DOSTLUK İLKELERİ

 

Dost Nimeti

Eskiden söylemişler: Bin tane dost azdır ve bir düşman çok.

Dost; insanın yalnızlıklarının arkadaşı, gamların ve sevinçlerin ortağı, ihtiyaç vakitlerinde yardımcı pazı, insanın problem ve sıkıntılarda dayanağı, tereddüt ve karar­sızlık zamanlarında da hayır isteyen mü­şavirdir.

İnsanlardan bazıları; bencillik, aşırı beklentiler, kıt düşüncelik, sertlik ya da bunlar gibi çeşitli has­letlerden dolayı kendileri için bir dost seçememekte­ ve yalnızlıkta çıkamamaktadırlar. Bu, Hz. Ali (a.s)’ın tabi­riyle; bir çeşit acizlik, elsizlik ve ayaksızlıktır.

Hem dost bulmak, hem dostu korumak, hem de tatil olmuş ve bozulmuş dostlukları yeniden canlandırmak ve kurmak hünerdir. Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor:

“İnsanların en acizi, dost kazanmada aciz olan kimsedir; ondan daha aciz olan kimse ise, bulduğu dostunu kaybedendir.”[1]

İnsanın dostunu kaybetmesine ve yalnız kalma­sına ya da baştan beri kendileri için bir dost  bulmayı becerememesine sebep olan davranış, yapı ve has­letlerin neler olduğu üzerinde düşünmek gerekir.

Sa’dî şöyle der:

Bir ömür elde ettikleri bir dostu

Bir anda kaybetmeleri akıl karı değildir

Aynı Renk ve Aynı Ahenk

Herkesin dostu, başkalarının onun ahlâk, şahsiyet ve fikirleri  hakkında verdikleri hüküm ve kararların temelini oluştururlar.  Bununla beraber insan, ömrün değişik yıllarında; gerek çocukluk, gerek gençlik ve hatta orta yaşlılıkta dahi dostlardan etkilenmektedir. Bu yüzden, uygun dost seçmede dikkat, insanın ahlâk ve davranışlarının selameti bakımından çok önemli­dir. Hz. Ali (a.s)’ın buyurduğu gibi:

“Dost, elbisenin yaması gibidir; o halde onu, kendi şekline uygun ve benzer seç.”[2]

İnsanlar arasındaki kalbi ve içsel irtibatlar, top­lumsal ve dışsal bağlılıklara yol açmaktadır. Sosyal irtibatlar da, insanların yapıları ve ahlâkla­rında tesir bırakmaktadır.

Bunun için, fikrin yüceliğine, ahlâkın sağlıklığına, nefsin temizliğine ve şahsiyetin tekamülüne önem verenler, dost se­çiminde İslam mektebinin ölçülerine zorunlu olarak dikkat etmeli ve bu ölçüler çerçevesinde dost edinmeye gayret göstermelidirler.

Hani demişler ya:

Sen önce kimlerle yaşadığını söyle,

Sonra söyleyeyim sen kimsin.

Dostlar, bir insanın şahsiyetinin değerlendirilme­sinde, insanların ona bakıp hüküm verdikleri birer ölçü göstergesidirler. Dostların değer ölçülerinin göstergesi, ferdin şah­siyetinin değerlendirilmesindedir. İnsanlar da, kendi hü­küm ve değerlendirmelerinde ondan yararlanırlar.

Hz. Resul’ün şu güzel sözü okunmaya ve işitil­meye ne kadar değerdir:

“İyi ve layık dostun misali, ıtır satan kimsenin misali gibidir; ıtırından sana vermese de, güzel kokusu sana ulaşır. Kötü arkada­şın misali ise, demircinin misali gibidir; elbiselerini yakmasa da, kokusundan sana ulaştırır.”[3]

Bu hadis, Sa’dî’nin hikmetli şiirine de yansımıştır. Bir çamur hamamda, bir müddet gülle beraber oluyor ve o gülün kemalinden yararlanarak güzel koku veriyor. Neden böyle güzel kokuyorsun? diye sorduklarında, bir süre gülle birlikte olduğunu ve topraktan başka bir şey olmadığını söylüyor.

Layık Dost

Dinî kaynaklarda; iyi dost kimdir? Kiminle dost­luk kurulmalı? Kimi sevmeli? Kiminle ilişki ve arkadaşlık kurmaktan kaçınılmalı? Ve buna benzer meseleler hakkında yol gösterici ve yararlı birçok hadisler mevcuttur.

Bu çeşit hadislerin tümünü inceleyecek ve nakle­decek değiliz. Ama, dostlarla olan sosyal ilkeler ve dostluk kuralları konusu kapsamında, iyi dostun sı­fatlarını ortaya koyan nüktelere dikkat çekmek zaru­ridir. Bu ölçüler, sosyal ilişkilerin pratik ilkelerini de içermektedir. Bu rivayetlerden numune olarak birine işaret edelim:

İmam Hasan-ı Mücteba (a.s), şahadetine sebep olan bir zehirle zehirlenmiş ve hasta yatağına düş­müştü. İmam (a.s) bu sırada, sahabelerinden olan Cünade’ye şöyle tavsiyede bulundular:

“Öyle insanlarla dostluk ve arkadaşlık kur ki:

1- Onunla olduğunda, seni süslesin.

2- Ona hizmet ettiğinde, seni korusun.

3- Yardım istediğinde, yardımda bulunsun.

4- Bir söz söylediğinde, sözünü tasdik etsin.

5- Düşmana saldırdığında, kudretini artırsın.

6- Elini  bir iyiliğe uzattığında, o da elini öne getirsin.

7- Sende (veya yaşamında) bir sorun mey­dana gelirse, onu bertaraf etsin.

8- Sende bir iyilik görürse, onu saysın.

9- Ondan bir şey istediğinde, bağışta bulunsun.

10- Sükut ettiğinde (ve bir şey istemediğinde) o başlasın (ve senin ihtiyacını gidersin).”[4]

İmam Hasan (a.s)’a göre bunlar, arkadaşlık ve dostluğa layık olan kimselerin sıfatlarıdır. Bundan, dostluk ilkelerinin şunlardan ibaret olduğunu öğreni­yoruz:

Dostu süslemek, yardımda bulunmak, ona değer ver­mek, takviye etmek, birlikte iş görmek ve dost yo­lunda fedakarlık ve hizmet etmek.

Diğer taraftan İmamların, bazılarıyla dostluk kurmaktan nehyetmeleri de, dostluk ilkelerinin sı­nırlarını aşan kötü davranış sahiplerini bize tanıt­maktadırlar. Bunların ahlâkları ise; kusurları aramak, kandırmak, kin beslemek, aşırı beklentiler içerisinde olmak, dar kapasitelik, bozuk ağız ve bozuk dilli ol­mak, takvasızlık, inat ve kavga istemek, yersiz ve dokunaklı şakalar, kendini beğenmişlik, kötü davra­nışlar ve bunun gibi hasletler ve ahlâklar.

Bunlar, hem dostların azalması, hem de dostluk ilişkilerinin gevşemesine sebep olurlar. Bunlar, dost­larla sosyal ilişkilerde beğenilmeyen ve kaçınılması gereken tavırlardır.

Dostluğun bir takım haddi ve sınırı vardır; bu sınır korunmalı ve o haklar eda edilmelidir. İmam Sadık (a.s) yüce bir sözünde bu sınır ve hakları beyan ederek şöyle buyurmuştur:

“Dostluk ancak had ve sınırlarıyla gerçekleşir; kim bu had ve şartların hepsine veya bunlardan bazısına riayet ederse gerçek bir dost olur; aksi takdirde böyle bir kimsenin dostluğunu dostluk sayma. Bu had ve sınırlar şunlardır:

Birincisi; içte ve dışta sana karşı aynı olmasıdır.

İkincisi; senin ziynetini (iyiliğini) kendi ziyneti ve senin kötülüğünü de kendi kötülüğü bilmesidir.

Üçüncüsü; bir makam veya servete ulaştığında, sana karşı durum ve tavrının değişmemesidir.

Dördüncüsü; gücü yettiği bir şeyi senden esirgememesidir.

Beşincisi de; (ki bu hasletlerin hepsinden kapsamlı ve üstündür) musibet ve sıkıntılarda seni yalnız bırakmamasıdır.”[5]

Evet… işte bunlar, dostluk ve İslam kardeşliğinin ilkeleridirler. Mükemmel ve gerçek dostluğun işaretleri; kalbi sevgide, sınırları korumada, hukuklara riayet etmede, ihtiyaç zamanında yardım etmede ve musi­bet vakitlerinde arka çıkmada ortaya çıkar. Bunların dışında dostluk iddiası kabul görmez.

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

“İnsanlar, denenmeden ve imtihan edilmeden tanınmazlar. Öyleyse, hanımını ve çocuklarını, hazır olmadığın vakitlerde imtihan et; dostunu, mu­sibet ve sıkıntıda; kendi akrabalarını da, muhtaç olduğun ve yoksul düştüğün vakitlerde…”[6]

Kusursuz Dost

Gerçekleri kabul etmek, bütün meselelerde takdir edilen bir davranıştır. Bu cümleden, dost bulmak ve dost seçmede de…

Bazıları çok ütopik düşünür, somut ve apaçık ger­çeklerden uzaklaşarak hayal ve zihin aleminde gezi­nirler. İşte kusursuz dost da, ele geçirilmeyen bu tür bir ütopyadır.

Elbette, güç ve imkanlar ölçüsünde çalışarak dostluklarda zaaf noktaları daha az olan in­sanlarla birlikte olmaya çaba gösterilmelidir. Eğer kusursuz da olsa ne ala! Ancak… acaba ku­sursuz insan (masumlardan hariç) bulunabilir mi? Herkesin bir konuda, kusuru ve zayıf noktası olabilir. Nasıl ki, ideal ve yüzde yüz kusursuz ve eksiksiz bir eş isteyen kimse, bekar ve yalnız kalıyorsa, aynı şe­kilde yüzde yüz kusursuz dostların peşinde olanlar da yalnız kalmaya mahkumdurlar. Bu hakikat, dikkat edilmesi gereken apaçık bir gerçek olarak Hz. Ali (a.s)’ın bir sözünde şu şekilde gelmiştir:

“Kim kusursuz bir kimseyle dostluk ve kardeşlik kurmak isterse, dostları az olur.”[7]

Diğer Nükteler

Dostluk konusunda, bizim hadis hazinelerimizde birçok cevherler vardır. Bu özette, genişçe bahsetmemiz mümkün değil. Ancak, o faydalı hadis içe­riklerinden mahrum kalmamak için, burada önem­senmesi gereken dostluk ilkelerinin diğer nüktelerin­den bir fihrist getireceğiz. Bu fihrist, bu konu hakkındaki ha­dislerden alınmıştır:

Her şeyin tazesini, dostlardan ise eskisini seçin.

İnsanın büyüklüğünün nişanelerinden biri de, eski dostlarını koruyabilmesidir.

Dostların en iyisi, nasihat etmek ve hayır dile­mekte, yağcılık yapmayanlar, ayıplarınızı size söyleyenler, uhrevi işlerde size yardımcı olanlar, sizleri günahlardan alıkoyanlar ve sizin sürçmelerinize göz yumanlardır.

Dostunuzu çok fazla kınamayın. Zira kin doğurur.

En kötü dostlar, dostlukları sizi sıkıntı ve zahmet sokanlardır.

Gerçek dost, dostunun kusurlarını gizlice kendi­sine söyleyendir, başkalarının yanında açıkça değil.

Birisiyle dost olduğunuz vakit, onun adını, baba­sının adını, kabilesinin adını, şehrini ve memleketini sorun. Bu çeşit bilgi elde etmek, dostluktaki sa­dakatin alametidir.

Bir dostunuza alaka ve sevgi duyduğunuzda, bu sevginizi aşikar edin ve ona söyleyin. Bu, sevginin ve aradaki muhabbetin artmasına yol açar.

Dosttan size ne (kötülük) ulaşırsa, sabrediniz. Zira, sabır ve ta­hammül kusurları örter.

Dost ve kardeşlerinizi, her hatayla muaheze etmeyiniz, onları hesaba çekmeyiniz. Aksi takdirde dostlarınız azalır.

Allah (c.c) dostlukların sürmesini sever. O halde, dostluklarınıza süreklilik kazandırınız.

Sadece tamah, korku, temayülat, ya da yemek-içmek için sizinle dost olanlarla dostluk kurmayınız. Takvalı olan dostlukların peşinde olunuz.

Muhabbet ve dostluğunuzu yersiz ve zamansız harcamayınız. Bu çeşit davranış, dostlukları parçala­yıp dağıtmaktır.

Bu bölümün sonunu, Emir’ul-Müminin (a.s)’dan güzel bir hadisle bağlayalım. İmam Ali (a.s) bu hadi­sinde bizi müslüman kardeşlerimizin ve dostlarımı­zın haklarına riayet etmeye yönlendirmekte, dostluk ve birliktelik bahanesiyle onların haklarını ayaklar altına almaktan nehyetmektedir. Hz. Ali (a.s) şöyle bu­yurmaktadır:

“Aranızdaki dostluğa güvenerek kardeşinin hakkını zayi etme. Çünkü hakkını zayi ettiğin kişi artık senin kardeşin değildir.”[8]

Dostlukların, hissî ve dostane ilişkilerin değerini bilelim.

Sadık, vefalı, pak ve takvalı dostlardan el çekmeyelim.

Sevgi meşalesini, kendi kalbimizde, ışıklı ve yanar tutalım.

Dostlara karşı, dil yarası, tahkir edici sözler ve düş­manlık doğurtucu davranışlardan uzak duralım.

Dostluk ilkelerini tanıyalım ve bunları uygulamaya çalışalım.



[1] Nehc’ul-Belağa, Feyz’ul-İslam, hikmet: 11

[2] Şerh-i Nehc’ul-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 20, Söz: 546

[3] Mizan’ul-Hikme, c. 9, s. 50

[4] Bihar, c. 44, s. 139

[5] Mizan’ul-Hikme, c. 5, s. 310

[6] Mizan’ul-Hikme, c. 5, s.  313

[7] a. g. e, c. 1, s. 55

[8] Nehc’ul-Belağa, Mektup: 31

index