Sonnot Açıklamaları

 

1- Yalnız olduğunu görüp ona bir uyku verir, eğe kemiklerinin birini alıp ondan Havva'yı yaratır. İkisi de çırçıplaktır, fakat utanmayı bilmezler. Kur’an'daki Şeytan yerine Ahd-i Atıyk'te hayvanların en zekisi olan yılan geçer. Yılan, bu ağaçtan yerseniz gözleriniz açılır, hayrı şerri tanır, Tanrılar gibi olursunuz diyerek önce Havva'yı kandırır, ağacın meyvesinden yedirir, sonra Adem de yer. Çıplak olduklarını anlarlar, utanıp incir ağacının yaprağıyla edep yerlerini örterler. Tanrı, yılana, sen karnının üstünde sürüneceksin, insanoğlu, topuğuyla başını ezecek der. Kadına, sen de doğururken zahmet çekeceksin der. Adem'e de rızkını güçlükle kazan deyip her üçünü de bahçeden çıkarır. Ahd-i Atıyk'te meleklerin Adem'e secde etmesi yoktur. Ahd-i Atıyk'teki hikayelerin çoğu, halk rivayetlerine girmiştir.

 


 

2- Hunefa ise bir insan vasıtasıyla ulaşılacağını söyleyerek peygamberliği ve peygamberleri kabul ederler. Sabie, ruhanileri, yani yıldızları takdis ederlerdi (Beyrut, al-Matbaat-al-Ananiyye, taş basması, s. 136-137). Cevher, araz, akıllar, nefisler gibi hükema felsefesini geliştiren ve tasavvufu besleyen esaslar, hep bunlardan ve bunların inançlarından geçmiştir (Aynı eser, s. 151 ve devamı). Bunlara, Mandeens denirdi. Bu ad, ilim ve irfan anlamına gelen yunanca Gnosis kelimesinin müradifi olan Manda sözünden alınmıştır. Zemahşeri, bunları Ehl-i Kitap’tan bir fırka sayar. Yahûdilikten dönüp melekleri kutlarlar. No'man-İbn-i-Sabit'e isnad edilen bir rivayete göre Hıristiyanlardan bir fırkadır ve Zebur okurlar. Müslümanlığın başlangıcında merkezleri, Urfa'nın güneyindeki eski Haran şehriydi. Hille ve Kerbela'da da hala bu mezhebe tabi kişiler vardır. Bunların Ginza denen birtakım mukaddes kitapları mevcuttur. Bunlar vaftizi de kabul ederler. Bunlarca İsa yalancıdır, gerçek peygamber Yahya'dır. Manihaizmin kurucusu Mani de önce bu mezhepteydi (M. Şemseddin: Kablelislam Araplar ve Tedeyyünleri, Darülfünün, İlahiyat Fakültesi Mecmuası, 1. sene, sayı. 3, İst. Evkaf Matbaası, 1926, s. 113-176. Sabie hakkındaki kısım, s. 164-166). Buharı, Kureyş'in, Ebu-Zerr-i Gıfari'ye, Sabii dediklerini kaydediyor (al-Tecrid, c. 2, s. 48).

Mecusi, Zertüşt dinine uyanlara denir, sonradan, puta tapan ve Kitap Ehli olmayanların hepsine denmiştir. Ayette, Zerdüşt dinine uyanlar kasdedilmiştir. Ömer, Avf oğlu Abdurrahman, Hz. Muhammed (s.a.a)'in Yemen'deki Mecusilerden cizye aldığına tanıklık edinceye dek onlardan cizye almamıştı (al-Tecrid, Kitabu Bed'il-halk, 2, 39). Bu hadis, bize, Hz. Muhammed (s.a.a)'in Mecusilerden Kitap Ehli'nden aldığı gibi cizye aldığını göstermesi bakımından pek önemlidir.

 


 

 

3- Matyus İncil’inin son babı olan 28. babının 19. ayetinde Baba, Oğul, Ruh-ül-Kudüs teslisine rastlarız. Yuhanna İncil’inde, İsa'nın müjdelediği teselli edici gerçeklik ruhu da Hıristiyanlarca Ruh-ül-Kudüs'tür (14, 16-17). Hıristiyanlarca Ruh-ül-Kudüs, Tanrı kudretidir ve Baba'yla Oğul'dan, yani hayatla kelamdan ayrılmaz. Peygamberler ve erenler, olağanüstü şeyleri bu kudretle yaparlar. Müslümanlarsa İncil'de geçen teselli ediciyi, Paraklet (Arapça’da Firaklit) tarzında kabul edip Hz. Muhammed (s.a.a)'in İsa tarafından müjdelendiğini iddia ederler (Mesela bakınız; Seyyid Hibetüddin-i Şehristani: Rah-nüma-yı Yahûd ü Nasara ya Beybilha, Encümen-i Tebligat-i İslami yayınlarından, Tehran - Şemşi-hicri 1323, bilhassa s. 107-117).

 


 

 

4- ...böylece çocuğun tam Hıristiyan olduğuna inanırlardı, ayet, yaratılışı gerçek vaftiz, yani doğru dine sahip oluş diye kabul ediyor (al-Müfredat, s. 275). Hz. Muhammed (s.a.a) de "Her doğan çocuk, Tanrı yaratışına uygun doğar, sonra dil beller de anası babası, onu Yahûdi yapar, Hıristiyan yapar, Mecusi yapar" mealindeki hadisinde, Tanrı yaratışını, Müslümanlık olarak kabul etmiştir (Süyuti: al-Camii-al-Sakıyr fi Ahadis-il-Beşir-in-Nezir, Matbuat-ül-Hariyye- 1321 h. c. 2, s. 79).

 


 

5- Yüklü kadına, çocuk emzirene, çok yaşlı kişiye racidir, ancak ilk ikisine şümulü, sonradan neshedilmiştir. Bazılarına göreyse "Yutıykuunehu" sözünde, bir "la" takdir edilmiştir ve oruç tutmaya gücü yetmeyenler anlamına gelir. Fakat bu söz, ayetteki, "Bilseniz oruç tutmanız, sizin için daha hayırdır" sözüne aykırı olduğu için kuvvetli sayılamaz. İmam Ca'fer-üs-Sadık (a.s)'a göre çok yaşlı, susuzluk illetine tutulmuş, yahut bunlara benzer kişilere aittir. Gene aynı hazretten, ramazan ayında hastalanıp orucunu yiyen kişi iyileşir, fakat öbür ramazan ayına kadar yediği günleri kaza etmezse bu kişi, ramazan geçince yediği oruçları kaza etmekle beraber her gün de bir yoksulu doyurur (Mecma'ül-Beyan, 1, 115).

 


 

6- Ancak Hz. Muhammed (s.a.a), karısını tekrar alabilmesi için bir başkasıyla evlendirene ve kadını, tekrar boşayıp kocasına helal etmek için alana, yani şeriatte helal kılmak anlamına gelen "tahlil-i şer'i" yapana ve yaptırana lanet etmiştir (al-Cami-üs-Sagıyr, 2, 103).

 


 

 

7- Ebû-Hanife de bunu kabul eder. Rikatları uzun ve kısa olan namazların ortasında, üç rikattan ibaret olduğu için akşam namazıdır diyenler, orta namazını, sabah ve yatsı namazı olarak kabul edenler de vardır (Mecma'ül-Beyan, 1. s. 145).

 


 

 

8- Yapraklar forma haline getirilince, bir araya toplandığı cihetle "kürrase" ve bunun yanlış söylenişi olan "kerrase" adiyle anılır. Kirs, bir şeyin aslı manasını da ifade eder. İbn-i Abbas'ın rivayetine göre kürsi, Tanrı bilgisidir. Saltanat, tedbir ve tasarruftur da denmiştir. Batlamyus mesleğine uyanlarca yedi göğü kavrayıp kaplayan ve sabitelerin göğü olan sekizinci kat göktür (al-Müfredat, s. 441. Kürsi hakkındaki çeşitli rivayetleri anlamak için bakınız: Mecma'ül-Beyan, 1. s. 154. Hasan Basri Cantay: Kur’an-ı Hakim ve Meal-i Kerim, c.1. İst. 1372-1953, s. 71-72, not. 213).

 


 

9- ve kelimenin İbraniceden geldiğini söyleyenler bulunmuştur (Aynı kitap, s. 484). Manen yomlulukla ve bereketle meshedildiği, suçlardan arındığı, zeytin yağıyla, inananları meshettiği, körlerin gözlerini, eliyle meshederek açtığı, hastaları, eliyle sıvazlayarak iyileştirdiği için bu adla anılmıştır diyenler, hatta doğduğu vakit Cebrail tarafından, kanadıyla meshedildiği için bu adı aldığını söyleyenler bile vardır (Mecma'ül-Beyan 1, s.189).

 


 

 

10- En doğru söz, Peygamberin yakınlarından olduklarından temiz kişiler anlamına gelen bu adı aldıklarıdır. Hz. Muhammed (s.a.a)'in, Avvan oğlu Zübeyr'e ümmetimden benim havarimdir dediği rivayet edilmiştir (al-Cami'üs-Sagıyr, c.2, s. 23-24).

 


 

 

11- Necranlılar, mübaheleye cesaret edememişler, vergi vermeye razı olmuşlardı (Mecma'ül-Beyan, 1. s. 193). Kur’an'da hususi bir adla anılan ayetler arasında bulunan bu ayete "İbtihal" ve "Mübahele ayeti" denir.

 


 

 

12- Aynı bölümün 22. babında İbrahim Peygamberin, gökten inen koçu, Tanrıya mahrika olarak sunduğu bildiriliyor (13). Gene aynı kitapta, günah kurbanının iç yağıyla karaciğerinin üst tarafındaki zarının ve daha bazı uzuvlarının yakılması emredilmekte (Huruc, 29, 104), kahin kurbanın etinden ve ekmeğinden sabaha kadar kalan kısmın da yakılması buyrulmaktadır (Aynı bab, 34). Laililer kısmında ve daha birçok yerlerde kurban yakmaktan bahis vardır (1). İlk zamanlarda kurbanın kabulü, yıldırım düşerek kurbanın yanmasıydı. Tanrının Habil'in kurbanına nazar edip kabul etmesi, bu inancın ifadesidir.

 


 

13- "Ansar" dır diyenler olduğu gibi Yemenlilerdir diyenler de olmuş ve bu ayet inince Hz. Muhammed (s.a.a)'in, Abu - Mûsa-l Aş'ariyi işaret ederek bunun kavmidir onlar dediği rivayet edilmiştir. Gene bir rivayete göre Hz. Muhammed(s.a.a)'e bu ayetteki kavim hangi kavimdir diye sorulunca Selman'ın omzuna vurup Fars kavmidir. Biatten dönenlerle, biat etmeyenlerle ve Haricilerle savaşması dolayısıyla Hz. Ali ve ashabıdır diyenler de vardır ki sahabeden Ammar, Huzayfa ve İbni Abbas bu fikirdedir. Muhammed-al Bakır ve Ca'fer-al Sadık'tan da bu rivayet edilmiştir. Mehdi ve ashabı hakkındadır diyenler olduğu gibi her zamanda, kötülüğe ve kötüye karşı koyanlardır diyenler de olmuştur (Macma-al Beyan).

 


 

 

14- Bunun üzerine Ali, rükûdayken elini uzatmış, yoksul, parmağındaki yüzüğü alıp gitmişti. Bu ayet Ehli Beyt imamlarına, Sa'labi'ye, Tabari'ye, Abû-Bekr-al Razi'ye göre bu olay üzerine inmiştir. Başka çeşitli rivayetler de vardır (Macma).

 


 

 

15- Mûsevilerle Hıristiyanları dine davetten çekinmemesi, müşriklerin tanrılarının asılsız olduğunu söylemekten vazgeçmemesi için indiğine dair rivayetler de vardır. Bir başka rivayete göreyse Vida haccından dönerken inmiştir. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.a), Gadiru Humm denen yere konmuş, öğle ve ikindi kılındıktan sonra deve hamutlarından yapılmış olan minbere çıkıp, ey insanlar, bilmez misiniz ki ben, insanlara, nefislerinden evlayım ve bilmez misiniz ki erkek-kadın, her inanana, nefsinden evlayım demiş; herkes tasdik edince Hz. Ali'nin elini tutup kaldırarak, ben kimin mevlasıysam, yani kimin üstünde tasarrufum varsa, yahut kimin efendisiysem, yahut da kimin dostuysam bu Ali de onun mevlasıdır, demiştir (Sa'labi Tefsiri, İst. Üniv. K. Arap. yaz. 1703, 32. a - 34 - a - Başka rivayetler içinde aynı kitaba b.)

 


 

 

16- Bir derde uğrayan, bir hastalığa tutulan, bir dileği bulunan, bir deve adardı. Derdi veya hastalığı geçince, yahut dileği olunca bu deveyi koyuverirdi. Başı boş dolaşan, yemden, sudan men edilmeyen bu deveye "Saibe" denirdi (Ragıb-ı İsfahani, bunun da bahire gibi beş batın doğurmuş dişi deve olduğunu söylüyor: s. 246. Siret-ün-Nebi, aynı cilt, aynı sahifeler). Koyun, dişi doğurursa yavrunun kendilerine, erkek doğurursa putlara ait olduğunu kabul ederlerdi. İkiz olarak dişi ve erkek yavrusu olursa dişi, erkek kardeşine kavuştu derler ve erkeği de dişi yüzünden kurban etmezlerdi. Buna "vasile" adı verilirdi (al-Müfredat, s. 446-547, Sire, s. 95-98). Erkek bir deveden on döl alınmışsa onun sırtı korunmuştur derler, üstüne binmezler, yazıyla koyuverirler, sudan, yemden menetmezlerdi. Buna da "ham" denirdi (al-Müfredat, s. 132, Sire, aynı sahifeler).

 


 

 

17- İbn-i Abbas, Hasen ve diğerleri, Tanrının, bir dili, iki kefesi olan bir terazi kurduracağını ve bu terazide kulların iyilikleriyle kötülüklerinin tadılacağını söylemişlerdir. Tartının keyfiyetinde ihtilaf vardır. Yapılan işler, arazdır, yani kendiliklerinden meydana gelemeyen ve ancak bir cevherle kaim olan ve bir zaman içinde vücuda gelip geçen şeylerdir. Bu bakımdan onların ne ağırlığı vardır, ne de tekrar meydana gelebilir diyenler olduğu gibi amellerin yazılı olduğu sahifeler tartılacaktır, yahut iyi ameller güzel sûretlerde, kötüleri çirkin sûretlerde zuhur edip tartılacaktır diyenler de olmuştur. Tartıdan maksat, inanmanın, Tanrı katındaki kadrinin, inanmayanın da aşağılığının meydana çıkmasıdır diyenler de bulunmuştur (Mecma' 1, 418).

 


 

 

18- Hasen-i Basri'ye bu kavil nakledilince elini dizine vurup Tanrı, onları, cennet ve cehennem ehlini tanıtmak için oraya koymuştur; onlar, bunları birbirinden ayırt ederler; andolsun Tanrıya, belki de onlardan olanlar; şimdi şu evde bizimle beraberdir demişti. Bu söz, ayetin mealindeki "herkesi yüzlerinden tanırlar" hükmüne uygundur. Ehl-i Beyt İmamlarına göre A'raf erleri, Al-i Muhammed'dir (Mecma' I, 429).

 


 

 

19- Arş, tavan ve bir şeyin üstünü örten şey anlamına gelir. Çardağa da arş denir. Yüceliği bakımından, padişah meclisine de arş derler. Bu takdirde Arş, saltanat, hüküm, yücelik ve kudretten kinayedir. Arşı yıkıldı demek, hükmü kalmadı, gücü kuvveti yok oldu demektir. Arşa, bütün gökleri kaplayan, içinde hiçbir yıldız bulunmayan ve en yüce gök, boz gök anlamlarına gelen "felek-i a'la, felek-i atlas" diye anılan dokuzuncu kat göktür diyenler de vardır (al-Müfredat, 232-233).

7. Sûrenin 137. ayetinde "ya'rüşun" kelimesi, yükselttiklerini anlamına, 16. sûrenin 68. ayetinde çardak anlamına, 12. sûrenin 100. ayetiyle 27. sûrenin 23, 38, 41 ve 42. ayetlerinde taht anlamına, 2. sûrenin 259. ayetinde çardak, 22. sûrenin 45. ayetinde tavan anlamına kullanılmıştır. 6. sûrenin 141. ayetinde "ma'rüşat" çardaklı, "gayr-i ma'rüşat" çardaksız anlamına gelir.

Selefiyye mezhebine mensup olanlarca, nassa göre, Allah'ın Arşı vardır ve istiva, gerçektir, ancak keyfiyetini bilemeyiz. Nitekim Allah'a izafe edilen el ve saire de doğrudur, fakat bunların keyfiyetinden bahsetmek caiz değildir. Mütekellimine göreyse Arş, tevil edilir ve Allah'a izafe edilişi mecazidir. Arşa Tanrı bilgisi, kudreti, tasarrufu diyenler olmuştur. Sûfiyye içinde aşırı gidenler, Arşı, insanın gönlü, hatta vücudu çeken ayaklar, ya bu anlama gelen En'am adiyle adlanmıştır.

 


 

20- Bunun kavmi, Hadaramut'la Umman arasındaki çölde yaşardı. Hûd, Ahd-i Atıyk'te, Tekvin bölümünde, Nûh Peygamberin oğullarının soylarından bahsedilirken Aber diye geçer. Batı mütercimlerine göre bu Aber, Hûd'dur (Savary: Le Koran, Paris - 1951, s. 217, not, 2. Tekvin, 10, 21-25).

 


 

21- Tanrı, o zerrelere anlayış ve akıl vermiş, Tanrının hitabını duyup anlamışlar, sonra tekrar onları Adem'in sulbüne reddetmiştir. Sonradan herkes, vakti gelince dünyaya gelir. Müslüman olan, yaratılışa uymuş demektir, kafir olansa yaratılışı bozmuş, değiştirmiştir. Müfessirler, bu hususta birçok sözler söylemişler, hatta ayeti tevil edenler de bulunmuştur. Bazıları ise Tanrı, Adem'in demedi, Ademoğullarının dedi, sırtından demedi, sırtlarından dedi, zürriyetini demedi, zürriyetlerini dedi, sonra da "Bizim bundan haberimiz yoktur dememeniz, yahut da ancak atalarımız şirk koştu önce ve biz, onlardan sonra gelmiş bir soyuz; bizi de o boş ve asılsız işlerde bulunanların amelleri yüzünden helak mi edeceksin gibi bir söz söylememeniz içindi" buyurmuştur. Aynı zamanda ahdalmak, unutturmak için olamaz demişlerdir. Bunlarca Allah, Ademoğullarını, babalarının bellerinden, analarının rahimlerine ihraç etmiş, sonra onları dünyaya getirmiş, onlara yaratışının eserlerini, varlığının delillerini göstermiş, adeta kendilerini kendilerine tanık tutarak rabbiniz değil miyim demiştir; bu da kıyamet günü özür getirmemeleri içindir (Mecma, 1, 461). Sufilerin de bu hususta çeşitli sözleri vardır. Onlarca Ademoğulları, akla mensup babalarındayken, yani akıllar alemindeyken, Tanrı, kendilerine nurani hüviyetlerini göstermiş, onlar, misal aleminde Tanrıyı tasdik etmişlerdir. Yahut her zerrenin meleküti bir dili vardır, her varlık, mazhariyetine uymakla kendisini yetiştirip, istidadına göre geliştiren rabbini her an tasdik edip durur (Molla Muhsin Feyz: Tefsir-Safi, s. 174).

 


 

22- Ebu-Lübabe, eliyle boğazını işaret ederek öldürüleceklerini bildirdi. Fakat hemen nadim oldu. Bu ayetin vahyedilmesinden sonra Medine'ye dönüp kendisini mescidin direklerinden birine bağlattı, vallahi dedi ne yerim, ne içerim, böylece ölür giderim, yahut da Allah tövbemi kabul eder. Yedi gün bağlı kaldı. Kızı gelir, abdest bozacağı, yahut namaz kılacağı zaman ipi çözer, sonra gene bağlardı. Yedinci günü bayılıp kendinden geçti. Bu sûreden sonraki Tövbe sûresinin (9) 102-104. ayetleri vahyedilerek tövbesinin kabul edildiği bildirildi Ebu-Lübabe müjde verenlere, Vallahi dedi, Resulullah gelip çözmedikçe bu ipi çözmem. Hz. Peygamber geldi, bizzat ipi çözdü. Ebu-Lübabe, tövbemi tamamlamak için suça girmeme sebep olan yeri terk etmem ve malımdan vazgeçmem gerek dedi. Hz. Peygamber, malının üçte birini sadaka olarak aldı, geri kalanını kendisine bağışladı.

 


 

23- İmamiyye'ye göre Allah'a ve Peygambere ait olan pay, imamın hakkıdır, bundan sonra bir pay, Hz. Resulullah’ın soyundan gelen yetimlerin, bir pay, aynı soya mensup yoksulların, bir pay da gene aynı soydan olup parası biterek yolda kalmış olanlarındır. Bu paylar, ancak Al-i Muhammed'e aittir, çünkü onlara zekat ve sadaka haramdır. Bunu Taberi, Aliyy-ibn-il-Huseyn'den ve Muhammed-ibn-i-Aliyy-il-Bakır (a.s)'dan rivayet eder. Humüs verilecek yakınlarda da ihtilaf vardır. Abdülmuttalip evladından Haşimoğulları diyenler bulunmuştur, çünkü Haşim'in soyu ancak Abdülmuttalip'ten yürümüştür. Bu rivayet, İbn-i Abbas'tan gelir. Humüsün nelerden verileceği hakkında da çeşitli reyler mevcuttur (Mecma' 1, 482-483).

 


 

24- Zilhiccenin onuncu gününden rebiülahırın onuncu gününe kadar diyenler olduğu gibi zilhiccenin yirmisinden rebiülahırın yirmisine, şevvalden muharremin sonuna, zilkadenin yirmisinden rebiülevvelin yirmisine kadar diyenler de olmuştur. Bu sûre inince Hz. Muhammed (s.a.a), Ebu-Bekr'i Mekke'ye göndermiş, arkadan da Hz. Ali'yi yollamış, Ali (a.s), Peygamberin devesine binmiş olduğu halde bu yıldan sonra müşriklerin haccetmemesini, çıplak tavaf edilmemesini, Kabe'ye, mümin olandan başkasının girmemesini tebliğ etmiş ve Hz. Muhammed (s.a.a)'le muahedesi olanlara muahede müddeti bitinceye dek dokunulmayacağını ve şartlara riayet edileceğini, aralarında böyle bir muahede bulunmayanların, dört ay sonra tebliğ edilen şartlara riayet etmeleri lazım geldiğini bildirmiş ve sûrenin başından on yahut on üç ayet okumuştur.

 


 

25- Müşriklerin de müminlerle beraber haccettiği o gündür diyenler olduğu gibi bütün hac günleridir diyenler de olmuştur.

 


 

26- Ömer, izin ver de ya Resulullah, şunun boynunu vurayım deyince Hz. Peygamber, bırak demişti, sizden bir kavim zuhur edecek ki onlar da din emirlerine uymakla beraber sizin işlerinizi aşağı görecekler. Kur’an okuyacaklar, fakat gönüllerine tesir etmeyecek. Ok yaydan nasıl çıkarsa onlar da öylece dinden çıkacaklar... (al-Tecrid, 2, Kitabu Fazail-il-Kur'an, s. 122). Bir rivayette bu ayet, İbn-il Cuvaz adlı bir münafık hakkındadır. Münafıklar, Muhammed hoşuna gidene ve sevdiğine veriyor, dilediği gibi pay ediyor demişler; bu ayet bu münasebetle inmiştir (Mecma, 1, 508). Bölünen ganimetin, Hayber ganimeti olduğu da söylenmiştir.

 


 

27- Ebu-Hanife bu reyi kabul eder. Bazılarına göreyse bunlar, her zaman vardır. Şafii, bu reyi seçmiştir. "Zekat toplayanlar" da bugün yoktur, çünkü zekat, artık devlet müessesesi olmaktan çıkmıştır.

 


 

28- Kesin hüküm verebilmek için bu iki kitaptan hangisinin sonradan yazıldığını bilmemiz lazımdır. Fütuhat'ı, ölümünden iki yıl önce bitirdiğini biliyorsak da Fusus'u, bundan sonra yazıp yazmadığını bilmiyoruz. Hatta Fütuhat'ı, sonradan yazsa bile belki bu kaydı, kendisine itiraz edenleri susturmak için koymuştur. Hasılı kesin bir söz söylememize imkan yok.

 


 

29- Tandırın, Nûh Peygamberin evinde olduğu, evinin de Şam ülkesinde bulunduğu söylenmiştir. Kufe mescidinden kaynadığını söyleyenler de vardır. Tandırın, yeryüzü olduğu, gene İbn-i Abbas'la İkrime'den rivayet edilmiştir ki Zeccac bu kavli kabul eder. Tandırın kaynamasından maksat, tanyerinin ışıması, yeryüzünün yüksek yerlerinden suların kaynayıp fışkırmasıdır diyenler de olmuştur.

 


 

30- Ayetin bu veçhile vahyedilmesi, ebediliği bildirmek içindir diyenler vardır. Her iki ayetteki "onun dilediğinden başka" sözü iman sahibi oldukları halde kötülük işleyenlerin, suçları miktarınca cehennemde kalıp Tanrı rahmetiyle, yahut şefaatle cehennemden çıkacaklarını bildirmektedir.

 


 

31- En altta bulunanı cehennemdir. Onun üstündeki tabaka leza, onun üstündeki huteme, onun üstündeki sakar, onun üstündeki cahim, onun üstündeki sair, onun üstündeki de haviyedir. Bu kavil, Hz. Ali (a.s)'den rivayet edilmiştir. Bir rivayete göreyse en alttaki haviyedir, en üstteki cehennemdir. İbn-i Abbas'a göre birincisi cehennem, ikincisi sair, üçüncüsü sakar, dördüncüsü cahim, beşincisi leza, altıncısı huteme, yedincisi haviyedir. En üst cehenneme, tanrıyı bir ve Hz. Muhammed (s.a.a)'i gerçek peygamber tanıdıkları halde suç işleyenler girecekler ve suçları miktarınca yanacaklardır. En alt cehennemse münafıklara mahsustur (Mecma, 1, 33). Cehennem kelimesinin Farsça’dan geldiği de söylenmiştir (al-Müfredat, 101).

 


 

32- Hasen, Ebül-Aliye, Said-ibn-i Cübeyr, İbrahim, Mücahid ve Katade'den böyle rivayet edildiği gibi İmam Muhammed-ül-Bakır'la İmam Ca'fer-üs-Sadık (a.s)'tan da böyle rivayet edilmiştir. Kur’an'ın ilk uzun yedi sûresidir, çünkü bu sûrelerdeki haberler ve ibretler, tekrarlanmıştır diyenler olduğu gibi bütün Kur’an'dır diyenler de vardır (Mecma, 2, 36-37).

 


 

33- Dahhak, Selman-ı Farisi'dir demiştir. Mücahid ve katade, Ya'ış, yahut Ayiş denen bir Rumdur, sonra Müslüman olmuştur diye rivayet etmişlerdir. Müslim oğlu Abdullah, Cahiliyye devrinde Yesar ve Hıbr adlı iki Hıristiyan vardı, demircilikle geçinirler, kılıç yaparlardı. Hz. Muhammed (s.a.a) onların dükkanına uğrar, onlar Kitab-ı Mukaddes okurlarken dinlerdi. Kureyş, Hz. Muhammed (s.a.a)'in bunlardan öğrendiğini sandılar der (Mecma, 2, 58-59). Hz. Muhammed (s.a.a), on yaşlarındayken, amcası Ebu-Talib'in kervanıyla Şam yakınlarındaki Busra'ya gitmişti. Orda Sergius adında bir Nasturi rahibiyle görüşmüştü. Ayette buna işaret ediliyor diyenler de olmuş, fakat Kur’an'ı İngilizce’ye çeviren Sale, Hz. Peygamber'in yaşı dolayısıyla bu iddiayı reddettiği gibi Selman'ın Medine'de Müslüman olduğundan bahsederek bu adamın Selman olduğu hakkındaki rivayeti de reddetmiştir (Ömer Rıza Doğrul: Tanrı Buyruğu, İst. Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi - 1934, c. 2, s. 406, not. 2).

 


 

34- ...Hz. Muhammed (s.a.a)'e gelip tanrılarına inandığımı söylemedikçe beni bırakmadılar dedi. Hz. Peygamber, Ammar'ın göz yaşlarını elleriyle silerek, gene zorlarlarsa ne dedirtmek istiyorlarsa de buyurdu. Ayet, bu olaya işaret etmektedir.

 


 

35- Lanetlenmiş ağaç, cehennemin dibinden biten zakkum ağacıdır. Bu rivayet, İbn-i Abbas ve Hasen'den gelmektedir. Ebu Cehl, Muhammed sizi taşları bile yakacak bir ateşle korkutmada, bir yandan da o ateşin içinden ağaç biteceğini söylemekte demiş ve müşrikler ateş içinde ağaç olamayacağını dillerine dolayıp alaya başlamışlardı. Bu yüzden, lanetlenmiş ağaç da insanları bir sınama olmuştu. Bu rüya ve ağaç hakkında bir kavil daha vardır. Said oğlu Sehl, babasından şöyle rivayet etmiştir. Hz. Muhammed (s.a.a), bir gece minberine maymunların çıktığını görmüş, pek üzülmüştü. Bu, Muhammed-ül-Bakır'la Ca'fer-üs-Sadık (a.s)'tan ve Yesar oğlu Said'ten de rivayet edilmiştir. Bu kavle göre lanetlenmiş ağaç da Ümeyyeoğullarıdır (Mecma, 2, 77). İncil'de de iyi ağaç ve kötü ağaç temsili vardır (Matyus, 7, 17-20).

 


 

36- Bu hadise göre halk, Adem, Nûh, İbrahim, Mûsa ve İsa peygamberlere baş vuracak, fakat hiçbiri şefaate kalkışamayacak, nihayet Hz. Muhammed (s.a.a)'e gelecekler, o, arşın altına gelip secde edecek, ümmetini bağışlatacaktır. İbn-i Ömer de, kıyamette her ümmete, kendi peygamberini şefaat edeceğini, nihayet şefaat nöbetinin Hz. Muhammed (s.a.a)'e geleceğini söylemiş ve Makam-ı Mahmud'un, şefaat makamı olduğunu bildirmiştir (al-Tecrid, 2, 103-104). Buhari'nin son hadisinden bir evvelki hadis de Enes'ten rivayet edilmiştir. Bu hadise göre Peygamber, kıyamet günü, ümmetine şefaat edecek ve bu şefaat yüzünden Tanrı, kalbinde hardal tanesinden daha da az iman bulunanı cennete sokacak, bir diğer rivayete göre "Tanrıdan başka yoktur tapacak" diyeni bile cehennemden çıkaracaktır (Aynı kitap, 2, 166). Makam-ı Mahmud'un, Liva-ül-Hamd denen bayrağın, Hz. Muhammed (s.a.a)'e verilmesi olduğunu söyliyenler de vardır. Bütün peygamberlerle melekler bu bayrağın altında toplanacaktır.

 


 

37- Medine Yahûdilerinin bilginlerine haber göndererek Hz. Muhammed (s.a.a) hakkında ne dediklerini sormuşlar, onlar da, Muhammed'den ruhu, Ashab-ı Kehf'i, Zül-Karneyn'i sorun, ikisinden haber verir, birinden vermese peygamberdir, üçünden de haber vermez, yahut üçünü da anlatmaya kalkışırsa değildir demişlerdir. Müşrikler, Hz. Peygamber'e bunları sorunca ruh hakkında 17. sûredeki 85. ayet vahyedilmiş ve ruhun mahiyeti anlatılmamış, bu sûredeyse Ashab-ı Kehf'le Zül-Karneyn'den etraflıca bahsedilmiştir. Kehf, geniş mağara anlamına gelir. Rakıym, o mağaranın bulunduğu vadi, yahut dağdır. Rakıym, Ashab-ı Kehf'in bulundukları şehrin adıdır diyenler de vardır. Rakıym'in, sonradan mağaranın kapısına konan ve üstünde, Ashab-ı Kehf'in başından geçen olaylar kazılmış bulunan taş levha olduğu Cübeyr oğlu Said'den rivayet edilmiştir. Ashab-ı Kehf hakkında yazılmış bir kitaptır diyenler de mevcuttur. Rakıym'in lügat manası yazılmış şeydir. Batılı Kur’an mütercimlerine göre Ashab-ı Kehf'in mağarası Efesus şehrindedir (Savary: Le Koran, Paris - 1951, s. 315, not. 1. E. H. Palmer, The Koran, Oxford - 1953, s. 241, not. 1).

 


 

38- Geceleyin, hiçbir şey görülmediği için "cennel leyl", gece karanlığı çöktü denir. Cennet, ağaçlarla, dallarla, yapraklarla toprağı örten bahçe anlamınadır. Ana karnında olduğu için görünmeyen çocuğa cenin, insanı örten, düşmandan gizleyen kalkana cünne denir ki bu sözler, hep aynı köktendir. Cin, duyguyla anlamamıza imkan bulunmayan ruhani yaratıklar demektir. Bu bakımdan meleklerle Şeytanlar da bu yaratıklardandır. Ancak her melek cindir, fakat her cin, yani göze görünmeyen ruhani yaratık, melek değildir. Araplar, deliliği cinlerin yaptığını sanırlardı. Delilik ve deli anlamına gelen cinnet ve mecnun sözleri, bu kanaatten doğan sözlerdir (al-Müfredat, 97-98).

 


 

39- Hızır’ın, kıyamete dek hayatta olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi ölmüştür diyenler de vardır. Sufilerin, Hızır hakkında çeşitli kanaatleri mevcuttur. Hızır'ın, peygamber olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi erenlerden birisi bulunduğunu söyleyenler de olmuştur (Hızır hakkındaki incelemeleri ve çeşitli inançları anlamak için Prof. Pertev Naili Boratav'ın, İslam Ansiklopedisi'ndeki Hızır maddesine bakınız, cüz, 44, s. 457-471).

 


 

40- Zül-karneyn hakkında en yeni ve en doğru incelemeyi, Hindistan Maarif veziri Mevlana Ebül-Kelam Azad başarmıştır. Bütün tarihçilerin fikirlerini inceleyen Mevlana Ebül-Kelam Azad, Ahd-i Atıyk'ın Danyal kitabının 8. babında Danyal'ın, rüyasında iki boynuzlu bir koç görüp bunu Med ve Fars hükümetlerini birleştiren İran hükümdarı olarak yorduğunu kaydediyor. Ona göre ibranca "Lokranim" sözünün Arapça’da tam karşılığı "Zül-karneyn" dir. Azra'nın kitabında da İsrailoğullarını tutsaklıktan kurtaran bu hükümdarın adı "Huruş" tarzında geçer (1, 6). Eş'iya'da da 45. babda Kuruş'tan bahsedilir (1). 11. babda Kuruş, "doğudan getirilecek yırtıcı kuş" diye anılır (11). İrmiya'da da yer yer, esaretten kurtuluş anılmaktadır. Kuruş, milattan önce 559. yılda zuhur etmiştir. 544’te Babil'i almış, Yahûdileri, memleketlerine göndermiştir. 519 da ölmüştür. Med ve Fars hükümetlerini birleştirip bir imparatorluk kurması dolayısıyla Kuruş'un heykelinde iki boynuz vardır (Mevlana Ebül-Kelam Azad'ın bu çok değerli incelemesi, Prof, Said Nefisi tarafından Farsça’ya çevrilmiş ve "Zül-Karneyen ya Kuruş-i Kebir" adıyla ve başta Mevlana Ebül-Kelam Azad'ın hal tercümesini muhtevi olarak 1330 hicri şemsi yılında Tahran’da basılmıştır).

Mısır'da Zevs Amon, iki boynuzlu bir koç şeklinde temsil edilen bir ilahtır. Amon, koç demektir. Zül-karneyn'e İskender denmesi belki buraya bağlıdır. Çünkü İskender, Zevs'in oğludur. Zevs, ziya şeklinde anasına yaklaşmış ve anası bu sûretle gebe kalıp İskender’i doğurmuştur (Prof, H. Ritter'in ders takrirlerinden).

 


 

41- Ahd-i Atıyk'ın Tekvin bölümünde Nûh'un oğlu Yafes'in oğulları arasında Comer ve Macuc vardır (10, 2). Hızkıyal Peygambere ait kitapta, Macuc, bir ülkedir (38, 1). Aynı kitapta, bir şahıs adıdır (39, 1). Maksat, Karadeniz kıyılarında yaşayan ve arada bir Kafkas dağlarını aşarak batı Asya’ya saldıran boylardır (Aynı kitap, 85-91).

 


 

42- Hala artıkları mevcut olan settir ki Araplar buna "Bab-ül-Hazer" ve "Bab-üt-Türk" derler, bizse Derbent geçidi deriz (Aynı kitap, 91-96).

 


 

43- Sonradan bu iki ayet, bu münasebetle vahyedilmiştir. Bu rivayet, 53. sûrenin, yukarda işaret edilen ayetlerinden sonraki 23. ayetinden de açıkça anlaşıldığı gibi tamamıyla uydurmadır. Çünkü 23. ayette, putların, hiçbir şeye güçleri yetmediği ve onların, müşrikler ve ataları tarafından konmuş birer addan başka bir şey olmadıkları bildirilmektedir. Aynı zamanda söylenen bir sözün içinde hem medih, hem zem olamaz. Olsa dinleyenler, söyleyeni de kabul etmezler, söyleneni de. Bu bakımdan, esasen senedi zayıf olan olayı tevile hiç lüzum yoktur, çünkü öyle bir olay yoktur.

 


 

44- Bunun için vuran kişinin, dirseğini bedeninden ayırmaması gerektir. Bu bakımdan dayak, adeta bir teşhir cezasından ibarettir. Zinada dayağın şartı, zina edenle zina edilenin evli olmamalarıdır. Aksi takdirde ayrı bele kadar toprağa gömüp taşlayarak öldürme cezası tatbik edilir.

 


 

45- Münafıkların başı Ubeyy oğlu Abdullah, bu olayı fırsat bilmiş, Ayişe hakkında kötü sözler söylemeye başlamış, münafıklarla beraber bazı müminler de o sözlere inanarak dedikoduya girişmişlerdi. Hz. Muhammed (s.a.a), Ayişe'nin isteği üzerine onu, babasının evine göndermişti. Hz. Muhammed (s.a.a), bu hususta Ali (a.s) ve Üsame'yle danışmış, Üsame Ayişe'nin lehinde sözler söylemiş, Hz. Ali (a.s) ise, kadınların hepsi bir, onun üstüne düşmende sebep yok demişti. Altı ay sonra bu ayetler vahyedilmiş, Hz. Muhammed (s.a.a) Ayişe'yi müjdelemiş ve babasının evinden almıştı.

 


 

46- doğuda ve batıda olmayan kutlu zeytin ağacı"nı, Tanrıyı tenzih temeline dayanan Mûsa diniyle yalnız teşbih temeline dayanan Hıristiyanlığın ortasında, ifrat ve tefritten münezzeh olan dini diye tevil edenler olmuştur. Bu ayeti tefsir ve Tevil yolunda çeşitli sözler söylenmiş, hatta kitap dahi yazılmıştır. (Mecma, 2, 197).

 


 

47- Abdullah-az Zib'ari, Abu-Süfyan ibn-al Hars, Hubayrat ibni Abu-Vahab, Musafi'ibni Abdi Manaf, Abu-Gırra, Abdullah, Umayyat ibni Ahıssalt, bunlardandır. Hz. Peygamberi ve ashabını hecvederler, biz de onun gibi sözler söyleriz derlerdi. Kızınca söven, söyleyince yalanlar düzen, övünce yalan söyleyip övdüğü adama, sahip olmadığı vasıfları veren şairlerin hepsidir diyenler de olmuştur.

 


 

48- Bir gün babasının yanına gelmiş, Hz. Muhammed (s.a.a) onu siyah abasının altına almış, sonra gelen Hz. Ali, Hz. Hasen ve Hz. Huseyn'i de abasının altına alarak Allah'ın, bunlar Ehl-i-Beytim'dir, soyumdur, sen onlardan pisliği gider, onları arıt, tertemiz et buyurmuştur. Ümmü Seleme, ya ben ya Rasulallah dedim, sen de hayra karşısın buyurdu demiştir. Arkam oğlu Zeyd'e göre Ehl-i-Beyt, zekat ve sadaka almaları haram olan Al-i Muhammed'dir ve Al-i Muhammed de Ukayl, Ca'fer, Abbas, Ali ile bunların soylarıdır.

 


 

49- Meşhur bir rivayete göreyse bu çocuk, Hz. İsmail'dir. Sûrede, bu olaydan sonra ayrıca İshak Peygamberin anılması da gösteriyor ki kurban edilecek çocuk, Müslüman inancına göre İsmail Peygamberdir.

 


 

50- Şabanın on beşinci gecesi olarak kabul edenlerin yanıldıkları meydandadır. İnişin keyfiyetinde ihtilaf vardır. Kadir Gecesi tüm olarak dünya göğüne inmiş, sonra lüzum hasıl oldukça ayet ayet vahyedilmiştir diyenler olduğu gibi bir yıl içinde vahyedilecekler, bu gece inmiş, sonra ayet ayet vahyedilmiştir diyenler de vardır. Kadir Gecesinde indirildi demekten maksat, o gece inmeye başladığını anlatmaktır diyenler de olmuştur.

 


 

51- adla anılmıştır. Bu tefsiri Dahhak, Mücahid ve Kelbi kabul eder. Arapça'da tencim, ayırmak anlamınadır, müneccem, ayrılmış demektir. Burdaki yıldız, ülker yıldızıdır diyenler de vardır. İbn-i Abbas buna zahib olmuştur. Hasen'e göre doğrudan doğruya yıldız anlamınadır. "İnerken" den murat, kıyamet günü, yıldızın yere düşmesidir diyenler de vardır.

 


 

52- "Hatim'de (Ka'be'ye dahilken tamirde binadan hariç kalan yer) yatmıştım. Cebrail geldi. Göğsümü yardı, kalbimi çıkardı, içi imanla dolu bir altın kapta yıkadı, yerine koydu. Sonra eşekten büyük, katırdan küçük bembeyaz bir binek getirdi (Burak). Üstüne bindim, göz yumup açıncaya dek Mescid-i Aksa'ya vardık. Oradan dünya göğüne çıktık. Cebrail, kapıyı açmalarını söyledi. Kimdir dendi. Cebrail'im dedi. Yanındaki kim dediler. Muhammed dedi. Peygamber olarak gönderildi mi diye sordular, evet dedi. Merhaba, kutlu olsun gelişin deyip kapıyı açtılar. Adem ordaydı. Cebrail, bu, baban Adem'dir, selam ver dedi. Selam verdim, selamımı alıp, merhaba ey temiz oğul, temiz Peygamber dedi. Sonra ikinci kat göğe çıktık. Gene kapısının açılmasını istedi. Kimsin diye sordular. Cebrail'im dedi. Yanındaki kim dediler, Muhammed dedi. Gönderildi mi, Peygamber oldu mu diye sordular, oldu dedi. Merhaba, kutlu olsun gelişin deyip kapıyı açtılar. Bir de gördüm ki Yahya ile İsa orda; onlar, teyze oğullarıydı. Cebrail, bu Yahya, bu da İsa, selam ver onlara dedi. Selam verdim, aldılar ve merhaba ey temiz kardeş, ey temiz Peygamber dediler. Sonra üçüncü kat göğe çıktık. Gene Cebrail kapıyı açın dedi. Kimsin dendi. Cebrail'im dedi. Yanındaki kim dediler, Muhammed dedi. Peygamber olarak gönderildi mi diye sordular. Evet dedi. Kapıyı açtılar, merhaba, kutlu olsun gelişin dediler. Baktım ki Yûsuf orda. Cebrail, bu Yûsuf dedi, selam ver. Selam verdim, aldı ve sonra merhaba temiz kardeş, temiz Peygamber dedi. Sonra ağdık, dördüncü kat göğe vardık. Kapıyı açın dedi. Kim o dediler, Cebrail'im dedi. Yanındaki kim dediler. Muhammed dedi. Peygamber olarak gönderildi mi dediler, evet dedi. Açtılar, merhaba dediler, kutlu olsun gelişin. Gördüm ki İdris orda. Cebrail, bu İdris'tir dedi, selam ver. Selam verdim, aldı ve merhaba temiz kardeş, temiz Peygamber dedi. Sonra beşinci kat göğe yükseldik. Kapıyı açın dedi, kimsin dediler, Cebrail'im dedi. Yanındaki kim dediler, Muhammed, Tanrı rahmeti, esenliği ona dedi. Gönderildi mi dediler, evet dedi. Açtılar, merhaba, kutlu olsun gelişin, dediler. Baktım ki Harûn orda. Cebrail, bu Harûn dedi, selam ver. Selam verdim, aldı, merhaba temiz kardeş, temiz Peygamber dedi. Sonra altıncı göğe ağdık. Kapıyı açın dedi. Kimsin dediler, Cebrail'im dedi. Yanındaki kim dediler, Muhammed dedi. Peygamber olarak gönderildi mi dediler, evet dedi. Merhaba, kutlu olsun gelişin deyip kapıyı açtılar. Gördüm ki Mûsa orda. Cebrail, bu Mûsa'dır dedi, selam ver. Selam verdim, aldı, merhaba temiz kardeş, temiz Peygamber dedi. Oradan geçerken bir de baktım, ağlamaya başladı. Niye ağlıyorsun diye soruldu. Bir genç, benden sonra peygamber olarak gönderildi de onun ümmetinden, benim ümmetimden daha çok kişi cennete girecek dedi. Sonra yedinci kat göğe ağdık. Kapıyı açın dedi. Kimsin dediler, Cebrail'im dedi. Yanındaki kim dediler, Muhammed dedi. Peygamber olarak gönderildi mi, Peygamberlik verildi mi ona dendi, evet dedi. Açtılar, merhaba, kutlu olsun gelişin dediler. Bir de baktım ki İbrahim orda. Cebrail, bu dedi baban İbrahim, selam ver. Selam verdim, aldı, merhaba temiz oğul, temiz Peygamber dedi. Sonra Sidret-ül-Münteha'ya (Sınır ağacı) vardık. Yemişleri iri iriydi, dağ gibiydi, yaprakları fil kulağına benziyordu. Cebrail, bu ağaç dedi, Sınır ağacı dedi. Derken dört ırmak gördüm, iki tanesi açıktan akmadaydı, iki tanesi yeraltından. Ya Cebrail dedim, Bunlar ne ırmağı? Cebrail, alttan akan ırmaklar cennetteki iki ırmak, açıktan akanlarsa Nil'le Fırat dedi. Sonra beni Beyt-i Ma'mur'a yüceltti. Oraya her gün yetmiş bin melek girip çıkmada, orasını ziyaret etmedeydi. Sonra bana bir tas şarap, bir tas süt, bir tas bal sunuldu. Ben sütü içtim. Cebrail, o içtiğin dedi, yaratılıştır, yaratılıştaki selamettir ve sen de ona tabisin, ümmetin de. Sonra bana her gün elli vakit namaz farzedildi. Döndüm, Mûsa'nın yanından geçerken bana, ne emredildi sana diye sordu. Günde elli vakit namaz dedim. Dayanamaz ümmetin bu elli vakte, andolsun Allah'a, ben insanları senden önce sınadım ve İsrailoğullarıyla şiddetle savaştım, dön Rabbine, ümmetin için bu emri hafifletmesini iste dedi. Döndüm, İstedim, on vaktini bağışladı. Geriye dönüp Mûsa'nın yanından geçerken bunu söyledim Mûsa, gene aynı sözü söyledi. Döndüm, on vaktini daha bağışladı. Gene Mûsa'nın yanından geçerken aynı sözü söyledi. Gide gele beş vakit kaldı. Mûsa, ümmetin dayanamaz dedi, ben insanları sınadım, dön, Rabbinden bunu da hafifletmesini iste. İstedim, artık utanırım, razıyım buna dedim. Oradan dönüp geçerken bir münadinin bana, namazı farzettim ve kullarımın yükünü hafiflettim diye nida etti." (Al-Tecrid, Hadis-ül-İsrai vel Mi'rac, 2, 62-64). Buhari'de, "Kitab-üs-Salat" ın başında da Malik oğlu Enes'ten tahric edilen bir hadis vardır. Meal itibariyle buna çok benzer. Ancak orda, bu hadiste bulunmayan bazı şeyler de vardır ki Levh'a yazı yazıldığı, kalemlerin gıcırtısını duyduğu, Cebrail'le Sidre'ye dönünce, ağacın, mahiyeti bilinmeyen renklerle kaplandığı, sonra cennete girdiği, cennetin toprağının miskten olduğu bunlar arasındadır (al-Tecrid, I, 35-36). Mirac hakkında daha birçok hadisler vardır (Mesela Kevser ıramağını gördüğü gibi. al-Tecrid, 2, Kitabu Tefsir-il-Kur’an, 120).

İbn-i Abbas, 17. sûrenin 60. ayetinde bahsedilen rüyayı tefsir ederken Hz. Peygamber'in Kudüs'e, Beyt-i Makbis'e götürüldüğü gece gördüğü rüyadır diyerek Mirac'ın rüya olduğunu kail olmuştur (al-Tecrid, 2, 64). Mirac'ın, cismani, yahut ruhani olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi Mekke'den Kudüs'e cismen gittiğini, göklere de ruhen ağdığını kabul edenler de bulunmuştur. 6-9. ayetlerde yaklaşan, ayetteki açık ifadeye göre Cebrail'dir. Böyle olduğu halde Hz. Muhammed (s.a.a)'in, Tanrıya yaklaştığını söyleyerek çeşitli tevillerde bulunanlar da çıkmıştır.

 


 

53- Kinane oğullarının putuydu. Irak yolu üstündeydi. Kureyş, bu puta büyük bir saygı gösterirdi. Menat, Evs ve Hazrec'in putuydu, putların en eskisi buydu. Mekke ile Medine arasındaydı, ona kurban keserlerdi (Siret-ün-Nebi, c. 1, s. 48, 84 - 88, not. 4, s. 90, not. 3. 17. sûrenin 60. ayetine verilen izahata bakınız).

 


 

54- ...hadislerde rivayet edilmiştir (Bakınız, Hasan Basri Çantay: Kur’an-ı Hakım ve Meal-i Kerim, c. 3, İst. 1372-1953, s. 955-956, not. 4). Ayın kıyamette yarılacağını ve bunun, kesin ifadesi olarak burada mazi sıygasının kullanıldığını söyleyenler de vardır.

 


 

55- Hz. Peygambere gelmiş ya Resulallah demişti, kocam Samit oğlu Evs, Beni aldı, gençtim, malım vardı, soyum vardı. Şimdi kocaldım, malımı yedi, soyum sopum dağıldı. Derken bana zıhar yaptı, fakat nadim oldu, tekrar birleşmemize imkan var mı? Hz. Peygamber, sen ona haram oldun demişti. Kadın, çocuklarım var, onu da seviyorum diye sızlanmıştı. Hz. Peygamber, aynı sözü söyleyince, yoksulluğumu, ihtiyacımı Allah'a arz ediyorum, halimden ona şikayet ediyorum, Allah'ım, Peygamberinin dilinden bir şey indir diye Tanrıya yalvarmaya koyulmuştu. Bu Müslümanlıkta ilk Zıhardı. Bu sırada Ayişe başını yıkıyordu. Kadına dönüp sözünü kısa kes dedi, Resulullah'ın yüzünü görmüyor musun? Vahiy gelince Hz. Peygamber terler, titrer, kendinden geçerdi. Tam o anda da o hale gelmişti. Kendisine gelince kadına, kocanı çağır bana dedi. Kadın çağırdı. Hz. Peygamber, ayetleri okuduktan sonra bir kul azat edebilir misin dedi. Evs, kul pahalı, bense yoksulum deyince peki dedi, iki ay, bir teviye oruç tutabilir misin? Evs, imkanı yok dedi, günde üç kere yemek yemezsem gözüm kararır bayılırım ben. Altmış yoksulu doyurabilir misin dedi. Vallahi yapamam dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ben de sana on beş ölçek yardım edeyim dedi ve yardım etti. Evs yoksulları doyurdu, karısıyla tekrar birleşti.

 


 

56- Hz. Peygamber, Abdülmuttalip oğullarına gönderdi. Doyurdular. Giydirdiler. Hz. Muhammed (s.a.a), bu sırada Mekke fethi için hazırlık yapıyordu. Hatıb, bunu Mekkelilere bunu Mekkelilere bildirmek için bir mektup yazdı, kadına on dinarla bu mektubu verip gönderdi. Hz. Muhammed (s.a.a), bunu haber alınca Ali'yi, Ammar'ı, yahut Amr'ı, Zübeyr'i, Talha'yı, Mıkdad'ı ve Ebu-Nersed'ı kadının ardından gönderdi. Kadını yakaladılar, mektubu sordular, inkar etti. Ali, kılıçla tehdit edince saçlarının arasından mektubu çıkarıp verdi. Kadını bıraktılar, mektubu Hz. Peygamber’e getirdiler. Hz. Peygamber mektubu Hatıb'a gösterince Hatıb Mekke'deki ayalimi kurtarmak için yaptım diyerek özür diledi ve affolundu.

 


 

57- ...Hafsa'yla da görüşerek bir karara vardı. Hz. Peygamber, her ikisinin yanına gittiği zaman, ya Resulullah, ağzından arkat ağacının kokusu geliyor demişlerdi. Hz. Peygamber, bu kokuyu hiç sevmezdi. Bal şerbeti içtiğini söyleyince arı demişlerdi, mutlaka bu ağaçtan bal almış. Bunun üzerine Hz. Peygamber, bir daha bal şerbeti içmeyeceğini söylemişti. Aynı zamanda Hafsa'ya, bunu söylememesini emretmişti, fakat o, dayanamamış bunu yaymıştı (al-Tecrid, Kitabu Tefsir-il-Kur’an, 2. 119). Mariye adlı cariyesine, Hafsa'nın evinde yaklaşmış, Hafsa buna gücenmiş, Hz. Peygamber, bunun üzerine bir daha Mariye'ye yaklaşmayacağını, fakat bunu kimseye söylememesini buyurmuş, fakat Hafsa, Ayişe'ye söylemişti diyenler de vardır (Mecma, 2, 514-515).

 


 

58- ...Bir kavle göreyse inanan herkestir (Beyzavi, Medarik). Dahhak, müminlerin hayırlısı Katade'yse peygamberlerdir demiş, Zeccac, ayetteki temiz anlamına gelen "Salih" kelimesi ceme delalet eder, bütün inananlara şamildir hükmüne varmıştır. Mücahid, Kitabu Şevahid-it-Tenzil, Sedr-i Sayrafı vasıtasıyla İmam Muhammed-ül-Bakır (a.s)'dan rivayet ederek inananların en temizinden maksat, Hz. Ali (a.s)'dir der (Mecma, 2, 515-516).

 


 

59- ...rahman kelimesinin harflerinden bir harftir, hokkadır, levihtir, cennette bir nehirdir, balıktır diyenler olmuştur. Balıktır diyenler, 21. sûrenin 27. ayetinde. Yunus Peygambere "Zün-nun Balık sahibi" dendiğini delil tutmuşlardır. Kalemden maksat da doğrudan doğruya kalem, yahut levha, olacakları yazan keyfiyetini bilmediğimiz ilahi kalemdir demişlerdir (al-Müfredat, s. 422-423, 531). Hukema mesleğini benimseyenlerle Sufiler, kalem'e tafsil bilgisi de demişlerdir. Onlarca harfler, etraflıca anlatışın mazharlarıdır, hepsi de mücmel bir sûrette mürekkep hokkasındadır. Fakat hokkada kaldıkça tafsil aleminde zahir olamazlar. Fakat hokkadan, kalemle mürekkep alındı da yazılmaya başlandı mı kağıtta zuhur ederler ve kalem, onları, gayeye kadar yazar. Nitekim insanın maddesi olan nutfe de insanın bütün sûretlerini mücmel olarak toplamış olduğu halde insanın kalemiyle rahim levhine intikal etmedikçe tafsil aleminde zuhur etmez; fakat rahim levhine yazıldı mı insan sûreti, tafsil aleminde zahir olur (Ta'rifat, al-Kalem maddesi, s. 75).

 


 

60- Bu bahçenin, Yemen'de Şan'a'ya on iki millik bir yer olan Sarvan'da olduğu rivayet edilmiştir. İhtiyar bir adamınmış, kendisine ve çoluğuna çocuğuna ne kadar lazımsa o kadar mahsul alır, öte yanını yoksullara dağıtırmış, Oğulları, babaları ölünce onun gibi hareket etmemişler, bahçe de mahvolmuştur.

 


 

61- ...Hz. Peygambere tebliğ etmiştir. Yahut da kerem sahibi büyük elçi Hz. Muhammed (s.a.a)'dir, telakki ettiği vahyi, halka tebliğ buyurmuştur. 41 ve 42. ayetlerde Kur’an'ın, şair ve kahin sözü olmadığı, 43. ayette de alemlerin rabbinden indirildiği bildirildiğine göre ikinci mana, daha uygundur.

 


 

62- İbn-i Abbas ve Katade, bunların Nûh peygamberin kavmine ait putlar olup sonradan Araplar tarafından da kabul edildiğini söylemişlerdir. Bunların, Adem Peygamberle Nûh Peygamber arasındaki devirde yaşayan temiz kişiler olduğu, sonradan heykelleri yapılarak bunlara tapılmaya başlandığı da rivayet edilmiştir. Vakıdi'ye göre Ved, bir erkek, Süva' kadın, Yaguus arslan, Yaug at, Nesr de kartal şeklindeydi (Mecma, 2, 636-537).

 


 

63- Ukaz mevkiine giderken sahabesiyle sabah namazını kılmış, cinler, Kur’an'ı duyup kavimlerine giderek haber vermişlerdir, Tanrı da bunu, bu sûreyle Hz. Muhammed (s.a.a)'e bildirmiştir. Abdullah-ibn-i-Mes'ud, Hz. Peygamberin bir gece Mekke'den kaybolduğunu, nereyi aradılarsa bulamadıklarını, sabahleyin Hira dağı tarafından geldiğini ve cinlerden bir elçi geldi, beni çağırdı; gittim, onlara din tebliğ ettim, Kur’an okudum dediğini rivayet eder (Mecma, 2, 538-539).

Cin taifesi, 55. sûrenin 15. ayetine göre alevden yaratılmıştır. Ulvileri, süfileri, inananları, inanmayanları vardır. Türlü şekillerde temessül edebilirler. Hükema mesleğini benimseyenlerse cin ve Şeytanın, insanı doğru yoldan çeviren, çelen insanlarla düşüncelerden ibaret olduğunu, meleklerin de iyiliğe sevk eden kişiler ve kuvvetler bulunduğunu kabul ederek tevil yolunu tutmuşlardır.

 


 

64- ... ayetleri vahyedilmiş, ondan sonra üç yıl vahiy kesilmiştir. Bir gün gökten bir ses duymuş, başını kaldırıp bakınca Hıra dağında, üç yıl önce kendisine gelen meleğin yerle gök arasında bir kürsüde oturduğunu görüp korkarak evine dönmüş, beni örtün, beni örtün demiş, örtülüp bürününce bu sûre vahyedilmiştir (al-Tecrid, 1. Babu keyfe kane bed'ül-vahyi ila Rasûlillahi sallallahu aleyhi ve sellem, 5-6).

 


 

65- ... olduğu gibi bekleyiş anlamına alanlar da olmuştur. Bu ayeti, Rablerinin nimetlerine bakarlar tarzında kabul edenler de olmuştur ki bunlar, Tanrıyı görmenin mümkün olmadığını, nitekim 6. sûrenin 103. 7. sûrenin 143. ayetlerinde de buna işaret edildiğini söyliyen ve Mu'tezile'nin reyini kabul edenlerdir. Bunlara göre görmenin mümkün olması için görülen şeyin bir mekanda ve bir zaman zarfında temekkünü, cisim sahibi bulunması ve boşlukta yer kaplaması şarttır. Allah'sa bunlardan münezzehtir. Ehl-i Sünnet'e göreyse görülüşün keyfiyeti malum olmamakla beraber bu ayete ve bazı hadislere nazaran ahirette, inananların gözlerine kabiliyet verilecek ve Allah, cennette görülecektir.

 


 

66- Aynı zamanda 5. ayette itaat eden ve iyilikte bulunanlardan bahsedildiği için iyiler anlamına Ebrar sûresi de denir. Mekkidir, otuz bir ayettir. Tümü Mekkidir diyenlere karşılık tümü Medenidir diyenler de olmuştur. 24. ayeti Mekkidir, 23. ayetten sonuna kadar Mekkidir diyenler de vardır.

 


 

67- ...üç gün oruç tutmayı adamış, anneleriyle hizmetçileri Fıdda da bu adağa katılmıştı. Çocukları iyileşince Ali (a.s), borç olarak bir Yahûdi'den biraz arpa almış, Fatıma (s.a) ekmek pişirmişti. İlk gün iftar edecekleri vakit kapıya bir yoksul gelmiş, altısı da paylarını vermişlerdi. İkinci günü bir yetim, üçüncü günü bir esir gelmiş, aynı tarzda hepsi yiyeceklerini vermişler, suyla iftar etmişlerdi. Bu ayetler, bu olay üzerine vahyedilmiştir.

 


 

68- ...gibi melek de değildir. Ruh denen bu yaratıkla, bir saf, melekler de bir saf olarak dizilecekler diyenler vardır. Mücahid, Katade, Ebu-Salih bu fikirdedir. Ruh, meleklerdendir, kıyamette o, yüceliği dolayısiyle ayrı bir saf teşkil edecektir diyenler vardır. Bu, İbn-i Mes'ud, Ata ve İbn-i Abbas'tan rivayet edilmiştir. İnsanların ruhları, meleklerle haşredilecek ve ayrı bir saf teşkil edecektir; bu da sur'un birinci ve ikinci üfürülüşü arasında ve ruhların, bedenlere reddedilmesinden önce olacaktır diyenler olmuştur. Atiyye, bunu İbn-i Abbas'tan rivayet etmiştir. Ruh'tan murat Cebrail'dir diyenler de olmuştur ki Dahhak bu fikri kabul eder. İmam Ca'fer-üs-Sadık (a.s)'tan, ruh'un, Cebrail ve Mikail'den büyük bir melek olduğu rivayet edilmiştir. Hasen, ruhtan maksat, insanların ruhlarıdır, saftan da seçilmiş, arınmış olarak manası çıkar der. Gerçek söz, yoktur Tanrı'dan başka tapacak sözüdür (Mecma, 2, 566).


 

69- ...yerlerden  çıkıp battıkları yerlerde kaybolan yıldızlar, okçular gibi çeşitli anlamlar verilmiştir.


 

70- ...neşeyle alan melekler gibi anlamlara yorulmuştur.

 


 

71- ... inen  melekler, yıldızlar ve gaziler diye anlayanlar vardır.

 


 

72- ... ruhları, yıldızlar, savaştaki atlar anlamlarına alanlar vardır.

 


 

73- ...ve Ümeyye'yle oturup konuşur, onları dine davet ederken gözleri görmeyen Ümmü Mektum oğlu Abdullah gelmiş, ya Resulullah, Tanrının sana öğrettiğinden bir kısmını bana öğret demiş ve bu sözü birkaç kere tekrarlamıştı. Hz. Peygamber, sözünün kesilmesi yüzünden sıkılmış, yüzünü ekşitmiş ve çevirmişti. Bu ayetler, bunun üzerine vahyedildi ve Ümmü Mektum geldikçe, merhaba ey yüzünden rabbimin azarına uğradığım diye iltifat ederdi. Onu, iki kere, Medine'de halife olarak bırakmıştı. Bunu, Hz. Peygamberin şanına layık görmeyip yanındakilerden birisi yüzünü ekşitti, ayetler onu anlatmadadır diyenler de olmuştur.


 

 

(Programlayanın Notu) Bizler Peygamber (saa)'in kesinlikle masum olduğuna inanıyoruz. Asla günah işlemez ve hata yapmaz.Hata gibi görünen ve ya, kur'an daki " Gelmiş ve geçmiş günaklarını...." gibi tabirlerin tamamındaki anlam:" Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla." cümlesindeki anlam gibidir. Bu tür hitapların adresi biz insanlarız. Peygamber (saa) asla ve asla hata yapmaz.

 


 

74- ...Cennetlerin en yüce yeridir, cehennemin en kötü yerinin adı siccın olduğu gibi. Bu söz, oradakilerden kinayedir. Müminlerin amel defterlerinin bulunduğu göktür diyenler de vardır (Aynı kitap, 351). Siccin ve İlliyyin'e amel defterleri diyenler de olmuştur. Ayetin zahiri manası bu söze kuvvet vermektedir. Bu takdirde kafirlerin amel defterleri, kendilerini kötü bir zindana benzeyen cehenneme süreceği, inananların defterleri de kendilerini yücelere ağdıracağı, nimetlere ulaştıracağı için sebebiyet yoluyla defterlere bu ad verilmiştir.

 


 

75- ...kurban bayramı günüdür. Hz. Muhammed (s.a.a)'dir, arefe günüdür, melektir, Tanrıdır da denmiştir. Görünen, arefe günüdür, kıyamet günüdür, kurban bayramı günüdür; tanık, Ka'be'deki Hacer-i Esved'dir, görünen, hacılardır. Tanık, günlerle gecelerdir, görünen, insanlardır diyenler de olmuştur.

 


 

76- ...Abdanagoh, Mişak ve Şadrak adlı üç kişiyi, Babil'de Dora ovasına diktirdiği büyük altın puta tapmadıkları için, içinde ateş yanan fırına attırdığı, fakat bunların yanmadığı hikaye edilir. İhtimal buna işarettir (3).

 


 

77- ...başkalarından korunmuş demektir. Allah indinde korunmuş diyenler de vardır. Levh, üstüne yazı yazılan düz şey anlamına gelir. "Levh-i Mahfuz"un keyfiyetini bilmeyiz (al-Müfredat, 472). Uzunluğu gökle yer arası, enliliği, doğu ile batı arası kadar olan ve ak inciden yaratılan bir levha olduğu rivayet edilmiştir (Mecma, 2, 590). Kur’an'da, burada, "korunmuş levha" diye anılan şey, her şeyi açıklayan ve kendisine uyulması gereken nesne, açıklayıcı kitap, kitabın temeli anlamlarına gelen "İmam-i Mübin, Kitab-i Mübin, Ümm-ül-Kitab" gibi sözlerle de anılır. Maksat, Tanrının takdirini, her olacak şeyi, bilgisiyle kavramış olduğunu, her şeyin, onun bilgisine göre ve muayyen bir zamanda zuhurunu anlatmaktır. Hukema mesleğine uyanlarla Sufiler, korunmuş levha'yı çeşitli tarzlarda tevil ederler (Abdülkerim-i Ciyli'nin al-İnsan-Ül-Kamil'inde Levh babına ve Seyyid Şerif'in Ta'rifat'ına bakınız, 83).

 


 

78- erkekli dişili yaratılan bütün yaratıklardır, tekse Tanrıdır tarzında anlayanlar da olmuştur. Çiftin, gece kılınan iki rikat nafile namaz, tekin de gene bir rikat, yahut üç rikat olarak kılınan gece nafilesi olduğunu, Ebu-Said'il-Hûdri'den tahric etmişlerdir. Çift bayram günüdür, tek arefe günü; çift terviye günüdür, yani zilhiccenin sekizinci günüdür, tek arefe günüdür; tek Adem Peygamberdir, Zevcesiyle çifttir; çift bütün günlerle gecelerdir, tek, ondan sonra artık gece olmayan kıyamet günüdür diyenler olmuş, hatta çift Safa ile Merve'dir, tek de Ka'be'dir; çift, Ali ile Fatıma (s.a)'dır, tek de Hz. Muhammed (s.a.a)'dir tarzında tevil edenler bile bulunmuştur (Mecma, 2, 596).

 


 

79- de vardır. Bir şehir adıdır diyenler olmuş, hatta İskenderiye'nin yerindeydi de denmiştir; bu şehri, Ad'ın oğlu olup tanrılık davasına kalkışan Şeddad yaptırmıştır. Ad'ın lakabıdır, diğer bir adıdır diyenler de var. Direklerden maksat, güç kuvvet, şiddet ve kudret, yahut uzun boy postur denmiştir.

 


 

80- vahiy, on beş gün gecikmişti. Müşrikler, rabbi, Muhammed'i terk etti, darıldı ona dediler. Hatta Harb'in kızı ve Ebu-Leheb'in karısı Ümmü Cemil, bir gün, ya Muhammed, Şeytanını gömüyorum, herhalde seni terk etti demişti. Bu sûre, bu olay üzerine vahyedildi. Vahyin on iki, kırk, yahut birkaç gün geciktiği ve bu gecikmenin 18. sûrede bahsi geçen, Ashab-ı Kehf ve Zül-karneyn'e aid olaylarla ruhun mahiyeti sorulunca, Tanrı dilerse demeyip yarın haber veririm demesiydi diye sebebini söyleyenler de olmuştur.)

 


 

81- ...ona en kolay yolu, yani dini, ibadeti, cennete girmeyi, Tanrı razılığına ermeyi, daha da kolay bir hale getiririz. Fakat kim nekeslik eder, zenginleşmeyi diler, güzel sözü yalanlarsa ona, güç olan ateşi, cehenneme girmeyi, azaba uğramayı kolaylaştırırız.

 


 

82- rahmeti şamil olan, en fazla ümit veren ayet, "Ey nefislerine uyup hadden aşırı hareket eden kullarım, Allah rahmetinden ümit kesmeyin; şüphe yok ki Allah, bütün suçları örter, şüphe yok ki o, suçları örter, rahimdir" ayetidir sanıyorsunuz (39, 53), halbuki biz Ehl-i Beyt deriz ki, Allah'ın kitabında, insana en fazla ümit veren ayet, "Ve elbette yakında rabbin, öyle şeyler verecek ki sana, nihayet razı olacaksın ona" ayetidir; andolsun Allah'a ki Muhammed Peygamberin razılığı, Tanrıyı bir tanıyanlara şefaattir. O derece bağışlayacak Tanrı ki sonucu, Muhammed Peygamber razı oldum, razı oldum diyecektir dediği rivayet edilmiştir. İmam Ca'fer-üs-Sadık (a.s), ceddimin rızası, Tanrıyı bir tanıyan hiçbir kimsenin cehennemde kalmamasıdır buyurmuştur (Mecma, 2, 606).

 


 

83- ...yitirdiği ve Ebu-Cehl tarafından bulunup dedesi Abdülmuttalib'e götürüldüğü rivayet edilmiştir.

 


 

84- İnşirah suresindeki ayetlerin açıklamaları:

1. Ayet Manen göğsünü açıp peygamberlikle, bilgiyle genişletmedik mi? Bu yüzden peygamberliğe koyuldun, eziyetlere dayandın, kalbin. imanla yatıştı.

2. Ayet Sana ağır gelen peygamberlik yükünü hafifletmedik mi? Yahut kafirlerden çektiği eziyetlere karşı sana tahammül vermedik mi?

3. Ayet Adını, tevhit kelimesinde ve ezanda, adımızdan sonra andırdık, bu sûretle adını yüceltmedik mi, iman etmeyi, senin peygamberliğini de gerçeklemeye bağlamadık mı?

7. Ayet Namazı kıldıktan sonra oturduğun yerde duaya koyul; yahut farz namazları kılıp bitirdikten sonra gece namazına kalk; yahut dünya işlerini yapıp bitirdikten sonra namaza dur. Savaştan sonra ibadete, yahut nefsinle savaşa giriş, peygamberlik hizmetini bitirdikten sonra şefaat et tarzında anlayanlar da olmuştur.

8. Ayet Rabbine yalvar, halktan değil, ondan iste.

 


 

85- Tin suresindeki ayetlerin açıklamaları:

1. Ayet Tin, incir anlamına gelir, zeytun da bildiğimiz zeytindir. Bu iki nesnenin, her şeyinden faydalanıldığı için Tanrı, bilhassa bunları andı denmiştir. Tin, Şam'ın, üstüne kurulduğu tepedir, Zeytun da Beyt-i Makdis'in kurulduğu dağdır diyenler olmuştur ki bu, Katade'den rivayet edilmiştir. İkreme'ye göre Tin ve Zeytun iki dağdır; bu dağların birinde incir, öbüründe zeytin yetiştiği için bu adlarla adlanmıştır. Tin, Şam mescididir, zeytun da Beyt-i Makdis'tir; Tin, Cudi tepesinde, Nûh Peygamberin mescididir, Zeytun, Beyt-i Makdis'tir; Tin, Ka'be'dir, Zeytun, Mescid-i Aksadır diyenler de olmuştur. İncirin, Museviliği temsil ettiği söylenegelmiştir. 24. sûrenin 35. ayetinde Müslümanlık, doğuda ve batıda olmıyan zeytin ağacına benzetilmiştir.

2. Ayet Tanrının, Mûsa Peygamberle görüştüğü ve ona tecelli ettiği dağ, Seyna'daki Tûr dağı.

3. Ayet Mekke.

4. Ayet İki ayak üstünde yürüyen yaratık. En güzel yaratık. Akıl, düşünce, anlayış, söz söyleme kabiliyetleriyle diğer yaratıklardan seçilmiş en güzel mahluk, insan.

5. Ayet Aşağıların en aşağısı; kocalık, akıl azlığı, zayıflık, bunaklık diye tevil edilmiştir. Cehennem diyenler de vardır ki bu takdirde kafirler kastedilmededir, nitekim bundan sonraki ayetlerde, inananlar ve iyi işler yapanlar, bu hükümden istisna edilmiştir.

 


 

86- ...ramazanda indirildiği açıkça bildirildiğinden bu gece, ramazan ayının içindedir. O gecenin kadri, şerefi, 3. ayetten itibaren anlatıldığı gibi pek yüce olduğundan, yahut kadri yüce Kur’an'ın, kadri yüce olan Peygambere o gece vahyedildiğinden, o yıl içinde olacak şeyler, o gece takdir edildiğinden, o gece ibadet etmenin kadri, pek üstün bulunduğundan bu adla anılmış ve o geceye Kadir Gecesi denmiştir. Kadr, sıkışmak anlamına da geldiği cihetle o gece meleklerin yere inmesi, inenlerin kendilerine bir daha nöbet düşmemek üzere göğe çıkmaları, yeryüzünde öylesine bir kalabalık meydana getirir ki ayak basacak yer bulunmaz, bu yüzden Kadir Gecesi denmiştir diyenler de vardır.

Bazılarına göre Kadir Gecesi, yalnız asrı saadette vardı. Fakat bu rey, umumi olmayıp şazdır. Ramazanın on beşinden sonraki tek gecelerden, yani on yedinci, on dokuzuncu, yirmi birinci, yirmi üçüncü, yirmi beşinci, yirmi yedinci, yirmi dokuzuncu gecelerden biridir; on beşinci ve on yedinci geceleri de bunlara katanlar vardır. Son on gecede Hz. Muhammed (s.a.a)'in, kendini ibadete verdiği rivayet edilmiştir. Ebu-Said-il-Hûdri de Hz. Muhammed (s.a.a)'le beraber itikafa girdiğini, yirminci günü sabahı, Hz. Muhammed (s.a.a)'in, Kadir Gecesi bana gösterildi, fakat unutturuldu, onu, son on gecenin teklerinde arayın; ancak ben o sabah balçık içine secde ettiğimi gördüm dediğini söyler ve yirmi birinci gecenin sabahında yağmur yağıp mescidin damının damladığını bildirip Tanrı ona rahmet etsin ve esenlikler versin, Rasûlullahın balçık içine secde ettiğini, hatta alnında toprak eseri bulunduğunu gördüm der (al-Tecrid, Babu Fazlı Leylet-ül-Kadr, 126). Şafii, bunu kabul etmiştir. Hanefiyye'ye göre yirmi yedinci gecedir. İmamiyye, on dokuzuncu, yirmi birinci, yirmi üçüncü gecelerden biri yahut her üçü, yahut da bilhassa yirmi üçüncü gece olduğunda müttefiktir. (Mecma, 2, 612-613). Sufiyye, gerçek yolcunun, hakıykat yolcusunun, kendi kadrini bilip öğrenmesine vesile olan, sevgilisi bulunan rabbinin indindeki derecesini anlatan hususi tecelliye mazhar olduğu gecedir ki bu da birlik makamına ulaşmasının iptidasıdır demişlerdir (Ta'rifat, 84).

 


 

87- ...için bu adla adlanmıştır. İlk kelimesi olan Lemyekün adiyle de anılır. Aynı zamanda 5. ayette geçen "hükümleri sabit doğru kitaplardaki din" anlamına gelen ve "Kayyime" kelimesi de sûrenin başka bir adıdır. 6. ve 7. ayetlerdeki "beriyye - yaratıklar" sözüne bakılarak "Beriyye sûresi" de denmiştir. Medenidir, Mekki diyenler de vardır.)

 


 

88- Araplar tarafından o mabedin ziyaret edilmesini sağlamaya çalışmış, fakat bir başarı elde edememişti. Bunun üzerine Ka'be'yi yıkmaya karar vermiş ve bir orduyla Mekke'ye gitmişti. Bu ordu, büyük bir bozguna uğramış, yok olmuştu. Sûre, bu olayı nakletmektedir. Batı mütercimlerine göre orduda bulaşıcı bir hastalık zuhur etmiş, ölenlerin cesetlerini kuşlar, didik didik etmişlerdi. Bu orduda fil bulunduğundan ve henüz Araplarca umumi bir tarih kabul edilmediğinden o yıla "Fil yılı" demişlerdi. Hz. Muhammed (s.a.a)'in, bu olaydan elli, elli beş gün sonra doğduğu söylenir.