SADAKAT

 

“Ey can o kimseye feda ki, kalbi diliyle birdir.”

İşte bu, sadakat cevherinin kendisidir; nerde olursa ol­sun ve kimde bulunursa bulunsun, nefis ve değer­lidir.

Ahlâkî kuralsızlıklar, ailevi ihtilaflar, dostlar ve ak­rabalar arsındaki kırgınlıklar ve hatta siyasi kavga ve nizaların çoğu, sadakatsizlik ve samimiyetsiz­likten meydana gelmektedir. Nifak da bir çeşit sada­katsizlik değil mi? Hile de, konuş­mada ve davra­nışta sadık olmamanın diğer bir cilve­sidir ve…

Evlilik olayının ilk aşamalarında, verilen sözler, iddialar, vaatler, gösterişler ve cevaplarda sada­kat­sizliğe kökleri dayanan boşanmalar az değildir. Bundan dolayı sadakat; dostlukların, ortaklıkların, evliliklerin, si­yasi mücadelelerin ve… üzerinde ku­rulabileceği en sağ­lam temeldir ve onun olmaması halinde, bütün bu kurumlar yok olmak ve parçalanmakla karşı karşı­yadırlar.

Sadakatin Cilveleri

Konuşmasında doğru ve sadık olan biri, ister ciddi ister şaka olan yalandan kaçınır.

Dostlukta sadık olan biri, dostluk ilkelerine bağlı­ kalır. Özveri ve fedakarlık, hatalara karşı göz yumma, sert davranış  ve cefalara tahammül, ihtiyaç va­kitleri ve sıkıntılarda birliktelik, dert ve sorunlarda hemdert olmak sadık dostun vasıflarındandır.

“İman”da sadık olan biri; nifak, iki renklilik ve riya­dan kaçınır.

“Zühd”de sadık olan biri, riyakarca ve halkı aldatmak için, zahitlik, sade yaşayış ve dünyayı terk etme tezahüründe bulunmaz. Sadî’nin dediği gibi:

Dünyayı terk etmeyi halka öğretirler,

Kendileri para ve tahıl toplarlar.

Eleştiri, nasihat, tebliğ ve irşatta sadık olan  biri; ameli konuşmasının aynası, davranışı ise söylediği­nin şahidi olur. Yoksa Hafız’ın dediği gibi:

“Tövbeyi buyuranlar, neden kendileri daha az tövbe ederler?”

“Ahitte sadakat” ise, söylenenlere, kararlara ve sözlere vefa göstermektir.

Bu tür sadakatler, müslümanlığın şartı ve ölçüsü, şeriatın sahibi olan Hz. Muhammed (s.a.a)’e fikrî ve amelî olarak yakınlığın işaretidir. Nitekim O’nun kendisi şöyle buyurmuştur:

“Yarın durakta (kıyamet gününde) bana en yakın olanınız; sö­zünde daha sadık olan, emaneti daha iyi yerine ulaştıran ve ahdine daha ve­falı olanınızdır...”[1]

Allah Peygamberi (s.a.a)’in buyruğuyla: Konuş­mada doğruluk, emanete riayet ve ahde vefalı kalmak, sadakatin nişanesi ve O Haz­rete yakınlık ölçüsü olduğu gibi; yalan konuş­mak, hıyanet ve vefasızlık da, O sadık, emin ve vefalı Resul’den, fer­sahlarca uzaklık nişanesidir.

Sosyal Alanda

Toplumları ayakta tutan şey, insanların birbirle­rine olan itimatlarıdır. Bu kurumu sağlam ve istik­rarlı hale getiren, insanların birbirlerine karşı göster­dikleri sa­dakattir. Eğer sadakat ve doğruluk bir top­lumdan göç ederse, yaşam da zor, güvensiz, acı ve çileli olur.

Acaba, siz göründüğünüz gibi misiniz?

Acaba, başkalarına karşı fikirlerinizi, psikolojinizi ve yaşamınızı gösterdiğiniz gibi misiniz? Sahip olduğunuz ya­şamını­z olduğu gibi midir?

Bayezid Bestamî adlı şair şöyle der:

Ya olduğun gibi görün,

Ya da göründüğün gibi ol.

Ve bu, yani “sadakat.”

Ey batını takvadan çıplak olan,

Dıştan riya elbisesi giymişsin.

Yedi renkli perdeyi bırak,

Senin ki evde hasırın var.

İki yüzlüler de sadakatsizdirler. İçleri ve dışları bir değil, söz ve amelleri birbirine uymaz, başkalarıyla olan diyaloglarında, yüz yüze ve arkalarındaki davranışları farklılık arz eder. Zahirde ve yüze karşı, dostluk ve ihlas izhar ederler, ama arkada, gıybetten, dedi­kodudan, iftiradan, ayıpları ifşa etmekten, küçük dü­şürmekten ve hakaret et­mekten çekinmezler. Eğer bu nifak değilse, peki nedir?

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur:

“İki yüzü ve iki dili olan kul, ne de kötü kuldur! Müslüman kardeşini huzurunda över, ancak arkasında (gıybet etmekle) onu yer.”[2]

İki yüzlüler hem dünyada haysiyetsizdirler, hem de ahirette ilahî azaba duçardırlar.

Gerçek dışı züht, gösterişli ibadet, gerçek olmayan tövbe, gösteriş amaçlı harcamalar, yağcılıklar, insanları aldatan dalkavukluklar, buğday göstererek arpa satmalar ve… hepsi toplumsal yaşamda sadakat cev­herinden yoksun olmanın alametleridir.

Farsça’nın zengin edebiyatı; riyakar­ların, iki yüzlülerin, avamı kandıranların, iki renklilerin elin­den çekilen sızlamalar ve yakınmalarla doludur. Su­ret güzelliği işe yaramaz, siret güzelliği kemali arayanların istediği şeydir. Hatta bazıları zahirde imanlı ve mezhebî bir çehreye sahiptirler, ama sosyal ilişkilerde hile, sahte­karlık, tecavüz ve yalandan kaçınmazlar. Bunların itaat ve ibadetleri de dertlerine deva olmayacaktır. Sadî’nin dediği gibi:

İbadet sadece alnı toprağa koymak değil,

Sadakat göster, çünkü ihlas alınla değil.

Bu şiir, şu hadisin içeriğidir:

“Şahısların uzun rüku ve secdelerine bakma­yınız. Çünkü, onlara adet etmiş olabilirler. Onların doğru konuşmalarına ve emanete riayetlerine bakınız.”[3]

Sadıklarla

Kur’ân-ı Kerim, “sadıklarla beraber olun” diye em­ret­mektedir. (Kûnû Mea’s- Sadıkîn).[4]

Diğer taraftan enbiya ve büyüklerden bazılarını “sıddîk” (işi ve sözü doğru olan) ve “sadık’ul-va’d” (vadine sadık) unvanıyla anmaktadır. Hz. Fatıma (a.s)’ın lakabı da “Sıddika” idi. Sadakat nimeti, Allah tarafından bazı insanlara verilmiş bir hedi­yedir. Allah (c.c) sıddıkları; şehitler, peygamber­ler ve sa­lihlerle birlikte saymıştır.

İmam Sadık (a.s)’ın buyurduğu gibi; sosyal ve ahlâkî me­sele­lerde bütün pey­gamberlerin davet levhaları başında, “doğru sözlü olmak” ve “emaneti sahibine iade etmek” yer almıştır.

“Allah-u Teala, bütün peygamberleri, doğru sözlü olmak ve emaneti, ister iyi olsun ister kötü sahibine geri çevirmekle mebus kılmıştır.”[5]

Yine O Hazretten nakledildiğine göre; Hz. İsmail (a.s)’a, “Sadik’ul-Va’d” (vaadine sadık) den­mesinin sebebi, birisiyle bir yerde görüşmek için randevulaşmış, ran­devu yerine giderken (bir sene civarında) uzun bir süre orada beklemiş. Bundan dolayı Allah Teala onu, “Sa’dık’ul-Va’ad” olarak ad­landırmıştır.[6]

Siyasi Sadakat

Doğruluk ve sadakat sadece bireysel bir davranış, ya da ailevî ilişkilerde ve dostluklarda göste­rilen bir ahlâk değildir. Sosyal alanda, siyasi faaliyet­lerde ve önemli şahsiyetlerin pratik hayatla­rında da geçerli bir kanundur.

Kimi zaman bazı insanlar, gösteriş ve şöhret sa­hibi olabilmek için mücadelelere girerler. Kendilerini inkılabî bir şahsiyet olarak göstermeye çalışırlar. Ba­zıları da, ahitleri, mesuliyetleri, dini hassasiyetleri ve insanî bilinçlerinden dolayı mücadelelere atılırlar.

Bazıları sahtekarlıkla; halk sever, halkı himaye, mazlum ve mahrumları savunma sloganları atarlar.

Bazıları da, gerçekten yürekleri halk için çarpar, halka sadakatle  aşk duyar ve onların kurtuluşu, refahı ve mutlulukları için çalışırlar.

Bazıları halkın sempatisini kazanmak, oylarını kapmak için söz vermelere başlar ve halkı kendi taraf­larına çekerler. Bazıları da sadakatle vazifeyi eda etmek ve halkına hizmet yapmak için seçim mey­danına atılırlar.

Siyasi şiar ve inkılabi sözlere aldanan ve farkında olmadan sadakatten yoksun kişilere cezp olan nice gençler vardır.

Gençleri elde etmek için, İran inkılabının evvelindeki bazı grupların faaliyetleri, Filistin’deki bazı parti ve örgütlerin  inkılabi yüzlü liderleri, bu hilebazlıkların ve aldanmaların birer örnekleridir.

Siyasi sadakat; siyasi alanda faal olanların yapmış oldukları amel, şiar, hedef ve tepkilerinin, imana, sorum­luluk bilincinden edindikleri ilhama ve Allah’ın rıza­sını ka­zanmaya dayalı olması; her çeşit siyasetçi­lik, yalan, sahtekarlık, iftira ve hakikatleri gizleme­den uzak durmak, hak mevzisinde istikamet göstermek, menfaatçi­lik keşmekeşine ve inhisarcılığa kapılmamaktır.

Kendi asıl hedeflerini bir siyasi faaliyette halktan gizleyen ve aşama aşama hareket etmekle halkın sadakatinden su istifade edenler, saygın insanla­rın maka­mını, kendi arzularını  ve hedefleri doğrultusunda kullananlar ve sonuçta, kendilerini haktan daha çok düşünenler, sadık değillerdir. Siyasi sada­kat; “hedef, vesileyi meşru kı­lar” mantığı ve sloga­nından kimsenin yaralanmaması ve kendi siyasi faaliyetlerinde meşru çerçeveye, hakka, prensiplere ve değerlere bağlı kalmalarıdır.

Alevi siyaset ile Muaviye siyaseti arasında olan fark, bu meselede de vardı. Muaviye, kendi maksadına ulaşmak için, şeraite aykırı olan hiçbir yalan, hile ve hıyanetten çekinmezdi. Ama İmam Ali (a.s)’ın Emeviler gibi davranmasına mani olan şey, şeriata bağlılığı ve siyasi sadakati idi. İmam (a.s)’ın, Muaviye’nin bir gün bile işbaşında kalmasına tahammül etmemesine ve bazıla­rının uzlaşma yoluna gidilmesini önermelerine rağmen onu azletmesine sebep olan şey, işte siyasi sa­dakatti. Yoksa, hükümeti­nin temellerini sağlamlaştırabi­lir, Muaviye ile siyasi muamele yapabilir, sonra da onu kenara itebilirdi.

Şeffaf bir tavır takınmak -elbette amelde, sa­dece sloganda değil- ve gizli iş çevirmelerden uzak kal­mak, siyasi sadakatin diğer örneklerindendir. Ali (a.s) askeri güçlerine yazmış olduğu bir mektupta şöyle buyur­maktadır:

“Bilin ki sizin üzerimde olan hakkınız, sizden savaş hali dışında hiçbir işi gizlememem, Allah’ın hükümlerini icra etme dışında hiçbir işi sizlere danışmadan yapmamam, hakkınız olan bir şeyi yeri gelince ertelememem, yapmadıkça durmamam ve hakkınızı eşit şekilde vermemdir. Benim sizin üzerinizdeki hakkım ise bana itaat etmeniz, çağırdığımda kaçınmamanız, hayrınıza gördüğüm işleri yapmakta kusur etmemeniz, hak uğruna zahmetlere girişmeniz ve sıkıntılara katlanmanızdır.”[7]

Konuşmada doğruluk ve faaliyetlerde sadakat, in­sanları gönüllerin sevgilisi ve halkın  emin kişileri haline getirir. Tersine, yapmacık tavırlar, gösteriş, riya, nifak ve yalan da insanı toplumda itibarsız ve Al­lah katında kovulmuş bir hale getirir; hem sosyal bağları koparır, hem de gü­vensizlik ortamı oluşturur. Üstelik, sadakatten uzak insanlar, iki yönlü kişiliğe duçar olur ve  zıt şahsi­yetli olurlar. Onların yalanı, nifakı ve riyakar­lıkları açığa çıktı­ğında vicdan azabına duçar olurlar. Ama sadık, dürüst ve ihlaslı fertler, hem vic­danen rahat­tırlar, hem de gösterdikleri faaliyetler dışında önlerine bir şeyin gelmeyeceğinden emindirler. Bu yüz­den, gizli yüz ve kapalı kötülüğün meydana çık­ması gibi bir endişeleri de yoktur.

Hesabı temiz olanın hesap vermekten ne kor­kusu olacaktır!...




[1] Lealî’l-Ahbar, c. 5, H: 253

[2] Bihar, c. 73, s. 203

[3] Kafi, c. 2, s. 105

[4] Tevbe / 120

[5] Kafi, c. 2, s. 104

[6] a. g. e, 105

[7] Nehc’ul-Belağa, S. Salih mektup: 50

index