EDEP

 

İnsan hayatının en kıymetli sermayeleri ve miras­larından biri, edeptir. Hatta servet ve ser­mayeden de önemli­dir. (Kişinin edebi, hükümetinden daha iyidir.)

Karşılaşılan hiçbir şey edep kadar güzel ve cazip değildir. İnsanların arasında ilişkilerin sağlam, salim ve sü­rekli olabilmesi için bunun öğrenil­mesi ve tatbik edilmesi gerekir. Fakat, bu meşhur ve sık sık kulla­nılan kelimenin anlaşılmasında biraz ka­palılık ve gizem­lilik vardır. Bu yüzden; anlamı, yeri ve şartları üze­rinde yeniden durmamız ve ger­çekten edebin ne olduğunu bilmemiz gerekir.

Edep Nedir?

İnsan ahlâkının değerli sermayesi; anne, baba ve öğretmenin mirası olan bu sıfatın kökleri hangi esaslar üzerine kuruludur? Acaba içsel bir ahlâk mıdır? Acaba, top­lumsal bir ahlâk mı, yoksa psikolojik bir tutum mudur? İnsanın, edepli kimseleri beğenip tak­dir etmelerinin sebebi nedir?

Edepten bahsedildiğinde, çevredeki insanlarla (küçük, büyük, tanıdık ve yabancı herkese karşı) bir çeşit özel ve ölçülü ahlâk akla gelir.

Uygun bir terbiyenin ürünü olan bu ahlâk; söz söylemek, yolda yürümek, diyalog kurmak, bakmak, istemek, sormak, ce­vaplamak vb... ile ilgilidir.

Edep, öğrenilen bir hünerdir. Denilebilir ki; “edep iyi bir terbiyedir.” Mürebbi, ister ana-baba olsun, ister öğretmen ve hoca.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Babam beni üç şeyle terbiye etti... Buyurdu ki: Ey oğlum! Kim, kötü arkadaşla oturursa, salim kalmaz; kim sözlerine dikkat etmezse, pişman olur; kim kötü yerlere gi­rese, töhmet altında kalır.”[1]

Bu hadiste söz konusu edilen şey, dostluğun, söz söylemenin ve sosyal ilişkilerin bir ölçü üzerine olmasıdır. Baş­kaları­nın sana nasıl davranmalarını istersin? Seni say­gıyla an­malarını ve iyiliklerini zikretmelerini istemez misin? Seni kötü isim ve çirkin lakaplarla anmamala­rını dilemez mi­sin? Başkalarının hakaretleri, alay etmeleri ve taşlamala­rından rahatsız ve rencide ol­maz mısın? İnsanların ara­sında saygı görmek, teşvik ve teveccühlere şayan olmak istemez misin?

Sosyal ilişkilerde önemli nüktelerden biri, kendin için beğenmediğini başkalarına da reva görmemen, ken­din için neyi seviyorsan başkalarına da istemen, başkala­rı için neyi çirkin biliyorsan kendin için de çirkin bilmendir. Başkalarında beğenmedi­ğin ve eleş­tirdiğin hareket ve sıfatlar sende bulun­mamalıdır. Bu, bir çeşit “kendini terbiye etmektir.” Allah'ın bu vergisini, keskin ve tecrübeli bir zeka, akıl ve bilince sahip olan bir kimse kazanabilir. Hz. Ali (a.s)'ın buyurduğu gibi:

“Kendini terbiye etmen için, başkasında görüp de beğenmediğin şeylerden kaçman sana yeter.”[2]

Herkes kendi sınır ve ölçüsünü tanır ve on­dan dışarı çıkmazsa, edeplidir. Edepsizlik ise, karşılaşmalarda bir çeşit yasak mıntıkalara girmek, sınır ve ölçüleri çiğne­mektir.

Hz. Ali (a.s)’ın şu yüce sözünü de burada okuyalım. O şöyle bu­yuruyor:

“En üstün edep, insanın kendi sınır ve haddinde durması ve ondan öteye geçmemesidir.”[3]

Edep, başlı başına ahlâkî ve sosyal bir değerdir. Hem çocuklar için, hem de on­ları terbiye eden veliler için bir değer kazandırandır. Edep her kimde ve her nerde olursa olsun, beraberinde bir mu­habbet ve gü­zellik hâlesini meydana getirir ve edepli insanı aziz ve sevgili kılar. Edep öyle bir ser­mayedir ki, onsuz her sermaye de­ğersizdir. Sahibinin göğsü üzerinde duran, gözleri ve kalpleri hayran bırakan bir madalyadır.

Her şeyin ziyneti bir şeyledir:

İlim, hilimle ziynetlenir,

Şecaat, affetmekle güzelleşir, 

Servet, infak ve bağışla değer kazanır,

Soy ve nesep de edep ile mükemmelleşir. Edep ol­mazsa, soyun şe­refi ve ailenin itibarı, toplumsal onur ve şeref, çirkin bir yüz üzerinde duran yüzeysel bir ziynettir. Emir’ul-Muminin Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Kötü edeple, şeref olmaz.”[4]

Aslı, soyu ve nesebi olmayan biri, eğer edep sahibi ise, şeref ve asalet kazanır. Hatta edep, müna­sip ol­mayan bir nesep ve soyun da üzerini örtmektedir. Hz. Ali (a.s)'ın sözü şöyledir:

“Edebin güzelliği, nesebin çirkinliğini örter.”[5]

Nişaneler ve Cilveler

Edep ve edepsizliğin kendilerine mahsus belirti­leri vardır. Edepten yoksun olanların dav­ranışla­rına dikkat etmeden edebin tanınması ve öğrenilmesi kolay değildir. Bu işaretler ve alametler, hem konuşmada, hem de ahlâk ve diyaloglarda belli olur.

Akıllıca yaşamak, konuşmada metanet ve davra­nışlarda vakar, edebin nişaneleridir. Akılsızlık, çirkin konuşma, ağız bozukluğu, sert huyluluk, küfür ve hakaret, aptallık ve dik kafalılık, inat ve... de edepsizliktir.

Eğer dostluk ve diyalogların kontrolü edep ise; münasebetsiz insanlarla gidip-gelme, dost seçiminde dik­katsizlik, oturup kalkma ve arkadaşlıklarda sorumsuzluk da edepsiz­liktir. Çirkin konuşan ve ağzı bozuk olan biri, Hz. Ali (a.s)'ın tabiriyle edepten yok­sundur: “Kötü konuşanın edebi olmaz.”[6]

İnsanlarla bir araya gelirken, onlara değer ver­meye ve onları takdir etmeye hazır olmayan, sürekli baş­kalarıyla alay eden, onların gıybetini yapmakla meşgul olan, başkalarının saçma sapan söz ve küfürlerine saçma sapan söz ve sövgülerle cevap veren; meclis­lerde, toplantılarda ve  saflarda başkalarının hakkına riayet et­meyen, düzene uymayan, sırasını bekleme­yen, sabır edip susmasını bilmeyen, başkalarının ko­nuşmalarını dinle­meye hazır olmayan, karşılıklı ko­nuşma ve tartışmalarda bağırıp çağıran, boğaz yırtan, insaf ve hakka riayet etmeyen ve... bütün bunlar edepten yoksun olanların sıfatlarıdır.

Bu yüzden edebe riayet; yemede, içmede, giyim ve kuşamda, tuvalete gitmede, esnemede, öksürmede, hapşırmada ve… bile kendini gösterir. Edepsizlik, insanların haklarına, şahsiyet ve değerlerine karşı bir çeşit duyarsızlıktır. Eğer birisi hapşırdığı vakit ağzı­nın suyu sofraya ve yüzlere sıçrarsa, yemek yedi­ğinde etrafındakileri tiksindirecek şekilde yerse ya da bir mektup, eşya ve herhangi bir malzemeyi iki eliyle takdim edeceğine bir elle verir veya atarsa, yahut etüt vak­tinde gürültü yaparsa, yalnızlık ve halvet vakitlerde odanıza  giriş  izni almadan habersiz bir şekilde girerse, bütün bunlar sosyal edebe dikkat etmemenin nişaneleridir.

İslam’ın, bu meselelerin hepsi için bir takım talimatları­ vardır. İslamî terbiye, mektebî ahlâk, bütün düsturlar, emir ve nehiyler, edep öğreticidir. Dinî öğretilere bağlı olmayan biri, edep hududundan çıkıp, edep­sizlik vadisine ayak basmıştır.

Edebi Kimden Öğrenelim

Başkalarının iyi davranışları insanın üzerinde olumlu etki bırakır. Bu iş tabii ve açıktır. İnsanların beğe­nilmeyen ahlâkları da, olumsuz tesir bırakır. Bu da doğaldır. Akıllı ve bilinçli insanların hüneri, baş­kalarının beğenilmeyen ahlâklarından da ib­ret ve ders almalarıdır.

İyi insanlar, iyiliğin örnekleri oldukları gibi, kötü insanlar da -bilinçsiz insanlar için- kötülüğün örnekle­ridirler. Ama, akıllı olan; kötülüklerden iyilik yollarını öğrenen kimse­dir. İşte bu, Lokmanî bir hikmet olup kişinin akıllı oluşunu göstermektedir. Sadî'nin dediği gibi:

Lokman’a dediler: “Edebi kimden öğrendin?” Dedi: Edepsizlerden; onlarda beğenilmeyen her ne gördümse, onu yapmaktan kaçındım.”[7]

Eğer böyle olmasaydı, “Hekim” lakabıyla meşhur olmazdı.

Evet.... edepsizlerden edep öğrenilmelidir. Aynı şekilde, az konuşmak da, boş ve çok konuşan geveze insanlardan öğrenilmelidir. Büyüklük ve izzet-i nefsi de, dar düşünceli ve hasis tabiatlı insanların yaptıkları işlerin çirkinliğinden öğrenmek gerekir. Öyleyse biz, neden, sevilmemiz için ken­dimizi onlardan temizlemeyelim? Eğer başkalarının kötü­lüklerinden, iyiliklerle yönelmeyi öğrendiysek, ahlâk öğretmenimiz bizim içimizde gizlidir demektir. Bu metot, Emir’ul-Müminin Ali (a.s)'dan öğrenilmiş bir me­tottur. O şöyle buyurmuştur:

“Başkalarında çirkin bir ahlak gördüğünde, o çeşit ahlakı kendinden uzaklaştır.”[8]

İsa Mesih de bu ahlâka sahipti. Ona sordular: “Sana kim edebi öğretti?” Buyurdu:

“Kimse beni edeplendirmedi. Ben cehaletin çirkin­liğini gördüm ve ondan uzak durdum.”[9]

Edepli insanlarla oturup kalkmak, onlarla yakınlık ve diyalog kurmak; ahlâk, tutum ve davranışlarımızı edep süsüyle süsler.

Peygamber (s a.a)'in Edebinden

İmanın en güzel örneği; iyi ahlâk, edep ve davra­nışların numunesi olan Peygamber-i Ekrem (s.a.a), kendini Allah'ın terbiye ettiği biri olarak görür ve şöyle buyu­ru­lardı:

“Rabbim beni terbiye etti ve güzel terbiye etti.”[10]

Peygamber (s.a.a)’in siyeri, bir edep öğretimi kitabı­dır. Peygamber (s.a.a)’in davranışı, ahlâkî yücelik ve yük­sek diyalog örnekleridir. Peygamber (s.a.a)'in başka­larına karşı davranış edebinden birkaçına değiniyoruz:

Allah Resulü (s.a.a), küçük-büyük karşılaştığı herkese selam verirdi.[11] Hiçbir zaman birisinin önünde ayakla­rını uzatmazdı. Baktığında, kimsenin yüzüne dik ve şaşkın bir şe­kilde bakmazdı. Kimseye kaş ve gözle işaret vermezdi. Oturduğu vakit kimseye yaslanmazdı.[12]

İnsanlarla tokalaştığında ve musafaha yaptığında, karşı taraf elini çekmediği sürece o elini geri çekmezdi.[13] Hiçbir yiyeceği kötülemezdi. Hiç kimseye küf­redip sövmez, rahatsızlık meydana getiren sözleri dile getirmez ve kötülüğe kötülükle cevap vermezdi.[14] Altındaki sergiyi, ikram için, huzuruna gelenlerin altına se­rerdi.[15] Peygamber olduğu günden, vefat ettiği güne kadar asla yaslanmak suretiyle yemek yemezdi.[16] Halkın hediye­lerini (az ve değer­siz bile olsaydı) kabul ederdi.[17] Çoğu vakit, yüzünü kıbleye döndürerek otururdu.[18] İnsanların yanında dizlerini açmaz ve dışarı çıkarmazdı. Sert huylu ya­bancıların soruları, istekleri ve konuşmalarına karşı sabırlı davranırdı. Hiç kimseyi kınamaz ve serzeniş etmezdi. Başkaların sırlarını keşfetme peşinde olmazdı.[19]

Gülmesi tebessüm şeklindeydi ve asla kahkaha atmazdı.[20] Çok arlı ve hayalı idi. Kimsenin sözünü kesmezdi. Kendi önünden yemek yerdi. İnsanların işlerini her şekilde yola koyardı ve... Bunlar gibi nice seçkin diğer fazilet ki hepsi, yüce bir ruhtan, güzel bir ahlâktan ve iyi bir edepten hikaye eder.

Edep, diyaloglarda, insanın kemal ve şuurunun ölçü­südür. Herkes edebi miktarında bir değere sahiptir. Şa­hısların insanî değerlerini ölçme ayarı, onların edepleri­dir.

Edeple kalpler fethediliyorsa, edepli olmak; imanın nişanesi, Allah'a ya­kınlık ve­silesi, yaratıcı ve yaratık yanında sevgiye sebep oluyorsa, o halde neden Allah Resulü'nün sünneti ve din evliyaları­nın sirelerinden edep öğrenmeye­lim?... Evet, edep; ko­nuşmada ve amelde, evde ve toplumda, küçük ve büyüğe karşı, tanıdık ve yabancıyla, her yerde... ve herkesle!

 

[1] Bihar, c. 75, s. 261

[2] Mizan’ul-Hikme, c. 1, s. 72

[3] Gurer’ul-Hikem

[4] a. g. e

[5].a. g. e

[6] a. g. e

[7] Gülistan, Sadi, 2. bab, 20. hikaye

[8] Mizan’ul-Hikme, c. 1, s. 70, H: 374

[9] Bihar, c. 14, s. 326

[10] Mizan’ul-Hikme, c. 1, s. 78

[11] Sünen’ün-Nebi, Tabatabai, s. 41,43,75

[12] a. g. e, 45,46,47,61,73

[13] a. g. e, 41,47

[14] a. g. e

[15] a. g. e, 75,76

[16] Bihar, c. 16, s. 237

[17] a. g. e, 227,240

[18] a. g. e

[19] Mekarim’ul-Ahlâk, s. 13,15,17

[20] Sünen’ün-Nebi, s. 75

index