TAKDİR VE TEŞEKKÜR

 

Sosyal ilişkilerde sevgiyi meydana getiren ve iliş­kileri sağlamlaştıran sebeplerden biri; halka teşekkür etme, onları takdir etme ve onların haklarını tanıma ruhuna sahip olmadır.

Teşekkür ve takdir, daima nimet karşılığında­dır. Nimet ve iyilik de, ya direk Allah (c.c) tarafından bize ulaşır ya da Allah’ın kulları vesilesiyle mey­dana gelen hayır ve iyilikten yararlanmak suretiyle  ilahî nimetlere muhatap oluyoruz.

Allah’a şükrün, halka teşekkür etmekle çelişkili olduğu düşünülmemelidir. Aksine, kimi za­man ilahî şükür; halka yapılan teşekkür, onları takdir ve onların hakkını tanıma sayesinde gerçekle­şir. Allah-u Teala, bu çeşit teşekkürlerden razı­dır. Hatta onu emir bile etmektedir.

Öyleyse, şükür konusu, sadece ilahî nimetlere kar­şılık zikreden bir dil, şükreden bir kalp ve şükür secdesi ile Allah’a yapılan bir şükürle sınırlı değildir. Belki, şükrün  cilvelerinden biri de, halktan bize ulaşan nimet ve iyiliklerle ilintilidir; onlara karşı da şükretmemiz gerekir.

Nimetin Cilveleri

Şükürde birinci adım nimeti tanıma, ikinci adım ise nimet sahibini tanımadır. Bu iki tanıma, insanın kal­binde içsel bir duyarlılık meydana getirerek kişiyi, nimet ve sahibine karşı kadir bilen ve teşekkür eden biri yapar. Şükreden kullar olmamız ve nimetlerin hakkını eda edebilmemiz için, önce­likle karşılaştığımız Al­lah’ın nimetlerini -gerek aşi­kar ve apaçık olan, gerekse gizli ve bilinmeyen ni­metleri- tanımamız gerekir.

Halka teşekkür etme de, başkalarından bize ula­şan maddi ve manevi nimetlere teveccüh etmektir. Teşekkür haletinin bulunduğu ilk adım, onlara oranladır. Bu örneklerlerden bazıları şunlardır:

Yetişme ve terbiyemizde asıl rol sahibi olan anne ve baba.

Eğitim ve öğretimimizde büyük çaba sarf eden öğ­retmenler ve hocalar.

Bizi din, Allah, Kur’ân ve islamî ilimlerle tanıştı­ran ve hidayetimize vesile olanlar.

Bizim yetişmemizde ve iyi insan olmamızda payı olanlar.

İlmi, ameli, idari, iktisadî başarılarımızda ve mutluluk ile emniyeti­mizin sağlanmasında payı bu­lunanlar.

Toplumsal güvenliğimizi sağlayanlar.

Sıkıntılarda yardımımıza koşan ve sorunlar esna­sında dertlerimizi paylaşanlar.

Halkın yaşam ve refah vesilelerini hazırlayan iş­çiler, çiftçiler, hayvan yetiştirenler, bağcı ve bahçı­vanlar, üreticiler, sanatçılar, keşifçiler….

Fikir ve görüşleriyle işlerimizde bize yardımcı olan dost.

Derslerde bize yardımı dokunan sınıf arkadaşı.

İhtiyaç vaktinde yardım etmekten geri kalmayan bir komşu.

Düşünce ufkumuzu genişletmek, ilim ve kültü­r seviyemizi yükseltmek için çalışan yayın organları ve haber merkezleri.

Herhangi bir şekilde onların sayesinde fayda gör­düğümüz ve nimetlendiğimiz onlarca ve hatta yüz­lerce şahıs, grup, sınıf, kurum ve merkezler.

Hizmet eden ve çaba gösterenlerden, hizmet ve zahmetlerine karşı takdir etmek, onları yaptıkları işlerde daha azimli ve daha samimi hale getirdiği gibi, takdir ve teşekkür etmemek de onları gevşetir, ümitsiz kılar ve ça­lışmalarından soğutur.

İyilik edenlerden; takdir, teşekkür ve hak tanıma kültürü, İslam öğretilerinden ve dinî prog­ramlardandır. Bu kültür halkın arasına ne kadar yerle­şirse; toplumda hayratın yaygınlaşmasını, iyilik ve ih­sanların artış ve sürekliliğini sağlar.

İslamî rivayetlerde, hem halka iyiliklerinden do­layı teşekkürde  bulunmak tavsiye edilmiş, hem de nan­körlük ve kadir tanımazlık kınanmıştır ve iyiliklere nankörlük edenler “hayrın yol kesicileri” olarak gös­terilmiştir.

İnsanlara Teşekkür Etme

Başkalarından bize ulaşan iyiliklere üç şekilde karşılık verebiliriz:

1- Mükafat ve telafi (bu en iyi karşılıktır).

2- Dil veya kalemle teşekkür.

3- Teşekkür etmemek ve kıymet bilmemek (bu da en kötü karşılıktır).

Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Kendisine bir iyilik ve ihsan yapılan birisinin, iyilik edene uygun ve güzel bir şekilde iyilik yapması ve iyiliklerine karşılık vermesi bir vazifedir. Eğer pra­tik bir karşılık ve müka­fat veremiyorsa, ona layık bir te­şekkür ve güzel bir takdirle karşılık versin. Eğer sözlü bir teşek­kürde de bulunamıyorsa, en azından nimeti tanısın ve nimet verene sevgi beslesin. Eğer bunu da beceremiyorsa, o zaman o nimete layık değildir.”[1]

Başka bir rivayette, İmam Bakır (a.s)’dan şöyle rivayet edilmiştir:

“Kim kendisine yapılan iyilik miktarınca iyilik yaparsa, o iyi­liği telafi eder. Kim bir o kadar daha eklerse şâkir olur (hakkınca teşek­kür eder.) Kim de (yapılan ihsana karşı) teşekkür ederse, kerim olur. Kim yaptığı her iyiliği, kendisine yapmış olduğunu bilirse, halkın teşekkürünü ve ona karşı dostluk ve muhabbetlerinin çoğalmasını beklemez. Öyleyse kendine yaptığın ve onunla kendi haysiyetini koruduğun ihsan karşısında başkasının övgüsünü umma..”[2]

İmam Rıza (a.s)’dan da şöyle rivayet edilmiştir:

“Kim ihsanda bulunan kullara teşekkür etmezse, Allah’a şük­retmemiştir.”[3]

Bu hakikat, çeşitli tabir ve değişik şekil­lerle İslami rivayetlerde gelmiştir.

İmam Seccad (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir:

“Allah’a en çok şükredeniniz, halka karşı daha çok teşekkür eden kimsedir.”[4]

Hz. Peygamber (s.a.a)’den şöyle buyurduğu nakledil­miştir:

“Halka teşekkür etmeyen, Allah’a şükür etmemektedir.”[5]

İmam Kazım (a.s)’dan da şöyle nakledilmiştir:

“Allah-u Teala, şükreden kullarını sever. Allah Teala, kı­yamet günü bazı kullarına şöyle hitap edecek: “Acaba falan şahsa teşekkür ettin mi?” Ce­vaben diyecek ki: “Ey Rabbim! Ben sana şükrettim.” Allah Teala buyuracak ki: “Eğer ona te­şekkür etmemişsen, o halde bana da teşekkür etmemişsin.”[6]

İmam Seccad (a.s) “Hukuk Risalesi” adlı kita­bında, size bir iyilikte bulunmuş olanın hakkı ve ona karşı görevinizin ne olduğu hakkında şöyle buyur­muştur:

“Sana iyilik edenin senin üzerindeki hakkı, ona teşekkür et­men, iyiliğini anman, hakkında güzel sözler yayman ve Allah ile kendi aranda onun için halisane dua etmendir. Böyle yaptığında gizlide ve açıkta ona teşekkür etmiş olursun; yaptığı iyiliği telafi etmek mümkün olursa telafi et; mümkün olmazsa fırsat bulup bu iyiliğin karşılığını vermeye hazırlan.”[7]

Ana-babaya Teşekkür

Allah-u Teala, bütün nimet sahipleri arsında, ana-babanın iyiliklerini özelikle annenin çocuğuna yap­tığı hizmetleri ve çektiği zahmetleri zikretmiş ve ana-babaya yapılması gereken şükrü, kendisine ya­pılan şükrün yanında anmıştır. Hak Teala’nın insana yaptığı hikmetli öğütlerden biri de işte budur. Kur’ân-ı Kerim’de yüce Allah’ın, insana, ana-babasına iyi­lik yapmasını tavsiye etmiş,  özelikle anneyi hatırla­tarak; bütün o zayıflığına rağmen nice zahmetlerle çocuğunu karnında taşıdığını, onu doğurduğunu, ona süt verdi­ğini, onu sütten kesme zamanını belirtmiş ve: “…bana, sonra da  ana-babana şükret!”[8] diye tavsiyede bulunmuştur.

 Allah’ın bu kadirşinaslığı ve annenin zahmetle­rini ayrıntılı olarak zikretmesi ve bu hususta öğütler ver­mesi, insanın ana-babasına karşı kadirşinas ve şakir ol­ması içindir. Bu konuyla ilgili olarak İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s)şöyle buyurmuştur:

“Annenin senin üzerindeki hakkı şudur: Bilmelisin ki, o hiç kimsenin diğerini taşımadığı bir yerde (karnında) seni taşımıştır. Hiç kimsenin başkasına vermediği kendi yüreğinin meyvesinden sana yedirmiş ve seni seve seve kulağı, gözü, eli, ayağı, saçı, derisi ve (kısacası) bütün azalarıyla korumuştur. Hamilelik döneminin bütün zorluk, dert, elem ve gamlarını yüklenen de yine o olmuştur. Sonra Rabbin seni ondan ayırıp yeryüzüne getirmiştir. Aç kalıp seni doyur­maya, çıplak kalıp seni giydirmeye, susuz kalıp sana su vermeye, güneşte kalıp seni gölgede tutmaya, zorluklar çekerek seni nazlıca yetiştirmeye, uykusuz kalarak seni tatlı tatlı uyutmaya razı olan yine o olmuştur. Karnı sana yuva, eteği örtü, göğsü su kabı, canı siper, dün­yanın sıcaklık ve soğukluğuna, senin için biz­zat kendisi tahammül eden yine de o olmuştur. Öyleyse bu iyilikler miktarınca ona teşekkür etmelisin. Bunu Allah'ın yardımı olmaksızın yapman mümkün değildir.”[9]

Acaba, ana-babanın, özellikle annenin üzerimizdeki olan bunca haklarına rağmen, onun varlığının değerini biliyor, çektiği zahmetlerine karşılık teşekkür ediyor, bizim için çektikleri sıkıntıları ve yaptıkları feda­karlıkları hatırlıyor muyuz? Acaba, anneye teşekkür, sa­dece bir tebrik kartı, bir takdir levhası, bir fotoğraf kartı ve normal bir merasimle mümkün olur mu? Acaba, Allah’ın “ana-babanıza te­şekkür ediniz” emrini yerine getirmiş ve ona itaat etmiş olur muyuz?

İmam Rıza (a.s)’dan şöyle bir söz nakledilmiştir:

“Ana-babasına şükretmeyen, Al­lah’a şükretmemiştir.”[10]

Hayrın Yol Kesicileri

Daha önce, insanlara teşekkür etme­menin, onların hayır işlerde azimlerinin gevşemesine ve bu işler­den soğumalarına sebep olduğunu söylemiştik. Elbette, halka iyilik ve ih­sanda bulunanların vazifesi, bu amellerini Allah için yapmaları, mükafatlarını Al­lah’tan beklemeleri ve insanların kadir bilmezlikleri­nin kendilerini soğutmamasıdır.

Nehc’ül-Belağa’da şöyle geçmektedir:

“İyiliğine teşekkür etmeyen, seni iyilikten so­ğutmasın...”[11]

Bu, meselenin bir boyutudur. Ama diğer taraftan; hizmet, ihsan ve iyiliklerden yararlanan insanların da vazifeleri vardır. İnsanlar, eğer takdir ve teşekkürle, kendi ehliyet ve liyakatlerini göstermeseler, nimetin kesilme­sine ve iyilik edenlerin hayırlı işleri yerine getirmekten vazgeçmelerine sebep olacaklar. Bu tu­tum, rivayetlerde hayırlı işlerde bir çeşit “yol kesicilik” olarak gelmiştir.

İmam Sadık (a.s)’dan şöyle rivayet edilmiştir:

“İyilik ve hayır yolunu kesenlere Allah lanet eder. Hayrın yolunu kesenler, kendisine bir iyilik yapıldığı halde ona teşekkür etmeyen ve nankörlük eden kimselerdir. Sonuçta, iyilik edeni, başkalarına iyilik yapmaktan alıkoymaktadır.”[12]

İyilik yapanlar, yaptıkları iyiliklerin takdir edilme­diğini, hatta daha kötüsüyle, yani iyiliklerine kötülükle karşılık verildiğini görünce: “Tuzu olmayan bu el kuru­sun” derler ve iyiliğin kadrini bilmediklerinden dolayı artık başkalarına iyilik yapmamaya karar verirler.

Salih amellerin boşa gitmesi, iyilik ve ihsanların zayi olması bazen de bu şekildedir. Bir hadiste Emir’ul-Müminin (a.s), beş şeyi boşa gitmiş ve heba olmuş olarak say­maktadır. Bu cümleden; tuzla kaplı olan bir yere yağmu­run yağması, aydınlık olan günde lambanın yakılması, tok insana yemeğin ısmarlaması ve bunlardan biri de teşekkür etmeyen birine iyiliğin yapılması.[13]

Teşekkürün Etkileri ve Sonuçları

Teşekkür etmemenin kötü etkileri ve olumsuz so­nuçları olduğu gibi, teşekkür ve takdir etmenin de parlak ve semere bahşeden sonuçları vardır.

Söz edildiği gibi, takdir ve teşekkür hem yakınlık, muhabbet ve samimiyet meydana getirir, hem iyilik yapma kültürünü yaygınlaştırır, hem de Allah’ın  rı­zasını kazanmaya sebep olur. Dinî tavsiyelerde, hem iyilik sa­hiplerine ve yapılmış olan iyiliklere teşekkür etmek is­tenmiş, hem de iyilik sahiplerinin, şükre­denlere daha çok ihsan ve iyilikte bulunmaları tavsiye edilmiştir.

İyilik edenlere teşekkür  ve teşekkür edenlere daha çok iyilik aynı anda ve karşılıklı olarak pratik hayata ge­çirilirse, toplum, iyilik etmeye, hizmete ve büyük fedakarlıklara daha çok yönelecektir.

İmam Sadık (a.s)’ın rivayetine göre Tev­rat’ta şöyle yazılmıştır:

“Sana nimet verene karşı teşekkür et ve sana teşekkür edene bağışta bulun. Çünkü nimetler şükredilirse, yok olmazlar; nankörlük edilirse baki kalmazlar. Şükür ve takdir, nimetlerin artış sebebi ve de­ğişmemelerinin güvence­sidir.”[14]

Teşekkür ve takdir etme dilinin varlığı, kalplerin yumuşaması, sıcak ilişkilerin artması, kırgınlık ve düş­manlıkların kalkmasını sağlar.

Önemli olan, toplumda böyle bir terbiyenin ol­ması ve böyle bir kültürün yaygınlaşmasıdır. Bunun için bir miktar tahammül, sabır ve dayanıklılık gös­termekle; bir miktar da mas­raf ve gerekli har­camalara girmekle ya da sözle, yazıyla, tele­fonla, hediye göndermekle, derece yükseltmekle, ödül vermekle, sevgi ibraz etmekle, önemsemek ve teveccüh etmekle, yapılan iyi işlerin değerini bilmekle; toplumdaki iyi ve layık insanlardan tak­dir ve teşekkür edebiliriz.

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Senden hoşnut olana şükretmen, onun senden hoşnut olmasını ve vefalı kalmasını artırır. Sana gazap edene şükretmen, onun sana fayda vermesini ve merhamet etmesini sağlar.”[15]

İnsanlara teşekkür etme meselesi, teşvik kültürüyle irtibatsız değildir. Bu konu hakkında önceki konu­larda bahsedildi.

Sürekli; kötülüklerden, kusurlardan ve ayıplardan yakınmama ve şikayet etmeme ahlâkına sahip olma­mız ne güzeldir! Aynı zamanda iyilik gören bir göze de sahip olmalıyız; çocuklarımıza, eşlerimize, dostları­mıza, iş arkadaşlarımıza, topluma hizmet edenlere, toplumsal ya­şamın imkanlarını hazırlamak için çalı­şan, zahmet çeken ve fedakarlık gösterenlere, yapa­bileceğimiz her şekil ve her dille takdir ve teşekkür etmeliyiz…  Çünkü iyilik edenlere ve iyiliklere te­şekkür, iyiliklerin çoğalmasını sağlamak demektir!



[1] Bihar, c. 68, s. 50

[2] a. g. e; (Tuhaf’ul-Ukul, s. 611)

[3] Mizan’ul-Hikme, c. 5, s. 153

[4] a. g. e, 148

[5] Nehc’ul-Fesahe, H: 1202

[6] Kafi, c. 2, s. 99

[7] Mekarim’ul-Ahlâk.422

[8] Lokman / 14

[9] Mekarim’ul-Ahlâk, s. 421; (Tuhaf’ul-Ukul, s. 529)

[10] Mizan’ul-Hikme, c. 5, s. 154, hadis: 9639

[11] Nehc’ul-Belağa, hikmet: 195

[12] Vesail’uş-Şia, c. 11, s. 539

[13] Bihar, c. 68, s. 47

[14] a. g. e, 55

[15] Gurer’ul-Hikem (Mizan’ul-Hikme’nin nakliyle, c. 5, s. 152)

index