklinde karşılık verdi.[764]

İbn-i Kayyım daha sonra şöyle devam etti: Haccın feshedilerek umreye dönüştürülmesi konusu Resulullah (s.a.a)'in on dört sahabesi tarafından rivayet edilmiştir ve onların tüm hadisleri sahihtir. Bu kişiler şunlardır: Ümmü'l - Müminin Aişe, Ümmü'l - Müminin Hafsa, Ali b. Ebutalib, Resulullah (s.a.a)'in kızı Fatıma, Ebubekir-i Sıddık'ın kızı Esma, Cabir b. Abdullah, Ebu Said-i Hudrî, Berra b. Azib, Abdullah b. Ömer, Enes b. Malik, Ebu Musa Eş'arî, Abdullah b. Abbas, Subret b. Said-i Cuhnî ve Surake b. Malik-i Mudlicî (r.a).[765]

İbn-i Hazm ise şöyle demiştir: Resul-i Ekrem (s.a.a)'in, "Beraberinde kurbanlık getirmeyen haccını umreye dönüştürüp ihramdan çıkmalıdır" şeklindeki emrini Cabir b. Abdullah-i Ensari ve Resulullah (s.a.a)'in ashabından on beş kişi (r.a) vurgulamış ve yirmi küsur tabiin onlardan bunu rivayet etmişlerdir. Bu konuda tabiinin sözlerini kaydedenlerin sayısını Allah'tan başka kimse bilmiyor. Bu kadar delil karşısında hiç kimse ondan yüz çevirip yerine getirmekten sakınamaz.[766]

Ve yine demiştir ki: Resulullah (s.a.a), "Beraberinde kurbanlık getirmeyen umre yaparak ihramdan çıksın" buyurmuştur ve bu, o hazretin Mekke ve Sefa'da verdiği son emirdir. Resul-i Ekrem (s.a.a) temettü umresinin insanın beraberinde kurbanlık getirmesinden çok daha faziletli olduğunu bildirmiş ve kendisinin böyle bir şeyi yapmadığı için üzülmüştür. Hacdan önce umre hükmünün kıyamete kadar devam edeceğini bildirmiş ve onun için biz de bu hükmün hiçbir zaman kaldırılmadığına eminiz. Bu durumda temettü umresinin kaldırılmasını caiz bilenler kasıtlı olarak Resulullah (s.a.a)'in rivayetine yalan bağlamayı caiz görmüş olur ve eğer bu iş kasıtlı olursa kafir olur. Biz şuna inanıyoruz ki umre hac amelleri içine girmiş ve umresiz hac yapmak caiz değildir; ister hacdan önce yapılan ve kendisiyle hac amelleri arasında serbestlikten yararlanılan temettü umresi olsun, ister hac amellerine yakın olan kıran umresi olsun; bu konuda son söz budur.[767]

İbn-i Hazm sonra şöyle devam ediyor: Ebu Musa Eş'arî, Ebubekir'in hilafeti boyunca ve Ömer'in (r.a) hilafetinin başlarında buna (temettü umresinin yapılmasına) fetva veriyordu. Halife Ömer'in bunu yasakladığını duyduktan sonra, Resulullah (s.a.a)'ten nakledilen rivayet karşısında ondan vazgeçmek hüccet olmaz. Bu konuda bizim delilimiz Ebu Musa'nın Ömer'e söylediği, "Hac amelleri konusunda yeni ne çıkardın?" sözü ve Ömer'in de bunu (bid'at çıkarmayı) reddetmemesidir.

Halife Ömer'in "Hac ve umreyi Allah için tamamlayın" ayetindeki sözüne gelince; Resulullah (s.a.a)'in hac ve umrenin tamamlanması konusunda halka söylemediği hüküm yoktu. Bu ayet de Resulullah (s.a.a)'e inmiş ve Hazret bu ve benzeri ayetleri beyan etmekle görevlendirilmiştir.

Resul-i Ekrem (s.a.a)'in kurbanlık olarak beraberinde getirdiği deveyi kesinceye kadar ihramdan çıkmadığına gelince, Ömer'in kızı Hafsa bunu şöyle açıklamıştır: Ben Resulullah (s.a.a)'e, "Neden halk ihramdan çıktıkları halde siz umre yaparak ihramdan çıkmıyorsunuz?" diye sorunca şöyle buyurdu: "Ben beraberimde kurbanlık getirmişim ve onu kesinceye kadar ihramdan çıkamam" buyurmuştur.

Bu konuyu Ali de rivayet etmişti… ve demiştir ki: "Buna uymak, Ömer'in kişisel görüşünü izlemekten çok daha iyidir."[768]

İbn-i Hazm kitabının başka bir yerinde, haccı umreye dönüştürmenin Resulullah (s.a.a)'in ashabına has olduğunu bildiren rivayetleri getirdikten sonra bunları çürütmek için Surake b. Malik'in kıssasına değinerek şöyle diyor: Resulullah (s.a.a) haccın umreye dönüştürülmesini emredince Surake, "Ya Resulullah! Sadece bu yıl için mi böyledir, yoksa her zaman böyle mi olacak?" diye soruyor. Bunun üzerine Hazret, "Her zaman böyledir" buyurdu.

İbn-i Hazm daha sonra yazıyor ki: "Böylece tahsis ve nash olayı her zaman için olumsuzdur. Ve vallahi bunu duyduktan sonra Resulullah (s.a.a)'in emri karşısında başka birinin sözünü getiren kimse Ümmü'l - Müminin Aişe veya Ümmü'l - Müminin Hafsa ya da onların babaları (r.a) olsa bile kendisini helakete itmiş olur; nerde kaldık ki halk arasında yeri olmayan Haris b. Bilal vb. kişiler tarafından yayılan örümcek ağı gibi gevşek ve zayıf olan temelsiz yalanlar olursa.

Ve kimseye Resul-i Ekrem (s.a.a)'in sadece, "Umre kıyamet gününe kadar hac amellerine dahil oldu" buyruğuyla yetinip, "Resulullah (s.a.a)'in maksadı hac aylarında umre yapmanın caiz olduğudur" söylemek de yetişmez. Cabir ve İbn-i Abbas'ın, "Resulullah (s.a.a), haccın umreye dönüştürülmesi yönündeki emrinin kendi ashabına has veya o yıla has oluşunu reddetmiştir" şeklindeki net ve açık sözlerini görmezden gelmek kimsenin haddine değildir. Kim böyle yaparsa Resulullah (s.a.a)'e açıkça yalan bağlamış olur."

İbn-i Hazm daha sonra şöyle yazmaktadır: Bazıları cesaret ederek İbn-i Abbas'ın, "Müşrikler hac aylarında umre yapmayı yeryüzündeki en çirkin günahlardan biliyorlardı" şeklindeki kesin rivayetine işaret ederek şöyle demişlerdir: "Resulullah (s.a.a), hac aylarında umre yapmanın caiz olduğunu söz ve amelle onlara bildirmek için böyle bir emir vermiştir." Bu çok büyük bir yanlıştır; çünkü her şeyden önce, "Resulullah (s.a.a), hac aylarında umre yapmanın caiz olduğunu halka bildirmek için haccın umreye dönüştürülmesini emretmiştir" iddiasıyla  Resul-i Ekrem (s.a.a)'e yalan isnat etmiş olurlar. Böyle olduğunu kabul etsek bile -böyle olduğunu söylemekten Allah'a sığınıyorum-, bu durumda soruyoruz: "Acaba Resulullah (s.a.a)'in böyle bir emri haklı olarak mı vermiştir, haksız olarak mı?" Eğer, "Haksız olarak vermiştir" söylerlerse kafir olurlar. Ve eğer, "Haklı olarak vermiştir" söylerlerse bu durumda diyoruz ki, Resulullah (s.a.a) bu emri hangi şekilde vermişse versin, bu emirden sonra ona itaat etmek farzdır. Ve eğer bütün bunlar onların söylediği gibiyse, o halde neden beraberlerinde kurbanlık getirmeyenlere has olup beraberlerinde kurbanlık getirenleri kapsamıyor?

Bütün bunlardan daha acısı şudur: Bu sözleri söyleyen cahil, Resulullah (s.a.a)'in her yıl Zilkade ayında ve Mekke'nin fethinden önce ashabıyla birlikte umre yaptığını, Mekke'nin fethedildiği yılın Zilkade ayında da umre yaptığını, Veda haccında Zulhuleyfe'de onlara, "İsteyen umre yapabileceği gibi isteyen de hac ve umre için telbiye söyleyebilir ve yine isteyen sadece hac için telbiye söyleyebilir" buyurduğunu[769] ve Hazretin yanındakilerin de böyle yaptığını biliyor ve kabul ediyor.

Allah'ım! Ey Müslümanlar! Resulullah (s.a.a)'in ashabını (r.a) cehalet ve aptallık mı sarmıştı ki bütün bunlara rağmen ve her yıl Resulullah (s.a.a)'le birlikte ve hac aylarında umre yaptıkları halde, hac aylarında umre yapmanın caiz olduğunu anlayamadılar da haccın umreye dönüştürülmesi için emre ihtiyaç duydular ve bu yolla onu idrak edebildiler?!

Vallahi zır cahil bir kişi bile bu değindiklerimizden çok daha azıyla bile bir gerçeği tanır! İnsan körü körüne taklidi savunmak için asil ve kesin sünnetlerle mücadele etmek için insanın ne kadar cüretkar olması gerekir? Bir defa rezil edici yalanla girişimde bulunur, bir defa kendisini cehalet ve aptallığa vurur, bir defa da temelsiz ve gerçeği olmayan şeyleri uydurur! Allah bize yeter ve O ne güzel vekildir.

İbn-i Kayyım, İbn-i Hazm ve İmam Ahmed b. Hanbel'in mektebinin diğer izleyicileri, temettü umresini inkar edenlerin bu konuyu inkar etmelerinin asıl nedeninin Resulullah (s.a.a)'in sahih ve mütevatir hadislerini bilmediklerinden ve dolayısıyla onlara ışık tutmaya gerek olduğundan değil veya onların zihni bu rivayetleri anlama ve kavrama gücüne sahip olmadığından onlara bu rivayetlerin anlamlarını aktarmak gerektiğinden değil, bunun asıl nedeninin onların izledikleri hedef ve açık hüküm karşısında halifelerin tutumlarına geçerlilik kazandırmaya ısrarlı oluşları ve asırlar boyu bu konuda ayak diretişleri olduğundan gaflet etmişlerdir. İşte bu nedenledir ki onlardan bazıları bu yolda kurbet kastıyla ve Allah rızasını kazanmak için hadisler uydurmuş ve bazıları da Beyhakî gibi onlar için bir takım mazeretler getirmişlerdir.

Bu konuda Beyhakî şöyle diyor: Halife Ömer'in (r.a) umreyi yasaklamaktan amacı, umre ve haccın her birinin ayrı ayrı ve tam olarak yapılmasını istemesidir. Çünkü Allah Teala, "Allah için hac ve umreyi tamamlayın…" buyurmuştur. Ve yine Ka'be'nin yılda iki defa ziyaret edilmesini istiyordu. İşte bu yüzden temettü umresinin hacla birlikte yapılmasını ve böylece halkın yılda sadece bir defa Ka'be'ye gelmelerini istemiyordu.

Başka bir yerde diğerlerini savunarak şöyle diyor: Onlar Ömer b. Hattab'a karşı iyimserliklerinden dolayı bu konuda ona itaat edip onun sünnetini yerine getirdiler.[770]

Bazı alimler de bu konuda hakla batılı karıştırmış, doğruyu yanlıştan ayırt edememişler, bazıları onu temelden inkar ederek reddetmişler, bazıları da halifelerin gidişatlarında içtihad ederek Kitap ve Resulullah (s.a.a)'in sünnetinde hiçbir delili olmayan hükümler çıkarmışlardır! Öyle ki araştırmacı bir kişi bu konuda onları izleyecek olursa doğru ve isabetli bir görüşe varamaz. Bunun en açık delili Nevevî'nin Sahih-i Müslim'e şerhinde kaydettikleridir. Nevevî'nin sözü özetle şöyledir:

Ulema, üç çeşit hacdan hangisinin daha faziletli olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Şafiî, Malik ve çok sayıda diğerleri haccın en faziletlisinin "ifrad haccı", daha sonra "temettü haccı" ve sonra da "kıran haccı" olduğuna inanmaktalar.

Fakat Ahmed ve diğerleri en faziletli haccın temettü haccı olduğunu kabul etmekteler. Ebu Hanife ve bir grup da "kıran haccının" üstünlüğünü kabul etmektedir ve bu iki görüş Şafiî'nin diğer iki görüşüdür.[771]

Daha sonra diyor ki: Doğru olanı, önce ifrad haccının, sonra temettü ve daha sonra da kıran haccının üstünlüğüdür.

Fakat Resulullah (s.a.a)'in yaptığı hacda ve o haccın ifrad haccımı, yoksa temettü veya kıran haccı mı olduğunda ulema kendi mezheplerine göre üç gruba ayrılmış ve her biri kendine göre birini tercih edip Resul-i Ekrem (s.a.a)'in onu yaptığını iddia etmişlerdir…

İfrad haccının tercih edilmesinin delilerinden biri, Resulullah (s.a.a)'den sonra Hulefa-i Raşidin'in (r.a) hepsinin ifrad haccı yapmış olmaları[772] ve böyle bir haccı sürdürmeleridir; yani Ebubekir, Ömer ve Osman'ın yaptığı iş. Fakat bu konuda Ali (a.s)'ın gidişatı farklıdır.[773] Eğer ifrad haccı daha faziletli olmasaydı ve Resulullah (s.a.a)'in de ifrad haccı yapmadığını bilselerdi böyle bir haccı yapmaya devam etmezlerdi. Onların İslam'ın önderleri ve ileri gelenleri oldukları, hayatlarında ve hatta ölümlerinden sonra kendilerine uyuldu için Resul-i Ekrem (s.a.a)'in sünnetine aykırı bir şeyi sürdürmüş olmaları yakışmaz.

Ali ve diğerlerinin bu konuda onlarla ihtilafı ise böyle bir şeyin caiz olduğunu belirtmek içindi.[774] Ve bu, sahih hadislerden net bir şekilde anlaşılmaktadır!

İfrad haccının tercih edilmesinin delillerinden biri de ifrad haccında kurban kesmeye gerek olmadığında icma vardır; bu da onun daha mükemmel ve daha faziletli olduğunu gösteriyor; oysa temettü ve kıran haccında, mikatta olmamayı vs. telafi etmek için kurban kesilmesi gerekiyor. Ve açıktır ki geçmişi telafi edilmeye gerek olmayan bir şey daha iyidir.

Ayrıca, İslam ümmeti hiçbir hoşnutsuzluk söz konusu olmadan ifrad haccının caiz olduğu konusunda ittifak içerisindedir. Oysa Ömer ve Osman temettü ve kıran haccından hoşnut olmadıklarını dile getirmişlerdir. O halde bu delillerle ifrad haccı daha faziletlidir; Allah daha iyi bilir.

"Resul-i Ekrem (s.a.a) bir hac yaptığı ve ashap da bu hacda tanık oldukları tek olayı bildirdikleri halde ashap arasında, Resulullah (s.a.a)'in nasıl hac yaptığı konusunda ihtilaf nasıl çıktı?!" diye sorulacak olursa Kadı İyaz bu konuda şöyle diyor:

Halk bu hadisler (söz konusu ifrad, temettü ve kıran haccı hadisleri) konusunda çok bahsetmişlerdir. Bazıları bu konuda sabırlı ve insaflı davranırken, bazıları kısa görüşlülük ve zorbacılık sergilemiş, bir grup edebiyat yaparak, bir grup kısa, işaretle ve gerçekleri görmezden gelerek bu konuyu geçiştirmişlerdir. Bu konuyu en geniş işleyenler sırasıyla şunlardır: Bu konuda binden fazla sayfa karalayan Ebu Cafer Tahavî-i Hanefî, sonra Ebu Cafer Taberî, sonra Ebu Abdullah b. Ebu Safra, sonra Muhelleb, sonra Kadı Ebu Abdullah-i Murabit ve kadı Ebu'l - Hasan b. Kısar-i Bağdadî ve Hafız Ebu Ömer b. Abdulbirr ve diğerleri…[775]

Daha sonra şöyle devam ediyor: Bütün bu rivayetlerden anlaşılan ve o hadislere en yakın olan, onların sözlerinde yaptığımız incelemeler ve onun seçmelerinden yapığımız seçmelere göre bu konuda söylenmesi gereken en iyi şey şudur: Resulullah (s.a.a) her üç haccın caiz olduğunu bildirmek için halka bu üç çeşit haccı mubah kılmıştır. Çünkü eğer Resulullah (s.a.a) hac çeşitlerinden sadece birinin yapılmasını emredecek olsaydı, diğerlerinin caiz olmadığı sanılırdı. İşte bu nedenle her üç haccı Resulullah (s.a.a)'e nispet vermişlerdir; ashaptan her biri de Resulullah (s.a.a)'in kendisine emrettiği ve mubah ettiği haccı rivayet etmiş ve onu ya Resulullah (s.a.a)'ın kendisine emrettiği için ya da kendi tevil ve içtihadıyla Hazrete nispet vermiştir.[776]

Nevevî, Sahih-i Müslim'e yazdığı Şerh'inin başka bir yerinde Mazirî'den şöyle rivayet etmektedir: Ömer'in yasakladığı mut'a konusunda ihtilaf vardır. Bazıları, bu mut'anın haccın feshedilip umreye dönüştürülmesi olduğunu söylerken, bazıları da hac aylarında umre yapmak ve peşinden de aynı yılda hac yapmak olduğunu söylemekteler. Bu durumda halife Ömer temettü umresinin batıl veya yasak olduğuna inandığı için değil onu, halkı haccın en faziletlisi olan ifrad haccına teşvik etmek için[777] yasaklamıştır.

Yine Kadı İyaz şöyle demiştir: Cabir, İmran ve Ebu Musa'nın rivayetlerinin zahiri, ihtilaf konusu mut'anın haccın umreye dönüştürülmesi olduğunu ve Ömer'in (r.a) insanları sırf hac aylarında temettü haccı yaptıkları için değil, haccı umreye dönüştürdükleri için cezalandırdığını bildiriyor. Çünkü Ömer ve diğer sahabeler haccın umreye dönüştürülmesinin Veda Haccına has olduğuna ve bunun daha önce değindiğimiz nedenle yapıldığına inanıyorlardı.

İbn-i Abdulbirr de şöyle diyor: Allah Teala'nın "Hac (zamanın)a kadar umre ile faydalanmak isteyen kimse…" şeklindeki buyruğundan maksadın, hac aylarında, hac amellerinden önce yapılan temettü haccı olduğunda -Hulefa Mektebi- uleması arasında hiçbir ihtilaf söz konusu değildir…

Hacda yapılan temettü çeşitlerinden biri de kıran haccıdır. Kıran haccında halk kendi şehir ve diyarından hareket ederek tekrar hac amellerini yapmak konusunda serbesttir. Başka bir temettü ise, haccın umreye dönüştürülmesidir. Kadı İyaz böyle diyor.

Fakat ben (Mazirî) şöyle söylememiz daha iyi olur diyorum: "Ömer, Osman ve diğerleri, hac aylarında umre yapıp aynı yılda onun hemen peşinden hac yapmaktan ibaret olan mut'ayı yasaklamışlardır. Onlar bu yasaklamadan sadece halkı çok faziletli olan ifrad haccına teşvik etmeyi amaçlıyorlardı ve bundan başka bir gayeleri yoktu!"[778]

-Nevevî Şerhi'nden özetle naklettiklerimiz burada bitiyor.-

Bu alimlerin hepsi ve bu konuda binlerce sayfa karalayan diğer bilginler Kur'an-ı Kerim'in, "Hac (zamanın)a kadar umre ile faydalanmak isteyen kimse…" şeklindeki ayetini okumuşlar ve Resul-i Ekrem (s.a.a)'in bu konuda çok sayıdaki mütevatir ve sahih hadisleri ve Hazretin temettü umresi yapılmasına dair müekket emirlerini görmüşlerdir. Ve yine Ömer'in bunu yasakladığını, bu yasağa muhalefet edenleri sert bir şekilde cezalandırdığını da okumuşlar ve onun kendisinin bu girişimine getirdiği, hac ve umrenin ifrad şeklinde (ayrı ayrı) yapılmasının daha iyi ve daha kamil olduğu ve bu emirde Mekke halkının daha fazla gelir elde etmelerini de göz önünde bulundurduğu yönündeki mazeretini görmüşlerdir. Bütün bunlara rağmen, bu konuta söylenen çelişkili sözlerde şunlara tanık olmaktayız: Resulullah (s.a.a) ashaptan bir gruba temettü haccını, bir gruba ifrad haccını ve bir gruba da kıran haccını mubah kılmıştır! Ve Resulullah (s.a.a)'ın Veda Haccındaki buyruk ve emirlerindeki ihtilaf nedeniyle bu konuda ulema arasında ihtilaf çıkmıştır ve yine Ömer temettü haccını değil, haccı umreye dönüştürmeyi yasaklamıştır! Ömer, Osman ve diğerlerinin temettü umresini yasaklamalarının nedeni, halkı ifrad haccına teşvik etmek ve ifrad haccının diğer haclardan üstün olmasıdır!

Bu ilim ve bilgi sahiplerinin Kur'an-ı Kerim açık ayetine ve Resulullah (s.a.a)'in sünnetine aykırı olan bir hükmü nasıl daha faziletli ve üstün saydıklarını görüyor musunuz!!!

Veya gerçekten insanları kırbaçlayıp eziyet etmeyi ve başlarını tıraş edip rezil etmeyi nasıl teşvik diye adlandırdıklarına dikkat ediyor musunuz?!

Fakat bütün bunlara rağmen, biz İbn-i Hazm gibi ulemayı kınamakla yükümlü değiliz; aksine yaptıkları ve söyledikleri konusunda onları mazur görmemiz gerekiyor; çünkü onlar hayır severlikleri nedeniyle halifeleri temize çıkarmaya ısrar etmiş ve onları temize çıkarmak için Resul-i Ekrem (s.a.a) ve Ehlibeyt'inin dilinden ve yine sahabesinin ileri gelenlerinin dilinden yalan hadisler uydurup dillere düşürmüşlerdir!

Ve yine bu iyimserlik nedeniyle halifelerin amellerini içtihad sayarak, "Halifeler hayır üzere tevil ve içtihad etmişlerdi" demişler! Buna göre gerçekten bu alimler de yaptıkları ve yazdıklarında hayır üzere tevil ve içtihad etmişlerdir.

* * *

Yukarıda geçenlerden Resul-i Ekrem (s.a.a)'e istinat edilen hadislerde nasıl ihtilaf çıktığını ve bunların asırlar boyu Müslümanlara arasında nasıl yayıldığını gördük. Şimdi şunlara dikkat edin:

İhtilafın Kökü ve Gidermenin Yolu

Sadr-ı İslam Müslümanları Resul-i Ekrem (s.a.a)'in temettü umresi, yani umreyle haccı bir arada yapma yönündeki emrini direkt olarak Hazretin mübarek dudaklarından dudular ve onu duydukları gibi diğerlerine rivayet ettiler. Ve Resulullah (s.a.a) temettü umresindeki sünnetini nasıl yerine getireceklerini onlara öğrettiği gibi onlar da o sünnetleri diğerlerine aktardılar. İşte böylece sadr-ı İslam Müslümanları ve onlardan sonra gelenler Resulullah (s.a.a)'in temettü umresi konusundaki hadis ve sünnetlerini birbirlerine aktardılar ve bu metot halife Ömer'in dönemine kadar bu şekilde devam etti. Nihayet Ömer b. Hattab Müslümanların Resulullah (s.a.a)'in temettü umresindeki sünnetini yerine getirmelerini yasakladı. Osman b. Affan, Mekke hakimi Abdullah b. Zübeyr ve Muabiye b. Ebu Süfyan da bu konuda onu izlediler. Daha sonra Hulefa Mektebi izleyicileri Resulullah (s.a.a)'in temettü umresini, yani hacla umreyi birleştirmeyi yasakladığına dair o hazretin dilinden hadis uydurmaya koyuldular! Ve bu hadisleri sırf hulefa-i raşidinden bazı kişilerin siyasetlerini teyit etmek ve sözde hayır severliklerinden dolayı uydurup yaydılar bunları Resul-i Ekrem (s.a.a)'den olduğunu söylediler! Müslümanlar da uydurma hadisleri elden ele aktarıp Resulullah (s.a.a)'in birinci hadisleriyle bir arada yaydılar.

Ömer b. Abdulaziz hilafete ulaşıp Resulullah (s.a.a)'in hadislerinin yazılmasını emredince her iki kısım hadis, yani hem Resulullah (s.a.a)'ten rivayet edilen sahih hadisler ve hem de uydurma hadisler Hulefa Mektebinin sahih hadis kitaplarında, sünen ve müsnedlerinde yan yana kaydedildi. İşte buradan bu hadisler arasında ihtilaf çıktı ve Müslümanlar arasında ihtilaf ve ikilik baş gösterdi. Resul-i Ekrem (s.a.a)'den rivayet edilen hadislerle, o hazrete nispet verilen uydurma hadisler arasındaki ihtilaf Resulullah (s.a.a)'in sünnetine ters düşen hadisler her ne kadar Sahih kitaplarda kaydedilmiş olsalar bile çıkarılıp atılmadıkça giderilmeyecektir.

Ve yine Resulullah (s.a.a)'in gerçek sünnetine yönelip Hulefa-i Raşidin'e ait olsa bile ona aykırı gidişatlardan yüz çevirmedikçe Müslümanlar arasındaki ihtilaf ve ikilik giderilip aralarında tam anlamıyla vahdet ve söz birliği gerçekleşmeyecektir.

Hulefa-i Raşid'inin Sünnetini İzleme Hadisi

Buraya kadar geçenlerden, Resul-i Ekrem (s.a.a)'tan olduğu söylenen, "Benim sünnetimle hidayet edici Hulefa-i Raşidinin sünnetine sımsıkı sarılıp onu dişinizle, tırnağınızla koruyun"[779] meşhur hadis, her ne kadar Hulefa Mektebinin sahih kitaplarında ve müsnedlerinde geçse bile doğru olması imkansız olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Hulefa-i Raşidinin sünnetlerinde açıkça Resulullah (s.a.a)'in sünnetiyle çelişen şeyler vardır ve Resulullah (s.a.a) hiçbir zaman kendi sünnetiyle çelişen bir sünnete uyulmasını emretmez. Ayrıca, bu hadisin aşağıda sıralayacağımız diğer kusurları da vardır.

Hulefa-i Raşidini İzlemeyi Emreden Hadisin Kusurları

1- Daha önce, bu kitabın birinci cildinde imamet ve hilafet ıstılahları konusunda, Kur'an-ı Kerim, Resulullah (s.a.a)'in hadislerinde, ikinci halife başa geçinceye kadar sadr-ı İslam Müslümanlarının sözlerinde "halife" kelimesinden bütün İslam aleminin hakim ve yöneticisi anlamında değil, bu sözcük Kur'an-ı Kerim, Resulullah (s.a.a)'in sünnetin ve halife Ömer'in dönemine kadar Müslümanların arasında lügat anlamı olan "bir kişinin yerine geçen" ve "kaim makam" anlamında olup "halife" kelimesinden sonraki diğer bir isme eklenerek o kişinin kaim makamı anlamına geliyordu. Nitekim daha sonraki asırlarda da bu anlamda kullanılıyordu.

Dolayısıyla, Resul-i Ekrem (s.a.a)'e nispet verilen bir hadiste veya o dönemde yaşayan bir kişinin sözlerinde halife sözcüğü İslam aleminin en üst hakim ve yöneticisi anlamında kullanıldığını görürse o hadisin uydurma olduğuna emin oluruz.

Yine, Hulefa Mektebi tarafından sadr-ı İslam'daki ilk dört halifenin "Raşidin" diye sıfatlandırılması bazı zorba Emevî ve Abbasî halifelerinin iktidara geçmesinden sonra yapılmıştır. İşte buradan da ilk dört halifeyi "Raşidin" diye tavsif eden hadislerin de ilk dört halifenin döneminden sonra uydurularak yayıldığı anlaşılmaktadır.

2- Bu hadis Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Hulefa-i Raşidin'in sünnetini Allah'ın Kitabı ve o hazretin sünnetiyle eş değer ve bir ayarda tuttuğuna ve İslam'ın teşrii için onu muteber bir kaynak olarak tanıttığına tasrih etmektedir. Böyle bir şeyin Resulullah (s.a.a)'ten uzak olduğu da apaçık bellidir.

3- Resulullah (s.a.a)'in Hulefa-i Raşidin'in sünnetini izlemeyi emrettiği kabul edilirse, bu, o hazretin birbirine zıt ve çelişkili iki şeyin yapılmasını emrettiği anlamına gelir; çünkü o dört Hulefa-i Raşidin arasında temettü umresi konusunda halife Ömer ve Osman'ın sünnetiyle apaçık muhalefet eden ve diğerlerini de ona muhalefet etmeye sevk eden Emirulmüminin Ali (a.s) da var. Bu durumda Resulullah (s.a.a) bir işi yapmaya emrettiği halde aynı zamanda ondan sakındırmış oluyor! Resulullah (s.a.a)'in böyle çelişkili ve birbirine zıt emirler vermiş olması da imkansızdır.

Bütün bunları göz önünde bulundurarak bu hadisin halifelerin siyasetlerini teyit etmek için uydurularak yayılan hadislerin başında geldiğini söylüyoruz.

* * *

Muaviye ve Abdullah b. Zübeyr'in dönemine kadar ilk halifeler Resulullah (s.a.a)'in ashabından olduklarından ve içtihat ve gidişatlarında birbirleriyle çok şiddetli bir şekilde ihtilaf ettiklerinden Hulefa Mektebi izleyicilerinin sahabe hakkındaki, "Ashabın adalet ve güvenirliğinde, İslam hükümlerini onlardan almanın doğruluğunda hiçbir şek ve şüphe yoktur" şeklindeki sözleri doğru olamaz. Biz bu konuyu kitabımızın birinci cildinde, Resulullah (s.a.a)'in sahabesinin adaleti bölümünde inceledik.

Temettü umresi konusunda Osman'la Ali (a.s) arasında geçenleri incelediğimizde Ehlibeyt İmamları (a.s)'ın kendi izleyicilerine Resulullah (s.a.a)'in sünnetine uymayı emrettiklerini, kendilerinin de bu konuda var güçleriyle çaba harcadıklarını ve izleyicilerine de bu alanda çaba harcamalarını emrettiklerini görmekteyiz.

Bu konuda Abdullah b. Zübeyr'le İbn-i Abbas arasında geçenlerden Ehlibeyt Mektebiyle Hulefa Mektebi arasındaki kavga ve tartışmaların örneklerine şahit olup bu kavga ve tartışmaların sırf Hulefa Mektebinin Resulullah (s.a.a)'in sünneti karşısında kendi içtihatlarıyla özel gidişatlarına karşı Ehlibeyt Mektebinin Resulullah (s.a.a)'in sünnetini izlemeye kararlı olmalarından kaynaklandığını gördük.

* * *

Yukarıda geçenlerden İslam dünyasında iki mektebin nasıl ortaya çıktığını anladık: Bir mektep dişi ve tırnağıyla Resulullah (s.a.a)'in sünnetini koruyup o hazretin sünneti karşısında hiç kimsenin içtihat edip kendi görüşü sunmasına müsaade etmeyen ve bu yolda var gücüyle çaba harcayan Ehlibeyt Mektebi, diğer ise içtihada dayanan, Resulullah (s.a.a)'in sahabesi olan halife ve yöneticilerin o hazretin sünneti karşısında içtihat edip görüş belirtme hakkına sahip olduklarına inanan ve bu sahabelerin sünnet ve gidişatlarını diş ve tırnaklarıyla koruyan Hulefa Mektebidir.

* * *

Her iki mektebin tutumları Resul-i Ekrem (s.a.a)'in sünneti etrafında döndüğünden Resulullah (s.a.a)'in sünnetini tanımak ve o hazretin, müçtehitlerin içtihatlarına karışmayan gerçek sünnetini -hadis ve gidişatını- elde etmenin yollarını tanımak için bu kitabımız ve kırk yıldan beridir yayınladığımız diğer kitaplarımızın çeşitli konularını huzurlarınıza sunmak zorundayız. Bu yüzden kınayıcılar ve eleştiriciler bizleri mazur görsünler.

Buraya Kadar Geçenlerin Özeti:

Halife Ömer'in içtihatlarından bahsederken, özellikle temettü umresi konusunda Kureyşi'in cahiliye döneminde hac aylarında temettü umresi yapmayı haram bildiğini ve onu en büyük günahlardan saydığını gördük. Kureyş bu konuda görüşünü şöyle belirtiyordu: Umre yapmak isteyen kimseye, Safer ayı bittikten sonra umre helal olur. Fakat Resul-i Ekrem (s.a.a)'in bu konuda onlara katılmadığını ve hac aylarında dört defa umre yaptığını gördük.

Hacla umrenin birleştirildiği temettü umresinde ise, Allah Teala'nın Kur'an-ı Kerim'de açık bir şekilde, "Hac (zamanın)a kadar umre ile faydalanmak isteyen kimse…" şeklinde buyurduğunu ve Resulullah (s.a.a)'in Veda Haccı'nda bunu sünnet haline getirdiğini görmekteyiz. Çünkü Resulullah (s.a.a) Medine'ye hicret ettikten sonra dokuz yıl boyunca sabredip hac yapmadı. Nihayet hicretin onuncu yılının Zilkade ayında hac yapmaya karar verdi ve bu kararı verince Arap yarımadasının tamamı ve Yemen toprakları Müslüman olmuşlardı. Böyle bir ortamda Resulullah (s.a.a) hac yapacağını ilan etti. Bunun üzerine Hazreti izleyip sünnetine uygun amel etmek isteyen kalabalık bir halk kitlesi Medine'de toplandı.

Resul-i Ekrem (s.a.a) eşleri, Ehlibeyti, muhacirler ve ensar, çok sayıda Arap kabileleri ve sayılarını onları rızıklandıran Allah'tan başka kimsenin bilmediği[780] diğer halk kitleleri Medine'den hareket ettiler.[781]

Çöl insanlarla dalgalanıyordu. Resulullah (s.a.a)'in önünde, arkasında, sağında ve solunda göz alabildiğince insan vardı.[782] Cabir b. Abdullah-i Ensarî bu hareketi şöyle tavsif ediyor:

Resulullah (s.a.a) aramızdaydı. Kendisine Kur'an nazil olan, Kur'an'ın tevilin bilen tek kişi oydu. O hazret ne yapsaydı biz de onu izliyorduk. Bu dalgalanan insan okyanusu Akik vadisine ulaşınca Resulullah (s.a.a) Ömer'e dönerek şöyle buyurdu: "Cebrail inerek bana, hacda umre yap; kıyamete kadar umre hac amelleri arasına girdi, dedi." Asfan'da Serrake Hazret'in huzuruna çıkarak, "Ya Resulullah! Hac amellerini bugün dünyaya gelmişiz gibi gize anlat" dedi. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Allah Teala umreyi hac amellerinizin içine soktu. Mekke'ye ulaştığımızda beraberinde kurbanlık getirmeyenleriniz Ka'be'yi tavaf edip Safa'yla Merve arasında sa'y yaptıktan sonra ihramdan çıksın; fakat beraberinde kurbanlık getirenler böyle yapmasınlar."

Resulullah (s.a.a) Seref'te bunu bütün ashabına bildirerek şöyle buyurdu: "Beraberinde kurbanlık getirmeyenler, isterlerse bunu umre yapabilirler." Aişe diyor ki: Resulullah (s.a.a)'in bu emrini ashaptan bazıları yerine getirirken bazıları da yerine getirmeliler. O hazret bunu Mekke'nin Betha bölgesinde, "İsteyen haccını umreye dönüştürebilir" tebliğini tekrarladı.

Yazar diyor ki: Buraya kadar söylenenlerden Resulullah (s.a.a)'in temettü umresi hükmünü tedricen tebliğ ettiği anlaşılmaktadır.

Resul-i Ekrem (s.a.a) Akik'de, özellikle Ömer'e kendisine vahiy nazil olup kendisinin hacla umreyi birleştirmekle görevlendirildiğini bildirdi. Asfan'da Serrake'ye şöyle buyurdu: "Allah Teala yaptığınız bu hacda umre kılmış, beraberinde kurbanlık getirenler dışında diğerlerinin Ka'be'yi tavaf edip Safa'yla Merve arasında sa'y edenlerin ihramın haramlarının kendisine helal olması için ihramdan çıkmasını bildirmiştir."

Seref'te bütün sahabelere umre hükmünü iblağ ediyor. Fakat bazıları bu hükmü kabul ediyor, bazıları da kabul etmiyorlar. Ve Resulullah (s.a.a)'in bu emrini yerine getirmeyen sahabelerin cahiliye döneminden beri hac aylarında umre yapmayı en çirkin günahlardan sayan Kureyş muhacirlerin olduğu görülüyor.

Bu nedenle Resul-i Ekrem (s.a.a) Veda Haccında beraberindekilere temettü umresi hükmünü tedricen ve yavaş yavaş tebliğ ediyor.

Durum bu şekilde devam etti. Nihayet Safa'yla Merve arasında temettü umresinin kesin hükmünün uygulanma vakti ulaştı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a)'e vahiy inerek müekket emir verildi. Resulullah (s.a.a) o sırada Merve'nin son şavtındaydı. Hacı için telbiye söyleyip baraberlerinde kurbanlık getirmeyen yanındakilere oraya kadar yaptıkları amellerini umre sayıp ihramdan çıkmalarını emrederek, "Daha önce haberim olsaydı ben de beraberimde kurbanlık getirmezdim. Fakat ben saçlarımı bağlayıp beraberimde kurbanlık getirdiğim için kurban kesinceye kadar haramlardan hiç biri bana helal olmaz" buyurdu. Bunun üzerine Serrake, Resulullah (s.a.a)'e, "Hac hükmünü bugün dünyaya gelmişiz gibi bize açıkla. Acaba bu umre sadece bu yıl için midir, yoksa her yıl böyle mi olması gerekiyor?" demesi üzerine Resulullah (s.a.a), "Her yıl böyle olacak" buyurdu ve sonra iki elinin parmaklarını birbirine geçirerek, "Umre kıyamet gününe kadar hac amelleri içerisine girdi" buyurdu ve bu sözünü iki defa tekrarladı.

İşte o zaman hac aylarında umre yapmayı haram bilen sahabeler kıyameti kopardılar. Bu hükmü uygulamak onlar için zor ve tatsızdı. İşte bu nedenle içlerinde gizlediklerini açığa çıkararak, "Ya Resulullah! Bize neler helal olacak?" dediler. Hazret, "Bütün helaller" şeklinde karşılık verdi ve sonra şöyle devam etti: "Bu umredir; biz bundan yararlandık. Dolayısıyla beraberinde kurbanlık getirmeyenler ihramdan çıksınlar; tüm helaller onlara helaldir artık. Kıyamete kadar umre hac amelleri arasına girdi. Tüm helallerden yararlanın. Zilhicce'nin sekizinci günü hac için telbiye söyleyin ve ondan önceki amellerinizi ise umre sayın."

"Biz hac için geldiğimiz halde bunu nasıl umre yapabiliriz?" şeklinde itiraz etmeleri üzerine Resulullah (s.a.a), "Size emrettiğim şekilde yapın; eğer ben de beraberimde kurbanlık getirmeseydim size söylediklerimi kendim de yapardım. İhramdan çıkın ve eşlerinizle ilişkide bulunun" buyurdu. Bunun peşinden her taraftan sesler yükselip itirazlar başladı. Nihayet Hazrete bazılarının, "Arafeye beş gün kala bize ihramdan çıkıp eşlerimizle ilişkide bulunmamızı ve aletlerimizden meni damladığı halde Arafeye gitmemizi emrediyor!" söyleyerek itiraz ettiklerini bildirdiler. Resulullah (s.a.a)'in emrine bu şekilde karşılık verdiler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) öfkelendi ve onlardan yüzünü çevirerek Aişe'nin yanına gitti. Aişe, Resulullah (s.a.a)'in çehresindeki öfkeyi görünce, "Kim öfkelendirdi seni? Seni öfkelendirene Allah gazap etsin" ve başka bir rivayete göre de, "Allah seni öfkelendireni ateşe atsın" dedi. Resulullah (s.a.a), "Emrettiğim halde emrime itaat etmezlerken nasıl öfkelenmeyeyim!" buyurdu.

Daha sonra şöyle bir hutbe okudu: "Bazılarınızın şöyle-böyle söylediklerini bildirdiler bana. Vallahi ben onların hepsinden daha takvalı ve Allah katında daha sevimliyim." Başak bir rivayete göre de şöyle buyurdu: "Benim hepinizden daha takvalı, daha doğru konuşan ve Allah katında daha iyi olduğumu biliyorsunuz. Eğer beraberimde kurbanlık getirmeseydim kesinlikle ben de ihramdan çıkardım." Bunun üzerine, "Ya Resulullah! Aramızdan birinin aletinden meni damladığı halde Mina'ya gitmemizi mi emrediyorsun?" dediler. Hazret, "Evet" buyurdu; "İhramdan çıkın, güzel konu sürünün, eşlerinizle ilişkide bulunun, helallerden yararlanın ve sekizinci günde hac için telbiye söyleyin."

Sonunda bu zorluk ve sıkıntıyla Allah ve Resulünün emrine itaat ettiler ve aybaşı göre Ümmü'l - Müminin Aişe dışında diğerleri hac ayında temettü umresi yaptılar. Resul-i Ekrem (s.a.a) Aişe'ye haccını bitirmesini emretti. Hac bittikten sonra haccının ifrada dönüşmesin diye Aişe'nin kardeşi Ebubekir oğlu Abdurrahman'a umre yapması için onu "Tenim"e götürmesini buyurdu.

Resul-i Ekrem (s.a.a) dünyadan göçtükten sonra yerine Ebubekir geçip hacca giderek ifrad haccı yaptı! Sonra hilafete Ömer geçti ve o da ifrad haccı yaptı. Arafat'ta bir kişinin saçlarını taradığını görüp neden böyle yaptığını sorunca, adam, "Ben umre yaparak ihramdan çıktım ve bugün bir daha da hac için ihram bağladım" dedi. Bunun üzerine Ömer, "Hac ayında umre yapıp onun serbestliğinden yararlanmayın. Temettü umresine izin verecek olursam ağaçlar altında zifaf tahtları kurulur ve oradan da doğru hacca giderler." Dedi. Ve yine, "Hacla umreniz arasında mesafe düşürün; şöyle ki hac ve umrenizin tamamlanması için haccı hac aylarında ve umreyi ise hac ayları dışında yapın" dedi.

Ebu Musa Eş'arî ondan, "Hac amellerinde bu çıkardığın şeyler de neyin nesi?" diye sorunca, "Allah'ın Kitabına müracaat edecek olursa Allah Teala'nın, "Hac ve umreyi Allah için tamamlayın…" buyurduğunu görürüz. Resulullah (s.a.a)'in sünnetine baktığımızda da Hazretin kurban kesinceye kadar ihramdan çıkmadığını görürüz.

Bu ve benzeri hadislerde halife Ömer'in haccın tamamlanması için hacla umre arasında mesafe düşürülmesini gerekli görmüş, umrenin hac ayların dışında yapılmasını emretmiş ve Resulullah (s.a.a)'in kurbanlık olarak getirdiği devesini kesinceye kadar ihramdan çıkmadığını iddia etmiştir. Ebu Musa Eş'arî ve diğerleri de korkularından ona, Resulullah (s.a.a)'in değil bir defa, birkaç defalarca apaçık bir şekilde kendisi beraberinde kurbanlık getirdiği için ihramdan çıkmadığını ve kurbanlık olarak getirdiği devesini kesinceye kadar ihramdan çıkamayacağını buyurduğunu ve umreden yararlanmanın Kur'an-ı Kerim'de geçtiğini söyleme cüretini gösterememişlerdir. Fakat Emirulmüminin Ali (a.s) Ömer'e cevap olarak, "Temettü umresi yapanlar Allah'ın Kitabı ve Resulullah (s.a.a)'in sünnetine uygun amel etmiş olur" buyurdu.

Ömer'in bu delili itirazla karşılaşınca içinde sakladığı gerçek niyetini hutbesinde açığa vurarak, "Resulullah'ın döneminde iki mut'a vardı ki ben onları yasaklıyorum; kim onları yaparsa cezalandırırım" şeklinde söylemek zorunda kalmış olması mümkündür.

Yine halife Ömer şöyle söylemiştir: "Vallahi temettü umresi Allah'ın Kitabında geçtiği halde ve ben Resulullah (s.a.a)'le birlikte onu yapmama rağmen temettü umresi yapmanızı yasaklıyorum!"

Halife Ömer bu açık sözleri ashabın Ali'ye uymasını ve Resulullah (s.a.a)'tan kendi konumunu zayıflatan hadis nakledilmesini engellemek için söylemiştir elbet. Görüyoruz ki kendisi sözlerinde umre yapmayı yasaklamasının nedenini, "Ağaçların altında zifaf tahtları kurulmasından ve halkın saçlarından gusül suyu süzüldüğü halde hac yapmalarından hoşlanmıyorum!" şeklinde belirtiyor.

Diğer bir yerde ise şöyle diyor: "Mekke halkının ziraatı, hayvanı ve bir gelir kaynağı yoktur. Onlar tek gelirlerini oraya giden yolculardan karşılıyorlar!"

Dolayısıyla, Kureyişli halife Ömer ilk kez Veda haccında temettü haccının yapılmasına muhalefete ederek Resulullah (s.a.a)'e karşı söylediği sözlerini tekrarlıyor! Bu konuda doğru olan şudur: Halife Ömer Mekke'de oturan Kureyişli akrabalarının hayrını dilediği için içtihad ve tevil yaparak temettü umresini yasaklamıştır. İşte böylece haccın tamamlanmasından, Allah'ın Kitabı ve Resulullah (s.a.a)'in sünnetine aykırı olsa bile hac ve umrenin birbirinden ayrılmasını ve umrenin hac ayları dışında yapılmasını kastetmiştir!

Halife Ömer'in bu emri üzerine Müslümanlar onun hilafeti döneminde onun sünnetine uyarak ifrad haccı yaptılar. Ondan sonra Kureyişli halife Osman b. Affan da onu izleyerek hac ve umrenin ayrı ayrı ve tam bir şekilde yapılmasını, hac aylarında hacla umrenin birleştirilmesinden kaçınılmasını emretti. O, "Ka'be'yi iki defa ziyaret etmek için umreyi ertelemeniz daha iyidir", dedi. Fakat İmam Ali (a.s) ona muhalefet ederek, "Resulullah (s.a.a)'in bıraktığı sünnete karşı çıkıyor, hac ve umre için bir arada niyet eden muhtaçları ve Ka'be'den çok uzak bölgelerde oturanları göz önünde bulundurmuyor musun?" buyurdu. Bunun üzerine Osman umre yapılmasını yasakladığını inkar ederek, "Ben kendi görüşümü söyledim" dedi.

Fakat başka bir yerde İmam Ali (a.s) ona, "Sen mi umreyi yasaklıyorsun?" diyince, "Evet!" cevabını verdi. İmam Ali (a.s), "Sen Resulullah (s.a.a)'in şahsen umre yaptığını duymamış mısın?" diye sordu. Osman, "Evet, duydum" dedi! Bu cevabı alınca İmam Ali ve arkadaşları açıkça umre için lebbeyk söylediler.

Başka bir rivayete göre de İmam Ali (a.s) ona, "Resulullah (s.a.a)'la birlikte umre yaptığımızı sen de çok iyi biliyorsun" dedi. Osman, "Evet; fakat biz çok korkuyorduk" karşılığını verdi!

Diğer bir rivayette ise İmam ona, "Ne yapmak istiyorsun; Resulullah (s.a.a)'in şahsen yapmış olduğu bir işi mi yasaklıyorsun?" dedi. Osman, "Bırak bizi" şeklinde karşılık verdi. Bunun üzerine İmam Ali (a.s), "Ben Resulullah (s.a.a)'in bırakmış olduğu bir sünneti hiç kimsenin emriyle terk etmem" buyurdu.

Kureyişli Sahabe halife Osman b. Affan, Emirulmüminin Ali (a.s)'ın makam ve mevkiinde olmayanlara sert bir şekilde karşılık veriyor, umre için telbiye söyleyen muhalifleri kırbaçlamalarını ve saçlarını tıraş etmelerini emrediyordu.

Muaviye'nin döneminde, Sa'd b. Ebi Vakkas umre hakkında Muaviye'ye, "Temettü umresi güzel ve beğenilir bir ameldir" dedi. Muaviye, "Fakat Ömer onu yasaklamıştır!" dedi. Muaviye'nin emniyet komiseri, "Temettü umresi yapan kimse Allah'ın emri konusunda cahildir!" diyor ve buna delil olarak da Ömer'in yasaklamasını gösteriyordu!

Muaviye de Resul-i Ekrem (s.a.a)'ten, "O hazret hacla umreyi birleştirmeyi yasaklamıştır" diye bir rivayet uydurmuş ve bunun doğruluğuna sahabeyi tanık tutmuştur. Sahabe kabul etmeyip bu rivayeti reddedince de Muaviye onun doğruluğunda ısrar etmiştir!

Ve yine Muaviye döneminde çok fazla bir şiddet uygulanıyordu. Onun için İmran b. Hasin sırrını ölüm anına kadar sinesinde saklamış, ölümünün yaklaştığını anlayınca güvenilir bir kişiden, "Yaşarsam bunu kimseye söylemeyeceksin" diye söz aldıktan sonra içinde gizlediklerini ona açarak şöyle demiştir: "Resul-i Ekrem (s.a.a) hacla umreyi birleştiriyordu; hayatta olduğu müddetçe onu yasaklamadı ve Allah'ın Kitabında da bu hükmü kaldıran bir ayet nazil olmadı; ancak Resulullah (s.a.a) vefat edince bir kişi kendi reyi ile bu konuda canı istediklerini söyledi.

* * *

O dönemden burada bütün kaydettiklerimiz, o dönemin iki açıdan geçmişten farklı olduğunu ortaya koymaktadır:

Birincisi onların o dönemde Ömer'in sünnetini uygulanabilir bir din ve ilke kabul ederek ona amel edip bunu herkese bildirmişlerdir; öyle ki Muaviye'nin emniyet güçleri sorumlusu Zehhak, "Umre yapan Allah'ın emrine cahildir" demiş ve sonra o ve Muaviye buna delil olarak Ömer'in yasaklamasını getirmişlerdir! Oysa Sa'd b. Ebi Vakkas umre yapılması gerektiğine Resulullah (s.a.a)'in amelini delil göstermiştir.

İkincisi o dönemde Resulullah (s.a.a)'in dilinden, o da Ömer'in emrini teyit etmek için hadis uydurulmuştur.

Muaviye'nin döneminden sonra, Hulefa Mektebi izleyicileri bu iki konuyu sürdürmüş ve onu canlı tutmak için çaba harcamışlardır; Zübeyr oğlu Abdullah ve Urve'nin Mekke'deki girişimleri bunun en açık örneğidir. Abdullah ve Urve Mekke'de Ömer'in sünnetini sürdürmüş, Ebubekir ve Ömer'in yasaklamasına dayanarak temettü umresi yapılmasını engellemişlerdir. Oysa Ehlibeyt Mektebi izleyicilerinden İbn-i Abbas sürekli temettü umresi yapılmasını emretmiş ve bu nedenle kendisine, "Ne zamana kadar halkı hac aylarında umre yapmaya zorlayarak saptıracaksın? Halbuki Ebubekir ve Ömer onu yasaklamışlardı?!" diyorlar, İbn-i Abbas ise şöyle diyordu: "Yakında onların helak olacağını görüyor gibiyim; ben, Resulullah (s.a.a) böyle buyurmuştur, diyorum. Fakat onlar, Ebubekir ve Ömer yasaklamıştır diyorlar!"

İki cephe arasında çatışma ve düşmanlık bu şekilde devam ediyordu; nihayet Urve Resulullah (s.a.a) ve ashabına uydurma bir hadisi nispet vererek şöyle dedi: "Onlar Veda haccında ve diğer haclarda ifrad haccı yapmışlardır!" Ebubekir'in kızları annesi Esman ve halası Aişe'yi de tanık olarak göstermiş; fakat onlar, "Biz Veda Haccında umre yaptık!" demişlerdir!

Hulefa Mektebi izleyicileri bu dönemden sonra da Resulullah (s.a.a) ve Ali b. Ebutalib (a.s)'ın dilinden, onların ifrad haccı yaptıklarına ve halka da ifrad haccı yapmaya emrettiklerine dair hadis uydurmaya devam ettiler. Ve yine Ebuzer'in dilinden, "Temettü umresi biz Resulullah (s.a.a)'in ashabına hastı" dediler ve buna benzer ustaca bir çok hadis uydurdular. Örnek olarak, Rebeze'de Ebuzer'den, Emirulmüminin Ali (a.s)'ın oğlu Muhammed-i Hanefiyye'ye nasihat ederken ve Resul-i Ekrem (s.a.a)'in ashabının birinin Ömer'e, Resulullah (s.a.a)'in ölüm yatağında kendisine temettü umresiyle haccı bir arada yapmayı yasakladığını uydurdular!

Fakat bütün bu çabalara rağmen halk temettü umresine kalben ilgi duymuş ve bunun İbn-i Abbas'a bildirmişlerdir. Ve bu, Ömer'in sünnetine muhalefet etmek için değil, böyle bir emri yerine getirme gücüne sahip olmadıkları içindi. Çünkü Müslümanlar geniş İslam topraklarının en uzak noktasından bir defa hac ayları dışında umre için ve bir defa da hac aylarında hac için olmak üzere iki defa Mekke'ye gelmeleri mümkün değildi. Mekke'de Hasan Basrî'den yükümlülüğünü soran ve "Ben Horasanlıyım ve çok uzak bir yerden geldim…" söyleyen o Horasanlı adam veya Mucahid'e, "Bu hacca ilk gelişimdir ve içim rahat değil; sence hangisi daha iyidir: Burada mı kalayım, yoksa onu umre mi sayayım?" söyleyen başka biri gibi.[783]

Bu gibi insanlar Hicaz'da yaşamıyorlardı; onun için Ömer, Osman ve izleyicilerinin istediği gibi evlerinden Mekke'ye iki defa gelemezlerdi. Ömrü boyunca sadece bir defa Mekke'ye gidip hac yapma imkanı bulan kimse ne yapsın? Böyle bir kişi Ömer'in sünnetine nasıl uysun? Atalar demişlerdir ki, "Emrine uyulmasını istemiyorsan, mümkün olmayan bir şeyi yapmalarını iste." İşte bu yüzden Müslümanlar Ömer'in umresiz hac yapma yönündeki sünnetini yapamadıklarından terk etmek zorunda kaldılar. Bunu yapma imkanı olan bazıları da hacla umre arasında helallerden yararlanmayı terk ettiler; Ahmed b. Hanbel'in izleyicileri gibi bir grup da umre sünnetini temelden yerine getirmediler.

Dikkat çeken nokta şu ki, Müslüman asırlar boyu halifelerin amellerine geçerlilik kazandırıp görüşlerini teyit etmek için Resulullah (s.a.a), o hazretin Ehlibeyti ve ashabının dilinden hadis rivayet etme gibi ellerinden gelen hiçbir şeyden çekinmediler ve bu konuda konuşabildikçe konuştular; örneğin şöyle dediler: "Halifeler halkı diğer hac kısımlarından daha üstün bildikleri ifrad haccı yapmaya teşvik etmek için kırbaçlayıp saçlarını tıraş ettiler!" Bu taraflı davranışlarında o kadar ileri gittiler ki halifelerin işlerini içtihad diye nitelendirerek, "Bu konu içtihadî bir konudur; halife bu konuda içtihat yapmıştır!" dediler. Onların bu hizmetinden, "Allah şöyle buyurdu, peygamber böyle dedi ve halife Ömer şöyle içtihad etti!" sonucu doğdu ve böylece halife Ömer'in içtihadından, İslam dininin hükümlerinden bir hüküm çıkardılar!

Bir Örnek, Bir İbret

Bütün engelleme ve bahanelere rağmen sonunda Veda Haccından Resulullah (s.a.a)'in huzurundan olan yetmiş veya yüz bin ya da daha fazla Müslüman temettü umresi yaptı. Yani Resulullah (s.a.a)'in bu sünnetine şahsen tanık olan ve o hazretle birlikte tüm ayrıntılarıyla onu yerine getiren bu kadar sahabe onu rivayet etti. Fakat buna rağmen Kureyişli sahabe halife Ömer b. Hattab Müslümanların bu sünneti yerine getirmelerini engelleyip muhalefet edenleri cezalandırabildi!

Ve gördüğünüz gibi sahabeden tutun tabiine kadar Müslümanlar halifenin emrini teyit etmek için Resulullah (s.a.a)'in temettü umresini yasakladığına dair o hazretten rivayetler naklettiler. Ve bu konuda yukarıda gördüğünüz diğer rivayetleri uydurdular!

Bu olay onların Kur'an-ı Kerim'in sarih ayeti ve Resulullah (s.a.a)'in sünneti karşısında içtihatlarından, sahabe ve tabiinden tutun diğerlerine kadar Müslümanların kayıtsız-şartsız onlara itaatlerinden bir örnektir.

Bu da onların, Resulullah (s.a.a)'in Veda Haccında, Gadir-i Hum'da İmam Ali (a.s)'a itaat etmeleriyle ilgili nassına ve bunun gibi diğer hadislerine muhalefet etmelerinin hiç de şaşılacak bir şey olmadığını gösteren bir derstir. Çünkü onların hükümet ve yönetim konusunda kendi içtihatlarına uymadaki hedefleri temettü umresini değiştirme hedeflerinden çok daha güçlüydü. "Öyleyse bundan ibret alın en akıl sahipleri!"

-B-

GEÇİCİ EVLİLİK (MUT'A NİKAHI)

Mütevatir olarak Ömer'den şöyle rivayet edilmiştir:

"Resulullah (s.a.a)'in döneminde iki mut'a vardı; ben onları yasaklıyorum ve onları yapanları cezalandıracağım: -Biri- hac mut'ası ve -diğeri ise- kadınlar mut'ası."[784]

Hac mut'ası veya temettü umresini yukarıda genişçe inceleyip halife Ömer'in onu yasaklamak konusunda nasıl içtihat yaptığına değindik. Şimdi ise geçici evliliği, halife Ömer'in onu neden yasakladığını ve bu konuda nasıl bir içtihat yaptığını inceleyelim. Önce Allah'ın izniyle asıl konu, yani geçici evliliği Hulefa Mektebi kaynaklarından, daha sonra Ehlibeyt Mektebi fıkhı açısından, onun peşinden Kur'an-ı Kerim ve Resulullah (s.a.a)'in sünnetinden inceleyeceğiz.

Hulefa Mektebi Kaynaklarında Geçici Evlilik

Kurtubî tefsirinde, geçmiş ve günümüz uleması arasında mut'anın içinde miras alma söz konusu olmayan, karı-kocanın birbirinden ayrılışının talak vs. gibi herhangi bir teşrifata ihtiyaç olmadan, sadece belirlenen sürenin bitmesiyle gerçekleşen geçici bir evlilik olduğunda görüş birliği vardır.

İbn-i Atiyye şöyle diyor:

Mut'a, erkeğin bir kadını aralarında miras alma söz konusu olmadan ve üzerinde anlaştıkları şeyi kadına vermesi şartıyla iki şahidin huzurunda ve veli izniyle belli bir süre için kendisine nikahlamasıdır. Belirlenen süre bitince artık kadının üzerinde bir sorumluluk kalmaz ve rahmini temizlemesi gerekir. Bu evlilikten dünyaya gelen çocuk da şüphesiz babanındır. Eğer kadın hamile olmazsa başka biriyle evlenebilir.[785]

Sahih-i Buharî'de Resul-i Ekrem (s.a.a)'den şöyle rivayet edilmektedir:

Her erkek ve kadın -geçici evlilikte- anlaşarak üç geceyi birlikte geçirebilirler; ve eğer isterlerse onu sürdürebilecekleri gibi birbirlerinden ayrılabilirler de.[786]

Abdurrazzak'ın Musennef'inde Cabir b. Abdullah-i Ensarî'den şöyle rivayet edilmiştir:

"Kadınla erkeğin kendi aralarında anlaştıkları süre (geçici evlilikte) bitince onu sürdürmek isterlerse, erkeğin kadına başka bir mehir daha belirtmesi gerekir." Kadın ne kadar iddet gözetmelidir?" diye sorduklarında, "İlişkide bulunmuşlarsa bir temizlenme (bir defa aybaşı görünceye kadar)" şeklinde cevap verdi.[787]

Tefsir-i Kurtubî'de de İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: "Geçici evlilikte iddet, bir temizlenmedir; bu evlilikte kadın ve erkek birbirlerinden miras almazlar."[788]

Tefsir-i Taberî'de Sudey'den şöyle rivayet edilmektedir: "O halde onlardan -belli bir süreye kadar- yararlanmanıza karşılık, kesilen ücretlerini bir hak olarak onlara verin. Hakkın kesiminden sonra karşılıklı anlaşma(k sûretiyle kesilenden az veya çok vermeniz)de üzerinize bir günâh yoktur. Allâh bilendir, hikmet sâhibidir"[789] ayeti geçici evlilik hakkındadır. Bu evlilikte erkek bir kadını belli bir süre için olmak şartıyla kendine nikahlar ve bu evliliğe iki de şahit tutar. Bu evlilik kadının velisinin izniyle gerçekleşir. Belirlenen süre bitince erkeğin o kadın üzerinde bir hakkı kalmaz ve kadın serbest olur. Fakat rahmini -ihtimalen- bırakılan nutfeden temizlemek zorundadır. Yani eğer hamile olursa çocuğu dünyaya getirinceye kadar bekler. Onlar arasında miras da söz konusu değildir ve hiç biri diğerinden miras almaz.[790]

Zamehşerî'nin Tefsir-i Keşşaf'ında şöyle geçer: Bu ayetin üç günlük geçici evlilik hakkında nazil olduğu ve bu hükmün Allah Teala'nın Mekke'ye fethettirinceye kadar geçerli olduğu ve ondan sonra kaldırıldığı söylenmektedir! Bu evlilik şöyle gerçekleşmekteydi: Erkek bir gece veya iki gece ya da bir hafta gibi bir süre belirterek ve bir gömlek ve vb. bir ücret tayin ederek bir kadını kendine nikahlar ve ihtiyacını giderdikten sonra onu serbest bırakırdı. Bu evlilikte erkek kadından yararlandığı ve kadına verdiği bir şey karşısında ondan faydalandığı için bu evliliğe mut'a nikahı denmiştir.[791]

Mut'a nikahı veya kadın mut'ası Hulefa Mektebi kaynaklarında bu şekilde tanımlanmıştır. Ehlibeyt Mektebinde ise şöyle tanımlanmaktadır:

Ehlibeyt (a.s) Mektebinde Mut'a Nikahı

Mut'a nikahı veya kadın mut'ası, kadının soy, sebep veya süt kardeşi veya başka birinin iddetini gözetmek veya kocası olması gibi şerî bir engel olmaması şartıyla kendisini şahsen veya vekili aracılığıyla ve eğer küçükse velisi aracılığıyla belli bir mehir karşılığında ve belli bir süreye kadar bir erkekle nikahlar; süre bitince de birbirlerinden ayrılırlar. İlişkide bulunmuşlarsa, kadın kocasından ayrıldıktan sonra yaiselik yaşına ulaşmamış ve aybaşı görüyorsa iki defa adet geçirmeli, aksi durumda kırk beş gün iddet gözetmeli (beklemeli)dir. Eğer münasebette bulunmamışlarsa kadının iddet gözetmesi gerekmez. Bu evlilik sonucu bir çocuk dünyaya gelirse, bu çocuk sürekli evlilikten dünyaya gelen çocuğun sahip olduğu tüm haklara sahip olur.[792]

Kur'an-ı Kerim'de Mut'a Nikahı

Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "O halde onlardan yararlanmanıza karşılık, kesilen ücretlerini onlara verin."

Bu ayet hakkında:

1- Abdurrazzak kendi Musennef'inde Ata'dan naklen İbn-i Abbas'ın bu ayeti şöyle okuduğunu kaydeder: "O halde onlardan -bir süre- yararlanmanıza karşılık, kesilen ücretlerini onlara verin."[793]

2- Tefsir-i Taberî'de Habib b. Ebi Sabit'ten şöyle rivayet edilmektedir: İbn-i Abbas bir Mushaf vererek, "Bu Ubey'in kıraatine göredir" dedi. Bu mushafta şöyle geçmiştir: "O halde onlardan -belirlenmiş bir süreye kadar- yararlanmanıza karşılık, kesilen ücretlerini onlara verin."[794]

3- Yine Tefsir-i Taberî'nde Ebu Nezra'den iki kanalla şöyle rivayet edilmiştir: İbn-i Abbas'a geçici evliliği sorduğumda bana, "Nisa Suresini okudun mu?" diye sordu. Ben, "Evet, okudum" dedim. İbn-i Abbas, "O zaman 'O halde onlardan -belirlenmiş bir süreye kadar- onlardan yararlanmanıza karşılık…' ayetini okumadın mı?" dedi. Ben, "Bu ayeti böyle okumuş olsaydım senden sormazdım" karşılığını verdim. Bunun üzerine İbn-i Abbas, "Evet, böyledir" dedi.

4- Ebu Nezra'da şöyle rivayet edilmiştir: Ben, 'O halde onlardan yararlanmanıza karşılık...' ayetini İbn-i Abbas'a okudum. İbn-i Abbas, "Belirlenmiş bir süreye kadar" cümlesini ekledi. Ben, "Biz onu böyle okumuş değiliz!" dedim. Bunun üzerine İbn-i Abbas üç defa bana, "Vallahi Allah Teala onu böyle indirmiştir" dedi.

5- Umeyr ve Ebu İshak, İbn-i Abbas'ın yukarıdaki ayeti şöyle okuduğunu rivayet etmişlerdir: "O halde onlardan -belirlenmiş bir süreye kadar- yararlanmanıza karşılık…"

6- Mucahid'den şöyle rivayet edilmiştir: "O halde onlardan yararlanmanıza karşılık…" ayeti geçici nikahtır.

7- Amr b. Merre'nin kendi kulağıyla Said b. Cubeyr'in bu ayeti şöyle okuduğunu duyduğu rivayet edilmiştir: "O halde onlardan -belirlenmiş bir süreye kadar- yararlanmanıza karşılık…"

8- Katade'den ise şöyle rivayet edilmiştir: Ubey b. Ka'b bu ayeti şöyle okumuştur: "O halde onlardan -belirlenmiş bir süreye kadar- yararlanmanıza karşılık…"

9- Şu'be'den şöyle rivayet edilmektedir: Hakem'den, acaba, "O halde onlardan yararlanmanıza karşılık…" ayetinin hükmü kalkmış mıdır? diye sordum. Hakem, hayır dedi.[795]

10- Cessas'ın Ahkamu'l - Kur'an'ında da Ebu Nezra, Ebu Sabit, İbn-i Abbas ve Ubey b. Ka'b'ın kıraati gelmiştir. [796]

11- Beyhakî Sünen-i Kubra adlı eserinde Muhammed b. Ka'b'dan İbn-i Abbas'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Sadr-ı İslam'da mut'a nikahı vardı ve halk o ayeti şöyle okuyorlardı: "O halde onlardan -belirlenmiş bir süreye kadar- yararlanmanıza karşılık…"[797]

12- Nevevî'nin Sahih-i Müslim'e Şerhinde İbn-i Mes'ud'un yukarıdaki ayeti şöyle okuduğu geçer: "O halde onlardan -belirlenmiş bir süreye kadar- yararlanmanıza karşılık…"[798]

13- Tefsir-i Zemahşerî'de şöyle geçer: Bu ayetin geçici nikah hakkında nazil olduğu ve onun süresinin de üç gün olduğu söylenmiştir… Geçici evliliğe faydalanma açısından mut'a demişlerdir. İbn-i Abbas'tan bu ayetin muhkemattan olduğu, nesh edilmediği ve onu şöyle okuduğu rivayet edilmiştir: "O halde onlardan -belirlenmiş bir süreye kadar- yararlanmanıza karşılık kesilen ücretlerini onlara verin."[799]

14- Kurtubî şöyle demiştir: Cumhur, bu ayetten maksadın sadr-ı İslam'daki geçici nikah olduğuna inanmaktadır. İbn-i Abbas, Ubey b. Ka'b, Said b. Cubeyr ve Sudey bu ayeti şöyle okumuşlardır: "O halde onlardan -belirlenmiş bir süreye kadar- yararlanmanıza karşılık kesilen ücretlerini bir hak olarak onlara verin…"[800]

15- Tarih-i İbn-i Kesir'de şöyle geçer: İbn-i Abbas, Ubey b. Ka'b, Said b. Cubeyr ve Sudey bu ayeti şöyle okumuşlardır: "O halde onlardan -belirlenmiş bir süreye kadar- yararlanmanıza karşılık kesilen ücretlerini onlara verin…" Ve Mucahid bu ayetin geçici evlilik hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[801]

16- Tefsir-i Siyutî'de Ebu Sabit, Ebu Nezra, Katade ve Said b. Cubeyr'in Ubey b. Ka'b'den rivayetinde, Mucahid, Sudey ve Ata'nın İbn-i Abbas'tan rivayetinde ve yine hakem'in rivayetinde bu ayetin nesh olmadığı (hükmünün kaldırılmadığı) geçer. Ata kanalıyla İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: Nisa suresinde geçen, "O halde onlardan -şu şu süreye kadar ve şu şu üzerine- yararlanmanıza karşılık…" ayetinden onlar arasında miras söz konusu değildir; süre bittikten sonra görüşlerini değiştirip birlikte yaşamaya karar verirlerse ne güzel; ama eğer birbirlerinden ayrılmak isterlerse de bir sakıncası yoktur.[802]

Bu ayetin tefsiriyle ilgili getirdiklerimizi tüm müfessirler ve diğerleri kendi kitaplarında kaydetmişlerdir. Ve İbn-i Abbas, Ubey b. Ka'b, Said b. Cubeyr, Mucahid, Katade ve onlardan nakleden diğerlerinin[803] söz konusu ayeti, "O halde onlardan -belirlenmiş bir süreye kadar- yararlanmanıza karşılık kesilen ücretlerini onlara verin…" şeklinde okuduklarını ve -"belirlenmiş bir süreye kadar" ibaresini ayeti tefsir edip anlamını tam olarak ortaya koymak için eklediklerini görmekteyiz. Bunun nedeni ise İbn-i Abbas'ın şu son rivayetidir: "O halde onlardan -şu şu süreye kadar ve şu şu üzerine- yararlanmanıza karşılık.."

Ubey'in maksadı, bu tefsiri Resulullah (s.a.a)'den duyduğu veya Resulullah (s.a.a)'in "belirlenmiş süreye kadar" cümlesini ekleyerek bu ayeti tefsir ettiğidir.

Resulullah (s.a.a)'in Sünnetinde Geçici Evlilik

Sahih-i Buharî, Sahih-i Müslim, Musennef-i Abdurrazzak, Musennef-i İbn-i Ebi Şeybe, Müsned-i Ahmed b. Hanbel, Sünen-i Beyhakî ve diğer kaynaklarda Mut'a nikahı" babında Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle rivayet edilmiştir:

Biz Resulullah (s.a.a)'le birlikte müşriklerle savaşırken eşlerimiz yanımızda değildi. Onun için kendimizi erkeklikten düşürmek için Hazret'ten izin istedik. Fakat Resulullah (s.a.a) önerimizi kabul etmedi; ama bir gömlek karşılığında bile olsa, belli bir süre tayin etmek şartıyla geçici evlilik yapmamıza müsaade etti. Daha sonra Kur'an-ı Kerim'in şu ayetini okudu: "Ey inananlar, Allâh'ın size helâl kıldığı güzel ve temiz şeyleri (kendinize) harâm etmeyin, sınırı aşmayın. Çünkü Allâh, sınırı aşanları sevmez."[804]"[805]

Sahih-i Buharî, Sahih-i Müslim, Musennef-i Abdurrazzak'da Cabir b. Abdullah-i Ensarî ve Muslime b. Eku'den şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.a)'in münadisi bizim aramızda Hazretin geçici evliliğe izin verdiğini haykırdı."[806]

Sahih-i Müslim, Müsned-i Ahmed b. Hanbel ve Sünen-i Beyhakî'de Subre-i Cuhnî'den şöyle rivayet edilmiştir:

Resulullah (s.a.a) geçici evlilik yapmamıza izin verdi. Bunun üzerine ben ve arkadaşım Benî Amir kabilesinden güçlü ve uzun boylu bir genç bir kadınla görüştük. Kendimizi ona sunup isteğimizi kendisine bildirdik. O, "Ne vereceksiniz?" dedi. Ben, "Abamı!" dedim. Arkadaşım, "Ben de abamı veririm" dedi. Arkadaşım abası benimkinden daha yeni ve iyiydi. Fakat ben ondan daha gençtim. Kadın arkadaşımın abasını görünce onu daha çok beğendi; daha sonra bana bakıp, "Seninle aban bana yeter" diyerek beni seçti. Üç gün o kadınla birlikteydik. Nihayet Resulullah (s.a.a) geçici evlilik yapmış olanların eşlerinden ayrılmalarını emretti.[807]

Yine Müsned-i Tayalesî'de Müslim-i Kurşî'den şöyle rivayet edilmiştir: Ebubekir kızı Esma'nın yanına giderek ondan geçici evliliğin hükmünü sorduk. Esma, "Resulullah (s.a.a)'in döneminde biz böyle yapıyorduk" cevabını verdi.[808]

Müsned-i Ahmed ve diğer kaynaklarda Ebu Said-i Hudrî'den şöyle rivayet edilmiştir: "Biz Resulullah (s.a.a)'in döneminde hatta bir gömlek vererek bile geçici evlilikten yararlanıyorduk."[809]

Musennef-i Abdurrazzak'da ise şöyle geçmektedir: "Aramızda bir ölçek unla bile geçici evlilik yapanlar vardı."[810]

Sahih-i Müslim, Müsned-i Ahmed ve diğer kaynaklarda (ifade Sahih-i Müslim'indir) Ata'dan şöyle rivayet edilmiştir: Cabir b. Abdullah-i Ensarî umre yapmak için bize (Mekke'ye) geldi. Yanına gittiğimizde halk ondan bir takım şeyler soruyorlardı. Mut'a ve geçici evlilikten söz açılınca Cabir, "Evet" dedi; "Biz Resulullah (s.a.a), Ebubekir ve Ömer'in döneminde geçici evlilik yapıyorduk."[811]

Fakat Ahmed b. Hanbel kendi Müsned'inde, "Ömer'in hilafetinin sonlarına kadar" tabiri geçer.

Bidayetu'l - Müctehid'de, "Ömer'in hilafetini yarısına kadar (mut'a nikahı yapıyorduk); saha sonra Ömer yasakladı" geçmektedir.[812]

Ömer Neden Geçici Evliliği Yasakladı?!

Sahih-i Müslim, Musennef-i Abdurrazzak, Müsned-i Ahmed b. Hanbel, Sünen-i Beyhakî ve diğer kaynaklarda (ifade Sahih-i Müslim'indir) Cabir b. Abdullah-i Ensarî'den şöyle geçmektedir: "Biz Resulullah (s.a.a) hayatında ve Ebubekir'in hilafeti döneminde bir avuç hurma ve un karşılığında birkaç günlüğüne geçici evlilik yapıyorduk. Fakat daha sonra Ömer Amr b. Hureys yüzünden onu yasakladı."[813]

Abdurrazzak kendi Musennef'inde Ata kanalıyla Cabir'den şöyle rivayet etmiştir: Biz Resulullah (s.a.a), Ebubekir ve Ömer'in döneminde geçici evlilik yapıyorduk. Fakat Ömer'in hilafetinin sonlarında Amr b. Hureys bir kadınla mut'a yaptı. O kadının ismini Cabir söyledi, fakat fen unuttum. O kadın Amr'dan hamile kaldı. Bu haber Ömer'e ulaşınca o kadını çağırtarak gerçeği sordu. O kadın da durumu anlatarak itiraf etti. Ömer, "Buna şahidini kimdir?" diye sordu. -Ata diyor ki:- Bilmem, annem mi dedi, yoksa velim mi?! Ömer, işte bir bit yeniği olmasından endişelendiği için, "Bu ikisi dışında başka kimse yok muydu?!" diye sordu…[814]

Başka bir rivayette Cabir şöyle demiştir: Amr b. Hureys Kufe'den gelerek azad olmuş bir cariyeyle geçici evlilik yaptı. O kadın hamile oldu. Bunun üzerine onu Ömer'in yanına götürdüler. Ömer ona olayı sordu. Kadın, "Amr b. Hureys benimle geçici evlilik yaptı" dedi. Ömer, Amr b. Hureys'ten olayı sordu. O da gizli bir iş yapmadığına itiraf etti. Bunun üzerine Ömer, "Sadece bu mu?" diye sordu. Çünkü bu olay Ömer'in geçici evlilik yapmayı yasaklamasından sonra gerçekleşmişti.[815]

Başka bir rivayette Muhammed b. Esved b. Halef'ten şöyle rivayet edilmiştir: Amr b. Huşeb, Benî Amir b. Luî kabilesinden bir kadınla geçici evlilik yaptı. O kadın hamile kaldı. Olayı Ömer'e anlattıklarında o kadını çağırtım olup bitenleri sordu. Kadın Amr b. Huşeb'i tanıttı. Ömer, olayı Amr'dan sordu; o da itiraf etti. Bunun üzerine, "Buna kim şahit oldu?" diye sordu. Ravi diyor ki, bilmem annem veya kız kardeşim veya erkek kardeşim ve annem mi dedi. Ömer rahatsız olarak minbere çıkıp şöyle dedi: "Ne oluyor ki erkekler geçici evlilik yapıyorlar; fakat işlerine adil şahit tutup bunu açığa çıkarmıyorlar?! Bundan sonra böyle bir şey yapana had uygularım!" dedi.

Ravi diyor ki: "Ömer'in bu konuşmasını dinleyenler duyduklarını anlattılar; halk da onlardan aldı."[816]

Yine Kenzu'l - Ummal'de Ebu Hayseme kızı Ümm-ü Abdullah'tan şöyle rivayet edilmiştir: Şam'dan bir kişi bana gelerek, "Bekarlık beni çok rahatsız ediyor; geçici evlilik yapabileceğim bir kadın tanıt bana" dedi. Ben onu bir kadınla tanıştırdım. O da o kadınla anlaşma yaptı ve bu iş için birkaç da şahit tuttu. Onlar bir süre birlikte yaşadıktan sonra ayrıldılar. Bu haber Ömer b. Hattab'a ulaşınca birini benim peşime gönderip, "Böyle bir şey oldu mu?" diye sordu. Ben, "Evet" dedim. Ömer, "O adam dönünce bana haber ver" dedi. Ben de öyle yaptım. Ömer onu çağırtarak, "Neden böyle bir şey yaptın?" diye sordu. Adam, "Ben Resulullah (s.a.a)'in zamanında da bunu yaptım ve o hazret hayatta olduğu müddetçe biz bu işten sakındırmadı. Ben bunu Ebubekir'in zamanında ve senin hilafetin döneminde de yaptığım halde senden bir yasak duymadım" dedi. Ömer, "Canım elinde olan Allah'a andolsun ki, eğer bunu yasakladığımı bildiğin halde böyle bir şey yapmış olsaydın zinanın nikahla ayırt edilmesi için seni taşlatarak öldürtürdüm!" dedi.[817]

Musennef-i Abdurrazzak'da Urve'den şöyle rivayet edilmiştir: Rabia b. Ümeyye b. Halef, biri Hakim kızı Hule olan iki kadının şahitliğiyle Medineli ebelerinden iyi bir kadınla geçici evlilik yaptı ve çok geçmeden o kadın hamile kalınca Hule bunu Ömer'e haber verdi. Ömer bu haberi duyunca öfkelenerek yerinden kalktı ve cüppesinin bir tarafı yerde süründüğü halde minbere çıkarak şöyle konuştu: "Bana Rabia b. Ümeyye'nin iki kadının huzurunda Medine ebelerinden bir kadınla geçici evlilik yaptığını haber verdiler; daha önce bilseydim taşlatarak öldürtürdüm onu!"[818]

Malik'in Muvatta'sında ve Beyhakî'nin Sünen'inde (ifade Malik'indir) şöyle geçer: Hule bint-i Hakim Ömer b. Hattab'a giderek, "Rabia b. Ümeyye bir kadınla geçici evlilik yaptı ve kadın ondan hamile kaldı" dedi. Bunun üzerine Ömer öfkelenerek abasının bir tarafı yerde sürüklendiği halde çıkıp dedi ki: "Bu geçici evliliktir! Daha önce bilecek olsaydım taşlatarak öldürtürdüm onu!"[819]

 

Back Index Next