MİSAFİRLİK VE ZİYAFET ÂDABI

Mert ve özgür insanların en önemli özelliklerin­den biri, kerem ve cömertliktir. İşte bu bağlılıklardan özgürlük, cömertlik ve bağış huyu, başkalarını muhabbet ve iyiliklerin esiri haline getirmektedir.

Ziyafet, açık bir ele sahip olmak, açık sofra, sürekli bağış, misafir ağırlamak ve misafirperverlik, cö­mertlik ile yiğitlik ruhunun alamet ve cilvelerinden­dirler. Sosyal ilişkiler, görme-görüşme ve gidiş-ge­lişler, bazen misafirlik şeklindedir. Bunun için, ziya­fetin âdabı ve misafirliğin dinî kaidelerini tanıma, muaşeret ahlâkının sınırları içeri­sine girer. Bu konu iki yönlü ve iki taraflıdır. Bir yönü, misafir ağır­lama, diğer yönü de gelen misafirdir. Bunların her biri için açıklanması gereken bazı âdap, ahlâk ve sı­nırlar vardır.

Misafir Evin Bereketi

Kimileri misafirden kaçarlar, kimileri de misafiri severler. Bunların her biri kişilerin iç hasletlerinin göstergesidir. Bir gün Hz. Ali (a.s)’ı üzgün görünce; “Ya Ali, üzüntünün sebebi nedir?” diye sordular.

İmam (a.s) şöyle bu­yurdu:

“Bir haftadır bana misafir gelmemiş...”[1]

Bu nere ve misafirin gelişini musibetin inişi sayarak yüreğine bela dağı düşen ve onu taziye sa­yanlar nere!..

Evin bereketi, misafirin gidiş-gelişindedir. Misafir ilahî bir nimet ve misafire ikram büyük bir başarı­dır ki herkese nasip olmaz. Misafir, Allah’ın dostu ve sevgilisi­dir. İran’ın darbımesellerinde, “Misafir rızkını berabe­rinde getirir”[2] diye bir söz var.

Elbette darbımesel, islamî hadislerden alınmış din kökenli bir sözdür. Hz. Peygamber (s.a.a)’den rivayet edilmiştir ki: “Misafir, kendi rızkıyla gelmektedir.”[3]

Elbette bunun dışında, ev sahibi ve misafir besleyenin günahlarını da temizler ve bu ilginç bir berekettir. Yine bu konuda, İmam Sadık (a.s)’dan bir hadis dinleye­lim ki yaranlarından olan Hüseyin b. Nuaym’e şöyle buyurdular:

- Müslüman kardeşlerini seviyor mu­sun?

- Evet

- Eli darda olanlara menfaatin doku­nuyor mu?

- Evet

- Allah’ın sevdiklerini sevmen ne güzeldir! Al­lah’a ant olsun ki, senin menfaatin, onları sevmedikçe onlardan hiçbirine ulaşmaz. Sahi on­ları evine davet ediyor musun?

- Evet! Birkaç arkadaş yanımda olmazsa ben asla yemek yemem.

Hazret buyurdu:

- Bil ki, onların senin üzerindeki iyilikleri, se­nin onların üzerindeki iyiliklerden daha çok­tur. (Ravi bu sözleri duyunca çok hayret etti ve sordu:)

- Sana feda olayım! Ben onlara yemek veriyo­rum, kendi bineğimi emirleri altına veriyorum. Bu durumda bile onlar benden üstün müdürler?

- Evet! Zira onlar senin evine geldikleri zaman, se­nin ve ailenin affedilişlerini de beraberlerinde getiriyor­lar. Ayrıldıkları zaman da, senin ve ailenin günahla­rını beraberlerinde götürüyor­lar.”[4]

Geniş bir eve, birçok imkana ve cömert bir ele sahip olan biri, bu ilahî nimetlerin şükrü için, bazen infak ve sadaka, bazen de yemek ve misafiri ağır­lama, hediye, yetimleri himaye ve mahrumlara yar­dımda bulunma yoluyla eda etmelidir. Aksi takdirde, şöhret, servet ve mal, ona vebâl ola­caktır.

Dinî Bir Sünnet Olan Velîme

Velîme ve ziyafetin ne zaman verileceği, kim­lere ve ne şekilde verileceği hakkında, dinî emirlerde gelen birçok âdap ve nüktelerden  bazılarına işaret etmeye çalışacağız.

Velîme Verilecek Yerler

Resulullah (s.a.a)’in Emir’ul-Mümin Ali (a.s)’a yaptığı tavsiyeler­den biri de şuydu:

“Ya Ali! Bu beş yer dışında velîme ve yemek verme yoktur: Evlilikte, be­bek do­ğumunda, çocuk sünnet edildiğinde, ev yapma ve almada ve hac­c yolculuğundan dönüşte.”[5]

Bu münasebetlerde, insanın bir sofra açması, bir kurban kes­mesi ve müminleri misafirliğe davet etmesi uygundur.

Başka bir hadiste Allah Resulü’nün şöyle buyur­duğu nakledilmiştir:

“Her kim bir mescit yaparsa, semiz bir koyun ke­ssin ve onun etinden yoksul ve mahrumlara yedir­sin ve Al­lah’tan; cin, insan ve şeytanların şer­rinden kendisini uzaklaştırması için Allah’a dua etsin.”[6]

Zikredilen münasebetlerin her birinde verilen ziyafet, kalpleri birbirine daha çok bağlayan, toplum arasında sevgi ve samimiyetin daha çok artmasına sebep olan, akraba ve dostların birbirlerini görüp daha iyi tanı­malarını sağlayan, ruhları daha çok mutlu ve yaşamları daha neşeli kılan islamî bir sünnettir

Din evliyaları ve masum önderlerin hayatında, bu ziyafet çeşitleri ile ilgili birçok örnek göze çarp­maktadır. Bu cümleden şu numuneye dikkat edelim.

Yedinci İmam, Hz. İmam Kazım (a.s), bir çocuğunun doğumu münasebetiyle ye­mek verdi. Üç gün boyunca mes­cit ve sokaklarda, falude (bir çeşit yaz yiyeceği) verildi. Hatta ba­zıları, bu işinden dolayı O’nu ayıpla­dılar. İmam Kazım (a.s) bunu duyunca, bu ayıplamaların cevabında, enbiya ve Pey­gamber-i Ek­rem (s.a.a)’in sünnet ve ahlâkına uyarak böyle hareket ettiğini ifade ettiler.[7]

Misafirperverlik

Gerçi çölde yaşayan Arap göçe­beleri misafirper­verlikte çok meşhurdurlar. Aynı şekilde bizim İran’daki aşiretlerimizde de, hatta birçok şehir ve mıntıkalarda, çok güzel tavırlar ve misafirperver­liklerle karşılaşıyorsunuz. Siz, misafirperver, misafir seven, bu unvanlarıyla tanınan ve halk diline düşen bazı şehir ve mıntıkaları duymuş olabi­lirsiniz. Bunun da kökü, din kültürü ve mezhebi ina­nışlara dayanmaktadır. Kur’ân ve dinin talimatların­dandır.

Aslında bizim dinimiz, İran ve İslam toplumunun genel kültürünün şekillenmesinde en etkili sebep­lerden biridir.

İslamî rivayetlerde, hatta “Misafiri Ağırlama ve Ona İk­ramda Bulunma”[8] unvanında bir bölüm vardır. Bu babda misafire ihtiram etme ve ona ikramda bu­lunmakla ilgili birçok tavsiyeler vardır. Misafir se­ver­liği güzel bir haslet, misafirlerin gelişiyle sevin­meyi çok iyi bir ahlâk saymakta ve misafirsiz bir ev­den meleklerin uzak durduklarını bildirmektedirler.

İmam Bakır (a.s), babaları vasıtasıyla Pey­gamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmektedir:

“Birisi bir şehre girdiği zaman, o şehirden ay­rılana kadar, kendi dininden olan kişilerin misa­firidir.”[9]

 İnsan bir şehre girdiği  zaman, o şehirdeki tüm insan­ların misafiri durumundadır. Onlar, misa­firper­verlik yapmak ve ikramda bulunmakla görevli­dirler. Müslümanın evine bir misafirin gelmesi du­rumunda ise,  o müslümanın daha çok ikram ve cö­mertlikte bulunma zorunluluğu vardır.

Bunun için, herhangi bir şehir, dışardan gelen misa­firleri karşılamak durumunda kalırsa, örneğin; sel zedeler, savaş mağdurları, depremden zarar görenler veya komşu bir ülke­nin başına gelen bir vakıanın mağdurlarına karşı, insanî bir vazife olarak ve İslam ahlâkının kai­deleri gereği, o şehir­deki insanlar, sıcak ve açık bir kucakla, cömert bir karşı­lama ile ve büyüklere yakı­şan şekilde davranarak misafirperverlik göstermeleri gerekir. Peygamber (s.a.a)’den şöyle buyur­duğu ri­vayet edilmiştir:

“Misafirlere ikramda bulunun; onları ağırlayın.”[10]

İsraf ve Riyadan Kaçınma

Her hayırlı ve değerli amel, bazen bazı âfetlere duçar olmaktadır. Misafiri güzel ağırlamanın beğenilmesine rağmen, eğer dengeye ria­yet edil­mezse; kıskançlıktan dolayı rekabet etme, gösteriş ve övünme gayesiyle israfa varan aşırı har­camalar yapılırsa, hiç de beğenilen bir davranış türü sayılmaz ve Allah’ın beğendiği bu mukaddes işler kutsallıktan ve Allah katındaki sevgisini kaybeder.

Ziyafetin bütün değeri, Allah için ve Allah yo­lunda; aç karınları doyu­rmak, mümin kardeş­leri sevindirmek, akrabaların ilişkilerini pekiştirmek ya da akrabaları ziyaret etmek  mak­sadıyla verilme­sindedir.

Allah’ın nimetlerinden yararlanmanın herhangi bir sakıncası yoktur. Ama onların değerinin sınır ve  öl­çülerinin koru­nması, itidalden dışarı çıkmaması, makul, meşru ve örflere uygun bir çerçe­vede  olması gerekir.

Bir gün Hz. Ali (a.s), kendisi için büyük ve süslü bir ev yapmış olan Ala b. Ziyad’a buyurdu:

“Bu büyük evle, bu dünyada ne yapmak istiyorsun? Sen, böyle geniş bir eve, dünyadan daha  ziyade ahirette muhtaçsın. Bu geniş dünyevî evle ahirete ulaşmak istersen; bu evde misafir ağırlar, sıla-yı rahim yapar, akrabalarına bakar ve bu evden boy­nunda hakkı olanla­rın haklarını eda ederek ahirete ulaşırsın!”[11]

Bazen ziyafetler gösteriş içindir. Bazen yemek çeşitleri, ziyafet yeri, sofra kurma şekli riya ve gösteriş amaçlıdır. Bazen özel misafir ve davetliler  yemek veril­meye layık olmayan kimseler­dir. Ya da riyakar amaçla, menfaat sağlama ve işle­rini yola koyma sebebiyle davet ediliyorlar.

Bütün bunlar, ilahî nimetlerin boşuna akıtılması ve heder edilmesidir. Resulullah (s.a.a) şöyle bu­yurmuştur:

“Her kim, bir yemeği, riya ve gösteriş amacıyla verirse, kıyamet günün Allah-u Teala, cehennem yemeklerinden o miktarda olan bir yemeği ona yedi­rir.”[12]

İmam Bakır (a.s) buyurmuştur:

“Ziyafet bir veya iki güne kadar olursa cö­mertlik ve büyüklüktür. Ondan fazlası riya ve gösteriştir.”[13]

Elbette bunlar, revaçta olan ve gelenek haline gel­miş bulunan yemek vermeler ve ziyafetler için hatır­latıl­mıştır. Ama misafir severliğin, mahrumlara ye­mek verme ve ikramda bulunmanın  aslı, ne kadar çok ve devamlı olursa, o kadar iyi ve güzeldir.

Resulullah (s.a.a)’in büyük dedesi Haşim, sürekli serili bir sofraya sahipti; onun, halkın geneli için hazırda bulundurduğu yemeği ve evi, Kureyşlilerin arasında onu efendilik ve yüce bir ko­numa ulaştırmıştı.

Arapların meşhur cömerdi olan Hatem-i Tayi’nin evi; hal­kın sığınağı, yoksulların ümit yeri, değişik yolcuların ve misafirlerin konağı durumundaydı

İmam Hasan-ı Mücteba (a.s)’ın evinde, genelde, değişik sınıflardan olan insanların, özellikle yabancı olanların, evsiz olanların, yok­sulların, yolcuların, yetimlerin ve mahrumların, sürekli oradan nasiplen­dikleri bir misa­firhane vardı.

Yüce himmetli kerim insanlar için yemek yedirmenin lezzeti,  yemek yeme lezzetinden daha büyüktür ve onların aldıkları ruhî lez­zet, bu yoldandır.

Mevla İmam Ali (a.s)’ın şu sözü ne kadar da güzeldir. O şöyle buyurmuştur:

“Bedenin gı­dası, yemektir; ruhun gıdası ise ziyafet vermektir.”[14]

Biri şöyle derdi: Benim en büyük ruhî lezzetim; bir grup muhtaç ve yoksul insanı eve davet ettiğimde, onlar sofrada oturup yemek yerlerken uzaktan bu sahneye bakarak aldığım lezzettir.

Kabusnamede şöyle tavsiye edilmektedir:

“Misafir sana geldiği vakit, yemeklerin iyi veya kötülüğü dolayısıyla özür isteme ki bu, tüccarların tabia­tıdır. Sürekli  “falan şey güzeldir, onu ye” veya “niye yemiyorsun?” ya da “sana layık bir yemek hazırlaya­madım” deme. Zira böyle sözler, bir defalık için ziyafet veren kimselerin sözleridir.”[15]

Ziyafet Âdabı

Ziyafet ve yemek vermenin iki tarafı vardır:

Biri misafir, diğeri ise ev sahibidir. Biri başkasının sofasının başında oturan ve yemek yiyen, diğeri ise sof­rayı açan ve yemek verendir. Birinin lezzeti ye­mek  yemede, diğerinin lezzeti ise yemek vermededir.

İslam’da tavsiye edilen ziyafeti, yemek verme ve ziyafet münasebetlerini açıkladık ve ev sahipleri için birkaç söz söyledik. Bundan sonraki sözlerimiz ise misafirler içindir ve misa­firliğe gitmenin âdabı ile ilgilidir.

Misafir Yahut Baş Belası

Dinî kültürümüzde misafir, Allah’ın dostudur ve bereketin mayasıdır. Allah’tan gelen bir hediye, rız­kın artış sebebi, ev sahibinin günahlarının affedilme nedeni ve ilahî mağfiretin iniş vesilesidir.

Bütün bunlar yerinde ve doğru şeylerdir. Çünkü, İslam mektebinin talimatları ve masumların buyruk­ları­dır. Ama burada kıldan ince binlerce nükte vardır. Misafirliğe gidişimiz bir zahmet  se­bebi, ev sahibinin sıkıntı vesilesi ve baş belası olursa, o zaman nasıl? Yine de misafir rahmet midir?

Elbette herkes aynı değil ve ruhlar farklıdır. Ba­zıları misafir kabul etmeye hazır değiller, bazıları mali açıdan misafir çağırmaya ve ziyafet masraflarını karşılamaya müsait değiller. Bazıları; yer, ev ve içinde bulun­dukları imkanlar açısından, misafiri iyi bir şekilde ağırlama hususunda karşı­lama noktasında darlık ve sıkıntıda­dırlar. Bazıları sahip oldukları yoğun işler dolayısıyla misafir ağırlamaya vakit bulamamaktalar. İşte burada misafi­r, karşı tarafın durumunu göz önünde bulundurması gerekir. Aşırı beklentide olmamalı, habersiz ve davetsiz gitmemeli, geç vakitlerde ve rasgele ev sahibinin üstüne çullanmamalı, ona yük olmamalı ve onu zahmete sokmamalıdır. (Elbette zaru­ret halleri hariç.)

Kur’ân’ın müminlere Peygamber’in evinde misafir olma âdabı ile ilgili tavsiyesi şöyledir:

“Ey inananlar! Peygamber’in evlerine, yemeğe çağrılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilirseniz girin ve yemeği yiyince dağılın. Sohbet etmek için de gidip oturmayın. Bu haliniz Peygamber’i üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyor. Allah gerçeği söylemekten çekinmez.”[16]

Eğer misafirlikte, islamî sünnet ve âdaplara riayet edilirse, misafirler, zahmet sebebi ve yük sayılmaya­cak, belki bereketin mayası ve mutluluğun vesilesi olacaklar. Bu yüzden burada, kötü sonuç­ları olan ve yaşamda tatsız şeylere yol açan yük olma meselesiyle karşılaşı­yoruz.

Yük Olma Yahut Hazır Olanla Yetinme

Farsların ata sözlerinde şöyle bir söz vardır:

“Yetişen, hazır olanı yer.”

Ya da:

“Misafir her kimse, evde her ne varsa.”[17]

Kimileri, onurlarını korumak ya da haysiyetlerini muhafaza etmek için bazı zor ve meşakkatli yü­kümlülüklerin altına girer ve neye mal olursa ol­sun, misa­fir kabul etmekten geri kalmazlar. Zira ken­dileri, saygın­lıklarının kaybolmasını istemezler. El­bette kimi misafirlerin yersiz beklentileri de bu ko­nuyla yakından ilintilidir.

Ev sahibine yük olan ve ona zahmet veren böyle bir misafir, sadece rahmet olmamakla kalmıyor, be­raberinde uğursuzluk da getiriyorlar. Eğer halkın ve akrabaların arasında yerleşmiş bir sevgi, sadakat ve samimiyet varsa; geç vakitte yahut vakitsiz olarak yoldan gelen bir misafir, var olanla kanaat etmelidir. Böyle bir durumda ne misafirin fazla beklen­tisi olmalıdır, ne de ev sahibi kendini zorlamalıdır. Bu durumda dostluklar, gidiş-gelişler sürekli­lik kazanırlar.

Ama masraflı, harcamalara yol açan ve yükümlü­lükler getiren gidiş-geliş ve misa­firliklerin azalmasına, ilişkilerin kesilmesine, gevşemesine veya soğumasına sebep olur.

Emir’ül-Müminin Ali’den bir ders öğrenelim.

“Bir adam Hz. Ali (a.s)’ı evine davet ettiğinde Hz. şöyle buyurdu: “Üç şartla gelirim.” O adam sordu: “O şartlar nedir?” İmam cevap verdi:

“Birincisi, evin dışından benim için bir şey getirip ha­zırlamaman; ikincisi, evde hazır olan ne varsa benden saklamaman (evde neyin varsa getir­men); üçün­cüsü, ailene sıkıntı ve zahmet verme­mendir.”

Adam: “Tamam kabul ediyorum” dedi.

Hazret davetini kabul etti ve evine misafir oldu.”[18]

Bu hadis, bize büyük dersler ve zarif nükteler açıklamaktadır. Bazıları, kendi ailelerine büyük zah­metler veriyorlar. Mükemmel bir sofra ve göze hoş gelen bir ziyafetin hazırlanması için her şeyi ona yüklüyorlar. Zahmeti ev hanımı çeker fakat pozu beyefendi verir! Evin erkeğinin bu tutumu, ai­leye bir çeşit haksızlıktır ve doğru bir davranış değil­dir.

Misafirliğe giderken, kendisi için şöyle veya böyle yapılsın diye misafirin herhangi bir beklentisi ol­mamalı ve hazır olan şeylerle -her ne varsa- kanaat etmeli ve ev sahibi de kendisini masrafa sokmamalı ve ailesine eziyet etmemelidir.

Allah Resulü şöyle buyurmuştur:

“Misafir iki geceye kadar ağırlanır ve ikram gö­rür. Üçüncü gece artık ev halkından sayılır ve her ne olursa ondan yer.”[19]

Yine İslam Peygamberi’nden şöyle rivayet edil­miştir:

“Harcayacak ve infakta bulunacak şeyleri olmayan kimselerin evine gelişi güzel gitmeyin ve misafir kalmayın.”[20]

Bu, ev sahibinin, misafirin yanında izzet ve onurunun korunması ve başı aşağı olmaması içindir. Farsların darbımesellerindendir ki:

“Vakitsiz (ya da davetsiz) gelen misafirin masrafı kendi üzerinedir.”

Selman ve Müslümanlık

İslam ahlâkını; kanaat ehli, yük olmaktan kaçınan ve sade bir hayata sahip olan Hz. Selman’dan öğre­nmek gerekir.  Bundan dolayı Selman-ı Farisi, fazilet­ ve değerlerde Ehl-i Beyt’ten sayılmıştır. (Selman Biz Ehl-i Beyt’tendir). Doğrusu, Selman’dan bir hatıranın nakledilmesi bu konuya münasiptir:

İslam’ın ilk dönemindeki  müslümanlardan biri olan Ebu Vail şöyle anlatır:

“Ben bir dostumla beraber Selman-ı Farisi’nin evine gittik ve bir müddet oturduk. Yemek vakti gelince Selman şöyle dedi:

“Eğer Allah Resulü (s.a.a), insanın kendisini zorlamasından ve zahmete düşürmesinden nehyetmeseydi, sizin için daha iyi bir yemek hazırlardım.”

Sonra kalkıp bir miktar normal ekmek ve tuz geti­rerek önümüze koydu. Arkadaşım dedi:

“Keşke bu tuzun yanında biraz da yeşillik olsaydı.”

Selman gitti ve kendi su kabını rehin vererek yeşillik getirdi ve sofraya bıraktı. Yemek yediğimizde dos­tum:

“Allah’a şükür ki, O’nun rızkına kaniiyiz!” dedi. Selman:

“Eğer Allah’ın rızkına kani olmasaydın şimdi su kabım rehin olmazdı” diye cevap verdi.”[21]

Selman tekellüf ehli değildi. Ancak misafir, bir iste­ğini dile getirdiği vakit, onun hatırı için kendi özel ev eşyasını bile rehin bırakma uğruna söz ko­nusu isteğini yerine getirmeye mecbur kaldı..

Çoğu vakitler, sadece misafirlikte değil, belki bir topluma gidiş-gelişlerde ve sosyal alakalarda, insan­ların birbirlerinden yersiz beklentiler içerisinde ol­maları ve başkalarının om­zuna ağır yükler yükleme­leri beğenilen islamî bir tutum değildir. İyi  misafir; bir eve giderken -özellikle ev sahibine haber verme­den gitmişse- yüreğine hiçbir kırgınlığın gelme­mesi için kapının dışında ayakkabılarını çıkardığı gibi, ümit ve beklentilerini de ken­dinden uzaklaştırmalıdır. Ev sahibinin omzunda ağırlık etmeyecek bir misafirlik, zahmetsiz ve eziyet­sizdir. Bununla beraber eğer Allah Teala yardım eder de, misafirle beraber onun rızkını da gönderirse ne ala!

Hadiste şöyle geçmektedir:

“Misafire ziyafet vermek için, gücünüzü aşan bir zahmet ve meşakkate girmeyiniz.”[22]

Meselenin zarif olmasına rağmen bazen sınırların çiğnendiğini görüyorsunuz. Hem misafire ikramda bulunmaya davet edil­miş, hem de masraftan kaçın­maya; hem misafir Allah’ın vergisi sayılarak rızkın mayası ve evin bereketi olarak görülmüş, hem de ev sahibine eziyet ve zorluk oluşturmaktan nehyedilmiştir. Sorumlulukları  doğru tanımak, hem misafir hem de ev sahibi için dikkat ve zarafet gerektirmektedir.

Davetsiz Misafir

İslamî toplumlarda, müslüman kardeşler ve aile­ler arsında, muhabbet oluşturan alakalar öyle bir dü­zeyde olmalıdır ki, gidiş-gelişler sıcak, ziyafet ver­meler içten, misa­firlikler ve gidişler zahmetsiz,  ik­ramlar doğal ve şikayetlerden uzak ol­malı. Bu, isteni­len bir şeydir. Fakat, özel âdaplara dikkat etmek, özel­likle eğer muhabbetler ve samimiyetler, pek ölçü ve kural gerektirmediği bir seviyeye ulaşmamışsa zaruridir.

Bu nüktelerden biri, davetsiz olarak misa­firliğe gitmemektir. Diğer bir nükte ise, davet edilen yere, kendisiyle beraber birilerini götürmemektir. Gerçi ev sahipleri genelde: “Ne olurdu misa­firlerinizi de getirseydiniz, yabancı ki değilsiniz, getirseydiniz, birlikte oturup konuşsaydık ve…” derler.

Ama islamî tavsiye, bu meseleden kaçınmaktır. Hatta, beraberinde çocukları bile misa­firliğe götürmek -eğer davet edilmemişlerse- bazen  şer’i olarak da sakıncalıdır. Özellikle eğer davetnamede; “lüt­fen çocukları getirmeyiniz” gibi sınırlar da belirlen­mişse.

İmam Sadık (a.s), Hz. Peygamber’in şöyle buyurdu­ğunu nakletmektedir:

“Sizden biri misafirliğe ya da yemeğe davet edil­diğinde, beraberinde çocuğunu götürmesin. Eğer böyle yaparsanız, uygun olmayan ve gaspça bir iş yapmış olursunuz.”[23]

İşte bu beğenilmeyen adet; çocuğunu ya da arka­da­şını beraberinde götürmedir. Yani, nasıl olsa ev sahibi, davet ettiği kişiyi tanıyor diye, ev sahibinin tanımadığı kişileri onun evine götürmedir. 

Başka bir hadiste İslam Peygamberi (s.a.a), Hz. Ali’ye yaptığı tavsiyelerin birinde şöyle buyurmuş­tur:

“Ya Ali! Hakarete uğradıklarında, diğerlerini (kınama­ları) değil, kendilerini kı­namaları gereken sekiz grup vardır. Onlardan biri; davet edilmediği ziyafete katılan ve çağırılmadığı sofraya oturan­dır.”[24]

Şikayet Etmemek

“Serilmeyen sofranın bir ayıbı, se­rilen sofranın bin ayıbı vardır” sözü meşhurdur. Bu söz aynen şu söz gibidir: “Yazılmayan yazının hatası yoktur.”

Birisi ziyafet verdiği zaman, özellikle, halka açık ve genel bir ziyafet olduğunda, şikayet diye bir me­sele meydana gelir. Elbette biz şikayet ehli olmama­lıyız. Örneğin: “Niye bizi haberdar etmediler? De­mek biz yabancıymışız ki daveti işitmedik ve…”

Diğer taraftan ev sahibinin kendisi de şika­yetlerin gelme ihtimaline hazırlanmalıdır.

Ama başkaları için en çok gerekli olan, herhangi bir beklenti içerisinde olmamalarıdır. Bu yapıya sa­hip olmanın neticesi; vicdanî rahatlık ve ruhun huzura ermesidir.

Dostlar, arkadaşlar, komşular ya da iş arkadaşla­rından herhangi biri tarafından bir ziyafet verildi­ğinde ve biz davet edilenler arsında olmadığımızda, şikayete ne gerek var? Bize borçlu mudur? Belki imkanı olmamış,  haber vermeyi unutmuş; belki de yer, mekan, imkan ve güç açısından müsait olmamış veya herhangi bir sebepten dolayı bize söyleyememiş?…

Neden alınalım ve dostluk aynamıza sıkıntı ve kaygı tozu konduralım? Dostluk ve akrabalık bağları ve ölçülerinin bu tür meselelerle peri­şan edilmesi ne kadar yazık?!

Dili şikayetle açmak; hem karşı tarafı utandırır ve rencide eder, hem de şikayetçi­nin kapasitesizliğini, seviyesizliğini ve hakirliğini gösterir.

Yüce tabiatlı olmak, bir cevherdir. Onu küçük beklentiler  taşıyla kırmamak gere­kir.

Herhangi bir ziyafete gittiğimizde; yemek, yer ve şartlar, iste­diğimiz ve beklediğimiz gibi olmasa dahi yine de ayıp­lama ve şikayet yoluna gitmemiz uygun değildir. Çünkü, sonradan yapılan şikayetler, ne geçmiş olan ayıpları ve eksiklikleri telafi eder, ne de bize herhangi bir şey kazandırır. Bu işle, sadece dü­şünce seviyemizin ve kültürel bakış  açımızın ne kadar düşük olduğunu göstermiş oluruz.

Fedakarlık, affetmek, geniş düşünmek ve ol­gun davranmak özellikle bu yerler içindir. O halde yüce himmetli ol… Sakın, dostluk ve akrabalık sefası, böyle beklentilerle bulanıklığa dönüştürülmesin! Yazıktır!



[1] Mizan’ul-Hikme, c. 5, s. 521

[2] Emsal ve Hikem, c. 4, mim harfi

[3] Mizan’ul-Hikme, c. 5, s. 520; Vesail’uş-Şia, c. 16, s. 459

[4] Kafi, c. 2, s. 201, H: 8-9

[5] Vesail’uş-Şia, c. 16, s. 454

[6] a. g. e, H: 4

[7] a. g. e, s. 452, H: 2

[8] Bihar, c. 72, s. 458

[9] a. g. e, 462

[10] Kenz’ul-Ummal, c. 9, s. 245

[11] Nehc’ul-Belağa, hutbe: 209

[12] Veasil’uş-Şia, c. 16, s. 455

[13] a. g. e, 456

[14] Bihar, c. 72, s. 456

[15] Rehnumun, s. 748

[16] Ahzap / 53

[17] Emsal ve Hikem, c. 4, Mihman sözcüğü

[18] Bihar, c. 72, s. 451

[19] Vesail’uş-Şia, c. 16, s. 456

[20] a. g. e, H: 2

[21] Mizan’ul-Hikme, c. 5, s. 525 (Bihar’dan naklen, c. 22, s. 384)

[22] Kenz’ul-Ummal, c. 16, s. 248

[23] Bihar, c. 72, s. 445

[24] a. g. e, 444, H: 1; s. 452, H: 6

index