GÜLER YÜZLÜLÜK VE GÜZEL HUYLULUK

 

Berrak ruhu, yüksek tabiatı ve cazibeli davranışı, “güzel ahlâkt”an daha cezzap resmedecek bir kelime belki de yoktur. Güzel ahlâk bir müslümanın en güzel dav­ranış unvanı ve bir müminin imanının kemale erdiği­nin ölçüsüdür. Öyle ki Allah Resulü de bu  yüce fa­zilet  ile süslenmişti.

Güzel ahlâkın bir kısmı güler yüzlülükte, bir kısmı güzel huylulukta ve bir kısmı da güzel söyle­yişte kendini gösterir. Bu üç mübarek ve kutsal gü­zelliği kazanır, onları gönül kalelerini açmanın anahtarı ve ilişkileri sağlamlaştırmanın sebebi yaparsak ne de güzel olur?!

Güler Yüzlülük

İki kişinin birbirleriyle karşılaşmasında, her söz ve hareketten önce, iki yüz karşı karşıya gelir. İki insanın karşılaşması ve bu yüzlerin karşı karşıya gelme niteliği, konuşma ve davranış tarzında önemli bir role sahiptir ve gönül kilitlerini fethetmenin şifresi­dir.

Güler yüzlülük;  hem bakışta, hem  gülüşte, hem konuşmada, hem de davranışta kendini gösterir.

Nice dostluk ve irtibatlar; ekşi yüz, asık surat ve çatık kaş ile bozulurlar. Diğer taraftan, tanışmaların ve dostlukların bir çoğu da sadece bir tebessümle başlar.

Açık ve güler bir yüzle birisiyle karşı karşıya gel­diğinizde, aslında onun eline dostluk ve muhabbet anahtarını vermişsiniz demektir. Tersine; asık bir yüz, çatık bir kaş ve ekşi bir surat, ilişki ve samimiyet pencerelerini kapatır.

Eğer bu güler ve açık yüzlülük, temiz ve ilahî bir niyetle olursa, muhabbeti oluşturan bir etki bırak­makla beraber, bir iyilik ve ibadet olarak da sayılır.

Burada İmam Bakır (a.s)’dan bir söz getirelim:

“İnsanın, müslüman kardeşinin yüzüne tebes­süm etmesi, bir hasenedir (hayırdır.)” [1]

Tebessüm, birçok dostlukların başlangıcı, birçok gam ve kederlerin silicisidir. Zahmetsiz, masrafsız, kolay, çok bereketli ve verimli olan bu işi yerine getirmekten kaçınan ve mutluluk gülü­cüklerini dudakları üzerinde ve başkalarının yüzle­rinde yaratmaya yanaşmayan insanlara şaşırmak gerekir.

Başkalarını güler bir yüzle karşılamanız, onların sizi, gönülden sevmelerine yol açar. Açık ve güler yüzlü olmak, başkalarının herhangi bir korku ve telaş hissetmeden size dostluk kapısını aç­maları ve gönül sofralarını önünüzde rahatça serme­leri hususunda  onlara yürek ve cesaret bahşeder.

Eğer güler yüzlülükle dostların ağır gam yükünü hafifletebilirseniz, yaptığınız  iş ibadet sayılır ve eğer bir tebessümle, birini mutlu edebilirseniz, Allah’a daha yakın olursunuz. Hafız’ın dediği gibi:

Bu bostanın gülleri sürekli taze kalmazlar,

Elinden tut zayıfların güçlü olduğun vakit.

Gamları Giderme

Eğer açık bir yüz ve samimi bir tebessüm, kalpten bir gam silebiliyorsa, neden bu iyilik esirgenilsin?

Bazıları gamın meydana gelmesine, bazıları da gamın  silinmesine sebep olurlar. İkinci grup insan­lar, değerleri pek bilinmeyen ilahî lütufların nişaneleridirler.

Sadî şöyle der:

Demiştim sen geldiğinde gönül gamlarını sana aça­cağım,

Ne söyleyeyim artık? Gönlümde gam kalmaz sen geldiğin vakit.

İnsanlar sevgiye muhtaçtırlar.

Bu susuzluk; iltifat ve güler yüzlülükten başka hiçbir şeyle giderilmez.

Eğer  başkasıyla ilk karşılaşmamızla; onun gamını mutluluğa, endişelerini emniyete çevirebiliyorsak, onun yüzüne mutluluk dünyasının pencerelerini aç­mışız demektir. Bu da Allah katında, hasene ve ibadettir. Yine Hz. Sadık (a.s)’dan şöyle bir hadis nakledilmiştir:

“Kim müslüman kardeşinin yüzünden bir sıkıntı ve üzüntüyü giderirse, Allah-u Teâla onun için on iyilik ya­zar.”[2]

Bu iyi işin acaba ne kadar zahmeti vardır?

Elbette sosyal ilişkilerde bu davranış; şefkatli bir kalp, dopdolu bir şefkat ve insan severlik sıfatını iste­yen bir sanat çeşididir. Başkalarını mutlu etmenin diğer bir yolu da gamları silmektir. Bazen bir karşı­lama, bakış, muhabbet, söz, hediye ve… ile bir insanı mutlu etmek ve sonuçta Allah da razı etmek mümkündür.

Burada, yine Şia’nın Sadık önderinden bir söz geti­relim:

“Her bir müslüman, bir müslümanı görüp de onu hoşnut ederse, Allah-u Teâla da onu hoşnut eder.”[3]

Güzel kelimelerle, güzel bir yüzle, güzel bir di­yalogla, birinin gönlü alınabiliyor ve mutlu edilebiliyorsa, neden güzel olmayan ve üzün­tüye sebep olan kelimelerle başkasının yüzü gam ve kederle doldurulsun ve onun acı günleri hatırlatılsın ve ümitsizliğe uğratılsın?

Birisinin üzerinden gam tozlarını giderebilen kimse hüner sahibidir.

Güzel Söyleyiş

İrtibatları daha istikrarlı, bağları daha samimi kı­lan güzel ahlâkın diğer dallarından biri de, gönle hoş gelen ve neşe bahşeden konuşma tarzıdır. Konuş­mada metanet, söyleyişte edep ve cümlelerde güzel­lik; kinden uzak kalplerin sıfatı, dindarların huyu ve ahlâkıdır.

İnsanın değerini ve varlık cevherini ortaya çıka­ran, dil ve açık beyandır:

Biri tahkir eder, biri teşvik.

Biri ayıpları arar, diğeri tahsin ve takdir eder.

Biri azarlar, diğeri kol-kanat olur ve ümit verir.

Bunlardan hangisi daha iyidir?

Acaba siz kendiniz nasıl bir dil ve beyana sahipsiniz? Acı mı, tatlı mı? Isırgan mı, merhem sü­rücü mü?

Acaba başkalarıyla sohbet ettiğiniz gibi, başkala­rının da sizinle o şekilde konuşmalarını ve muhatap olmalarını ister misiniz?

 Başkalarını ağırlamak, sürekli yemek, meyve ve tatlı ikram etmekle değildir.

Bazen ağırlamak, güzel bir söz ve liyakatli bir ko­nuşmayladır. Bu ikram, yemek ve ziyafet ver­mekten daha üstündür. Çünkü, güzel ve tatlı bir ko­nuşma ruhun gıdasıdır.

Bir “aferin”, “çok güzel”, “maşaallah” söylemek, ne kadar zor ve masraflıdır?

Bazıları, teşvik eden ve muhabbet meydana geti­ren bir kelimeyi söylememek için canlarını bile ver­meye hazırdırlar.

Konuşmada ve davranışta en güzel ahlâk ve edep örneği olan Allah Resulü’nden dinleyelim:

“Her kim, şefkatli ve gam gideren bir sözle mümin kardeşine ikramda bulunursa, o mümin kardeşi mutlu olduğu sürece, o sözü söyleyen, daima Allah’ın geniş rahmetinin gölgesi altında olur.”[4]

Başkasının güzel bir ameli dolayısıyla, “aferin, merheba” gibi teşvik edici bir söz söylemek de, bu tür iyi işlerdendir. Yine de Hz. Sadık (a.s)’dan bir söz dinleyelim:

“Her kim mümin kardeşine merhaba derse, Allah-u Teâla kıyamet gününe kadar onun için merhaba yazar.”[5]

İlahi mükafatın dışında, güzel söyleyişin; kalple­rin yumuşatılmasında, şefkatlerin celp edilmesinde ve irtibat­ların sağlamlaşmasında sos­yal etkileri apaçıktır.

Güzel konuşan kimse, başkalarından da aynı karşılığı görür.

“Bu cihan bir dağ ve fiillerimiz de bir nida!”

Şüphesiz, konuşma ve sözlerimiz de hayat dağla­rında yankı yapmakta ve onun güzelliği bize yansımaktadır.

Edepli konuşan birine karşı, başka­ları da edepli bir şekilde konuşurlar. Aksi takdirde… “Kesek atanın cezası  taştır.”

Hz. Ali (a.s) şöyle bir sözü var:

“Güzel hitap ediniz ki, güzel cevap işitesi­niz.”[6]

Başka insanlarla olan diyalog ve karşılaşma niteliğiğmiz, bize aynı sonucu döndürür. Edep, edep getirir; hakaret ve fuhuş da, kötü dil ve ihaneti peşinden geti­rir.

Güzel Huyluluk

Hz. Peygamber (s.a.a)’in davet ve risaletindeki başa­rısının sırrı; güzel ahlâkı, halka karşı güzel  davranışı ve cazip oluşu idi. O hazretin apaçık imtiyazı, güzel ahlâkın­dan doğan şefkat ve rahmetin mahzarı olması idi. Bu önemli ilaç; kalpleri cezp etti, düşmanları dost kıldı, kinleri şefkate çevirdi, kalpleri kalplerle, elleri ellerle kenetledi ve birbiriyle kaynaştırdı. İşte bundan dolayı Allah (c.c)’dan “Şüphesiz sen büyük bir ahlâk üzeresin”[7] madalyasını aldı.

Yumuşak söz, güzel davranış, edepli ve cazibeli söyleyiş, çok tahammül, ağırbaşlılık, sabır, güler ve açık yüz, güzel ahlâkın mahzar ve cilvelerindendir. Diğer bir ifadeyle; başkalarına muhabbet gösterdi­ğiniz, olaylarda sabırlı ve direnişli olduğunuz, öfke­nizi yendiğiniz, kendinizi kontrol ettiğiniz, kötülüğe iyi­likle cevap verdiğiniz, kabalıktan, düşmanlık yap­maktan, kötü dilden, hakaret ve küçük düşürmekten ve kibirden uzak durduğunuz vakit, güzel ahlâka sahipsiniz demektir.

Eğer Allah-u Teâla güzel ahlâk sahiplerine, cihat ve şahadet mükafatını veriyorsa, bu yersiz ve boşuna de­ğildir. Çünkü bu da, bir çeşit cihattır.

Peygamber-i Ekrem (s.a.a), işte böyle ahlâkî kemal ve güzel huyun tespiti ve yayılması için seçildi.

Bu, O’nun nuranî sözlerinden biridir:

“İnsan güzel ahlâkıyla, gündüzleri oruç tutup geceleri ihya edenlerin ma­kam ve derecesine ulaşır.”[8]

Müminlerin birbirlerini sevmeleri, çok önem ve değer taşımaktadır. Bu da güzel ahlâk sayesinde meydana gelir. Bu güzel ahlâk insanları birbirine bağlayan bir halkadır. Batı toplumlarında, diyalog ve davranışlar güler yüzle birlikte görünüyorsa da, o güler yüzlülükler yüzeysel ve zahirî hareketlerdir, kalbin derinliklerinden kaynaklanma­maktadır. Amerikalı ve Avrupalıların ahlâkı yapma­cıktır. Ama İslamî  ve imanlı toplumlarda, güzel ahlâk ve güzel diyalogların kökü akideye dayan­makta; insanlar yekpare ve samimi, şefkatli, birbir­lerine yürekleri yanan ve birbirlerini gerçekten seven insanlardır.

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:

“Müminin, müminle sükunet bulmaktadır. Nitekim susamış birinin kalbi de serin  bir suyla sükunete (rahatlığa) ermektedir.”[9]  

Batı ahlâkının neresinde bu durum bulunur?

Müslümanların birbirleriyle olan sosyal ilişkile­rindeki birlik ve samimiyetleri, sağlam ülfet ve derûni ilişkilerin gerçekleşmesi için fiziki vahdet ve yü­zeysel bağlılıktan daha fazla olmalıdır. Selam ve musafaha ile, sevgi tohumlarını eken ve kinleri gideren güzel bir ahlâk, güler bir yüz ve güzel bir diyalogla bu hayatî mesele gerçekleştirile­bilir.

Her müslümanın islamî ahlâka sahip olduğunun ölçüsü, başkalarıyla olan sosyal ilişkilerinde aranma­lıdır.

Güzel ahlâk, dinin ve İslamî davanın özü ve çe­kirdeğidir. Hz. Resul’ün buyurduğu gibi:

 “Ahlâkı daha güzel olanın imanı daha güçlü­dür. Peygamber’e daha çok benzeyen ve yakın olan kimse, ahlâkı daha güzel olan kimsedir.”[10]

Ve İmam Sadık (a.s)’ın tabiriyle:

“İlahî emirlerin yerine getirilmesinden sonra Allah katında en sevimli amel, insanın halkla iyi geçinmesi ve onlarla uyumlu olmasıdır.”[11]

Şüphesiz, konuşma ve davranışlarımız, şahsiyeti­mizin aynasıdır. Bu aynanın daha parlak ve şeffaf olması için çalışalım.

 

[1] Kafi, c. 2, s. 188

[2] a. g. e, 206

[3] a. g. e, 192

[4] a. g. e, 206

[5] a. g. e

[6] Gurer’ul-Hikem, c. 1, s. 139; Danişgah baskısı

[7] Kalem /4

[8] Mizan’ul-Hikme,c. 3, s. 140

[9] Bihar, c. 71, s. 280

[10] Mizan’ul-Hikme, c. 3, s. 142

[11] Kafi, c. 2, s. 100

index