EV HAREMİ VE YAŞAM

 

Haremden maksat, yerel ve coğrafi barınaklar de­ğil; belki bireylerin hak, emniyet ve özgürlükleridir.

İnsanlar arasında mevcut olan dostluk ilişkileri ve mutlulukların korunması için; özel yaşamların, ev içindeki özel durumların ve içsel irtibatların sahip oldukları kural ve yasaklara saygı gösterilmelidir. Çünkü, bu sınırlara tecavüz ve bu hakları gö­zetme­mek, kırgınlık ve düşmanlıklara yol açmaktadır.

Bırakın konuya şöyle bir soruyla başlayalım:

Acaba siz, birinin, habersiz ve izinsiz olarak evi­nize gir­mesini ister misiniz?

Acaba, izniniz olmadan çantanızın, do­labınızın, odanızın ve işyerinizin kapısının, başkaları tarafından açılmasından rahatsız olmaz mısınız?

Acaba, yazdığınız bir el yazınıza veya kapalı kalmasını istediğiniz özel yazılarınıza başkalarının göz atmalarından nefret etmez misiniz?

Acaba, birisi sırlarınızı öğrenir ya da sizin ken­diniz herhangi bir sırınızı onun yanında açarsanız -özellikle bunlar aile sırlarınız ve özel yaşa­mınızla ilgili şeyler olursa-  onun bu sırları başkalarının yanında açması doğru olur mu?

Acaba rızanız olmadan, birsinin mal ve eşyaları­nızı kullanmasından hoşnut olur musunuz?

Peki başkalarının evlerinin içine bakmak nasıl?

Bütün bu sorular ve bunlardan önceki açıklama­lar; kendi yaşamınız ve eviniz için göz ardı edilme­sini istemediğiniz kimi ilkelere sahip olduğunuzu göstermektedir. Bu ilkelere riayet etmek veya onları görmezlikten gelmek, İslam’da özel kanun ve hü­kümleri bulunan mua­şeret ahlâkının kapsamına gir­mektedir. Bu mese­leyi biraz daha açalım.

Ev Ya Da Dinlenme ve Emniyet Yeri

Birey ya da ailenin yaşadığı yere mesken de de­nir. Yani ev; devamlı yaşam, istikrar, dinlenme, sü­kunet ve rahatlanma yeridir. Bu yüzden insan iskan ettiği yerde, kendini emniyet ve huzur içeri­sinde his­setmelidir. Bu emniyetin hissedilmesini sağla­mak için de, -örneğin; evin mimar tarzı, başkalarının ona musallat olmaması, komşuların uygun insanlar olması ve yabancıların, komşuların ve eve gidip gelenlerin irtibat şekli gibi- çeşitli adımlar atmak gerekir.

Başkasının özel odasına rastgele ve habersiz ola­rak girilmeme­lidir.

Özel bir eve de izinsiz, rızasız ya da habersiz gi­rilmemelidir. Eğer bir ev, başkalarının bak­malarından, kirli gözlülerin  gözlerini otlatmasından korunamıyorsa, mesken değildir. Belki sar­sılma ve ıstırap faktörüdür.

Bunun için, ev ya da oda kapılarının önünde perde olmalıdır. Bu, münasebetsiz bakışların evin içine yönelme­lerini önlemek içindir. Bu yüzden, bir eve girmeden önce kapı çalma, izin alma ve haber verme gerekliliği işte bu nükteler içindir. Elbette hem ev sahibi evinin ihtiyaç­larını giderek emniyete, din­lenmeye ve huzura sebep olan vesileleri sağla­malı, hem de yoldan geçenler, komşular, üst katta ya da yüksek evlerde oturanlar kendi bakışla­rını kontrol etmelidirler.

Eğer bir evin önünde perde bulunmazsa, evin içe­risinin görülmemesi için kapının sağ veya solunda durarak kapı çalınmalı, ya da evin sahi­bine seslenil­melidir.

Bırakınız, en güzel ahlâk örneğinden bunu öğre­nelim:

Hareketleri herkes için ders ve örnek kaynağı olan İslam Peygamberi (s.a.a) bir şahsın evinin kapısına gitti­ğinde, kapının karşısında değil, sağ yahut sol tarafında durur ve buyururdu:

“Esselam-u aleyküm.”

Bu yüksek selam vermekle giriş izni alırdı; zira o zamanlarda, henüz insanların arasında evlerinin ka­pıla­rına perde asma âdeti yaygınlaşmamıştı.[1]

Bir kere de, Ebu Said-i Hudri, Peygamber (s.a.a)’in kapısının karşısında durarak giriş izni istedi. Peygam­ber (s.a.a) ona şöyle buyurdu:

“Kapının karşısında durarak giriş izni is­teme.”[2]

İnsanlar kendi evlerine girdiklerinde, istirahat et­meleri ve özgür davranabilmeleri için, emniyeti ve rahatı olan bir sığınak türünü seçmişlerdir. Bu nokta, evlere girme sınırları ve hürmetlerinin muhafaza edilmesini ve izinsiz olarak evlere girilmemesini ge­rektirmektedir.

İstiyzan (İzin İstemek)

Burada, Kur’ân ve hadislerde geçen ve bu mese­lelerle ilintili olan bir kelimeyle tanışıyoruz. İstiyzan, başka­sının evine yahut odasına girildiği  vakit, izin istemek ve ruhsat almak demektir.

Geçtiği gibi, Allah-u Teâla evleri, fertlerin emni­yet ve huzur yeri olarak öngörmüştür ve onlar için özel hükümler belirlemiştir.

Nitekim yorgun, hasta ve halsiz olanlar, başkasını kabul etmeye hazır olmayabilirler.

Yahut evinde birisi olduğu için, başkalarını da aynı anda kabul etmek istemeyebilirler.

Yahut evin durumu, başka­larının görmeleri uygun olmayacağı şekilde olabilir.

Ya da, elbise açısından ve giyim bakımından, başkasını karşılamaya hazır bir durumda olmayabi­lirler. Yahut, öğlen veya gece vakti elbiselerini çıkararak istirahat halinde olduğundan başkasını  içeriye girmesine razı veya hazırlığı olmayabilir. Veya … Veya….

Her halükarda, bazen şartlar, izinsiz girmek, ev sahibini rahatsız edecek bir şekilde olabilir. Böyle durumlar için izin alınmalıdır.

 Eğer bir evin bireyleri, önceden birinin geleceğinden haberleri olursa, yahut kendileri misafir davet etmiş­ olurlarsa, evi düzenli hale getirirler ve kendilerini misafir kabul etmeye hazırlarlar; ancak, birisi habersiz ve aniden gelirse, her birisinin bir tarafa kaçtığını ya da telaş ve aceleyle evin eşyalarını to­playıp düzelttiklerini ve dağınık bir ortama sahip olan evi düzenlemekle meşgul olduklarını görmüş olabilirsiniz. Bu ne demektir? Yani insanlar, sü­rekli başkalarını -özellikle habersiz ve aniden gelenleri- kabul etmeye hazır değillerdir demektir.

Bu durumlarda vazifemiz, insanların özel emni­yet haremi olan evlerinin yasaklarını çiğnememek için, izin almak, habersiz ve aniden girmemektir..

Haber verme şekilleri farklıdır. Şartlar, yerler ve şahıslara göre değişebilir.

Kapı çalmak, izin almak, ya Allah demek, zil çalmak, öksürmek, ayağı yere vurmak  ya da herhangi bir şekilde ev sahibini veya odada oturanı haberdar etmek gerekir. Eğer giriş izni veri­lirse, girilmeli; aksi takdirde hiç rahatsız olmadan geri dö­nülmelidir. Müsait olmayan şartlar nedeniyle, birinin ev ya da işyerine girilmesine izin verilmezse, hemen rencide olmamalı ve bunu bir hakaret telaki etmemeli.

Önderlerden Öğrenelim

İslam Peygamberi (s.a.a) daima, başkalarının evine girmek için izin alırdı. Onun izin alması da şu şekildeydi. Ev halkına yüksek sesle selam verir ve olumlu cevap almak için beklerdi. Hatta kızı Fatıma (s.a)’in evine bile giderken evin dışında bekler ve yüksek sesle selam verirdi. Evin içinden işitilen ce­vap, Peygamber (s.a.a)’in girmesi için onların hazır oldu­ğunu gösterirdi ve Peygamber (s.a.a) böylece eve girerdi.[3]

Bazı fakihler, üç kez izin almayı gerekli görür­ler. Bazıları da bir kez izin almayı kafi bilirler. Ancak ahlâkî yönü riayet etmek, üç kez izin almayı gerektirir.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurur:

“Bir eve girmek için üç defa izin alınmalıdır: Birincisi, işitmeleri içindir; ikincisi, kendilerini ve ortalığı hazırlamaları içindir; üçüncüsü ise, istedikleri takdirde izin ver­meleri içindir; izin verilmezse, izin isteyen geri dönmelidir.”[4]

Peygamber (s.a.a)’in siretinde şöyle yazıyorlar: Peygamber (s.a.a) bazen Hz. Fatıma (s.a)’in evine gelir, selam verir, cevap işitmezdi. Üçüncü defasında geri dönmek istediğinde, onlar cevap ve­rirlerdi. Hazret sorardı: “Neden cevap vermiyordunuz?”

Onlar: Ya Resulellah! Senin sesini işitmek istiyorduk” diye cevap verirlerdi. (Bunun benzeri, Kays b. Sad b. Ubade hakkında da  nakledilmiştir.)

Eve habersiz girmek, hatta insanın kendi evi bile olsa doğru değildir. Yolculuk âdaplarında geçtiğine göre, İslam Peygamberi (s.a.a), yolculuktan dö­nen birisinin, önceden haber vermeden geceleyin evine girmesini nehyetmiştir.[5]

Kur’ân Dilinden

“İzin almak” konusunun Kur’ân’da  da geçtiğini söylemiştik. Bu da gösteriyor ki, sosyal ve ailesel ilişkilerde bu mesele önemlidir. Kur’ân-ı Kerim’in ayetlerinde bu meselenin yeri, daha çok cinsi mese­leler ve istenmeyen bakışların geçtiği yerlerdir. On­dan önceki ve sonraki ayetler de, göz ve bakış kont­rolü ile ilgilidir. Genellikle bir eve, odaya ve yere habersiz girmek, vesvese veren şeytanın  insanı fitne tu­zağına çekmesine yol açan yüz, beden yahut sahnelerin görülmesine sebep olur.

Bu yüzden giriş izni almak, bütün münasebetsiz bakışlara veya münasip olmayan sahnelerin görülme­sine karşı bir ihtiyat olarak öngörülmüştür.

Şimdi bunu Kur’ân’ın dilinden öğrenelim:

“Ey müminler! Kendi evlerinizin dışındaki ev­lere, geldiğinizi farkettirip (izin alıp) halkına selam vermeden girmeyiniz. Böyle davranmak sizin için daha hayırlıdır. Ola ki düşünür, sebebini anlarsınız.

 Eğer kapısını çaldığınızda evde hiç kimse yoksa, size izin verilmedikçe içeriye girmeyiniz. Eğer size “geri dönün” denilirse, geri dönünüz. Böylesi, sizin için daha onurlu bir harekettir. Hiç kuşkusuz Allah, ne yaparsanız onu bilir.”[6]

Eğer izin verilmediyse, hiç rahatız olmadan geri dönülmeli. Rahatsız olmanın anlamı da yoktur. Çünkü ev başkasının evi olup girmemize hazır ve müsait olmayabilir. Bu  Allah-u Teâla’nın bize öğ­rettiği Kur’ân’ın bir âdabıdır. Böylece başkalarının evine giriş hem izinle olsun, hem selamla, hem korku ve ıstırap vermeden, hem de onların yakınlık hissedecekleri bir şekilde olmuş olsun.

Merhum Allame Tabatabai şöyle söylemektedir:

“Eve girmek için izin almak; evdekilerin giyinmele­rine, kendilerini toparlayıp korumalarına yar­dımcı olur. Bu güzel ahlâk; kardeşliğin, samimiyetin, iyiliklerin aşikar olması ve çirkinliklerin örtülmesi için umumi yardımlaşmanın gerçekleşmesine vesile olur.[7]

Ebu Eyyub-i Ensari Peygamber (s.a.a)’den sordu:

“Ya Resulellah! Kur’ân’da geçen bu “istinas” (fakettirme) kelimesi nedir?”

Hazret: “Ev halkı için sübhanellah, el-hamdulillah, Al­lah-u Ekber demek ve öksürmektir”[8] şeklinde ce­vap verdi.

Rivayet edilmiştir ki, bir adam Peygamber (s.a.a)’e giderek şöyle  arz etti:

“Acaba, ben annemin yanına varmak için de mi izin alayım?”

Peygamber (s.a.a): “Evet”

O adam: “Annemin benden başka hizmetçisi yoktur. Acaba, yanına varmak için her defasında izin almam gerekir mi?”

Peygamber: “Anneni çıplak görmek ister misin?”

Adam: “Hayır!”

Peygamber: “İzin al ve öyle git.”[9]

Kur’ân’ın istinas ve izin almak hakkındaki öğreti­leri, hem kendi evlerimiz, hem de başkalarının evleri için geçerlidir. Her iki yerde de, evdekilerin haremine ve onların şahsi haklarına saygı göstermektir.

İzin ve İcazet

Aile organı, en kutsal organlardandır. İslam, onun selamet ve istikrarına çok önem vermekte­dir. Bu organın bağları­nın sağlamlaştırılması ya da bağlarının kopar­ılmasına oranla bu tavırlar çok önemli bir role sahiptir. Ev ve ailenin, riayet edilmesi, önemsenmemesi ve çiğnenmemesi gereken hudut ve sınırları vardır. Bu sınır ve haklara saldırmak ve onları ihlal etmek, kimi zaman kontrol edilmesi gerekli olan bakış yoluyladır.

Değersiz Gözler

Gözlerin değersiz olmalarına sebep olan, onların hayasızlığı ve pervasızlığıdır. Yani, kuralları tanı­mamak, başkalarının özel haklarına dikkat etmemek ve yasak olan bölgelere girmek.

Göz, değerli bir cevher ve Allah’ın büyük bir ni­metidir. Onun değeri, insanın sahip olduğu kamil bir vücudun değeri ile eşittir. Hatta eğer birisi başkası­nın iki gözünü kör ederse, kamil bir insanın diyeti kadar bir değer ödemekle yükümlü olur.[10] Ve bir gö­zün diyeti, bir insan diyetinin yarısı kadardır. Fakat bu göz, hain bakışlarda bulunursa, evlere, kadınlara, sırlara ve halkın evlerinin içine ve başkalarının na­musuna bakarsa ve o haldeyken vurulur ve kör olursa diyeti yoktur. Başkalarının sınırlarını izinsiz ve haram olarak çiğneyerek günah işlemek o pâk olamayan gözün değersiz olduğunu göstermektedir. İmam Humeyni (r.a)’in fetvası şöyledir:

“İnsanların evlerine göz atmak ve namahremlere bakmak günahtır. Ev sahibinin, bir taş veya başka bir şeyi onun tarafına atmaya hakkı vardır ve ona bir yükümlülük yoktur. Hatta eğer uzak evlerin içine dürbün gibi bir araçla bakarsa, yakından bakan kimse  gibidir. Dikili bir aynadan birisinin evinin içine bak­mak da, aynı hükmü gerektirir.” [11]

Pâk olmayan gözlerin saygınlığını bozmak, insanların özel hayatlarında onların şahsi hakları için son derece  saygıdır.

Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Her kim komşusunun evine, bir adamın ayıp yerini ya da bir kadının saçını yahut bedenini görmek için giderse, Allah’ın onu münafıklarla beraber cehennem ateşine atması (Allah’ın üze­rinde) bir haktır.”[12]

Yine şöyle buyurmuştur:

“Her kim izinsiz bir eve bakarsa, onların, onun gözünü kör etmeye hakları vardır.”[13]

Diğer bir hadiste İmam Sadık (a.s) şöyle buyur­muştur:

“…Böyle bir halde gözünü kör ederlerse, onlara bir diyet yoktur.”[14]

Birkaç rivayette geçtiğine göre; Allah Re­sulü -hanımlarından birinin yanında olduğu bir sırada- kendi evinde (saçlarını) taramakla meşgulken, adamın biri kapı arasından evin içine baktı. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) onu görünce şöyle buyurdu: “Eğer senin yanında olsaydım, gözlerini bu ta­rakla çıkarırdım.” Ya da kalkarak onun peşice gitti… fakat adam kaçıp orayı terk etmişti.”[15]

Bu yüzden, birinin evine izinsiz olarak girmek bu kadar çirkin görülmüş ve diğer taraftan da başkasının evine girmek için izin almak ve haber vermek tavsiye edilmiştir. (Önceki bölümde genişçe anlatıldı.)

Ergenlik Çağına Girmemiş Gençlere Bir Ders

Kur’ân’ın bize öğrettiği edeplerden biri de, aile­nin selameti ve buluğ çağına girmemiş gençlerle ilgili olan, anne ve babanın odalarına girerken izin istemektir. Bu nükteye hem çocukların riayet etmesi, hem de anne ve babala­rın, uygun bir şekilde, ustaca, kötü öğretim ve tahrike yol açmadan onu çocuklarına tevcih etmeleri gerekir.

Bazen anne ve babalar, kendi odalarında istirahata çekilmiş olabilirler, rahat ve uyumaya uygun elbiselerin içerisinde olmaları mümkündür. Buluğ çağına erme­miş yaştaki bazı çocukların böyle zamanlarda odalara giriş-çıkışları olabilir, olumsuz etkilenebilir ve bu durum, çocukları saplantıya sürükleyebi­lir. Çocukların, kapı çalacakları, izin isteye­cekleri, habersiz ve rasgele başkalarının odalarına girmeyecekleri yer ve zamanlar bunlardır.

Kur’ân’ın öğretisi, hem evin hizmetçileri ve çalı­şanları, hem de buluğ çağına ermemiş olan çocukla­rın üç kez ve üç vakit izin almalarıdır. Bu üç vakit şunlardır:

Sabah namazından önce

Öğle istirahatı vaktinde

Geceleyin, yatsı namazından sonra

Kur’ân-ı Kerim bu üç vakitte izin almanın gerekliliğini emretmektedir. Bu üç vaktin dışındaki zamanlarda -ki bu vakitlerde insanlar genellikle iç elbisele­riyle, özel bir durumda, yarı çıplak veya yetersiz elbiselerle olmaları mümkündür- herhangi bir sakınca görme­miştir. Kur’ân-ı Kerim’in tabiri şöyledir:

“Ey Mü'minler! Elinizin altındaki köleler ve hizmetçiler ile aranızdaki henüz ergenlik çağına girmemiş gençler, günün şu üç vaktinde, yani sa­bah namazından önce, öğle sıcağında soyunduğu­nuz saatlerde ve yatsı namazından sonra odanıza gireceklerinde sizden üç defa izin istesinler. Bu vakitler mah­rem yerlerinizin açık olabileceği vakitlerdir. Bu vakitler dışında ne sizin için ve ne de onlara bir sakınca yoktur. Birbirinizin odalarına rahatça girebilirsiniz. İşté Allah size ayetlerini böylesine ayrıntılı biçimde açıklar. Allah (her şeyi) bilendir, hüküm ve hükmet sahibidir.”[16]

Bu ayette evlere giderken izin istemekten daha ileri ve daha önde olan bir merhaleyi açıklamıştır.

Bazıları, çocukların büyüklerin yanına gidiş-ge­lişlerini basit ve alelade bir iş olarak görebilirler. Ve çocuklar bu yoldan bazı sahneleri görebilir veya bazı şeylerle karşılaşabilirler. Bu da onlara ağır gelebilir, bunları anlamada güçlük çekebilirler ve kötü öğretim ve saplantılara girmelerine sebep olabi­lir.

Bu mesele daha genel bir bakış açısıyla, ço­cukların anlamaları, görmeleri ve dikkat etmelerine oranla eşlerin kontrol ve ilişkileri ile alakalıdır… Bu işaretle yetinelim ve geçelim. Çünkü bu, başlı başına ve ayrıntılı olarak ele alınıp yazılması gereken çok önemli bir mesele­dir.

Her halükarda, görünürde basit ve önemsiz olan bu mesele, ilişkilerin sağlıklı olmasında o kadar önemlidir ki, Kur’ân-ı Kerim, geniş ve ayrıntılı bir şekilde ondan bahsetmiştir. Böylece aileler ve ço­cuklar psikolojik ve ahlâkî hastalıklara yakalanma­sınlar ve ailesel ilişkilerde kontrol edilmeyen sinirsel ve psikolojik so­runların kötü tesirinden, özellikle yalnızlık vakitlerinde çocukların gidiş-geliş, görme ve anlamalarından korunsunlar. Bu yüzden ahlâkî saplantılara ve cinsi hastalıklara duçar olan birçok insanın dosyalarında, bu çeşit olumsuz­lukların tesiri, ve ev içerisindeki korunma ve sakın­malardaki dikkatsizliğe  işaret eden bazı itiraflar göze çarpmaktadır.

Çocukların, ana-babalarının özel ya­şamlarının bazı sırlarına şahit olmaları onları günaha sürüklemektedir. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice bakışlar beraberinde hasret getirmiştir.”[17]

Neden İzinsiz

Şüphesiz ilişkilerde, başkalarının ev haremi haklarına riayet etmek, bizi, izin ve icazet almak ko­nusundan bahsetmeye çekmektedir. Ancak asıl olan şudur ki, kişisel haklara saygı göstermek, İslamî kardeşlik şartlarını İslamî bir toplumda yerine getirmektir ve bu usule bağlılık, dostlukların devamlılık garantisidir.

Bu izinsiz ve icazetsiz iş, sadece bir eve veya özel bir odaya girmekle ilgili değil, daha kapsamlı­dır.

Eğer birisi, not tutar veya bir mektup yazarsa, ona gizliden bakılmamalıdır.

Eğer birisi, bir sırrı bize emanet ederse, hıyanet etmemeli ve sırları ifşa edilmemelidir.

Eğer birisi; evinin, dolabının, çantasının anahta­rını ya da otomobil ve motosikletinin anahtarını bize teslim ederse, onun izin ve rızasının olduğu miktar­dan fazla kullanmamalıyız.

Eğer iki kişi, kendi aralarında özel bir sohbet ya­pıyorlarsa -hem karşılıklı, hem de telefonla- kulak kesilmek, fısıltıları dinlemek, kulak hırsızlığı yap­mak câiz değildir.

Eğer birinin mektubunu taşıyor bir durumdaysak, mektubu açmaya ve içeriğini okumaya hakkımız yoktur.

Eğer bir şahsa, bir paket gönderilmiş ve “bizzat sahibi açsın” şeklinde bir vurgu da yapılmışsa, baş­kasının onu açmaya ve ona bakmaya (asıl sahibinin izni olmadıkça) hakkı yoktur.

Başkasının dolabı, çantası, cebi ve defterinden bir şey almak, okumak ve kullanmak câiz değildir. Eğer defterin üzerinde özel ya da yasak diye bir damga varsa, yahut bir yer veya kişiden izne bağlı bir haber nakledilmişse, bütün bu durumlarda, izinsiz hareket etmek bir çeşit hıyanet olup islamî ve insanî terbiyeden uzaktır.

Bir aile albümüne başka birisinin bakmaya hakkı yoktur.

Eğer; “bu defterin içindekileri okumana razı değilim” deseler ya da bir söz, eleştiri ve makale yazıp da; “bunu açıklamanıza razı değilim” demişlerse, onu ifşa etmek, edep, kanun ve  vicdan dışıdır.

Eğer birisi, bir konuyu bize açıklasa ve; “kimseye söylemeni istemiyorum” derse, buna ne kadar riayet ederiz? Acaba, bunları insan hakları ve ölçüleri olarak hesaplamaya ve onlara riayet etmeye hazır mıyız?

O halde, kişisel ve özel yaşam sırları sayılan çok meseleler vardır. Sadece evle, odayla, mektupla ve kapalı meselelerle sınırlı değildir. Hatta ev ya da buzdola­bındaki bir çeşit yemek, meyve ve yiyecek  gibi ufak bir şeyin bilinmesini istemeyen kimseler olabilir. Ya da kendisinde bir hastalık, organsal ve cismi bir ek­siklik olan biri, başkasının ondan haberdar olmasını istemeyebilir. Ya da özel bir kriz içerisinde olan biri, halk tarafından  bilinmesini istemeyebilir. Bütün bunlar, kişisel saygınlıkların kapsamına giren ve izin gerektiren meselelerdir.

Bazen, bir ailede, bir ihtilaf olur. Fakat, akraba ve tanıdıkların o ihtilaftan haberdar olmalarını istemezler. Onların peşine düşmek için vesveselere sebep olmak ve başkalarına ifşa etmek de izin ve rıza dışı konulardandır.

Seyit Kutup, bu Kur’ânî  olan dakik nükteye ve içtimaî âdaba değinerek şöyle yazmaktadır:

“Bugün, biz müslümanların, bu ince­liklere karşı duyarlılığımız kalmamıştır. Bazen bir şahıs, kardeşinin evine saldırır, gece veya gündüzün herhangi bir saatinde olursa olsun onun için fark etmez. Kapıyı açana kadar çalarlar. Kapıyı açmadıkları takdirde geri dönmezler. Ev sahibini mecbur bir durumda bırakıp kapıyı açana kadar çalarlar. Bazen evde telefon da vardır, gelmeden önce, bu yolla izin isteyebilir veya durumun, gelme­sine uygun olup olmadığını öğrenebilir. Ama o buna aldırmaz, zamansız, randevusuz ve yersiz baskın yapmayı tercih eder. Maalesef örfümüz de, misafirin geri çevrilmesini hoş karşılamaz. Çünkü gelmiştir artık. Ev halkı bu béklenmeyen ve habersiz gelişten hoşnut olmasalar bile içeri almak zorunda kalırlar.

Bugün biz müslümanlar, istediğimiz her an habersiz bir şekilde birbirimizin evine gidiyoruz. Yemek saati olur da bize uygun yemek getirmezlerse, kalpten inciriz. Eğer gecenin sonunda orada yatmamızı istemezlerse bozuluruz. Bu durumlarda asla onların mazeretlerine teveccüh etmeyiz.

Bunun nedeni İslâm edebi ile edeplenmemiş ol­mamızdır, arzularımızı Hz. Peygamber’in -salât ve selâm üzerine olsun- getirdiği davranış kurallarına uydurmamamızdır, yüce Allah'ın doğruluklarını bel­geleyecek hiçbir kanıt indirmediği, yalan yanlış gele­neklere kul-köle olmamızdır.

Gayr-i müslümanlarda âdaba riayet edildiğini görünce şaşırıyoruz. Oysa bu edeplerin kökü bizim dinimizdedir, kendi asaletimize dönmemiz gerekir...”[18]

 Her halükarda, her ne kadar kimi ilişkilerde ba­zı akraba ve dostlarla samimi olsak da bu asla, onların özel yaşamlarına gir­memize bir cevaz olamaz. Ancak, açık bir izin olursa o başka.

Rivayetlerde, bakış, şeytanın oklarından zehirli bir ok olarak gösterilmiştir. Bazen günah, bir bakışın ardından meydana gelir. Eğer birisi gözlerini ve göz kapaklarını iradesi ve kontrolü altına alamıyorsa, musibete duçar olur. İnsanın, bakış yoluyla cehennemlik oluvermesi büyük bir zayiattır. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Gözler, şeytanın av yeridir.”[19]

Bu söz de Hz. İsa Mesih’tendir:

“Harama bakmaktan sakınınız. Çünkü böyle bir bakış, şehvet tohumu, fısk ve günah nebatıdır.”[20]

Konuşmada, bakışta, davranışta, sosyal ilişki ve münasebetlerde, izin ve icazet gerektiren alanlara girmemeye çaba gösterelim.



[1] Tefsir-i Kebir, Razi, c. 23, s. 198

[2] a. g. e

[3] Nur’us-Sekaleyn, c. 3, s. 586; Tefsir-i Nümune, c. 14, s. 431

[4] Vesail’uş-Şia, c. 14, s. 141

[5] Mekarim’ul-Ahlâk. 266

[6] Nur / 27-28    

[7] el-Mizan, c. 15, s. 118

[8] Mecma’ul-Beyan, c. 14, s. 135

[9] a. g. e

[10] Risale-i Nevin, İ. Humeyni, c. 4, s. 285

[11] Tahrir’ul-Vesile, İ. Humeyni, c. 1, s. 492, Difa konusu

[12] Vesail’uş-Şia, c. 14, s. 141

[13] Menhec’us-Sadıkin, Molla Fethullah Kaşani, c. 6, s. 292

[14] Vesail’uş-Şia, c. 19, s. 50

[15] a. g. e, 48-49

[16] Nur / 58 (Bkz. Tefsir-i Numune, c. 14, s. 538)

[17] Gurer’ul-Hikem, c. 4, s. 549

[18] Fi Zilal’il-Kur’an, Seyyid Kutup, c. 6, s. 91

[19] Gurer’ul-Hikem, c. 1, s. 335

[20] Mizan’ul-Hikme, c. 10, s. 71

index