İÇİNDEKİLER

 

Back Index Next

 

Fakat Ömer, Resulullah (s.a.a)'in Medine'deki sadakasını Ali ve Abbas'a geri vermesine rağmen Hayber ve Fedek'i onlara vermeyip kendi elinde tutarak dedi ki: "Hayber ve Fedek Resulullah (s.a.a)'in ihtiyaç ve sıkıntılarını giderdiği sadaka ve haklarındandı. Onlarla yapılması gerekeni yönetimde olan kişi belirler."

Ravi der ki Hayber ve Fedek günümüze kadar Ömer'in yasadığı şekilde kullanıldı.[485]

Ümmü'l - Müminin Aişe'nin ikinci rivayetinde Ömer apaçık bir şekilde Resul-i Ekrem (s.a.a)'in mal ve mülkünün geçinimi karşılamak ve sıkıntılarını gidermek için kullandığı haklarından olduğunu ve ondan sonra da onların yönetimde olan kişiye geçtiğini vurguluyor. Dolayısıyla, sadece onları kendi haklarından bilen Ömer onları geçim masrafları için kullanıyor ve sıkıntılarını onlarla gideriyordu. Ümmü'l - Müminin Aişe'nin birinci rivayetinde naklettiği Ebubekir'in sözlerinden anlaşılan da aynen budur: "Ben onları Resulullah (s.a.a)'in kullandığı gibi kullanacağım veya onları kesin hakkım gibi geçim masraflarımda kullanıp sıkıntılarımı onunla gidereceğim!"

Bu konuda Ümmü'l - Müminin Aişe'den Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim'de nakledilen üçüncü bir rivayet daha var. Aişe diyor ki:

Resulullah (s.a.a)'in kızı Fatıma, birini Ebubekir'e göndererek ondan Allah Teala'nın, Medine ve Fedek'te Resul-i Ekrem (s.a.a)'e verdiklerinden ve Hayber humsunun geriye kalanlarından kendine yetişen mirası istedi. Fakat Ebubekir, Resulullah (s.a.a), "Biz miras bırakmayız; bizden geri kalanlar sadakadırlar; Muhammed'in Ehlibeyt'i ancak bu maldan yiyebilirler" buyurmuştur. Şimdi ben Resulullah (s.a.a)'in sadakasını kendi hayatında nasıl idiyse hiç değiştirmeden onun kullandığı gibi kullanacağım, dedi!

Böylece Ebubekir onların birini bile Fatıma'ya vermekten sakındı. Fatıma da Ebubekir'e öfkelenerek ondan yüzünü çevirdi ve bir daha onunla konuşmadı. Fatıma Resul-i Ekrem (s.a.a)'ten sonra sadece altı ay yaşadı. Vefat edince de eşi Ali, Ebubekir'e haber vermeksizin onu geceleyin defnetti. Fatıma'nın cenazesine Ali'nin kendisi namaz kıldı.

Fatıma hayatta olduğu sürece halk arasında Ali saygındı; fakat Fatıma vefat edince Ali kavmin ileri gelenlerinin baskısı sonucu Ebubekir'le uzlaşarak ona biat etmek zorunda kaldı. Fakat Fatıma hayattayken, o birkaç ay içerisinde Ali Ebubekir'e biat etmedi...[486]

* * *

Fatıma-ı Zehra (s.a)'nın Hakim Güçle İhtilafı

Ümmu'l - Müminin Aişe uzunca rivayetlerinde Hz. Fatıma (s.a)'nın Ebubekir'e itirazlarından sadece babası Resulullah (s.a.a)'in mirasını istemesini zikretmekle yetinmiştir; oysa Fatıma (s.a) onlarla şu üç alanda tartışmıştır:

1) Resul-i Ekrem (s.a.a)'in kendisine yapmış olduğu bağışlar konusunda tartışması.

2) Resulullah (s.a.a)'in mirası konusunda tartışması.

3) Yakınların hissesini konusunda tartışması.

Şimdi bunların her birini ayrı ayrı inceleyelim:

1) Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Fatıma (s.a)'ya  Bağışları

Futuhu'l - Buldan kitabında şöyle geçer:

Fatıma, Ebubekir-i Sıddık'a, "Resulullah (s.a.a)'in bana bağışlamış olduğu Fedek'i bana bırak" dedi. Ebubekir ondan tanık istedi. Fatıma Ümm-ü Eymen'i[487] ve Resulullah (s.a.a)'in azat ettiği Ribah'ı[488] getirdi. Onlar Fatıma (s.a)'nın sözlerinin doğruluğuna tanıklık ettiler. Fakat Ebubekir bu iş için bir erkek ve iki kadının tanıklık etmesi gerektiğini söyledi!

Diğer bir rivayette ise şöyle geçer: Ali b. Ebutalib, Zehra'nın iddiasını doğruluğuna tanıklık etti. Fakat Ebubekir, Fatıma'dan başka bir tanık getirmesini istedi. Bunun üzerine Ümm-ü Eymen, Fatıma lehine tanıklıkta bulundu.[489]

Açıktır ki bu tanık isteme olayı Ebubekir'in, Resulullah (s.a.a)'in diğer mal varlığı gibi Fedek'e de el koymasından sonra gerçekleşmiştir.

Ebubekir Hz. Fatıma (s.a)'nın Fedek hakkındaki tanıklarını reddettikten sonra Hz. Fatıma (s.a) başka bir davaya baş vurarak babası Resulullah (s.a.a)'in mirasını söz konusu etti. Ümmü'l - Müminin Aişe'nin yukarıda zikrettiğimiz rivayetleri dışında aşağıdaki rivayetler de bunu açık bir şekilde ifade etmektedirler.

2) Hz. Fatıma (s.a)'nın Babası Resulullah (s.a.a)'in Mirasını Talep Etmesi

a) Ebu Tufeyl'in Rivayeti

Müsned-i Ahmed b. Hanbel, Sünen-i Ebu Davud, Tarih-i Zehebî,Tarih-i İbn-i Kesir, Şerh-u Nehci'l - Belaga-i İbn-i Ebi'l - Hadid'de Ebu Tufeyl Amir b. Vasile'den[490] şöyle rivayet edilmiştir (biz Müsned-i Ahmed'ten naklediyoruz):

Resulullah (s.a.a)'ın vefatından sonra Fatıma (s.a) Ebubekir'e, "Sen mi Resulullah (s.a.a)'ten miras alırsın, yoksa onun ailesi mi?" diye bir mesaj gönderdi.

Ebubekir, "Ben almam; ailesi alır" şeklinde cevap verdi.

Fatıma, "O halde Resulullah (s.a.a)'in hissesi nerededir?" dedi.[491]

Ebubekir, "Ben Resulullah (s.a.a)'in, 'Allah Teala bir peygambere bir rızk verdiği zaman ondan sonra o rızkı yerine geçene verir' buyurduğunu duydum ve ben de onu Müslümanlara çevirmeyi uygun gördüm" dedi.

Bunun üzerine Fatıma (s.a), "Sen Resulullah (s.a.a)'ten duyduklarını daha iyi bilirsin" dedi.[492]

Şerh-u Nehci'l - Belaga'da ise bu cevaptan sonra Hz. Fatıma (s.a)'ın şöyle buyurduğu geçer: "Bundan sonra senden bir şey istemeyeceğim!"

b) Ebu Hureyre'nin Rivayeti

1- Sünen-i Tirmizî'de Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir:

Fatıma, Ebubekir ve Ömer'in yanına giderek Resul-i Ekrem (s.a.a)'in terekesinden kendi mirasını istedi. Fakat onlar dediler ki: Biz Resulullah (s.a.a)'in, "Ben miras bırakmam!" buyurduğunu duyduk. Fatıma ise onlara, "Vallahi artık sizinle konuşmayacağım" cevabını verdi. Fatıma sözünde durdu ve ölünceye kadar Ebubekir ve Ömer'le konuşmadı.[493]

Yine Müsned-i Ahmed, Sünen-i Tirmizî, Tabakat-i İbn-i Sa'd ve Tarih-i İbn-i Kesir'de Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmektedir:

Fatıma, Ebubekir'e, "Sen öldükten sonra mirasçın kim olacaktır?" diye sordu.

Ebubekir, "Çocuklarım ve ailem" cevabını verdi.

Bunun üzerine Fatıma, "O halde neden biz Resulullah (s.a.a)'ten miras almayalım?!" dedi.

Ebubekir, ben Resulullah (s.a.a)'ten, "Peygamber miras bırakmaz!" buyurduğunu duydum. Ben de Resulullah (s.a.a)'in geçimlerini karşılamakla sorumlu olduğu kişilerim geçimlerini karşılamakla sorumluyum; ben de onun bağışta bulunduğu kişilere bağışta bulunacağım! dedi.[494]

c) Ömer'in Rivayeti

Tabakat-i İbn-i Sa'd'da Ömer b. Hattab'tan şöyle rivayet edilmektedir:

Resulullah (s.a.a)'in vefat ettiği gün Ebubekir'e biat edildi. Ertesi gün Fatıma, Ali'yle birlikte Ebubekir'in yanına giderek, "Babam Resulullah (s.a.a)'in terekesinden kendi hakkımı istiyorum" dedi. Ebubekir, "Ev eşyalarını mı, yoksa velayet ve hükümetin mi?" diye sordu. Fatıma, "Sen öldüğünde kızların senden nasıl miras alacaklarsa ben de Fedek, Hayber ve Medine sadakalarından miras olarak bana ulaşanları istiyorum" dedi.

Ebubekir, "Vallahi baban benden ve sen de benim kızlarımdan üstünsün. Fakat Resulullah (s.a.a), 'Biz miras bırakmayız; bizim terekemiz (yani bu mallar) sadakadır!' buyurmuştur" dedi.[495]

Gördüğünüz gibi, Ömer b. Hattab kendi rivayetinde Fatıma (s.a)'nın Ebubekir'in yanına gelişini Resulullah (s.a.a)'in vefatının ertesi günü olarak belirtmektedir; oysa bu tarih Sakife olaylarından sonraki vakıalarla bağdaşmamaktadır; bu konuda doğru olan İbn-i Ebi'l - Hadid'in şu sözleridir:

"Fedek olayının söz konusu edilişi ve Fatıma'nın Ebubekir'in yanına gelişi Resul-i Ekrem (s.a.a)'in vefatından on gün sonrasına tesadüf eder."[496]

Bu konunun ne zaman söz konusu edildiği pek önemli değil aslında; asıl önemli olan Ebubekir'in sadece kendisinin Resulullah (s.a.a)'ten naklettiği, "Biz miras bırakmayız; bizim terekemiz sadakadır" şeklindeki bir rivayete dayanarak Hz. Fatıma (s.a)'i babası Resulullah (s.a.a)'in mirasından mahrum etmesidir. Bu konuyu Ümmü'l - Müminin Aişe kendi rivayetinde apaçık bir şekilde dile getirmektedir:

Resul-i Ekrem (s.a.a)'in mirasında ihtilafa düştüler ve bu konuda hiç kimseden faydalı bir bilgi alamadılar. Nihayet Ebubekir, "Ben Resulullah (s.a.a)'ten, 'biz peygamberler miras bırakmayız; bizim geri bıraktıklarımız sadakadır!' buyurduğunu duydum" dedi.[497]

Yine İbn-i Ebi'l - Hadid, Şerh-u Nehci'l - Belaga'da şöyle yazıyor:

Meşhur görüşe göre, "Peygamberler miras bırakmaz" hadisini Ebubekir'den başka kimse rivayet etmemiştir.[498]

Bu kitabın başka bir yerinde ise şöyle geçmektedir:

Rivayetlerin çoğu bu hadisi Ebubekir'den başkasının rivayet etmediğini ortaya koymaktadır. Bunu mahaddislerin büyük bir çoğunluğu da kaydetmişlerdir; hatta fakihler usul-i fıkıhta istidlallerinde, ravisi bir sahabe olduğu halde kabul edilen tek rivayetin sadece Ebubekir'in rivayeti olduğunda ittifak etmişlerdir. Şeyh Ebu Ali diyor ki: "Şehadette olduğu gibi rivayette de ancak en az iki kişinin naklettiği rivayet kabul edilir." Fakat tüm mütekellimler ve fakihler buna karşı çıkarak bir sahabe tarafından nakledilen rivayetin kabul edilişine delil olarak Ebubekir'in, "Biz peygamberler miras bırakmayız" rivayetini göstermektedirler.[499]

Siyutî de Tarihu'l - Hulefâ adlı eserinde, Ebubekir'in rivayetlerini sayarken şöyle yazmaktadır: Yirmi dokuzuncu: "Biz miras bırakmayız; bizim terekemiz sadakadır!"[500]

Fakat bütün bunlara rağmen, bu konuda hadisler uydurup Ebubekir'den başkalarına nispet vermiş ve bu hadisi onların da Resulullah (s.a.a)'ten rivayet ettiklerini söylemişlerdir.[501]

 

3) Hz. Fatıma (s.a)'nın Yakınların Hissesi Konusunda Tartışması

Ebubekir'in rivayetine dayanarak Resul-i Ekrem (s.a.a)'in kızını babasının mirasından mahrum edince Hz. Fatıma (s.a) bu kez yakınların hissesini istedi. Ebubekir-i Cevherî bunu üç rivayette kaydetmektedir:

a) Enes b. Malik'ten şöyle rivayet edilir: Fatıma, Ebubekir'in yanına gelerek, "Sen de çok iyi biliyorsun ki sadakalar[502] ve Allah Teala'nın Kur'an-ı Kerim'de yakınların hissesi olarak bize bağışladığı ganimet ve kazançlar konusunda biz Ehlibeyte zulmettin" dedi ve peşinden, "Bilin ki kazandığınız şeylerin beşte biri, Allah'a, Elçisine ve yakınlara... aittir."[503] ayetini okudu.

Fakat Ebubekir ona şöyle cevap verdi: "Babam, anam sana ve evlatlarına feda olsun. Bize Allah'ın Kitabı, peygamber ve yakınlarının hakkına itaat etmek düşer. Ben Allah'ın Kitabında senin okuduğun bu ayeti çok okudum; fakat ayetteki bu beşte bir hissesinin tümünün sizin hakkınız olup olmadığını anlayamadım!"

Fatıma, "Onun senin ve akrabalarının mı hakkı olduğunu sanıyorsun?!" dedi.

Ebubekir, "Hayır; onun bir bölümünü de size vereceğim ve geri kalanını ise Müslümanların genel maslahatlarında harcayacağım" cevabını verdi.

Fatıma, "Fakat Allah'ın hükmü böyle değil..." buyurdu.

b) Urve'den şöyle rivayet edilmektedir: "Fatıma, Fedek ve yakınların hakkı için Ebubekir'e müracaat etti. Fakat Ebubekir onu bunlardan mahrum ederek tümünü beytülmale kattı!"

c) Hasan b. Muhammed b. Ali b. Ebutalip (a.s)'dan şöyle rivayet edilmektedir: Ebubekir, Fatıma ve Haşimoğullarını yakınların hakkından mahrum edip onları Allah yolunda, silah, savaş aletleri ve binek satın almak için harcadı![504]

Kenzu'l - Ummal'de ise Ümm-ü Hanî'den[505] şöyle rivayet edilmiştir: Fatıma, Ebubekir'e giderek ondan yakınların hakkını istedi. Fakat Ebubekir ona, "Ben Resulullah (s.a.a)'in, 'Ben hayatta oldukça yakınlarımın hisseleri vardır; fakat benim vefatımdan sonra ondan hisse almazlar!' buyurduğunu duydum" dedi.[506]

Ümm-ü Hanî'den nakledilen diğer bir rivayette, Hz. Fatıma-ı Zehra (s.a)'nın onlarla miras ve yakınların hissesi konusundaki tartışması bir arada zikredilmiştir.

Futuhu'l - Buldan-i Belazurî, Tabakat-i İbn-i Sa'd, Tarih-i İslam-i Zehebî ve Şerh-u Nehci'l - Belaga-i İbn-i Ebi'l - Hadid-i Mu'tezilî'de Ümm-ü Hanî'den şöyle rivayet edilmiştir:

Resul-i Ekrem (s.a.a)'in kızı Fatıma, Ebubekir'in yanına giderek ona, "Sen ölünce, senden kim miras alacak?" diye sordu.

Ebubekir, "Çocuklarım ve ailem" cevabını verdi.

Fatıma, "O halde nasıl oluyor ki bizim yerimize Resulullah (s.a.a)'ten sen miras alıyorsun?!" dedi.

Ebubekir, "Ey Resulullah (s.a.a)'in kızı! Ben senin babandan altın ve gümüş miras almış değilim" dedi.

Fatıma, "O halde bizim Hayber'den hissemiz ve Fedek'ten sadakalarımız[507] ne oldu?!" diye sordu.

İbn-i Sa'd'ın, Tabakat'ındaki sözü şöyledir:

Ebubekir, "Ben senin babandan miras olarak bir yer, altın, gümüş, köle ve bir mal almış değilim" dedi.

Fatıma, "O halde neden Allah Teala'nın bize has kıldığı hissesinin[508] tümü senin elindedir?" dedi.

Ebubekir, "Ey Resulullah (s.a.a)'in kızı! Ben Resulullah (s.a.a)'in, 'Allah Teala, ben yaşadıkça bunu benim geçim masraflarım için kılmıştır; ben öldükten sonra da Müslümanların olur' buyurduğunu duydum" cevabını verdi.[509]

İbn-i Ebi'l - Hadid'in Şerh-u Nehci'l - Belaga'sında ve Zehebî'nin Tarih-i İslam'inda şöyle geçer:

Ebubekir, "Ey Resulullah (s.a.a)'in kızı! Ben böyle bir iş yapmış değilim!" dedi.

Bunun üzerine Fatıma (s.a), "Evet, sen Resul-i Ekrem (s.a.a)'e ait olan ve benim elimde bulunan Fedek'i benden alarak Allah Teala'nın gökten (bizim hakkımızda) nazil ettiği hükmü önemsemedin ve bizi ondan mahrum ettin!" dedi.

Ebubekir buna şöyle cevap verdi: "Ey Resulullah (s.a.a)'in kızı! Ben böyle yapmadım; Resulullah (s.a.a) bana, 'Allah Teala peygamberi hayatta olduğu sürece rızıklandırır, peygamber ölünce artık onu keser' buyurdu."

Fatıma, "Bunu sen ve Resulullah (s.a.a) daha iyi bilirsiniz; bundan böyle senden bir şey istemeyeceğim" dedi ve sonra oradan ayrıldı.

Hz. Fatıma (s.a)'nın "Allah'ın hissesi"nden maksadı, humustan hisseleri ve Resul-i Ekrem (s.a.a)'e ait olan şeylerdir.

Hz. Fatıma (s.a)'nın, "Allah Teala'nın gökten bizim (gizim hakkımızda) indirdiği hükmü önemsemedin ve bizi ondan mahrum ettin" buyruğundan maksadı, hükmü Kur'an-ı Kerim'de geçen "yakınların hissesi" ve ister peygamber olsun, ister olmasın her Müslüman'ı kapsayan miras hükmüdür.

Bazı rivayetlerde de Abbas b. Abdulmuttalib'in, Fatıma-ı Zehra (s.a)'yla birlikte Resul-i Ekrem (s.a.a)'in mirasını istediği geçer. İbn-i Sa'd'ın Tabakat'ında geçen rivayet bunun açık bir örneğin; Muttakî Hindî de Kenzu'l - Ummal'de onu izlemiştir.

İbn-i Sa'd yazıyor ki: Fatıma, Ebubekir'in yanına gelerek ondan mirasını istedi. Aynı zamanda Abbas b. Abdulmuttalim de Ali'yle birlikte miraslarını almak için Ebubekir'e müracaat ettiler. Ebubekir şöyle dedi: "Resulullah (s.a.a), 'Biz miras bırakmayız; bizim bıraktıklarımız sadakadır' buyurmuştur. Resulullah (s.a.a)'in diğerlerine yaptığı ödemelerden ben sorumluyum."

Bunun üzerine Ali dedi ki, "Fakat Kur'an-ı Kerim, "Süleyman (babası) Davud'dan miras aldı" buyuruyor; ve yine: "(Zekeriyya evlat arzusuyla dedi ki:) Benden ve Yakuboğullarından miras alsın" buyuruyor."

Ebubekir, "Elbette ki öyledir ve sen de bizim gibi biliyorsun bunu" dedi!

Ali, "Bunları Allah'ın Kitabı buyuruyor!" dedi ve sonra susarak kalkıp gitti.[510]

Bu rivayette, raviler bir yerde yanılmışlardır; çünkü Abbas ve Ali miras istemek için değil, Fatıma (s.a)'ya hakkını almasına yardımcı olmak için gitmişlerdi Ebubekir'in yanına.

Veya belki de Resul-i Ekrem (s.a.a)'in amcası Abbas, Ebubekir'den humustan kendi hissesini istemiş ve raviler de yanılarak onun kendi mirasını istemek için Ebubekir'e müracaat ettiğini söylemişlerdir.

* * *

-Hz. Fatıma (s.a)'nın Kendisine Reva Görülen Zulümden Yakınması-

Ebubekir, Hz. Fatıma (s.a) hakkını istemek için getirdiği tüm delil ve şahitlerini reddedip Resulullah (s.a.a)'in terekesinden, ona yapmış olduğu hibe ve bağıştan hiçbir şey ona vermeyince Hz. Fatıma (s.a) davasını tüm Müslümanlara söz konusu edip babası Resulullah (s.a.a)'in ashabından yardım istemeye karar verdi. Muhaddis ve tarihçilerin dediğine göre işte bu hedefle Resulullah (s.a.a)'in mescidine doğru hareket etti. Bu mevzu İbn-i Ebi'l - Hadid-i Mu'tezilî'nin rivayetine göre Ebubekir-i Cevherî'nin "Sakife" adlı eserinde ve Ahmed b. Ebu Tahir-i Bağdadî'nin Belağeti'n - Nisâ adlı kitabında kaydedilmiştir, (biz Ebubekir-i Cevherî'den naklediyoruz):

Fatıma, Ebubekir'in Fedek'i ona vermek istemediğini anlayınca, başına bir başörtüsü bağlayıp bir çarşafa sarıldıktan sonra, gömleğinin eteği ayaklarını örttüğü halde Resulullah (s.a.a) gibi adımlarını alarak akrabalarının kadınlarından bir grubuyla birlikte mescide gelerek muhacir, ensar ve diğerlerinden oluşan kalabalık bir grubun arasında oturmuş olan Ebubekir'in yanına çıktı. Karşısına bir perde çektikten sonra içten bir feryat etti. Fatıma'nın feryadı oradakileri içten etkiledi; şiddetle ağlamaya başladılar ve böylece meclis karıştı.

Fatıma, ortalığın yatışması, bağrışma ve feryatların kesilmesi için biraz bekledikten sonra Allah'a hamd ve senâ edip Resul-i Ekrem (s.a.a)'e salat ve selam ederek sözüne başladı:

"Ben Muhammed kızı Fatıma'yım. Şimdi söylediklerimi göz önünde bulundurarak söylüyorum ki: "Andolsun, içinizden size öyle bir Elçi geldi ki sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; size düşkün, müminlere şefkatli, merhametlidir."[511] Ona ve Ehlibeytine bakacak olur da soyunu gözden geçirirseniz, onun sizin değil, benim babam olduğunu, sizin erkeklerinizin değil, benim amcamın oğlunun kardeşi olduğunu görürsünüz...

Siz şimdi bizim Resulullah (s.a.a)'ten miras almayacağımızı mı sanıyorsunuz?! "Yoksa cahiliyye hükmünü mü arıyorlar? İyice bilen bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?"[512] Ey Ebu Kuhafe'nin oğlu! Sen babandan miras alıyorsun da ben babamdan miras alamaz mıyım?! Gerçekten ne kadar şaşırtıcı ve dehşet verici bir iddiadır bu!

Şimdi Fedek dizginlenmiş ve eyerlenmiş bir deve gibi afiyet olsun sana; kıyamet günü göreceksin onu; gerçekten Allah en güzel hükmeden, Muhammed (s.a.a) en güzel en üstün davacı ve kıyamet en güzel mahkeme zamanıdır. O günde zalimler zarara uğrayacaklardır."

Sonra babasının mezarına doğru dönerek şöyle dedi:

 

"Senden sonra olaylar oldu; fitneler çıktı

Eğer sen olsaydın tüm bunlar çıkmazdı

Biz, susuz yerin yağmuru kaybettiği gibi kaybettik seni

Şahid ol ki ümmetin hile yaparak senin Ehlibeytine ihanet etti."

 

Ravi şöyle diyor: O güne kadar kadınlı - erkekli o halkın öyle ağlayıp feryat ettiklerini görmemiştim! Sonra Fatıma-ı Zehra Ensar'a dönerek şöyle dedi: "Ey seçilmişler grubu! Ey dinin destekçileri ve İslam'ın koruyucuları! Neden bana yardım etmekte gevşeklik gösteriyor, yardım etmiyorsunuz? Neden benim hakkımı görmezden geliyor, onu istemekten gaflet ediyorsunuz?!

Resulullah (s.a.a), 'Evlada saygı göstermek, babaya saygı göstermek hükmündedir' buyurmamış mıdır? Ne kadar çabuk Allah'ın dinini değiştirip aceleyle bidat çıkardınız? Şimdi Resulullah (s.a.a) ölünce dinini de yok mu ettiniz?!

Kendi canıma andolsun ki onun ölümü çok büyük bir musibet, sürekli genişleyen ve hiçbir zaman bitişmeyen çok derin bir yarıktır. Ondan sonra ümitler kesildi, yeryüzü zifiri karanlık oldu ve dağlar dağılıverdi. Ondan sonra had ve sınırlar kalktı, saygınlık perdesi yırtıldı, güvenlik ortadan kalktı; Ve bütün bunları Kur'an-ı Kerim onun vefatından önce bildirip size haber verdi: "Muhammed, sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz topuklarınızın üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim topuklarının üzerinde geriye dönerse, Allah'a hiçbir ziyan veremez. Allah, şükredenleri mükafatlandıracaktır."[513]

Ey Kiyleoğulları! Gözlerinizin önünde babamın mirasını gasp ederlerken benim imdada çağırdığımı duyduğunuz halde neden bir şeyler yapmıyorsunuz?! Oysa sizin gücünüz var, kişileriniz var ve saygınlığa sahipsiniz. Allah'ın seçip çıkardığı ileri gelenler ve seçkin kişilersiniz.  Araplara ters düşüp zorlukları kabullendiniz; nihayet İslam değirmeninin taşı sizin çabanızla dönmeye başladı, zaferler kazanıldı, savaş ateşi söndü, şirk ve putperestlik hareketleri yatıştı, karışıklık ortadan kalktı ve din düzeni sağlamlaştı. Şimdi tüm bu ilerlemelerden sonra geri çekildiniz, o kadar direnişten sonra yenilgiye uğradınız, o kadar cesaret ve kahramanlıklardan sonra sadık kalacakları yönünde ahitleştikten sonra imanlarını geriye atıp, din ve inancınıza dil uzatan gerisin geriye yönelen bir avuç kişiden korkup kabuklarınıza çekildiniz?! "O küfür önderleriyle savaşın. Çünkü onların andları yoktur; belki (böylece küfürden) vazgeçerler."[514]

Fakat görüyorum ki alçaklık ve kendinize bakmaya yönelmiş, keyif ve rahatlığınıza düşkün olmuş ve inançlarınızı yalanlamaya başlamışsınız; rahat ve kolay bir şekilde elde ettiğiniz tüm şeyleri bir arada kaybetmişsiniz; fakat şunu bilin ki eğer siz ve yeryüzündeki tüm insanlar kafir olursa da, şüphesiz Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.

Ben alçaklık ve düşüklüğünüzü bildiğim halde söylenmesi gerekenleri size söyledim. Şimdi bu size afiyet olsun; Allah'ın alevleri kalplerden yükselen ateşiyle bozulmaz bir ilişkisi olan onu tüm alçaklık ve utancıyla alın; yapmakta olduklarınız Allah'ın gözü önündedir ve yakında zulmedenler nereye döneceklerini göreceklerdir."

Ravi diyor ki: Muhammed b. Zekeriyya, Muhammed b. Zehhak'tan, o da Hişam b. Muhammed'den, o da Avane b. Hekem'den şöyle nakleder: Fatıma, söylemek istediklerini Ebubekir'e söyledikten sonra Ebubekir Allah'a hamd ve senâ edip Resulullah (s.a.a)'e salat ve selam edip peşinden şöyle dedi:

Ey kadınların en üstünü ve babaların en üstününün kızı! Vallahi ben Resulullah (s.a.a)'in görüşünün aksine davranmış ve onun emri dışında bir iş yapmış değilim. Öncü kafiledekilere yalan söylemez. Sen söyleyeceklerini söyledin, maksadını ulaştırdın, öfkeni dile getirdin ve sonra yüz çevirdin. O halde Allah bizi ve seni bağışlasın. Fakat sonra; ben Resulullah (s.a.a)'in savaş aletlerini, bineğini ve ayakkabılarını Ali'ye teslim ettim! Fakat bunun dışındaki şeylere gelince; ben Resulullah (s.a.a)'ten şöyle duydum: 'Biz peygamberler miras olarak kendimizden geriye altın, gümüş, yer, mal-mülk ve ev bırakmayız; bizim mirasımız iman, hikmet, ilim ve sünnettir!' Ben de Resulullah (s.a.a)'in bana emrettiği işi yaptım; bu konuda muvaffakiyetim ancak Allah'tandır; Ben O'na tevekkül ettim ve hacetimi O'na götürüyorum!"

Belagatu'n - Nisâ kitabında ise şöyle rivayet edilmektedir: Ebubekir'in bu sözlerinden sonra Fatıma şöyle dedi:

"Ey insanlar! Ben Fatıma'yım ve babam ise Muhammed (s.a.a)'dir. Daha önce de dediğim gibi "Size kendi aranızdan bir peygamber gelmiştir..." -Yukarıda kaydettiklerimizi söyledikten sonra şöyle devam etti:- Siz kasıtlı olarak Allah'ın Kitabını arkanıza attınız, emirlerini görmezden geldiniz. Oysa Allah Teala buyuruyor ki: "Süleyman (babası) Davud'dan miras aldı" buyuruyor; ve Yaya b. Zekeriyya'nın kıssasında ise şöyle buyuruyor: "Rabb'im! Bana kendi katından bir çocuk ver de benden ve Yakuboğullarından miras alsın." Ve yine buyuruyor ki: "Allah'ın Kitabında yakınlardan bazıları bazılarına daha üstündür." Ve de şöyle buyuruyor: "Allah çocuklarınız hakkında size tavsiye ediyor: Erkeğe iki kadının payı verilir." Ve yine buyuruyor ki: "Eğer geriye bir hayır bırakırsa, baba ve anneye ve akrabalara güzel bir şekilde vasiyet etmek muttakiler üzerine bir haktır." Bütün bunlara rağmen benim babamdan bir hak ve miras alamayacağımı, bizim aramızdan hiçbir bağın olmadığını mı söylüyorsunuz?!

Acaba Allah size özel bir ayetle bir seçkinlik ve ayrıcalık verip peygamberini ondan müstesna mı etmiştir?! Veya bizim birbirinden miras almayan iki millet ve dinin kişileri olduğumuzu mu söylüyorsunuz?! Acaba ben ve babam  bir dinden değil miyiz?! Şayet de sizler Kur'an'ın umun ve hususlarını peygamberden (s.a.a) daha iyi biliyorsunuz! "Acaba cahiliyye hükmünü mü istiyorsunuz"..."[515]

İbn-i Ebi'l - Hadid şöyle diyor: "Fedek olayı ve Fatıma'nın Ebubekir'in yanına gidişi Resul-i Ekrem (s.a.a)'in vefatından on gün sonra vuku buldu ve doğru görüşe göre Fatıma'nın o meclisten döndükten sonra ister erkek olsun ister kadın hiç kimse Resulullah (s.a.a)'in mirasından bir kelime bile bahsetmedi!"[516]

Buraya Kadar Geçenlerin Özeti:

Bu konuda geçen tüm hadisler, Resul-i Ekrem (s.a.a)'in kızı Fatıma (s.a)'nın hilafet düzeninin yönetmenlerine karşı itiraz ve davasının şu üç konuda sınırlandığını bildirmektedirler:

1- Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Bağışları Hakkında

Resul-i Ekrem (s.a.a), "Yakınlara hakkını ver" ayeti nazil olduktan sonra Fedek'i Fatıma'ya bağışladı. Fakat Resulullah (s.a.a) vefat edince Hazretin diğer terekeleri gibi Fedek'i de ele geçirdiler. İşte bu yüzden Hz. Fatıma (s.a) bu konuda onlarla tartışıp Fedek'te yaptığı tasarrufun doğruluğuna tanık olarak bir kadın ve bir de erkeği şahit getirdi. Onlar da Resulullah (s.a.a)'in kendi hayatı döneminde Fedek'i Fatıma'ya bağışladığına tanıklık ettiler. Fakat, gerekli sayıda şahit olmadığı bahanesiyle onların şahitliklerini kabul etmediler!

Ayrıca, Emirulmüminin Ali b. Ebutalib (a.s)'ın Basra valisi Osman b. Hanif'e yazmış olduğu mektup da Fedek'in Resul-i Ekrem (s.a.a)'in hayatı döneminde Hz. Fatıma (s.a)'nın tasarrufunda olduğunu ortaya koymaktadır. Hz. Ali (a.s) bu mektubunda şöyle yazıyor:

"Evet; gökyüzünün üzerine gölge düşürdüğü şeylerden sadece Fedek bizim elimizdeydi; fakat bazılarını cimrilik ve kıskançlıkları ve bazılarını da hırs ve tamahları onu da bizden almaya sevk etti. Ve Allah ne de güzel hakemdir!"

2- Resulullah (s.a.a)'in Mirası

Resul-i Ekrem (s.a.a)'ten mirasları şunlardan ibarettir:

a) Yahudi Muhayrik'in Resul-i Ekrem (s.a.a)'e bağışladığı yedi bağ.

b) Ensar'ın Resulullah (s.a.a)'e verdiği su ulaşmayan araziler.

c) Benî Nezir kabilesinin ziraat tarlaları ve hurmalıkları.

d) Yemyeşil ve verimli Hayber arazilerinin 36 hissesinden on sekizi.

e) Vadi'l - Kurâ'nın ziraat arazisi ve hurmalıkları.

Resul-i Ekrem (s.a.a)'in vefatından sonra Ebubekir sadece kendisinin naklettiği, "Biz miras bırakmayız; bizim bıraktıklarımız sadakadır!" ve "Allah Teala peygamberin geçimi için bir rızık verirse, ondan sonra onu sonraki yöneticiye verir!" rivayetine dayanarak bunların tümüne el koydu!

Ve bu bahaneyle Ali ve Fatıma'nın (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) peygamberlerin miras bıraktıkları ve miras ayetlerinin genel olduğu yönünde getirdikleri delilleri kabul etmedi. Hz. Fatıma (s.a)'nın Ensar'ı tahrik etmesi de bir yarar sağlamadı. Bunun üzerine Hz. Fatıma (s.a) Ebubekir ve Ömer'e öfkelendi ve ölünceye kadar da onlarla konuşmayıp onlardan incinerek vefat etti.

3- Yakınların Hissesi

Hz. Fatıma (s.a) Ebubekir'den yakınların hissesini isteyerek, "Sen de çok iyi biliyorsun ki bize zulmettin" buyurdu ve peşinden "Biliniz ki kazandığınız şeylerden beşte biri, Allah'a, Elçisine ve yakınlara... aittir." ayetini okudu. Fakat Ebubekir Fatıma'yı ondan mahrum etti ve yakınların hissesini savaş teçhizatı ve binek hazırlamak, yani kendisine zekat vermekten çekinenlerle savaşmak için harcadı. Bunun üzerine Fatıma (s.a) dedi ki: "Allah'ın gökten (bizim hakkımızda) indirdiğini görmezden geldin ve onu bizden engelledin."

Buraya kadar geçen konuların özeti böyledir. Şimdi olayı geniş bir şekilde inceleyelim:

Halifelerin Humus, Resulullah (s.a.a)'in Mirası ve Hayber'deki Tasarrufları

A) Ebubekir ve Ömer'in Döneminde

Ebu Yusuf'un "Harac" adlı kitabında, Sünen-i Nesaî, Ebu Ubeyde'nin "Emval" adlı kitabında, Sünen-i Beyhakî, Tefsir-i Taberî ve Cessas'ın Ahkamu'l - Kur'an'ında (biz "Harac" kitabından rivayet ediyoruz) Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye'den şöyle rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.a)'in vefatından sonra halk şu iki hissede ihtilafa düştü: Biri Resulullah (s.a.a)'in hissesi ve diğer ise yakınların hissesi. Bir grup, Resulullah (s.a.a)'in hissesinin ondan sonraki halifenin olduğunu iddia etti. Diğer bir grup, yakınların hissesinin Resulullah (s.a.a)'in yakınlarının olduğunu vurguladı. Bir başka grup ise, yakınların hissesinin,Resulullah (s.a.a)'ten sonraki halifenin yakınlarının olduğunu iddia etti. Nihayet görüş birliğiyle bu iki hisseyi savaş teçhizatı ve binek almak için harcamaya karar verdiler!

Sünen-i Nesaî ve Ebu Ubeyde'nin Emval'inde şöyle geçer: Bu karara Ebubekir ve Ömer'in döneminde uyuldu.[517]

Fakat İbn-i Abbası'ın rivayetinde şöyle geçer: Allah ve Resulünün hissesini bir ederek onu yakınların hissesiyle birlikte savaş teçhizatları ve binek hazırlamak için harcadılar. Yetimler, yoksullar ve yolda kalmışların hissesini ise onlardan başkalarına verilmesine karar verdiler.[518]

Başka bir rivayette ise şöyle demiştir: Allah Teala, Resulünü bizden alınca Ebubekir yakınların hissesini Müslümanlara geri çevirdi ve onu hayır işlerde harcadı.[519]

Katade'ye "yakınların hissesi"ni sorduklarında dedi ki:

Yakınların hissesi Resul-i Ekrem (s.a.a)'in geçimi için tahsis edilen bir maaş konumundaydı. Fakat Resulullah (s.a.a) vefat edince Ebubekir ve Ömer onu Müslümanların hayır işlerinde harcadılar.[520]

Şayet Cubeyr b. Mut'im'in de, "Resulullah (s.a.a)'in yakınlara verdiği şeyi Ebubekir onlara vermekten sakındı" şeklindeki sözünden maksadı bu olabilir.[521]

* * *

Başından beri, özellikle Ebubekir'in hilafet döneminde bu rivayetlerde geçenler, hilafet düzeni yöneticilerinin Malik b. Nuveyre[522] gibi zekatlarını hakim güce vermekten sakınarak muhalefetlerini ortaya koyan kişileri bastırmak veya zekat görevlileriyle bazı konularda problem yaşayan ve bu nedenle mürtet ilan edilen Kinde kabilesi[523] gibi muhaliflerle savaşmak için ordu gönderme yönündeki gidişat ve siyasetlerini ortaya koymaktadır.

Bu muhalifleri bastırdıktan sonra hilafet düzeni ordusu fütuhat için teçhizatlanarak sınırlardan geçip fütuhatları genişletip servetlerini artırmaları peşinden humsu Haşimoğulları ve diğer Müslümanlar arasında bölüştürdüler ve Resul-i Ekrem (s.a.a)'in bazı terekelerini de o hazretin sadakaları olarak dağıtma sorumluluğunu üstlenmeleri için Haşimoğullarına verdiler.

Cabir'den şöyle rivayet edilir: Humsu Allah yolunda (hayır işlerde) kullandılar, fakirlere ve yoksullara verdiler; ancak servet artınca onu bunların dışında harcadılar.[524]

Çoğu rivayetlerden bu değişimin Ömer'in hilafeti döneminde vuku bulduğu anlaşılmaktadır. Ömer humusun bir miktarını Haşimoğullarına vermek istiyordu; fakat Haşimoğulları kabul etmeyip hisselerinin tümünü istediler. Bunu İbn-i Abbas'ın, yakınların hissesinin kime ait olduğunu soran Necd-i Harurî'ye verdiği cevapta apaçık bir şekilde görmekteyiz: "Biz diyorduk ki, yakınlar bizleriz; fakat kavmimiz (Kureyş) bunu kabul etmedi[525] ve dedi ki, 'Kureyş'in tümü Resulullah (s.a.a)'in yakınlarıdır.'"[526]

Başka bir rivayette İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet edilir: "Zevi'l - Kurbâ (yakınlar)ın hissesi Resul-i Ekrem (s.a.a)'in yakınlarına aittir. Resulullah (s.a.a) bu hisseyi şahsen onların arasında bölüştürüyordu. Fakat Ömer bu hissenin bir bölümünü bize sundu. Biz ise bunu kendi hakkımızdan az olduğu için ona kabul etmekten sakınıp Ömer'e geri çevirdik."[527]

Diğer bir rivayette ise şöyle geçer: "O, biz Ehlibeyt'e aittir. Ömer onunla bizden eşi olmayanları evlendirmek, çıplaklarımızı giydirmek, yoksullarımızı borç sıkıntısından kurtarmak istedi. Biz ise onun tümünü vermedikçe kabul etmeyeceğimizi bildirdik. O kabul etmeyince biz de onu bıraktık.[528]

İbn-i Abbası'ın diğer bir rivayetinde şöyle geçmektedir: Ömer, humustan bizim hakkımız olduğunu sandığı miktarını bize önderdi. Fakat biz kabul etmeyerek yakınların hakkı humsun beşte biridir dedik. O, "Allah humsu belli tabakalara ve belli unvanlarla tayin etmiştir. Fakat nüfus ve geçim sıkıntısı bakımından yüksek seviyede olanlar diğerlerinden önceliklidir, dedi."

İbn-i Abbas konuşmasına devam ederek, "Aramızdan bazıları onu kabul ettiler ve bazıları ise kabul etmediler."[529]

Yine Beyhakî kendi Sünen'inde Abdurrahman b. Ebi Ya'la'dan şöyle rivayet eder: Ahcar'üz Zeyt denilen yerde Ali ile karşılaştım. Ona, "Babam - anam sana feda olsun; Ebubekir ve Ömer siz Ehlibeytin humusunu ne yaptılar?" diye sordum. Ali (a.s) şöyle buyurdu:

"Ömer, 'Şüphesiz sizin hakkınız vardır; fakat bilmem humus miktarı çok olunca da tamamı sizin olur mu? Eğer isterseniz yeterli gördüğüm kadarını size vereyim' dedi. Ancak biz onun bize vermek istediği miktarı almaktan sakınıp hepsini istedik. O da hepsini vermekten çekindi."[530]

Bazı rivayetlerden halife Ömer'in kendi hilafeti döneminde Medine'de Peygamber'in mirasından bir miktarını sorumluluğunu üstlenmeleri için Peygamber'in amcası Abbas'a ve Ali'ye teslim ettiği anlaşılmaktadır.[531]

B- Halife Osman'ın Dönemi

Osman, Afrika fetihlerinden elde edilen humusu bir defasında Abdullah b. Sad b. Ebu Serh'e verdi.[532] İkinci kez Mervan b. Hakeme verdi.

İbn-i Esir kendi Tarih'inde der ki: Abdullah'a birinci gazvenin humusunu verdi. Mervan'a bütün Afrika'nın fethedildiği ikinci gazvenin humusunu verdi.[533]

İbn-i Ebi'l - Hadid şöyle diyor: Osman, Trablusgarb'tan Tanca'ya kadar Batı Afrika fethinden elde edilen ganimetlerin tamamını hiçbir Müslüman'ı ortak etmeden Abdullah b. Ebi Serh'e verdi.[534]

Taberi der ki: Osman, Abdullah b. Sa'd'ı Afrika'ya gönderdiğinde onun Afrika'da yaptığı anlaşmalardan biri, iki milyon beş yüz yirmi bin dinar karşılığında "Cercir"le yaptığı uzlaşmaydı.

Ve der ki: Abdullah b. Sa'd 300 kintar* altın karşılığında sulh etti.. Osman onun tamamını Hakem veya Mervan ailesine verilmesini emretmiştir.[535]

İbn-i Abdulhakem, Futuh-i Afrika adlı kitabında şöyle rivayet eder: Muaviye b. Hüdeyc Afrika'da üç savaş yapmıştır. Bunların ilki Osman'ın öldürülmesinden önce, hicri 34 senesinde gerçekleşti. Ve Osman bu savaşın humusunu Mervan'a verdi. Bu savaşı halkın çoğu bilmez bile.[536]

Belazurî, halkın Osman'ın gidişatına itirazları konusunda ve Siyutî de Tarih-i Hulefa adlı kitabında şöyle rivayet etmişlerdir: Osman Afrika'nın humusunun Mervan'a verilmesini yazıldı.[537]

Abdullah b. Zübeyr şöyle rivayet eder: Osman hicretin 27. yılında bizi savaşmak için Afrika'ya gönderdi. Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh büyük ganimetler ele geçirdi. Osman bu ganimetlerin humsunu Mervan b. Hakem'e verdi.[538]

Yine şöyle rivayet edilir: Mervan, Medine'de evini yapıp bitirince bir grup halkı yemeğe davet etti. Davet edilen kişiler arasında Musavver de vardı. Mervan onlarla konuşurken söz arasında dedi ki: "Vallahi bu evim için Müslümanların malından hatta bir dirhem veya bir dirhemden ziyade harcamadım" dedi. Bunun üzerine Müsevver dedi ki: "Susup yemeğini yemen senin için daha hayırlı olur. Zira sen bizimle beraber Afrika savaşına katılırken bizden daha az mal-mülk ve köleye sahiptin; hepimizden daha fakirdin. Sonra Osman b. Affan sana Afrika'nın humusunu verdi; halktan sadaka toplamayla da görevlendirince Müslümanların mallarını da kendine aldın…."[539]

Osman'ın Baki'de defnedilmesini engelleyen Hazrec kabilesinden Eslem b. Evs b. Bucret-i Saidî bu konuda şöyle demiştir:

 

"Halkın Rabbi olan Allah'a yemin ederim /

Allah Teala hiçbir mahluku boş bırakmamış,

Sen geçmişlerin sünnetine aykırı davranıp /

Lanetli (Hakem'i) davet edip kendine yakınlaştırdın."

 

"Haksız yere Mervan'a halkın humusunu verdin /

Umumî otlakları kendi otlağın ettin."[540]

 

Eğanî'de şöyle geçer: Mervan 500 bini aşkın ganimet humsuyla bir alış - veriş yaptı. Osman onun tamamını Mervan'a bıraktı. Bu da halkın Osman'a itiraz konularından biri oldu. Abdurrahman b. Hanbel b. Mulil de bu konuda şiirler söylemiştir.[541]

Halife Osman'ın humusla ilgili içtihadları bunlardır.

Fakat Osman'ın Resulullah (s.a.a)'in bıraktığı mirasındaki içtihadı konusunda ise Ebu-l Fedâ ve İbn-i Abdurrabbihi -ifade Ebu-l Fedâ'nındır- şöyle demişlerdir: Osman Fedek'i Mervan'a vermiştir. Oysa o da Fatıma'nın Ebubekir'den talep ettiği Resullah (s.a.a)'in bıraktığı sadakasıydı.[542]

İbn-i Ebi'l - Hadid der ki: Osman Fedek'i Mervan'ın mülkiyetine geçirmiştir. Oysa Fatıma babasının vefatından sonra onu gerek miras yoluyla, gerekse de hibe yoluyla talep etmiş, ancak, kendisine bir şey verilmemişti.[543]

Ebu Davud ve Beyhakî kendi Sünenlerinde, Ömer b. Abdulaziz'in Fedek konusunda şunları dediğini kaydetmişlerdir: Ömer halife olunca Fedek'te, kendisinden öncekiler (Resulullah ve Ebu Bekir) gibi tasarrufta bulunmuş, o şekilde devam edilmiştir. Sonra Osman onu Mervan'ın mülkiyetine geçirmiştir.[544]

Beyhakî hadisin tamamını zikrettikten sonra demiş ki: Fedek, Osman b. Affan döneminde Mervan'ın mülkiyetine geçmiştir. Sanki Osman, Resulullah (s.a.a)'den bu konuda nakledilen, "Allah bir Peygamber'i bir rızıkla rızıklandırırsa, o rızık Peygamber'den  sonra onun makamına geçen kişiye kalır" rivayetini tevil etmiş ve kendisi bu rızka ihtiyacı olmadığı için onu akrabalarına tahsis ederek onlarla sıla-i rahim etmiştir!

İbn-i Abdurrabbih ve İbn-i Ebi'l - Hadid -ifade İbn-i Abdurrabbih'indir- şöyle demişlerdir: Resulullah (s.a.a) Medine çarşısındaki Mehzur'u Müslümanlara tasadduk etti. Sonra Osman onu Haris b. Hakem'in (Mervan'ın kardeşinin) mülkiyetine geçirdi.[545]

* * *

Bunlar, halife Osman'ın humus ve Resulullah'ın (s.a.a) mirası konusundaki içtihadından bize ulaşanlardır. Ancak halkın Osman'ı eleştirip, ona karşı kıyam etmesinin iki sebebi vardır:

Birincisi; ondan önceki halifeler bu malları genel kamunun giderlerine harcıyorlardı. Osman ise bu malları kendi yakınlarına tahsis etmişti.

İkincisi; Osman'ın akrabaları ve aile fertlerinin İslam'ın nezdindeki konumlarıdır. Şöyle ki:

Osman'ın Akrabalarının Özgeçmişleri

A- Osman'ın halasıoğlu[546] ve süt kardeşi Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh-i Amiriy-i Kurşî.[547]

Hakim bu konuda şöyle demiştir: Abdullah, Resulullah (s.a.a)'in vahiy katibi idi. Yazılarında vahye ihanetleri açıkça ortaya çıkınca Resulullah (s.a.a) onu azletti.[548] O da mürted olup Mekke ehline katıldı.[549]

O, Mekkeliler'e şöyle diyordu: Ben Muhammed'i istediğim gibi  yönlendiriyorum. Bana "Azizun, Hakimun" yazdırıyordu ve ben ise veya, "Alimun, Hakimun" diyordum. O da "Evet, ikisi de doğrudur" diyordu.[550] Onun hakkında şu ayet nazil olmuştur:

"Allah'a karşı yalan uydurup iftira eden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken 'Bana da vahy geldi' diyen ve 'Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim' diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: 'Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azapla karşılık göreceksiniz' (dediklerinde) onların halini bir görsen..." (En'am Suresi, 94)[551]

Resulullah (s.a.a) onun kanını helal kıldı. Mekke fethedilince bütün Mekke halkına eman verilmişti. Yalnız  dört erkek ve iki kadın Ka'be'nin perdesinin altında bile bulunsalar bu güvenceden müstesnaydılar. Bunlardan biri olan Abdulllah b. Sa'd, kaçarak Osman'a sığındı, Osman da onu sakladı. Nihayet Mekke'de durumlar sakinleşince Osman onu alıp Resulullah (s.a.a)'e  getirerek onun için güvence vermesini istedi. Resulullah (s.a.a) uzun süre sessiz kaldı. Sonra, "Olsun" buyurdu. Osman geri dönünce Resulullah (s.a.a) yanındakilere, "Sizden biriniz kalkarak onun boynunu vursun diye susmuştum" buyurdu. Ensar'dan bir adam, "Ya Resulullah! O halde neden bana işaret etmediniz?!" diye sordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a), "Peygambere gözleriyle işaret etmek yakışmaz" buyurdu.[552]

Evet; Abdullah b. Sa'd böyle bir kişiydi.[553] Osman halife olunca, Mısır valisi olan Amr b. As'ı oranın haraç ve vergisini toplamaktan azledip ordu komutanlığıyla cemaat imamlığını Amr'a bıraktı, haraç ve vergi toplamak için de Abdullah'ı görevlendirdi. Fakat bir süre sonra bu ikisi  anlaşamayınca Osman Amr'ı azledip namazı kıldırmayı da Abdullah b. Ebi Sarh'a bıraktı. Osman'ın öldürülmesinden sonra Abdullah bu makamından geri çekildi. Muaviye'den nefret ediyor ve Osman'ın ölümüne sevinen bir kişi ile çalışmam, diyordu. Abdullah Hz. Ali'nin hilafeti döneminde Remle'de (Mekke'de) vefat etti. Zehebî, "Ondan bir hadis rivayet edilmiştir" diyor.

B, C- Osman'ın amcası Hakem b. Ebi'l As'ın oğulları Mervan ve Haris:

Belazurî şöyle rivayet eder: Hakem b. Ebi'l As cahiliyye döneminde Resulullah (s.a.a)'le komşu idi. İslam'ın zuhurundan sonra Resulullah (s.a.a)'e en çok eziyet edenlerdendi. Medine'ye gelişi Mekke'nin fethinden sonradır. Dininden dolayı en çok ayıplanan kişilerdendi. Resulullah'ın arkasında yürür, ağız, borun hareketleri yapardı. Resulullah (s.a.a) namaz kılarken arkada durur, parmaklarıyla işaretler yapardı. Nihayet şek ve tereddüt ile kapıldığı deliliği ve cinneti üzere kaldı. Bir gün Resulullah (s.a.a)'i eşlerinden birinin yanındayken gizliden gözetlemeye çalışırken Hazret onu görüp tanıdı. Resulullah (s.a.a) bir sopayla onun üzerine yürüyerek, "Bu melun kertenkeleyi benden uzaklaştıracak kimse yok mu? Bundan böyle o ve çocukları benim olduğum yerde durmasınlar" buyurdu ve onların hepsini Taife sürgün etti. Resulullah (s.a.a)'in vefatından sonra Osman, Ebubekir'le onların durumunu görüşüp geri getirilmelerini istedi. Fakat Ebubekir kabul etmeyerek, "Ben Resulullah (s.a.a)'in kovduklarını barındırmam" dedi. Sonra Ömer halife olunca onunla da onların durumunu görüştü. Ömer de Ebubekir'in verdiği cevabı verdi. Nihayet Osman'ın kendisi halife olunca onları Medine'ye getirdi.[554]

Hakem Medine'ye döndüğünde üstünde yağlı ve eski bir elbise vardı; önüne bir keçi salmış sürerek gelmişti. Beraberindekilerle birlikte halifenin evine varıncaya kadar halk, onların kötü durumlarını seyrediyordu. Bir süre sonra halifenin evinden; üstünde halis ipek kumaştan bir cübbe ile çıktı.[555]

Müslümanların sadakalarını toplamakla görevli memur akşamüzeri çarşıya indiğinde Osman da çarşıya gelerek, "Onları Hakem"e ver, dedi.[556]

Bir müddet sonra Kazâa'nın sadakalarının sorumluluğunu ona bıraktı. Toplanan zekatın meblağı 300.000 (üç yüz bin) dirheme ulaştı. Hakem bunları toplayıp Osman'a getirdiğinde hepsini kendisine hibe etti.[557] Hakem ölünce de Osman onun mezarının üstüne bir çadır kurdurup ona matem tuttu.[558]

Mervan b. Hakem Osman'ın kızı Ümm-ü Eban'ı ve kardeşi Haris de kızı Aişe'yi almaları nedeniyle Osman'ın enişteleriydi.

Onları lanetleme, yerme konusunda Resulullah (s.a.a)'ten birçok hadis rivayet edilmiştir. Resulullah (s.a.a) Hakem'i ve evlatlarını lanetleyerek,[559] "Bunların soyundan gelecek olanların ellerinden çekecekleri beladan ötürü ümmetime eyvahlar olsun"[560] buyurmuştur.

Yine buyurmuş ki: "Allah'ın laneti ona ve onun soyundan gelenlere olsun. Ancak onlardan sayıları çok az olan iman edenleri hariç."[561]

Yine şöyle buyurmuştur: Ebu Ass oğullarının sayısı otuza ulaşınca Allah'ın dinini aldatma vesilesi edecekler. Allah'ın kullarını kendilerine köle edecekler ve Allah'ın malını kendilerine has kılacaklar.[562]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Ben rüyamda, Ebu'l As oğlu Hakem'in oğullarının minberimin üzerinde maymunlar gibi zıplayıp düştüklerini gördüm." O günden sonra da Resulullah (s.a.a) vefat edinceye kadar halk arasında güldüğü görülmedi.[563]

Hakim, Abdurrahman b. Avf'tan şöyle rivayet eder: Birisinin çocuğu olunca mutlaka Resulullah'a (s.a.a) getirir, Resulullah (s.a.a) da onun hakkında hayır duada bulunurdu. Bu maksatla -daha yeni dünyaya gelen- Mervan b. Hakem'i onun huzuruna getirdiklerinde Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "O, kertenkele oğlu kertenkele, melun oğlu melundur."[564]

Bunlar, Resulullah (s.a.a)'ten onlar hakkında nakledilen bazı rivayetlerdir; daha önce Osman'ın onlara yaptığı bazı bağışları zikretmiştik.

* * *

Buraya kadar İmam Ali (a.s)'dan önceki halifelerin humus ve Resulullah (s.a.a)'in mirasıyla ilgili içtihatlarını inceledik. Şimdi ise bu konuda İmam Ali (a.s)'ın kendi döneminde neler yaptığını inceleyeceğiz.

İmam Ali (a.s)'ın Humus ve Resulullah'ın (s.a.a) Mirası Konusundaki Tutumu

İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.a) döneminde humus beş hisse idi. Allah'a ve Resulü'ne bir hisse, yakınlara bir hisse, yetimlere, miskinlere ve yolda harçsız kalan yolculara üç hisse verilirdi.

Sonra Ebubekir, Ömer ve Osman onu üç bölüme ayırarak  Resulullah (s.a.a) ve yakınlarının hisselerini düşürüp geri kalanını yukarıdaki üç yerde harcıyorlardı. Sonra Ali (kerremellahu vecheh) de Ebubekir, Ömer ve Osman'ın yaptıkları gibi taksim etti.[565]

Ebu Ca'fer İmam Bâkır (a.s)'a, "Ali'nin (k.v) humusla ilgili görüşü ne idi?" diye sorulunca şöyle buyurdu: "Onun humus hakkındaki görüşü Ehlibeyti'nin görüşü gibiydi. Lakin o, Ebubekir ve Ömer'e muhalefet etmekten çekindi."[566]

Muhammed b. İshak der ki: Ebu Ca'fer Muhammed b. Ali'den (İmam Muhammed Bâkır) "Ali b. Ebutalip halkın yönetimini ele geçirince yakınların hissesini ne yaptı?" diye sorduğumda şöyle buyurdu: "Ebubekir ve Ömer'in yolunu izledi." Ben, "Nasıl olur bu? Halbuki siz bunun tersini söylüyorsunuz?" dedim. İmam Bâkır (a.s), "Ailesi de onun görüşündedir; onun görüşünün aksine bir şey söylemezler onlar" dedi. Ben, "Onu Ebubekir ve Ömer'in yaptığına uymamaktan alıkoyan neydi?" diye sorunca, "Vallahi, Ebubekir ve Ömer'in hilafına davrandı diye aleyhinde çıkabilecek söylentilerden çekindi" buyurdu.[567]

Beyhakî'nin Sünen'indeki bir diğer rivayette de şöyle geçer: "Lakin Ebubekir ve Ömer'e muhalefet ettiği söylenmesinden çekindi."[568]

Bütün bu rivayetler şunu ortaya koyuyor ki,  İmam Ali (a.s) kendinden öncekilerin humus ve Resulullah (s.a.a)'in mirasında yaptıkları uygulamada hiç bir değişiklik yapmamış ve daha doğrusu, bir değişiklik yapmaya gücü yetmemiştir.

Sünen-i Beyhakî'de Cafer  b. Muhammed (İmam Bâkır) kanalıyla babasından şöyle rivayet edilmiştir: Hasan, Hüseyin, İbn-i Abbas ve Abdullah b. Cafer Hz. Ali'den humustan kendi paylarını istediler. Ali (a.s) onlara şöyle dedi: "Bu sizin hakkınızdır. Fakat şimdi ben, Muaviye ile savaşmaktayım; eğer dilerseniz bir süre için hakkınızdan vazgeçin."[569]

Müellif: Bu rivayet İmam Ali (a.s)'ın humsu Muaviye'yle savaşmak amacıyla orduyu teçhizatlandırmak için harcadığını gösteriyor.

Emevi Halifeleri Döneminde Humus Ve Peygamber (s.a.a)'in Mirası

Elimizdeki rivayetlerden anlaşılan şudur: Muaviye'nin Haşimoğullarını humustan ve Resulullah (s.a.a)'in Ehlibeytini o hazretin mirasından menetmesi konusundaki içtihadı, kendisinden önceki ilk üç halifenin içtihadı gibidir.

Ancak onların içtihadına ilaveten kendi özel içtihadını da uyguluyordu. Fakat onları humustan menedişi şu iki rivayetten apaçık bir şekilde anlaşılıyor:

Tabakat-ı İbn-i Sa'd'da şöyle geçmektedir: Ömer b. Abdulaziz, Haşimoğulları'na humustan bir şey verilmesini emredince, Haşimoğulların'dan bir grup toplanarak ona bir mektup yazdılar. Bu mektupta kendilerine karşı akrabalık görevini yerine getirdiği için ona teşekkür edip Muaviye başa geçtiği andan itibaren kendilerine çok zulmedildiğini dile getirdiler…[570]

Yine bu mektupta Ali b. Abdullah b. Abbas ve Ebu Cafer Muhammed b. Ali, "Muaviye döneminden bugüne kadar bize humus dağıtılmamıştı" yazdılar.[571]

Muaviye'yi böyle bir eyleme sevkeden özel içtihadı ise şu rivayette yansımaktadır: Müstedrek-i Hakim, Talhis-i Zehebî, Tabakat-i İbn-i Sa'd, İsti'ab-ı İbn-i Abdulbirr ve Usdu'l - Gabe-i İbn-i Esir'de, Taberî, İbn-i Esir, Zehebî ve İbn-i Kesir kendi Tarih'lerinde[572] hicretin ellinci yılının olaylarında, Hakim b. Amr'in biyografisinde şöyle rivayet etmişlerdir:

Hakim şöyle diyor: Ziyad b. Ebih, Hakem b. Amr-ı Gaffari'yi Horasan üzerine gönderdi. Hakem ve beraberindekiler bu savaştan büyük ganimetler elde ettiler. Bunun üzerine Ziyad ona şöyle yazdı: "Ama sonra; Emiru'l - Müminin (Muaviye) beyazlar (gümüş) ve sarıların (altınlar) kendisi için ayrılmasını ve Müslümanlar arasında taksim edilmemesini yazmıştır."

Bu mektup Tarih-i Taberî'de şöyle geçmektedir: "Emiru'l - Mü'minin (Muaviye) bana; bütün altın, gümüş ve ziynet eşyalarını kendisine ayırmamı ve bunları ayırmadan onları yerinden oynatmamamı yazmıştır."

Hakem, Ziyad'a şöyle yazdı: Mektubun ulaştı. Mektubunda müminlerin emirinin bana bütün altın, gümüş ve ziynet eşyalarını kendisi için ayırmamı ve hiçbir şeyi yerinden oynatmamamı emrettiğini hatırlatmışsın! Fakat Allah'ın Kitabı müminlerin emirinin mektubundan önce ulaşmıştır. Vallahi eğer gökler ve yer bir kul için dar gelse ve kul Allah'tan çekinse, Allah onun için bir çıkış yolu gösterecektir.

Sonra ordusunu toplayarak, "Sabahleyin gelip ganimetlerden hakkınızı alın" dedi. Ertesi gün ordusu toplanınca ganimetlerin humsunu aldıktan sonra geri kalanını onlar arasında bölüştürdü. Bu davranışından dolayı Ziyad ona şöyle yazdı: "Vallahi sana acımayacağım; seni alçaltacağım!"

Hakim diyor ki, "Hakem'in yaptıkları Muaviye'nin kulağına ulaşınca birini göndererek onun ellerini bağlatıp zindana attı. Hakem ölünceye kadar zindanda kaldı ve ödlükten sonra oradan çıkarılarak defnedildi.

Tehzibu't - Tehzib kitabında Hakem'in hakkında şöyle geçer:… Muaviye onun yerine başka birini atadı. O Hakem'i bağlayarak zindana attın; Hakem ölünceye kadar zindanda kaldı.[573]

Taberî ve diğerleri şöyle rivayet ederler: Hakem tutuklanınca, "Allah'ım! Eğer senin yanında benim için bir hayır varsa canımı al benim" dedi ve Horasan'ın Merv şehrinde vefat etti.

Bazı alimler bu rivayetten hoşlanmadıkları için onu eksiltmiş ve tahrif etmişlerdir; örneğin Zehebî kendi Tarihîn'de şöyle yazıyor: Ona, "Altın ve gümüşleri bölüştürme" diye yazdı. Fakat o, "Vallahi eğer gökler…" dedi.

İbn-i Kesir de şöyle yazmaktadır: Ziyd'ın, Muaviye'nin emrini içeren şu mektubu ona ulaştı: "Ganimetler içindeki altın ve gümüşleri Muaviye'in beytulmalı için ayır!"

İbn-i Hacer de Tehzib ve İsabe adlı kitaplarında Hakem'in biyografisinde şöyle yazmıştır: Muaviye, Hakem b. Amr'ı görevlendirerek Horasan'a gönderdi. Bir süre sonra bir konuda onu kınayıp yerine başka birini seçerek Horasan'a gönderdi. O da Hakem'i tutuklayarak bağladı. Hakem ölünceye kadar zindanda kaldı.

Hakem b. Amr'ın kıssası böyleydi. Fakat bu kıssayı Rabi' b. Ziyad-i Harisî'ye isnat eden hayale kapılmıştır. Çünkü Rabi' b. Ziyad, Hucr b. Adiy'in öldürüldüğünü haber alınca, "Allah'ım! Eğer Rabi'nin senin yanında bir hayrı varsa, canını al!" dedi ve o meclisten çıkmadan öldü.[574]

Muaviye döneminde humsun durumu böyleydi. Onun döneminde Resul-i Ekrem (s.a.a)'in mirası konusuna gelince; İbn-i Ebi'l - Hadid Fedek'le ilgili olarak şöyle yazıyor:

Muaviye, Hasan b. Ali (a.s)'ın ölümünden sonra Fedek'in üçte birini Mervan b. Hakem'a, üçte birini Amr b. Osman'a ve üçte birini de oğlu Yezid b. Muaviye'ye verdi. Fedek onların tasarrufundaydı; nihayet daha sonra tamamı Mervan b. Hekem'e verildi.[575]

İbn-i Sa'd kendi Tabakat'ında şöyle kaydeder: Muaviye Mervan b. Hakem'e öfkelenip onu Medine hükümetinden alınca, Mervan'ın temsilcisi tarafından idare edilen Fedek'i de ondan geri aldı. Velid b. Utbe onu Muaviye'den istedi; fakat Muaviye Fedek'i ona vermedi. Sonra Said b. As talep etti, fakat Muaviye onunla da muvafakat etmedi. Fakat Mervan'ı tekrar Medine valiliğine atayınca, Mervan istemeden Fedek'i ona verdiği gibi geçmişteki mahsullerinin değerini de ona vermelerini emretti![576]

Fakat bazı yazarları Muaviye'nin Fedek'i Mervan'a bağışlayan ilk kişi olduğunu sanmışlardır; oysa bu işi daha önce Osman yapmıştı. Bu yanlışlığın nedeni Muaviye'nin ikinci defada Fedek'i Mervan'a vermesi olabilir.

Muaviye'den Sonra Emevi Halifeleri Döneminde Resulullah (s.a.a)'in Mirası

Ömer b. Abdulaziz[577] dışında diğer Benî Ümeyye halifeleri humusta kendi mallarıymış gibi tasarruf ediyorlardı. Onu istedikleri gibi bağışlıyor, bazen de kendi ellerinde tutup gelirini kendi servetlerine ekliyorlardı; örneğin Velid b. Abdulmelik onu oğlu Ömer b. Velid'e bağışlamıştır.[578]

Nesaî bu konuda şöyle söylemiştir: Ömer b. Abdulaziz, Ömer b. Velid'de şöyle bir mektup yazmıştır:

Baban humsun tümünü sana verdi; oysa babanın payı Müslümanlardan birinin payı kadardı. Ayrıca onun içinde Allah'ın, Resulünün, yakınlarının, yetimlerin, yoksulların ve yolda kamışların hakkı da var. Babanın bu zulmünden dolayı ne kadar da çok düşmanı var; bu kadar düşmanın elinden kurtulmak nasıl mümkün olur? Oysa onun oğlu olan sen açıkça şarkı söylüyor, kaval çalıyor ve diğer çalgı aletleriyle uğraşıp İslam dininde bidatlar çıkarıyorsun! Şimdi ben, içinde bulunduğun bütün o kötülüklerden seni kurtarması için birini göndermeye karar verdim.[579]

Biz bu hadis dışında başka bir yerde Muaviye'den sonra humus ve Resulullah (s.a.a)'in mirasından bahsedildiğini veya Muaviye'nin dönemindeki durumda bir değişiklik yapıldığını görmedik.

Ömer b. Abdulaziz Döneminde

Ömer b. Abdulaziz, Medine kadısı Ebubekir b. Muhammed'd b. Amr b. Hazm'a[580] bir mektup yazarak Hayber'in Resulullah (s.a.a)'in Hayber'den kendisine ulaşan humsu mu yoksa o hazretin kendisine has bir yer mi olduğunu araştırmasını istedi. Ebubekir araştırdıktan sonra onun Resul-i Ekrem (s.a.a)'in humsu olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Ömer b. Abdulaziz, Ebubekir b. Muhammed'e dört veya beş bin dinar gönderdi ve beş veya altı bin dinar da Fedek gelirinden alıp on bin dinarı tamamlayarak kadın erkek, küçük büyük demeden eşit olarak Haşim oğulları arasında bölüştürmesini emretti. Ebubekir de onun emrini yerine getirdi.[581]

İbn-i Sa'd kendi Tabakat'ında İmam Sadık (a.s)'dan şöyle rivayet etmiştir: Ömer b. Abdulaziz yakınların hissesini Abdulmuttalib oğulları arasında bölüştürdü; fakat Abdulmuttalib boyundan olmayan kadınlarına bir şey vermedi.

Ve yine şöyle diyor: Ömer b. Abdulaziz'in, humsu Haşim oğulları arasında bölüştürmesine yönelik mektubu Medine valisine ulaşınca vali Muttalib oğullarına bir şey vermeyip onları humustan mahrum etmeye karar verdi. Fakat Abdulmuttalib oğulları itiraz ederek, onlar da kendi hisselerini almadıkça biz bir dirhem bile almayız dediler. Medine valisi Ömer b. Abdulaziz'e bir mektup yazarak durumu bildirdi. Ömer b. Abdulaziz, onlar arasında bir fark yoktur. Onların hepsi eskiden beri Abdulmuttalib oğullarındandırlar. Dolayısıyla, Abdulmuttalib oğulları gibi humustan onlara da ver.[582]

Ebu Yusuf, "Harac" adlı kitabında şöyle yazmaktadır: Ömer b. Abdulaziz Resulullah (s.a.a) ve yakınların hissesini Haşim oğullarına gönderdi.[583]

İbn-i Sa'd da şöyle rivayet etmiştir: Hüseyin kızı Fatıma Ömer b. Abdulaziz'e bir mektup yazarak bu davranışından dolayı ona teşekkür etti ve dedi ki: "Sen bakıcısı olmayanlara hizmet ettin, çıplak olanları giydirdin." Ömer b. Abdulaziz bu mektuptan dolayı memnun oldu.[584]

İbn-i Sa'd daha sonra şöyle yazıyor: Ömer b. Abdulaziz Fatıma bint-i Hüseyin'e, "Sağ kalacak olursam sizin tüm haklarınızı vereceğim" şeklinde yazdı.[585]

Fedek ve Ömer b. Abdulaziz

Yakut Hamevî şöyle yazmaktadır: Ömer b. Abdulaziz hilafete geçince Medine'deki valisine bir mektup yazarak Fedek'i Fatıma (s.a) oğullarına geri verdi.[586]

Şerh-u Nehci'l - Belaga'da bunun hemen peşinden şöyle geçer: Ebubekir b. Hazm, Ömer b. Abdulaziz'e şöyle cevap yazdı: Fatıma'nın Osman oğullarında, falan ve filan oğullarında da çocukları vardır; maksadınız bunlardan hangisidir?"

Ömer b. Abdulaziz ona şöyle yazdı: Sana, "Bir koyun kes" diye yazacak olursam sen bana, "Boynuzlu mu olsun boynuzsuz mu?" yazacaksın veya sana, "Bir buzağı kes" diye yazacak olursam, sen bana, "Ne renkte olsun?!" diye mi yazacaksın. Bu mektubumu alınca Fedek'i Fatıma (s.a) ve Ali (a.s) evlatları arasında bölüştür. Vesselam.

İbn-i Ebi'l - Hadid daha sonra şöyle yazıyor:

Bu emir yüzünden Ümeyye oğulları Ömer b. Abdulaziz'i kınayarak, "Sen bu hareketinle Ebubekir ve Ömer'in girişimlerinin çirkin bir hareket olduğunu ortaya koydun!" dediler ve Kufe halkından bir grup da ayaklandılar. Bu grup Ömer b. Abdulaziz'i kınayınca onlara şöyle dedi: Sizler çok cahil ve unutkan kişilersiniz. Ben sizden daha iyi bilmekteyim. Ebubekir b. Ömer b. Hazm bana babası kanalıyla dedesinden Resulullah (s.a.a)'in, "Fatıma benim vücudumun bir parçasıdır; onu öfkelendiren şey beni öfkelendirir, onu razı eden şey beni razı eder" buyurduğunu rivayet etmiştir. Fedek Ebubekir ve Ömer döneminde Resulullah (s.a.a)'a has bir yerdi. Daha sonra Mervan'a ulaştı. O da onu babam Abdulaziz'e bağışladı; nitekim Fedek'in hepsi benim malım oldu. Ben de onu Fatıma'nın evlatlarına vermeyi uygun gördüm.

Onlar, "Eğer bu kararında ciddiysen Fedek'i kendi elinde tut ve onun gelirini onlar arasında bölüştür" dediler. Bunun üzerine Ömer b. Abdulaziz de öyle yaptı.[587]

 Başka bir rivayette şöyle geçer: Ömer b. Abdulaziz hilafete geçince Fedek asıl sahiplerine iade edilen zorla alınmış ilk maldı. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebutalib bir rivayete göre Ali b. Hüseyin (a.s)'ı çağırtarak Fedek'i ona bıraktı. Ömer b. Abdulaziz'in hilafeti boyunca Fedek Fatıma (s.a)'in evlatlarının elinde kaldı.[588]

Ömer b. Abdulaziz'den Sonra Fedek

Ömer b. Abdulaziz'den sonra artık humustan bahsedilmedi; fakat Fedek hakkında Yakut-i Hamevî ve İbn-i Ebi'l - Hadid şöyle yazmaktalar: Yezid b. Atike[589] hilafete ulaşınca Fedek'i Fatıma evlatlarından geri alınca tekrar Mervan oğullarının eline geçti. Onlar da hilafetlerinin sonuna kadar onu elden ele gezdirdiler.

Abbasîler Döneminde Fedek

Ebu'l Abbas Seffah[590] hilafete ulaşınca Fedek'i Abdullah b. Hasan b. Hasan b. Ali'ye verdi. Fakat Ebu Cafer Mensur Hasan oğullarının kıyamları nedeniyle onu geri aldı! Daha sonra oğlu Medi Abbasî onu Fatıma oğullarına verdi. Fakat onun çocukları Musa ve Harun onu geri alarak kendi ellerinde bulundurdular. Fakat Me'mun hilafete geçince onu tekrar Fatıma (s.a) evlatlarına verdi.

Ebubekir şöyle diyor: Muhammed b. Zekeriyya, Mehdi b. Sabik'ten bana şöyle rivayet etti: Me'mun haksız yere alınan malları incelediğinde kendisine verilen ilk mektubu açıp okuyunca şiddetli bir şekilde ağladı. Sonra başının üstünde duran adama, "Fatıma'nın vekili nerededir?" diye sordu. Bunun üzerine cüppe, başında emame ve ayağında yırtık bir ayakkabı olan yaşlı bir adam ayağa kalkarak Fedek hakkında Me'mun'la tartışmaya başladı. Me'mun onun için delil getiriyor ve o da bunun karşısında delil sunuyordu. Nihayet Me'mun Fedek'i Fatıma evlatlarının adına geçirmelerini emretti. Fedek senedini hazırlanıp Me'mun'a getirdiler. Me'mun onu imzalayınca şair De'bel ayağa kalkarak bu beyitle başlayan şiirler okudu:

 

Zamanenin çehresi ne kadar da gülünç olmuş

Me'mun Haşim'e Fedek'i vermiş!

 

Bu fermanın tafsilatı Belazurî'nin Futuh-u Buldan adlı kitabında şöyle geçer: Hicretin iki yüz onuncu yılında müminlerin emiri Me'mun Abdullah b. Harun-i Reşid Fedek'in Fatıma evlatlarına verilmesini emretti ve Medine'deki valisi Kusem b. Cafer'e şöyle yazdı:

Ama sonra; müminlerin emiri Allah'ın dinine ilgi duyması, Resulullah (s.a.a)'in halifesi ve onun akrabası olması hasebiyle onun sünnetini izleyip, emrini yerine getirmesi, bağışlarını bağışladığı kimselere iade etmesi, sadakalarını yerlerinde harcaması daha evladır ve o böyle de yaptı. Bu konuda müminleirn emirin emirine başarı vermek, sürçmelerden korumak ve kendisine Allah'a yaklaştıracak işleri yapmaya meyillendirmek Allah'a düşer.

Şüphesiz Resulullah (s.a.a) Fedek'i kızı Fatıma'ya bağışlamıştır ve bu herkesçe bilinen, Resulullah (s.a.a)'in Ehlibeytince üzerinde ihtilaf olmayan bir konudur. Onlar sürekli onda tasarruf etmede kendilerinin hak sahibi olduklarını iddia etmişlerdir. İşte bu nedenle müminlerin emiri onu Allah rızası, hak ve adaleti uygulamak ve Resulullah (s.a.a)'in emrini yerine getirmek için Fatıma'nın mirasçılarına vermeye karar verdi ve bu konunun emlak ve hesap defterlerine işlenmesini ve bütün valilere bildirilmesini emretti.

Şimdi eğer Resulullah (s.a.a)'ten sonra her mevsimde (hac günlerinde) zulme uğrayan bir kişi bağırıp sadaka, hibe veya bunlardan belli bir miktarından zulme maruz kalan hakkını isterse sözleri kabul edilip iddiası dinlenecektir. Fatıma, Resulullah (s.a.a)'in kendisine bağışladığı şeyler konusunda sözleri dinlenen ve teyit edilen ilk kişidir.

İşte bu yüzden müminlerin emiri kölesi Mübarek Taberi'ye Fedek'i tümüyle ve bütün haklarıyla, mülkü, tahılı vs. tüm mahsulleriyle Resulullah (s.a.a)'in kızı Fatıma'nın mirasçılarına vermelerini ve müminlerin emirinden taraf onun yönetimini üstlenmeleri ve sahiplerinin lehine onu idare etmeleri için Muhammed b. Yahya b. Hüseyin b. Zeyd b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebutalib'e ve Muhammed b. Abdullah b. Hasan b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebutalib'e vermesini emretti.

Şimdi sen (Kusem b. Cafer) de bunun emirulmüminin görüşü olduğunu ve Allah Teala'nın onun kalbine kendisine itaat etmesini ilham ettiğini, onu kendisi ve peygamberine yaklaşmaya muvaffak kıldığını bil ve senden taraf işlerin idaresini üstlenenleri de bilinçlendir; Muhammed b. Yahya ve Muhammed b. Abdullah'a kendi görevlin Muhabek Taberî gibi davran; o ikisine Fedek'i bayındırlaştırma, düzeltme, mahsullerini artırma konusunda yardım et. Vesselam.

Bu emirname hicretin 210. yılının Zilkade ayının ikisinde, Çarşamba günü düzenlenmiştir. Fakat Mütevekkil al'allah (Allah ona rahmet etsin-!-) hilafete geçince Fedek'i geri alarak Me'mun'dan -Allah ona rahmet etsin -!-) önce olduğu gibi idare edilmesini emretti![591]

İbn-i Ebi'l - Hadid bu rivayetin devamında şöyle yazıyor: Fedek Mütevekkil'in dönemine kadar onların (Fatıma oğullarının) elindeydi; fakat Mütevekkil onu alarak Abdullah b. Ömer-i Baziyar'a verdi. O dönemde Fedek'te Resulullah (s.a.a)'in mübarek eliyle diktiği on bir hurma ağacı vardı; Fatıma evlatlarının o ağaçların hurmalarını toplayarak hac mevsiminde teberrük olarak hacılara hediye ediyorlardı; onlar da bunun karşısında Fatıma evlatlarına ikramda bulunup bağış yapıyorlardı; ve onlar bu yolla büyük bir servet elde ediyorlardı. Fakat sonunda Abdullah b. Ömer onları kesti. Abdullah b. Ömer bu iş için Bişran b. Ebi Ümmeyye-i Sakafî'yi Medine'ye gönderdi. Bişran bu hurma ağaçlarını kesip Basra'ya dönünce felç oldu.[592]

Bu, Fedek ve humus hakkında Müslümanların halifeleri tarafından elimize ulaşan son rivayettir; fakat bu konuda Hulefa Mektebi ulemasının görüşleri şöyledir:

* * *

Daha önce humus konusunda halifelerin görüşlerine ve nesilden nesle yaptıklarına değindik ve onların görüşlerinin birbirleriyle nasıl çeliştiğini, humus konusunda Hulefa Mektebi ulemasının görüşlerinin de halifelerin davranışı gibi birbiriyle zıt olduğunu gördük.

İbn-i Rüşd diyor ki: Humus konusunda fakihler dört gruba ayrılmışlardır:

1- Kur'an-ı Kerim'in açık nassıyla humus beş kısma bölünür; Şafiî de böyle diyor.

2- Humus dört kısma ayrılır…

3- Resulullah (s.a.a)'in vefatından sonra Resulullah (s.a.a) ve akrabalarının hissesi düştüğü için humus bugün üç kısma ayrılır.

4- Humus hem zengine ve hem de fakire verilen fey ve bağış hükmündedir.

Ancak humsun dört veya beş kısma ayrıldığını söyleyenler Resulullah (s.a.a)'ten sonra o hazretin ve yakınların hissesinin harcanması konusunda iki gruba ayrılmışlardır. Bazıları, onların hisselerinin humus alan diğer sınıflara eklendiğini söylerken, bazıları da Resulullah (s.a.a)'in hissesinin imama ve yakınlarının hissesinin de imamın yakınlarına verilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Üçüncü bir grup da her iki hissenin silah ve savaş araç-gereçleri temin etmek için kullanması gerektiğini vurgulamışlardır.

Hulefa Mektebi uleması yakınlık ve yakınların kimler olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir.[593]

İbn-i Kudame, el-Muğnî adlı kitabında Ebubekir'in humsu üç kısma ayırdığı rivayeti kaydettikten sonra şöyle yazıyor:

Bu Ebu Hanife ve izleyicileri gibi rey sahiplerinin görüşüdür. Onlar diyorlar ki, humus üç kısma bölüştürülür: Yetimler, miskinler ve yolda kalmışlar. Peygamber ve yakınlarının hissesi ise o hazretin vefatıyla düşmüştür.

Fakat Malik fey ve humsun bir olduklarına ve her ikisinin de beytulmala ait olduğuna inanmaktadır.

Ancak Surî ve Hasan, "Humsu imam Allah Teala'nın gösterdiği şekilde harcar" diyorlar.

Fakat Ebu Hanife'nin sözleri humus ayetinin zahiriyle çelişmektedir; çünkü Allah Teala, peygamber ve yakınları için bir şey tayin etmiş ve humusta onlara kesin bir hak belirtmiştir; nitekim diğer üç gruba da belli bir hak belirtmiştir. O halde kim buna muhalefet ederse Kur'an-ı Kerim'in açık nassına muhalefet etmiş olur.

Fakat, "Ebubekir ve Ömer (Allah onlardan razı olsun) yakınların hissesini hayır işlerde harcıyorlardı" sözünü Ahmed b. Hanbel'e naklettiklerinde Ahmet susup başını sallayarak bunu kabul etmemiş, İbn-i Abbas ve onunla aynı görüşte olanların sözlerinin Kur'an-ı Kerim ve Resulullah (s.a.a)'in sünnetiyle daha çok uyum içerisinde olduğu için onun daha evla olduğunu belirtmiştir…[594]

Ebu Ye'la ve Mâverdî ise humsun masraf yerinin halifenin içtihadıyla tayin edileceğini söylemişlerdir.[595]

* * *

Halifelerin humus ve Resulullah (s.a.a)'in kızının hakkı konusunda içtihadlarıyla ilgili bahsimiz oldukça uzadı ve bu konuda her ikisi sözkonusu edildi. Şimdi buraya kadar değinilen görüşleri toparlayıp sonuç almak ve daha fazla açıklama için ona bazı noktalar eklemek zorundayız.

Buraya Kadar Geçenlerin Özeti

Halifelerin humus ve Resulullah (s.a.a)'in kızının hakkı konusundaki içtihadlarından maksadın asırlar buyu örtülü bırakıldıktan sonra ne olduğunu anlamak için ilk önce "zekat", "fey", "safa", "enfal", "ganimet" ve hums kavramlarını incelemek zorunda kaldık ve bu incelemede şunları gördük:

a- İslam dininde "Zekat" genel anlamıyla Allah'ın maldaki hakkıdır.

b- "Sadaka" altın, gümüş, tahıl ve hayvanlardan her biri nisap haddine ulaştığında onlardan ayrılması veya Ramazan bayramında ödenmesi gereken şeye verilen isimdir. Bunun delillerinden biri, Resulullah (s.a.a)'in mektuplarında humus, sadaka ve safiy sözcüklerinin zekat çeşitlerini beyan etmek için geçmiş olmasıdır. O halde sadaka zekat anlamında değil, aksine zekat çeşitlerinden biridir. Ayrıca, zekatın Kur'an-ı Kerim'in Mekki ayetlerinde ve Medine'den sadaka yasanmadan önce geçtiğini göz önüne bulundurarak onun sadaka anlamında olduğu nasıl söylenebilir?[596]

Buraya kadar söylediklerimizin ışığında Resulullah (s.a.a)'in, "Malının zekatını verince Allah'ın maldaki hakkını vermiş olursun" şeklindeki hadisi şöyle anlamlandırılmaktadır: Malında ödenmesi farz olan şeyi ödeyince, Allah'ın hakkını ödemiş olursun; fakat malın müstehap olarak ödenişi farz değil, "nafile"dir. "Kim bir mal elde ederse üzerinden bir yıl geçmedikçe onda zekat yoktur" hadisi de şu anlamdadır: Üzerinden bir yıl geçmedikçe Allah Teala'nın bir kimsenin malında bir hakkı yoktur. Bunun benzerleri de aynı şekildedir.

Sadaka da bu söylediğimiz şeyle, yine insanın Allah rızası için kendi malından müstehap veya farz olarak ödediği şey arasında ortaktır ve bu ikisi arasındaki fark şudur: Altın, gümüş, tahıllar ve hayvanlardaki farz hakkı şerî hakim zor uygulayarak alırsa ona farz zekat ve sadaka denir; insanın sadece Allah rızası için ödediği şey ise farz sadaka değildir.

c- "Fey" savaşmadan düşmandan elde edilen mala denir. Benî Nazire mallarının fey olduğunda ve Resulullah (s.a.a)'in kendi malında tasarruf eden bir malik gibi onda tasarruf ettiğinde ittifak vardır.

d- "Enfal", "fey" sözcüğünün çoğulu olup bağış ve yine haddinden fazlalık anlamındadır. Dolayısıyla, "enfelehu", "ona daha fazla verdi" anlamındadır.

Kur'an-ı Kerim'de "enfal" kavramı Bedi savaşı hakkında kullanılmıştır; Allah Teala Müslümanların Bedir savaşında kafirlerden elde ettikleri malların sahibi olmadıklarını belirtmiştir. Bu sözcük Ehlibeyt İmamları (a.s)'ın hadislerinde de geçmiş olup savaşmadan düşman topraklarından elde edilen her şey veya sahiplerinin savaşmadan göç ettikleri topraklar anlamındadır; yine padişahların verdikleri mal ve topraklar, kaleler, surlar, işlenmemiş topraklar vb. şeyler anlamına da gelir.

e- Ganimet ve muğnim; Araplar cahiliye döneminde ve İslam'ın zuhurunan sonra bir şeyi zahmete katlanmadan ve meşakkat görmeden elde etselerdi ona, "ganimet" ve "muğnim" diyorlardı. İğtinam, ganimet toplamak için diğerlerinden öne geçmek anlamındadır. Fakat Araplar savaşta kendilerine mağlup düşen kimseden zahmet ve meşakkatle elbise, silah, merkep ve yanındaki diğer şeyleri aldıkları zaman "selebehu = yağmaladı" diyorlardı; o da kendisine. Fakat eğer onu tüm mal ve mülkünden mahrum etseydi, bu işe "harbe" denirdi. Onlarında yanında, yağmalama ise günümüzdeki ganimet ve muğnim anlamındaydı.

"Ğenem" sözcüğü ilk defa, meşakkat ve zahmeti göz önünde bulundurmaksızın düşmanda alınan mal kazancı anlamında Kur'an-ı Kerim'de, Bedir savaşı hakkında kullanılmıştır; Allah Teala ondan kişisel sahiplenme hakkını kaldırıp "enfal" diye adlandırarak tümünü Allah ve Resulüne has kılmış ve daha sonra onu ganimet ve kazanç olarak o savaşçılara bırakmıştır. Bu ayette genel olarak ganimet ve kazancın humsunu Allah, Resulü ve o hazretin yakınlarına has kılmıştır; oysa cahiliye döneminde onun dörtte biri sadece reise veriliyordu.

Allah Teala genel olarak kazançtan humus alınmasını yasamış ve dörtte biri beşte bire düşürmüş ve onun altı yerde eşit olarak harcanmasını emretmiştir; oysa cahiliye döneminde reisin hissesi sadece kendisine ulaşır ve hiç kimse ona ortak olmazdı.

Ayrıca, humsun genel olarak her türlü kazançta farz olduğunun başka bir delili ise Resulullah  (s.a.a)'in maden, define ve hazine gelirlerinden humus aldığı konusunda bütün Müslümanlar ittifak içerisindedirler; oysa Müslümanlar bu gibi gelirleri savaş yoluyla elde etmemişlerdi.

Yine sünnette Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Abdulkays temsilcilerine kazançlarının humsunu vermelerini emrettiği geçmektedir. O hazret bu emri, İslam hükümlerini kabilenin diğer fertlerine öğretmeleri için onlara öğretince vermiştir. Çünkü onlar "Muzirr" kabilesinin korkusundan haram aylar dışında kendi kabilelerinden çıkamıyorlardı; böyle bir kabilenin savaş halinde olduğu ve dolayısıyla burada ganimetten, savaş ganimetlerinin kastedildiği düşünülemez. Dolayısıyla, Resul-i Ekrem (s.a.a) "ganimetler" sözcüğünden maksadı, o kabilenin tüm malî gelir ve kazançları olması gerekiyor.

Ve yine Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Müslüman olan diğer Arap kabilelerine yazdığı mektuplarda da bu konu apaçık bir şekilde görünmektedir. Yine valilerine yazdığı mektuplarda; örneğin Yemen halkı Müslüman olduktan sora Yemen'e gönderdiği valilerine yazmış olduğu genelgede şöyle geçer: "Müminlere farz olan sadaka ve kazançlarının humsu onlardan alınsın."

Yine Resulullah (s.a.a)'in Sa'd kabilesine yazdığı mektupta humus ve sadakaları kendisinin iki elçisine vermelerini bildirmiştir. Bu kabile savaştan dönmediği için Resulullah (s.a.a)'in onlardan savaş ganimetlerinin humsunu istediği düşünülemez; dolayısıyla o hazret onlarda ilgili konularda sadakalarını ve kazançlarının humsunu vermelerini istemişti. Buna binaen, Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Müslüman olan Arap kabilelerine yazdığı diğer mektuplarda geçen "humus" sözcüğünden maksat onların kazançlarının beşte biriydi.

Bu söylediklerimizi destekleyen bir nokta da şudur: İslam dininde savaş hükmü cahiliye döneminde Arapların yaptığı savaşlarla tamamen farklıdır. Cahiliye döneminde her kabile kendisiyle sözleşmesi olmayan kabilelere saldırıp her yolla onların mallarını yağmalama hakkını kendisine veriyordu; bu durumda saldırgan kabilenin fertleri kabile reisine has olan dörtte bir dışında yağmaladıkları şeylere sahipleniyorlardı; Oysa İslam dininde böyle değildir; dolayısıyla Resulullah (s.a.a)'in reislik hakkı olarak dörtte bir yerine beşte bir aldığı kabul edilemez. Aksine İslam kuralları dahilinde savaş ilan etme hakkına sadece İslam'ın  en büyük hakimi sahiptir ve Müslümanlar onun emrine itaat ederler ve savaş sonunda o hakimin kendisi veya temsilcisi savaş ganimetlerini alır ve ordudaki savaşçılardan hiç birinin savaşta kendisinin öldürdüğü kişiden aldığı eşyalar dışında o ganimetlerde bir hakkı yoktur. Aksine her savaşçı bir iğne ve iplik bile olsa elde ettiği şeyi savaş hazinesine teslim etmelidir; aksi durumda ihanet etmiş ve insana utanç vesilesi ve kötü isim kazanmış olurlar ve kıyamette de aldığı o şey cehennem ateşi olarak kendisine verilir. Dolayısıyla, hakim ve baş kumandan bütün savaş ganimetlerini ele geçirdikten sonra onun humsunu alıp geri kalanını ordudakiler arasında bölüştürür.

O halde İslam dininde savaş ilan etme, savaş ganimetlerini teslim alıp humsunu çıktıktan sonra geri kalanını ordudaki askerler arasında bölüştürme hakkına ancak hakim sahiptir ve başka birinin böyle bir şeye hakkı yoktur.

İslam dininde böyle olduğu ve Resul-i Ekrem (s.a.a)'in döneminde humus alma o hazretin bu ümmetteki vazifelerinden olduğu için o hazretin kişilerden humus talep etmesi ve yazdığı çeşitli mektuplarda defalarca bunu vurgulamasının, bu mektupların muhataplarına sadaka gibi mallarının humsunu vermeleri de farz bir amel olduğu ve bunun savaş ganimetlerine has olmadığı dışında bir anlam ifade etmez.

Dolayısıyla, Resul-i Ekrem (s.a.a) Müslüman olanlardan farz sadaka dışında bütün kazançlarının humsunu da vermelerini istiyordu. O dönemde "ganimet" sözcüğü genel olarak "kazanç" anlamında kullanılıyordu. Fakat Müslümanlar fütuhat yaptıktan, halifeler humusta hisse sahiplerine humus vermekten sakındıktan sonra ve Müslümanlar da bu hükmü unutunca humus kavramı Müslümanlar arasında değişti.

Ancak humsun harcanması gereken yerlere gelince; ayet-i kerime humsun Allah, Resulü, peygamberin yakınları ve o hazretin soyundan olan yetimler, miskinler ve yolda kalmışlara verilmesi gerektiğini apaçık bir şekilde vurgulamaktadır. Dolayısıyla, humus altı eşit hisseye bölünür.

Bazı rivayetlerde Allah ve Resulünün hissesinin bir hisse sayılışı ise, eğer  bu ikisinin bir yönde harcanması gerektiği ve Resul-i Ekrem (s.a.a)'in onda tasarruf ettiği kastedilmişse; bu doğrudur; aksi durumda ayetin zahirine aykırıdır.

Ehlibeyt İmalarından (a.s) nakledilen mütevatir rivayetlerde yakınların hissesi Resulullah (s.a.a)'in döneminde ve o hazretten sonra Ehlibeyte ve diğer Ehlibeyt İmamlarına (a.s) verildiği, Allah, peygamber ve peygamberin yakınlarının hisselerine gelince, Allah'ın hissesinin Resulullah (s.a.a)'e verildiği ve o hazretin onu uygun gördüğü bir şekilde harcadığı ve diğer iki hissenin de o hazretten sonra yerine geçen imama verildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla, günümüzde humsun yarısı imam olması hasebiyle Hz. Mehdi (a.f)'e ve diğer yarısı ise, Resul-i Ekrem (s.a.a)'le akrabalıkları nedeniyle ihtiyaçlarını gidermeleri için humus almayı hakkeden o hazretin yakınlarından olan yetimler, miskinler ve yolda kalmışlara verilir. Bundan bir şey artarsa valinin kendisine taalluk eder ve az gelecek olursa vali onu telafi eder. Humus alan kişilerden biri ölünce de aldıkları şey kendilerinden sonra mirasçılarına ulaşır.

Şu noktayı da unutmamak gerekir ki Ehlibeyt dışında fakir olmaları nedeniyle humsun yarısına hak kazanan Resulullah (s.a.a)'in yakınları, Allah Teala'nın sadakayı kendilerine haram ettiği Abdulmuttalib ve Muttalib'in erkek çocuklarıdırlar. Resulullah (s.a.a) bu yakınlarının hiç birini ve hatta onların kölelerini bile sadakaları toplayarak ondan bir ücret hakkı almamaları için sadakaları toplamakla görevlendirmemiştir. Nitekim o hazret kendisinin azad ettiği kölesini sadaka memurlarıyla iş birliği yaparak bu yolla bir şey almaması için bu işten alıkoymuştur.[597] Resulullah (s.a.a)'in Ehlibeyti de bu konuda o hazreti izlemişlerdir.

İşte buradan İbn-i Hişam gibi Resul-i Ekrem (s.a.a)'in, amcası oğlu Ali (a.s)'ı sadaka toplaması için Yemen'e gönderdiğini sanan kimselerin ne kadar yanıldıkları anlaşılmaktadır. Çünkü diğerlerinin de tasrih ettikleri gibi Resulullah (s.a.a) Ali (a.s)'ı humus alması için oraya göndermiştir.

İbn-i Hişam kendi Sire'sinde Resulullah (s.a.a) tarafından sadaka toplamak için görevlendirilenler babında şöyle yazıyor:

Resulullah (s.a.a) memurlarını sadaka toplamaları için görevlendirdi…. Ali b. Ebutalib'i de onların sadakalarını toplaması ve cizyelerini alması için Necran'a gönderdi.

Daha sonra Ali'nin (Allah ondan razı olsun) hacda Resulullah (s.a.a)'e ulaşması babında şöyle diyor: Ali (Allah ondan razı olsun) Yemen'den gelince emir altındaki ashabından birini kendi yerine geçirerek Resulullah (s.a.a)'le görüşmek için beraberindekilerden öne geçti. Bu adam ordudaki herkese giymeleri için Ali'nin beraberinde getirdiği elbiselerden bir tane verdi. Ordu yaklaşınca Ali onları görmek için dışarı çıktığında üzerlerindeki elbiseleri görüp ona, "Eyvahlar olsun sana! Nedir bu haliniz?!" diye sordu. Adam, "Ben ordunun halkın gözünde güzel görünmesi için böyle yaptım!" dedi. Ali, "Eyvahlar olsun sana! Resulullah (s.a.a)'in huzuruna varmadan hepsini çıkar" dedi. O da elbiseleri geri alarak yerlerine bırakınca askerler itiraz ederek Ali'yi Resulullah (s.a.a)'e şikayet ettiler.

Ravi diyor ki: Bu şikayetten sonra Resulullah (s.a.a) ayağa kalkarak şöyle buyurdu: "Ey insanlar Ali'den şikayet etmeyiniz. Vallahi Ali Allah için ve Allah yolunda hiçbir şikayetten çekinmez."[598]

İbn-i Hişam kitabının başka bir yerinde, "es-seraya ve'l buus" bölümünde Ali b. Ebutalib (a.s)'ın Yemen'deki savaşla ilgili görevi hakkında şöyle yazıyor:

Ali orada iki defa savaşmıştır… Resulullah (s.a.a) Ali b. Ebutalib'i Yemen'e gönderdi Halid b. Velid'i ise başka bir orduya verdi ve "İki ordu buluşursa baş kumandan Ali'dir" buyurdu…[599]

Buna binaen, İmam Ali (a.s)'ın iki defa savaş için ve bir defa da vergileri toplamak üzere Yemen'de toplam üç defa görev aldığı söylenmiştir. Bu görevlerin rivayetleri ulemaya ulaşmamış ve onlar işi karıştırmışlardır. Şimdi gerçeğin anlaşılması için bu rivayetleri aşağıda özetle naklediyoruz:

Sahih-i Buharî'de Berra b. Azib'den şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.a) bizi Halid b. Velid'le birlikte Yemen'e gönderdi ve bir müddet sonra onun yerine Ali b. Ebutalib'i göndererek ona, "Halid'in askerlerine, isteyenlerin senin orduna geçmelerini öner" buyurdu.[600]

Beyhakî bu rivayetin ayrıntılı bir şekilde Berra b. Azib'den şöyle rivayet etmektedir:

Resulullah (s.a.a), Halid b. Velid'i halkı İslam'a davet etmesi için Yemen'e gönderdi. Ben de bu görevde onunla birlikteydim. Biz altı ay kadar orada kalıp halkı İslam'a davet ettik; fakat hiç kimse kabul etmedi. Bu yüzden Resulullah (s.a.a) bu işe Ali b. Ebutalib'i görevlendirdi ve ona Halid b. Velid'in geri dönmesini; ancak Halid b. Velid'le olup da kendisiyle kalmak isteyenlerin kalabileceklerini emretti.

Berra diyor ki: Ben de Ali'ye katılanların arasındaydım. Yemen'e yaklaşınca Yemen halkı bizi karşılamak için dışarı çıkmışlardı. Sonra Ali öne geçti; biz de onun arkasında namaza durduk. Daha sonra hepimizi bir sıraya geçirdi. Kendisi de önümüze geçerek Resul-i Ekrem (s.a.a)'in mektubunu onlara okudur. Bunun üzerine Hemdan kabilesinin hepsi Müslüman oldu. Ali durumu Resulullah (s.a.a)'e raporlayıp onların Müslüman oldukların bildirdi. Ali'nin mektubu Resulullah (s.a.a)'e ulaşınca onu okuduktan sonra secdeye kapandı. Başını secdeden kaldırınca, "Selam olsun Hemdan'a, selam olsun Hemdan'a" buyurdu.[601]

Uyunu'l - Eser ve Emtau'l - Esma kitaplarında bu olayın devamında şöyle geçer -ifade Emtau'l - Esma'nındır-: Resulullah (s.a.a) "Selam olsun Hemdan'a" buyurdu ve bu cümleyi üç defa tekrarladı. Daha sonra diğer Yemenliler de Müslüman oldular.[602]

Bu olayı, Buharî bazı bölümlerini sansür ederek naklederken, başkaları tamamını naklettiği Hz. Ali (a.s)'ın Yemendeki iki savaşından biridir. Buharî'nin bu rivayeti sansür ederek rivayet etmesinin nedeni, bu rivayetin devamında Ali b. Ebutali'n makamı karşısında Halid b. Velid gibi meşhur bir sahabenin faziletini düşürecek konuların yer almasıdır. İmamu'l - Muhaddisin Buhari (r.a) şiddetli taassubundan dolayı ve onlara yediremediği için kitabında Hulefa sisteminde yüce bir makama sahip olan bir sahabenin makam ve faziletini düşürecek konulara yer vermekten sakınmıştır.

İmam Ali (a.s)'ın Vakidî, Mukrizî ve İbn-i Side'nin söyledikleri şey açısından değil, sadece sayı bakımından Yemendeki ikinci savaşı ise özetle şöyledir:

Resul-i Ekrem (s.a.a), Ali (a.s)'ı üç yüz kişiyle birlikte Mezhac'a gönderdi. İmam'ın emrindeki askerler o bölgeye giren ilk askerlerdi. İmam (a.s) askerlerini gruplara ayırarak çeşitli yerlere yerleştirdi ve onlar yağmaladıkları bir miktar mal ve esirlerle geri döndüler. Sonra onların savaşçılarından bir grupla karşılaşıp onları İslam'a davet ettiler. Fakat onlar kabul etmeyip savaştılar ve İmam'ın ordusunu ok yağmuruna tuttular. Bunun üzerine İmam Ali (a.s)'ın ordusu onlara saldırıp yirmisini öldürünce kaçmaya başladılar. Fakat İmamın ordusu onları takip etmedi. Onları tekrar İslam'a davet ettiler. Bu defa kabul ettiler ve onların başlarından bir kaçı İslam adına Ali (a.s)'a biat ettiler. Daha sonra Hz. Ali (a.s) ganimetlerin humsunu alıp geri kalan beşte dördünü ordusu arasında bölüştürdü. Sonra geri döndüler. İmam Ali (a.s) Ebu Rafi'i ordunun başına geçirip kendisi Resulullah (s.a.a)'le bir an önce görüşmek için önde gitti. İmam Ali (a.s) gittikten sonra askerler Ebu Rafi'den humsun beşte birinden kendilerini giydirmesini istediler. Ebu Rafi' de onlardan her birine iki elbise verdi. İmam Ali (a.s) geri dönüp onları o halde görünce bu elbiseleri onlardan aldı. Onlar da Ali (a.s)'ı Resul-i Ekrem (s.a.a)'e şikayet ettiler![603]

Bu iki savaşta geçenler özetle bunlardı. Ali (a.s)'ın malî vergileri almak için görevlendirişine gelince; Buharî ve İbn-i Kayyim bu konuda, "Bu memuriyet humus almak içindi" demişlerdir.[604]

Fakat İbn-i Hişam ve onu izleyenler, "Bu memuriyet sadakaları toplamak ve Necran halkından cizye almak içindi" demişlerdir.

İmam Ali (a.s)'ın Yemen'e gidişiyle ilgili Sihah, Müsnet ve Sire kitaplarında dağınık bir şekilde nakledilen diğer rivayetler de vardır; fakat bu rivayetlerin hiç birisinde İmam Ali (a.s)'ın neden Yemen'e gittiği belirtilmemiştir. Örneğin Buharî, Nesaî ve Ahmed -ifade Buharî'nindir-, "Ali Yemen'de olduğu zaman Resul-i Ekrem (s.a.a)'e bir miktar altına bulaşmış toprak gönderdi" demişlerdir.[605]

Başka bir rivayette ise şöyle geçer: Resul-i Ekrem (s.a.a)'e temizlenmiş bir deride altını daha ayrılmamış bir miktar toprak gönderdi."[606]

Bazı rivayetler Resulullah (s.a.a)'in Ali (a.s)'ı kadı olarak Yemen'e gönderdiğini bildirmiş ve İmam Ali (a.s)'ın bazı hükümlerini açıklamışlardır. Örneğin Ahmed kendi Müsned'inde ve Ebu Davud kendi Sünen'inde "keyfe'l - kaza" babında Ali (a.s)'dan şöyle rivayet etmişlerdir:

Resulullah (s.a.a) beni kadı olarak Yemen'e gönderdi. Ben, "Ya Resulullah! Ben hakimlikle ilgili bir şey bilmediğim halde beni aralarında olaylar çıkacak insanlara gönderiyorsun" diye arzettim. Resul-i Ekrem (s.a.a), "Allah senin kalbini hidayet edecek, dilin haktan sürçmeyecektir" buyurdu.

Müsned-i Ahmed'de şöyle geçer: Resulullah (s.a.a) elini göğsüme bırakarak şöyle buyurdu: "Allah seni sabit kılsın ve doğruya yöneltsin. Dava tarafları karşında oturduklarında diğerinin de sözlerini dinlemeden onlar arasında hükmetme; hüküm verme konusunda bu en güzel metottur." İmam Ali (a.s), "Ondan sonra hüküm vermede asla şek ve şüpheye düşmedim" buyuruyor.[607]

İmam Ali (a.s)'ın bu yolculukta verdiği bazı eşsiz ve göz alıcı hükümlerini getirmiş, örneğin demişlerdir ki: Yemenli üç kişi o hazrete müracaat ederek her biri babası olduğunu idda ettiği bir çocuk hakkında hüküm vermesini istemişlerdir. Onlar bir kadınla bir temizlenmede münasebette bulunduklarını ve bu çocuğu o ilişkiden meydana geldiğini ileri sürüyorlardı!

Ali (a.s) onların ikisinden çocuğu üçüncü kişiye bırakmalarını istedi. Fakat onlar kabul etmediler. Ali (a.s) sonra onların diğer ikisinde aynı şeyi istedi, onlar da kabul etmediler. Üçüncü defasında bu öneriyi onların başka ikisine sundu; onlar da kabul etmeyince Ali (a.s) onlara, "Sizler kötü ahlaklı ortaklarsınız; ben sizin aranızda kur'a çekeceğim; kur'a kimin adına çıkarsa çocuk ona verilecektir. Bu durumda çocuğu alan kişi diğer iki kişiye diyetin üçte birini vermelidir" buyurdu. Sonra onlar arasında kur'a çekti ve kur'a kimin adına çıktıysa çocuğu ona verdi. Bu üç kişiden biri Medine'ye giderek durumu Resulullah (s.a.a)'e bildirdi. Resul-i Ekrem (s.a.a) Ali (a.s)'ın bu hükmünden memnun kalarak azı dişleri görülecek şekilde güldü.[608]

İmam Ali (a.s)'dan rivayet edilen diğer bir olay özetle şöyledir: Ali (a.s) şöyle diyor: Resul-i Ekrem (s.a.a) beni Yemen'e gönderdi. O zaman bir grup aslan avlamak için hazırlık yaparak bir kuyu kazmış ve kendileri de pusuya yatmışlardı. Onların kazdığı o kuyuya bir aslan düşünce halk aslanı görmek için kuyunun etrafına toplandılar. İzdiham nedeniyle onlardan biri kuyuya düştü. Kuyuya düşen adam kendisini kurtarmak için ikinci kişiden, ikincisi üçüncüsünden ve üçüncüsü de dördüncüsünden tuttu ve her dört kişi kuyuya düştüler ve aslan onları öldürücü bir şekilde yaraladı. Nihayet biri cüretlenerek aslana bir darbe indirerek öldürdü. Aslanın yaraladığı o dört kişi de öldüler. Bunun üzerine kan sahipleri gelip kan pahasını isteyince birbirlerine karşı kılıç çektiler. Tam birbirlerini öldürmeye girişecekleri vakit İmam Asli (a.s) gelerek buna bir çözüm bulmaya çalışıp, "Resulullah (s.a.a) hayatta olduğu halde sizleri birbirinizin canına mı düşmüşsünüz?" buyurdu. Başka bir rivayete göre de, "Dört kişi için iki yüz kişiyi mi öldürmek istiyorsunuz?!" buyurdu ve şöyle ekledi: "Ben sizin aranızda hükmedeceğim; kabul ederseniz ne güzel; aksi durumda hükmetmesi için Resulullah (s.a.a)'in yanına gidin ve ondan sonra hiç kimsenin kabul etmemeye hakkı yoktur."

Daha sonra kuyuyu kazan kabileden bir tane dörtte bir, bir tane üçte bir, bir tane ikide bir ve bir tane de tam diyet almalarını, sonra dörtte bir diyeti birinci adamın kan sahiplerine, üçte birini ikinci kişinin, ikide birini üçüncü kişinin ve tam diyeti ise dördüncü kişinin kan sahiplerine vermelerini emretti.

Fakat kan sahipleri bu hükmü kabul etmeyerek Resulullah (s.a.a)'in huzuruna gidip Makam-ı İbrahim'de o hazretle görüşerek olayı kendisine anlattılar. Resulullah (s.a.a), "Ben sizin aranızda hükmedeceğim" buyurdu ve hüküm vermeye hazırlandı. O sırada onlardan biri, "Aramızda Ali hüküm vermiştir" dedi. Resulullah (s.a.a) de Ali'nin verdiği hükmü teyit etti.[609]

Bunlar Ali (a.s)'ın Yemen'e görevlendirilmesiyle ilgili rivayetlerdir; ulema bu olayları yanlışlıkla birbirine nispet vermişlerdir. Bazıları da bu üç Yemen yolculuğunu bir yerde,[610] bazılar iki yerde nakletmiş,[611] bu yüzden ve benzeri nedenlerle[612] İmam Ali (a.s)'ın Yemen'deki göreviyle ilgili rivayetler birbirine karışmıştır. Ancak nakledilen olaylara dikkat ederek İmam Ali (a.s)'ın Yemen'deki görevleriyle ilgili gerçeklere aydınlık kazandırmak mümkündür. Örneğin Muzhaclılarla savaş İmam Ali (a.s)'ın Yemen'deki ilk görevi ve Hemdan'la savaşı ikinci göreviydi; üçüncü görevinde ise vali, hakim ve humusları toplamak için Yemen'e gitmiştir. Bunun delilleri ise şunlardır:

1- Muzhac kabilesiyle savaşıyla ilgili olarak, "Ali (a.s)'ın askerleri Yemen'e giren ilk askerlerdi" söylenmiştir.

2- Muzhaclılarla savaş, Hemdanlılarla yapılan savaştan önce gerçekleşmiştir; onun için onların teslim olup İslam'ı kabul etmelerinden önce vuku bulmuş olması gerekiyor. Çünkü, "Hemdan kabilesinin tüm elemanları Müslüman oldular" söylemişlerdir ve yine, "ondan sonra tüm Yemen halkı Müslüman oldu" söylenmiştir.

Dolayısıyla, bu olaydan sonra Yemen'de savaş olmamış ve Resulullah (s.a.a) sadaka, vergi ve humus memurlarını oraya göndermiştir. Onlar arasında İmam Ali (a.s) da Yemen halkından humus toplama memuru olmuştur. Ve bu üçüncü görevinde Resul-i Ekrem (s.a.a) onu valisi ve kadı olarak ve yine humus alması için Yemen'e göndermiştir.

 

Back Index Next