KULAK VERME HÜNERİ

 

Söylemek ve dinlemek, insanlarla iki irtibat yoludur. Başka bir tabirle; iki büyük ilahî nimet olan söyleme ve dinleme kudretinin, insanî irtibatların meydana gelmesinde önemli payları vardır. Sağlam ve faydalı irtibatlar için, doğru bir yol olan dil ve kulağa çok muhtacız.

Başkası bir söz söylediği zaman, biz kulak veriyo­ruz ve bu yoldan bir nükte öğreniyor ya da bir haber işitiyoruz. Kulak verme hüneri, çocuklarla veliler, öğrencilerle öğretmenler, radyo programlarını dinle­yenler ve onları icra edenler, dinleyiciler ve hatipler arasında gerçekleşir. Hatta ömrümüzün büyük bir bölümünü kapsayan öğrenim meselelerinde, iyi kulak vermek, onun edep ve kurallarına  riayet etmek çok önemli ve hayatidir.

Bu ilahî nimetten yararlanma şekli de, ölçülerini bilme, kurallarına dikkat etme, hak ve ölçülerini ye­rine getirmeye bağlıdır. Duaların birinde şöyle geçmektedir:

“Allah’ım! Bizi  kulak, göz ve kuvvetlerimiz­den faydalandır!”[1]

Eğer söz söylemek istiyorsan; söz dinle, söz dinle.

Önce kendisi kulak olan  kimse konuşabilir ancak.

Toplumsal Âdap Kapsamında

Sosyal ilişkiler konusunda, dinleme kudretinden istifade şekli, diğer bir tabirle; iyi dinlemek ve düz­gün kulak vermenin önemli bir rolü vardır. Söylenen sözlere itina göstermemek, edepsizliğin işaretidir. Tersine, güzel dinlemek ve ilgi göstermek de, toplumsal edebin ve terbiyenin, muhatap ve konuşanın insanî yönüne değer vermenin alametidir.

Allah Resulü (s.a.a) başkalarının sözüne kulak ve­rir, hatta gönülleri hasta olanları ve garazları yüzünden konu­şanları bile dinlerdi. Peygamber (s.a.a), onlar için dinleyici iki kulak idi. Öyle ki onlar aciz olur ve alayla: “O kulaktır” derlerdi. Bu tavırlarına karşılık Allah (c.c) şöyle bir ayet indirdi:

“Onlardan bazıları da, “Peygamber herkesi dinleyen bir kulaktan ibarettir” diyerek, onu üzerler. Onlara de ki; “O sizin için bir hayır kulağıdır. Çünkü o Allah'a inanır, müminlere güvenir ve o, sizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah'ın elçisini üzenleri acıklı bir azap beklemektedir.”[2]

Onlar Peygamber (s.a.a)’e eziyet etmek için O’na “ku­lak” lakabını taktılar ki onu, her şeye çabuk inanan, saf ve yü­zeysel biri olarak göstersinler. Ancak Peygamber (s.a.a), onların fitnelerini önlemek ve bir tebliğ zemini yaratmak için böyle tavırlar takınırdı.

Belki bu çeşit susmak ve kulak vermek, art niyetli insanların söz çekmek ve onu söz konusu etmek için başvurdukları komployu etkisiz hale getirmenin en iyi yoludur.

Saib-i Tebrizî’nin dediği gibi:

Yanlış tartışan insanların susmaktan başka dermanı yoktur,

Dudağı kapalı balık, kancayı kalbinden ka­natır.

Kur’ân’ın ayetleri, İslam Peygamberi (s.a.a)’in gü­zel ahlâkından övgüyle bahsetmekte, sadece mü­minlerin sözlerine güvendiğini beyan etmektedir.

Güzel bir davranış ve ahlâk; insanın görünüşte, her ne kadar gönlünde kabul etmese de diyaloga ve kabule hazır olduğunu icap etmektedir. Eğer birisi bir haberi, olayı veya konuyu anlattığında, öyle ilgiyle dinlenmeli ki sanki duymamış ve ilk sefer onun dilinden öğrenmiş gibi davranılmalıdır. Daha önce onu işitmiş, okumuş ve haber almış olduğunu gösterecek itinasızlık ve du­yarsızlık işaretleri verilmemeli! Öğretmen de ders anlattığında ya da sorulara cevap verdiğinde, dinlemeye öyle istekli olduğumuzu göstermeliyiz  ki öğretmen de severek cevap versin.

“Dinleyici, konuşmacıyı zevke ve aşka getirir.”

Rivayetlerimizde de bu konudan “güzel dinleme” ola­rak bahsedilmiştir. Şimdi birkaçına işaret edelim:

1- Konuşmacıyla

 Her konuşmacının sözlerine tahammül ve sabır gösterilmeli ve sözünün sonuna kadar ona kulak ve­rilmelidir. Başkasının sözünü kesmek, kötü bir hareket, dar kapasitelik ve edepsiz­lik nişanesidir.

Hz. Peygamber (s.a.a)’in ahlâkî siyerinde ve O hazretin meclisinde şöyle nakledilmiştir:

“Birisi konuştuğunda, o sözünü bitirene kadar (sahabe) onu dinlerdi.”[3]

Elbette bu bir talimdi, en güzel ahlâk ve edep ör­neği olan Hz. Resul’den öğrenilmişti. Çünkü O Resul de amelen böyleydi ve kendi davranışlarıyla onlara böyle ders veriyordu.

İmam Rıza (a.s) hakkında da İbrahim b. Abbas’tan şöyle rivayet edilmiştir:

“Bir şahıs sözünü bitirmedikçe, O hazre­tin, onun sözünü kestiğini asla görmedim.”[4]

2- Öğretmenle

İmam Seccad (a.s) Risale-tül Hukuk’ta şöyle bu­yuruyor:

“İlmiyle seni eğiten üstadın senin üzerindeki olan hakkı: Ona tâzim etmen, meclisini muhterem (ve ganimet) sayman, sözlerini iyice dinleyip ona dikkat etmendir.”[5]

Dinleyici, kendini konuşmacıdan ve öğretmenden daha bilgili düşünmemeli, konuşmalarına dinlemezlik ya da itinasızlık etmemeli ya da her şeyi bildiğini, dinlemeye ve kulak vermeye ihtiyacının olmadığını zannetmemelidir.

Şehid-i Sani (İkinci şehit), duyguların konsantre edilmesi, öğ­retmenin konuşmalarının dakik bir şekilde dinlen­mesi ve onun açıklamalarına değer verilmesi hak­kında şöyle yazmıştır:

“Öğrenci, öğretmenin her türlü söz ve konuş­masının devamında bir duraklık icat etmemeli, söz­lerinin arasındaki bağlantıyı (kendi konuşma­sıyla) kesmemelidir. Bir konunun izahında öğ­retmenden öne geçmemeli, onun ko­nuşmasının seyir hattında, kendisini onun sözleri akışına geçirmeli ve onunla beraberlik etmeli, hatta, onun sözleri sona erene kadar sabretmeli ve daha sonra kendi sözünü söylemelidir.

Öğretmen onunla karşılıklı konuştuğu  ya da bir ders salonundaki hazır olan topluluğa ders vermekle ya da tartışma ve müzakere ile meşgul olduğu zaman; diğer öğrencilerin sohbet etme­meleri gerekir. Belki görevleri, baştan ayağa pür dikkatle dinlemeleri, öğretmenlerinin dersini iyice işitmeleri, bütün his ve kabiliyetleriyle kendilerini konuyu anlamaya ve kavramaya vermeli ve öğret­menin anlatmak istediği noktaya kendilerini kon­santre etmeleri gerekir. Eğer üstat, bir konunun içeriğini açıklamada, hikmetleri ve dakik nükte­leri açıklıyor veya bir meselenin izahatını hikaye ya da şiirle örneklendiriyorsa ve öğrenci de daha önceden bu hikmet, nükte, hikaye ve şiirleri biliyorsa (kendini ihtiyacı olmayan biri olarak göstermemeli ve üstadından yüz çevirmemeli belki) haberi olmayan ve zihni boş olan bir fert gibi, bütün dikkatiyle öğretmeninin konuşmala­rını dinlemeli; şiddetli susayan ve büyük bir sev­giyle dinleyen biri gibi anlatılan sözlere istekli olduğunu belirtmelidir...[6]

3- Nasihat Edenle

Herkes başkasına vaaz, öğüt ve kılavuzluk ettiğinde, güzel bir şekilde dikkat etmesini, din­lemesini ve nasihatinin kabulü, tesiri ve etkisinin onda görülmesini görmek ister.

İmam Seccad (a.s), nasihat edenin nasihat edilen kimsenin üzerindeki hakkı ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

“Nasihat edenin senin üzerindeki hakkı, Ona karşı yu­mu­şak ve mütevazı olman, nasihatlerini anlaman için kalbini ona verip sözlerini iyice dinlemendir.”[7]

Bu davranış ve metot, toplum ve bireyi, candan yapılan yol göstericilikler, sağlam ve yapıcı eleştiriler yönüne daha iyi götürür.

Hz. Ali (a.s), muttakilerin sıfatlarını açıklarken, şöyle buyuruyor:

“Onlar, can kulaklarıyla ilahî ikazlara kulak verir­ler.”[8]

Çoğu ikaz, hatırlatma, eleştiri ve kötülükten sa­kındırmaların etkisiz olmalarının sebebi; o vaazı ve irşadı dinleyenlerin dikkatli dinlememeleri,  kendilerini bilmeme ve anlamamaya vurmaları ya da onlar için çok önemli olmadığından dolayıdır.

Böyle bir tavrın kaçınılmaz neticesi de açıktır: Nasihat edenin nasihat etmekten soğu­ması ve faydalı ikazların tesir bırakacağından  ümit kesmesi! Bunun zararı da toplumun tümüne dönmektedir. Zira şefkatli irşatlar ve iyiliği emredip kötülükten sakındırmak nimetinden mahrum kalırlar.   Böyle ikaz ve vaazlara karşı duyarsız bir millet, gurur ve gaflete müptela ya da katı yürekli ve kas­vetli olur.

4- Dertli Olanlarla

Gamlardan, acı hatıralardan, sorunlardan ve problemlerden dolmuş nice gönüller vardır ki, psi­kolojik bir baskı ve sıkıntı içerisindeler. Bunlar, dertleşmeleri ve dertlerini anlatmakla hafiflemeleri için, dinleyen iki kulağın peşindedirler. Bir dertli insana şefkat gösterenler, onun şikayet ve dertlerini dinleyenler, kendilerini dinlemeye istekli gösterenler, dertli olanla bir nevi hemdert olduklarını gösterirler. Böyle iyi ve büyük bir psikoloji, takdire şayandır.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

“İnsanın, dertlilerin şikayet ve feryatlarına kulak vermek için sabır ve tahammül göstermesi, bü­yüklük ve efendiliktendir.”[9]

Sıcakkanlılık, insan severlik ve insanlara ilgi duyma ruhiyesi; hayatları daha sıcak, dert ve sıkıntılara müptela olanların ağır yüklerini daha çok hafifletir.

5- Çok Konuşmaktan Kaçınmak

Gerçi bu konu dinleme âdaplarıyla alakalı değil ve daha çok konuşmacıyla alakalıdır. Ama ko­nuşmacı ve dinleyici arasındaki karşılıklı ilişkiler ile ilintili olduğu için hatırlatılıp söz konusu edilebilir.

Genellikle şöyle düşünülmektedir: Toplantılarda, enerji harcadığı için konuşmacı yorulmaktadır, dinleyici, dinlemekten başka herhangi bir iş yapmamaktadır.

Halbuki eğer dinlemek için bir hazırlık yoksa ya da konuşulanlar tekrardan ibaret, faydasız ve çekici olmazsa, konuşmacıdan daha önce ve daha erken dinle­yici yorulur. Bu yüzden konuşmacı, din­leyicinin durumunu ve oturumun gerektirdiği mese­lelere dikkat etmeli, çok konuşmaktan ve sözü uzat­maktan kaçınmalıdır. Her ne kadar konuşulan konu ve sözler konuşmacı için güzel ve tatlı gelse de.

Hz. Hızır (a.s)’ın tavsiyelerinde şöyle gelmiştir:

“Ey ilim talep eden! Konuşmacı dinleyiciden daha az yorulur. Öyleyse birlikte oturduğun kimselerden hiçbirini (çok konuşmakla) yorma.”[10]

6- İzinsiz Dinlememek

İzin ve icazete riayet, kulak vermekle ilgili sosyal ilkelerdendir. Eğer birileri kendi aralarında sohbet ediyorlarsa ve konuşmalarını başkasının dinlemelerini istemiyorlarsa, gereksiz olarak dinlenmemelidirler; ya onların konuştukları yer terk edilmeli ya da ko­nuşmalarının duyulmaması için başka bir işle meşgul olunmalıdır. En azından, ilgilenmemeli, dinlemek için hassas olunmamalı ve onların konuşmalarını öğrenme peşinde olunmamalı. Onların konuşmaları, ister karşılıklı olsun, ister telefonla hiç fark etmez; özellikle eğer insan, konuşanların, başkalarının ken­dilerini dinlemelerini istemediklerini anlarsa. Çünkü kimi zaman konuşmalar özel olup, başkaların duy­maları istenilmeyebilir.

Bu hususta bir takım hadisler nakledilmiştir. Örneğin, İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Kim bir grubun konuşmasını, hoşlan­madıkları ve istemedikleri halde dinlerse, kıyamet günü kulaklarına eritilmiş kurşun dökülür.”[11]

Kulak misafiri olmak ve kulak hırsızlığı yapmak, kimi zaman beraberinde fesat ve acı sonuçlar doğuran içtimaî çirkin âdaplardandır.

Görüldüğü gibi, sade ve normal bir iş olan “din­lemek” ve “kulak verme”nin; bunca âdap, kural, had, hudut, hak ve hukuku vardır.

Bu haklara, hudutlara ve şartla­ra riayet etmekten yararlanmak da bir hünerdir. “İyi kulak verme hüneri!”



[1] Bihar, c. 2, s. 63

[2] Tevbe / 61

[3] Mekarim’ul-Ahlâk, Tabersi, s. 15;  Sünen’ün-Nebi, Tabatabai, s. 18

[4] Bihar, c. 49, s. 90

[5] a. g. e, c. 2, s. 40, 42; Men La Yehzuruh’ul-Fakih, c. 2, s. 620

[6] Âdab-ı Ta’lim ve Teallüm Der İslam, s. 348

[7] Men La Yehzureh’ul-Fakih, c. 2, s. 625

[8] Nehc’ul-Belağa, S. Salih, H: 193

[9] Gurer’ul-Hikem, Danişgah baskısı, H: 9443

[10] Bihar, c. 1, s. 226

[11] a. g. e, c. 73, s. 340

index