İÇİNDEKİLER

 

Index Next

 

 

 

 

MEALİMU'L-MEDRESETEYN 

EHL-İ SÜNNET VE EHL-İ BEYT      MEKTEBİ ÖĞRETİLERİ

 

-2-

 

ALLAME SEYYİD MUTRAZA ASKERÎ

 

Çeviri:

Cafer BENDİDERYA

 

Kitabın Orijinal Adı: Mealimu'l - Medreseteyn

Yazan: Allame Seyyid Murtaza Askerî

Çeviren: Cafer Bendiderya

Tiraj: 3.000



 

Bismillahirrahmanirrahim

"Sözü dinleyen ve onun en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte onlar Allah'ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlardır aklıselîm sahipleri."

(Zümer, 17 - 18)

 

İÇİNDEKİLER

ÜÇÜNCÜ KONU

İki Mektep Açısından İslam Şeriatının Kaynakları. 13

GİRİŞ. 15

 

ÖNSÖZ

BEŞ İSLAMİ KAVRAM... 16

1- KUR'AN.. 17

Kur'an'ın Diğer İsimleri 18

2 ve 3- SÜNNET VE BİD'AT. 21

a- Sünnet 21

b- Bid'at 22

Sünnet İslam'ın Teşrii Kaynaklarından Biridir. 22

4- FIKIH.. 25

5- İÇTİHAD.. 30

1. Lügatte İçtihad: 30

2- Müslümanların Kavramında İçtihat 31

 

1. Bölüm

İki Mektebin Kur'an-ı Kerim'e Karşı Tutumu.. 35

Resulullah (s.a.a) ve Ashabın ve Kur'an'ın Bir Araya Toplanmasına Özen Göstermeleri 37

Hz. Fatıma (s.a)'in Mushafı Hakkında Koparılan Gürültü. 40

 

2. Bölüm

Resulullah (s.a.a)'in Sünnetine Karşı İki Mektebin Tutumu.. 43

1- İki Mektebin Resulullah (s.a.a)'ten Hadis Nakleden Ravilere Karşı 46

2- İki Mektebin Hicretin Birinci Asrında Resulullah (s.a.a)'in Hadislerinin Yazılması Konusunda Tutumu  49

3- Birinci Asrın Sonuna Kadar Resulullah (s.a.a)'in Sünnetinin Yazılmasının Engellenişi 52

a- Ebubekir ve Ömer'in Döneminde. 52

b- Osman'ın Hilafeti Döneminde. 55

c- Muaviye'nin Döneminde. 57

d- İsrailiyat Kapısının Açılışı 58

e- Ömer b. Abdulaziz'in Döneminde. 66

f- Birbiriyle Çelişkili İki Hadis Nasıl Meydana Geldi?. 69

 

3. Bölüm

İki Mektebin Fıkıh ve İçtihat Konusunda Tutumu.. 77

1- İçtihad Kavramının Hulefa Mektebinde Değişime Uğraması  79

2- İÇTİHADIN ADLANDIRILMASI 83

Lügatte ve Şeriatta Tevil 83

3- BİRİNCİ ASIRDA HULEFA MEKTEBİ MÜÇTEHİTLERİ VE ONLARIN İÇTİHATLARI 86

A- Elçilerin Efendisi Hatemu'l-Enbiyâ Hz. Resulullah (s.a.a) 86

B- Birinci Halife Ebubekir. 87

C- Müçtehid Sahabe Halid b. Velid. 87

D- İkinci Halife Ömer b. Hattab. 88

E- Üçüncü Halife Osman. 89

F- Müçtehide Ümmü'l-Müminin Aişe. 91

G- Müçtehit Muaviye b. Ebusüfyan. 92

H- Muaviye'nin Veziri Amr b. As. 92

I- Ammar Yasir'in Katili Ebu Gadiye. 94

j- Müçtehitler Grubu. 94

H) Tevilde Bulunmuş Müçtehid: Abdurrahman b. Mulcem.. 97

I) Halife İmam: Yezid b. Muaviye. 97

4- BU MÜÇTEHİDLERİN İÇTİHATLARI 99

A- Resulullah (s.a.a): 99

B- Ebubekrin İçtihatları 102

C- Halife Ömer'in İçtihatları 111

5- Humus Konusunda Ebubekir ve Ömer'in İçtihadı 115

1- Zekat 115

2- Sadaka. 116

3- Fey. 119

4- Safi 120

5- Enfal 123

6- Ganimet ve Meğnem.. 125

A- Hadiste. 125

B- Sirette. 126

Buraya Kadar Geçenlerin Özeti 129

7- Humus. 136

A- Cahiliye Döneminde. 137

B- İslam'ın Zuhurundan Sonra. 138

1- Kur'an-ı Kerim Humus: 138

2- Sünnette Humus: 139

Yukarıda Geçen Hadislerin Terimlerinin Açıklaması 142

Yukarıdaki Rivayetlerin Özeti 142

Resulullah (s.a.a)'in Mektup ve Sözleşmelerinde Humus. 144

Kur'an-ı Kerim ve Sünnette Humsun Yeri. 153

Kur'an-ı Kerim'de. 153

1- Zu'l-kurba (Yakınlar) 154

Müslümanların Açısından ve Sünnette Humusun Yeri. 156

Ehlibeyt (a.s) Mektebinde Humsun Yeri. 158

Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Döneminde Humsun Harcandığı Yerleri Belirten Tek Rivayet 160

Resulullah (s.a.a) ve Yakınlarına Sadakanın Haram Oluşu. 163

Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Mirası ve Fatıma (s.a)'nın Şikayeti 168

Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Emlakı ve Bu Emlaklın Kaynağı. 170

1- Muhayrik'in Vasiyeti 170

2- Ensarın Resul-i Ekrem (s.a.a)'e Bağışladığı Araziler. 171

3- Benî Nezir'in Arazileri 171

4- Hayber Arazileri 172

5- Fedek. 175

6- Vadi'l - Kurâ. 176

Vadi'l - Kurâ'nın Fethi 176

7- Mehzur. 177

Resulullah (s.a.a)'in Mirası ve Hz. Fatıma (s.a)'nın Şikayeti 178

1- Ömer'in Rivayeti 178

2- Ümmü'l - Müminin Aişe'nin Rivayeti 178

Fatıma-ı Zehra (s.a)'nın Hakim Güçle İhtilafı. 181

1) Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Fatıma (s.a)'ya  Bağışları 181

2) Hz. Fatıma (s.a)'nın Babası Resulullah (s.a.a)'in Mirasını Talep Etmesi 182

a) Ebu Tufeyl'in Rivayeti 182

b) Ebu Hureyre'nin Rivayeti 183

c) Ömer'in Rivayeti 184

3) Hz. Fatıma (s.a)'nın Yakınların Hissesi Konusunda Tartışması 186

-Hz. Fatıma (s.a)'nın Kendisine Reva Görülen Zulümden Yakınması- 189

Buraya Kadar Geçenlerin Özeti: 193

1- Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Bağışları Hakkında. 193

2- Resulullah (s.a.a)'in Mirası 194

3- Yakınların Hissesi 194

Halifelerin Humus, Resulullah (s.a.a)'in Mirası ve Hayber'deki Tasarrufları  195

A) Ebubekir ve Ömer'in Döneminde. 195

B- Halife Osman'ın Dönemi 198

Osman'ın Akrabalarının Özgeçmişleri 202

İmam Ali (a.s)'ın Humus ve Resulullah'ın (s.a.a) Mirası Konusundaki Tutumu  205

Emevi Halifeleri Döneminde Humus Ve Peygamber (s.a.a)'in Mirası 206

Muaviye'den Sonra Emevi Halifeleri Döneminde Resulullah (s.a.a)'in Mirası 209

Ömer b. Abdulaziz Döneminde. 210

Fedek ve Ömer b. Abdulaziz. 211

Ömer b. Abdulaziz'den Sonra Fedek. 212

Abbasîler Döneminde Fedek. 213

Buraya Kadar Geçenlerin Özeti. 217

Resul-i Ekrem (s.a.a)'ten Sonra Sadaka. 230

Ömer'in Hilafeti Döneminde Resulullah (s.a.a)'in Yakınlarının. 233

Osman'ın Döneminde Resulullah (s.a.a)'in Mirası 234

Ali (a.s)'ın Döneminde Resulullah (s.a.a)'ın Mirası 235

Muaviye'nin Hilafeti Döneminde Resulullah (s.a.a)'in Mirası 235

Ömer b. Abdulaziz'in Döneminde Resulullah (s.a.a)'in Mirası 235

Ömer b. Abdulaziz'in Döneminden Sonra Resulullah (s.a.a)'in Mirası 235

Ulemanın Halifelerin Humsun Harcanmasıyla İlgili Görüşleri 236

6- İki Mut'a Konusunda Halife Ömer'in İçtihadı 240

A- Hac Mut'ası 242

1- Temettü Haccı: 242

2 ve 3- İftad ve Kıran Haccı 243

Bu Rivayetin Açıklaması: 244

Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Umreyle İlgili Sünneti 245

Kur'an-ı Kerim'de Hac Mut'ası (Umre-i Temettü) 246

Resulullah (s.a.a)'in Sünnetinde Hac Mut'ası (Temettü Haccı) 247

Temettü Umresine Karşı Ashabın Tutumu. 252

Aişe Hacdan Önce Umre Yapamayınca Resulullah (s.a.a) Hacdan Sonra Kaza Etmesini Emretti 257

Halife Ebubekir Döneminde Temettü Umresi 259

Halife Ömer'in Döneminde Temettü Umresi 259

Yukarıda Geçen Hadislerin Özeti. 263

Halife Osman'ın Döneminde Temettü Umresi 266

İmam Ali (a.s) Döneminde Temettü Umresi 271

Muaviye'nin Hilafeti Döneminde Temettü Umresi 272

Abdullah b. Zübeyr Döneminde Temettü Umresi 277

Temettü Umresi Konusunda İbn-i Abbas ve İbn-i Zübeyr'in Delilleri 279

Urve b. Zübeyr ve İbn-i Abbas'ın Delilleri 280

Urve b. Zübeyr'in Temettü Umresini Engelleyişi 281

Bu Rivayetle İlgili Bir Araştırma. 282

Abdullah b. Ömer'in Temettü Umresiyle İlgili Görüşü. 284

Halifelerin Görüşlerine Geçerlilik Kazandırmak İçin Uydurulan. 288

Bu Rivayetlerin Yetersizlikleri 291

İhtilafın Kökü ve Gidermenin Yolu. 301

Hulefa-i Raşid'inin Sünnetini İzleme Hadisi 302

Hulefa-i Raşidini İzlemeyi Emreden Hadisin Kusurları 303

Buraya Kadar Geçenlerin Özeti: 305

Bir Örnek, Bir İbret 313

B- GEÇİCİ EVLİLİK (MUT'A NİKAHI) 314

Hulefa Mektebi Kaynaklarında Geçici Evlilik. 314

Ehlibeyt (a.s) Mektebinde Mut'a Nikahı 316

Kur'an-ı Kerim'de Mut'a Nikahı 317

Resulullah (s.a.a)'in Sünnetinde Geçici Evlilik. 320

Ömer Neden Geçici Evliliği Yasakladı?! 322

Ömer'in Hilafetinden Sonra Mut'a Nikahı 328

Ömer'in Mut'ayı Yasaklamasından Sonra Onun Helal Olduğunu Diretenler  330

Ömer'in Yasaklamasını İzleyenler. 331

Mut'a Nikahını Helal Bilenlerle Haram Bilenler Arasındaki 332

İbn-i Abbas'la Diğerleri Arasında Geçenler. 334

İbn-i Abbas'la Abdullah b. Ömer Arasında Geçenler. 335

Hulefa Mektebinin Diğer İzleyicilerinin Mut'a Nikahı Hakkında Geniş Çabaları 336

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler. 337

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler. 339

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler. 339

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler. 340

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler. 341

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler. 342

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler. 343

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler. 343

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler. 343

Bu Rivayete Yöneltilen Eleştiriler. 344

Birinci Hadis: 344

İkinci Hadis. 345

Üçüncü Hadis. 345

Dördüncü Hadis. 347

Bu Hadise Yöneltilen Eleştiriler. 347

A- Hayber Savaşında Mut'a Nikahının Yasaklanışı 347

B- Hayber Savaşında Evcil Eşek Etinin Yasaklanışı 349

Mut'a Nikahının Bir veya Birkaç Defa Neshedilişi 352

Buraya Kadar İşlediklerimizin Özeti. 360

Kur'an-ı Kerim'de Mut'a Nikahı 361

Resulullah (s.a.a)'in Sünnetinde Mut'a Nikahı 361

Resulullah (s.a.a)'in Rivayetlerinde Çelişki Nasıl Meydana Geldi?. 364

7- İKİNCİ ASIRDAN İTİBAREN İÇTİHAD VE HÜKÜMLERİN SAHABENİN AMELLERİNDEN ÇIKARILIŞI 365

İçtihad: 365

Hulefa Mektebinin İçtihadın Doğruluğuna Getirdiği En Önemli Deliller. 366

1- Muaz'ın Hadisi 366

2- Amr-ı As'ın Hadisi 367

3- Halife Ömer'in Ebu Musa Eş'arî'ye Mektubu. 367

İçtihad Konusuna Eleştirimiz. 369

Hükümlerin, Sahabenin Davranışından Elde Edilişi 370

Hanefî Önderi ve Rey'e Amel 375

 

4. Bölüm

EHLİBEYT (a.s) MEKTEBİNDE TEŞRİ KAYNAĞI KUR'AN VE SÜNNETTİR   385

Ehlibeyt İmamları (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) Hükümlerde Kişisel Görüşe Güvenmezler  387

Ehlibeyt İmamlarının (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) Hadislerinin Kaynağı 388

Ehlibeyt İmamları (a.s) İlimlerini Miras Almışlardır. 389

Ehlibeyt İmamları (a.s) Hadislerini Resulullah (s.a.a)'e İsnat 390

Resulullah (s.a.a) Hz. Ali (a.s)'a Diğer İmamlar İçin Yazmayı 393

Ahkam'da Ali (a.s)'ın Kitabının İsmi 399

Cefr Kitabı ve Fatıma (s.a)'nın Mushafı 401

Resulullah (s.a.a)'in Silahı ve Kitapları 402

Ehlibeyt İmamlarının (a.s) Miras Hazineleri 407

Bu Hadisin Şerhi 409

İmam Ali, Hasan, Hüseyin, Seccad ve Bâkır (a.s) 410

İmamet Mirasları ve İmam Seccad (a.s) 411

İmamet Mirasları ve İmam Bâkır (a.s) 412

İmamet Mirasları ve İmam Sadık (a.s) 413

İmamet Mirasları ve İmam Musa Kâzım (a.s) 414

İmamet Mirasları ve İmam Rıza (a.s) 415

Ehlibeyt İmamlarının (a.s) Miras Aldıkları Kitaplara Müracaatı 416

İmam Sadık (a.s)'ın Hasanoğullarının Başına Gelecekleri Haber Verişinin Yaygınlaşması 421

İki Kardeşin Kıyamının Sonu. 422

İmam Rıza (a.s)'ın Cefr'den Delil Getirişi 423

Ahitnamenin Sağ Tarafının Şahidleri 428

Ahitnamenin Sol Tarafının Şahidleri 428

Hulefa Mektebinde Cefr ve Câmia. 430

Ehlibeyt İmamlarının (a.s) Câmia Kitabına Müracaatı 432

Ehlibeyt İmamlarının Ashabından Ali (a.s)'ın Kitabını Görenler. 437

A- Erkek Kardeşin Oğluyla Dedenin Miras Hissesi 443

B- Ehlibeyt İmamları (a.s) "Avl"ı Batıl Biliyorlar. 443

Ali (a.s)'ın Resulullah (s.a.a)'in Sünnetinin Değiştirilmesinden. 450

 

5. Bölüm

İslam Dininin Kaynakları Konusunda İki Mektep Konusunun   465

ALLAH'IN KİTABI VE SÜNNETİN APAÇIK NASSI KARŞISINDA HALİFELERİN İÇTİHADLARINDAN ÖRNEKLER   470

Halifelerin Amellerine Geçerlilik Kazandırmak İçin Rivayet 474

Müslümanların Sözbirliğine Varmalarının Yolu.. 478

Okuyucuların Kitapla İlgili Görüşleri 479

Üstad Cezairî'nin Mektubu. 479

Üstad Ebu Zeyben Rubeyî'nin Yazara Mektubu. 481

 

ÜÇÜNCÜ KONU

 

İki Mektep Açısından İslam Şeriatının Kaynakları

 

 

Önsöz: Beş İslamî Kavram

1. Bölüm: İki mektebe göre Kur'an'ın konumu

2. Bölüm: İki mektebe göre Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinin konumu.

3. Bölüm: İki mektebe göre fıkıh ve içtihad

4. Bölüm: Ehlibeyt (a.s) Mektebi'ne göre Kuran ve Sünnet, teşri'in (şeriat açısından yasamanın) iki kaynağıdır.

5. Bölüm: İki mektebin İslam şeriatının kaynakları konusundaki yaklaşımının özeti

Bitiş: Okuyucuların Görüşü... İslam ümmetinin ileri gelenlerini vahdete davet.

 



 

 

 

GİRİŞ

 

Ehlibeyt (a.s) ve Hulefa Mekteplerinin İslam'ın teşriî kaynaklarını incelemeye ilk etapta bu beş kavramı (Kur'an, sünnet, bid'at, fıkıh, içtihad) ele alarak başlayacak, daha sonra her iki mektebin bu kavramlar hakkındaki görüşü incelenip konuyla ilgili diğer kavramları açıklayacağız.

 

ÖNSÖZ

 

 

BEŞ İSLAMİ KAVRAM

 

1. Kur'an-ı Kerim

2. Sünnet

3. Bid'at

4. Fıkıh

5. İçtihat

 

-1-

KUR'AN

Kur'an; Allah-u Teala'nın Hatemu'l - Enbiya Hz. Muhammed'e (s.a.a) tedricen nazil buyurduğu kelamıdır ve Arap dilinde var olan şiir ve nesrin tam karşısında yer almaktadır. Dolayısıyla, Arap edebiyatında yazı konuşması Kur'an, şiir ve nesir diye üçe ayrılmaktadır.[1] Araplar bir şairin divanına "şiir" dedikleri gibi, kasideye, beyte ve hatta tek mısraya da "şiir" demekte; aynı şekilde tüm Kur'an'a da, Kur'an denildiği gibi, bir sureye, bir ayete ve hatta bir ayetin bir bölümüne bile "Kur'an" demektedir.[2] Örneğin, Bakara Suresinin "Ve rızıklandırdığımız şeylerden…" ayetine Kur'an denmektedir.

O halde "Kur'an" kelimesi İslamî bir kavram olup şerî bir terimdir. Çünkü bütün bu kullanımların kaynağı ve temeli Kur'an-ı Kerim ve Peygamber'in hadis-i şerifleridir.

Kur'an'ın Diğer İsimleri

Alimler Kur'an'ın kendisinden onun için daha başka bir takım isimler çıkarmışlardır; bu ise gerçekte bir şeyin, sıfatlarıyla tanıtılmasıdır. Bunların İçlerinde en meşhur olanı "el-Kitap"tır. Münezzeh olan Allah şöyle buyurmuştur: "Bu, içinde şüphe olmayan Kitap..." (Bakara, 2)

Burada kitaptan anlaşılan Müslümanların elindeki Kur'an'dır. Yahudilerdeki Tevrat ve Hıristiyanlardaki İncil gibi. Burada Kitap'tan maksadın ne olduğu ahit (belirginlik) ifade eden elif-lam kaydı ile de belirlenmiştir.

Kur'an'da "el-Kitap", kavramı Tevrat kastedilerek de kullanılmıştır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ondan önce Musa'nın kitabı." Burada kitaptan maksat, sahibi olan Musa'ya izafe edilerek belirlenmiştir.

Nahiv alimlerinin nezdinde Sibeveyh'in nahivle ilgili kitabı "el-Kitap" diye şöhret bulmuştur.

Keşfu'z - Zünun'un, el-Kitab bölümünde bu konuda şöyle denilmektedir:

"Nahiv ilminde Sibeveyh'in kitabı, nahiv alimleri nezdindeki şöhreti ve benzeri diğer kitaplara üstünlüğü sebebiyle "el-Kitab" diye meşhur olmuştur. Öyle ki eğer Basra'da "Filan kimse Kitab'ı okudu" denilecek olursa bu kitabın Sibeveyh'in kitabı olduğu anlaşılmakta ve "Kitabın yarısını okudu" dendiğinde ise bunun Sibeveyh'in kitabı olduğu konusunda şüphe edilmemektedir."

İbn-i Huruf el-Nahvi el-Endülusi el-İşbili diye tanınan Ebu'l Hasan Ali b. Muhammed (ö. 609 hk.) bu kitabı şerhederek onun "Tenkihu'l - Elbab Fi Şerh-i Gavamizi'l - Kitab" diye adlandırmıştır.

Yine Ebu'l Bekâ Abdullah b. Hüseyn Akbari Bağdadi Hanbeli (ö. 616 hk.), Sibeveyh'in kitabındaki beyitleri şerheredek "Lubab'ul Kitap" adını vermiştir.

Ebubekir Muhammed b. Hasan Zübeydi Endülusi de (ö. 380 hk.) Sibeveyh'in[3] söz konusu kitabına yazmış olduğu şerhini "Ebniyet'ül Kitab" olarak adlandırmıştır.[4]

Öyleyse "el-Kitab" Kur'an-ı Kerim'de, Kur'an'a özgü ve Müslümanların geleneğinde sadece Kur'an'a verilen bir isim değildir.

Kur'an'ın adlandırıldığı isimlerden bir diğeri de, "en-Nur"dur. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Sizlere apaçık bir nur indirdik." (Nisa, 174) Bir diğeri ise, "el-Mev'iza"dır (öğüttür). Nitekim Kur'an'da şöyle yer almıştır: "Size Rabb'inizden bir mev'iza (öğüt) geldi." (Yunus, 59) Aynı şekilde, "el-Kerim"[5] olarak adlandırılmıştır. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: "O Kur'an-ı Kerim'dir" (Zuhruf, 41).

Kur'an'da geçen bu isimler, alimlerin dediği gibi Kur'an'ın isimleri değildir. Bunlar Kur'an'ın sıfatlarını ifade ve tarif etmek için kullanılmıştır.

Hulefa Mektebi'ne (Ehl-i Sünnet'e) göre Kur'an'ın isimlerinden biri de "el-Mushaf"tır. Bu lafız ne Kur'an-ı Kerim'de, ne de Nebevî Sünnet'te geçmemiştir.

Zerekşî ve diğerleri şöyle rivayet etmişlerdir:

"Ebubekir Kur'an'ı tek bir cilt olarak topladığında etrafındakilere "buna bir ad verin!" dedi. Bazıları, "Onu "İncil" olarak adlandırınız" dediler. Ne var ki bunu beğenmediler. Diğer bazıları ise, "Onu "Es-Sifr" diye adlandırın", dediler. Bu Yahudi kökenli ismi de reddettiler. Sonunda İbn-i Mesud şöyle dedi: "Habeşiler nezdinde bir kitap gördüm; ona "el-Mushaf" diyorlardı" Sonunda bu adı beğendiler ve Kur'an'ı bu isimle adlandırdılar."[6]

Öyleyse Kur'an'ın 'Mushaf' diye adlandırılması da Müslümanların adlandırması türündendir ve Müslümanların kavramlarının kapsamına girer; İslamî kavram ve şer'î bir terim değildir. Bu adlandırmada mushafın konum ve makamı Hariciler nezdindeki "eş-şarî" kelimesinin makam ve konumu gibidir. Zira bu kelimeyi onlar, kendisini Müslümanlarla savaşmaya hazırlayan kimse hakkında kullanmışlardır. Ama bu kavram Haricilerin dışındakilerin nezdinde alış-veriş esnasında satıcının karşısında yer alan "müşteri" anlamında kullanılmaktadır. O halde eğer biz "eş-şarî" kelimesinin Hariciler dışındakilerin kullandığını görürsek, bunun, Hariciler nezdinde meşhur olan Müslümanlarla savaşmaya hazırlanan kimse anlamında değil, müşteri anlamına geldiğini anlarız.

Aynı şekilde "el-Mebsut" kelimesi de Suriye ve Irak halkı arasında iki farklı anlamda kullanılmaktadır. Yani bu kavramı Iraklılar dayak yiyen kimse ve Suriye halkı ise sevinçli ve mutlu kimse hakkında kullanmaktadır. Bu hesap üzere, eğer bu kavram Suriye halkının sözlerinde yer alırsa bundan maksadın sevinçli ve mutlu kimse olduğunu anlarız. Ve eğer aksine Irak halkının sözünde yer alırsa bundan maksadın da dayak yemiş kimse olduğunu anlarız.

O halde Hulefa Mektebinde de "mushaf" kavramı, bu mektebin takipçileri arasında kullanıldığı zaman, Kur'an-ı Kerim anlamındadır. Ama Ehlibeyt Mektebi takipçilerinin sözlerinde yer aldığı taktirde, örneğin, "Mushaf-ı Fatıma" ve "Sahife-i Seccadiye" denildiğinde, maksat sadece kitaptır; yani Hz. Fatıma'nın kitabı ve İmam Secad (a.s)'ın kitabıdır.

-2- ve -3-

SÜNNET VE BİD'AT

Sünnet ve bid'at iki İslamî kavram olup birinin anlamın bilmek diğerinin anlamını bilmeye anlamaya bağlıdır ve bu iki kavram bir arada kullanıldıklarında anlamları daha iyi anlaşılmaktadır.

a- Sünnet

Sünnet lügatte, ister beğenilmiş olsun, ister kınanmış "gidişat ve metot" anlamındadır.[7] İslam şeriatında ise sünnet Kur'an-ı Kerim'in hiç bir açık beyanının olmadığı hususlarda Resulullah'ın (s.a.a) söz veya davranış yoluyla emir veya yasakları manasınadır.[8]

Peygamber'in (s.a.a) bazı hususlardaki onayına da sünnet denmektedir. Yani örneğin, Allah Resulü'nün (s.a.a) Müslümanlardan birinin bir davranışını gördüğünde, onu sakındırmaması veya sessiz kalışıyla onun amelinin sıhhat ve doğruluğunu teyit etmesi de sünnetten sayılmaktadır.[9]

İşte bu yüzden kitap ve sünnet[10] veya Kur'an ve hadis şer'i deliller olarak adlandırılmaktadır.

b- Bid'at

el-Bid'e' kelimesi lügatte yeni çıkmış ve benzeri görülmemiş şey anlamındadır.[11]

Dinde bid'at ise bir insanın şeriat sahibine uymadan bir sözü söylemesi veya bir işi yapması anlamındadır.[12]

Sünnet İslam'ın Teşrii Kaynaklarından Biridir

Resulullah'ın (s.a.a) sünneti de İslam'ın teşrii kaynaklarından biridir. Zira Allah Teala şöyle buyurmuştur:

"Resul size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan uzak durun." (Haşr, 7)

Yine şöyle buyurmuştur: "O kendi hevasından konuşmaz. O, ancak vahyolunan bir vahiydir." (Necm, 3 - 4)

Bir başka yerde ise şöyle buyurmuştur: "Resulullah'ta (s.a.a) sizin için güzel örnekler vardır; Allah'ı ve kıyamet gününü isteyen ve Allah'ı çokça anan için." (Ahzap, 21)

Bir başka yerde ise şöyle buyurmuştur: "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." (Âl-i imrân, 31)

Yine şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve Ümmi Peygamberine iman ediniz. O ki Allah'a ve O'nun sözlerine iman etmektedir. Ona itaat ediniz." (Araf, 158) ve diğer benzeri ayetler…

Resulullah'tan (s.a.a) da Müslümanları kendi sünnetini takip etmeye sevk eden, buna muhalefetten meneden çokça hadisler nakledilmiştir. Şu mübarek sözünde buyurduğu gibi: "Kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir."[13]

O halde bütün bu söylenenler ışığında sünnet, İslamî bir kavram ve şer'i bir terimdir. Resulullah'ın (s.a.a) sünnetine yani "davranışına, sözlerine ve onayına" ulaşmanın tek yolu kendisinden nakledilen ve günümüzde ise hadis, siret, tefsir kitaplarında ve diğer İslamî kaynaklarda nakledilip kaydedilen rivayetlerdir. Tıpkı şu rivayetler gibi:

Aişe'nin, Resulullah (s.a.a)'ten naklettiği bir hadiste şöyle geçmektedir: "Evlenmek benim sünnetimdir. Benim sünnetime amel etmeyen, benden değildir."[14] Veya Amr b. Muzeniyy Allah Resulünün (s.a.a) şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Her kim benim sünnetimden bir sünneti ihya eder ve insanlar o sünnetle amel ederse, onun için, onunla amel edenlerin sevaplarından bir şey eksiltmeksizin, onların ecri gibi bir ecri vardır ve her kim de bir bid'at çıkarır ve insanlar onunla amel ederse, onun için de, onunla amel edenlerin günahından hiç bir şey eksiltmeksizin, onunla amel edenlerin günahları vardır."

Başka bir yerde ise şöyle yer almıştır: "Her kim benden sonra ölmüş bir sünneti ihya ederse..."[15]  Bundan maksat ise unutulmuş sünnetleri ihya etmektir.

Cabir de Resulullah (s.a.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Şüphesiz işlerin en hayırlısı Allah'ın kitabı, hidayetin en hayırlısı Muhammed'in hidayeti, işlerin en kötüsü bid'at olanıdır; her bid'at ise sapıklıktır."

Başka bir rivayette ise şöyle yer almıştır: "Şüphesiz en üstün hidayet Muhammed'in hidayetidir..."[16] İbn-i Mes'ud'dan ise Resul-i Ekrem (s.a.a)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Benden sonra işlerinizin dizginlerini sünnetimi öldüren, kendi bid'atleriyle amel eden ve namazını vaktinde kılmayan kimseler ele geçirecektir." Ben, (ravi), "Ey Allah'ın Resulü (s.a.a)! Eğer onların zamanına ulaşacak olursam ne yapayım?" diye sordum. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle, "Ey Ümm-ü Abdin çocuğu! Ne yapacağını bana mı soruyorsun? Allah'a isyan eden kimseye itaat olmaz." buyurdu.[17]

İbn-i Abbas'tan ise Allah Resulünün (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir. "Allah, hiç bir bid'at sahibinin amelini bid'atinden el çekmedikçe kabul etmez."[18]

Huzeyfe'den de Allah Resulünün (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Allah bid'at sahibinin ne orucunu, ne namazını, ne sadakasını, ne haccını, ne umresini, ne cihadını, ne hiç bir nafilesini, ne de farzını kabul eder. Bid'at sahibi, kılın yağdan çıktığı gibi (kolay bir şekilde) İslam'dan çıkar."[19]

Allah Teala, Kur'an-ı Kerim'de bid'ati şöyle zikretmiştir: "Üzerlerine bizim gerekli kılmadığımız fakat kendilerinin ortaya attıkları rahbaniyete bile…" (Hadid, 27)

Kısaca; İslam şeriatı, Kitap (Kur'an) ve sünnette yer alan veya onlardan istinbat edilen şeylerdir. Bid'at ise, her ne kadar içtihat, istihsan ve günümüz insanlarının deyimiyle, "Elastikiyetli İslam ve toplumun ihtiyaçlarıyla uyumlu İslam" olarak adlandırılsa bile, insanın Kur'an ve sünnette geçmeyen veya onlardan anlaşılmayan, kendi isteği ve zevki uyarınca dine soktuğu şey anlamındadır. Resulullah (s.a.a)'in hadislerinde bid'at ve bid'ati çıkaran kimse hakkında geçen şeylerin tümü bunlarla bağdaşmaktadır.

-4-

FIKIH

a) Fıkıh lügatte, kitaplarda da yer aldığı gibi anlayış ve kavrama demektir.

b) Fıkıh, Kitap ve Peygamber'in (s.a.a) sünnetinde ise şu anlamdadır:

Allah Teala şöyle buyuruyor: "İman edenler toptan sefere çıkmamalıdır. Her topluluktan bir taifenin dini iyi öğrenmeleri ve topluluklarına geri döndüklerinde onları uyarmaları gerekli olmaz mı? Böylece belki (Allah'ın yasaklarından) çekinirler." (Tevbe, 122)

Resulullah (s.a.a) da şöyle buyurmuştur: "Allah benim bu sözlerimi duyup da tebliğ edeni mutlu kılsın. Fakih olmadığı halde nice fıkıh taşıyıcısı vardır; kendisinden daha fakih olana fıkıh taşıyan nice kimseler vardır." [20]

Yine şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir fakih şeytan için bin abidden daha şiddetlidir."[21]

Hakeza şöyle buyurmuştur: "Her kim Allah'ın dininde fakih olur ve Allah'ın beni gönderdikleri şeylerden faydalanırsa, öğrendiği şeyleri başkalarına da öğretmesi gerekir."[22]

Yine şöyle buyurmuştur: "En hayırlınız, fakihleştiğinde en ahlaklı olanınızdır."[23]

Aynı şekilde buyurmuştur ki: "Cahiliye döneminde hayırlı olanınız, fakihleşirse İslam'da da en hayırlınızdır."[24]

Yine şöyle buyurmuştur: "İki haslet münafıkta birleşmez: Güzel davranış ve dinde fakih olmak."[25]

Hakeza şöyle buyurmuştur: "Allah kime hayır dilerse onu dinde fakih kılar."[26]

Hakeza şöyle buyurmuştur "Sizlere dünyanın çeşitli yerlerinden dinde fakihleşmek için geleceklerdir. Sizlere geldiklerinde onlara iyi davranınız."[27]

Resulullah (s.a.a), İbn-i Abbas hakkında duada bulunup, "Allah'ım! Onu dinde fakihleştir" diye buyurmuşlardır.[28]

c) Ehlibeyt (a.s) ve sahabenin sözlerinde fıkıh:

İmam Ali (a.s), "Sizlere gerçek fakihin kim olduğunu haber vermeyeyim mi?" diye buyurunca, "Haber ver; ey Müminlerin Emiri!" dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Şüphesiz, gerçek fakih insanları Allah'ın rahmetinden umutsuzluğa düşürmeyen, Allah'ın azabından emin kılmayan ve Allah'a isyan hususunda ruhsat vermeyen kimsedir."[29]

Yahya b. Said-i Ensarî şöyle demiştir: "Bizim topraklarımızın fakihlerini günün ikişer rekatlarında selam verirken gördüm. (Öğlen namazının nafilelerini ikişer rekat halinde kılarlardı.)"[30]

Ömer b. Hattab şöyle demiştir: "Yönetici olmadan önce fakihleşiniz."[31]

Hakeza Ömer b. Hattab şöyle demiştir: "Her kim fıkha sahip olarak kavmine yönetici olursa kendisi ve onlar için hayat vardır. Kim de kavmine fıkha sahip olmadan yönetici olursa; bu hem ona, hem de onlara helak (nedeni) olur."[32]

İbn-i Abdurrahman, İbn-i Abbas'ı vasfederken şöyle demiştir: "O Allah'ın kitabını okuyan, Allah'ın dininde fakih olandır."[33]

Sünen-i Daremî'nin, "Fukaha'nın İhtilafı" babında şöyle yer almıştır: "Ömer b. Abdulaziz bütün İslam ülkelerine mektup yazarak bütün kavim ve millet arasında fakihlerinin ittifak ettiği hükümlerle hükmedilmesini istemiştir." [34]

Yine Sünen-i Daremi'de şöyle yer almıştır: "(Ashab) gecenin son saatlerine kadar oturduklarında fıkıh için otururlardı."[35] Aynı şekilde: "Fıkıh için gece sohbetlerinde bir sakınca yoktur."[36] Yine: "(Ashab) geceleyin oturup fıkhi meseleleri konuşuyorlardı."[37]

Sahih-i Buhari'de "Semr fil Fikh" babında[38] Şa'bi'nin şöyle dediği yer almıştır: "Adiy b. Hatem Kufe'ye yaklaştığında Kufe ehlinden bir gurup fakih ile onu karşıladık."[39]

İmam Menkari'den şöyle rivayet edilmiştir: "Bir gün Hasan'a bir şey hususunda görüşünü belirtirken şöyle dedim: "Ey Eba Said! Fakihlerin bu konudaki görüşü böyle değildir.." O şöyle cevap verdi: "Yazıklar olsun sana! Sen şimdiye kadar hiç fakih gördün mu? Gerçekten fakih, dünya için zahid olan, ahireti arzulayan, dininde basiret sahibi olan ve sürekli olarak Rabbine ibadet eden kimsedir." [40]

Bunlar Hulefa Mektebi kitaplarında geçen hadislerden bazılarıdır. Ehlibeyt Mektebi kitaplarında yer alanlar ise şöyledir:

a) Resulullah (s.a.a)'ten şöyle rivayet edilmiştir: "Fakihler dünyaya yönelmedikleri müddetçe peygamberlerin eminleridir."[41]

Hakeza şöyle buyurmuştur: "Ümmetimden her kim, ümmetin dini işlerinde faydalandıkları, diniyle ile ilgili 40 hadis ezberlerse, Allah onu kıyamet günü alim ve fakih olarak diriltir."[42]

b) İmam Ali (a.s), Nehcu'l - Belaga'da şöyle buyuruyor: "Kim fıkıh bilmeksizin ticaret yapmaya kalkarsa, faize düşer."[43] Hakeza Kur'an hakkında ise şöyle buyurmuştur: "(Kur'an) Fakihlerin kalplerinin baharıdır."[44] Yine İmam Hasan (a.s)'a yaptığı vasiyetinde de şöyle buyurmuştur: "Dinde fakih ol..."[45]

c) İmam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "Keşke haram ve helalde fakihleşinceye kadar ashabımın başında kırbaç eksik olmasaydı!" [46]

Yine İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Fakihlerden kim nefsini korur, dinini muhafaza eder, hevasına muhalefet edip mevlasının emrine itaat ediyorsa, halka onu taklit etmek (onun fetvalarına uymak) düşer." [47]

Bütün bunlar fıkıh ve fakih kavramlarının kitap ve sünnette geçen örnekleridir. Bu kelime daha sonra Ehlibeyt Mektebinin alimlerinin nezdinde özel bir terim haline gelerek, "Tafsilatlı deliller esasınca şeri hükümler hakkında ilim sahibi olmak" anlamında kullanıldı.

Cemaleddin Hasan b. Zeynuddin'in (ö. h. 1011) "Mealimu'l-Usul" adıyla meşhur olan "Mealimu'd-Din" adlı eserinde şöyle der: "Fıkıh lügatte anlayış; terminolojide ise detaylı deliller esasınca fer'i din hükümleri hakkında ilim sahibi olmak anlamındadır." [48]

Bu büyük fakihin buradaki terminolojiden maksadı ise Ehlibeyt Mektebinin alimlerinin terminolojisidir.

-5-

İÇTİHAD

1. Lügatte İçtihad:

İbn-i Esir şöyle yazmaktadır: "İçtihad, konuyu anlama hususunda çaba sarf etmek anlamında olup "cehd" fiilinin "İftial" babındandır.[49]

Peygamber (s.a.a) ve sahabesi döneminden birinci asrın sonlarına kadar içtihat bu manada kullanılmıştır.

Resulullah (s.a.a)'ten şöyle rivayet edilmiştir:

a) "Secdeye gidince... Secdede gücünüz yettiğince dua ediniz ki bu icabet edilmeye daha yakındır." [50]

b) "Bana selam gönderin  ve gücünüz yettiğince dua ediniz."[51]

c) "Alimin müçtehide (ibadet hususunda çaba sarfeden kişiye) üstünlüğü yüz kattır."[52]

Muhammed Karzi'den şöyle nakledilmiştir: "İsrailoğulları'nda fakih, alim, abid ve müçtehid bir kimse vardı."[53] Aişe'den ise şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a) her ayın son on gününde büyük bir cehd içine giriyordu"[54] (yani ibadet hususunda büyük bir çaba harcıyordu).

Talha'nın Resulullah (s.a.a) dönemindeki iki adamla ilgili bir sözünde şöyle yer almıştır: "Biri diğerinden daha fazla içtihat yapıyordu (daha çok ibadet ediyordu). Daha fazla içtihat edeni savaşa katılarak şehid oldu."[55]

Ebu Said Hudrî şöyle diyor: "Resulullah (s.a.a) yemin edip yemini hususunda içtihat ettiğinde (çaba gösterdiğinde) şöyle derdi..."[56]

Hakeza Beni Mustalik gazvesinde Abdullah b. Ubey'in rivayetinde de, "Böyle bir şey yapmadığına dair yemininde içtihat etti (büyük bir yemin etti)" diye yer almıştır.[57]

Hakeza savaşta şehit olan oğlunun akıbetini Resulullah (s.a.a)'e soran Haris'in annesi de şöyle demiştir: "Eğer cennetteyse sabrederim; cennette değilse ağlamak için içtihat ederim (çaba harcarım)."[58]

Sayıları çok olan bütün bu örneklerden anlaşıldığı üzere "içtihat" ifadesi birinci asırda "çaba harcamak" anlamında kullanılıyordu. Daha sonra içtihadın mana ve mefhumu değişmiş, sonunda Müslümanlar nezdinde detaylı delilleriyle şeri hükümlerin (çıkarılması) istinbat edilmesi anlamını kazanmıştır.

2- Müslümanların Kavramında İçtihat

Gazalî "içtihat"ın tarifinde şöyle der: "İçtihat, herhangi bir iş için çaba harcamak ve o iş için yoğunlaşmaktır. Çaba ve zorluğu olmayan eylemler için kullanılmaz... Ancak bu kelime din alimlerinin örfünde, sadece şer'i hükümlerin ilmini elde etme hususunda çaba harcamak ve yoğunlaşmak anlamında kullanılmıştır..." [59]

Dehlevî de içtihadın anlamı hakkında şöyle diyor: "İçtihad gerçek anlamda, detaylı delillerden şeriat hükümlerine ulaşılması için çaba harcanmasıdır; bu da dört temel esas üzere kuruludur: Kitab, sünnet, icma', kıyas. " [60]

Muhammed Emin de hükümlerin delillerini Teysiru't - Tahrir adlı kitabında aynı şekilde tarif etmiştir. [61]

Hulefa Mektebinde içtihadın terimsel anlamı böyledir. Bu kavram h. 5 asırdan sonra Ehlibeyt alimleri arasında da yaygın bir şekilde kullanılmaya başladı. Nitekim Allame Hillî (ö. h. 726) de "Mebadiu'l-Usul" adlı eserinde, içtihatta birinci konunun on ikinci bölümünde bir açıklamada bulunmuştur ki özeti şudur:

"İçtihat, zanna dayalı şer'î hükümlerde insanın tüm gayret ve çabasını harcanmasıdır.

Peygamber (s.a.a) hakkında içtihat terimini kullanmak doğru değildir. Çünkü Allah-u Teala da şöyle buyurmaktadır: "O hevadan konuşmaz." (Necm, 53/4) Çünkü içtihat zanla alakalıdır. Oysa ki Peygamber (s.a.a) vahiy kanalı ile kesin hükümlere ulaşabilme imkanına sahipti. Nitekim Peygamber bir çok konuda hüküm vermez ve vahyin gelmesini beklerdi. Eğer kendisinin içtihat izni olsaydı, bunu uygular, vahiy beklemezdi.

Eğer Peygamber (s.a.a)'in içtihat izni olsaydı hiç şüphesiz bu konuda Cibril (a.s)'ın de izni olurdu. Böylece de Hz. Muhammed (s.a.a)'in getirdiği hükümlerin Allah'tan olduğu hususunda yakin ortadan kalkar, güven kapısı kapanırdı.

Zira içtihatta bazen isabet etmek ve bazen de yanılmak vardır. Bu yüzden Peygamber'in bunu gözü kapalı uygulaması uygun değildi. Çünkü bu onun sözüne güveni sarsardı.

Aynı şekilde bize göre Ehlibeyt İmamların (a.s)'ın da içtihat etmeleri caiz değildir. Çünkü onlar masumdur. Hükümleri Resulullah (s.a.a)'ın talimiyle almışlardır. Alimlere gelince; onlar için içtihat etmek, Kur'an ve sünnetin umumiyetlerinden hükümleri istinbat etmek ve muarız deliller arasından tercih etmek câizdir.

Kıyas ve istihsandan hüküm çıkarmak ise caiz değildir."[62]

* * *

Gördüğünüz gibi, Ehlibeyt Mektebi uleması 'içtihat' ve 'müçtehit' kavramını kullandıkları zaman 'fıkıh' ve 'fakih' kavramlarını da terk etmemiş, aksine el-Mealim'in sahibi Cemaleddin'in yaptığı gibi bu iki kavramı birleştirerek bir arada kullanmıştır. -Daha önce de değindiğimiz gibi- Cemaleddin, kitabının başlarında şöyle demiştir:

"Fıkıh, lügat açısından anlayış, ıstılahta da şer'î ve fer'î hükümleri detaylı delillerle bilmek anlamını ifade etmektir."

Daha sonra da içtihadı tarif etmek için bir bölüm açmış ve son bölümünde de şöyle demiştir:

"İçtihat, lügatte çaba göstermeye tahammül etmek... ıstılahta olarak da fakihin, şer'î bir hükümle ilgili zan ve kanaatini elde etmek için bütün çabasını sarfetmesidir..."[63]

* * *

Bütün bunların yanı sıra,   Allah'ın izniyle ileride de açıklayacağımız gibi, bir çok konuda iki mektebin şeriat hükümlerinin bazı delillerinde de ihtilaf ettiklerini görmekteyiz.

* * *

Bu beş kavramın tanımından sonra Allah'ın izniyle  gelecek hususlarda da her iki mektebin tavır ve konumunu ele almaya çalışacağız.

 

1. Bölüm

İki Mektebin Kur'an-ı Kerim'e Karşı Tutumu

 

Resulullah (s.a.a) ve Ashab'ın ve Kur'an'ın Bir Araya Toplanmasına Özen Göstermeleri

Hz. Fatıma (s.a)'nın Mushaf'ı Hakkında Koparılan Gürültü

 

Resulullah (s.a.a) ve Ashabın ve Kur'an'ın Bir Araya Toplanmasına Özen Göstermeleri

Resulullah (s.a.a) ne zaman Kur'an-ı Kerim'den ayetler inseydi, onları hazır bulunan bütün Müslümanlara okuyor ve tefsirine ihtiyaç duyduklarını tefsir ediyordu. Onları özellikle İmam Ali (a.s)'a bildiriyor, -inşallah kitabın ilerleyen bölümlerinde açıklayacağımız gibi- ona Kur'an'ı yazmasını emrediyordu.

Resulullah (s.a.a), Medine'ye hicret ettikten sonra Müslümanları okuma-yazmayı öğrenmeye teşvik etti; onlar da hemen öğrenmeye koyuldu. Onları, Kur'an'ı yazmaya ve ezberlemeye teşvik edince, bu alanda adeta birbiriyle yarıştılar. Duydukları Kur'an ayetlerini yanlarında bulunan derilere ve başka şeylerin üzerine yazıyorlardı.

Allah Resulü (s.a.a) surelerin adını ve ayetlerin surelerdeki yerini Allah Teala'nın kendisine öğrettiği şekilde  Müslümanlara öğretiyordu.

Peygamber (s.a.a) vefat ettiği zaman Medine'de Kur'an'ın tümünü ezberlemiş onlarca sahabi vardı. Bunların bir çoğu Kur'an'ın tamamını yazmışlardı. Ancak bu yazı dağınık bir şekilde çeşitli parçaların üzerindeydi; günümüzde olduğu gibi derlenmiş bir kitap değildi. Resulullah (s.a.a) vefat ettikten sonra İmam Ali (a.s) Kur'an'ı tek bir kitap şeklinde derlemeye başladı. İmam'ın haricinde bir çok sahabi de -örneğin İbn-i Mesud- Kur'an'ın tedvinine ve onu tek bir kitapta toplamaya başlamışlardı. Ancak halife Ebubekir bu nüshalara önem vermeyerek bir grup sahabeye Kur'an'ı tek bir kitap halinde derlemelerini emretti. Sonra bu tedvin edilen nüshayı emanet olarak Ümmü'l-Müminin Hafsa'nın yanına bıraktı. Üçüncü halife Osman'ın döneminde fetihler çoğalıp Müslümanlar dört bir yana dağılınca Halife, Hafsa'nın yanındaki nüshaya göre Kur'an'ın çoğaltılmasını emrederek bunları Müslüman beldelere dağıttı. Müslümanlar da bu nüshayı çoğaltarak günümüze kadar nesilden nesle aktarmışlardır. Hiç bir Müslümanların elinde başka bir nüsha da yoktur. Sünnî, Şiî, Eş'arî, Mu'tezilî, Hanefî, Şafiî, Hanbelî, Malikî, Zeydî, Caferî, Vahhabî ve Haricîsine varıncaya dek hiç bir Müslüman'ın yanında söz konusu nüshadan bir kelime fazla yahut bir kelime az olan başka bir nüsha, hiç bir zaman olmamıştır. Hiç bir fırkada mevcut nüshadan farklı olarak bir kelime fazla veya az ya da sure ve ayetlerinin tertibi günümüzde Müslümanlar arasında yaygın olan Kur'an'dan farklı olan bir nüshaya tarih boyunca rastlanmamıştır.

Hadis kitaplarında geçen ve hayal üzere Kur'an-ı Kerim'in eksik olduğunu bildiren bazı rivayetler ise öylece hadis kitaplarındaki yerinde kalmış, hiç bir zaman yeni bir Kur'an nüshasına sızmamıştır. Tıpkı Kutub-i Sitte'de; yani Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, İbn-i Mâce, Daremî ve diğer kitaplarda geçen şu rivayet gibi:

Halife Ömer (r.a) minberde şöyle demiştir:

"Allah Muhammed'i (s.a.a) hak ile göndermiş, ona Kitab'ı indirmiştir. Allah'ın indirdikleri arasında "recm ayeti" de vardı. Biz bunu okuduk, anladık, aklımıza yerleştirdik. Resulullah (s.a.a) recmetti; ondan sonra biz de recmettik. Korkarım ki insanlar için zaman uzayacak da birileri; "Vallahi biz Allah'ın kitabında recim ayetini görmedik" diyecekler ve Allah'ın inzal ettiği bir emri terk ederek sapacaklardır. Oysa ki recmetmek, Allah'ın kitabında evli olduğu halde zina edenler için bir haktır." [64]

İbn-i Mâce'nin Ömer'den naklettiği rivayette, Kur'an'da var olduğu sanılan ayet şöyledir: "Yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina ederlerse onları kesin olarak recmedin."

Malik'in Muvatta'sında da ise şöyle yer almıştır: "(Zinakâr) yaşlı erkek ve yaşlı kadını kesin olarak recmedin. Biz de ayeti şüphesiz böyle okurduk."

Sahih-i Buharî'de de söz konusu hadiste şöyle geçmiştir: "Sonra Allah'ın kitabında: "Babalarınızdan yüz çevirmeyin! Babalarınızdan yüz çevirmeniz sizin için küfürdür" ayetini okuyorduk."

Ümmü'l-Mü'minin Aişe'den (r.a) rivayet edilen bir hadiste ise şöyle yer almıştır: "Kur'an'da nazil olan ayetler arasında süt vermeyle ilgili, "bilinen on emzirme" de vardı ve bu ayet Resulullah (s.a.a) vefat edinceye kadar Kur'an ayetleri arasında okunmaktaydı." [65]

Sahih-i İbn-i Mâce'de, Aişe'den şöyle rivayet edilmektedir: "Recm" ve "büyüğün on defa süt emmesi" ayetleri indi. Bu ayetler yatağımın altında bir sahifedeydi. Resulullah (s.a.a) vefat ettiğinde, biz hazretin cenazesiyle uğraşırken bir evcil hayvan içeri girerek onu yedi!

Sahih-i Müslim'de de Ebu Musa Eş'arî'nin, sayıları üç yüze varan Basralı karilerine mektup yollayarak şöyle dediği rivayet edilir: "Biz, uzunluğu ve şiddetiyle Beraat (Tevbe) Suresine benzettiğimiz bir sure okuyorduk; ama daha sonra onun, "Eğer ademoğlunun iki vadi dolusu malı olsaydı, o bir vadi daha isterdi; onun karnını ancak toprak doyurur" ayeti dışındaki bölümünü unuttum.

Yine Müsebbehat ("yusebbihu" ile başlayan) surelerinden birine benzettiğimiz bir sure okuyorduk; ondan da aklımda sadece, "Ey iman edenler!. . Yapmadıklarınızı neden söylüyorsunuz; bu boyunlarınızda bir şahitlik olarak yazılacak ve kıyamet günü bundan sorulacaksınız." miktarı kalmış.[66]

* * *

Hulefa Mektebinin Sihahlarında bu tür rivayetler olmasına rağmen Ehlibeyt Mektebinden hiç kimse, Hulefa Mektebi izleyicilerini Kur'an'ın eksikliğine inandıklarını veya ona kendi yanlarından sure veya cümleler eklediklerini söylememiştir. Oysa bazı Hulefa Mektebi yazarları, bazı Ehlibeyt Mektebi kitaplarında, bu gibi sözlerle karşılaştıklarında, Ehlibeyt Mektebinin izleyicileri üzerine var güçleriyle bağırarak, "onlar Kur'an'ın eksikliğine inanıyor ve kendi yanlarından Kur'an'a bazı cümleler bağlıyorlar" diye kıyameti koparmakta ve buna delil olarak da Şia'nın bazı hadis kitaplarında geçen ifadeleri göstermekteler. Halbuki Ehlibeyt Mektebi izleyicileri Allah'ın Kitabı dışında hiç bir kitabı mutlak şekilde sahih kabul etmemelerine rağmen, Hulefa Mektebi izleyicileri Buhari ve Müslim'de geçen bütün rivayetlerin sahih olduğunu kabul etmekte ve yukarıdaki hadisleri de, 'tilaveti nesholundu' şeklinde yorumlayarak düzeltmektedirler.[67]

Hz. Fatıma (s.a)'in Mushafı Hakkında Koparılan Gürültü

Yine bazı yazarlar, Ehlibeyt (a.s) mektebi izleyicilerinin, "Fatıma (s.a)'in Mushafı' adı verilen başka bir Kur'anları olduğunu belirterek diğer bir iftirada bulunmuşlardır. Çünkü Fatıma'nın kitabına 'mushaf' denildiği gibi, geçmişte bazı Müslümanlar Kur'an'a da 'mushaf' adını vermişlerdi. Halbuki bununla ilgili rivayetler açıkça, Fatıma'nın mushafında Kur'an'dan herhangi bir şey olmadığını, bu kitapta İslam ümmetini kimlerin yöneteceğiyle ilgili haberler olduğunu vurgulamışlardır. Hatta İmam Hasan (a.s)'ın torunlarından Muhammed ve İbrahim, Ebu Cafer-i Mansur'a karşı kıyam ettiklerinde, İmam Cafer-i Sadık (a.s) onlar hakkında, "Anneleri Fatıma'nın kitabında bu ümmeti yöneltecek olanlar arasında onların isimleri yoktur" buyurmuştur.[68]

Hulefa Mektebinde, Ehlibeyt Mektebi izleyicilerine böyle bir ithamda bulunurken kendileri Sibeveyh'in nahiv kitabına "el-kitap"[69] demekteler. Ayrıca "el-mushaf" kelimesi ne Kur'an-ı Kerim'de ve ne de Peygamber (s.a.a)'in hadis-i şeriflerinde Kur'an'ın isimlerinden biri olarak geçmemektedir. Ama Kur'an-ı Kerim 'el-Kitap' diye adlandırılmıştır. Örneğin:

"Bu Kitab; kendisinde hiç şüphe yoktur; muttakiler için yol göstericidir." (Bakara, 2)

"Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp da bir kısmını inkar mı ediyorsunuz?" (Bakara, 58)

"Onlara Allah katından yanlarında olanı tasdik eden bir Kitap geldi..." (Bakara, 89)

"Onlara Kitab ve hikmeti öğretecek..." (Bakara, 129)

"Size Kitabı, hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir elçi gönderdik." (Bakara, 151)

Bunun gibi onlarca diğer ayetler mevcuttur. Şimdi birileri 'Sibeveyh'in kitabının hacmi Allah'ın kitabından iki kat büyüktür' dese, Sibeveyh'in kitabının Allah'ın kitabından büyük bir Kur'an olduğunu kastetmiş olmaz. Bu adlandırmaya da Ehlibeyt (a.s) mektebinden hiç kimse itiraz etmiş değil.

* * *

Evet, son zamanlarda, İslam düşmanları bu gibi sözleri saldırmak için bir malzeme etmişlerdir ki, Allah Teala'dan bazı yazarların gözü önündeki perdeyi kaldırmasını ve dillerini böyle saçmalıklardan korumaları için onlara basiret vermesini niyaz ediyoruz.

Günümüzde Müslümanların elinde bulunan bu Kur'an kesinlikle, Allah Teala'nın, son peygamberine inişini hayatının son günlerine kadar tamamladığı buyruklardır; Resulullah (s.a.a)'in vefatından sonra da ashap onu bir araya toplamış, onu  üzerinden nüsha alınarak Müslümanlara sunulmuştur. Bu Kur'an, "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Hamd alemlerin rabbi Allah'a hastır" ayetiyle başlamakta ve "cinlerin ve insanların şerrinden" ayetiyle bitmektedir.

Sadr-ı İslam'dan günümüze kadar hiçbir zaman hiçbir Müslüman'ın elinde, bugün elimizde bulunan Kur'an'dan bir kelime fazla veya eksik olan bir Kur'an olmamıştır. Ve bu konuda Müslümanlar arasında da en küçük bir ihtilaf yoktur; onlar arasındaki tek ihtilaf sadece hadislerden kaynaklanan Kur'an-ı Kerim'in tefsiri ve müteşabih ayetlerinin tevili hakkındadır. İnşallah biz bu konuyu Resulullah (s.a.a)'in hadisi konusunda iki mektebin görüşü bölümünde inceleyeceğiz.

 

2. Bölüm

Resulullah (s.a.a)'in Sünnetine Karşı İki Mektebin Tutumu

1- Resulullah (s.a.a)'ten Hadis Nakleden Ravilere Karşı İki Mektebin Tutumu

2- Hicretin Birinci Asrında Resulullah (s.a.a)'in Hadislerinin Yazılması Hakkına İki Mektebin Tutumu

3- Birinci Asrın Sonuna Kadar Resulullah (s.a.a)'in Sünnetinin Yazılmasının Engellenişi

a- Ebubekir ve Ömer'in Döneminde

b- Osman'ın Hilafeti Döneminde

c- Muaviye'nin Döneminde

d- İsrailiyat Kapısının Açılışı

e- Ömer b. Abdulaziz'in Döneminde

f- Birbiriyle Çelişkili İki Hadis Nasıl Meydana Geldi?


 

 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Her iki mektep de, İslam dininin yasama kaynaklarından biri olarak Resulullah (s.a.a)'in sünnetine uymanın farz oluşunda ittifak etmiştir. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in sünneti de, hazretten rivayet kanalıyla bize ulaşan sireti, hadisi ve onay olduğundan her iki medrese aşağıdaki konularda ihtilafa düşmüşlerdir:

a- Resulullah (s.a.a)'ten bazı rivayet nakli kanallarında.

b- Hicretin birinci asrında Resulullah (s.a.a)'in hadislerinin yazılmasına izin verilişinde.

Şimdi, bunların her birini ayrı ayrı inceleyeceğiz.

 

-1-

İki Mektebin Resulullah (s.a.a)'ten Hadis Nakleden Ravilere Karşı Tutumu

Sahabe ve İmamet konusunda dediğimiz gibi, Ehlibeyt (a.s) Mektebi izleyicileri Resulullah (s.a.a)'ten sonra dini öğretilerini On İki Ehlibeyt İmamların (a.s)'dan, Hulefa Mektebi izleyicileri ise bunu, aralarında bir fark gözetmeksizin hazretin ashabından almışlardır.

Hulefa Mektebi izleyicileri Resulullah (s.a.a)'in ashabının tümünü adil bilmekte, Ehlibeyt (a.s) Mektebi izleyicileri ise Cemel'de Hz. Ali (a.s)'la savaşan Talha,[70] Abdullah b. Zübeyr[71] veya Sıffin'de ona karşı savaşan Muaviye[72] ve Amr-ı As[73] veya Nehrevan'da ona kılıç çeken Zulhuveysare[74] ve Abdulah b. Veheb[75] gibi sahabilere itimat etmemekte ve Ali (a.s)'ın düşmanlarından sayılan böyle kişilere ister sahabeden olsun, ister tabiinden, ister tabiinin öğrencilerinden veya diğer tabakalardan[76] olan ravilere müracaat etmemekteler.

Oysa muhaddislerin imamı Buharî, Ehlibeyt İmamları (a.s) izleyicilerinden binlerce muhaddisin kendisinden binlerce hadis rivayet ettiği Ehlibeyt (a.s) Mektebi imamlarının altıncısı İmam Cafer-i Sadık (a.s)'dan[77] hatta bir tek rivayet bile nakletmemiştir! Oysa harici İmran b. Hattan'dan[78] Guharî, Ebu Davud ve Nesaî kendi Sahihlerinde hadis rivayet etmişlerdir; ki İmran b. Hattan, Abdurrahman b. Mulcem'in Emirulmüminin Ali (a.s)'ı öldürmesini şu şekilde övmüştür:

 

Bu, takvalı birinden öyle bir vuruştur ki,

Bununla ancak Allah'ın rızasını istedi.

 

Bir gün anlatarak öveceğim onu her an,

Sayacağım Allah'ın katında, varlıklar içinde terazisi en ağır olan.

 

Veya Nesaî kendi Sahih'inde, İmam Hüseyin (a.s)'ın katili Ömer b. Sa'd'dan rivayet etmektedir; oysa rical alimleri onun hakkında şöyle yazmaktadırlar: "O, doğru konuşan bir kişidir; fakat Hüseyin b. Ali (a.s)'ı öldüren orduya komutanlık yaptığı için halk ondan nefret etmektedir."[79] Ehlibeyt (a.s) Mektebi izleyicileri ise ona lanet yağdırmaktadırlar.

Gördüğünüz gibi, bu iki mektep arasında görüş ihtilafı buradan ve Resulullah (s.a.a)'in hadisini kimden almak gerektiği konusunda ortaya çıkmaktadır.

-2-

İki Mektebin Hicretin Birinci Asrında Resulullah (s.a.a)'in Hadislerinin Yazılması Konusunda Tutumu

Yukarıda dediklerimiz dışında, bu iki mektebin öğretileri, ileri gelenlerinin, Resulullah (s.a.a)'in hadisini yayma konusunda faaliyetleri çerçevesinde tecelli etmektedir. Çünkü halifeler, Resulullah (s.a.a)'in hadislerinin yazılmasını ve yayılmasını önlerlerken, Ehlibeyt (a.s) Mektebi izleyicileri onların bu çalışmalarına karşı bu hadisleri yaymak için çok ciddi bir faaliyet başlattılar.

Bu birbirine zıt iki hareket, apaçık bir şekilde, Resulullah (s.a.a), hayatının son anlarında etrafındakilere dönerek, "Bana bir kağıt getirin de, benden sonra asla sapmamanız için size bir şey yazayım" buyurması üzerine, "Resulullah sayıklıyor!!" dedikleri andan itibaren baş gösterdi.[80]

Buharî, İbn-i Abbas'tan rivayet ettiği diğer bir hadiste, bu sözü kimin söylediğini açıklıyor:

Resulullah'ın ölüm vakti gelip çatınca, aralarında Ömer b. Hattab'ın da olduğu birkaç kişi hazretin evinde olduğu bir sırada, "Gelin benden sonra asla sapmamanız için size bir şey yazayım" buyurdu. Ömer, "Resulullah'ı ağrı kuşatmış; sizin yanınızda Allah'ın Kitabı var; Allah'ın Kitabı bize yeter!" dedi.

Ömer'in bu sözüyle Resulullah (s.a.a)'in emrini yerine getirme konusunda orada bulunanlar arasında ihtilaf yaşandı. Bazıları Ömer'in sözünü tekrarladılar. Sesler yükseldi ve her taraftan anlaşılmaz sözler duyuldu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a), "Dışarı çıkın! Benim yanımda birbirinize bağırmanız yakışmaz" buyurdu.[81]

Başka bir rivayete göre de, Ömer'in kendisi olayı şöyle anlatıyor: Biz Resulullah'ın yanında oturmuştuk. Kadınlarla aramızda bir perde vardı. O sırada Resulullah bir ara, "Beni yedi kırba suyla gusledin ve benden sonra asla sapmayasınız diye bize bir şey yazmam için kağıt kalem hazırlayın."

Resul-i Ekrem'in eşleri,[82] "Resulullah (s.a.a)'in emrini yerine getirin" dediler. Ben engel olarak, "Siz konuşmasanız daha iyi olur! Siz Resulullah'ın eşleri peygamber hasta olunca gözünüzden yaş çıkması için gözlerinizi sıkar, fakat hazret iyileşir iyileşmez yakasını tutarsınız" dedim. Bunun üzerine Resulullah, "Onlar sizden daha iyidir!" buyurdu.[83]

Bir rivayette şöyle geçer: Resulullah'ın eşlerinden Zeybep, "Peygamberin size ne emrettiğini duymadınız mı?" dedi. Bunun üzerine oradakiler arasında tartışma yükseldi ve her taraftan anlaşılmaz sözler çıktı. Peygamber, "Dışarı çıkın" buyurdu. Onlar dışarı çıkınca da hazret vefat etti.[84]

Bazı diğer rivayetlerden, onların bu olaydan çok daha önce, Resulullah (s.a.a)'in hayatı döneminde hazretin hadislerinin yasılmasını engelledikleri anlaşılmaktadır. Abdullah b. Amr-ı As şöyle diyor:

Ben Resulullah'tan duyduğum her şeyi yazıyordum; nihayet Kureyş muhacirleri beni bu işten alıkoylarak dediler ki: "Sen Resulullah'tan duyduğun her şeyi yazıyorsun; oysa Resulullah da bir beşerdir; öfkelendiği ve sevindiği zaman konuşmaktadır!" Onların bu sözünden sonra artık bir şey yazmadım ve konuyu Resulullah'a aktardım. Hazret parmağıyla mübarek dudağına işaret ederek, "Yazı; vallahi ondan, haktan başka bir şey çıkmaz" buyurdu.[85]

Kureyş muhacirleri, Abdullah b. Amr-ı As'la konuşmalarında, Resulullah'ın hadislerinin yazılmasına engel oluşlarının nedenine açıklık getirmişlerdir. Çünkü onlar, Abdullah'ın Resulullah (s.a.a)'ten, hazretin bir veya birkaç kişiden hoşnutluğunu veya öfke ve nefretini açıklayan bir hadisi rivayet etmesinden endişeleniyorlardı.

İşte buradan, Resulullah (s.a.a)'in hayatının son anlarında vasiyetinin yazılışının engellenmesinin, gürültü çıkararak o sözleri söylemelerinin nedeni anlaşılmaktadır; ve nihayet Resul-i Ekrem (s.a.a) vasiyetini yazmadan vefat etti.

Ve yine onların hükümeti ele geçirip gücü ellerinde bulundurduktan sonra yine Resulullah (s.a.a)'in hadislerinin yazılmasını engelledikleri anlaşılmaktadır.

-3-

Birinci Asrın Sonuna Kadar Resulullah (s.a.a)'in Sünnetinin Yazılmasının Engellenişi

a- Ebubekir ve Ömer'in Döneminde

Zehebî bu konuda şöyle rivayet eder: Ebubekir, Peygamber'in vefatından sonra insanları toplayarak dedi ki: "Sizler Resulullah'tan üzerinde ihtilaf etmekte olduğunuz hadisleri rivayet ediyorsunuz. Bu durumda sizden sonra gelecek olan insanlar onlar hakkında sizlerden daha fazla ihtilaf edeceklerdir. O halde hiçbir şekilde Resulullah'tan bir şey anlatmayın. Kim de size soracak olursa deyin ki, bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı vardır. O kitabın helallerini helal, haramlarını haram bilin!"[86]

Tabakat-ı İbn-i Sa'd'da şöyle geçer: Ömer b. Hattab'ın hilafeti döneminde, Resulullah (s.a.a)'in hadisleri arttı. İşte bu nedenle Ömer halktan herkesin Resulullah (s.a.a)'ten yazıp yanlarında bulundurdukları hadisleri getirmelerini istedi. Halk itaat ederek onları Ömer'in yanına götürünce tümünün yakılmasını emretti![87]

Hulefa Mektebi hicretin birinci yüzyılın başına kadar Resulullah (s.a.a)'in hadislerinin yazılmasını öylece engellediler; keşke bununla yetinseydiler; fakat onlar bununla da yetinmeyip onu rivayet etmeyi de yasakladılar.

Yine Kurza b. Ka'b'tan şöyle rivayet edilmiştir: "Ömer Irak'a gönderince, bizimle beraber şehrin dışına kadar yürüdü. Sonra bize, "Neden sizinle beraber geldim biliyor musunuz?" diye sordu. "Bizi yolcu etmek ve onurlandırmak içindir" dedik. Ömer, "Bunun dışında bir sebebi daha var. Sizler öyle bir bölgenin insanlarına gidiyorsunuz ki Kur'an okuyuşları arı kovanının vızıltısı gibidir. Sakın onları Resulullah (s.a.a)'ten hadisler söyleyerek onları bu işlerinden alıkoymayınız. Şunu iyi bilin ki bu konuda ben sizi sıkı bir şekilde gözetmekteyim" dedi!

Kurza der ki, "Ben bu açık emirden sonra Resulullah (s.a.a)'ten hiçbir hadis anlatmadım."

Bir başka rivayette de şöyle geçer: Karza b. Ka'b -ve beraberindekiler Kufe'ye- girince, "Bize Resulullah (s.a.a)'in hadislerini anlat!" dediler. Ama o, "Ömer bizi bundan alıkoydu" dedi![88]

Sahabe arasında Kurza b. Ka'b gibi halifelerin sünnetine uyarak Resulullah (s.a.a)'in sünnetini yaymaktan sakınan kişiler vardı; Abdullah b. Ömer ve Sa'd b. Ebi Vakkas da bunlardandı. Daremî bu konuda kendi Sünen'inde "İlim" kitabının "men habe'l-feteya" babında c. 1, s. 84 - 85'te şöyle yazıyor:

Şa'bî'den şöyle rivayet edilmiştir: Bir yıl boyunca Abdullah b. Ömer b. Hattab'la bir yerdeydim; bu süre içerisinde ondan, Resulullah (s.a.a)'ten bir hadis bile rivayet ettiğini duymadım!

Ondan naklettiği diğer bir rivayette ise şöyle geçer: Ben bir buçuk veya iki yıl Abdullah b. Ömer'le birlikteydim; bu süre içerisinden ondan şunun dışında bir hadis duymadım:

Saib b. Yezid şöyle rivayet etmiştir: Sa'd b. Ebi Vakkas'la Mekke'ye gittik; dönüp Medine'ye gelinceye kadar ondan bir hadis bile duymadım.

Ve yine sahabe arasında halifelerin sünnetine muhalefet edip Resulullah (s.a.a)'in sünnetini rivayet eden, bu yolda tehdit, eziyet ve işkence edilen kişiler de vardı. Onlardan bazı örnekler şöyledir:

Kenzu'l-Ummal'da, Abdurrahman b. Avf'tan[89] şöyle rivayet edilir: Ömer ölmeden önce Abdullah b. Huzeyfe,[90] Ebu Derda,[91] Ebuzer ve Ukbe b. Amir[92] gibi Resulullah (s.a.a)'in bazı ashabını dört bir yandan çağırarak onlara, "Resulullah'tan her tarafa yaydığınız bu hadisler de nedir?" dedi. Onlar, "Yoksa bizi bundan engelliyor musun?" dediler. Ömer, "Hayır" dedi, "Yanımda kalın. Hayır vallahi; yaşadığım sürece benden ayrılmayın. Biz sizden daha bilgiliyiz; sizden alır, cevabını veririz." Onlar da Ömer ölünceye kadar onun yanında ayrılmadılar.[93]

Zehebî, Ömer'in şu üç kişiyi hapsettiğini rivayet eder: İbn-i Mesud, Ebu Derdâ ve Ebu Mesud el-Ensarî. Ömer onlara dedi ki: "Resulullah'ın hadislerini rivayet etmekte çok ileri gittiniz."[94]

Ömer, Sahabelere diyordu ki: "Resulullah'tan hadis rivayet etmeyi azaltınız. Ancak kendisiyle amel edilenleri söyleyin!"[95]

Bu rivayet, Meğazi'de geçen, Kureyş'in, Abdullah b. Amr b. As'ı Resulullah (s.a.a)'ten duyduğu her şeyi yazmasını engellemesi rivayetine uyum sağlamaktadır.

Halife Ömer ve Ebubekir dönemi böyleydi.

b- Osman'ın Hilafeti Döneminde

Osman dönemine gelince; o, bu konuda daha da ileri giderek minberde şöyle diyordu: "Hiç kimsenin, Ebubekir ve Ömer döneminde duyulmayan bir hadisi rivayet etmesi caiz değildir."[96]

Böylece, Daremî ve diğerlerinin getirdikleri şu rivayetin o döneme ait olduğu anlaşılmaktadır: Ebuzer bir toplulukta oturuyordu. İnsanlar etrafını sararak ondan soru soruyorlardı. Bir adam gelip başında dikilerek, "Sen fetva vermekten men edilmemiş miydin?" dedi. Ebuzer başını kaldırıp adama baktı ve dedi ki: "Yoksa sen benim casusluğumu mu yapıyorsun? -Eliyle boynuna işaret ederek- eğer buraya kılıcınızı koyarsanız ve ben sizin infaz etmenizden evvel Resulullah (s.a.a)'ten duyduğum bir hadisi nakledebileceğimi anlasam yine de bunu yapacağım."[97]

Ahnef b. Kays[98] da bu alanda şöyle diyor: Şam'a gittiğimde Cuma namazı kılmak için mescide gittim. Orada bir adam gördüm ki, hangi topluluğun yanına varacak olsa oradakiler yerlerini değiştiriyorlardı! Namazını çabukça kılıyordu. Yanına oturarak ona, "Sen kimsin?" dedim. "Ben Ebuzer'im" dedi. Sonra da bana, "Peki sen kimsin?" diye sordu. Ben de Ahnef b. Kays olduğumu söyledim. Bunun üzerine, "Yanımdan kalk, benden sana şer bulaşmasın" dedi. "Bana nasıl şer ulaştırırsın ki?" diye sorunca, dedi ki: Şu adam -Muaviye- habercisiyle, hiçbir kimsenin benimle oturmamasını haber saldı.[99]

Ebuzer, egemen güçlere muhalefet etmesinden dolayı bir beldeden bir beldeye sürülmüş sonunda h. 31'de Rebeze'de ölünceye kadar yalnız ve sürgün olarak yaşadı.

Bu olay Osman'ın hilafetinin ilk yarısına aittir; ancak Osman'ın güç ve ihtişamı kırılıp Aişe, Talha, Zübeyr, Amr-ı As gibi önde gelen sahabeler ve tabiinin ileri gelenleri karşısında durup açıkça ona muhalefet edince, artık Resulullah (s.a.a)'in sünnetini rivayet etmek isteyenlerin karşısında bir engel yoktu. İşte bu nedenle, bu dönemde Resulullah (s.a.a)'in hadislerinden bir kısmı rivayet edildi; şu farkla ki, rivayet edilen bu miktar hadis Emirulmüminin Ali (a.s)'ın döneminde yazılmadı.

Sahabeler Hz. Ali (a.s)'ın döneminde geçmişte ifşa etmeye cüret edemedikleri ve anlatmaları yasaklanan Resulullah (s.a.a)'in hadisleri daha fazla rivayet edebildiler.

Bunun üzerine ashap tarafından Resulullah (s.a.a)'den rivayet edilen sünnetlerle ilk üç halifenin içtihatları arasında apaçık bir ihtilaf ortaya çıktı; inşallah bu farklara kitabımızın dördüncü bölümünün sonunda değineceğiz.

Bu, ilk üç halife döneminde Resulullah (s.a.a)'in hadislerini yaymaya çalışan sahabelerin karşı karşıya kaldıkları tehlikelerden sadece bir örnektir.

Elbette şunu da göz önünde bulundurmak gerekir ki, ilk üç halife Resul-i Ekrem (s.a.a)'in hadis ve sünnetinin yazılmasını, anlatılıp yayılmasını açıkça engellemiyorlardı; bunu dolaylı olarak yapıyor ve Muaviye gibi maksat ve amaçlarını açıkça dile getirmiyorlardı. Şimdi Muaviye'nin döneminde hadislerin başına gelenleri inceleyelim.

c- Muaviye'nin Döneminde

Abdullah b. Amir-i Yahsu şöyle nakleder: Şam'da Muaviye'nin minberin üstinde olduğu halde şöyle dediğini duydum: Ey cemaat! Sakın Resulullah'tan hadis nakletmeyin. Sadece Ömer zamanında nakledilen hadisleri nakledin. Ömer halkı Allah'tan korkutuyordu.[100]

Rece b. Ebu Selme şöyle diyor: Bana, Muaviye'nin şöyle dediğini haber verdiler: Sadece Ömer zamanındaki hadisleri nakledin. Ömer'in kendisi de halkı hadis nakletmekten sakındırmıştı."[101]

Taberî şöyle rivayet etmektedir: Hicretin 41. yılında Muaviye, Muğire b. Şu'be'yi[102] Kufe valiliğine gönderince, onu yanına çağırarak şöyle dedi: Sana bir çok şey hakkında tavsiyede bulunmak istiyordum. Fakat onların tümünü kendi iş bilirliğine bırakıyor ve değinmiyorum. Ancak şunu hatırlatmadan geçemeyeceğim: Ali'yi kötülemekten ve hakkında çirkin şeyler söylemekten, Osman hakkında ise rahmet ve mağfiret dilemekten gaflet etme. Ali dostlarının kişiliğini kırmayı, Osman taraftarlarını ise yüceltmeyi ve onları kendine yaklaştırmayı unutma.

Muğire, "Ben tecrübeli ve denenmiş biriyim; senden önce de başkaları için çalıştım da bana bir kusur bulamadılar. Şimdi de övülmeye mi yoksa kınanmaya mı layık olduğumu anlamak için sen beni dene" dedi.

Muaviye, "Öveceğiz inşallah" şeklinde karşılık verdi.[103]

Medainî, "Ehdas" adlı kitabında şöyle yazıyor: Muaviye, "Amu'l-cemaa"den sonra bütün valilerine ve amillerine şöyle yazdı:

"Ben, Ebu Turab (Ali -a.s-)'ın faziletiyle ilgili hadis rivayet edenlerden beriyim ve onları düşman bilmekteyim."

Muaviye'nin bu emri uygulanırken Kufe halkı büyük felaketlere uğradılar.[104] Bu emir üzerine Hucr b. Adiy[105] ve arkadaşlarını ellerini bağlayarak boyunlarını vurdular, Reşid-i Hicrî[106] ve Meysem-i Temmar'ı[107] dara çekerek öldürdüler!

Böylece Hulefa Mektebi, sahabe ve tabiinin itiraz seslerini kursaklarında kestiler ve kafalarında kendilerine karşı gelmeyi tasarlayanları ortadan kaldırdılar. Bu davranış karşısında, Müslümanlara istedikleri kadar hadis uydurmak ve rivayet etmek fırsatı kollayanların üzerine diğer bir kapı daha açıldı; biz aşağıda bu konu etrafında bahsedeceğiz inşallah.

d- İsrailiyat Kapısının Açılışı

Daha önce de değindiğimiz gibi, Hulefa Mektebi, Resulullah (s.a.a)'in hadisleri üzerine kapıyı kapatınca Müslümanlar üzerine israiliyat kapılarını açtı ve bu işe İslam'ın yayılmasından sonra kendilerini Müslüman gösteren ve Resulullah (s.a.a)'ten sonraki halifelere yaklaştıran Hıristiyan rahip Temim-i Darî[108] ve Ka'bu'l-Ahbar[109] gibi kişilerin inançlarını anlatmaya müsaade etmekle başladı!

Hulefa Mektebi, bu ve benzeri kişilerin Müslümanlar arasında ellerinden geldiği kadar israiliyatı yaymalarına müsaade etti!

İlk önce Ömer, Temim-i Darî'nin Mescid-i Nebi'de haftalık Cuma namazından önce bir saat konuşma yapmasına müsaade etti. Fakat Osman[110] kendi hilafeti döneminde bu konuşmayı haftada iki güne ve iki saate çıkardı!

Ömer, Osman ve Muaviye gibi halifeler Ka'bu'l-Ahbar'dan yaratılışın başlangıcı, kıyamet gününde vuku bulacak olaylar ve hatta Kur'an-ı Kerim tefsiri ve diğer konular hakkında ondan soru soruyorlardı! Enes b. Malik, Ebu Hureyre,[111] Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zubeyr ve Muaviye b. Ebusüfyan gibi sahabeler ve tabiin Ka'b ve Temim-i Darî'den rivayet etmişlerdir!

İsrailiyatın nakli bu iki Yahudi ve Hıristiyan alimlerine ve onların öğrencileriyle sınırlanmamaktadır; onlarla birlikte ve hatta onlardan sonra diğer bir grup da bu işi sürdürmüş, -bunları masalcı olarak niteleyip mescitten dışarı çıkaran- Emirulmüminin Ali (a.s)'ın kısa süren hükümeti hariç, Abbasiler'in hilafetine kadar faaliyet göstermişlerdir!

Bunlar Hulefa Mektebi'de İslami düşünce tarzında ve Müslümanların inançlarında çok ciddi bir etki bırakmış, İslam'da İsrailiyat kültürünün baş göstermesine neden olmuşlar ve belli bir yere kadar onu kendine benzetmeyi başarmışlardır. Allah'ın cisim olduğuna, peygamberlerin günah işlediklerine inanmak, yaratılış ve kıyamet hakkında özel algılamalar ve diğer israiliyat düşünceleri Hulefa Mektebine buradan sızmıştır.

Bunlar, Ümeyyeoğulları, özellikle Muaviye'nin hükümeti döneminde nüfuzları oldukça büyüdü; öyle ki Muaviye'nin kendisi katibi Sercun veya Sircan,[112] özel doktoru İbn-i Asal,[113] saray şairi Ahtel[114] gibi bir grup Hıristiyanları kendine sırdaş edinmiş, onlarla düşüp kalkıyordu. Açıktır ki bunlar Emevi Hanedan'ının saray erkanı olurken Hıristiyan inanç, adap ve gidişatlarını terk etmemiş, onları kendileriyle birlikte hilafet sarayına götürmüşlerdir.

Ayrıca, Muaviye'nin başkenti olan Şam daha önce halkı Hıristiyan olan Doğu Rum (Bizans)'ın başkenti sayılmakta olup Hıristiyanlık dünyasında köklü ve asil bir medeniyete sahipti ve yeni Müslüman olan Muaviye ise vali olarak böyle bir ortama girmişti.

Muaviye, kılıç zoruyla İslam dinini kabul etmek zorunda kalan ve Müslüman olduğu son ana kadar İslam ve İslam maarifiyle savaşan kabile cahiliyeti ocağında dünyaya gözlerini açmış biriydi. O, böyle bir ortamda yetişmiş, nam ve ün kazanmış ve şimdi yaşlanınca Mekke Müslümanlar tarafından fethedilince oradan Medine'ye ve kabile cahiliyetinden İslam dünyasına ayak basmıştı.[115] O, hiç olmazsa İslamî bir renge bürünmek ve tarihte büyük bir medeniyete sahip olan Bizans ortamında etki bırakıp onu İslam'a çekebilmek için ilahî kanunlarla tanışmak amacıyla Medine'nin İslamî toplumunda da pek fazla kalmamıştı; aksine, Şam'daki Bizans ortamından etkilenen Muaviye'nin kendisiydi.

İşte bu nedenle Muaviye, arzu ve emelleri karşısında engel oluşturan tamamen İslamî bir kültür ve renge sahip olan Ebuzer, Ebu Derdâ gibi sahabeleri ve Kufeli Kur'an karilerini[116] kendi hükümet ortamından uzaklaştırıyordu.

Bütün bunlar, Muaviye'nin iş başına geldiği andan itibaren Hulefa Mektebini ehl-i kitabın düşünce ve kültürüne sokan etkenlerdir. Bu etkenler, bu mektepte ne kadar etki bıraktıkları anlaşılması için bugüne kadar tek başına incelenmiş değillerdir.

Ayrıca, cahiliye yapısına sahip olan Muaviye kabile taassubu örf ve anelelerine oldukça bağlı olup onları korumaya ve canlı tutmaya özen gösteriyordu.[117]

Ve yine o, girişimlerinde başka hedefleri amaçlıyordu. Hilafeti kendi ailesinde miras haline getirmek, karşısında yer alan ve sürekli Resulullah (s.a.a)'in siret ve gidişatını başına kakan muhaliflerinin güç ve kudretlerini yok etmek onun amaçladığı bu hedeflerdendi. O, bu cahiliye hedef ve emellerine ulaşmak için bir şeyler yapmak ve bir çare bulmak zorundaydı; işte bu nedenle Amr-ı As, Semeret b. Cundeb,[118] Ebu Hureyre gibi dinlerinde gevşeklik ve nefislerinde zaaf olan kişilerden yardım istedi. Onlar da Muaviye'nin bu isteğine olumlu karşılık vererek onu hedeflerine ulaştırmak, yolu üzerindeki engelleri kaldırmak için Resulullah (s.a.a)'e nispet verdikleri hadisler uydurup yaydılar!

Örnek olarak, Medainî'nin "Ehdas" adlı kitabında kaydetmiş olduğu şu konuya dikkat edin:

Muaviye, Amu'l-Cemae'den* sonra valilerine yazdığı bir genelgede onlara şöyle bildirdi: "Ben, Ebuturab (Hz. Ali -a.s-) ve ailesinin fazileti hakkında konuşan ve bu konuda bir hadis rivayet eden kimseden beriyim; onların can ve mallarına güvence yoktur..."

Ve yine onlara şöyle yazdı: "Osman taraftarlarını ve onu sevenleri arayıp bularak onlara ilgi gösterip bağışta bulunmalarını emredin; onun faziletiyle ilgili hadis rivayet edenleri kendinize yaklaştırıp ihsanda bulunun. Onların rivayet ettiği şeyi, kendisinin, babasının ve aşiretinin ismini yazıp bana gönderin."

Onlar da Muaviye'nin emrini yerine getirdiler; böylece Osman'ın faziletiyle ilgili rivayetler her şehirde arttıkça arttı. Çünkü Muaviye bu hizmet karşısında onları elbise, parça ve diğer istekleriyle ödüllendirerek kendine yaklaştırıyor, rivayet ettikleri hadisleri halk arasında yayıyordu! İşte bu nedenle dünyaperest kişiler mal ve makama ulaşmak için Osman'ın faziletinde aslı olmayan hadisler uydurmada birbirleriyle yarıştılar!

Bu rekabet meydanında Muaviye'nin valilerinden birinin yanına gidip Osman'ın faziletinde bir rivayet naklederek eli boş geri dönen kimse yoktu! Böyle yapanların ismi hakim düzene en yakın kişiler arasında kaydediliyor ve diğerleri hakkında aracılığı kabul ediliyordu. Nihayet Muaviye başka bir genelgesinde valilerine şöyle yazdı: Osman hakkında çok hadis nakledildi; bütün şehir ve diyarlarda insanların diline düştü. Şimdi bu genelgem elinize ulaşınca halktan sahabe ve ilk iki halife hakkında becerebildikleri kadar hadis rivayet etmelerini, Ebuturab hakkında nakledilen her hadisin karşısında diğer sahabeler hakkında hadis uydurup bana getirmelerini isteyin. Bunun benim yanımda ne kadar sevimli olduğunu ve gözümü aydınlattığını, bunun Ebuturab ve Şiilerine karşı en güçlü delil olduğunu ve onlar için Osman'ın faziletlerini yaymadan daha acı olduğunu unutmayın!

Muaviye'nin bu emri sokak sokak halka okunarak duyuruldu. Bu emir nedeniyle, ashabın faziletinde bir çok rivayetler uydurdular; bu yolda büyük bir çaba sarfettiler. Hatta Müslümanların minberinde anlatıldı ve oradan da medreselerin öğretmenleri alarak çocuklarına ve kölelerine öğrettiler. Onlar da Kur'an'ı öğrenir gibi bu uydurma rivayetleri öğrendiler; hatta kızlarına, kadınlarına, hizmetçilerine ve çevrelerindeki kişilere de anlatmaktan kalmadılar ve uzun zaman da böyle geçti.

Böylece uydurma hadisler çok yaygınlaştı; iftira tam anlamıyla yaygınlaştı. Kadılar, fakihler ve valiler bu uydurma hadisler üzerine fetva verdiler.

Bu arada alçak, şahsiyetsiz, takvalı ve dindar görünen riyakâr kariler bu zor imtihana diğerlerinden daha fazla tutuldular. Çünkü bu görünümü insanları aldatan vali ve yöneticilere yaklaşarak onların bahşiş ve bağışlarından yararlanmak, mal, makam ve mevki edinmek için çok sayıda hadisler uydurup Muaviye ve onun valilerine götürdüler; bu konuda tüm çabalarını harcadılar; nihayet bu uydurma hadisler yalan ve iftirayı reva görmeyen dindarların eline geçti. Onlar bu hadislerin tümünün doğru olduğu düşüncesiyle kendi paylarınca onları yaymaya çalıştılar. Eğer onların uydurma ve yalan olduklarını bilselerdi, kesinlikle kabul etmez ve onları ağızlarına bile almazlardı.[119]

İbn-i Ebi'l-Hadid, Muaviye'nin, istediği konularda hadis uydurmaları için kiraladığı[120] sahabe ve tabiinden bir grubun ismini kaydetmiştir.[121] Biz de onlardan bazılarının isimlerini "Ehadis-i Ummu'l-Muminin Aişe" adlı kitabımızda kaydettik.

Sonra bu uydurma hadislere Resulullah (s.a.a)'in sünneti adını verdiler. Vay bu hadisleri inkâr eden, iman edip doğrulamayanın haline!![122]

e- Ömer b. Abdulaziz'in Döneminde

Ömer b. Abdulaziz-i Emevî,[123] kendi hilafeti döneminde Resulullah (s.a.a)'in hadislerinin yazılmasının serbest olduğunu ilan ederek Medine halkına şöyle yazdı:

"Resulullah (s.a.a)'in hadislerine dikkat edin ve onları yazın; ben, bu ilmin, ilim sahiplerinin ölmesiyle yok olmasından endişeleniyorum."

İbn-i Şehab-i Zuhrî, hicretin birinci yüz yılında Ömer b. Abdulaziz'in emriyle hadisi yazmaya girişen ilk kişidir.[124]

Fakat hicretin 101 yılında halifenin zehirlenerek öldürülmesi nedeniyle onun bu işi tamamlanmadı ve yazdığı hadisler de yok olup gitti. İbn-i Hacer'in, bu konuda Ebubekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm'ın (ö: hicri 117) biyografisinde kaydettiği rivayet özet olarak şöyledir:

Ömer b. Abdulaziz, İbn-i Şehab'a bir mektup yazarak Resulullah (s.a.a)'in hadislerini bir araya toplamasını emretti. Fakat İbn-i Şehab'ın ölümünden bir süre sonra oğlu, "Babamın yazdıkları yok olup gitti" dedi.[125]

İbn-i Şehab dışında, hadisleri toplayıp yazan diğer kişiler de vardı; fakat onların yazdıkları da yok olup gitti. Nihayet Abbasi halifelerinin ikincisi olan Mensur-i Devanikî hilafete geçince, ulemayı hadisleri toplamaya teşvik etti. Zehebî, hicri 143. yılın olaylarını anlatırken bu konuda şöyle yazıyor:

"Bu yılda İslam uleması hadisleri, fıkıh ve tefsiri yazmaya koyuldular. İbn-i Cureyc[126] Mekke'de kendi eserlerini yazdı; Said b. Ebi Arvebe, Hamad b. Selemme[127] ve diğerleri Basra'da hadisleri yazmaya başladılar. Evzaî[128] Şam'da kendi kitabını, Malik de Medine'de Muvatta'sını yazdı. İbn-i İshak "Meğazî" kitabını, Muammer[129] Yemen'de, Ebu Hanife ve diğerleri Kufe'de fıkıh ve kendi görüşlerini yazdılar. Süfyan-i Surî[130] "el-Câmi" kitabını yazdı. Ondan kısa bir süre sonra Haşim de kendi kitaplarını derledi. Mısır'da, Leys[131] ve İbn-i Luhey'a[132] yazmaya başladılar ve yine İbn-i Mübarek,[133] Ebu Yusuf ve İbn-i Veheb[134] de yazmaya koyuldular. Böylece din kitaplarının yazılışı ve onların çeşitli bölümlere ayrılması artmaya başladı. Çok sayıda Arapça kitapları, lügat ve tarih kitapları yazıldı. Halbuki daha önce ileri gelen ulema kendi hafızalarına veya ellerindeki doğru yazılmayan küçük yazılara müracaat ederek konuşuyorlardı. Allah'a şükür böylece ilim edinmek kolaylaştı; ezberlemek ve akla yerleştirmek metodu gittikçe azaldı; bundan dolayı tüm işleri elinde bulunduran Allah'a hamdolsun.[135]

Siyutî de bu konuyu "Tarihu'l-Hulefa" adlı kitabının 261. sayfasında ondan nakletmiştir.

Yine Mevsiati'l - Fikhi'l - İslamî'de şöyle geçmiştir. Mensur-i Devanikî, hicretin 143. yılında hac yapınca, Malik'i "Muvatta" kitabını yazmaya teşvik etti. Mensur ve valileri ulemayı telif ve yazmaya teşvik ediyorlardı; bunun üzerine İbn-i Cureyc, İbn-i Arvebe, İbn-i Uyayne, diğer fakihler ve onların öğrencileri çeşitli kitaplar telif ettiler.[136]

Bizim burada kaydettiklerimiz, bu tarihten önce de hadis yazıldığını bildiren rivayetlerle, örneğin, Abdullah b. Amr-ı As'ın "Sahife-i Sadıka" veya tabiinden olan Zuhrî'nin hadis alanında ayrı bir kitabı olduğunu bildiren rivayetlerle çelişmemektedir. Çünkü bu gibi kitapların sadece isimleri hadis yazılımına izin verilen asrın ulemasına ulaşmıştır, kendileri değil.

Mensur-i Abbasî'nin döneminde, Hulefa Mektebinde muhaddisler Resulullah (s.a.a)'in sünnetinden akıllarında kalanı yazmakta yarıştılar ve aynı zamanda Resulullah (s.a.a)'in sünneti karşısında halifelerin içtihatlarını teyit olarak rivayet edilen şeyleri de yazdılar! İlerideki bölümlerde onları da inceleyeceğiz inşallah.

Yine bu hadis ve sünnetlerle birlikte, hadis diye bir takım israiliyatı kaydetmişlerdir. Biz bunları, "Eseru'l-Eimme fi İhyai's-Sünnet" adlı kitabımızın on birinci ve on ikinci ciltlerinde inceledik. Ve yine bu dönemde Resulullah (s.a.a)'in sünnetini gizlemeye de çalışmışlardır; biz bunlardan on tanesini bu kitabın birinci cildinin vasiyet bölümünde inceledik ve inşallah bu kitabın üçüncü cildinin sonunda hadis kitaplarının değerlendirmesinde kaydedeceğiz.

Elbette bu arada Muaviye'nin hilafeti döneminde, hadis uydurma girişiminden sonra ve halifelerin siyasetini teyit etmek için uydurulan çelişkili hadisler de bulduk. Örneğin:

f- Birbiriyle Çelişkili İki Hadis Nasıl Meydana Geldi?

Muaviye'nin hilafeti döneminde Resulullah (s.a.a)'in hadisleri arasında rivayet edilen ve o hazretin sünnetinden sayılan hadislerin şu hadislerden ibaret oldukları sanılmaktadır:

Sahih-i Müslim, Sünen-i Daremî ve Sünen-i Ahmed b. Hanbel'de Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğu geçer:

"Benden bir şey yazmayın; benden Kur'an dışında bir şey yazan onu yok etsin!"[137]

Başka bir rivayette ise şöyle geçer: "Resulullah (s.a.a)'ten sözlerini yazmak için izin istediler; fakat hazret izin vermedi!"[138]

Yine Müsned-i Ahmed ve Sünen-i Ebu Davud'da Zeyd b. Sabit'ten şöyle rivayet edilir: "Resulullah (s.a.a) bizi hadislerini yazmaktan alıkoydu ve bizim yazdığımız hadisleri yok etti."[139]

Müsned-i Ahmed b. Hanbel'de Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir: Biz Resul-i Ekrem (s.a.a)'den duyduklarımızı yazıyorduk. O sırada hazret yanımızdan geçerken, "Ne yazıyorsunuz?" diye sordu. Biz, "Sizden duyduklarımızı" diye cevap verdik. Hazret, "Kur'an-ı Kerim karşısında bir kitap mı?!" dedi. "Bizim sizden duyduklarımızdır!" dedik. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Allah'ın Kitabı'nı yazın, yalnız Allah'ın Kitabı'yla uğraşın; Allah'ın Kitabı karşısında başka bir kitap mı yazıyorsunuz?! Yalnız Allah'ın Kitabı'nı yazın."

Resulullah (s.a.a)'in bu buyruğu üzerine yazdığımız şeyleri bir yere toplayıp yaktık.[140]

Eğer bu gibi hadisler doğru iseler, bu durumda Müslümanların, tüm İslam kaynaklarını ve özellikle Resulullah (s.a.a)'in hadislerini kapsayan veya hatta Sihahlar, Müsnetler, Sünenler, tefsirler ve siretler gibi hazretin hadislerinin hatta az bir bölümünü içeren kitapları toplayıp yakmak veya denize dökmekten başka bir vazifeleri yoktur! Ve eğer böyle bir şey yapılacak olursa, kim bilir İslam dininin kanun ve kurallarından ne kalır geriye? Onların tümünü denize dökerek yok edecek olursak, Resulullah (s.a.a)'in sünnetinden kaynak olarak elimizde ne kalır artık?! Hayır, kesinlikle doğru değil bu; Resul-i Ekrem (s.a.a) böyle bir şeyi ağzına bile almamıştır; aksine veda haccında Mina'daki hutbesinde şöyle buyurmuştur:

"Allah, sözlerimi duyup öğrenen ve onları duymayanlara ulaştıran kişiyi mutlu etsin. Nice fıkıh taşıyanlar var ki onu kendilerinden daha bilgine taşır."[141]

Başka bir hadiste şöyle vurgulanmıştır: "Nice fıkıh taşıyıcısı vardır ki kendisi hükmü çıkarma gücüne sahip değildir ve nice fıkıh taşıyıcısı da vardır ki onu kendisiden daha bilgine ulaştırır."[142]

Resulullah (s.a.a)'den rivayet edilen diğer bir hadiste ise şöyle geçer: "Allah, bizden hadis duyan ve onu duyduğu gibi başka birine ulaştıran kişiyi mutlu kılsın. Nice kendisine ulaştırılan var ki anlayışı onu duyandan daha iyidir!"[143]

Diğer bir rivayette ise, "Hazır olan olmayana duyursun; nice hazır olanlar var ki onu kendisinden daha iyi anlayana ulaştırır."[144]

Resul-i Ekrem (s.a.a), üç defa, "Allah'ım! Halifelerime rahmet et; Allah'ım! Halifelerime rahmet et; Allah'ım! Halifelerime rahmet et" buyurdu. "Ya Resulullah! Sizin halifeleriniz kimlerdir?" diye sorduklarında, "Benim peşimden gelip hadis ve sünnetimi ezberleyenlerdir" buyurdu.[145]

Buharî, "İlim" kitabında şöyle yazıyor: Yemen halkından bir kişi Resulullah (s.a.a)'in hadisini duyunca, "Ya Resulullah! Onu benim için yaz" dedi. Bunun üzerine o hazret, "Bunu falanca için yazın" buyurdu.[146]

 

Index Next