TEŞVİK

 

Her ne kadar teşvik ve tembih konusu, eğitsel ko­nularda geçmişse de, teşvik edici ahlâk, başlı başına sosyal ilişkilerde ve başkalarıyla olan diyaloglarda iyi bir metot olduğu için ayrıca ele alınması gereken bir konudur.

İnsan ve Teşvike İhtiyaç

Genelde bütün insanlar, nefis sevgisi içgüdüsüne sahip oldukları için, inayet ve ilgi beklerler. Bu ihti­yaca teveccüh etmek, ifrata varmayacak ve kötü etkilere yol açmayacak hadde olursa, insanların davranışla­rını değiştirmekte bir âmil olur ya da insanlarda çalışma etkeni icat eder.

Birini teşvik ettiğimiz ya da sahip  olduğu bir sıfat ve yerine getirdiği bir iş için övdüğümüzde, ger­çekte onun sevgi hissini artırıyoruz. Bu, hem gü­zellik ve muhabbet yaratır, hem niyet ve amaç meydana getirir, hem de onları takviye eder.

Teşvik lafzından da anlaşıldığı gibi teşvikin ma­hiyetinde aşka getirmek ve rağbet ettirmek gizlidir. Ancak bu iş, genel anlamda şahısların ruhî yapılarını ve psikolojik hasletlerini tanımamızı ve özelde de ferdin ruhî yapısını bilmemizi gerektirir.

Teşvikte; öyle bir kelime, metot ve usul takip edilmeli ki, şahsın içinde, şevk, niyet ve sevgi oluştursun ve bu içsel tahrik onu dışsal çabalara yö­neltsin. Yani sadece bir dışsal tahrik kalmasın.

Bazıları, başkalarını teşvik etme hasletine sahip değiller. Her ne kadar, kendileri, sürekli başkaları tarafından teşvik ve takdir edilmeye hevesli iseler de, bencillik, gurur, haset veya başka nedenlerden dolayı asla başkalarının iyilikleri üzerine dillerinden övgü ve takdir çıkmaz ve tek bir teşvik edici kelimeyi söylemek onlar için çok ağır gelir.

Bazıları da, öyle bir şekilde terbiye edilmişler ki, başkalarını takdir etme ve iyiliklerini yad etmeye dilleri rahatça varır, iyileri teşvik ve takdir etmek, kendilerine zor gelmediği gibi bu işten lezzet alırlar. Ve … bu iki tip insan arasında ne kadar fark vardır!

Güzel bir dil ve teşvik edici bir söze sahip olmak, Allah’ın bir hibesidir; ruhî kemalin, yüksek himmetin ve insanların rüşte ve iftihara olan ilgilerinin nişanesidir. İyilikleri ve iyilik edenleri teş­vik etmek, iyi amellerin meydana gelmesi için daha güzel bir ortam oluşturmakta; kötü­lere ve kötülüklere  karşı ise gayr-i müstakim olarak engelleyici tesire sahiptir.

Eğer bir toplumda, iyiyle kötü arasında bir fark koyulmuyor, liyakatli bilge ve fedakarlarla al­çaklara aynı gözle bakılıyorsa, bu, ahlâkî çöküşün ve toplumsal değerlerin iflas sebebidir. Salihler ümitsiz olur ve soğurlar, fasitler de küstahlaşır ve cüret bu­lurlar. Bu söz, Hz. Ali (a.s)’ın sözüdür. Malik Eşter’e yazmış olduğu ahitnamede, onu, bu değer bilmeye ve salih kimselere değer vermeye davet etmektedir:

“Nezdinde iyilik edenle, kötülükte bulunanın yeri, aynı düzeyde olmasın; çünkü onları bir görmek, iyilik edenleri iyilikten vazgeçirir; kötülük edenleri de kötülüğe teşvik eder; bunlardan her birine karşı layık olduğu muameleyi yap.”[1]

Davranış, saygı ve teveccüh türlerinde, iyiyle kötü arasında fark koymak adalet ilkesine zıt olmadığı gibi, aksine, toplumu ıslah etmeye doğru yönlendir­mek, iyiliklere ve iyilere değer vermektir. İnsanla­rın amellerinin farklılığı üzerine yapılan bu ayırım, hem ev içerisinde ve çocukların arasında mümkündür, hem okullarda öğrenciler arasında mümkündür, hem de memurlar, askerler, işçiler ve diğer sınıflar arasında mümkündür.

Amel ve Teşvik Tenasübü

Hem tembih ve kınama konusunda, hem övgü ve teşvik konusunda, etkilerini gösterebilmeleri için yapılan iş ile teşvik ölçüleri arasındaki tenasübe dik­kat edilmelidir. Bu tenasüp olmazsa, ya ifrat olur veya tefrit; her ikisi de zararlıdır. Elbette bu ifrat ve tefritten her birinin, teşvik ve övmede kökleri ve sebepleri vardır.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Hakkedilenden fazla övgü, dalkavukluk­tur; hakkedilenden vazgeçmek (övmemek) de, acizlik ya da hasettir.”[2]

Bu söz, yapılan işle teşvik ilişkisinin ifrat ve tefrit boyutu hakkında bir hatırlatma yapmakta ve onun köklerine işaret etmektedir. Övmede aşırılık, ya ce­haletten veya eşya ile işlerin gerçek değer ve kıymetle­rini bilmemekten kaynaklanmaktadır ya da, dalka­vukluk ruhu, kölelik sıfatı ve alçaklık kompleksinin işaretidir.

Hz. Ali (a.s) başka bir sözünde şöyle buyurmaktadır:

“En büyük ahmaklık, övgüde ve yergide aşırı­lıktır.”[3]

Konumuz her ne kadar teşvik ise de, medh ve övgüden de söz açmamız, bunların da teşvikin cilveleri ve rağbet oluşturan yollardan sayıldıkları içindir.

İyilikler için yapılan teşvik, yapılan işin değerin­den ve o sıfatın faziletinden daha az olursa, o işe ve sı­fata verilen ehemmiyetin azalmasına neden olur. Ör­neğin; eğer bir öğrenci, bir sene boyunca çalışır ve eğitim-öğretimde en yüksek puanı alırsa, sadece “barekellah!”, “aferin!” sözleriyle teşvik edilirse, sahip olduğu morali kaybeder. Ya da eğer yetenekli bir insanın büyük fedakarlıkları ve göz doldurucu hizmetleri karşısında sadece bir teşekkür etmekle yetinilirse, onun hakkı eda edilmemiş olur.

Tersine, küçük bir iş karşısında büyük bir ödülle teşvik edilirse, örneğin; bir oturumda, sözlü bir sınavda, birisi normal bir soruyu cevapladığı için hacca götürülmekle ödüllenirse, bunun da yan etkisi olur; hem o ödülün değeri lekelenir, hem de daha fazla çalışıp çabalayanlar, ilmi ve ameli açıdan yüksek seviyede olanlar, herhangi bir teşvik ve ödül almadıkları için, işlerinden soğur ve ümitsiz olurlar.

Teşvik Metotları

Kişileri şevke getirebilme, onların güzel davra­nışlarını yüceltme ve takdir etme şekli, değişik şart­larda ve değişik insanlara göre farklılık arz eder. Biri sevgi içerikli bir kelime ve takdir edici bir sözle teşvik edilebilir, biri dikkate alınma ve saygılı karşı­lanma şekliyle, biri para ve ödülle, biri herhangi bir toplulukta adının zikredilmesiyle, biri kitap gibi her­hangi bir kültürel hediyeyle, biri kullandığı bir mal­zeme ya da ihtiyaç duyduğu bir ev ihtiyacıyla, biri de bir yemek ve ziyafetle teşvik edilebilir. Bütün bu yerlerde, önemli olan, teşvik edilen kişinin teşvikle uyum içerisinde olmasıdır. Bu yüzden, çeşitli münasebetlerden dolayı insanlara hediye ve müka­fatlar verenler, ya da liyakatli insanları teşvik ve tak­dir edenler, bu ince meselelere dikkat etmelidirler.

Bazen pek maddi bir değeri olmayan bir takdir levhası, bir kişiye, çerçeveye konulmuş süslü ve güzel bir metin, mesela yüz bin tümen nakit para vermekten daha değerli ve daha şevk vericidir. Bazen de tam tersi olabilir; çünkü takdir levhası, bir kimseye ekmek ve su olmayabilir, ama nakit bir parayla borcunu, taksitini ya da yaşamsal ihtiyaçlarını gide­rebilir.

Hatta eğer teşvikler, maddi ve harçlık ihtiyaçlar olursa, yine kime nasıl bir şey hediye edilmesi ge­rektiği söz konusu olacaktır. Hediye, teşvik edilenin işi, yaşı, yaşam koşulları ve şahsi özellikle­riyle ilintili olmalıdır. Bazen bir battaniye, bir teyp, bir Kur’ân-ı Kerim seti, bir fotoğraf al­bümü, bir takım elbise ve spor ayakkabısı, umre vb. bir yolculuk ya da ferahlatıcı herhangi bir seyahat, bir kitap, bir madalya ve … muhatap için sevindirici ve değerli olabilir.

Teşvik malzemesinin kitap olması durumunda da; karşı tarafın ilgi alanına giren türden olmasına dikkat edilerek seçim yapılmalıdır. Kimi insanlara Kur’ân ve Sahife-i Seccadiye, kimilerine ilmi hal ve­rilmeli; bazılarına eğitsel ve ahlâkî kitaplar, bazıla­rına yemek ve mutfak kitapları, bazılarına bilimsel ve ilmî kitaplar, bazılarına kültürel lügat kitapları, bazı­larına tefsir serileri, bazılarına hikaye ve romanlar, bazılarına şiir divanları ve bazılarına da güzel nakış ve hat kitapları gider. Herkese, ilgi ve ihtiyacına göre farklı kitaplar verildiği zaman daha çok lezzet aldık­larını ve söz konusu hediyenin kendileri için daha teşvik edici bir role sahip olduğunu görürüz.

Hz. Ali (a.s) Nehc’ül-Belağa’da, ordu ve asker komutanları ile idarî sorumlulara karşı, gere­ken davranış şekli hakkında Malik Eşter’e tavsiye­lerde bulunurken, onları adalet esasına, yap­tıkları hizmet ve çalışmalara göre saygı ve takdire tabi tutmasını, düşmanla mücadele etmeleri ve cihatta yek vücut olmaları için de onların yaşamsal ihtiyaçlarını temin etmesini ve is­teklerini yerine getirmesini emrederek şöyle buyurmaktadır:

“Sürekli onlara övgü ve teşekkürde bulun, tahammül ettikleri zorlukları sürekli dile getir. Çünkü onların hizmetlerini fazla dile getirmen, Allah'ın izniyle, yiğitleri hareketlendirir ve geri kalanları da işe teşvik eder.”[4]

İmam-ı Ümmet (İmam Humeynî -r.a-) bu teşvik metodundan, gerek inkılap zaferinin başlarında ve gerekse de kutsal savunma savaşı yıllarında istifade etti. İnkılabın evvelinde bir grup insan, orduyu ortadan kaldırma planını or­taya attıklarında, İmam (r.a), ordunun fedakarlıklarını ve halkla olan yekpareliklerini överek onları inkılabın sahnesine çekti. Hamaset (Irak’la savaş) yıllarında da İmam Humeynî (r.a)’in gönüllü askerlere, orduya ve silahlı güçlere karşı teşvik edici dili, sözü ve kalemi, -kişileri cesaret­lendirmede, düşman hattını kırmada, şahadet taleplikte, kalıcı ve iftihar dolu başarılara ulaşmada- büyük bir role sahipti.

O halde askerlerin, memurların, öğrencilerin, işçilerin, küçüklerin, büyüklerin, ev kadınlarının, doktorların, hemşirelerin… teşvik ve takdir şekilleri farklı, hallerine uygun ve işlerine değer vermenin göstergesi olmalıdır.

“Teşvik öyle bir şekilde olmalıdır ki, teşvik edilen, başkalarının onun işinin değerini fark ettiklerini ve onun yaptığı işlerden dolayı mutlu ve müteşekkir olduklarını hissetmelidir.”[5]

Elbette teşvik, gurura sebep olamamalıdır. İnsanların teşvik karşısındaki kapasiteleri ölçülmeli­dir. Bazen çocuklar, teşvik edildiklerinden dolayı şı­marık, edepsiz ve çok beklentili olurlar. Bazen bü­yükler de takdir için gerekli kapasiteye sahip olmadıklarından dolayı kendilerini kaybederler, kibirli ve itinasız olurlar ya da olgunluk ve kemale ulaşmak­tan geri kalırlar. Bu olumsuz yan etkilere de dikkat edil­melidir. Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor:

“Nice insanlar, başkalarının kendileri hakkında söyledikleri iyi bir sözle mağrur olurlar.”[6]

Teşvikin Şartları

Teşvikî bir işte, teşvikin olumlu etki bırakmasına yardımcı olacak nüktelere teveccüh edilmelidir. Bunlara dikkat etmemek, ya olumlu etkisini azaltır ya da olumsuz tesirlere yol açar. Bu nüktelerden bazıları şunlardır:

1- Teşvik, muhatabın olgun yeteneklerini keş­fetme, teşhis etme ve anlama ile birlikte olmalıdır.

2- İyi amel ve davranışların değeri bilin­meli ve teşvik edilen kişiye de bu değer hissettiril­melidir.

3- Teşvik, rüşvet sayılmamalı, hak ve hesap meselesi şeklinde telakki edilmemelidir.

4- Ölçülü ve yerinde olmalı; değer ve özelliğini kaybetmemesi için normal, uygun ve örfe göre olmalıdır.

5- Kişinin ameliyle birlikte ve iç içe olmalıdır. Çünkü, teşvik ve iyi iş arasındaki fâsıla, onun değerini düşürür, tesirini azaltır ve şevke getirme rolünü yok eder. Bir hadiste şöyle geçmektedir: “İşçinin ücretini, alın teri kurumadan veriniz.”

6- Teşvik, açıklama ve izahatla birlikte olmalıdır. Kişi, neden ve hangi işinden dolayı teşvik edildiğini bilmelidir. Bu mesele, kınama ve tembih durumlarında da geçerlidir. Öyle ki tembih, karşı tarafın niçin tembih edildiğini bilmeden uygulanırsa, engelleyici etken olamaz. Teşvik de açıklama ve izah yapılmadan olursa, olumlu ve hayır işlere harekete geçirici  olamaz.

7- Teşvik, iyi amelle uyum içerisinde ve onun değeri mikta­rınca olmalıdır; ne abartılmış, ne de istenilen sınırdan az. Teşvik, bir hastanın iyileşmesi için kullanılan ilaç gibidir. Gereğinden fazla ilaç kullanmak ya da tavsiye edilen miktardan az kullanma, iyileş­tirme etkisi olmadığı gibi, kimi zaman zararlı da olabilir.

Bazen iyi insanları teşvik etmekle, fasitlerin fesatlarının önünü almak mümkündür. Bu, teşvikin dolaylı bir tesiridir. Allah’ın peygam­berleri de hem müjdeleyici hem de korkutucu idiler. Ancak bazen müjdeleme ve teşvik etme metodu, teh­dit, tembih ve kınama metodundan daha etkilidir.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“İyi iş yapanları ödüllendirmekle, kötü iş yapanları kötülüklerinden sakındırınız.”[7]

  “Genç neslin teşviki; onları süslü kağıtlara sarmak, pohpohlamak, şişirmek ve koltuk altlarına karpuz koymak değildir. Gerçek bir teşvik; çocukla­rın yeteneklerini keşfetme, anlama ve onlara fırsat icat etme ve yeteneklerinin ortaya çıkması ve açılması için onlara müsait ortamlar hazırlamaktır. Teşvik edici muhit; öğrenciyi sosyal hayata bağla­mak, genç nesli kendi sorumlulukları hakkında bilinçlendirmek ve bu sorumluluklarını yerine getirebilmeleri için onlara uygun fırsat vermektir.”[8]

Kınama ve serzenişten önce teşvikten yararlanarak, insanların ahlâk ve davranışlarında, aile ve toplumda ahlakî faziletlerin gelişmesi için daha uygun ve elverişli ortamlar oluşturmak ümidiyle.



[1] Nehc’ul-Belağa, mektup: 53

[2] a. g. e, hikmet: 339

[3] Gurer’ul-Hikem, c. 2, s. 396, Danişgah baskısı

[4] Nehc’ul-Belağa, mektup: 53

[5] Amuzeş ve Perveriş Berayi Ferda, Asife Asfi, s. 88

[6] Gurer’ul-Hikem, c. 4, s. 548

[7] Nehc’ul-Belağa, hikmet: 168

[8] Amuzeş ve Perveriş Berayi Ferda, s. 91, 93

index