İÇİNDEKİLER

 

Back Index Next

 

Ve yine altın tozu sadaka ve zekattan değildi; çünkü Resulullah (s.a.a)'in Ali (a.s)'ı sadaka toplamak için görevlendirmediği ispatlanmıştır. Ehlibeyt (a.s) fıkhında altın ve gümüşe ancak sikkeli olmaları durumunda zekatın farz olacağı belirtilmiştir.[613]

Yine altın tozu Necran halkının cizye olarak ödemesi gereken şeylerden değildi. Onların cizye olarak her biri dört dirhem değerinde olan iki bin kumaş vermeleri belirtilmişti.[614] O halde altın tozu onların muamelelerinin veya kazançlarının humsuydu.

Dolayısıyla, Resul-i Ekrem (s.a.a) bu defasında İmam Ali (a.s)'ı humus görevlisi olarak Yemen'e göndermişti; nitekim Ubey ve Anbese isimlerindeki iki temsilcisini de sadaka ve humus toplamaları için Kazae'den olan Sa'd-ı Huzeym ve Cezam'a göndermişti.[615] Resulullah (s.a.a)'in sadaka memurları olarak tanıttıkları bazı kişiler de bu görevleri dışında ilgili yerlerden humsu toplayıp Resul-i Ekrem (s.a.a)'e gönderen humus memurları da olabilirler. Fakat halifeler Resulullah (s.a.a)'ten sonra humus meselesini bir kenara bırakmış,[616] raviler ve ulema da onu unutmuşlardır. Çünkü esasen humus bütün dönemlerde halifelerin siyasetine ters düşmekteydi.

Ayrıca, o dönemde Arap yarımadasında yaşayan insanların servet ve mal varlıklarına da dikkat etmek gerekir; bunu incelediğimizde o bölgenin bütün kabilelerinin mal varlıklarını genellikle hayvanlar ve biraz da çiftçilik oluşturduğunu ve bunların tümünün humus değil, sadaka taalluk eden şeylerden olduklarını görmekteyiz. İslam'ın başkenti olan Medine şehri çiftçilik bölgesi sayılıyor ve bu bölgenin insanlarının mal varlıklarının genelini çiftçilik mahsulleri ve bağlar oluşturuyordu. Ticaret ve alış - veriş Mekke halkına ve ehl-i kitaptan olan bazı zenginlere hastı. Medine Müslümanlarının dikkati daha fazla Kureyş, Yahudiler ve diğer Arap kabilelerine karşı savaşa yoğunlaşmıştı. On yıl içinde sayıları sekseni bulan veya her yıl ortalama sekize varan savaş, gazve ve seriye yapmışlardır. Bütün bunlar o dönemde Hicaz'ın ticaret yollarının savaşçıların savaş ve yağmalama sahnesine dönüşmesine ve ticaret yollarının kapanmasına neden oluyordu. İşte bu nedenle sadakalar dışında kâr ve kazanç için çok az bir ortam kalıyordu.

Saydığımız bütün bu etkenler Resul-i Ekrem (s.a.a)'in kazanç ve muamelelerden humus aldığıyla ilgili rivayetlerin hadis ve tarih kitaplarında yayınlanmamasına neden oldu.

Buna rağmen Resul-i Ekrem (s.a.a)'in define ve madenlerden humus aldığı, sadaka görevlileriyle birlikte humus toplamak için de insanları görevlendirdiği yönündeki rivayetleri az da olsa elimizde olan kaynaklardan yukarıda açıkladık.

Resul-i Ekrem (s.a.a)'ten Sonra Sadaka

Ehlibeyt İmamları (a.s) da Resul-i Ekrem (s.a.a)'i izleyerek sadakayı o hazretin yakınlarına haram kılmışlardır. İmam Cafer-i Sadık (a.s) kendisinden, "Size humusun verilmediği bu dönemde sadaka helal midir size?" diye soran bir adama, "Hayır vallahi" buyurdu; "Bize haram olan bir şey zalimler tarafından hakkımızın gasbedilmesiyle helal olmaz bize. Ve Allah'ın bize helal ettiği şeyin verilmeyişi Allah'ın bize haram ettiği şeyin helal olmasına neden olmaz."

Fakat halifeler Resul-i Ekrem (s.a.a)'in aşağıdaki mirasına el uzatarak onda tasarruf etmişlerdir:

a- Yedi bağ (Muhayrek'in vasiyet ettiği)

b- Benî Nazir'in Resulullah (s.a.a)'in mülkiyetine geçirdiği yerler.

c, d, e- Hayber'deki üç kale.

f- Vadi'l - Kurâ topraklarının üçte biri.

g- Mehzur (Medine pazarının yeri).

h- Fedek.

Resul-i Ekrem (s.a.a) yedi bağlardan altısını vakfetmişti; bu bağlar o hazretin sadakasıdır. Benî Nazir yerlerinden bir miktarını da Ebubekir, Abdurrahman b. Avf ve Ebu Ducane'ye bağışlamıştı. Hayber kalelerinden eşlerine, Fedek'i kızı Fatıma (s.a)'ya ve Hazma b. Nu'man-i Uzrî'ye de bir mızrak atımı Vadi's - Selam yerlerinden bağışlamıştı.

Resul-i Ekrem (s.a.a) vefat edince Ebubekir ve Ömer Ali (a.s)'ın yanına geldiler. Ömer ona, "Resulullah (s.a.a)'in mirası konusunda görüşün nedir?" diye sordu. Ali (a.s), "Resulullah (s.a.a)'in yakınları olan bize ulaşıyor" cevabını verdi. Ömer, "Hayber de mi?" diye sordu. Ali (a.s), "Hayber de" karşılığını verdi. Ömer, "Peki Fedek?" diye sordu. Ali (a.s), "Fedek de" dedi. Bunun üzerine Ömer, "Vallahi ben hayatta olduğum müddetçe böyle bir şey olmayacak" dedi!

Sonra Ebubekir Resul-i Ekrem (s.a.a)'in savaş aletlerini, merkebini ve ayakkabılarını Ali (a.s)'a vererek, "Bunların dışında hepsi sadakadır" dedi ve böylece bir anda Resulullah (s.a.a)'in tüm mirasına ve hatta Fedek'e bile el uzattı. Fakat Resul-i Ekrem (s.a.a)'in diğer Müslümanlara bağışladığı şeylere dokunmadı! Bu yüzden Fatıma (s.a) üç konuda davacı oldu:

1- Resulullah (s.a.a)'in kendisine bağışı olan Fedek hakkında. Ebubekir bu konuda Fatıma (s.a)'ten şahid istedi. Bunun üzerine bir kadın ve bir de erkek Fatıma (s.a) lehine şahitlik etti; fakat Ebubekir iki erkek veya bir erkek ve iki kadın olmadığı için onu kabul etmedi!

2- Resul-i Ekrem (s.a.a)'ten alması gereken miras hakkında. Fatıma (s.a) Resulullah (s.a.a)'in vefatından on gün sonra Ali ve Abbas'la birlikte Ebubekir'in yanına giderek, "Babamın mirasını almaya geldim" dedi. Ebubekir, "Ev eşyaları ve kap-kaçakları mı söylüyorsun, yoksa mülkü mü?" dedi. Fatıma (s.a), "Kızların senden miras aldıkları gibi benim mirasım olan Fedek, Hayber ve onun Medine'deki vakıflarını istiyorum" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebubekir, "Vallahi baban benden daha üstündü ve vallahi sen de benim kızlarımdan daha üstünsün" dedi!

Başka bir rivayette şöyle geçer:

Fatıma-i Zehra, Ebubekir'e, "Sen ölünce senden kim miras alacak?" diye sordu. Ebubekir, "Çocuklarım, ailem" dedi. Bunun üzerine Zehra, "O halde nasıl olur da bizim yerimize Resulullah (s.a.a)'ten sen miras alıyorsun?!" dedi. Ebubekir, "Ey Resulullah'ın kızı! Ben böyle bir şey yapmış değilim; ben senin babandan ne bir yer, ne altın ve gümüş, ne köle ve ne de başak bir şey miras almış değilim" dedi. Zehra, "O halde Hayber'den bizim hissemiz ve Fedek'ten safiyemiz ne oldu?" diye sordu. Ebubekir, "Ben Resulullah (s.a.a)'ten, 'Biz peygamberler miras bırakmayız; bizim bıraktıklarımız sadakadır! Muhammed'in Ehlibeyti de bu maldan -Allah'ın malından- yerler; bundan fazla bir şey düşmez onlara' buyurduğunu duydum. Resulullah (s.a.a)'in ailesinin masrafını karşılamak benim üzerimedir" dedi.

Bunun üzerine Ali (a.s), "Kur'an-ı Kerim'de, "Süleyman Davud'dan miras aldı" ve yine, "Benden ve Yakub oğullarından miras alsın" geçmiştir" dedi.

Ebubekir, "Öyledir elbette; benim bildiğimi sen de bilirsin" dedi.

Ali, "Bu Allah'ın Kitabı'nın buyruğudur" dedi.

Bunun üzerine susup karşılık vermediler ve onlar da geri dönmek zorunda kaldılar.

3- Yakınların hissesinde. Ebubekir Hz. Fatıma (s.a) ve Haşim oğullarını yakınların hissesinden alıkoyup onu savaş araçları ve binek satın almada harcayınca, Fatıma, Ebubekir'in yanına gidip, "Sen de çok iyi biliyorsun ki sen vakıflar ve Allah Teala'nın Kur'an-ı Kerim'den bize has kıldığı yakınların hissesi konusunda biz Ehlibeyte zulmettin (hepsini aldın)" dedi ve sonra şu ayeti okudu: "Bilin ki kazandığınız şeylerin beşte biri, Allah'a, Elçisine ve (Allâh'ın Elçisi ile) akrabâlığı bulunan(lar)a… âittir."

Başka bir rivayette ise Hz. Fatıma (s.a), "Allah Teala'nın gökyüzünde bize has kıldığı şeye tecavüz edip onu bizden aldın!" dedi. Ebubekir, "Anam - babam sana feda olsun! Ben Allah'ın Kitabı, Resulullah'ın ve Resulullah'ın kızının emrindeyim. Senin okuduğun bu ayeti ben de Allah'ın Kitabında okudum. Fakat bu ayette geçen bu humus hissesinin hepsinin mi sizin oluğunu anlayamadım!" dedi. Fatıma, "Yoksa senin ve senin yakınlarının mıdır?!" buyurdu. Ebubekir, "Hayır; ben onun geri kalanını hayır işlerde harcayacağım!" dedi. Fatıma, "Fakat Allah'ın hükmü böyle değildir!" dedi.

Yine başka bir rivayette şöyle geçer:

Ebubekir Hz. Fatıma'ya, "Resulullah bana, 'Allah Teala, peygamberi hayat olduğu sürece onu rızıklandırır; ölünce de rızkını ondan alır" buyurdu!" dedi.

Ayrı bir rivayette ise Ebubekir'in şöyle dediği geçer: "Ben Resulullah'tan, 'Ben hayatta olduğum sürece yakınlarımın da hissesi var; fakat ölümümden sonra onların hissesi olmaz' buyurduğunu duydum."

Bunun üzerine Fatıma öfkelenerek, "Seni Resulullah'tan duyduklarınla baş başa bırakıyorum. Vallahi bundan sonra sizinle (Ebubekir ve Ömer) asla konuşmayacağım" dedi.

Ravi, "Fatıma vefat edinceye kadar onlarla konuşmadı " diyor.

* * *

Hz. Fatıma (s.a) tüm delillerini sunduktan sonra Ebubekir ondan aldığı şeylerin hatta bir bölümünü bile ona vermekten sakınınca Hz. Fatıma (s.a) davasını bir grup Müslüman'ın karşısında söz konusu edip babasının ashabından yardım almaya ve onları sorumlulukları konusunda bilinçlendirmeye karar verdi. Bu nedenle yakınları ve taraftarlarıyla birlikte mescide doğru hareket etti. Sanki Resulullah (s.a.a) yürüyordu. Muhacir ve ensardan bir grubun arasında oturmuş olan Ebubekir'in yanına gitti. Hemen karşısına bir perde çektiler. Hz. Fatıma (s.a) bu konuşmasında şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Ben Fatıma'yım. Babam Muhammed (s.a.a)'dir. Dediğim gibi Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki…" Acaba bilerek ve kasıtlı olarak Allah'ın Kitabını terk edip ardınıza mı attınız?! Oysa Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Süleyman Davud'dan miras aldı." Yahya b. Zekeriyya'nın kıssasında ise, "Katından bana bir oğul bağışla ki, bana ve Yakub oğullarına mirâsçı olsun" veya, "Allah'ın kitabına göre yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmağa) daha uygundur." Ve yine, "Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder" veya, "Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır (mal) bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyyet etmek, korunanlar üzerine bir borçtur" buyuruyor. Ve siz benim hiçbir hakkım  olmadığını ve babamdan miras almadığımı ve benimle onun arasında bir bağın bulunmadığını sandınız?

Acaba Allah Teala sizi bir ayete has kılıp peygamberini o ayetin kapsamından çıkardı mı, yoksa iki dinin halkının birbirinden miras alamayacağını mı söylüyorsunuz? Acaba benimle babam bir dinden değil miyiz? Yoksa sizler Kur'an-ı Kerim'in umun ve hususunu Resulullah (s.a.a)'ten daha mı iyi biliyorsunuz! Acaba cahiliyye kurallarını mı diriltmek istiyorsunuz?!"

Fatıma-ı Zehra (s.a) bu konuşmadan sonra evine gitti ve ölünceye kadar Ebubekir'den uzak durdu.

Fatıma-ı Zehra (s.a) babasından sonra altı ay yaşadı! Dünya yurdundan göçünce de eşi Ali (a.s), Ebubekir'e haber vermeksizin onu geceleyin defnetti!

Ebubekir sadece kendisinin rivayet ettiği bir hadisle içtihad edip Resulullah (s.a.a)'in kızını babasının mirasından mahrum etti! Ve yine içtihad ederek yakınların humsunu kesti! Ve onun hilafetinin sonuna kadar durum bu şekilde devam etti!

Ömer'in Hilafeti Döneminde Resulullah (s.a.a)'in Yakınlarının Hakları

İmam Ali (a.s), kendisinden, "Babam-anam size feda olsun; Ebubekir ve Ömer siz Ehlibeytin humustan hakkınız konusunda ne yaptılar?.." diye soran bir kişinin cevabında şöyle buyurdu:

"Ömer, 'Sizin humusta hakkınız var; fakat miktarı çok olursa onun hepsinin size düşüp düşmeyeceğini bilemedik? Fakat eğer isterseniz ondan uygun gördüğüm miktarı size veririm' dedi. Biz de hakkımızın hepsini isteyip daha azını almaktan sakındık. Ömer de onu bize vermedi."

Ömer İmam Ali (a.s) ve amcası Abbas'a Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Medine'deki mirasının bir bölümünü vermek istiyordu; elbette Ömer, fütuhat nedeniyle her taraftan Medine'ye servet akmaya başlayınca bu kararı verdi.

Evet; Ömer içtihad ederek yakınların hakkını vermekten sakınmaya devam etti. Ve yine içtihad ederek Resul-i Ekrem (s.a.a)'in mirasını zaptetmeyi sürdürdü. Ve sonunda her taraftan Medine'ye servet akınca bir daha içtihad yaparak o haklardan bir bölümünü Ehlibeyte iade etmeye karar verdi ve ölünceye kadar da böyle sürüp gitti.

Osman'ın Döneminde Resulullah (s.a.a)'in Mirası

Osman, ilk Afrika savaşından elde edilen humsun tamamını teyzesi oğlu ve süt kardeşi Abdullah b. Ebu Serh'e bağışladı. Afrika'nın ikinci savaşının humsunu amcası oğlu ve damadı Mervan b. Hakem'e bıraktı! Fedek'i de onun adına geçirdi! Resulullah (s.a.a)'in vakıflarından olan ve o hazretin bütün Müslümanlara vakfettiği Medine pazarının yeri Mehzur'u, amcası oğlu ve damadı Haris b. Hakem'e verdi! Kazae sadakalarını amcası Hakem'e sundu; akşamleyin sadaka memuru Müslümanların pazarını görmeye çıkınca, bu sadakaları da Hakem'e bırakmasını emretti!

Beyhakî Osman'ın, Resulullah (s.a.a)'in mirasından kendi akrabalarına yaptığı bağışlardan bahsederken şöyle yazıyor: Osman, Resulullah (s.a.a)'ten rivayet edilen, "Allah Teala'nın peygamberine verdiği bir şey ondan sonra yerine geçen kişiye ulaşır" hadisini, "Osman zengin olduğundan ve ona ihtiyacı olmadığı için akrabalık haklarını yerine getirmek amacıyla onu akrabalarına bırakmıştır" şeklinde tevil etmiştir!

Dolayısıyla, Osman içtihad ederek Resulullah (s.a.a)'in miras ve vakıflarını kendi akrabalarına bağışlamıştır. Ve yine içtihad ederek humsu da onlara bağışlamıştır! Yine içtihad edip sadakaları onlara bırakmış! Ve içtihad etmiş, içtihad etmiş, içtihad etmiştir; bu içtihadın kapısı ne kadar genişti sahi?!

Ali (a.s)'ın Döneminde Resulullah (s.a.a)'ın Mirası

Emirulmüminin Ali (a.s) Ebubekir ve Ömer'in sünnetlerde, özellikle Ehlibeytin hakların onlara iade etme konusunda bir değişiklik yapamadı.

Muaviye'nin Hilafeti Döneminde Resulullah (s.a.a)'in Mirası

Muaviye'nin Resul-i Ekrem (s.a.a)'in yakınlarını humustan alıkoyma ve onun mirasını zaptetme konusundaki içtihadı da kendisiden önceki halifelerin içtihadı gibiydi. Ayrıca Muaviye halifelerin içtihadına bir içtihad daha ekleyerek tüm valilerine genelge göndererek fütuhatın ganimetlerinden elde edilen altın, gümüş, mücevher, güzel ve değerli şeyleri Müslümanlar arasında bölüştürmeyip kendisine ayırmalarını emretti!

Ömer b. Abdulaziz'in Döneminde Resulullah (s.a.a)'in Mirası

Ömer b. Abdulaziz bu konuda şerî nassı izlemeye çalıştı. Bu nedenle Resulullah (s.a.a)'in evlatlarına humustan hisselerinden bir miktarını verdi ve Fedek'i onlara iade etti. Ve kısa bir süre sonra bizim açımızdan şüpheli bir şekilde öldü.

Ömer b. Abdulaziz'in Döneminden Sonra Resulullah (s.a.a)'in Mirası

Yezid b. Abdulmelik içtihad ederek Fatıma evlatlarından Fedek'i aldı. Seffah başa geçince onu Fatıma evlatlarına iade etti. Sonra Abbasî halifesi Mensur içtihad ederek Fedek'i onlardan aldı. Daha sonra Mehdi-i Abbasî Fedek'i onlara iade etti.. Musa b. Mehdi içtihad ederek Fedeki tekrar Fatıma evlatlarından aldı; daha sonra Me'mun onu iade etti. Mütevekkil başa geçinceye kadar Fedek Fatıma evlatlarının elinde kaldı. Daha sonra Mütevekkil onu Fatıma evlatlarından alıp Abdullah-i Bazyar'a verdi. O da Resul-i Ekrem (s.a.a)'in kendi eliyle oraya diktiği on bir hurma ağacını kesti. Bu, halifelerin Resulullah (s.a.a)'in mirası ve humus konusundaki içtihadlarını bildiren son rivayettir.

Ulemanın halifelerin içtihad konularıyla ilgili görüşleri ise şöyledir:

Ulemanın Halifelerin Humsun Harcanmasıyla İlgili Görüşleri

Resul-i Ekrem (s.a.a)'ten sonra humsun harcanması gereken yerler konusunda halifeler kendilerinden farklı davranışlar sergiledikleri gibi ulema da farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Onlardan bazıları Resulullah (s.a.a)'in hissesi imama ve onun halifesine, yakınların hakkı ise o hazretin yakınlarına ve akrabalarına verilmelidir demişler; bazıları, yakınların hissesinin savaş araç-gereçleri hazırlamak ve savaşta güçlenmek için harcanmalıdır, söylemişlerdir. Başka bir grup, humusun halifenin içtihadı doğrultusunda harcanması gerektiğini ileri sürmüş; bir grup da Ömer'in Ehlibeytin humusunu engellemesiyle ilgili olarak, "Bu içtihadî bir konudur" veya "Ömer hüküm verince içtihad sınırlarını aşmıyordu. Kim bunu eleştirirse gerçekte sahabenin gidişatı olan içtihadı eleştirmiş olur" demiş veya "Bu mesele içtihadî bir konudur" söyleyip "Ömer Resulullah (s.a.a)'in eşlerine aylık tayin ediyor, fakat Resulullah (s.a.a)'in kızı ve Ehlibeytini kendi humuslarından alıkoyuyordu. Halbuki Resulullah (s.a.a)'in döneminde böyle yapılmıyordu" diyerek Ömer'i eleştirenlere, "Bu konu içtihadi bir meselede bir müçtehidin başka bir müçtehidle ihtilafı gibidir" diyorlardı!

Unutmayalım ki bütün bu sözler savaş ganimetlerinin humsuyla ilgilidir ve bu sözleri söyleyenler, "Bilin ki kazandığınız şeylerin beşte biri, Allah'a, Elçisine ve (Allâh'ın Elçisi ile) akrabâlığı bulunan(lar)a… âittir" ayetinin sadece savaş ganimetlerine yönelik olduğunda ittifak içerisindedirler. Buna rağmen diyorlar ki: Allah Teala savaş ganimetlerinin harcanması gereken yerleri bu ayette belirttiği halde humsun harcanması gereken yerlerin tayini halifelerin içtihadına bağlıdır!!!

Halifeler ise humsun harcanması gereken yerleri şöyle tayin etmişlerdir:

Ebubekir ve Ömer içtihad ederek Resulullah (s.a.a)'in kızı Fatıma'yı ve o hazretin diğer yakınlarını, Haşim oğulları ve Muttalib oğullarından olan akrabalarını humustaki hisselerinden mahrum ettiler! Osman daha ileri giderek buna bir içtihad daha ekleyip Resul-i Ekrem (s.a.a)'in mirası ve humsu sıla-i rahim olarak kendi akrabalarına bağışladı! Muaviye de kendi payınca bu konuda yeni bir içtihad ederek savaş ganimetlerindeki bütün altın, gümüş ve nefis şeyleri kendi özel hazinesine ekledi! Emevî ve Abbasî halifeleri de bu halifeleri izleyerek içtihad ederek humsu kendilerine has kılıp kişisel hazinelerine akıttılar ve ondan şairlere, çalgıcılara, şarkı söyleyen cariyelere bağışladılar!!

Nihayet içithad sırası ulemaya geldi; onlar da içtihad ederek halifelerin tüm yaptıklarını İslam dininin hükümlerinden bir hüküm saydılar, Müslümanların onları tüm varlıklarıyla kabul etmelerini gerekli görüp ve onlara muhalefet edenlerin sünnet ve cemaatle muhalefet ettiklerini ileri sürdüler!

Dolayısıyla, "Bu konuda halife içtihad etmiştir" veya "Bu konu içtihadi bir meseledir" sözü, "bu konuda halifenin görüşü İslamî bir hükümdür" anlamındadır. O halde "Allah Teala böyle buyurmuştur", "Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur" ve "halifeler böyle içtihad etmiş, böyle görüş belirtmişlerdir" dendiği zaman halifelerin içtihadı, İslam dininin yasama kaynaklarından biri olup Allah'ın Kitabı ve Resulullah (s.a.a)'in sünnetiyle bir ayarda olduğu anlamındadır. O halde "inna lillah ve inna ileyhi raciun."

* * *

Hulefa Mektebi'nin humus konusundaki görüşlerini biraz ayrıntılı bir şekilde açıklayıp bu konudaki davranış ve delillerine değindik. Bu hususta Ehlibeyt İmamlarının (a.s) buyruklarına da işaret edip humusun Ehlibeyt İmamları (a.s) Mektebinde altı eşit kısma ayrıldığını, bunun üç kısmının Allah, Resulü ve o hazretin yakınlarına ait olduğunu ve Resulullah (s.a.a)'in kendi hayatında bu üç hisseyi kullandığını ve o hazretten sonra bu hisselerin Ehlibeyt İmamlarına verildiğini, diğer üç hissenin de Haşim oğullarının fakirlerine, yetimlerine ve yolda kalmışlarına ait olduğunu açıkladık.[617]

Ve yine her Müslüman'a ister savaşarak düşmandan alsın ister başka bir yerden, kazançlarının humsunu vermesi farzdır diyor[618] ve her iki konuda humus ayetinin umumiyeti ve ellerine ulaşan Resulullah (s.a.a)'in sünnetiyle delil getiriyorlar. Ehlibeyt (a.s) Mektebi fakihleri yine buna humus ayetini delil getirirken şöyle diyorlar: Her ne kadar humus ayeti Bedir savaşı ganimetleri hakkında nazil olduysa da, ancak ayetin bir konuda nazil olması genel hükmü o konuyla sınırlı kılmaz ve delilsiz sınırlandırma da batıldır.[619]

Bu istidlale yöneltilen eleştiri ve cevabı şöyledir:

Eleştiri: Bu ayet Bedir savaşı ganimetleri hakkında nazil olmuş ve savaş ganimetlerinden başka bir şeyi kapsamaz.

Cevap:[620] Ayetin Bedir savaşında nazil olması, ondaki ganimet ve diğer kazançlardan humus verme yönündeki genel hükmü savaş ganimetlerine has kılmaz. Sayıları dörde varmayan zina şahidlerine kırbaç vurma hükmü bunun en açık örneğidir. İfk olayından ibaret olan özel durum, ayetlerdeki, sayıları dörde varmayan şahidlere kırbaç vurma yönündeki genel hükmü sınırlandırıp o olaya has kılmamıştır.

Diğer bir örneği Mücadele Suresinde geçen zihar hükmüdür. Her ne kadar bu ayet o dönemde böyle bir konuda kocasıyla sorun yaşayan kadın hakkında nazil olduysa da ancak bu hüküm sadece o kadına has değildir. Diğer örnekler de böyledir.

Ve yine demişlerdir ki: Ayetin düşman topraklarındaki ganimetlerle sınırlı kılınması için bir delile gerek vardır. Böyle bir iddiada bulunup onu savaş ganimetlerine has bilen bir kimse konuyla ilgili bir delil göstermelidir.

Hulefa Mektebi alimlerinden olan Kurtubî'nin bu ayetin tefsiriyle ilgili söyledikleri bu cevabımızı teyit etmektedir. Kurtubî şöyle diyor: Bu konuda Hulefa Mektebi uleması, "mâ ğanimtum min şey" ayetinden maksadın, Müslümanların savaşarak elde ettikleri savaş ganimetleri olduğunda ittifak etmişlerdir. Fakat bu sözcük böyle bir sınırlandırmayı gerektirmiyor.[621]

Dolayısıyla, ganimetlerin, düşman topraklarından elde edilen ganimetlerle sınırlandırılması lügatçilerin bu sözcükten anladıkları anlamla çelişmektedir. Hulefa Mektebi ulemasının ayeti savaş ganimetleriyle sınırlandırma yönündeki sözleri, bu ayetin sınırlandırılmamış genel anlamına aykırıdır.

Ve yine bu iddiaya şöyle cevap vermişlerdir: Bu ayet her ne kadar Bedir savaşından ibaret olan özel bir konuda nazil olmuşsa da, ayetin bu konuyla sınırlandırılmadığı apaçık bellidir. Hatta humsun genel olarak ganimet ve kazançlarda farz olmadığını söyleyen Ehl-i Sünnet alimleri bile onu sadece Bedir savaşı ganimetleriyle sınırlı bilmemiş, bütün savaşlarda elde edilen ganimetlere genellemişlerdir. Dolayısıyla, eğer bu ayetten hükmü çıkarma konusunda düşüncemizi kısıtlayıp bu ayetin nazil olduğu konudan kesinlikle dışarı çıkmamak istersek, humsun sadece Bedir savaşında müşriklerden elde edilen ganimetlerde ve bu savaşa katılanlara farz olduğunu söylememiz gerekir. Oysa bugüne kadar hiç kimse böyle bir şey söylemiş değildir. O halde, hükmün bu ayetin nazil olduğu Bedir savaşı ganimetleri dairesinden dışarı çıkması gerekiyor; dolayısıyla biz onu ister savaş, ister ticaret, ister sanat ve ister diğer mesleklerle olsun "ganimet = gelir" denilebilecek her şeye genelleme yapıyoruz.

Ehlibeyt (a.s) Mektebi uleması bu konuda humus ayetiyle istidlallerinin yanısıra, diğer hükümlerde de olduğu gibi Ehlibeyt İmamlarından (a.s) rivayet edilen hadislerle de istidlal etmekteler. Çünkü Resulullah (s.a.a) Sekaleyn hadisinde ve diğer hadislerde onlara sarılmayı emretmiştir. İster Ehlibeyt İmamları (a.s) hadislerini Resulullah (s.a.a)'a dayandırsınlar; örneğin Şeyh Saduk'un (r.a) Hisal adlı kitabında Cafer b. Muhammed'den, babasından, dedesinden, Ali b. Ebutalib'den, Resulullah'tan rivayet ettiği şu hadis gibi: Resul-i Ekrem (s.a.a) Ali (a.s)'a vasiyetinde şöyle buyurmuştur: "Ey Ali! Abdulmuttalib cahiliye döneminde beş şeyi sünnet etmiş ve Allah Teala da onları İslam dininde geçerli kılmıştır. Abdulmuttalib, babanın eşini, çocuklara haram kılmış ve Allah Teala da, "Babalarınızın nikahladığı kadınlarla evlenmeyiniz." (Nisa, 22) buyurmuştur. Bulunan defineyi ve onun humsunu ayırarak sadaka vermiş, Allah Teala da, "Bilin ki kazandığınız şeylerin beşte biri, Allah'a, Elçisine ve (Allâh'ın Elçisi ile) akrabâlığı bulunan(lar)a… âittir" ayetini nazil etmiştir. Zemzem kuyusunu kazınca…"[622] Bu hadis, bu ayetin savaş ganimetleri dışındaki gelirleri de kapsadığını göstermektedir. Bu konuda Resul-i Ekrem (s.a.a)'in sünnetini de daha önce açıklamıştık.

Bu, Ehlibeyt (a.s) Mektebi izleyicilerinin konuyla ilgili delillerinin özetidir.

-6-

İki Mut'a Konusunda Halife Ömer'in İçtihadı

Ömer hac mut'ası ve kadınlar mutasını haram etti. Ve onun bu hareketi içtihat konularından sayıldı. Nitekim İbn-i Ebi'l - Hadid, Şerh-u Nehci'l - Belaga'da[623] ve Ahmed b. Hanbel kendi Müsned'inde Cabir b. Abdullah-i Ensarî'den şöyle rivayet etmektedirler:

Biz Resulullah (s.a.a)'in döneminde hacda temettü umresi ve kadınlarla mut'a nikayı yapıyorduk. Fakat Ömer bunları yasaklarında onları yapmadık![624]

Siyutî tefsirinde ve Kenzu'l - Ummal'de Said b. Musayyeb'den[625] şöyle nakledilmektedir: "Ömer bizi kadınların mut'ası ve hacda temettüden alıkoydu."[626]

Bidayetu'l Müçtehid, Zadu'l - Mead, Şerh-u Nehci'l - Belaga, Muğni-i İbn-i Katade ve İbn-i Hazm'ın Muhallâ'sinde (biz ilk kaynaktan naklediyoruz) şöyle geçer: Ömer'den şöyle rivayet edilmiştir (Zadu'l - Mead'da ise "Ömer'den şöyle kaydedilmiştir): "Resulullah (s.a.a)'in döneminde iki mut'a vardı; ben onları yasaklıyorum; kim bunları işlerse cezalandırırım onu: Onlardan biri hac mutası ve diğeri ise kadınlar mut'asıdır."[627]

Cessas ve İbn-i Hazm'ın rivayetlerinde Ömer'in sözü şöyle geçer: Resulullah (s.a.a)'in döneminde iki mut'a vardı ki ben sizi onlardan alıkoyuyorum; kim onları işlerse kırbaçlarım. Onlardan biri hac mutası ve diğeri ise kadınlar mut'asıdır.[628]

* * *

Yukarıda geçen rivayetler halife Ömer'in İslam hükümlerinden ikisindeki içtihatlarına işaret etmektedirler: Biri hac mut'ası ve diğeri ise kadınlar mut'ası. İleride bu ikisini genişçe inceleyeceğiz inşallah.

-A-

Hac Mut'ası

Hac mut'ası, temettü haccında yapılır. Şöyle ki: Hac üç kısma ayrılır: 1- Temettü haccı, 2- İfrad haccı, 3- Kıran haccı.

1- Temettü Haccı:

Temettü haccı, Mekke ahalisi dışındakilere farz olur. Bu amel şu şekilde yerine getirilir: Hac aylarında (Şevval, Zil'kaade ve Zil'hacce) hacı mikatta hac için ihrama girerek telbiye söyledikten sonra Mekke'ye gelip yedi defa Ka'be'yi tavaf eder. Sonra iki rekat tavaf namazı kılar ve peşinden de Safa'yla Merve arasında yedi defa sa'y yapar. Peşinden taksir yapar (saç, sakal ve tırnaklarından biraz kısaltır) ve böylece ihram nedeniyle ona haram olan tüm şeyler helal olur. Hacı daha sonra aynı yılın tevriye günü (Zil'hiccenin sekizinci günü)ne kadar Mekke'de kalır ve hac için tekrar ihrama bağlayarak Arafat'a gider. Dokuzuncu gün Arafat'tan Meşaru'l - Haram'a, oradan da Mina'ya doğru hareket edip hac amellerini sırasıyla yerine getirir. Ve nihayet saçını tıraş ederek veya taksir yaparak ihramdan çıkar. Bu hacca "Temettü Haccı" ve bunun umresine de "Temettü Umresi" denir. Allah Teala şöyle buyuruyor: "Hac zamanına dek umre yapmak isteyen..." Çünkü hacı umre ve hac ihramı arasında bütün helallerden yararlanır. İşe iki ihram arasındaki bu boşluğa "Hac mut'ası" denir. Ömer ve izleyicileri onu haram etmelerine rağmen bugün çoğu Müslümanlar yerine getirmektedirler.

2 ve 3- İftad ve Kıran Haccı

A) Ehlibeyt (a.s) Fıkhında:

İfrad haccı: İfrad haccında hacı hac için mikattan veya eğer mikata ulaşmamışsa evinden ihram bağlayarak Arafat'a gidip dokuzuncu günde orada vakfe yapar. Daha sonra haccın diğer amellerini tamamlayıp ihramdan çıkar. Fakat umre-i mufrede yapmak ona farz olur. Dolayısıyla mikatlardan birinden tekrar ihrama girip umreyi tamamlar. Bu umreyi yıl boyunca da yerine getirebilir. Bu hac ve umreyi her birini ayrı ayrı yerine getirdiği için ifrad ve mufrede denir.

Kıran haccı da bütün amellerde ifrad haccı gibidir; ancak kıran haccını ifrad haccından ayıran tek fark, kıran haccında hacının hareket edip telbiye söylerken kurbanlığı yanında götürmesidir; oysa ifrad haccında kurban kesilmez. Mekke sakinleri için ifrad veya kıran haccı yapmaları vacib-i tehyirîdir (hacı bu ikisinden biriyi yapmada seçeneklidir).[629]

 

B- Hulefa Mektebi Fıkhında:

Kıran haccında, hacı umreyle haccı bir araya toplayıp her ikisini bir niyet ve bir telbiye ile yapar "Lebbeyk bi-haccet-i ve umre (hac ve umre için lebbeyk)" der. Veya umre lebbeyklerini hac aylarında söyleyip ihramdan çıkmadan önce onu hacca bitiştirir. Mekke sakini olmayıp kıran haccı yapmak isteyen kimsenin temettü kurbanı kesmesi gerekir.[630]

İfrad haccında ise, hacı kıran ve temettü halinde değildir. Sadece hac için telbiye söyler;[631] böyle bir hacıya "ifradu'l - hacc" veya "cerrid'ul - hacc", (umre yapmaksızın sadece haccı yerine getiren kişi), denir.[632]

* * *

Bunlar Müslümanları yerine getirdikleri hac çeşitleridir; fakat cahiliye döneminde müşrikler daha farklı bir şekilde hac yapıyorlardı. Buharî ve Müslim kendi Sahih'lerinde, Ahmed kendi Müsned'inde, Beyhakî Sünen-i Kubra'sında ve diğerleri de kendi eserlerinde (biz Buharî'den naklediyoruz) İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet ederler:

Cahiliye Arapları hac aylarında umre yapmayı yeryüzündeki en çirkin günahlardan sayar, Muharrem ayını Safer[633] ayı yaparak şöyle derlerdi: "Hayvanın sırtındaki yara iyileşip yollardaki izler kaybolunca ve peşinden Safer ayı son bulunca isteyen kimse umre yapabilir!"[634]

Bu Rivayetin Açıklaması:

Nevevî, Sahih-i Müslim'e yazmış olduğu şerhinde şöyle yazmıştır: Ulema bu rivayetin şerhinde şöyle demişlerdir:

"Muharremi Safer yaparak" sözünden maksat, cahiliye Arapları aralarında yaygın olduğu şekilde ayların yerini değiştirmektir. Cahiliye Arapları üç ay peş peşe haram ayda olup zorluk ve sıkıntıya düşmemek, yağma yapıp cinayet işlemede serbest olmak için Muharrem ayıyla Safer ayının yerini değiştirerek onu haram aylardan çıkarıp helal ediyor, Muharrem ayını ertelemekle bu aydaki haram hükmünü de Safer ayından sonraya erteliyorlardı!

"Hayvanın sırtındaki yara iyileşince" sözünden maksat, yük ve yolcu taşıma sonucu yolculuk boyunca develerin sırtında oluşan yaranın hacdan döndükten sonra dinlenerek iyileşmesidir.

"Yolardaki izler"den maksat ise, yolcular, develer ve kafilelerin zamanla yoldan kaybolan ayak izleridir.

İbn-i Hacer bunun nedeniyle ilgili olarak şöyle yazıyor: Umreyi, hac aylarından olmayan Safer ve Muharrem aylarından sonraya ertelemelerinin nedeni şudur: Muharrem ayını erteleyip onu Safer ayı sayarken bu ayı hac aylarına bitiştiriyorlardı ve bu ayın sonuna kadar develerin sırtlarındaki yaralar iyileşinceye kadar bekliyor ve umre ayını gerçekte Safer ayı olan Muharrem ayı kılıyorlar ve böylece umrenin hac aylarında gerçekleşmemesini istiyorlardı.[635]

Kureyş umreyi böyle yapıyordu; fakat Resul-i Ekrem (s.a.a) bu şekilde umre yapmaya karşı çıktı.

Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Umreyle İlgili Sünneti

İbn-i Kayyım şöyle yazıyor: Resulullah (s.a.a) hicretten sonra dört defa umre yaptı. Bu umrelerin tümü Zi'l-kaade ayında gerçekleşti. Enes, İbn-i Abbas ve Aişe'nin şu rivayetleri bu konuyu doğrulamaktadır: "Resulullah (s.a.a) Zi'l-kaade ayı dışında başka bir zamanda umre yapmamıştır."[636]

İbn-i Kayyim daha sonra diyor ki: Maksat, müşriklerin yaptıklarının aksine, Resulullah (s.a.a)'in tüm umrelerinin hac aylarında oluşudur. Çünkü müşrikler hac aylarında umre yapmaktan sakınıyor ve onu en çirkin günahlardan sayıyorlardı! Ve bu da hac aylarında umre yapmanın Receb ayında yapılan umreden daha faziletli olduğunu göstermektedir.

Yine şöyle diyor: Şüphesiz Allah Teala umre için Resulüne en iyi vakitleri seçer ve hac aylarında umrenin fazileti, kendine has aylarda yapılan hac amelleri gibidir. Allah Teala bu ayları bu amelleri yapmak için ve bu amellerin özel zamanı kılmıştır. Umre, küçük hacdır ve onun en faziletli vakti ise hac aylarıdır; Zi'l-kaade ise bu ayların ortasında yer almıştır. Allah Teala'nın bizim için seçmiş olduğu da budur işte; ilim ve akıldan pay almış olanlar bunu anlamakta zorluk çekmezler.[637]

* * *

Müşriklerin nasıl umre yaptıkları ve Resul-i Ekrem (s.a.a)'in bu konudaki sünnetine değindikten sonra tekrar Kur'an-ı Kerim ve Resulullah (s.a.a)'in sünnetinde mut'a konusuna dönüyoruz; bunun da peşinden Ömer'in bu konudaki içtihadını ele alacağız.

Kur'an-ı Kerim'de Hac Mut'ası (Umre-i Temettü)

Allah Teala, müşriklerin yaptıklarının aksine hacla umre arasında bütün helallerden yararlanarak hac aylarında bu ikisini birleştirmeyi yasamış ve Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur:

"Güvene kavuştuğunuzda, hac (zamanın)a kadar umre ile faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser. Kurbanı bulamayan kimse üç gün hacda, yedi gün de döndüğünüz zaman (olmak üzere) tam on gün oruç tutar. Bu, ailesi Mescid-i Haram (civarın)da oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun ve Allah'ın cezasının çetin olduğunu bilin."[638]

Allah Teala bu ayette hac umresinden yararlanmayı ailesi Mescid-i Haram'da olmayanlar ve güvencede olanlar için yasamış. Sonraki ayette ise şöyle buyuruyor: "Hac, bilinen aylardadır." O halde umre ve hac, hac aylarında birleştirilmelidir. Her iki ayet de apaçık bir şekilde bu ilahî hükmü ortaya koymaktadır. Sahih-i Buharî'de geçen rivayette sahabeden olan İmran b. Hasin'de bunu vurgulamaktadır:

"Mut'a ayeti Kur'an-ı Kerim'de nazil oldu ve biz Resulullah (s.a.a)'le birlikte bunu yapıyorduk. Kur'an-ı Kerim'de bunu haram edecek bir ayet de nazil olmadı. Resul-i Ekrem (s.a.a) de vefat edinceye kadar bunundan alıkoymadı..."[639]

Müslim ise bu hadisi şöyle beyan eder: "Mut'a ayeti (hac mut'ası) Kur'an-ı Kerim'de nazil oldu ve Resulullah (s.a.a) da bize bunu yapmamızı emretti. Daha sonra hac mut'asının hükmünü kaldıracak bir ayet nazil olmadı ve Resulullah (s.a.a) de vefat edinceye kadar insanları bundan sakındırmadı..."[640]

Müfessirler ve diğer ulema bu konuda ittifak etmişlerdir ve bu konuda hiçbir ihtilaf yoktur. Allah Teala'nın hac mut'asıyla ilgili ayeti, "Allah'ın cezası çetindir" cümlesiyle bitirmesi gerçekten düşündürücüdür!

Allah Teala hac mut'asını bu ayetin apaçık bir şekilde yasamış ve Sihah'larda mütevatir olarak geçen rivayetler gereğince Resul-i Ekrem (s.a.a) onu Veda Haccı'ndan sünnet olarak bırakmıştır. Buna örnek olarak aşağıdaki rivayetleri gösterebiliriz:

Resulullah (s.a.a)'in Sünnetinde Hac Mut'ası (Temettü Haccı)

Cahiliye döneminde Kureyş'e göre hac aylarında umre yapmak en çirkin günahlardan sayıldığı için aşağıdaki rivayetlerden de anlaşıldığı üzere Resulullah (s.a.a) temettü umresini tedricen tebliğ etmiştir:

Sahih-i Buharî, Sünen-i Ebu Davud ve Sünen-i İbn-i Mâce'de "hac" kitabında, "el-Akik-u vadu'n - mubarek" bölümünde Ömer b. Hattab'dan şöyle rivayet edilir (biz Sahih-i Buharî'iden naklediyoruz): Resulullah (s.a.a)'in Vadi'l - Akid'de şöyle buyurduğunu duydum: "Allah Teala'dan bir melek gelerek bana dedi ki: 'Bu mübarek vadide namaz kıl ve kıyamet gününe kadar umre hac amalleri arasına girdi söyle.'"

Diğer bir rivayette ise şöyle geçer: "Umre hacla birliktedir."

Sünen-i Beyhakî'de bu rivayet şöyle geçer: "Bize Cebrail geldi..." Rivayetin sonunda ise, "Kıyamet gününe kadar umre hac amelleri arasına girdi" şeklinde geçmektedir.

Mucemu'l - Buldan'da "Akik" şöyle tanımlanmıştır: Akik, hakkında "Sen mübarek bir yerdesin" buyruğu geçen, Zu'l-huleyfe vadisi içerisinde bir yerdir. Iraklılar onun Zatu'l-Irak bölgesinden ihram bağlarlar.

İbn-i Hacer, Fethu'l - Barî adlı kitabında, bu hadisin şerhinde şöyle der: Akik'le Medine arasın dört mildir.[641]

Resul-i Ekrem (s.a.a) kendisine vahiy gelerek hacla umrenin birleştirildiğini Ömer'e bildirmiştir; burada onun şahsına yapılan bu tebliğin bir hikmeti vardır; bu hikmet Ömer döneminde umreyle ilgili vuku bulan olaylardan açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Resul-i Ekrem (s.a.a) Vadi'l - Akik'de vahiy geldiğini Ömer'e haber vermiş ve Afsan menzilinde Serrake'nin sorusunu yanıtlamıştır. Bu konu Sünen-i Ebu Davud'da geçen rivayette şöyle açıklanmaktadır:

Resulullah (s.a.a), Asfan'a ulaşınca Serrake b. Malik-i Mudlicî,[642] "Ey Allah'ın Resulü (s.a.a)! Bize bugün dünyaya gelmişiz gibi hac hükmünü açıkla" demesi üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Allah Teala umreyi haccınıza katmıştır. Mekke'ye ulaştığınızda, yanında kurban getiren kimse dışında Ka'be'yi tavaf edip Safa'yla Merfe arasında sa'y yapanınız ihramdan çıkar."[643]

Afsan, Cuhfe'yle Mekke arasında yer almıştır; Cuhfe ise Mekke'ye dört menzil uzaklıkta yer almıştır.

Resul-i Ekrem (s.a.a), Mekke'nin altı mil dışında veya daha uzakta yer alan Serf'de ashabına, "İsteyen onu umre sayabilir" buyurmuştur.

Bu konuda Aişe şöyle diyor:

"Biz hac aylarında hac yapmak için gelmiştik. Serf'te konakladığımızda Resul-i Ekrem (s.a.a) ashabı arasına çıkarak, "Yanında kurbanlık olmayan ve bunu umre saymak isteyen kimse umre sayabilir. Fakat yanında kurbanlık olan bunu umre sayamaz" buyurdu. Bunun üzerine ashaptan bazıları bu emre uydular ve bazıları ise uymadılar."[644]

Buraya kadar geçenlerden, Resul-i Ekrem (s.a.a)'in emrine uymayan ashabın cahiliye döneminde hac aylarında umre yapmayı en çirkin günahlardan sayan Kureyş Muhacirlerinden oldukları anlaşılmaktadır!

İbn-i Abbas'ın naklettiği rivayete göre Resul-i Ekrem (s.a.a) Mekk'nin Betha bölgesine konakladıktan sonra bu konuyu defalarca tebliğ etmiştir. İbn-i Abbas şöyle diyor:

Zilhicce ayının dördüncü günü sabahleyin Resul-i Ekrem (s.a.a) Mekke'nin Betha bölgesinde sabah namazını bizimle birlikte kıldıktan sonra, "İsteyen onu umre sayabilir" buyurdu.[645]

Böyle Resulullah (s.a.a) bu hükmü tedricen beyan etti; nihayet tavaf ve sa'y bittikten sora vahiy geldi ve herkesin böyle yapmasını emretti.

Beyhakî şöyle diyor: Safa ile Merve arasına Resulullah (s.a.a)'e kesin hüküm nazil oldu ve Resulullah (s.a.a) hac için lebbeyk söyleyip yanında kurbanlık getirmeyenlerin onu umre saymalarını emrederek şöyle buyurdu: "Eğer daha önce bilseydim yanımda kurbanlık getirmezdim. Fakat ben başımı bağlayarak yanımda kurbanlık getirdim ve kurban kesmeden ihramdan çıkamam."

Bunun üzerine Serrake b. Malik, "Ya Resulullah (s.a.a)! Bu gün dünyaya gelmişiz gibi hac hükümlerini bize açıkla. Acaba bu umre bu yıl için mi böyledir, yoksa her zaman böyle mi olacak?" dedi. Resulullah (s.a.a), "Her zaman için böyle olacak. Kıyamet gününe kadar umre hac amelleri arasına girdi..." buyurdu.[646]

* * *

Yukarıda geçen rivayetlerde Resul-i Ekrem (s.a.a), Ömer'e şöyle buyuruyor: Rabb'im bana, "Her hacda bir umre var" veya "Umreyle hac birdirler" söylememi; yani bu yolculukta hacla umreyi cem etmeyi niyet etmemi emretti.

Asfan'da Serrake'ye, "Allah Teala bu haccınızda umre yasamıştır" şeklinde cevap vererek özellikle "haccınızda" sözcüğünü kullanmıştır.

Daha sonra bu hükmü Serf'de, beraberindeki tüm hacılara, "İsteyen onu umre saysın" buyurarak iblağ etmiştir Mekke'nin Betha bölgesinde de "İsteyen..." sözcüğünü kullanmış ve umre ihramından çıkma zamanı gelinde de herkese hitap ederek sürekli olarak umrenin hac amelleri arasına girdiğini bildirmiştir.

Açıktır ki Serrake'nin her iki yerde, "Bugün dünyaya gelmişiz gibi hac hükümlerini bize açıkla" şeklindeki sözü de Kureyş'in cahiliye dönemindeki kurallarının görmezden gelinmesine işaret eder. Ve yine burada Resulullah (s.a.a)'in davranışı ve hacda temettü umresini yerine getirme hükmünü nasıl iblağ ettiği konusunda da mütevatir rivayetler gelmiştir; şöyle ki:

Müsned-i Ahmed ve el-Muntaka'de Enes'ten şöyle rivayet edilir:

Hac yapmak için çıktığımızı duyurmuştuk. Fakat Mekke'ye ulaşınca Resul-i Ekrem (s.a.a) onu umre saymamızı emretti ve "Eğer daha önce bilseydim ben de yanımda kurbanlık getirmez ve bunu umre sayardım; fakat ben yanımda kurbanlık getirdiğim için hac ve umrem kıran sayılacaktır."[647]

Sahih-i Müslim ve Müsned-i Ahmed'de Ebu Said-i Hurdî'den şöyle rivayet edilir: Resul-i Ekrem (s.a.a)'le birlikte hacca gitmekte olduğumuzu duyurarak çıktık; fakat Mekke'ye ulaşınca Resulullah (s.a.a) yanında kurbanlık getirenle dışında herkesin onu umre saymasını emretti. Zilhicce ayının sekizinci günü olunca tekrar hac için ihram bağlayıp Mina'ya doğru hareket ettik.[648]

İbn-i Kayyım'ın Zadu'l - Mead'ında şöyle geçer: Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim'de Aişe'den şöyle rivayet edilir: "Resulullah (s.a.a)'le birlikte sadece hac için çıkmıştık... Fakat Mekke'ye ulaşınca Resulullah (s.a.a) ashaba, 'Bunu umre sayın' buyurdu. Böylece yanında kurbanlık getirenler dışında herkes ihramdan çıktı..."[649]

İbn-i Kayyım daha sonra şöyle devam ediyor: Bu hadis Buharî'de şöyle geçmektedir: Biz yalnız hac için Resul-i Ekrem (s.a.a)'le birlikte çıkmıştık; fakat Mekke'ye ulaşınca Ka'be'yi tavaf ettik. Daha sonra Resulullah (s.a.a), yanında kurbanlık getirmeyenlerin ihramdan çıkmalarını emretti. Böylece yanlarında kurbanlık getirmeyenler ihramdan çıktılar. Kurbanlık getirmeyen Resulullah (s.a.a)'in eşleri de ihramdan çıktılar.[650]

Sahih-i Müslim'de İbn-i Ömer kanalıyla Resulullah (s.a.a)'in zevcesi Hafsa'dan şöyle nakledilmektedir: Resul-i Ekrem (s.a.a) veda haccında eşlerine umreden sonra ihramdan çıkmalarını emretti. Ben, "Siz ihramdan çıkmayacak mısınız?" diye sordum. Hazret şöyle buyurdu: "Ben başımı bağladım ve yanımda kurbanlık getirdim; onun için kurban kesinceye kadar ihramdan çıkamam."[651]

Sahih-i Buharî'de de İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: Muhacir, Ensar, Resulullah (s.a.a)'ın eşleri ve biz veda haccında hepimiz hac için telbiye söylemiştik. Fakat Mekke'ye girince Resul-i Ekrem (s.a.a) onu umre saymamızı emredip, "Yanında kurbanlık getirenleriniz dışında geri kalanınız haccınızın telbiyesini umre saysın..."[652]

Resulullah (s.a.a)'in nasıl hac yaptığı konusunda Cebir b. Abdullah'ın rivayetini bütün Sihah sahipleri kendi kitaplarında kaydetmişlerdir. Biz burada Sahih-i Müslim'den onun özetini naklederek konumuzu bitiriyoruz:

Sahih-i Müslim'in "haccetu'u - Nebi" bölümünde Cabir b. Abdullah-i Ensarî'den şöyle nakledilmektedir: Resulullah (s.a.a) dokuz yıl hac yapmamıştı. Hicretin onuncu yılında Resulullah (s.a.a)'in hacca gideceği bildirildi. Bu haber üzerine her taraftan bu merasimde Resulullah (s.a.a)'le birlikte olup hac amellerini onun gibi yapmak isteyen büyük bir kalabalık Medine'de toplandı.

Biz Resul-i Ekrem 'le birlikte Medine'den hareket ettik. Zulhuleyfe'ye ulaşınca Resulullah (s.a.a) o mescidde namaz kıldı. Sonra Kavsa ismindeki devesine bindi. Beraberinde bir insan seli hareket ediyordu. Baktığımda Hazretin sağından, solundan, önünden ve arkasından göz alabildiği kadar atlı ve yayaların onunla birlikte hareket etmekte olduklarını gördüm. Resul-i Ekrem (s.a.a) bizim aramızdaydı; öyle bir kişiydi ki o, kendisine Kur'an nazil olmuş, Kur'an'ın tevilini ve ona nasıl amel edileceğini biliyordu... Kendisi yaptığı şeyi bize öğretiyor ve biz de onun gibi yapıyorduk... Bizim hac yapmaktan başka bir niyetimiz yoktu; umreden haberimiz bile yoktu. Nihayet Mekke'ye ulaşıp rüknü istilam ettikten sonra... (Cabir bu şekilde Resulullah (s.a.a)'in yaptığı amelleri sıralıyor ve nihayet diyor ki:)

Resulullah (s.a.a) Merve'de son tavafı yaptıktan sonra şöyle buyurdu: "Eğer daha önce bilseydim yanımda kurbanlık getirmez bunu umre sayardım. Fakat aranızdan yanında kurbanlık getirmeyenleriniz ihramdan çıkarak bunu umre saysın."

O sırada Serak b. Cu'şum ayağa kalkarak, "Ya Resulullah (s.a.a)! Bu yılımız için mi böyledir, yoksa sürekli bu şekilde mi olacak?" diye sorunca Resulullah (s.a.a), parmaklarını birbirine geçirerek, "Umre sürekli olarak hac amelleri arasına girmiştir" buyurdu.[653]

Buhari'de şöyle geçer: Serrake b. Cu'şum, "Bu sadece bizim için midir?" diye sorunca Resulullah (s.a.a), "Hayır; bundan böyle her zaman bu şekilde olacaktır" buyurdu.[654]

Temettü Umresine Karşı Ashabın Tutumu

Resul-i Ekrem (s.a.a)'in hac aylarında temettü umresinin hükmünü tedricen nasıl açıkladığını gördük. Şimdi o günde Resulullah (s.a.a)'in ashabının bu hükme karşı nasıl davrandığını inceleyelim:

Sahih-i Müslim'de İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.a) ve ashabı Zilhicce ayının dördüncü günü, hac için telbiye söyleyip Mekke'ye girdiler. Orada Resulullah (s.a.a) onu umre saymalarını buyurdu.

Başka bir rivayette bu hadisin sonunda şöyle geçer: "Yanlarında kurbanlık getirenler dışında herkes ihramını umreye çevirsin."[655]

Üçüncü rivayette ise şöyle geçmiştir: Resulullah (s.a.a) ve ashabı dördüncü günün sabahı hac telbiyesini söyledikten sonra Mekke'ye girdiler. Orada Resul-i Ekrem (s.a.a) onu umre saymalarını emretti. Fakat bu emir onlara çok ağır geldi. Bunun üzerine, "Ya Resulullah (s.a.a)! Yapılması helal olan şeyler nelerdir?" diye sordular. Resulullah (s.a.a), "Bütün helaller" şeklinde cevap verdi.[656]

Dördüncü rivayette şöyle geçmektedir: "Bu umredir; biz bunda tüm helallerden yararlanacağız. O halde yanında kurbanlık getirmeyenler tüm helallerden yararlansınlar; çünkü umre kıyamet gününe kadar hac amellerinin içine girdi."[657]

Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim'de nakledilen diğer bir rivayette Cabir b. Abdullah-i Ensarî'nin yanında kurban getirdiği halde Resul-i Ekrem (s.a.a)'le birlikte hac yaptığı ve herkesin sadece hac için telbiye söylemesi üzerine Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğu geçer: "Ka'be'yi tavaf edip Safa'yla Merve arasında sa'y yapıp taksir ettikten sonra hepiniz ihramlarınızdan çıkın ve Zilhicce ayının sekizinci (tevriye) gününe kadar ihram olmadan önce size helal olan tüm şeylere yönelin; sonra hac için telbiye söyleyin ve daha önce yaptığınız amelleri umre sayın."

"Biz onu hac kabul etmiştik (hac niyetiyle yapmıştık); şimdi nasıl umre sayalım?!" demeleri üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Size emrettiğim gibi yapın. Eğer ben de yanımda kurbanlık getirmemiş olsaydım size söylediğim gibi yapardım; fakat şimdi kurban kesinceye kadar hiçbir haram bana helal olmaz."[658]

Cabir'in Sahih-i Buharî, Sünen-i Ebu Davud, Müsned-i Ahmed ve diğer kaynaklardaki ikinci rivayetinde şöyle geçer (biz Buharî'den naklediyoruz): Onlar Resulullah (s.a.a)'e, "O halde bizim ...den meni damladığı halde Mina'ya mı gidelim?!" dediler.[659]

Sahih-i Buharî, Sahih-i Müslim, Sünen-i İbn-i Mâce, Sünen-i Ebu Davud ve Müsned-i Ahmed'deki üçüncü rivayette Ata'dan şöyle nakledilmiştir (biz Buharî'den naklediyoruz): Cabir'in bir gruba şöyle dediğini duydum. Biz Resulullah (s.a.a)'in ashabı sadece hac için telbiye söylemiştik; ama niyetimizde umre yoktu. Nihayet Resul-i Ekrem (s.a.a) Zilhicce ayının dördüncü gününün sabahı Mekke'ye girdi. Hepimiz etrafına toplanınca ihramdan çıkmamızı emrederek, "İhramlarınızdan çıkın ve eşlerinizle ilişkide bulunun" buyurdu.

Cabir diyor ki: Resulullah (s.a.a), eşleriyle ilişki kurmayı zorunlu kılmadı; fakat bu emirle onlara eşlerini helal etmişti. Bunun peşinden aramızda tartışmalar yükseldi. Nihayet, "Arafeye beş gün kadar bir zaman kaldığı halde ihramdan çıkıp eşlerimizle ilişkide bulunmamızı emrediyor. O zaman bizim ...den meni damladığı halde Arefe'ye gitmemizi istiyor!" şeklindeki sözümüz Resulullah (s.a.a)'e ulaştı. Bunun üzerine Hazret ayağa kalkarak şöyle buyurdu: "Çok iyi biliyorsunuz ki ben sizden Allah'tan daha çok çekinen, daha doğru konuşan ve samimiyim. Eğer ben de yanımda kurbanlık getirmiş olmasaydım sizin gibi ihramdan çıkarak helal olan şeylerden yararlanırdım. Şimdi ihramdan çıkın... Eğer daha önce bilseydim ben de yanımda kurbanlık getirmezdim..."[660]

Sahih-i Buharî'nin dördüncü rivayetinde Cabir'den şöyle nakledilmektedir: Resul-i Ekrem (s.a.a) Zilhicce ayının dördüncü günü hiçbir şeyi de eklemeden hac niyetiyle Mekke'ye girdi. Mekke'ye ulaşınca bize onu umre sayarak ihramdan çıkmamızı, hatta eşlerimizle ilişkide bulunmamızı emretti. Bu söz yayıldı ve itirazla yükseldi... Nihayet itirazlarımız Resulullah (s.a.a)'e ulaştı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) ayağa kalkıp bir konuşma yaparak şöyle buyurdu: "Bana bazılarının şöyle ve böyle söylediklerini haber verdiler. Vallahi ben Allah yanında onlardan daha takvalı ve daha salihim..."[661]

Sünen-i İbn-i Mâce, Müsned-i Ahmed b. Hanbel ve Mecmau'z - Zevaid'de Berra b. Azib'den şöyle rivayet edilmektedir (biz Sünen-i İbn-i Mâce'den naklediyoruz): Resulullah (s.a.a) ve ashabı Medine'den çıktılar. Hepimiz hac niyetiyle ihram bağlamıştık; Mekke'ye girince Resul-i Ekrem (s.a.a) bize, "Haccınızı umre yapın" buyurdu. Bir grup, "Ya Resulullah (s.a.a)! Biz hac için ihram bağlamıştık; bunu nasıl umre yapalım?!" dedi. Resulullah, "Size neyi emrettiğime bakın ve onu yerine getirin" buyurdu. Tekrar her taraftan itiraz sesleri yükselince Resulullah (s.a.a) öfkelenerek onlardan yüzünü çevirdi ve o öfkeli haliyle Aişe'nin yanına gitti. Aişe o hazretin çehresindeki öfkeyi görünce, "Kim öfkelendirdi sizi; Allah öfkelensin sizi öfkelendirene?!" diye sordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a), "Nasıl öfkelenmeyeyim ki; ben bir işin yapılmasını emrediyorum, ama emrime itaat edilmiyor!" buyurdu.[662]

Aişe bu olayı daha farklı bir şekilde anlatıyor; Aişe'nin rivayetini Buharî ve Müslim kendi Sahihlerinde ve diğerleri de başka kaynaklarda şöyle kaydetmişlerdir.

Zilhicce ayından dört veya beş gün geçmişti; Resulullah (s.a.a) Mekke'ye girdi. O gün Hazret çok öfkeli olduğu bir halde bana geldi. Ben, "Ya Resulullah! Kim öfkelendirdi seni. Seni öfkelendireni Allah cehenneme atsın?" diye sordum. Hazret, "Halka bir şeyi emrettiğim halde onların onu yapmakta şüpheye düştüklerini bilmiyor musun?!" buyurdu.[663]

Abdullah b. Ömer, Resul-i Ekrem (s.a.a)'in emirleri karşısında bazı sahabilerin sözlerini şöyle kaydeder: Onlar, "Ya Resulullah! Yani aletinden meni damlayan bir kişi Arafat'a mı gitsin?!" dediler. Resulullah (s.a.a), "Evet" buyurdu; "Kokuluklarınızdan güzel koku yükselsin." Bu cümle, hazırlandıktan sonra kadınlarla ilişkide bulunmak için kullanılan bir kinayedir.[664]

Sahih-i Müslim'de Cabir b. Abdullah'tan şöyle nakledilir: Resulullah (s.a.a)'le birlikte hac için telbiye söylemiştik. Fakat Mekke'ye girince, Resulullah (s.a.a) ihramdan çıkıp onu umre kılmamızı emretti. Gerçekten bu emir bize ağır geldi; tahammül ve sabrımızı tüketti. Rahatsızlığımız Resulullah (s.a.a)'e ulaştı. Hazret bize öyle bir çıkıştı ki, bunu gökten gelen bir haber mi, yoksa halktan gelen bir konu mu olduğunu anlayamadık. Resulullah (s.a.a), "Ey insanlar! İhramdan çıkın. Eğer ben de beraberimde kurbanlık getirmemiş olsaydım, ben de sizin gibi yapardım" buyurdu.

Cabir diyor ki: Nihayet ihramdan çıktık; eşlerimizle ilişkide bulunduk ve tüm helalleri yaptık. Sekizinci gün ulaşınca (terviye gönü) sırtımızı Mekke'ye dönerek hac için telbiye söyledik.[665]

Başka bir rivayette ise şöyle geçer: Resulullah (s.a.a)'ten, "Hangi helalleri söylüyorsunuz?" diye sorduk. Hazret, "Tüm helalleri" şeklinde cevap verdi. Bunun üzerine hem güzel kokular süründük ve hem de eşlerimizle ilişkide bulunduk; sekizinci gün gelip çatınca da hac için telbiye söyledik.[666]

* * *

Tüm zorluklarına rağmen hac aylarında hacla umreyi birleştirmeyi ve umreyle hac arasında helallerden yararlanmayı işte bu şekilde kabullendiler! Çünkü bu sünnet cahiliye örf ve adabına aykırıydı! Ümmü'l - Müminin Aişe ay başı görmesi nedeniyle hacdan önce umre yapamadığı için Resulullah (s.a.a) hac amellerinden sonra onu kaza etmesini emretti. Aşağıdaki rivayet tüm açıklığıyla bunu beyan etmektedir:

Aişe Hacdan Önce Umre Yapamayınca Resulullah (s.a.a) Hacdan Sonra Kaza Etmesini Emretti

Sahih-i Müslim'de Aişe'den şöyle rivayet edilmiştir: Sadece hac yapmak için Resulullah (s.a.a)'le birlikte Medine'den çıktık. "Seref" bölgesine veya ona yakın bir yere ulaştığımızda ben adet oldum. Ben bu halime ağlayınca Resulullah (s.a.a) içeri girip, "Adet mi oldun?!" diye sordu. Ben, "Evet" dedim. Bunun üzerine Hazret, "Bu, Allah'ın Adem kızlarına yazdığı bir şeydir; temizlenip gusledinceye kadar sen de tavaf dışında hacıların tüm amellerini yap" buyurdu.[667]

Sahih-i Müslim ve Sünen-i Ebu Davud'da yukarıdaki rivayetlerden daha mükemmel olan başka bir rivayette Aişe'den şöyle rivayet edilmektedir:

Veda haccında Resul-i Ekrem (s.a.a)'le birlikte hac yapmak için hareket ettik. Resulullah (s.a.a), "Kendisiyle birlikte kurbanlık getirenler hacla umre niyeti yapsınlar ve haccın tüm amellerini yerine getirinceye kadar ihramdan çıkmasınlar" buyurdu. Ben aybaşı gördüğüm halde Mekke'ye girdiğim için ne Ka'be'yi tavaf ettim ve ne de Safa'yla Merve arasında sa'y yaptım. Bu nedenle Resulullah (s.a.a)'e yakındım. Hazret, "Saçını açıp tara ve şimdilik umreyi bırakarak hac için niyet et" buyurdu. Ben de öyle yaptım. Hac amellerini bitirince Resulullah (s.a.a), beni Abdurrahman b. Ebubekir'le birlikte Ten'im mescidine gönderdi ve ben umre amellerini oradan yaptım. Çünkü Resulullah (s.a.a) bana, "Buradan umre yap" buyurmuştu. Umre için telbiye söyleyenler Ka'be'yi tavaf edip Safa'yla Merve arasında sa'y yapıp ihramdan çıkmışlardı; Mina'dan döndükten sonra da hacları için başka bir tavaf daha yaptılar.

Aişe başka bir rivayette ise şöyle demektedir: Kardeşim Abdurrahman beni devesinin terkine aldı. Ben boynumun etrafına sardığım örtümün bir köşesini yukarı kaldırdım. Bunun üzerine Abdurrahman kırbaçla ayağıma vurdu. Ben, "Beni bir gören mi var acaba?" Daha sonra umre için telbiye söyleyip umre amellerini tamamlayıp cemreleri taşlamada Resulullah (s.a.a)'e ulaştım.[668]

Sahih-i Buharî'de şöyle rivayet edilmektedir: Aişe, Resulullah (s.a.a)'e, "Siz umre yaptınız; fakat ben yapmadım" demesi üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a), Abdurrahman b. Ebubekir'e dönerek, "Ey Abdurrahman! Kız kardeşini umre yapması için Ten'ime götür" buyurdu ve böylece Abdurrahman, onu umre yapması için bir deveye bindirdi.[669]

Sünen-i Ebu Davud ve Beyhakî'de (biz Ebu Dabud'dan naklediyoruz) İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.a) o gece Aişe'yi, sırf müşriklerin, "Umre ancak hayvanların sırtları iyileşince, geliş-gidiş bitip Safer ayı girince yapılır" şeklindeki sözlerine karşı umreye gönderdi.

Beyhakî'nin kendi Sünen'indeki sözleri şöyledir: Resulullah (s.a.a)'in Aişe'yi Zilhicce ayında umreye göndermesinin tek nedeni müşriklerin adetlerini ortadan kaldırmaktı; çünkü Kureyş'in bu boyu ve onlarla aynı inancı paylaşanlar, "Umre ancak hayvanların sırtları iyileşince, geliş-gidiş bitip Safer ayı girince yapılır" diyorlar, Zilhicce ve Muharrem ayı bitinceye kadar umre yapılmasını haram biliyorlardı.

Bu konuyu Tahavî, İbn-i Abbas'tan şöyle nakletmiştir: Vallahi Resulullah (s.a.a)'in Aişe'yi Zilhicce ayında umreye göndermesinin tek nedeni cahiliye döneminin geleneklerini kırmaktı.[670]

* * *

Hac amelleriyle birlikte temettü umresinin yapılışı hususunda değindiğimiz bu olayların tümü Resul-i Ekrem (s.a.a)'in hayatının son yılında ve veda haccında gerçekleşmiştir. Bütün bu olaylardan hacc amelleriyle birlikte temettü umresi yapılmasından rahatsız olan ve buna karşı çıkanların tümünün Kureyş muhacirlerinden ve Resulullah (s.a.a)'in ashabından oldukları anlaşılmaktadır. Bunun en açık delili ise şudur:

1- İbn-i Abbas'ın rivayeti: Kureyş'in bu boyu ve onlarla aynı inancı paylaşanlar, "Umre Zilhicce ve Muharrem ayı bitinceye kadar umre yapılmasını haram biliyorlardı.[671]

2- Hac aylarında Resulullah (s.a.a)'ten sonra umreyi yasaklayanlar da ileride değineceğimiz gibi Müslümanların Kureyş'ten olan ileri gelenleriydi.

Onlar bu yasaklamadan haccın saygınlığını korumayı ve halkın bir defa hac için ve bir defa da umre için olmak üzere iki defa Mekke'ye gelmelerini ve böylece Mekke halkının bundan bir yarar sağlamalarını amaçlıyorlardı kendi sanılarınca. Nitekim bu konu halife Ömer'in temettü umresini yasaklayan sözlerinden de açık bir şekilde anlaşılmaktadır.[672]

Halife Ebubekir Döneminde Temettü Umresi

Kureyş cahiliye döneminde, hac aylarında hacla umreyi cem etmeyi haram biliyor ve onu en çirkin günahlardan sayıyorlardı. Fakat İslam dini onu yasadı ve Resulullah (s.a.a) de sünnet etti. Ancak buna rağmen, bu hüküm Resulullah (s.a.a)'ten sonra Kureyş'in ileri gelenleri tarafından uygulanmadı ve Kureyişliler hac ve umreyi cahiliye döneminde olduğu gibi ayrı ayrı yaptılar. Umre yapmaksızın hac yapan ilk kişinin Kureyş'in ilk halifesi Ebubekir olduğu bildirilmiştir. Bu konu Beyhakî'nin Sünen'inde Abdurrahman b. Esved'den, onun da babasından naklettiği bir rivayette şöyle geçer: "Ben Ebubekir (r.a) birlikte hac yaptım. Ebubekir (umre yapmaksızın) sadece hac yaptı. Ömer'le (r.a) de hac yaptım. O da sadece hac yaptı. Daha sonra Osman'la (r.a) hac yapınca o da yalnız hac yaptı.[673]

Halife Ömer'in Döneminde Temettü Umresi

Resulullah (s.a.a)'ten sonra (umre yapmaksızın) yalnız hac yapan ilk kişi Kureyişli halife Ebubekir'di. Ve yine Resulullah (s.a.a)'ten sonra Müslümanları temettü umresi yapmaktan alıkoyan ilk kişi Kureyişli halife Ömer'di. Aşağıdaki rivayetleri bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadırlar:

1- Sahih-i Müslim, Müsned-i Teyalesî; Sünen-i Beyhakî ve diğer kaynaklarda Cabir'den naklen şöyle rivayet edilmiştir. (Biz Sahih-i Müslim'den naklediyoruz): Biz Resulullah (s.a.a)'le birlikte temettü umresi yaptık. Fakat Ömer hilafete ulaşınca şöyle dedi: Allah Teala Resulüne revâ gördüğü şeyi helal etmiş ve o ilgili konularda nazil olmuştur. O halde hac ve umreyi Allah'ın emrettiği gibi yerine getirip tamamlayın ve kadınlarla geçici nikah yapmaktan sakının. Sakın bir kadını belli bir zamana kadar nikahlayan birini benim yanıma getirmesinler; aksi durumda onu recmederim!

Bunun peşinden Sahih-i Müslim'de şöyle geçmiştir: "Hac ve umreniz arasında mesafe bırakın; bu hac ve umrenizi daha mükemmelleştirir!"[674]

Beyhakî bu rivayeti kendi Sünen'inde daha geniş bir şekilde naklederek şöyle demiştir: Cabir demiştir ki: Biz Resulullah (s.a.a) ve Ebubekir'le temettü umresi yaptık; fakat Ömer hilafete ulaşınca halka bir hutbe okuyarak şöyle dedi:

"Doğrusu Resulullah bu peygamber ve Kur'an da bu Kur'an'dır. Resulullah (s.a.a)'in döneminde iki mut'a vardı ki ben onları yasaklıyorum; onları yapanları cezalandıracağım. Onlardan biri kadınların mut'asıdır. Sakın benim yanıma bir kadınla geçici nikah (mut'a nikahı) yapan bir kişiyi getirmesinler; çünkü eğer bana böyle birisini getirecek olurlarsa onu taşlatarak öldürürüm! Ve diğeri ise, temettü umresidir. Hac ve umreniz arasına mesafe bırakın; gerçekten bu hac ve umrenizi daha mükemmel eder![675]

Halife Ömer birinci hadiste Allah Teala'nın Resulullah (s.a.a)'e hacla birlikte temettü umresini helal kıldığına, çünkü O'nun istediği her şeyi Resulüne helal kılabileceğine değinmekte ve umrenin hacla birlikte yapılması durumunda kamil olmayacağını vurgulayarak, o halde hac ve umrenizin daha mükemmel olması için bu ikisi arasında mesafe bırakın demektedir!

Aşağıdaki rivayet, Ömer'in temettü umresi yapmayı ve umreyi hacla birleştirmeyi yasaklamasına neden olan konuyu açıklamaktadır.

Esved b. Yezid'den[676] şöyle rivayet edilmektedir: İkindi vakti Ömer b. Hattab'la Arafat'ta durmuştuk. O sırada saçlarını taramış, süslemiş ve güzel koku sürünmüş bir kişi çıkageldi. Ömer, "Sen ihramlı mısın?" diye sordu. Adam, "Evet" dedi. Ömer, "Hiç de ihramlı gibi gözükmüyorsun. İhramlı kişinin saçı başı dağınık, toz toprağa bulaşmış olur ve kötü koku verir!" dedi. Adam, "Ben temettü umresi yaptım ve eşim de benimle birlikteydi. Ben bugün hac için ihrama girdim" şeklinde cevap verdi. Bunun üzerine Ömer, "Bundan böyle hac günlerinde umre yapmayın; eğer ben buna müsaade edecek olursam çok geçmeden gelin tahtlarında zifaf yapar ve oradan da hac yapmak için hareket ederler" dedi![677]

İbn-i Kayyım bu rivayetin peşinden şöyle yazmaktadır: Bu rivayet, Ömer'in kişisel görüşünü ortaya koymaktadır.

İbn-i Hazm ise şöyle diyor: "Evet, böyleydi ve böyle olması da güzeldir. Resulullah (s.a.a) eşleriyle münasebette bulunuyor ve sabahleyin ihram bağlıyordu. İhramdan önce bir göz kırpma süresi içerisinde münasebette bulunmanın mubah olduğunda da hiç şüphe yoktur!"

Ebu Musa Eş'arî de Buharî ve Müslim'in kendi Sahihlerinde kaydettikleri rivayete göre umre konusunda kendisiyle Ömer arasında geçen olayı şöyle anlatmaktadır:

Resulullah (s.a.a) beni Yemen'e göndermişti. Ben, Resulullah (s.a.a)'in hac yaptığı yılda onunla birlikteydim. Resul-i Ekrem (s.a.a), "Ey Ebu Musa! İhrama girerken ne söyledin?" diye sordu. Ben, "Resulullah (s.a.a)'ın söylediği gibi lebbeyk söyledim" şeklinde cevap verdim. Resulullah (s.a.a), "Beraberinde kurbanlık getirdin mi?" buyurdu. Ben, "Hayır" dedim. Hazret, "O halde git, Ka'be'yi tavaf et, Safa'yla Merve arasında sa'y ederek ihramdan çık" buyurdu…

Bu hadisin devamı bir önceki rivayette şöyle geçmektedir: Ben de Ka'be'yi tavaf ettim, Safa'yla Merve arasında sa'y yapıp ihramdan çıktıktan sonra akrabalarımdan olan bir kadının yanına gittim. O benim saçlarımı tarayıp yıkadı.

Başak bir rivayette ise şöyle geçmektedir: "Daha sonra hac için telbiye söyledim."

Ahmed de kendi Müsned'inde "terviye günü"nü de buna eklemiştir. Ebu Musa daha sonra diyor ki: Ben Ebubekir ve Ömer'in hilafeti döneminde fıkhi konularda görüşümü bildiriyor ve hac mevsiminde halka fetva veriyordum. Bir gün yine fetva verirken bir adam gelerek, "Müminlerinin emirinin hac amelleri hakkında verdiği yeni emri bilmiyor musun?!" dedi.

Beyhakî bu konuşu şöyle anlatmaktadır:

Ben Hacer-i Esved'le Makam-ı İbrahim arasında halka Resulullah (s.a.a)'in bana buyurduğu şeylerle fetva veriyordum. O sırada bir adam gelerek kulağıma, "Fetva vermede acele etme. Çünkü müminlerin emiri hac amelleri hakkında yeni emirler vermiştir" dedi![678] Ben bunun üzerine halka şöyle seslendim: "Ey insanlar! Bir konuda kime fetva verdiysem müminlerin emirinin gelmesini beklesin  ve onun emrine uygun davransın."

Halife Ömer Mekke'ye girince ona, "Ey müminlerin emiri! Hac amelleri hakkında yeni emirleriniz nelerdir?" diye sordum. Başka bir rivayete göre, Ebu Musa, halife Ömer'e, "Acaba hac amelleriyle ilgili yeni bir şey mi oldu?" dedi. Halife Ömer bu soru tarzına kızarak şöyle dedi:

"Allah'ın Kitabına müracaat edecek olursak, Allah'ın Kitabı tamamlamayı emrediyor."

Veya diğer bir rivayete göre, "Allah Teala, 'Hac ve umreyi Allah için tamamlayın'[679] buyurmuştur. Ve eğer Resulullah (s.a.a)'in sünnetini göz önünde bulunduracak olursak, Hazretin ancak kurban olarak devesini kestikten sonra ihramdan çıktığını görmekteyiz", dedi.[680]

Her halukârda, halife Ömer diğer bir rivayette hac ve umreyi tamamlamaktan maksadını açıklamıştır. Bu konuyu Malik kendi Muvatta'sında ve Beyhakî kendi Sünen'inde Abdullah b. Ömer'den şöyle nakletmişlerdir: Ömer b. Hattab dedi ki: "Hacla umreniz arasında fasıla verin. Hac ayları dışında umre yapacak olursanız, bu iş hac ve umrenizin tamamlanmasına neden olur.[681]

Başka bir rivayette ise şöyle geçmektedir: Hac ve umreniz arasında fasıla verin. Haccı, hac aylarında, umreyi ise hac ayları dışında yerine getirin; böylece hacc ve umrenizi tamamlayın![682]

Yukarıda Geçen Hadislerin Özeti

Halife Ömer, hacla umre arasında fasıla vermenin bunların daha mükemmel olmasına neden olacağını teşhis etmiş ve bu nedenle haccın, hac aylarında ve umrenin ise hac ayları dışında yapılmasını istemiştir. Halife Ömer bu konuda Kur'an-ı Kerim'in, "Allah için hac ve umreyi tamamlayın" ayetine ve Resulullah (s.a.a)'in Veda Haccında kurbanlık için bulundurduğu devesini kesinceye kadar ihramdan çıkmadığını hatırlatarak Hazretin bu sünnetine dayandığını bildirmiştir.

Oysa yukarıdaki ayette hac ve umreyi tamamlamaktan maksat, hac ve umre amellerinden engellenen veya onu yerine getirememekten korkan kimse karşısında hac ve umreyi yerine getirmek ve kurallarını sona erdirmektir. Ayet bu konudan sonra temettü umresinin yasandığına tasrih ederek şöyle buyurmaktadır: "Hac (zamanın)a kadar umre ile faydalanmak isteyen kimse…" Resulullah (s.a.a) açıkça kendisinin beraberinde kurbanlık getirdiği için ihramdan çıkmadığını bildirmiş ve "Eğer bunu daha önce bilecek olsaydım beraberimde kurbanlık getirmez ve bunu umre yapardım" diye vurgulamış ve yine "Ebediyen umre de hac amelleri arasına girdi" buyurmuştur. Dolayısıyla, halife Ömer'in bunların tümünü anlamamış olması imkansızdır; özellikle İbn-i Abbas'ın Sünen-i Nesaî'de ondan rivayet ettiği sözlere rağmen:

Ömer'in şöyle dediğini duydum: Vallahi ben sizin umre yapmanızı engelledim; oysa Allah'ın Kitabında umre yapılması emredilmiştir. Ben kendim de Resulullah (s.a.a)'in huzurunda temettü umresi yaptım.[683]

Dolayısıyla, halife Ömer'in, sözlerini yerine oturtmak için Allah'ın Kitabı ve Resulullah (s.a.a)'in sünnetini tanık getirmesi doğru değildir; halife Ömer'i bu işe yönlendiren etken Ebu Nuaym'ın Hilyetu'l - Evliyâ ve Muttakî'nin Kenzu'l - Ummal'de naklettikleri diğer bir hadiste açık bir şekilde geçmektedir. Bu iki kaynakta Ömer b. Hattab'ın hac aylarında temettü umresi yapılmasını yasaklayarak şöyle dediğini kaydetmişlerdir:

"Ben şahsen Resulullah (s.a.a)'ın huzurunda umre yaptım. Ve yine bunu yasaklayan da benim; çünkü bir kişi hac aylarında en uzak noktadan toz toprak içinde, saçı başı dağınık, yorgun ve bitkin bir vaziyette umre yapmak için buraya gelip umre için telbiye söylüyor, Ka'be'yi tavaf edip ihramdan çıkıyor. Sonra elbiselerini giyip, güzel kokular sürünüyor ve eğer eşini yanında getirmişse onunla münasebette bulunuyor. Zilhiccenin sekizinci gününe kadar böyle devam ediyor. Sonra saçı başı dağınık olmadan, toz toprağa bulaşmadan, yorgun ve bitkin olmadan Hac için telbiye söylüyor ve labbeyk söyleyerek hacılarla birlikte Mina'ya hareket ediyor ve bütün bunları bir günde yerine getiriyor. Oysa hac umreden üstündür. Bu durumda onlara bu fırsatı verirsek, eşleriyle kol boyun olup zifaf tahtlarında onlarla kucaklaşırlar! Oysa Haremde oturanlar yoksuldurlar, geçimlerini hac ve umre yapan kimselerden temin etmektedirler."[684]

Başka bir rivayette ise halife Ömer'in şöyle dediği geçer: "…Resulullah (s.a.a) ve ashabının umre yaptığını biliyorum; fakat ben tahtlar üzerinde zifaf odaları kurulmasından ve oradan da başlarından gusül suyu damladığı halde doğru hacca gidilmesinden hoşlanmıyorum!"[685]

Bu rivayette halife Ömer iki etkenin kendisini böyle bir emir vermeye sevk ettiğini bildirmektedir: Bunlardan biri haccın saygınlığıdır. Halife Ömer bu sözüne delil olarak aynen Veda Haccında  Resulullah (s.a.a)'in ashabının hac amellerinden önce temettü umresi yapmaktan sakınmalarına getirdikleri delili gösteriyor. Buradan her iki yerde bu sözü söyleyenin bir kişi olduğu anlaşılmaktadır ki o da hac aylarında temettü umresi yapılmasını cahiliye döneminin hac ve umresine aykırı bilen Kureyş muhacirleridir.

Halife Ömer'i hac ve umreyi cem etmeyi yasaklamaya sevk eden ikincisi neden ise, iki emrinden birinde açıkça dile getirdiği şu konudur: "Ka'be sakinlerinin ne bir ziraatı ve ne de sürü ve hayvanları var; onların tek ümidi hac ve umre vakitleri elde ettikleri gelirleridir."

Demek ki halife Ömer hac ve umre arasında fasıla verip umreyi hac ayları dışında yapmalarını söylemesinin nedeni, Müslümanların bir defa hac ve bir defa da umre için olmak üzere iki defa Mekke'ye gelmeleri ve böylece Harem sakinleri olan Kureyişlilerin bir gelir sağlamalarıdır.

Sünen-i Beyhakî'de kaydedildiği üzere halife Ömer'in Emirulmüminin Ali b. Ebutalib (a.s)'a verdiği cevapta da onun bu hedefi güttüğü anlaşılmaktadır. Beyhakî şöyle yazıyor: Ali b. Ebutalib (k.v) halife Ömer (r.a)'a, "Sen temettü umresini yasakladın mı?!" diye sorması üzerine halife dedi ki: "Hayır; fakat Beytullah'ın daha fazla ziyaret edilmesini istiyorum" dedi. Ali (k.v), "Kim ifrad haccı yaparsa, bu güzel bir iştir; fakat temettü umresi yapan kimse Allah'ın Kitabı ve Resulullah (s.a.a)'in sünnetini izlemiş olur" şeklinde karşılık verdi.[686]

* * *

Buraya kadar söylediklerimizden, konunun kaynaklarındaki tüm eksikliklere rağmen bütün bunlar halife Ömer (r.a)'in temettü umresini yasakladığını anlaşılmakta ve bu konuda getirdiklerimiz, bu hükümde halife Ömer'in içtihatlarından kesitleri ve bu husustaki tevillerinden hedeflerini ortaya koymaktadır. Ve yine buraya kadar söylediklerimizden genel olarak halife Ömer'in temettü umresini yasaklayışının şiddet ve sertlik içerdiği ve halkı bundan dolayı kırbaçladığı anlaşılmaktadır.[687]

Bu konuda İbn-i Kesir şöyle yazmaktadır: Sahabe (r.a) Ömer'den çok korkuyor ve ona muhalefet etme cüretini gösteremiyordu.[688] Halife Ömer'in hilafeti döneminde Ali'den başka hiç kimsenin ona muhalefet ettiğini veya dudağını kımıldatıp ona karşı bir şey söylediğini görmedik.[689] Ali, Ömer'in umreyi yasaklamasına karşı ona, "Temettü umresi yapan kimse Allah'ın Kitabı ve Resulullah (s.a.a)'in sünnetini izlemiştir" dedi.[690]

O günden bu yana umresiz hac yapmak Ömer'in sünneti oldu ve Kureyşli halifeler onu izleyerek sünnetini kabul ettiler; nitekim ileride bu konuyu Osman'ın gidişatında da inceleyeceğiz.

Halife Osman'ın Döneminde Temettü Umresi

Osman, hacla umreyi birbirinden ayırarak umre konusunda Ömer'in sünnetini izledi; bunun şaşılacak bir yanı da yoktur tabii. Çünkü her ikisi de Kureyş muhacirlerindendi ve onların ve bu hükmün icrasındaki girişimlerinin karşılarında duracak bir kişi de yoktu; ancak açıkça beraberindekilere bu konuda Osman'a muhalefet etmelerini emreden tek kişi Emirulmüminin Ali (a.s)'dı. Oysa halife Ömer'in döneminde hiç kimse ona açıkça muhalefet edemezdi; Ömer sarih bir şekilde demişti ki:

"Resulullah (s.a.a)'in döneminde yapılan iki mut'ayı ben yasaklıyorum; onları yapanları cezalandıracağım: Onlardan biri temettü umresi ve diğer ise mut'a nikahıdır…" Ömer bu tehdidini yerine getirerek bu işi yapanları kırbaçladı.

Şimdi İmam Ali'nin bu konuda Osman'a nasıl muhalefet ettiğini bildiren rivayeti inceleyelim:

Müsned-i Ahmed'de Abdullah b. Zübeyr'den şöyle rivayet edilmektedir: Osman b. Affan'la birlikte Cuhfe'deydim. Etrafında başta Habib b. Müslime-i Fehrî olmak üzere Şam halkından bir grup da vardı. Hacda temettü umresinden bahsedilince Osman, "Hac ve umrenin daha mükemmel olması için ikisinin hac aylarında bir arada yapılmaması daha iyidir. Umrenin ertelenerek böylece Beytullah'ın iki defa ziyaret edilmesi daha uygundur. Çünkü Allah Teala hayrı geniş tutmuştur" dedi. O sırada Ali b. Ebu Talib çölde devesini otlatmaktaydı. Osman'ın bu sözünü duyunca gelerek onun karşısında durup, "Resulullah (s.a.a)'in bıraktığı sünneti ve Allah Teala'nın kullarına verdiği izni engelleyip insanlara sıkı tutarak bunu önlüyor musun?!" dedi ve peşinden hac ve umre için bir arada lebbeyk söyledi. Osman bunu görünce etrafındakilere dönerek şöyle dedi:

"Ben onu yasakladım mı ki?! Ben onu yasaklamadım; ben sadece kendi görüşümü söyledim. İsteyen yapsın, isteyen de yapmasın."[691]

Malik'in Muvatta'sında İmam Sadık (a.s) kanalıyla babasından naklen şöyle geçmektedir: Miktad b. Amr "es-Sekya" denilen bölgede Emirulmüminin Ali (a.s)'ın huzuruna çıktı. Hazret o sırada develeri için saman ve arpa karıştırıp onlara yem vermekle meşguldü. Mikdad, o hazrete, "Osman b. Affan hacla umreyi birleştirmeyi yasakladı" dedi. Hz. Ali (a.s), yüz ve ellerinde saman ve arpa belirtileri olduğu halde -ravi "Ben Hazretin ellerindeki arpa ve saman tozlarını hala hatırlıyorum" diyor- gelerek Osman'ın karşısına dikilip, "Hac ve umreyi birleştirmeyi sen mi yasakladın?" dedi. Osman, "Benim görüşüm budur!" dedi. Ali öfkeli bir halde, "lebbeyk Allahumme lebbeyk, bi hacetin ve umretin mean" (Allahım! Bir  arada hac ve umren için lebbeyk) söyleyerek Osman'ın yanından ayrıldı.[692]

Yine Sünen-i Nesaî, Müstedreku's - Sahihayn ve Müsned-i Ahmed'de Said b. Museyyeb'den naklen şöyle kaydedilmiştir (biz Sünen-i Nesaî'den naklediyoruz): Ali ve Osman hac için yola koyulmuşlardı. Yolda Osman temettü umresini yasakladı. Ali, "Osman hareket edince siz de hareket edin" buyurdu. Sonra Ali'yle arkadaşları temettü umresi için telbiye söylediler; Osman da onları engellemedi. Sonra Ali Osman'a dönerek, "Acaba umreyi sen yasaklamadın mı?" diye sordu. Osman, "Evet" dedi. Ali, "Resulullah (s.a.a)'in umre yaptığını duymuş musun?" dedi. Osman, "Evet" karşılığını verdi.[693]

İmam Sindî bu olayın haşiyesinde şöyle yazmıştır: Ali, "Osman hareket edince siz de hareket edin" dedi. Yani sizin Resulullah (s.a.a)'in sünnetini onun sözünden öne geçirdiğini bilmesi için umre için telbiye söyleyerek onunla birlikte hareket edin; çünkü Resulullah (s.a.a)'in sünnetine aykırı olan bir konuda ona itaat etmek caiz değildir.[694]

Ahmed b. Hanbel bu olayı daha farklı bir şekilde kaydetmiştir. Şöyle ki:

Osman hac için yola koyuldu. Ali yolda Osman'ın, arkadaşlarına temettü umresiyle haccı bir arada yapmalarını yasakladığını öğrendi. Bunun üzerine Ali kendi arkadaşlarına, "Osman hareket edince siz de hareket edin" dedi. Orada Ali ve arkadaşları umre için telbiye söylediler ve Osman ise onlara bir şey söylemedi. Fakat Ali ona, "Senin umreyi yasakladığın doğru mu? Resulullah (s.a.a) temettü umresi yapmadı mı?" dedi. Ravi, "Bunun üzerine Osman'ın Ali'ye ne söylediğini anlayamadım" diyor![695]

Yukarıda geçen rivayetlerden Osman'ın umre konusunda gevşek davrandığını görmekteyiz; oysa diğer yerlerde şiddet, sertlik ve öfke sergilemektedir kendisinden. Örneğin:

Sahih-i Müslim, Müsned-i Ahmed, Sünen-i Beyhakî ve diğer kaynaklarda Şu'be'den, Katade'den, Abdullah b. Şakik'den şöyle nakledilmektedir (biz Sahih-i Müslim'den naklediyoruz):

Osman temettü umresini yasaklıyordu; Ali ise onun yapılmasını emrediyordu. Sonuçta Osman Ali'ye bir şey söyleyince Ali ona, "Resulullah (s.a.a)'le birlikte temettü umresi yaptığımızı sen de biliyorsun" dedi. Osman, "Evet; fakat o zaman biz korkuyorduk" cevabını verdi!

Bu konu Müsned-i Ahmed'de şöyle geçer: Sonra Osman, Ali'ye "Sen şöyle, böylesin!" dedi. Başka bir rivayette Şu'be diyor ki: Ben Kadate'ye, "Neden korkuyorlardı?" diye sordum. Katade, "Bilmiyorum" karşılığını verdi![696]

Ulema bu rivayette Osman'ın Ali (a.s)'a söylediklerini bir yerde, "Sen şöyle ve böylesin" ve başka bir yerde ise "Osman, Ali'ye bir şey söyledi" şeklinde değiştirmişlerdir. Fakat halife Osman'ın Ali (a.s)'a, "Evet, fakat biz korkuyorduk" şeklindeki sözünün neyi ifade ettiğini sadece Katade değil biz de anlamış değiliz; hatta hiçbir müneccim de onların neden korktuklarını bilmemiştir! Resul-i Ekrem (s.a.a) Veda Haccı'nda onlara temettü umresi yapmalarını emretmiş ve onlar da Resulullah (s.a.a)'in son haccında bunu yapmışlardır. İslam dini o dönemde Arap yarım adasında tamamen yayılmış ve şirk etkileri tamamen yok olup gitmişti.

İbn-i Kesir de şöyle diyor: Ben de bu korkuyu neye ilişkilendirdiklerini ve neden korktuklarını anlayamadım.

İbn-i Kesir bunlardan önce şöyle yazmıştır: Bu iddianın hiçbir yeri yoktur; çünkü Allah Teala İslam dinini Resulüne Arap yarım adasında indirmiş, Mekke'yi fethetmiş ve bir yıl önce Mina'da, "Bundan böyle müşrik olan hiç kimsenin hac yapmaya hakkı yoktur ve hiç kimse çıplak olarak Ka'be'yi tavaf edemez" buyurmuştur.

Yukarıdaki rivayette Osman fetvasının doğruluğuna, "Biz korktuğumuz için temettü umresi yaptık!" şeklinde delili getirmektedir. Fakat aşağıdaki rivayetlerde bir delil getirmeden zorba ve kaba bir davranış sergilemektedir:

Sahih-i Müslim, Sahih-i Buharî, Sünen-i Nesaî, Müsned-i Teyalesî ve Müsned-i Ahmed'de Said b. Museyyeb'den şöyle rivayet edilmektedir (ifade Sahih-i Müslim'indir):

Ali'yle Osman, Asfan[697] denilen bölgede bir araya geldiler. Osman daha önce umre yapmayı yasaklamıştı. Orada Ali, Osman'a dönerek, "Neden Resulullah (s.a.a)'in yapılmasını emrettiği bir işi yasakladın?!" dedi. Osman, "Bizi kendi halimize bırak" dedi. Ali, "Seni kendi haline bırakamam" dedi ve peşinden hemen umreyle hac için telbiye söyledi.[698]

Sahih-i Buharî, Sünen-i Nesaî, Sünen-i Daremî, Sünen-i Beyhakî, Müsned-i Ahmed, Müsned-i Teyalesî ve diğer kaynaklarda Mervan b. Hakem'den şöyle rivayet edilmektedir (ifade Buharî'nindir): Osman ve Ali'yi bir arada gördüm. Osman hacla birlikte temettü umresi yapılmasını yasaklamıştı. Ali bunu öğrenince her ikisini de bir arada yapmak için telbiye söyleyip, "Ben hiç kimsenin sözüyle Resulullah (s.a.a)'in buyruğunu terk etmem" dedi.

Bu konuda Nesaî'nin sözü şöyledir: Osman hacla temettü umresi yapılmasını yasaklamıştı. Dolayısıyla Ali'ye dönerek, "Ben bunu yasakladığım halde sen yapıyor musun?" dedi. Ali, "Ben hiç kimsenin hatırı için Resulullah (s.a.a)'in sünnetini terk etmem" ve başka bir rivayete göre de "… Senin hatırın için terk etmem" dedi.[699]

* * *

İbn-i Kayyım yukarıdaki hadislerin peşinden şöyle yazmaktadır:

Bu konu, Ali'yle Osman'ı karşı karşıya getiren şeyin temettü umresi olduğunu göstermektedir; oysa Resulullah (s.a.a) bu ameli yapmış, Osman'ın kendisi de Resul-i Ekrem (s.a.a)'in onu yaptığını itiraf etmiştir. Ali ona, "Resulullah (s.a.a)'in yaptığı bir işi yasaklamaktan amacın nedir?" diye sorunca, Resulullah (s.a.a)'in böyle bir şey yapmadığını söylememiştir; çünkü eğer Resulullah (s.a.a)'in hacla birlikte temettü umresi yaptığını kabul etmeseydi kesinlikle bunu reddederdi. Diğer taraftan, Ali de Resul-i Ekrem (s.a.a)'i izlemek, onun emrini yerine getirmek ve amelde bu emrin feshedilmediğini vurgulamak istiyordu. Ali'nin açıkça hacla birlikte temettü umresi için telbiye söylemesi Resulullah (s.a.a)'a uyduğu, Kur'an'ı ve Osman'ın teville yasakladığı sünneti izlediğini ilan etmek anlamına geliyordu.[700]

* * *

Yukarıda geçen tüm rivayetlerden Emirulmüminin Ali (a.s)'ın kasıtlı olarak ve açıkça temettü haccı niyeti ederek bu konuda halife Osman'a karşı olduğunu ilan ettiği, Osman'ın da bu muhalefete bazen yumuşak ve bazen de sert karşılık verdiği anlaşılmaktadır. Ve yine Osman'ın yumuşak davranışının hilafetinin başında, şiddet ve sertliğinin ise daha sonralarına ait olduğunu gördük; nihayet bu sertliği böyle bir yere vardı ki bu konuda emrine itaat etmeyenlere kırbaç vurup başlarını tıraş ediyordu!

İbn-i Hazm bu konuda şöyle diyor:

Osman bir kişinin hacla birlikte temettü umresi için lebbeyk söylediğini duyunca onu yanına getirmelerini emretti. Adamı getirdiklerinde onu kırbaçlayarak cezalandırdı ve saçını tıraş etti.[701] Halifenin onu kırbaçlaması cezalandırmak için, saçını tıraş etmesi ise diğerlerine ibret olması içindi.

Bütün bu şiddete rağmen Müslümanların eleştirileri bu dönemde başladı; bu konuda onu eleştiren ve bu hareketini sorgulayan ilk kişi Emirulmüminin Ali (a.s)'dı; İmam Ali (a.s) açıkça bu aykırı hareketlere karşı koymuş, arkadaşlarına da bunu yapmalarını emretmiştir. Bu eleştiri ve itiraz o zamandan itibaren diğer halifelere de yapıldı. Fakat İmam Ali (a.s)'ın döneminde vuku bulan olay şöyledir:

İmam Ali (a.s) Döneminde Temettü Umresi

İmam Ali (a.s)'ın Osman'ın hilafeti döneminde Resul-i Ekrem (s.a.a)'in bu sünnetini yaşatmak için sert bir şekilde halifeye karşı çıktığını gördük.[702] Hz. Ali (a.s)'ın bunu kendi hükümeti döneminde icra etmesi gerekiyordu; çünkü karşısında bir muhalif olmadığı gibi genel olarak Müslümanların buna eğilimli olması da ona destek veriyordu. Bu nedenle Emirulmüminin Hz. Ali (a.s)'ın döneminde temettü umresi hakkında bahsetmek anlamsız olduğundan bu konunun tartışılıp kitaplara yansıması da yersiz olurdu. Bu konu hakkındaki tartışmalar ikinci defa, Ömer'in sünnetini diriltmeye çalışan Muaviye'nin döneminde başladı.

Muaviye'nin Hilafeti Döneminde Temettü Umresi

Muaviye kendi hilafeti döneminde var gücüyle ilk üç halife Ebubekir, Ömer ve Osman'ın sünnetlerini yaşatmaya çalışıyordu; özellikle Ehlibeyt'in yenik düştüğü, mekteplerine muhalefet edildiği ve özellikle Hz. Ali (a.s)'a muhalefet edildiği durumlarda daha fazla bir çaba sarf ediyordu. Bu onun genel siyasetiydi; Muaviye ve taraftarlarının temettü umresi hükmüne karşı girişimlerini rivayetler şöyle açıklıyor.[703]

Sünen-i Nesaî'de İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet edilmektedir:

"Muaviye halkın temettü umresi yapmasını engelledi; oysa Resulullah (s.a.a) temettü umresi yapıyordu."[704]

Sünen-i Dâremî'de Muhammed b. Abdullah b. Nevfel'den şöyle rivayet edilmiştir:

Hac mevsiminde Muaviye'nin Sa'd b. Malik'ten, "hacla birlikte temettü umresi yapmak konusunda görüşün nedir?" diye sorduğunu, Sa'd'ın, "Güzel bir iştir" demesi üzerine Muaviye'nin, "Ömer bunu yasaklamıştır; sen Ömer'den daha mı üstünsü?!" dediğini duydum. Sa'd, Muaviye'nin bu sözüne karşı, "Ömer benden üstündür; fakat umreyi Resul-i Ekrem (s.a.a) yapmıştır ve o da Ömer'den üstündür" cevabını verdi.[705]

Bazı rivayetlerden Muaviye döneminde bu gibi girişimlerin onun kendisine has olmadığı, Muaviye sisteminin bazı yardakçılarının da bu konuda ona yardımcı oldukları anlaşılmaktadır. Örneğin:

Malik'in Muvatta'sında, Sünen-i Nesaî, Sünent-i Tirmizî, Sünen-i Beyhakî ve diğer kaynaklarda (tabir Muvatta'nındır) Muhammed b. Abdullah[706] b. Haris'in, Muaviye'nin hac yaptığı yılda Sa'd b. Ebi Vakkas'la Zehhak b. Kays'ın temettü umresiyle haccı birleştirme konusunda tartışıp görüş belirttiklerini duyduğu rivayet edilmiştir. Bu tartışmada Zehhak, Sa'd'a, "Umre ve haccı Allah'ın hükmüne cahil olan kimseden başkası birleştirmez!" dedi. Sa'd ise, "Ey kardeşimin oğlu! Çirkin bir şey söyledin!" dedi. Zehhak, "Fakat Ömer bunu yasaklamıştı" dedi. Sa'd, "Resulullah (s.a.a) böyle yaptı ve biz de onunla birlikte bu ameli yerine getirdik" şeklinde karşılık verdi.[707]

Bu rivayette geçen Zehhak, Zehhak b. Kays-i Kurşî Fehrî'dir; işte bu nedenle Sa'd ona, "Ey kardeşimin oğlu!" diye hitap etmiştir. Zehhak, Resul-i Ekrem (s.a.a)'in vefatından yedi yıl önce dünyaya gelmiş, Muaviye'nin güvenlik görevlilerinin sorumluluğunu üstlenmiş, savaşlarda başarılar göstermiş, Muaviye de onu Emirulmüminin Ali (a.s)'ın hükümet alanında kargaşa çıkarmak için görevlendirdiği ordunun kumandanlığına atamıştır. Zehhak Irak şehirlerinde yağma yapıp halktan bir grubunu öldürmüş, hac kafilesine saldırarak azık ve bineklerini yağmalamış ve onlardan bir grubunu kılıçtan geçirmiştir!

Zehhak Muaviye'nin cenazesine gusül verip, kefenleyip denfnetti, sonra babasının ölüm haberini Yezid'e verdi. Yezid'in ölümünden sonra Abdullah b. Zübeyr'e biat etti ve Merc-i Rahit'te Merven b. Hakem'le savaştı ve aynı yıl hicretin 64'inde öldü.[708]

 

 Zehhak b. Kays, Muaviye'nin yardakçılarının başta gelenlerinden biriydi. Onun Muaviye'nin yanında yer alıp, onun ipine sarılması ve Muaviye'nin isteklerini yerine getirmede ona yardımcı olması şaşırılacak bir şey değildir tabii.

Ve yine Muaviye'nin bu kaydettiklerimiz dışında temettü umresini engellemek için hadis uydurmaya başvurmasına da şahit olmaktayız. Beyhakî ve Nesaî kendi Sünenlerinde şöyle kaydetmektedirler (ifade Beykahî'nindir):

Muaviye, Resul-i Ekrem (s.a.a)'in bazı ashabına şöyle sordu (Ebu Davud, "Resulullah (s.a.a)'in ashabına sordu" demiştir): Resul-i Ekrem (s.a.a)'in, hayvanın eğerinin altına serilen örtünün panter derisinden olmasını yasakladığını kabul ediyor musunuz?"

Onlar, "Allah şahittir ki evet" dediler.

Muaviye, "Ben de buna tanıklık ediyorum" dedi ve sonra, "Peki Resulullah (s.a.a)'in parça dikme dışında altın dokumalı elbise giymeyi yasakladığını kabul ediyor musunuz?" diye sordu.

Onlar yine, "Allah şahittir ki evet" diye cevap verdiler.

Bunun peşinden Muaviye, "Peki Resulullah (s.a.a)'in hacla temettü umresini bir arada yapmayı yasakladığını da kabul ediyor musunuz?!" dedi.

Onlar, "Allah şahittir ki hayır!" dediler.

Muaviye, "Vallahi bu da onlar gibidir!" dedi.

İbn-i Kayyım bu rivayeti naklettikten sonra şöyle yazıyor: "Biz da Allah'ı tanık tutuyoruz ki bu, Muaviye'nin zihninin ürettiği hayallerden biridir veya yalan yere ona isnat edilmiştir. Çünkü Resulullah (s.a.a) hiçbir zaman hacla temettü umresini bir arada yapmayı yasaklamamıştır.[709]

İbn-i Kayyım bu sözü Muaviye hakkındaki iyimserliğinden kaynaklanmaktadır. Bu konuda Muaviye'nin kendisinin Resulullah (s.a.a)'ten naklettiği aşağıdaki rivayet onun birinci sözünü reddetmektedir.

Buharî ve Müslim kendi Sahihlerinde ve Ahmed b. Hanbel Müsned'inde İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet etmişlerdir (ifade Buharî'nindir): Muaviye bana, "Merve'de Resulullah (s.a.a)'in saçını okumun ucuyla taksir ettiğimi (kısalttığımı) biliyor musun?" dedi. Ben, "Bunu bilmiyordum; fakat bu konu kendi aleyhine bir delildir!" dedim.*

El-Muntaka kitabında "Merve" kelimesinden sonra "fi eyyamin aşer" (on gün içinde) tabiri geçmiştir. İbn-i Kayyım diyor ki, "Bu Muaviye'nin halk tarafından eleştirilmesine neden olan ve bunu Muaviye'nin hatalarından saydıkları bir kondur."[710]

Birinci rivayette, Resul-i Ekrem (s.a.a)'in ashabı Muaviye'nin sözünü reddederek Hazretin temettü umresiyle haccı bir arada yapmayı yasaklamadığına dair yemin etmektedirler; fakat Muaviye, Resulullah (s.a.a)'in onu da yasakladığına yemin etmektedir! Bu rivayet, Muaviye'nin görüşüne uygun diğer rivayetlerin de onun döneminde uydurulduğunu göstermektedir. Biz bu konuyu bahsimizin sonunda işleyeceğiz inşallah.

Fakat Muaviye'nin birinci rivayetini reddeden ikinci rivayeti kendisinin Resul-i Ekrem (s.a.a)'e yakın kişilerden olduğunu, Hazretin huzurunda bulunduğunu göstermek ve böylece övünmek içindir; fakat bu sözün kendisinin birinci fetvasıyla çeliştiğini unutmuş galiba.

Muaviye, Ömer'in sünnetini ihya etme yolunda Sa'd b. Ebi Vakkas'ın sert muhalefetiyle karşılaştı; çünkü Müslim'in kendi Sahih'indeki rivayetlerine göre Ganim b. Kays şöyle demiştir: Ben Sa'd b. Ebi Vakkas'tan temettü umresinin hükmünü sordum. Sa'd, "Biz temettü umresi yapınca o daha Mekke'de kafirdi" cevabını verdi. Başka bir rivayete göre şöyle dedi: "Biz temettü umresi yaparken o daha uruşta (veya arşa) kafirdi."

"Uruş" Mekke evlerine denir. Fakat Sa'd b. Ebi Vakkas, "uruş" değil de "arş" söyleyip arşın Rabbi olan Allah'ı kastetmiş olabilir. (Buradaki fark, bu kelimenin Arapça'da farklı bir şekilde hareketlendirilmesinden kaynaklanıyor -müt.-)[711]

Böylece Sa'd b. Ebi Vakkas bir çok yerde Muaviye'yle muhalefet etmiştir. Oysa o zaman mevcut sahabe arasında hiç kimse Sa'd b. Ebi Vakkas'ın makam ve mevkisine sahip değildi. O Irak'ın fatihi ve halife Ömer'in altı kişilik şuraya seçerek halife adayı kıldığı kişilerden biriydi. İşte bu nedenle Sa'd o dönemde hakim hilafet düzenine karşı çıkma gücüne sahipti. Halbuki o dönemde hayatı boyunca gerçekler karşısında sesi soluğu çıkmayan İmran b. Hasin[712] gibi diğer sahabiler de vardı. İmran b. Hasin kendisini ölümün eşiğinde görünce sessizliğini bozup temettü umresi hakkında görüşünü açıkça belirtti. Müslim ve diğerlerin bu konuyu Mutarref'ten şöyle nakletmektedirler:

İmran b. Hasin ölüm yatağında birini benim peşime göndererek şöyle dedi: "Sana bazı hadisler hakkında bazı bilgiler vereyim de şayet benden sonra Allah seni bu hadislerden yararlanırı. Ben yaşarsam bunu kimseye söyleme; fakat eğer ölürsem istersen bunu halka anlatabilirsin; çünkü benim güvencem bundadır. Bunu bil ki Resulullah (s.a.a) hacla temettü umresini birlikte yaptı; bu hükmü kaldıran bir ayet inmedi ve Resul-i Ekrem (s.a.a) de bizi ondan engellemedi. Ancak bir adam bu konuda canı istediği her şeyi söyledi."[713]

Başka bir rivayette ise şöyle geçmektedir: "Bu gün sana bir hadisten bahsedeceğim; ileride Allah Teala seni bu hadisten faydalandıracaktır. Şunu bil ki Resulullah (s.a.a) Ehlibeyt'inden bir gruba Zilhicce ayının ilk on gününde temettü umresi yapmayı emretti. Ondan sonra bu hükmü kaldıran bir ayet inmedi ve Resul-i Ekrem (s.a.a) hayatta olduğu sürece de bundan sakındırmadı. Nihayet bir adam bu konuda canı istediklerini söyledi!"

Başka bir rivayette de, "Bir adam -Ömer- kendi görüşünü dile getirdi."[714]

* * *

Muaviye hayatta olduğu sürece bu konu böyle devam etti; Muaviye'nin ölümünden sonra halife diye oğlu Yezid'e biat edilince, hilafetinin ilk yılında İmam Hüseyin (a.s)'la savaşıp onun Ehlibeyt'ine baskı yapmaya, peşinden de Medine'de sahabe ve tabiini ezmeye başladı. Bu konuda o kadar direndi ki nihayet Medine'ye girip orada yaptı yaptıklarını. Oradan Mekke'deki Abdullah b. Zübeyr'le savaşmak için hareket etti ve Abdulah'ı Mekke'de kuşattı.

Yezid'in ölmesi üzerine Abdullah b. Zübeyr'e halife diye biat edilince, o da temettü umresi konusunda var gücüyle ilk üç halifenin sünnetlerini yaşatmaya çalıştı.

Abdullah b. Zübeyr Döneminde Temettü Umresi

Ebubekir ve Ebu Hubeyb, Abdullah b. Zubeyr, Kureşî Esedî, annesi Aişe'nin kız kardeşi (Ebubekir'in kızı) Esma'dır. Dolayısıyla, Ümmü'l - Müminin Aişe, Abdulah b. Zübeyr'in teyzesidir. Abdullah hicretten sonra Medine'de dünyaya gelmiş ve Cemel savaşında teyzesi Aişe'nin yanında İmam Ali (a.s)'a karşı savaşmıştır. Emirulmüminin Ali (a.s) Abdullah b. Zübeyr hakkında şöyle buyurmuştur:

"Abdullah b. Zübeyr dünyaya gelmeden önce Zübeyr bizim Ehlibeyt'ten sayılıyordu."

 

Back Index Next