ZAHMET VERMEK

 

Değerli ve müsbet bir konuyu işlememiz gerekir­ken, menfi ve değerlere zıt bir davranış şekli olan zahmet vermek adıyla bir konuyu işlememiz sizi şaşırtmasın! Çünkü, ahlâkî zaaflara dikkat çekmek ve onlardan kaçınmak da aynen kuvvet ve fazilet noktalarına dikkat etmek gibi faydalıdır.

Sosyal ilişkilerde hizmet ve yardım kadar kalpleri celbeden, gönül çelen ve sevimli gelen hiçbir etken yoktur. Aynı şekilde; eziyet, zahmet ve zarar vermek kadar dostluk köklerini ve sıcak alakaları birbirinden koparan hiçbir amel yoktur.

Bu,  sevgiye esir olan, düşmanlık ve kötülükler­den kaçan gönüllerin tabiatıdır. Yaşam, geçici hadiselerden bir cereyandır. İnsanlar da bu hadise­lerin asıl rolünü ifa etmekteler. Her ne kadar sorunsuz ve engelsiz olursa, kalpleri daha mutlu ve hayata olan ümitler daha çok olur.

Tersine, her ne kadar menfaatler çelişir, özgürlükler yok olur, zahmet ve eziyetler çoğalırsa, o oranda    irtibat­lar kararır, kalpler yek diğerinden uzaklaşır, birbirlerine olan bakışlar daha menfi, yaşamlar daha sıkıntılı, ye’s ve buhranlar daha yaygın olur.

Bu, muaşeret âdabında karşılaştığımız acı bir bö­lüm olan “müzahemet” (incitmek-zahmet vermek); başkaları­nın hak, sınır ve ilkelerini tanımamak ve onlara riayet etmemekten kaynaklanan bir meseledir.

Sosyal ahlâk kaidelerine göre zahmet vermeyi ele almak demek; yaşamın tatlılıklarının yerini, acılar ve kırgınlıklar doldurmasın diye, âdapların zıddı olan bu ahlâkı tanımamız, yolumuzun üzerinden uzaklaştır­mamız demektir. Galiba bu konunun giriş bölümünü uzattık. Şimdi mevzunun aslına dönelim:

Müzahemet Nedir?

Varlıkları, davranışları ve dilleri sizin için bir zah­met sebebi olup, el ve dillerinden rahat olmadığınız kimi fertleri mutlaka tanıyorsunuz.

Evde ve işyerinde, rahatlık ve emniyet her insanın dileğidir.

Başkalarının asayişini bozan her şey bir çeşit ezi­yettir. Başka bir tabirle; Müzahim (zahmet veren), İslam dairesinden dışarı çıkandır. Bu söz, şeriat ve risalet sahibi Hz. Muhammed (s.a.a)’in sö­züdür. O, kendi sahabesine şöyle buyurdu:

“Size müslümanın kim olduğunu haber vere­yim mi? Müslüman; müslümanların, onun elin­den ve dilinden selamette oldukları kimsedir.”[1]

Rahatlığı yok eden ve eziyet veren her şey; ister sözle, ister amelle, ister fiziki, ister psikolojik, ister bireye, ister topluma, ister bireyden, ister top­lumdan, ister şahsi, ister devleti, ister evde, ister toplumda, ister iş yerinde, ister etüt ve istirahat ye­rinde, ister bilinçli, ister bilinçsiz, ister iyi niyet, ister kötü niyetle yapılsın fark etmez, hepsi de müzahemettir (incitme ve zahmet vermedir).

Örnekler

Belki insanların sayıları kadar zahmet verme şe­killeri de sayılabilir. Herkes bir yolla, her yerde bir şekille. Zira irtibatlar çeşit çeşit, zahmet vermeler de sayısız ve rengarenktir. Bundan dolayı hiç kimse, başkalarına zahmet vermekten beri olduğunu asla zannetmesin ve… daha iyi bir ikaz ve hatırlatma amacıyla birkaç örneğe işaret edelim:

-Geç vakitlerde eve giderek zili çalmak yerine, arabanın kornasıyla geldiğini bildirmek. Bu iş, istirahat halinde olan komşular için eziyettir.

-Ev tamiratı yapılırken ve yeni bir ev inşa edilir­ken; çakıl, kum, tuğla ve toprağı halkın geçtiği yolun üzerine dökmek, yollarını kapatmak, toz ve toprağı başkalarının boğazına ve hayatına karıştırmak.

Belediye memurları, halkın yolunu kapatan ve şehri kirletenleri ikaz ederler. Ancak… Keşke, cadde, sokak ve geçit yerlerinde böyle tahribatta bulunan bele­diye, idare ve şirketler, halka zahmet vermemek ve kötümserliğe yol açmamak için daha seri çalışsalar…

-Evin atık sularını bir boruyla sokaklara dökmek ve oralarda kirli bataklıkların oluşmasına sebep ol­mak diğer bir zahmet verme örneğidir.

-Sevinç, taziye, bayram, vefat merasimlerinde; radyo, teyp ve hoparlörün sesini, başkalarını rahatsız ede­cek şekilde açmak. Hatta, mescitlerde taziye otu­rumları, Ramazan ve Muharrem geceleri dolayısıyla hoparlörü geç saatlere kadar açık bırakmak ve mes­cide yakın olanların rahatsızlıklarına se­bep olmak da sakıncalıdır. Büyük fakihler (müçtehitler) de, bu çeşit eziyetler hakkındaki sorulan soruların cevaplarında, insanları, bu çeşit zah­met vermekten nehyetmişlerdir.

-Soba ve şofben gibi duman çıkarabilen ev araçlarının dumanını evlere ve komşulara yedir­mek.

-Aşırı duman çıkaran ve havayı kirleten arabaları kullanmak.

-Kendi çocuklarını gün ortasında yahut halkın is­tirahata çekilmiş oldukları vakitlerde oynamaları amacıyla sokağa salmak.

-Caddelerde futbol ve voleybol tezgahlarını kur­mak.

-Vakitli vakitsiz, konuşmak amacıyla komşuların telefonundan zaruri olmadığı halde ve gereğinden fazla istifade etmek.

-İskan edilen mıntıkalarda mezarlık ve kabristan­lar inşa etmek.

-Halkın evlerinin yanında, demircilik ve tamircilik atölyeleri icat etmek.

-Stüdyo mağazaları ya da gerek seyyar gerek sabit olan kasetçilerin; Kur’ân, şiir, müzik gibi kasetlerin sesini sürekli açık bırakmaları.

-Kütüphanelerde ya da evlerde, gürültü patırtı yaparak sessizliği bozmak, başkalarının etüt yapmaları ve ders okumalarına engel olmak.

-Başkalarını telefonla rahatsız etmek, rasgele aramak, telefonu, oynamaları ve meşgul olmaları için çocukların eline vermek.

-Halkın genelinin istifade ettikleri güzergahları, özel bir geçit veya parka dönüştürmek.

-Dükkanların karşısında ve kaldırımlarda mal ve eşya sermek, böylece yoldan geçenlere problem oluşturmak.

-Habersiz ve aniden, bir iş yerine ya da başkaları­nın yaşadıkları yerlere girmek.

-Soğuk ve sıcak havalarda, hazırlıkları olmayan  ev sahiplerinin ziyaret ve görüşmelerine gitmek, onlara misafir olmak.

 Bunlar gibi onlarca hatta yüzlerce mesele, ha­yatta ve sosyal ilişkilerde önümüze çıkmaktadırlar.

Zahmet vermekle ilgili bunca örneklerden hedef nedir? Bu, müslümanlığın, insanlara eziyet eden bu çeşit davranışlardan kaçınmakta tecelli ettiğini bilmemiz içindir.

Gerçi, halkın haklarına riayet etmek ve onlara eziyet etmemeye dikkat etmek çok zordur, lâkin İslamî âdap ve talimatlar böyle gerektiriyor.

Bazen başkalarının rahat olmaları için sıkıntıya katlanılmalıdır.

Bazen, başkalarının özgürlüklerini kısıtlamamak için, insanın.kendini sınırlandırması gerekir.

Bazen, başkala­rına zahmet vermemek için, zahmete katlanmak gerekir.

Bu da İslam’ın ahlâkiyatından ve müminin nişanelerindendir.

Bu konu hakkında Hz. Ali (a.s)’ın şöyle bir sözü vardır:

“Müminin kendisi kendi elinden zahmet ve sı­kıntı içerisindedir; oysa halk ondan taraf rahatlıktadır.”[2]

Allah o kula bahşedicidir ki,

Halk onun varlığından selamettedir.

Dinin Talimatı

Fedakarlık çeşitli şekillerde gerçekleşebilir. İnsanın, halkı kurtarmak, işlerini yola koymak için yanması ve eri­mesi -tıpkı yukarıda Hz. Ali (a.s)’dan nakledilen ha­diste geçtiği gibi- dinin talimatıdır. Yani “Kendisinin ezi­yete olmasına rağmen halkın rahatlığını istemek.”

Sadî şöyle der:

Ben ayak altında ezilen bir karıncayım,

Elimden feryat edilen bir arı değilim.

Bu nimete nasıl şükredebilirim,

Ki halka eziyet edecek bir gücüm yoktur.[3]

Elbette, el ve ayak altında olmakla iftihar edil­memeli; çünkü müslüman azizdir. Zulme de tahammül edilmemeli. İnsanın sahip olduğu gücünü de başkalarına eziyet etme yolunda kullanmamalı. Baş­kaları için eliyle, diliyle bir zahmet sebebi de olmamalı­. İslami âdaplarda önemli olan asıl mesele budur.

Her şeyin bir maliyeti vardır. Güç ve nüfuz sahibi olmanın maliyeti de, halka eziyet etmekten kaçın­maktır. Neticede, kendini tutma ve kendine sahip olmanın yararı da insanın kendisine geri dönmektedir. Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Halka eziyet etmekten sakın. Çünkü bu, kendine bağışta bulunduğun bir çeşit sadakadır.”[4]

Yani, başkalarına eziyet etmekten kaçınmak, kendi selamet ve afiyetinin sigortasıdır. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“İnsanların en kötüsü, halkın, ondan dolayı eziyet ve sıkıntıda oldukları kimsedir; ondan daha kötüsü ise, şerrinden korktuklarından dolayı kendisine saygı gösterdikleri kimse­dir.”[5]

Meğer müzahemet, halka eziyet etmekten başka bir şey midir? Müslümanlık da Allah’ın kullarının, insanın elinden ve dilinden selamette olmalarından başka bir şey midir?

Tarihten Bir Örnek

İnsanlara zahmet vermenin yollarının çok fazla olduğunu söyledik. İslam’ın ilk dönemlerinde meydana gelen olaya teveccüh ediniz. Bu olay, İs­lam’da bir kanun ve fıkhi bir hükmün esası ve kapsamlı bir fıkhi kaideyi meydana getirdi. Bu kaide, “La zarere” (zarar verme yoktur) kaidesi adıyla şöhret buldu. Bu olay, Semeret b. Cündeb’in hikayesidir.

Semeret b. Cündeb, Medine halkından olup hur­maları olan bir araziye sahipti. Onun bağ ve bahçesinin yanında Ensar’dan olan birinin evi vardı ve Se­mere’nin bir hurma ağacı onun evine sarkmıştı. Semere, zaman zaman, habersiz ve izinsiz olarak onun evine girer, hurma ağacının yanına gider, bu gidiş-gelişlerinde de evin içine ve onların  yaşantıla­rına göz atardı. Bu Ensarlı adam ve ailesi, Se­mere’nin bu gidiş-gelişlerinden çok rahatsız oluyorlardı.

Ensarlı adam, defalarca Semere’yi uyarmasına rağmen bir fayda vermediği için, Resulullah’ın ya­nına giderek onu Hz. Peygamber’e şikayet etti.

Peygamber-i Ekrem (s.a.a), ağaç sahibinin yanına birini göndererek, Ensarlı adamın şikayetlerini ileterek şöyle buyurdu: “Onun evine girdiğin vakit izin iste!.”

Fakat bu adam kulak asmadı ve ağacını da sat­maya yanaşmadı. Hatta Peygamber (s.a.a)’in; “O ağaç yerine başka bir yerde birkaç hurma ağacı verelim” tekli­fini de kabul etmedi.

Allah Resulü ona şöyle buyurdu:

“O ağaçtan  vazgeç ki, Allah (c.c) cennette onun karşılığında sana üç tane ağaç versin.”

Bu adam yine bu muameleye razı olmadı.

Bu sırada Allah Resulü şöyle buyurdu:

“Ey Semere! Görüyorum ki sen, zarar veren birisin.”

Sonra Peygamber-i Ekrem (s.a.a) o Ensarlı adama şöyle buyurdu:

“Git, o ağacı kökünden kes ve sahibinin tara­fına at! Çünkü (İslam dininde) hiçbir zarar ve ziyan yoktur.” (La zarere vela zirare)[6]

İslam fıkhında, başkalarına eziyet ve zarar vermekten nehyeden birçok şer’î hükümler mevcuttur. Bu cümle­den; başkasının duvarının dibinde kuyu kazmak, baş­kasının kuyusuna yakın bir yerde kuyu kazarak suları­nın azalmasına neden olmak, başkalarının geçiş yol­larını engelleyecek ve onların  şikayetlerine sebep olacak bir balkon yapmak, evdeki suyu bir boruyla sokağa boşaltmak veya evin oluğunu, sokağa doğru dikmek.[7]

Gerçi bu nükteler, çok basit ve küçüktürler. Ancak onlara dikkat etmemek, kimi zaman büyük zarar ve sorunların çıkmasına sebep olabilirler.

Gerçi zikredilen örneklerin çoğu, iktisadî ve maddi zahmet ve eziyetlerdir. Ancak her halü­karda, başkalarının haklarına ve asayişlerine riayet etmek, İslam’ın sosyal ahlâk âdaplarından biri olarak başkalarına her türlü zarar ve zahmet vermekten kaçınmamızı gerektirir.

Başkaların rahatsızlığına sebep olmak, onların şahsi hakla­rının sınırlarını çiğnemektir ve çirkin bir davranıştır .

 

[1] Bihar, c. 72, s. 148

[2] Mizan’ul-Hikme, c. 1, s. 87; Bihar, c. 72, s. 53

[3] Gülistan, Sadi, 3. bab, 2. hikaye

[4] Bihar, c. 72, s. 54

[5] a. g. e, 281

[6] Vesail’uş-Şia, c. 17, s. 340

[7] a. g. e, 338,344,347

index