İÇİNDEKİLER

 

 

Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a

İmam Rıza (a.s)'dan

Hadis Pınarı

 

 

Şeyh Saduk İbn-i Babeveyh

(H. 305-381)

 

 

 

2. CİLT

Baskı:

Ocak 2001

 

El-Mehdi Hüseyniyesi


Uyun-u Ahbar’ir-Rıza’nın ikinci cildi, 31. bölümden başlamakta ve 69. bölümde sona ermektedir.

Önceki bölümlerin başında da söylediğimiz gibi, bu kitabın aslında zikredilen bazı hadisler tekrar olmuştur.[1] Bazı rivayetler de belli bir zamana ve dile özgü olup bazı özel şartlarda ifade edilmiştir. Bazılarının da anlaşılması için geniş ilmî bir birikime ihtiyaç duyulmaktadır. Elinizdeki bu kitap ise genelin istifadesine sunulduğu için üstte beyan edilen sebeplerden ötürü bazı rivayetler nakledilmemiş, böylece kitabın sıkıcı olmaması düşünülmüştür.

ííí

 

31. Bölümde 352 rivayet vardır. Bu bölümdeki bazı hadisler de gerek önceden, gerek sonradan, gerekse kendi içinde tekrarlandığından veya diğer mezkur sebeplerden dolayı zikredilmemiştir.




 

Text Box: 31. BÖLÜM
 


İMAM RIZA (A.S)'DAN NAKLEDİLEN TOPLU HADİSLER

 

 

1- Hasan bin Cehm diyor ki, İmam Rıza (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum: “Herkesin dostu onun aklıdır, düşmanı ise cehaletidir.”

 

2- Ali bin Ahmed, Muhammed bin Ahmed es- Sinanî ve Hüseyin bin İbrahim (r.a) metindeki mezkur senetle Mahmud bin Ebi'l Bilad'dan şöyle dediğini nakletmişlerdir: İmam Rıza (a.s)'dan duydum ki, şöyle buyuruyordu: “Kim, kullardan bağışta bulunan kimseye teşekkür etmezse, Allah'a şükretmemiştir.”

 

3- Aynı senetle İbrahim bin Mahmud'dan İmam Rıza (a.s)'ın şöyle buyurduğu naklolunmuştur: “Mümin, iyi iş yaptığında hoşnut olan ve günah işlediğinde de mağfiret dileyen kimsedir; Müslüman da, Müslümanların onun dili ve elinden razı oldukları kimsedir; komşusu, onun şer ve zararından güvende olmayan kimse bizden değildir.”

 

4- Ebul Hasan Muhammed bin Ali bin Şah el- fakih el- Mervazî, Merverud'da kendi evinde, metindeki mezkur ravilerle Ali bin Mûsa er-Rıza (a.s)'dan, o da babası Mûsa bin Câfer (a.s)'dan, o da babası Câfer bin Muhammed (a.s)'dan, o da babası Muhammed bin Ali (a.s)'dan, o da babası Ali bin Hüseyin (a.s)'dan, o da babası Hüseyin bin Ali (a.s)'dan, o da babası Ali bin Ebu Talib (a.s)'dan, o da Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:

“Kıyamet günü ben dört grup kimseye şefaat edeceğim; zürriyetime (soyuma) saygı gösterene, onların ihtiyaçlarını karşılayan kimseye, dertlerinde onlara yardım için gayret gösteren kimseye, kalbi ve diliyle onlara yardımda bulunan kimseye.”

 

5- (Bu hadis mezkur senetle İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s)’ın doğumuyla ilgilidir ve Hz. Fatıma (a.s)’dan nakledilmiştir.) İmam Hüseyin’in doğumundan yedi gün geçtiğinde Resulullah (s.a.a) alacalı iki koç kurban kesti, ebeye bir butla bir dinar verdi, sonra saçını kesti, onun ağırlığında gümüşü sadaka verdi, başını safranla boyadı ve “Ey Esma! Bebeğin başına kan sürmek cahiliyet adetlerindendir.” buyurdu.

 

6- Metindeki mezkur senetle İmam Rıza (a.s), Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: “Kızım Fatıma kıyamet günü, elinde kanlı bir elbise olduğu bir halde kıyamete gelecektir; arşın sütunlarından birine sarılıp şöyle diyecektir: “Ey adalet sahibi, benimle oğlumun katili arasında hükmet!” Resulullah sözünün devamında buyurdular ki: Kâbe'nin rabbine andolsun ki, Allah-u Teala kızımın yararına hükmedecektir. Şüphesiz Allah azze ve celle, Fatıma'nın gazabıyla gazaplanmakta ve onun rızasıyla (hoşnutluğuyla) razı olmaktadır.”

 

7- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu nakletti: “Evlat, reyhandır; benim iki reyhanım da Hasan ve Hüseyin'dir.”

 

8- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletti: “Ey Ali! Sen cennet ve cehennemi bölensin; sen cennet kapısını çalacak hesapsız olarak cennete gireceksin.”

 

9- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ehl-i Beyt'imin sizin aranızdaki misali (konumu) Nuh'un gemisi misali  gibidir; kim o gemiye bindiyse kurtuldu, kim de ondan geri kaldıysa boğuldu ve ateşe düştü.”

 

10- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu rivayet etti: “Allah'ın ve Resulünün gazabı, kanımı (başka bir nüshaya göre zürriyetimin kanını) döken ve Ehl-i Beyt'im hakkında beni inciten kimseye şiddetlendi.”

 

11- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'den şöyle rivayet etti: “Bir melek benim yanıma gelerek şöyle dedi: Ey Muhammed! Allah-u Teala sana selam söyleyip şöyle buyuruyor: Ben Fatıma'yı Ali ile nikahladım, sen de Fatıma’yı Ali ile nikahla; ben Tuba ağacına inci, yakut ve mercan getirmesini emrettim; gök ehli bu evlilikten dolayı sevindiler. Yakın bir zamanda cennet gençlerinin efendisi iki evlat dünyaya gelecek; cennet ehli onların vesilesiyle süslenecek. Öyleyse ey Muhammed! Seni müjdeliyorum; şüphesiz sen önceki ve sonraki insanların en üstünüsün.”

 

12- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu nakletti: “Altı şey yiğitliktendir; üçü vatanda, üçü de yolculukta; vatanda olan şunlardır: Allah'ın kitabını (Kur'ân'ı) okumak; Allah'ın mescitlerini (camileri) imar etmek (şenlendirmek),  Allah için kardeş edinmek. Yolculukta da olanlar ise şunlardır: Azığı infak etmek (bağışta bulunmak), güzel huylu olmak ve günaha düşmeyecek şaka ve mizah yapmak.”

 

13- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu rivayet etti: “Yıldızlar gök ehli için emniyet ve kurtuluş vesileleridir; Ehl-i Beyt'im de ümmetim için emniyet ve kurtuluş vesilesidir.”[2]

14- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) ceddi Câfer bin Muhammed (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Babam Muhammed bin Ali'nin (İmam Bâkır'ın) yüzüğünün taşına şöyle yazılmıştı:

 “Zannî billahi hasen ve binnebiyy'il mutemen ve bilvasiyyi zi'l menen ve bi'l Huseyn ve'l Hasen.”

Allah'a zannım iyidir, güvenilir Peygambere de; Minnet (ihsan) sahibi vasiye; Hüseyin ve Hasan'a da.

 

15- İmam Rıza (a.s) aynı senetle ceddi Ali bin Ebu Talib'den “Onlar haram yiyicilerdir.” (Maide/42) ayetinin tefsiri hakkında şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Haram yiyicilerden maksat, kardeşinin ihtiyacı karşılığı hediyesini kabul eden kimsedir” (Yani dünya malı tamahıyla onun ihtiyacını karşılıyor ve rüşvet alıyor.)

 

16- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) şöyle nakletmiştir: Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: “İman dille ikrar etmek, kalple tanımak ve organlar ile amel etmektir.”

 

17- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Allah Tebarek ve Teala buyuruyor ki: Ey Adem oğlu! Bana karşı insaflı davranmıyorsun; ben nimet vermekle seni seviyorum, oysa sen günah işlemekle bana buğzediyorsun; benim hayrım sana inmektedir, oysa senin şerrin bana doğru ulaşmaktadır; sürekli her gece ve gündüz bir melek senin çirkin amellerini bana bildirir. Ey Adem oğlu! Eğer kendi sıfatlandığın halini bilmediğin halde başka birisinden duymuş olsaydın, ona karşı mutlaka nefret ve buğzetmeye koyulurdun.”

 

18- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Çocuklarınızı, doğumlarının yedinci günü sünnet edin; çünkü bu iş onlar için daha temiz ve onların gelişmesi için daha elverişlidir.”

 

19- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Allah katında en üstün amel, içinde şüphe olmayan imandır; ganimetinde hıyanet olmayan cihattır; kabul olunmuş olan hacdır. Cennete ilk girecek olan şehitlerdir; efendisine kullukta bulunan onun hayrını isteyen köledir; aile sahibi olan iffetli ve takvalı kişidir. Cehenneme ilk girecek olan da halka musallat olup adaletle davranmayan hükümdar, malının farz olan hakkını vermeyen zengin ve kibirlenen fakirdir.

 

20- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: “Mümin beş vakit namazlarını korudukça şeytan sürekli olarak ondan taraf korku içerisindedir; ama onları zayi ettiğinde (onun vakitlerine önem vermediğinde), ona cüret (hücum) edip onu günaha sokar. Her kim farz bir namazı doğru olarak kılacak olursa Allah indinde bir duasının kabul edilmesine hak kazanır.”

 

21- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kim farz olan namazını kılarsa, her namazından sonra bir duası Allah katında kabul olur.”

 

22- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “İlim hazinedir, anahtarları ise soru sormaktır. Öyleyse -Allah size merhamet etsin- soru sorun. Çünkü bu işte dört kimse mükafatlanır: Soru soran, öğrenen dinleyen ve cevap veren.”

 

23- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Allah azze ve celle, evine izinsiz olarak giren yabancı kimseye karşı savaşmayan kimseyi sevmez.”

 

24- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'den buyurduğunu nakletmiştir: “Ümmetim birbirlerini sevdikleri, birbirlerine hediye gönderdikleri, emaneti sahibine verdikleri, haramdan kaçındıkları, misafiri ağırladıkları, namaz kıldıkları ve zekât verdikleri sürece hayır üzeredirler; bunu yapmadıkları taktirde kıtlık ve bilenmiş bıçağa (veya kuraklık ve geçim zorluğuna) duçar olurlar.”

 

25- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Müslüman'ı aldatan veya ona zarar veren veyahut ona hile yapan kimse bizden değildir.”

 

26- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Allah Tebarek ve Teala Adem oğlunu muhatap kılıp şöyle buyurmuştur: Ey Adem oğlu! Halkın günahı seni kendi günahından gafil etmesin; halkın sana verdiği nimetler (bağış), Allah'ın sana bağışladığı nimetleri unutturmasın; kendine ümit ettiğin halde halkı Allah'ın rahmetinden ümitsiz etme.”

 

27- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: “Ölümümden sonra ümmetim için üç şeyden korkuyorum: Mârifetten (hidayet olduktan) sonra sapıklıktan, fitnelerin saptırmasından, karın ve fercin (tenasül organının) şehvetinden.”

 

28- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Çocuğunuza Muhammed ismini taktığınızda ona ikram edin, toplantılarda ona yer açın ve ona yüzünüzü ekşitmeyin.”

 

29- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Herhangi bir grubun danışma meclisinde Ahmed ve Muhammed (veya Hamid ve Mahmud) isminde kimseler olup da onları danışmaya katarlarsa (onların da görüşlerini alırlarsa), o istişare onlar için hayırlı  netice verir.”

 

30- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Her serilen sofranın başına Ahmed veya Muhammed isminde bir kimse hazır olursa, o ev (içerisinde sofra açılan ev) her gün iki defa takdis ve tathir olur.”

 

31- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Biz Ehl-i Beyt'teniz ve de bir takım özelliklerimiz vardır. Bu cümleden:

1- Sadaka almak, bize câiz değildir.

2- Biz temizliğin bütün yönlerine riayet etmekle emrolunmuşuz.

3- Mümin bir kızı dinsiz ve aptal bir erkeğe vermemekle mükellefiz.”

 

32- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Allah katında mümin bir kulun misali mukarrep melek misalidir. Ve şüphesiz ki Allah nezdinde ondan daha da değerlidir. Allah katında tövbe eden mümin bir erkek ve mümin bir kadından daha sevimli bir şey yoktur.”

 

33- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim halkla muamele eder de onlara zulmetmez, onlarla konuşur da onlara yalan söylemez, söz verir de sözünde durursa; yiğitliği (ve insaniyeti) kâmil olan insanlardan olup adaleti aşikâr, kardeşliği gerekli ve yokluğu ise haram olmuş olur.”

 

34- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: “Ya Ali! Ben Rabbimden senin hakkında beş şey istedim, hepsini bana bağışladı (kabul etti): Birincisi; Rabbimden istedim ki, yer kendisi için yarılan ilk şahıs ben olayım ve başımdan toprağı temizlediğimde sen de benimle olasın; Rabbim bu isteğimi kabul etti. İkincisi; Rabbimden istedim ki, kıyamet günü hesap için amel terazisinin yanında durduğumda sen de benimle olasın; Rabbim bu isteğimi de kabul etti. Üçüncüsü; Rabbimden istedim ki, Allah'ın en büyük sancağı olan ve üzerinde; “el- Muflihune humu'l faizune bilcenneh” (Cenneti elde edenler, kurtuluşa erenlerdir) sözü yazılı olan benim sancağımı taşıyan sen olasın; Rabbim bu isteğimi de kabul etti. Dördüncüsü; Rabbimden istedim ki, ümmetime senin elinle su versin; Rabbim bunu da kabul etti. Beşincisi; Rabbimden istedim ki, ümmetimi cennete sevk eden sen olasın; Rabbim bu isteğimi de kabul etti. İsteğimi kabul etmekle bana lütufta bulunan Allah'a hamd olsun.”

 

 35- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Ya Ali! Kıyamet günü olduğunda sen ve senin evlatların ( Masum İmamlar), inci ve yakutlu taçlar giymiş olduğunuz halde alacalı atlar üzerinde olacaksınız; Allah-u Teala, halk size baktığı halde cennete gitmenizi emredecektir.”

 

36- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: “Kıyamet günü olduğunda arşın arasından şöyle seslenilecektir: Ey Muhammed! Baban İbrahim-i Halil ne güzel babadır ve kardeşin Ali bin Ebu Talib ne güzel kardeştir!”

 

37- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Adeta beni çağırmışlar, ben de kabul etmişim (ölümüm yaklaşmıştır). Şüphesiz ben sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; bunlardan biri diğerinden büyüktür; gökten yeryüzüne adeta bir ip gibi uzanmış olan Allah'ın kitabını ve Ehl-i Beyt'im olan itretimi. Benden sonra o ikisi hakkında nasıl davranacağınıza bakın (dikkatli olun).”

 

38- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Güzel ahlaklı olun; çünkü güzel ahlak şüphesiz cennettedir. Kötü huyluluktan kaçının; zira kötü huy şüphesiz cehennemdedir.”

 

39- Aynı senetle İmam Rıza (a.s), Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim pazara girdiğinde şu sözü: "Subhanellahi ve'l hamdu lillahi vela ilahe illellahu vehdehu la şerike leh, lehu'l mulku ve lehul hamdu, yuhyi ve yumit ve huve hayyun la yemutu, ve huve ala kulli şey'in kadir" söylerse, kıyamet gününe dek Allah'ın yaratıkları sayısınca ona mükâfat verilir.”

 

40- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kıyamet günü olduğunda, kul (hesap vermek için) çağırılır; ondan sorulacak olan ilk şey namazdır; eğer onu tam olarak (şartlarınca) yapmışsa kurtulur; aksi taktirde ateşe atılmış olur.”

 

41- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Namazınızı zayi etmeyin; kim namazını zayi ederse Karun ve Haman ile haşr olur; Allah-u Teala'nın da onu, münafıklarla birlikte ateşe sokması ona hak olur. Öyleyse namazını korumayan (ondan gaflet eden) ve Peygamber'inin sünnetini eda etmeye riayet göstermeyen (cemaat namazını terk eden) kimseye yazıklar olsun.”

 

42- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Mûsa (a.s) Rabbinden şöyle bir istekte bulundu: “Ey Rabbim! Beni Muhammed (s.a.a)'in ümmetinden kıl.” derken, Allah-u Teala ona şöyle vahyetti: “Ya Mûsa! Sen ona erişemezsin.” (Yani onun zamanında yaşamayacaksın.)

 

43- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Beni göğe (miraca) götürdüklerinde üçüncü gökte oturmuş olan bir kişiyi gördüm; bir ayağı doğuda bir ayağı da batıda idi; elinde de bir levha vardı, sürekli ona bakıp başını sallıyordu. Ya Cebrail! Bu kimdir? diye sordum. Cebrail: O ölüm meleği (Azrail)'dir, dedi.”[3]

 

44- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Şu ayet nazil olduğunda: “Gerçek şu ki, sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir.” (Zümer/30) Allah'a şöyle arzettim: “Ey Rabbim! Bütün yaratıklar ölüp melekler mi diri kalacaktır?” Cevaben şu ayet nazil oldu: “Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra bize döndürüleceksiniz” (Ankebut/57)

 

45- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Cenneti cehenneme tercih ediniz ve amellerinizi batıl etmeğiniz; yoksa ateşe atılır, onda kalırsınız.”

 

46- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Allah-u Teala bana şu dört kimseyi sevmeyi emretmiştir: Ali, Selman, Ebuzer ve Mikdad bin Esved'i.”

 

47- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir : “Kıyamet günü olduğunda bir münadi şöyle nida edecektir: Ey insanlar Muhammed'in (s.a.a) kızı Fatıma'nın geçmesi için gözlerinizi kapatınız.”

 

48- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir : “Hasan ve Hüseyin, cennet gençlerinin efendileridirler, babaları ise onlardan daha üstündür.”

 

49- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir : “Kıyamet günü olduğunda Allah azze ve celle mümin kuluna tecelli edecektir, onu yapmış olduğu günahlara tek tek vakıf kılacaktır; daha sonra onun günahlarını örtecektir (affedecektir); hiçbir mukarreb melek ve mürsel peygamberi o günahlardan haberdar kılmayacaktır; kulun, hiç kimsenin bilmesini istemediği şeylerin üzerini örtecektir; ve daha sonra onun günahlarına; "Hasenata dönüşün" diye emredecektir.”

Kitabın yazarı (r.a) şöyle diyor: “Allah kuluna tecelli edecektir” sözünün manası, Allah-u Teala'nın, kulun onunla muhatap olduğunu anlaması için kendi nişanelerinden birini ona göstermesidir.

 

50- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kim bir mümini fakir ve yoksul olduğundan dolayı küçümser ve tahkir ederse, Allah-u Teala kıyamet günü onu mahşerdeki insanlara tanıtacak, daha sonra (yaptığı günahından dolayı) onu rezil ve rüsva edecektir.”

 

51- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kıyamet gününe kadar, kendisine eziyet edecek bir komşusu olmaksızın yaşayan hiçbir mümin olmamış ve olmayacaktır.”

 

52- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şu ayet hakkında: “Her insan grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün” (İsra/71) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Her kavim kendi zamanlarının imamları, Rablerinin kitabı ve peygamberlerinin sünnetiyle çağırılacaktır.”

 

53- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Erkek aile ve evlatlarını tanıdığı gibi mümin de gökte tanınır; o Allah katında mukarreb melekten daha değerlidir.”

 

54- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kim bir mümin erkek veya kadına iftira ederse veya onda olmayan bir şeyi onun hakkında söylerse, Allah-u Teala kıyamet günü onu, dediği sözün cevabını verene dek ateşten olan bir tepede hapseder.”

 

55- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Cebrail Rabbimin yanından gelerek şöyle dedi: Rabbin sana selam söyleyip buyuruyor ki: “Ya Muhammed! İyi amel yapan, sana ve Ehl-i Beyt'ine iman eden müminleri cennetle müjdele; şüphesiz onlar için benim yanımda güzel mükafat vardır; yakında onlar cennete gireceklerdir.”

 

56- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ehl-i Beyt'ime zulmedene, onlarla savaşana, onların aleyhine yardımda bulunanlara ve onlara sövenlere cennet haram kılınmıştır. Ahirette onlar için hayırdan hiç bir nasip yoktur, Allah-u Teala kıyamet günü onlarla konuşmayacaktır, onlara (rahmet gözüyle) bakmayacaktır, onları günahtan arındırmayacaktır ve onlar için elemli bir azap vardır.”

 

57- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Allah azze ve celle kıyamet günü Allah'a şirk koşan kimse hariç bütün insanları hesaba çekecektir; çünkü Allah'a şirk koşan kimsenin hesapsız olarak ateşe atılması emredilecektir.”

 

58- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ahmak ve amşa (gözünden sık sık yaş gelen) kadınları, çocuklarınıza süt annesi tutmayınız; çünkü süt tesir bırakmaktadır.” (Süt verinin özelliklerini çocuğu geçirmektedir.)

 

59- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Sofradan dökülen küçük ekmekler, hurilerin mihriyesidir.” (Yani kim onları toplayıp zayi olmasını önlerse, karşılığında ona ahirette hur'il-ayn (cennet kızı) verilir.)

 

60- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Reulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Bebek için, anne sütünden daha üstün bir süt yoktur.”

 

61- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Tirit yediğinizde kenarından yiyin; çünkü onun zirvesi (ortası) berekettir.”

 

62- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Sirke ne de güzel azıktır; yanlarında sirke bulunan bir aile fakir olmaz.”

 

63- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Allah'ım, Cumartesi ve Perşembe günlerinin sabahında ümmetime bereket ver.” (Yani o günlerin sabahını ümmetime bereketli kıl.)

 

64- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Menekşe yağı ile kendinizi yağlayın; Çünkü o yazda soğuk, kışta ise sıcaktır.”

 

65- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Tevhid (Allah'ın birliğine ikrar etmek), dinin yarısıdır. Rızkı sadaka vermekle indirin.”[4]

 

66- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Hayırı, ona layık olan veya olmayan herkese yap; hayrın kendisine ulaştığı kimse ona layık olmasa da sen ona layıksın.”

 

67- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Aklın başı (ilk emri), Allah'a iman ettikten sonra halka karşı şefkatli davranmak ve herkese, ister iyi olsun ister kötü-iyilik yapmaktır.”

 

68- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Dünya ve ahiret yiyeceklerinin en üstünü ettir; dünya ve ahiret içeceklerinin en üstünü sudur; ben de Adem evlatlarının en üstüyüm, ama iftihar etmiyorum.”

 

69- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Dünya ve ahiret ehlinin en üstün yiyeceği ettir; daha sonra pirinçtir.”

 

70- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Nar yiyin; çünkü mideye giren her nar tanesi kalbi nurlandırır (kanı tasfiye eder) ve şeytanı kırk gün uzaklaştırır (başka bir nüshaya göre lâl eder).”[5]

 

71- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Zeytin yağı yiyin; zira zeytin yağı aklı açar, balgamı giderir, sinir sistemini güçlendirir, bitkinliği yok eder, ahlakı güzelleştirir, ruhu rahatlatır ve gam ve kederi giderir.”

 

72- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Üzümü tane tane yiyin; çünkü böyle yemek daha leziz ve daha hoş olur.”

 

73- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Eğer bir şeyde şifa olursa, o şifa hacamat yapanın neşterinde veya bal şerbetindedir.”

 

74- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ümmetimin en üstün ameli, Allah tarafından olan kurtuluşu beklemektir.”[6]

 

75- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Sizin için, (hediye olarak) bal şerbeti getiren kimsenin hediyesini geri çevirmeyin.”

 

76- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Yemek yaptığınızda kabağını çok edin; çünkü kabak hüzünlü kalbi mesrur (başka bir nüshaya göre güçlendirir) eder.”

 

77- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kabak yiyin; çünkü kabak beynin gücünü çoğaltır.”

 

78- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Allah katında, çok yemekten daha nefret edilecek bir şey yoktur.”

 

79- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ya Ali! Müminin Allah katındaki kerametinden (değerinden) biri şudur ki; şer çıkarmak için ona bir fırsat tanımamıştır; şer çıkarmaya karar aldığında onun canını alır.”

İmam Rıza (a.s), atası Câfer bin Muhammed (a.s)'ın da şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Şerden kaçının; zira şerden kaçınmak ömrü uzatır.”

 

80- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:“İnsan ayak üstü namaz kılamazsa, oturarak kılmalıdır; oturarak da kılamazsa, ayakları kıbleye doğru gelecek bir şekilde sırt üstü yatmalı ve (rükû ve secdelerde) işaretle namazını kılmalıdır.” (Namaz hiçbir halde terk edilmez.)

 

81- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kim bir şeyi bana garanti ederse, ben dört şeyi ona garanti ederim: Sıla-i rahim yaparsa (akrabalarına iyilik ederse); Allah'ın onu sevmesini, rızkını çoğaltmasını, ömrünü uzatmasını ve onu vaadettiği cennete götürmesini garanti ederim.”

 

82- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in üç kez şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Allah'ım, halifelerime rahmet.” Halifelerin kimlerdir? dediklerinde şöyle buyurdular: “Benden sonra gelen, hadis ve sünnetimi rivayet eden ve onları benden sonra halka öğretenlerdir.”

 

83- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Dua müminin silahı, dinin direği, göklerin ve yerin nurudur. (Öyleyse dua ediniz ve niyetinizi -dua ederken- halis kılınız).”

 

84- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Sirke balı bozduğu gibi, kötü ahlak da (iyi) amelleri bozar.”

 

85- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kul güzel ahlakıyla, gündüzleri oruç tutup geceleri ibadetle geçiren kimsenin derecesine yetişmektedir.”

 

86- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Amel terazisinde, güzel ahlaktan daha ağır hiçbir şey yoktur.”

 

87- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ümmetimden her kim halkın faydalanacağı kırk hadis ezberlerse, Allah-u Teala kıyamet günü onu fakih ve alim olarak haşreder.”

 

88- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in Perşembe günü yolculuk ettiğinde şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Perşembe günü ameller, Allah'a (göğe) yükselir ve velayet akdi o gün düğümlenir.”

 

89- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Resulullah (s.a.a) bizimle birlikte seferi namaz kıldı, birinci rekâtta “Kâfirûn” sûresini, ikinci rekâtta ise “Tevhid” (İhlas) sûresini okudu ve daha sonra şöyle buyurdular: “Kur'an'ın üçte birini ve dörtte birini sizin için okudum.”

 

90- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kim “Zilzal” sûresini dört defa okursa, Kur'an'ın hepsini okuyan gibi olur (sevap kazanır).”

 

91- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Oruçsuz itikaf olmaz.”

 

92- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “İman açısından en kâmil olanınız, ahlakı en güzel olanınızdır.”

 

93- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Yapılan ameli saklı tutmak, musibetlere sabretmek ve onları açıp söylememek, iyilik hazinelerindendir.”

 

94- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Güzel ahlak, en iyi dosttur.”

 

95- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Resulullah (s.a.a)'den: Cennete gitmeye daha çok sebep olan şeyler nelerdir? diye sorduklarında; “Allah'tan çekinmek ve güzel ahlaklı olmaktır.” buyurdular. Yine insanın cehenneme gitmesine daha çok sebep olan şeyler nelerdir? diye sorduklarına; “Karın ve şehvettir.” buyurdular.[7]

 

96- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kıyamet günü, makam ve oturacak yer açısından bana en yakın olanınız, ahlakı en güzel olanınızdır ve sizin en iyiniz ailesine karşı en iyi ve şefkatli olanınızdır.”

 

97- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “İnsanların iman açısından en güzel olanı, ahlak açısından en güzel olanları ve ailesine en şefkatli davrananlarıdır; ben de aileme en şefkatli davrananızım.”

 

98- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Üç şey ezberleme gücünü çoğaltır ve balgamı giderir: Kur'an okumak, bal yemek ve çam sakızı çiğnemek.”

 

99- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ebu Cuhayfe (Veheb bin Abdullah-i Süvaî), geğirdiği halde Resulullah (s.a.a)'in yanına geldiğinde hazret şöyle buyurdular: “Geğirmenin önünü al (yani az yemek ye). Çünkü dünyada doyunca yiyen insanların çoğu, kıyamet günü aç olacaklar.”

Sonra İmam Ali (a.s) buyurdu ki: “Ebu Cuhayfe artık ondan sonra, Allah'ın rahmetine kavuşana dek karnını yemekten doldurmadı (doyunca yemek yemedi).”

 

100- Aynı senetle İmam Rıza (a.s), Hz. Hüseyin (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Resulullah (s.a.a), yemek yediğinde şöyle dua ediyordu: “Allahumme barik lena fîhi verzukna hayren minhu” (Allah'ım, bu yemekte bize bereket ver ve ondan daha hayırlısını bize ihsan eyle.) Süt içtiğinde şöyle diyordu: “Allahumme barik lena fîhi verzukna minhu” (Allah'ım, bunda bize bereket ver ve bizi onunla rızıklandır.)

 

101- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Oruçlu olanınız üç şeyden uzak durmalıdır: Hamam, hacamat (enseden kan aldırmak) ve güzel kadın.”

 

102- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kadının örtülmesi gereken on uzvu vardır, evlendiğinde onlardan biri kapanır; öldüğünde ise onların hepsi kapanır.”

 

103- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Resulullah (s.a.a)'den zina yaptığı iddia edilen bir kadın hakkında soru sordular; kadın da bakire olduğunu iddia etti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) bana, kadınların ona (bakire olup olmadığına) bakmaları gerektiğini söylememi emretti. Kadınlar baktıktan sonra onun bakire olduğunu haber verince Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: “İlahi bir damga üzerinde olan kimseye had uygulamam.” Resulullah (s.a.a), kadınların bu çeşit yerlerdeki tanıklığını kabul edip geçerli sayıyordu.”

 

104- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Hendek kazdığımızda Hz. Peygamber (s.a.a) ile birlikte idik. Fatıma Resulullah'ın yanına geldi, yanında da bir miktar ekmek vardı, onu Peygamber'e verdi. Resulullah (s.a.a); “Bu ekmek nedir?” diye sordu. Fatıma: “Hasan ve Hüseyin için pişirdiğim çörektir, ondan bir parçasını sana getirdim” diye cevap verdi. Sonra Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: “Bil ki bu, üç günden sonra babanın ağzına bırakılan ilk yiyecektir.”

 

105- Aynı senetle İmam Hasan (a.s)'ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Resulullah (s.a.a) iki eliyle bir gül bana verdi, onu burnuma yaklaştırdığımda; “O gül, Ars'tan (Mersin ağacı, hoş kokulu bir nebat türü) sonra cennet güllerinin en üstünüdür.”

 

106- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Et yemenizi tavsiye ediyorum; çünkü et, et bitirir (uzuvların gelişmesine sebep olur). Kim kırk gün etli yemeği terk ederse, ahlakı kötüleşir.”

 

107- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Resulullah (s.a.a), böbrekler idrara çok yakın olduğundan dolayı onları yemiyordu, ama onu haram da kılmıyordu.”

 

108- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Talha bin Ubeydullah Resulullah (s.a.a)’in yanına vardı. O sırada hazretin elinde bir ayva vardı. Onu Talha'ya verip şöyle buyurdu: “Ey Eba Muhammed! Al bunu; çünkü bu, kalbi rahatlatıp güçlendirir.”

 

109- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Kim sabahleyin aç karnına yirmi bir tane kuru üzüm yerse, bedeninde sevmediği bir şey (hastalık) bulamaz.”

 

110- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Resulullah (s.a.a) hurma yediğinde çekirdeğini elinin arkasına kor, sonra atardı.”

 

111- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan, o da Resul-u Ekrem (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Mercimek yiyiniz; çünkü mercimek, mübarek ve mukaddestir, kalbi yumuşatır ve göz yaşını çoğaltır; Hz. İsa (a.s) sonuncusu olmak üzere yetmiş peygamber onun bereketi hakkında dua etmişlerdir.”

 

112- Aynı senetle Hz. Ali (a.s) hakkında şöyle nakledilmiştir: Adamın birisi Hz. Ali (a.s)'ı (yemeğe) davet etti. Bunun üzerine  İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Davetini üç şartla kabul ediyorum.” Davet eden şahıs: “Ey müminlerin emiri, o şartlar nelerdir? diye sorduğunda hazret şöyle buyurdu: “Dışardan benim için (zahmete düşerek) bir şey almayasın, evde bulunan şeyi benden esirgemeyesin ve ailene zorluk çıkarmayasın.” Hz. Ali (a.s)'ı davet eden şahıs; “Ey müminlerin emiri, şartlarının tümünü kabul ediyorum” dedi. İmam (a.s) da onun bu davetini kabul ederek evine gitti.

 

113- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Veba, hızlı ölümdür.”

 

114- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan, o da Resul-u Ekrem (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ben, gelecekte dini küçümsemenizden, hüküm hakkında rüşvet almanızdan (veya kadılık makamını alıp-satmanızdan), sıla-i rahim (akrabalara iyilik ve ihsan) yapmamanızdan, Kur'an okumak yerine saz ve müziğe yöneleceğinizden ve din hususunda sizden üstün olmayan kimseleri kendinize imam ve rehber yapmanızdan korkuyorum.”

 

115- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan, Resulullah (s.a.a)'in kendisine şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Ya Ali! Tuz ye; çünkü tuz yetmiş[8] derde şifadır; o dertlerin (hastalıkların) en küçüğü cüzam, abraş ve deliliktir.”

 

116- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Resulullah (s.a.a)'e karpuz (veya kavun) ve hurma getirdiler. Hazret onlardan yiyip şöyle buyurdular: “Bunların her ikisi de güzeldir.” (Hurmanın tabiatı sıcak, karpuzunki ise soğuktur.)

 

117- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “O (İmam Hasan), yedinci günü Hasan olarak adlandırıldı ve Hasan isminden Hüseyin türedi.” Sözünün devamında buyurdular ki: “O ikisi arasında ancak bir hamilelik süresi geçmiştir (fazla değil).”

 

118- Aynı senetle Ali bin Hüseyin (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Peygamber (s.a.a) İmam Hasan (a.s) doğduğu gün kulağına namaz ezanı okudu.”[9]

 

119- Aynı senetle Câfer bin Muhammed (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletmektedir: Babam esansını istedi, ondan baş ve yüzüne (biraz) sürdü. Kullandığın esans nedir? diye sordum. “Menekşedir” buyurdular. Menekşenin üstünlüğü (fazileti) nedir? dedim. Buyurdular ki: Babam ceddim Hüseyin'den, o da babası Ali (a.s)'dan, o da Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: “Menekşenin diğer esanslara üstünlüğü, İslam'ın diğer dinlere üstünlüğü gibidir.”

 

120- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Allah'a isyan ederek kullara itaat eden kimsenin dini yoktur; itaat etmek için Rabbine isyan edense dinsizdir.”

 

121- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Narı zarıyla birlikte yiyiniz; çünkü o midenin temizleyicisidir.”

 

122- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) Hüseyin bin Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu naklediyor: “Bir gün Allah Resulü (s.a.a), Ali (a.s)'ın yanına geldiğinde onun ateşinin yüksek olduğunu gördü ve ona iğde yemesini emretti.”

123- Aynı senetle Hüseyin bin Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu naklediyor: “İki kişi, aralarındaki problemi çözmesi için Ali (a.s)'ın yanına geldiler. Birisi bir diğerine başı ve derisinin kendisine ait olması şartıyla bir deve satmış. Alıcı da deveyi kesmeye karar vermiş. (Ama karşı taraf buna muhalefet ediyormuş) İmam (a.s) buyurdular ki: “Satıcı sadece baş ve deri miktarınca o deveye ortaktır. (Yani müşterinin deveyi kesmesini engelleyemez.)

 

124- Yine aynı senetle İmam Rıza (a.s)'dan şöyle naklediyor: İmam Hüseyin (a.s) bir gün istirahat mahalline giderken bir ekmek parçasının yere düşmüş olduğunu gördü. O ekmeği hizmetçisine emanet ederek şöyle dedi: "Ben dışarı çıktığımda bu ekmeği bana hatırlat." Hizmetçisi ekmek parçasını yedi. İmam (a.s) oradan çıktığında: "Sana verdiğim ekmek parçası nerede?" diye sordu. Hizmetçi: "Ey benim mevlam! Onu yedim" dedi. Bunun üzerine İmam (a.s): "Ben seni Allah rızası için serbest bırakıyorum.” diye cevap verdi.

Bu olayı gören başka birisi İmam (a.s)'a dönerek; "Onu özgürlüğüne mi kavuşturdun?" diye sordu. İmam (a.s): "Evet, ben ceddim Resulullah (s.a.a)'den duydum ki şöyle buyuruyordu: "Kim yere düşmüş bir ekmek parçasını alır ve onu eliyle temizleyerek veya yıkayarak yerse, o ekmek parçası henüz onun boğazından geçmeden Allah-u Teala onu cehennem ateşinden kurtarır."

İmam (a.s) sonra şöyle buyurdu: "Ben Allah-u Teala'nın hür ettiği birisini köle olarak kabullenemem."

 

125- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu naklediyor: “Beş şey vardır ki, onları elde etmek için bineklere binip yolculuğa çıksanız da onlar gibisini bulamazsınız:

1- Kulun, günahından başka hiçbir şeyden korkmaması.

2- Kulun, Allah-u Teala'dan başka hiçbir kimseye ümit bağlamaması.

3- Kulun, kendisinden bilmediği bir şey sorulduğunda bilmiyorum demekten utanmaması.

4- Kulun, bilmediği bir şeyi öğrenmekten hayâ etmemesi.

5- Sabrın imana olan nispeti başın bedene olan nispeti gibidir; öyleyse sabrı olmayanın imanı olmaz.”

 

126- Aynı senetle İmam Hüseyin (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Kim ecelinin ertelenmesi ve rızkının artmasını istiyorsa, sıla-i rahim (akrabalara iyilik) yapsın.”

 

127- Aynı senetle İmam Hüseyin (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: Şehirlerin birinin duvarları altında bir yazılı levha bulundu, onda şunlar yazılıydı: “Ben Allah'ım! Benden başka İlah yoktur, Muhammed benim nebimdir. Ölümün varlığına yakîn ettiği halde sevinene, her şeyin takdirinin Allah-u Teala'nın elinde olduğuna iman ettiği halde üzülene, dünyayı tanıyıp onu denediği halde ona gönül verene ve kıyamet günü hesaba çekileceğini bildiği halde günah işleyene hayret ederim!”

 

128- Yine, aynı senetle naklediyor ki; İmam Sâdık (a.s)'dan İmam Hüseyin (a.s)'ın kabrinin ziyareti hakkında sorulduğunda şöyle buyurdu: Babam bana buyurdu ki; “Her kim İmam Hüseyin (a.s)'ın kabrini onu hakkıyla tanıyarak ziyaret ederse Allah-u Teala onun adını İlliyyin[10] defterine yazar.”

 

129- Aynı senetle İmam Sâdık (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Baba ve anneye karşı gelmenin en düşük mertebesi onlara “öf” demektir. Eğer bundan daha düşük bir mertebe olsaydı Allah-u Teala kitabında o mertebeyi zikrederdi.”

 

130- Aynı senetle Ali bin Hüseyin[11] (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: Umeys kızı Esma dedi ki: Ben Hz. Fatıma'nın yanındaydım ki Peygamber (s.a.a) onun yanına geldi -bu arada Hz. Fatıma'nın boynunda Ali (a.s)'ın savaş ganimetlerinden hakkına düşen bir altın gerdanlık vardı- ve ona şöyle buyurdu: “Ey Fatıma! Giyinmene dikkat et ki halk: Muhammed'in kızı zorba yöneticilerin kızları gibi giyiniyor, demesinler.” Hz. Fatıma (a.s) hemen gerdanlığı boynundan çıkarıp sattı ve o parayla bir köle alıp azat etti. Resul-u Ekrem (s.a.a) bunu görünce mutlu oldu.

 

131- Aynı senetle Ali bin Hüseyin (a.s)'ın “Eğer Rabbinin delilini görmeseydi.” ayeti hakkında şöyle buyurduğunu naklediyor: Aziz'in hanımı Züleyha ayağa kalkarak putun üzerini bir bez parçasıyla örttü. Hz. Yûsuf (a.s) ona: “Bu işi niçin yaptın?” diye sordu. O: “Putun bizi görmesinden utanıyorum” dedi. Yûsuf (a.s): “Sen duymayan, görmeyen, yemeyen ve içmeyen bir puttan çekiniyorsun da ben insanı yaratan ve bilmediğini ona öğreten Allah'tan çekinmeyeyim mi?” buyurdu. Allah-u Teala'nın; “Eğer Rabbinin burhanını görmeseydi.” ayetindeki burhandan kasıt bu olaydır.

 

132- Aynı senetle şöyle naklediyor: İmam Zeyn'ul- Abidin (a.s) iyileşmiş bir hasta gördüğünde şöyle buyuruyordu: “Günahlardan temizlenmek sana kutlu olsun.”

 

133- Aynı senetle İmam Seccad (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “İnsanlar üç şeyi üç kişiden öğrenmişlerdir: Sabrı Eyyub (a.s)'dan, şükrü Nuh (a.s)'dan ve kıskançlığı Hz. Yakub'un oğullarından.”

 

134- Aynı senetle İmam Sâdık (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Babam Muhammed bin Ali'den yolculukta kılınan namazı sorduklarında şöyle buyurdu: Babam yolculukta namazı seferî kılıyordu.”

 

135- Aynı senetle İmam Hüseyin (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Allah'ın resulünü gördüm ki, şehitlerin efendisi Hz. Hamza'ya cenaze namazı kılarken beş tekbir söyledi ve Hamza'dan sonra diğer şehitlere de beşer tekbir söyledi. Böylece Hamza'ya getirilen tekbirlerin sayısı yetmişe çıktı.” (Çünkü Peygamber efendimiz her şehide namaz kıldıkça Hz. Hamza'ya da onunla birlikte namaz kılıyordu.)

 

136- Aynı senetle İmam Hüseyin (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: Müminlerin Emiri Ali (a.s) bizim için bir konuşma yaptı ve konuşmasının bir yerinde şöyle buyurdu: “Bir zaman gelecek ki zengin elinde olana sarılacak (cimrilik ederek hakkı olmadığı halde fakirlere yardımda bulunmayacak). Oysa böyle davranmaya emr olunmamıştır. Allah-u Teala buyurmuş ki: “Aranızdaki iyilik ve ihsanı unutmayın. Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.” (Bakara/ 237) Bir gün gelecek ki kötüler öne geçirilecek, iyiler arkaya itilecek ve muztarla (elindeki malı satmağa mecbur kalan) muamele yapılacak. Oysa Resulullah (s.a.a) mecburiyet ve kandırmaya dayalı muameleyi neyhetmiştir. Öyleyse, ey insanlar! Allah'tan korkunuz kendi aranızı bulunuz, beni de ailemi de koruyunuz.”

 

137- Aynı senetle İmam Sâdık (a.s)'dan, o da babasından şöyle buyurduğunu naklediyor: İmam Seccad (a.s)'dan: Niçin Allah'ın Resulü (s.a.a) hem anne ve hem de baba tarafından yetim oldu? diye sorulduğunda şöyle buyurdu: Hiçbir kulun Resulullah'a emretmeyi hakkı olmaması için.” (Çünkü anne ve babaya haram şeyler dışında itaat etmek vaciptir.)

 

138- Aynı senetle İmam Seccad (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Hz. Fatıma (s.a) hem İmam Hasan ve hem de İmam Hüseyin (a.s) dünyaya geldiklerinde bir koyun kurban kesti ve koyunun budunu bir dinarla birlikte ebeye hediye olarak gönderdi.”

 

139- Aynı senetle İmam Seccad (a.s)'dan, o da babasından ve o da Hz. Ali (a.s)'dan Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Allah-u Teala kime bir nimet verirse, o nimetin şükrünü yerine getirmelidir. Kim rızkını zor ele geçiriyorsa, tövbe etmelidir. Her kim de bir şeyden dolayı üzülürse, "la havle vela kuvvete illa billah" demeye sarılmalıdır.”

 

140- Aynı senetle İmam Hüseyin (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: Yahudîlerden birisi Hz. Ali (a.s)'a dedi ki: Allah için olmayan, Allah'ın yanında olmayan ve Allah'ın bilmediği şeyleri bana söyler misin? Hz. Ali (a.s) buyurdu ki; “Allah'ın bilmediği şey siz Yahudîlerin "Uzeyir Allah'ın oğludur" sözüdür ki Allah-u Teala'nın böyle bir oğuldan haberi yoktur (onu tanımaz). Allah için olmayan şeye gelince; o da şeriktir. Öyle ki o'nun hiçbir şeriki yoktur. Allah'ın yanında olmayan şey ise, kullarına zulmetmektir. Allah katında böyle bir şey yoktur.” Yahudî bu cevapları duyunca şöyle dedi: Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammed'en resulullah (s.a.a).”[12]

 

141- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: “Kim bilmediği halde halka fetva verirse yerin ve göğün melekleri ona lanet eder.”

 

142- Aynı senetle Hz. Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ben kızıma Fatıma adını verdim. Çünkü Allah-u Teala onu ve dostlarını cehennem ateşinden uzak tutacaktır.”[13]

 

143- Aynı senetle Hz. Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: Mûsa bin İmran (a.s) Rabbine şöyle sordu: “Ey Rabbim, sen benden uzak mısın da seni yüksek sesle çağırayım? Yoksa bana yakın mısın da necvayla sır söyleyeyim?” Allah-u Teala ona şöyle vahyetti: Ben, beni ananın yanındayım.

 

144- Aynı senetle Hz. Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: Allah-u Teala Fatıma'nın gazabıyla gazaplanır ve o'nun razı olmasıyla razı olur.”

 

145- Aynı senetle Hz. Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Benim Ehl-i Beyt'ime zulmedenlerin vay hallerine. Onları münafıklarla beraber cehennemin en alt katında yanarken görüyor gibiyim.”

 

146- Aynı senetle Hz. Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu naklediyor: “Hüseyin bin Ali'nin katili ateşten bir tabutun içine konulacak ve bütün dünya ehlinin azabının yarısı ona yapılacak. Onu elleri ve kolları ateşten olan zincirlerle bağlı halde tepe takla cehennemin dibine atacaklar; onun öyle bir kötü kokusu olacak ki, bütün cehennemlikler onun kötü kokusunun şiddetinden Allah-u Teala'ya sığınacaklar. O, devamlı bu ateşte kalacak ve Hüseyin'in öldürülmesinde kendisine eşlik edenlerle birlikte elemli azabı tadacaklar. Onların derileri yandıkça Allah-u Teala onlara yeni deriler verecek, bir an dahi bu azap onlardan hafifletilmeyecek. Su istediklerinde cehennemin pis kokulu irininden içirilecekler. Cehennem azabından dolayı yazıklar olsun onlara!”

 

147- Aynı senetle Hz. Peygamber (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Parmağınıza akik yüzük takınız. Çünkü o, parmağınızda olduğu sürece keder ve gam görmezsiniz.”

 

148- Aynı senetle Hz. Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Kim ahir zamanda bizimle savaşırsa Deccal'ın ordusunda bizimle savaşmış gibidir.”

 

149- Aynı senetle Hz. Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “(Muamelede) aldanan; ne övülen, ne de mükâfat olan biridir.”[14]

 

150- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Sabahları aç karnına hurma yiyiniz. Çünkü o, karındaki kurtları öldürür.”

Kitabın yazarı diyor ki: Peygamber efendimiz “Berni” hurmasının dışındaki hurmaları kastediyor. Çünkü bu hurma çeşidi aç karnına yendiğinde felce yol açar.

 

151- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in Ali (a.s)'a şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ya Ali, eğer sen olmasaydın benden sonraki müminler tanınmazdı.” (Yani kimlerin gerçekten mümin olduğu belli olmazdı)

 

152- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle nakletmiştir: Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: Ey Ali, Allah-u Teala sana üç şey vermiştir ki, senden önce hiç kimseye vermemiştir. Ben: Annem babam sana feda olsun bana verilen o üç şey nedir? dedim. Allah Resulü (s.a.a) buyurdular ki: Benim gibi bir kayınbaba, Fatıma gibi bir hanım, Hasan ve Hüseyin gibi de çocuklar sana verilmiştir.

 

153- Hüseyin bin Ahmed bin İdris Uyun'da adı geçen fertler vasıtasıyla Hasan bin Cehim'den şöyle dediğini naklediyor: İmam Rıza (a.s)'a dedim ki; “Canım sana feda olsun, Allah'a tevekkül etmenin sınırı nedir?” Buyurdu ki: “Sınırı şudur ki: Allah'la olup hiç kimseden korkmayasın.” “Tevazunun sınırı nedir?” diye sordum. “Halkın sana ikramda bulunmasını istediğin gibi, senin de halka ikramda bulunmandır.” buyurdu. “Canım size feda olsun, sizin yanınızda ne kadar değerim olduğunu öğrenebilir miyim?” diye sorduğumda da şöyle buyurdular: “Senin yanında ne kadar değerli olduğuma bak!” (Yani beni sevdiğin kadar ben de seni seviyorum.)

 

154- Muhammed bin Macileveyh metinde zikredilen senetle İmam Rıza (a.s)'dan ve İmam Rıza (a.s)'ın da dedeleri vasıtasıyla Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu naklediyor: “Müslüman olan bir kişi hile ve aldatmaca yapmamalıdır. Çünkü ben Cebrail (a.s)'dan şöyle dediğini duydum: Hile ve aldatmaca cehennemdedir.” (Hile ve aldatmacanın sonu cehennemdir.)

Daha sonra Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Kim bir Müslüman'a hile yapıp aldatır veya ona ihanet ederse bizden değildir. Cebrail Allah-u Teala tarafından bana nazil olarak şöyle dedi: "Ey Muhammed! Güzel ahlaklı ol. Çünkü güzel ahlak dünya ve ahiret hayrını insana kazandırır." Biliniz ki sizin içerinizde bana en çok benzeyeniniz, ahlaki açıdan güzel olanınızdır.”

 

155- Muhammed bin Mûsa bin Mütevekkil metinde zikredilen senetle Ahmed bin Abdullah'tan şöyle dediğini naklediyor: İmam Rıza'dan "Zülfikar kılıcı nereden Resulullah (s.a.a)'e gelmişti?" diye sordum. Buyurdular ki: “Onu Cebrail (a.s) gökyüzünden getirdi. Üzerinde gümüşten bir süs vardı. Şimdi ise o kılıç benim yanımdadır.”

 

156- Muhammed bin Hasan aynı senetle metinde zikredilen senetle Hüseyin bin Halid'den İmam Rıza (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Bizim soyumuzdan olanların yüzüne bakmak ibadettir.” Oradakiler dediler ki; “Ey Resulullah'ın torunu! Bu soydan kastınız masum imamlar mıdır, yoksa Resulullah'ın soyundan gelen herkes mi?” İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular: “Resulullah'ın soyundan gelen herkesin yüzüne bakmak, doğru yoldan sapmayıp günaha düşmedikleri müddetçe ibadettir.”

 

157- Babam (r.a) metinde zikredilen iki vasıtayla Ahmed bin Muhammed el-Hemdanî'den, o da İmam Cevad (a.s) vasıtasıyla İmam Rıza (a.s)'dan, o da dedeleri vasıtasıyla Hz. Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu naklediyor: “Onların çok namaz kılmaları, oruç tutmaları, hacca gitmeleri ve ihsan yapmaları ve gece karanlığındaki zikirlerine bakmayın. Fakat doğru konuşmalarına ve emaneti eda etmelerine bakın.”

 

158- Temim bin Abdullah el-Kureşi, Uyun'da zikredilen senetle Abdusselam el-Herevi'den şöyle dediğini naklediyor: Şaban ayının son cumasında, Ali bin Mûsa er-Rıza (a.s)'ın yanına gittim, İmam (a.s) bana şöyle buyurdular: “Ey Eba Salt! Şâban ayının çoğu geçti, bugün bu ayın son Cuma'sıdır. Bu ayda yapılması sevap olan ve tembellik ederek yapmadığın hayır amelleri bu son bir haftada telafi et. Sana faydası olan işleri yapmaya koyul; faydası olmayan işleri ise terk et. Çokça dua et, mağfiret dile, Kur'an oku ve işlemiş olduğun günahlardan tövbe ederek Allah'a yönel; ki böylece Allah'a muhlis olduğun halde Allah'ın ayı sana yönelmiş olsun.

Bu ayda boynunda olan bütün emanetleri eda et; müminlere karşı kalbinde herhangi bir kin varsa onu kalbinden sök at; işlemiş olduğun bütün günahlardan uzak dur. Allah'tan kork; gizli ve aşikar olan işlerinde Allah-u Teala'ya tevekkül et. Kim Allah'a tevekkül ederse Allah ona yeter. Şüphesiz Allah-u Teala işini neticeye ulaştıran ve her şey için takdir kılmış olandır.” Bu ayın geri kalan günlerinde şu zikri çok tekrarla: “Allahumme in lem tekun kad gaferte lena fîma meza min Şâban, feğfir lena fîma bekıye minhu.” (Allah'ım, eğer Şâban ayının geçen günlerinde bizi bağışlamamış isen, öyleyse geriye kalan günlerinde bizi bağışla.) Allah-u Teala Ramazan ayının hatırına birçok kimseleri bu ayda cehennem ateşinden kurtarmaktadır.”

 

159- Müfessir Curcanî aynı senetle İmam Rıza (a.s)'dan, o da babası Mûsa bin Câfer (a.s)'dan şöyle naklediyor: İmam Sâdık (a.s)'dan; “Bu dünyada zahit kimdir?” diye sorduklarında şöyle buyurdular: “Dünyanın helallerini,[15] kıyamette vereceği hesabından dolayı ve haramlarınıysa kıyamette duçar olacağı azabından dolayı terk eden kimsedir.”

 

160- Aynı senetle İmam Rıza (a.s) babasından şöyle buyurduğunu naklediyor: İmam Sâdık (a.s) birisinin çocuğunun ölümünden dolayı haddinden fazla rahatsızlık duyduğunu görünce ona şöyle buyurdu: “Ey kardeş! Sen, küçük musibetten dolayı bu kadar rahatsızlık duyuyor ve büyük musibetten gaflet mi ediyorsun? Eğer sen, kendini önceden çocuğunun ölümü için hazırlamış olsaydın, şimdi sana bu kadar ağır gelmezdi. (Bil ki,) bu işe önceden hazırlanmamanın musibeti, çocuğunun ölümünden daha büyük bir musibettir.”

 

161- Hüseyin bin İbrahim metinde zikredilen senetle İmam Rıza (a.s)'dan ve İmam Rıza da dedeleri vasıtasıyla Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ali'nin Şiaları, kıyamet günü saadete erecek olanların ta kendileridir.”

 

162- Hüseyin bin Ahmed bin İdris aynı senetle İmam (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Kim fakir bir müslümana zengin birine verdiği selam gibi selam vermezse, kıyamet günü Allah-u Teala'nın huzuruna çıktığında Allah'ı kendisine gazap etmiş bir halde bulur.”

 

163- Aynı senetle Abdulazim Hasenî'den şöyle dediği naklediliyor: İmam Cevad (a.s)'a arzettim ki; “Ey Resulullah'ın torunu! Benim için dedelerinden bir hadis nakleder misin?” İmam Cevad (a.s) buyurdu ki: “Babam (İmam Rıza -a.s-) babaları aracılığıyla Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletti: “İnsanlar; akıl, ilim, huy, fakirlik ve zenginlik yönünden farklı oldukları sürece, birbirleriyle güzel geçinirler. Eğer mezkur sıfatlarda eşit olsalardı, (yükümlülük üstlenmekten kaçarak) helak olurlardı.”

Ravi diyor ki: İmam (a.s)'a; “Ey Resulullah'ın torunu! Biraz daha buyurun.” dediğimde, şöyle buyurdular: “Babam dedeleri vasıtasıyla Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu benim için nakletti: “Eğer sırlarınızı birbirinize açarsanız, artık onu gizleyemezsiniz.”

Ravi diyor ki: İmam (a.s)'a; “Ey Resulullah'ın torunu! Biraz daha buyurun” dediğimde şöyle buyurdular: Babam dedeleri vasıtasıyla Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu bana nakletti: “Sizler mallarınızla halkı kuşatamazsınız (onların gönüllerini hoş edemezsiniz); öyleyse güler yüz ve güzel davranışınızla onları kuşatınız; çünkü ben Allah Resulünün şöyle buyurduğunu duydum: Sizler mallarınızla halkın gönüllerini hoş edemezsiniz; öyleyse ahlakınızla onların gönüllerini hoş edin.”

Ravi diyor ki: İmam (a.s)'a; “Ey Resulullah'ın oğlu! Biraz daha buyurun” dedim. İmam (a.s) buyurdu ki: Babam babası ve dedeleri vasıtasıyla Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu bana nakletti: “Kim zamanı kınarsa, kınanılması çok olur.”

Ravi diyor ki: İmam (a.s)'a; “Ey Resulullah'ın oğlu! Biraz daha buyurun” dedim. İmam (a.s) buyurdular ki: Babam babası ve dedeleri aracılığıyla Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletti: “Kötü insanlarla oturup kalkmak, iyi insanlar hakkında su-i zan doğurur.”

Yine, ravi diyor ki: İmam (a.s)'a; “Ey Resulullah'ın oğlu! Biraz daha buyurun” dedim. İmam (a.s) buyurdular ki: Babam babası ve dedeleri vasıtasıyla Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletti: “Allah'ın kullarına haksızlık etmek, ahiret için ne de kötü azıktır!”

Ben; “Ey Resulullah'ın oğlu! Biraz daha buyurun” dedim. İmam (a.s) buyurdular ki: Babam babası ve dedeleri aracılığıyla Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletti: “Her kişinin değeri, yaptığı güzel işiyle ölçülür.”

Ben; “Ey Resulullah'ın oğlu! Biraz daha buyurun” dedim. İmam (a.s) buyurdular ki: Babam babası ve dedeleri vasıtasıyla Emir'ul- Müminin Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletti: “Her insan, dilinin altında saklıdır.”

Ben; “Ey Resulullah'ın oğlu! Biraz daha buyurun” dedim. İmam (a.s) buyurdular ki: Babam babası ve dedeleri vasıtasıyla Emir'ul- Müminin Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletti: “Kendi değerini bilen helak olmaz.”

Ben; “Ey Resulullah'ın oğlu! Biraz daha buyurun” dedim. İmam (a.s) aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletti: “Bir işi yapmadan önce tedbir almak, insanı pişmanlıktan kurtarır.”

Ben; “Ey Resulullah'ın oğlu! Biraz daha buyurun” dedim. İmam (a.s) aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletti: “Kim zamana güvenirse yıkılır (zarar görür).”

Ben; “Ey Resulullah'ın oğlu! Biraz daha buyurun” dedim. İmam (a.s) aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletti: “Kendi görüşüyle yetinen, canını tehlikeye atmıştır.”

Ben; “Ey Resulullah'ın oğlu! Biraz daha buyurun” dedim. İmam (a.s) aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletti: “Ailenin azlığı, iki kolaylıktan biridir.”

Ben; “Ey Resulullah'ın oğlu! Biraz daha buyurun” dedim. İmam (a.s) aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletti: “Bencillik kimde olursa, helak olur.”

Ben; “Ey Resulullah'ın oğlu! Biraz daha buyurun” dedim. İmam (a.s) aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletti: “Kim Allah yolunda infak edilen malın yerine yenisinin geleceğine iman ederse, bağış yapmada cömert olur.”

Ben; “Ey Resulullah'ın oğlu! Biraz daha buyurun” dedim. İmam (a.s) aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletti: “Kim elinin altındakilerden güvende olmaya razı olursa, kendinden yüksek olanlardan güvende olma nimeti ona verilir.” Ravi diyor ki: İmam (a.s)'a; “Bu kadarı bana yeter” dedim.

 

164- Babam (r.a) metinde zikredilen senetle Ali bin Esbat'tan şöyle dediğini rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s) Ali (a.s) vasıtasıyla Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyordu: Halk arasında eski peygamberlerden sadece şu cümle kalmıştır: “Eğer utanmıyorsan her istediğini yap.”

 

165- Ali bin İbrahim Kummî'nin oğlu Ahmed metinde zikredilen senetle Hüseyin bin Halid'den ve o da İmam Rıza vasıtasıyla peygamber (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu naklediyor: Cebrail-i Emin Allah-u Teala'nın şöyle buyurduğunu bana nakletti: “Ali bin Ebu Talib benim halka olan hüccetim ve dinimin koruyucusudur. Onun neslinden, dinimi ayakta tutan, insanları yoluma davet eden İmamlar dünyaya getireceğim. Onların vücudunun bereketine kullarımdan belaları uzaklaştıracağım ve onların yüzü suyu hürmetine insanlara rahmetimi indireceğim.”

 

166- Câfer bin Muhammed bin Mesrur, metinde zikredilen senet vasıtasıyla Reyyan bin Salt'tan şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s)'a arz ettim ki: Sizce Kur'an nasıl bir kitaptır ve hakkında ne buyurursunuz?İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular: Kur'an Allah'ın kelamıdır. Ne ondan öne geçin ve ne de ondan gayrisinden hidayet dileyin. Aksi takdirde dalalete düşersiniz. [16]

 

167- Muhammed bin İbrahim bin İshak, metindeki senetle Fazzal'dan, o da babası Hasan'dan Ali bin Mûsa er- Rıza (a.s)'dan şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Biz Ehl-i Beyt dünyada seyyid (efendi ve büyük); saltanat ve güç sahipleriyiz.”

 

168- Muhammed bin Ali Macileveyh, Ali bin İbrahimin oğlu Ahmed ve Hüseyin bin İbrahim bin Natane, metinde zikredilen senetle Muhammed bin Ali Temimi'den şöyle dediğini naklediyorlar: Efendim Ali bin Mûsa er- Rıza (a.s) babası ve dedeleri vasıtasıyla Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu naklediyor: "Kim Allah-u Teala'nın kendi kudret eliyle ektiği kırmızı yakuttan olan dala bakmak (ve ona tutunmak) isterse Ali ve onun soyundan olan imamları kendine veli edinsin. Çünkü onlar Allah-u Teala'nın seçtiği her çeşit günah ve hatalardan masum olan şahıslardır."

 

169- Hüseyin bin İbrahim bin Natane, metinde zikredilen senetle Rayyan bin Salt'tan şöyle dediğini naklediyor: İmam Rıza (a.s) buyurdu ki: "Her kim Şaban ayının her gününde “Esteğfirullah ve es'eluhu't- tevbe” cümlesini yetmiş kere tekrar ederek Allah-u Teala'dan bağışlanma dilerse; Allah-u Teala cehennem ateşinden beraatı (kurtulmayı) onun için yazar, sırat köprüsünden karşı tarafa geçebilme iznini ona verir; onu cennetteki makamına yerleştirir."

 

170- Ebu Ali Ahmed bin Ebi Câfer el-Beyhakî, 354 kameri yılında hacdan dönerken, “Feyd” (Irak'la Mekke arasında bir yer) denen yerde bana, (aynı senetle) Dâvud bin Süleyman'dan şöyle nakletti: Ali bin Mûsa er-Rıza (a.s), babaları ve dedeleri vasıtasıyla Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletti: “Kıyamet günü olduğunda Allah-u Teala Şia'larımızın hesabını bize bırakır. Şia'larımızdan kendisiyle Allah-u Teala arasındaki haklar hususunda biz hüküm veririz ve Allah-u Teala da o hükmü kabul eder. Onlardan her birinin boynunda kul hakkı olursa, o kuldan onları bağışlamasını rica ederiz; o da (bizim hatırımıza) bağışlar. Eğer onlarla bizim aramızdaki haklar olursa, biz onu bağışlamaya herkesten daha layığız.”

 

171- Muhammed bin Ömer el- Ciabî, Hasan bin Abdullah er- Razî'den şöyle dediğini naklediyor: Mevlam Ali bin Mûsa er- Rıza (a.s) babası ve dedeleri aracılığıyla Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletti: "Her kim benim soyumdan gelen zamanının imamını tanımadan ölürse, cahiliyet ölümüyle ölmüştür. O şahıstan, hem cahiliyet döneminde ve hem de Müslüman olduktan sonra, yaptığı her şeyin hesabı sorulacak."

 

172- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Ben ve Ali kıyamet gününde şu iki parmağım gibiyiz; -bu sözden sonra iki parmağını bir birine bitiştirerek buyurdu:- Şia'larımız da bizimle birliktedir, bizden olan mazlum birisine yardım eden de bizimledir."

 

173- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Kim sağlam bir kulpa sarılmak istiyorsa, Ali ve Ehl-i Beyt'imin sevgisine sarılsın."

 

174- Aynı senetle İmam Rıza (a.s), Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Bizden sonraki İmamların hepsi, Hüseyin'in soyundandır. Kim onlara itaat ederse, Allah'a itaat etmiştir; kim de onlara isyan ederse, Allah'a isyan etmiştir. Onlar sağlam kulp ve Allah-u Teala'ya olan vesilelerdirler.”

 

175- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ey Ali, sen ve iki oğlun Allah-u Teala'nın yaratıkları arasından seçtiği kullarsınız.”

 

176- Aynı senetle Hz. Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ben ve Ali bir nurdan yaratılmışız.”

 

177- Aynı senetle Hz. Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kim biz Ehl-i Beyt'i severse, Allah-u Teala kıyamet günü onu güvende olarak haşreder.”

 

178- Aynı senetle Hz. Resulullah (s.a.a)'in Hz. Ali (a.s)'a şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kim seni severse, kıyamet gününde nebilerle birlikte onların makamında yer alır ve kim sana buğzederken ölürse, onun Yahudî veya Hıristiyan olarak öldüğüne dikkat edilmez.”

 

179- Aynı senetle Hz. Resulullah (s.a.a)'in “Onları durdurun; çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.”  ayetinin tefsirinde şöyle buyurduğunu naklediyor: “Onlardan Ali'nin velayeti sorulacaktır.”[17]

 

180- Aynı senetle Hz. Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ben, ancak Allah-u Teala'nın emriyle kızım Fatıma'yı evlendirdim.”

 

181- Aynı senetle İmam Rıza (a.s), Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım! Ali'yi seveni sev; Ali'ye düşman olana düşman ol; ona yardım edene yardım et; onun düşmanını rüsva et; o ve onun soyundan olanların yararına ol; onların arasında onun hayırlı halefi ol; onlara bağışladıklarını bereketli kıl; onları Ruh'ul- Kudus (Cebrail) ile teyit et; yeryüzünün neresine yönelirlerse, onları muhafıza et; İmamet makamını onların arasında kıl; onlara itaat edenlere mükafat ver; onlara isyan edenleri ise helak et; şüphesiz sen yakın ve duaları kabul edensin.”

 

182- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Bana ilk iman eden kişi Ali'dir. Kıyamet gününde Allah-u Teala'nın huzuruna çıkacak ilk kişi de odur.”

 

183- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in Ali (a.s)'a şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ya Ali! Benden sonra borçlarımı ödeyecek olan sensin ve sen ümmetime olan halifemsin.”

184- Aynı senetle İmam Rıza (a.s), Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Bizi hak üzere olan Kâim'imiz (Hz. Mehdî -a.s-) kıyam etmeden kıyamet kopmaz. Onun kıyamı Allah-u Teala izin verdiği zaman gerçekleşecektir; kim ona uyarsa, kurtulacak; kim de ona sırt çevirirse, helak olacak. Ey Allah'ın kulları! Allah'ı hatırlayın ve karlar üzerinde gitmek zorunda kalsanız dahi ona doğru koşun. Çünkü o, Allah-u Teala'nın yeryüzündeki hücceti ve benim halifemdir.”

 

185- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in Hz. Ali (a.s)'ın elini tutarak şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kim Ali'yi sevmediği halde beni sevdiğini iddia ederse yalan söylemiştir.”

 

186- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Kıyamet gününde benim ve Ehl-i Beyt'imin muhlis Şia'ları için arşın etrafında minberler kurulacak, daha sonra Allah-u Teala onlara şöyle buyuracak: “Ey kullarım! Bana doğru koşun da kerametimi size dağıtayım. Çünkü sizler (inançlarınızdan dolayı) dünyada eziyetlere maruz kaldınız.”

 

187- Aynı senetle İmam Rıza (a.s), Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ey Ali! Sen benim yaratıldığım ağaçtan yaratıldın; ben o ağacın köküyüm, sen ise gövdesisin; Hasan ve Hüseyin dalları, dostlarımız ise yapraklarıdırlar. Kim bu ağacın herhangi bir yerine tutunursa, Allah-u Teala onu cennetine götürür.”

 

188- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Allah-u Teala'nın ümmî (okul görmemiş) olan nebisi bana buyurdu ki: Seni mümin olandan başkası sevmez ve münafık olandan başkası da sana buğzetmez.”

 

189- Aynı senetle Hz. Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ey Ali, kıyamet gününde senin dostların susuzlukları giderilmiş bir halde gelirler ve düşmanlarınsa susuzluktan yanar bir halde gelirler. Onlar su isterler ama kimse onlara su vermez.”

 

190- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ben; Nakisîn (Cemel ehli), Kasitîn (Sıffîn ordusu) ve Marikîn (Nehrevan ehli- Haricîler)'le savaşmakla görevlendim.”

 

191- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Hüzün kuyusundan Allah'a sığının.”[18]

 

192- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Borçlarımı Ali'den başkası ödemez, vaatlerimi Ali'den başkası yerine getirmez.”

 

193- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in Benî Haşim'e şöyle buyurduğunu naklediyor: “Sizler benden sonra mustazaf olacaksınız.”

 

194- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “İnsanın en hayırlı mal ve hazinesi sadakadır.”

 

195- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “En iyi kardeşim Ali'dir. En iyi amcalarım, babamın öz kardeşleri olan Hamza ve Abbas'tır.”

 

196- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “İki kişi ve ikiden fazlası cemaat sayılır (namazda).”

 

197- Aynı senetle İmam Rıza (a.s), Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ezan okuyanlar, kıyamet günü boy açısından insanların en uzunu olacaklar.”

 

198- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Mümin, Allah'ın nûruyla bakar.”

 

199- Aynı senetle İmam Rıza (a.s), Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Günlük işlerinize sadakayla başlayın; kim böyle yaparsa, duası reddedilmez.”

 

200- Aynı senetle İmam Rıza (a.s), Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Hasan ve Hüseyin, ben ve babalarından sonra yeryüzü halkının en üstünüdür; onların anneleriyse yeryüzündeki kadınların en üstünüdür.”

 

201- Aynı senetle İmam Rıza (a.s), Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Develere binen kadınların en hayırlısı, kocalarına şefkatli olan Kureyş kadınlarıdır.”

 

202- Aynı senetle İmam Rıza (a.s), Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Kim sizin yanınıza gelip de tefrika çıkarmak, toplumun işlerini gasbetmek ve istişare etmeksizin işleri yürütmeye kalkışırsa onu öldürün. Çünkü Allah-u Teala bu işe izin vermiştir.”

 

203- Aynı senetle İmam Rıza (a.s), Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Şu ayet; "Onlar ki mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâr olarak infak ediyorlar” Ali hakkında nazil olmuştur.”

 

204- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan Resulullah (s.a.a)'in kendisine şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ey Ali! "Gerçeği kavrayıp belleyen kulaklar onu belleyebilir." ayeti nazil olduğunda, gerçeği kavrayabilen kulağın senin kulağın olmasını Allah-u Teala'dan diledim.”

 

205- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ben omuzları Resulullah (s.a.a)'in omzundan daha geniş olan birisini görmedim.”

 

206- Aynı senetle İmam Rıza (a.s), Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Kullardan ilk sorulacak şey (kıyamette) biz Ehl-i Beyt'in sevgisidir.”

 

207- Aynı senetle İmam Rıza (a.s), Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ben sizin aranızda iki ağır emanet bırakıyorum: Birisi Allah'ın kitabı, diğeriyse itretimdir (Ehl-i Beyt'imdir); havuzun başında bana ulaşıncaya kadar bu ikisi birbirinden ayrılmazlar.”

 

208- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Allah Resulü her kurban bayramında iki tane siyah-beyaz, boynuzlu koç kurban keserdi.”

 

209- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Resulullah (s.a.a), Allah-u Teala'nın beni sıcak ve soğuktan koruması için dua etti.”

 

210- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ben Allah'ın kulu ve Resulünün kardeşiyim. Benden sonra kim böyle bir iddiada bulunursa yalancıdır.”

 

211- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan Resulullah (s.a.a)'in kendisine şöyle buyurduğunu naklediyor: “Sen bana nispetle Hârun'un Mûsa'ya olan nispeti gibisin.”

 

212- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan Resulullah (s.a.a)'in kendisine şöyle buyurduğunu naklediyor: “Seninle İsa (a.s) arasında bir benzerlik vardır. O benzerlik şudur ki: Hıristiyanlar İsa'nın sevgisinde o kadar ileri gittiler ki, kâfir oldular ve Yahudîler de onun düşmanlığında o kadar ileri gittiler ki, kâfir oldular.”

 

213- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Fatıma iffetini korudu ve Allah-u Teala da onun soyundan gelenlere ateşi haram kıldı.”[19]

 

214- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan Resulullah'ın kendisine şöyle buyurduğunu naklediyor: “Senin dostun benim dostumdur. Senin düşmanın benim düşmanımdır. -Benim düşmanım ise Allah'ın düşmanıdır.-”

 

215- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ali'yi müminden başkası sevmez ve kâfirden başkası da ona buğzetmez.”

 

216- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “İnsanlar değişik soy ağaçlarındandırlar. Ama ben ve sen (ey Ali), aynı soy ağacındanız.”

 

217- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Allah Resulü yüzüğü sağ eline takardı.”

 

218- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ammar bin Yasir'i isyankâr bir grup öldürecektir.”

 

219- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Resulullah (s.a.a), hamile kadın doğum yapıncaya kadar onunla cinsel ilişkiyi nehyetmiştir.”

 

220- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “İmamların hepsi Kureyş'tendir.”

 

221- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Kimin ağzından çıkan son söz, bana ve Ali'ye selam göndermek olursa, cennete girer.”

 

222- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Sizler benden beraat etmeye maruz kalacaksınız. Sakın benden beraat etmeyin. Şüphesiz ben Muhammed'in dini üzereyim.”

 

223- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle naklediyor: “Resulullah (s.a.a) Hayber savaşında sancağı bana teslim etti ve ben de, Allah-u Teala Hayber'i benim elimle fethedinceye dek savaştan çekilmedim.”

 

224- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ben, insanlar "la ilahe illallah" deyinceye kadar onlarla savaşmakla görevlendirildim. Bu cümleyi söyledikleri an, onların can ve malları bana haramdır.”[20]

 

225- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu naklediyor: “Resulullah (s.a.a), öldüğü güne dek üç gün peş peşe buğday ekmeğinden doyuncaya kadar yemedi.”

 

226- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Salman, biz Ehl-i Beyt'ten'dir.”

 

227- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ebuzer bu ümmetin sıddıkıdır (en doğru konuşanıdır).”

 

228- Aynı senetle Hz. Resulullah (s.a.a)'in Hz. Ali (a.s)'a şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ey Ali, nâmahrem bir kadını gördüğünde ona ikinci kez bakma. Çünkü sadece ilk bakış senin için caizdir.”

 

229- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu naklediyor: “Resulullah (s.a.a) beni Yemen valiliğine gönderdiğinde şöyle buyurdu: "Eğer halk hüküm vermen için sana başvurduklarında her iki tarafı dinlemeden hüküm verme." Ben (Resulullah (s.a.a)'in bu tavsiyesine uydum ve) ondan sonra artık hiçbir meselenin hükmünde şüpheye düşmedim.”

 

230- Aynı senetle Hz. Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Sizin en hayırlınız güzel söz söyleyen, (halka) yemek veren ve insanlar uykudayken geceleri namaz kılanınızdır.”

 

231- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Kim Resulullah (s.a.a)'in şefaatini inkâr ederse, Resulullah (s.a.a)'in şefaati ona ulaşmaz.”

 

232- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Dünya, Hüseyin'in evlatlarından biri kıyam edip onu, zulümle dolduktan sonra adaletle doldurmadıkça sona ermeyecektir.”

 

233- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'ın ayakta su içtikten sonra şöyle buyurduğunu naklediyor: “Peygamber (s.a.a)'in bu şekilde su içtiğini gördüm.”

 

234- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “İlim müminin yitik malıdır.”

 

235- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Kim kendisiyle istişare eden bir Müslüman'a hile yaparsa, ben ondan uzağım.”

 

236- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Kimse biz Ehl-i Beyt ile kıyaslanamaz. Kur'an bizim aile içinde nazil oldu ve risaletin kaynağı da bizim aramızdadır.”

 

237- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ben ilmin şehriyim Ali ise onun kapısıdır. (Öyleyse ilim isteyen o kapıya gelmelidir).”

 

238- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ali'nin eli benim elimdir.” (Yani ona biat bana biattir.)

 

239- Aynı senetle Hüseyin bin Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Biz Peygamber'in döneminde münafıkları sadece Ali ve evladına olan kinlerinden tanıyorduk.”

240- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in Hz. Ali'ye şöyle buyurduğunu naklediyor: “Cennet; sana, Ammar'a, Selman'a, Ebuzer'e ve Mikdad'a müştaktır.”

 

241- Muhammed bin Ömer el-Ciabî, metindeki senetle Ebu Salt-i Herevî'den, o da İmam Rıza (a.s)'dan İmam Rıza da babası ve dedeleri vasıtasıyla Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Bir kimse ayakta namaz kılamıyorsa oturarak namaz kılsın; oturarak da namaz kılamıyorsa sırt üstü uzanıp ayaklarını kıbleye doğru uzatarak işaretle namaz kılsın.”

 

242- Ebubekir Muhammed bin Ahmed -ki İbn-i Zureyk el-Bağdadî ismiyle meşhurdur- Hârun'ur-Reşid'in kölesi olan Ali bin Muhammed bin Anbese'den, o da Darim bin Kabiysa en-Nehşelî'den, o da İmam Rıza (a.s)'dan, İmam Rıza da babası ve dedeleri vasıtasıyla Hz. Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu naklediyor: “İyiliği, iyilik ehli olan veya olmayan kimseye yap. Eğer o kişi iyilik edilmeği hak eden birisiyse yerinde bir iş yapmışsındır; ama eğer buna layık biri değilse sen iyilik etmeye layıksın.”

 

243- İbn-i Zureyk aynı senetle Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu naklediyor: “Kim bir sultanı, Allah-u Teala'yı gazaplandıracak bir şeyle hoşnut ederse, Allah'ın dininden çıkmış olur.”

 

244- İbn-i Zureyk aynı senetle İmam Rıza (a.s)'dan o da dedeleri vasıtasıyla Cabir bin Abdullah-i Ensarî'den şöyle dediğini naklediyor: “Resulullah (s.a.a) deriden yapılmış bir çadırda oturuyordu, bu esnada Bilal-i Habeşi'yi Resulullah'ın yanından dışarı çıkarken gördüm. Elinde ise Resulullah'ın abdest aldığı suyun fazlalığı bulunuyordu. Ashap bu manzarayı görünce herkes Bilal'ın etrafına toplanarak Resulullah (s.a.a)'in abdestinden artakalan suyu teberrük olarak yüzlerine gözlerine sürmeye başladılar. Suya ulaşamayanlar, suya ulaşanların yüzlerindeki ıslaklığa ellerini vuruyor ve öylece teberrük etmiş oluyorlardı. Ashap aynı şeyi Hz. Ali (a.s)'ın abdestinden artakalan suyla da yapıyordu.”

 

245- İbn-i Zureyk aynı senetle Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu naklediyor: “Çocuklarınızın el ve yüzlerindeki et kokusunu yıkayarak temizleyin. Çünkü şeytan bu kokuyu koklayınca çocuk rüyada korkar ve kâtip olan iki melek de onunla eziyet görür.”

 

246- İbn-i Zekeriyya, aynı senetle İmam Rıza (a.s)'dan, o da babaları vasıtasıyla Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Kim kırk gün ihlas ile Allah'a kulluk ederse, hikmet çeşmeleri kalbinden diline akar.”

 

247- İbn-i Zureyk aynı senetle Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu naklediyor: “Kur'an'ı güzel sesle okuyunuz. Çünkü güzel ses Kur'an'ın güzelliğini arttırır.” Daha sonra Resulullah (s.a.a); “Yezidu fil halkı ma yeşâu” ayetini tilavet etti.

 

248- İbn-i Zekeriyya, aynı senetle İmam Rıza (a.s)'dan, o da babaları vasıtasıyla Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Misafirin ev sahibi üzerindeki haklarından biri de, onunla kapıya kadar yürümesidir (onu yolcu etmesidir).”

 

249- İbn-i Zureyk aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ebrara (iyilere) ebrar denilmesinin sebebi; baba, evlat ve kardeşlerine iyilik yaptıklarından dolayıdır.”

 

250- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Lezzetleri kesen ölümü çok anın.”

 

251- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kim bir mümini, fakirlik ve yoksulluğundan dolayı küçümseyip tahkir ederse, Allah-u Teala kıyamet günü cehennem köprüsü üzerinde onu rezil ve rüsva eder.”

 

252- İbn-i Zureyk İmam Rıza (a.s)'ın kızı Fatıma'dan, o da babasından ve İmam Rıza da dedeleri vasıtasıyla Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu naklediyor: “Bir Müslüman'ın başka bir Müslüman'ı korkutması caiz değildir.”

 

253- İbn-i Zureyk, aynı senetle İmam Rıza (a.s)'dan, o da babaları vasıtasıyla Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Kim öfkesinin önünü alırsa, Allah-u Teala azabını ondan uzaklaştırır; kim de ahlakını güzelleştirirse, Allah-u Teala onu, geceleri ibadet edip gündüzleri oruç tutanların makamına ulaştırır.”

 

254- Muhammed bin Abdullah el-Bağdadî metindeki senetle İmam Rıza (a.s)'dan, o da dedeleri aracılığıyla Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu naklediyor: Resulullah (s.a.a) ayın ilk gününün hilalini gördüğünde şöyle buyurdu: “Ey Allah'ın itaatkâr, hareketli ve bu geniş alemde dönmesi takdir edilen varlığı, senin ve benim Rabbimiz Allah-u Teala'dır.”

Daha sonra şöyle dua etti: “Allah'ım, bu duayı emniyet, esenlik, islam ve ihsanla yeniden bize başlat; bizi; (ömür vererek) bu ayın evveline ulaştırdığın gibi sonuna da ulaştır; onu bereketli bir ay kıl; bu ayda günahlarımızı bağışla; yerine güzel amelleri amel defterimize yaz; derecelerimizi yükselt; ey hayırlıları yüce olan Allah!”

 

255- Aynı senetle Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğunu naklediyor: “Resulullah (s.a.a) Şaban ayı girdiğinde üç gün ilk on günde, üç gün ikinci on günde ve üç gün de üçüncü on günde oruç tutardı. Ramazan ayına iki gün kala oruç tutmaz, daha sonra farz oruçlara başlardı.”

 

256- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Recep ayı Allah-u Teala'nın sessizlik ayıdır (yani o ayda silah sesi duyulmaz, o ay haram aylardan birisidir) ve o ayda Allah'ın rahmeti sürekli olarak kulların üzerine yağar. Şaban ayında birçok hayırlar dağınık bir şekilde yayılır. Ramazan ayının ilk gecesinde azgın şeytanlar zincirlere bağlanır, her gece yetmiş bin günahkâr bağışlanır ve Kadir gecesi gelince Allah-u Teala Recep, Şaban ve Ramazan ayının geçen günlerinde bağışladığı günahkârlar sayısınca günahkârları o gece bağışlar. O gece sadece kendisiyle din kardeşi arasında düşmanlığı olan kimseler bağışlanmaz. Allah-u Teala onların hakkında meleklerine şöyle buyurur: “Kendi din kardeşleriyle barışıncaya dek onlara mühlet verin.”

 

257- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Allah-u Teala Kiram-i Berere'ye (insanın amellerini yazan meleklere) vahyetti ki, kullarımın ikindi namazından sonraki sinirlilik ve sürçmelerini (hatalarını) Ramazan ayında yazmayınız.”

 

258- Metindeki zikredilen aynı senetle Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “En güzel şey hediyedir; hediye hacetlerin anahtarıdır (yani sorunların çözüm vesilesidir).”

 

259- İbn-i Zureyk, aynı senetle İmam Rıza (a.s)'dan, o da babaları vasıtasıyla Emir'ul- Muminin Ali (a.s)'den, o da Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Hediye, kinleri kalplerden giderir.”

 

260- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Hayrı güler yüzlü insanların yanında arayın. Çünkü onların fiili güzel olmaya daha layıktır.”

 

261- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Ben peygamberlerin, Ali de vasilerin sonuncusudur.”

 

262- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Haftanın günleri içinde sadece Cuma gününü oruç tutmaya ayırmayın.”

 

263- Aynı senetle Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Günahtan tövbe eden, günahı olmayan kimse gibidir.”


Text Box: 32. BÖLÜM
 

 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’DAN AHKÂMIN FELSEFELERİ[21]

 

 

1- Muhammed bin İbrahim-i Talikanî, metindeki senetle Ali bin Fazzal’dan, o da babasından şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s)’a dedim ki; Ey Resulullah’ın oğlu! Allah-u Teala yaratıkların hepsini bir şekilde değil de, neden çeşitli şekillerde yaratmıştır? İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular: “Allah’ın güçsüz olduğunun düşünülmemesi, inkârcının aklına gelebilecek herhangi bir varlığın şeklinde Allah’ın bir mahluk yaratmış olduğunun bilinmesi ve hiç kimsenin; "Acaba Allah-u Teala şu veya bu şekilde bir varlık yaratmaya kadir midir?" diyememesi ve yaratıkları arasında onun bir benzerini görebilmesi ve Allah’ın yaratmış olduğu her çeşit mahluklarına bakmasıyla onun her şeye kadir olduğunun bilinmesi içindir.”

 

2- Ahmed bin Ziyad-i Hemedanî, metindeki senetle Abdusselam bin Salih-i Herevî’den şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s)’a dedim ki; "Ey Resulullah’ın oğlu! Allah, Hz. Nuh (a.s) zamanında dünyanın tamamını neden sularla kapladı; oysa onların içerisinde çocuk ve günahsız insanlar da vardı?" İmam Rıza (a.s) cevaben şöyle buyurdular: “Onların içerisinde çocuk yoktu. Çünkü Allah-u Teala, kırk yıl Nuh kavminin erkeklerinin sulbünü, kadınlarının ise rahimlerini kısır etti ve böylece nesilleri kesildi. Daha sonra içlerinde çocuk olmadığı bir halde suda boğularak helak oldular. Allah suçsuz olanı, suçlunun suçundan dolayı helak etmez. Nuh (a.s)’ın kavminden bâki kalan diğer kimselere gelince; onların bir kısmı Allah nebisini yalanladıklarından dolayı, diğer kısmı ise onların yaptıklarına razı olduklarından dolayı boğularak helak oldular. Bir işi yapmadığı halde o işin yapılmasına rızayet gösteren kimse, o işi yapmış gibidir.”

 

3- Babam (r.a) metindeki senetle Hasan bin Ali el-Veşşâ’dan, o da İmam Rıza (a.s)’dan, o da babası İmam Mûsa Kâzım (a.s)’dan, o da babası İmam Sâdık (a.s)’dan şöyle buyurduğunu naklediyor: “Allah-u Teala Nuh’a şöyle buyurdu: “Ey Nuh! O senin ailenden değildir” (Hûd/46) Çünkü Hz. Nuh’un oğlu ona muhalif idi. Allah-u Teala Nuh (a.s)’a uyan herkesi onun ailesinden saymıştır.”

Ravi şöyle diyor: İmam Rıza (a.s) benden; “Muhalifler, Nuh’un oğlu hakkında inen bu ayeti nasıl okuyorlar?” diye sordu. Ben de cevaben şöyle dedim: Halk onu iki şekilde okuyor; "İnnehu amelun gayr-u salihin" ve "İnnehu amelu gayr-i salihin"[22]

İmam şöyle buyurdu: “Yalan söylüyorlar! O, Nuh’un oğlu idi, ancak Allah-u Teala onu, babasıyla muhalefet edince ehlinden dışladı.”

 

4- Ahmed bin Ziyad el-Hemedanî, metinde zikredilmiş senetle İmam Rıza (a.s)’dan şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Babamın, babasından şöyle bir hadis naklettiğini duydum: “Allah-u Teala İbrahim (a.s)’ı kendine halil (dost) olarak seçti. Çünkü o, hiç kimsenin ihtiyacını karşılamadan geri çevirmez, Allah’tan başka da hiç kimseden bir şey istemezdi.”

 

5- Muzaffer bin Câfer metindeki senetle Hasan bin Ali el-Veşşâ’dan, o da İmam Rıza (a.s)’dan şöyle dediğini naklediyor: “İsrailoğulları dönemindeki hükümet kuralına göre; eğer bir kimse hırsızlık yapmış olsaydı o şahıs, mal sahibine köle olarak verilirdi. Yûsuf (a.s) halasının yanında idi; kendisi de henüz küçüktü. Halası onu çok severdi. İshak (a.s)’ın bir kuşağı vardı, onu oğlu Yâkub’a vermişti. Kuşak ise İshak (a.s)’ın kızı olan Yûsuf’un halasının yanında idi. Yâkub (a.s), Yûsuf’u halasının yanından almak istiyordu. Halası ise bu duruma çok üzülmüştü. Bunun üzerine şöyle dedi: “Şimdi bırak benim yanımda kalsın, sonra onu kendim sana gönderirim. Daha sonra Yûsuf’u, kuşağı elbisesinin altından onun beline bağlıyarak babasının yanına gönderdi. Yûsuf (a.s), babasının yanına vardığında halası gelerek kuşağın çalındığını söyledi. Yûsuf (a.s)’ın üzerini arayarak belinde buldu. İşte bu yüzden Yûsuf (a.s)’ın kardeşleri, Yûsuf (a.s) su tasını kardeşi Bünyamin’in yükünün içerisinde sakladığında şöyle demişlerdi: “Eğer (bu) çalmışsa, daha önce onun kardeşi de çalmıştı.” (Yûsuf/77)

Yûsuf (a.s) onlara: “Yükünde bulunanın cezası nedir?” diye sordu. Dediler ki: Bunun cezası, onun kendisidir (malını çaldığı adama köle olmasıdır).

Nitekim onlar arasında süregelen gelenek böyle idi. “Böylece (Yûsuf) kardeşinin kabından önce onların kaplarını (yoklamaya) başladı, sonra da onu kardeşinin kabından çıkardı.” İşte bundan dolayıdır ki, kardeşleri şöyle dediler: “Bu hırsızlık ettiyse, daha önce kardeşi de hırsızlık etmiştir.” Amaçları kuşaktı. Yûsuf bunu kendi içinde saklı tuttu ve onlara açıklamadı.”

 

6- Abdulvahid bin Muhammed bin Ubdus el-Nişaburî metindeki senetle İbrahim bin Muhammed el-Hemedanî’den şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s)’a şöyle arz ettim: Allah-u Teala neden Firavun iman ettiği ve onun tevhîdini ikrar ettiği halde yine de onu gark etti? İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular: “Çünkü Firavun, azabı gördüğü zaman iman getirmişti. Azap görüldüğü zaman iman etmek geçersizdir. Allah-u Teala’nın geçmiş ve gelecek ümmetler hakkındaki hükmü budur. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Onlar bizim dayanılmaz azabımızı gördükleri zaman dediler ki: Bir olan Allah’a iman ettik ve o’na şirk koştuğumuz şeyleri de inkâr ettik. Fakat dayanılmaz azabımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine hiçbir yarar sağlamadı.” (Mümin/85)

Yine, başka bir ayette şöyle buyurmuştur: “Rabbinin ayetlerinden bazılarının geleceği gün, daha önce iman etmişse veya imanıyla bir hayır kazanmışsa hiç kimseye imanı yarar sağlamaz.” (Enam/158)

İşte böylece Firavun boğulacağı an şöyle dedi: “İsrailoğullarının inandığı ilahtan başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım.” (Yûnus/90-91)

Ona denildi ki: “Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve fesat çıkaranlardandın. Bugün ise senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz.” Firavun baştan ayağa demir kuşanmış olmasına rağmen Allah-u Teala onun bedenini gelecek nesillere bir ibret olması ve onu bu haliyle görmeleri için yüksek bir yere attı. Oysa ağır olan şey batar, yukarı çıkmaz; işte bu, bir ayet ve nişane idi.

Allah-u Teala’nın Firavun’u gark etmesinin başka bir sebebi ise şudur: Firavun, boğulacağını anladığı zaman Mûsa (a.s)’dan yardım istedi, Allah’tan yardım istemedi. Allah-u Teala Mûsa’ya şöyle vahyetti: “Ey Mûsa! Sen Firavun’a yardım etmedin; çünkü onu sen yaratmadın. Eğer beni yardımına çağırsaydı mutlaka ona yardım ederdim.”

 

7- Ebu Abbas Talikanî, metindeki senetle Hasan bin Ali bin Fazzal’dan, o da babasından naklediyor: İmam Rıza (a.s)’a arz ettim: Havarîlere neden Havarî denildi? İmam şöyle buyurdu: “Halkın yanında onlara Havarî denilmesinin sebebi, çamaşır yıkadıkları ve elbiselerinin kirlerini yıkayarak temizledikleri içindir. Havarî, “Hubz-u Huvvar”dan türeyen bir isimdir; "beyaz unun ekmeği" anlamına gelir. Ama bizce Havarîlere “Havarî” denmesinin sebebi; onlar vaaz ve nasihatle kendileri ve diğerlerini günahlardan temizledikleri içindir.”

Ben yine İmam’a; “Nasârâ’ya neden Nasârâ denmiştir?” diye sordum. İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular: “Çünkü onlar Şam’ın Nasire adlı bir köyünden idiler. Meryem ve İsa (a.s), Mısır’dan döndükten sonra oraya yerleştiler.”

 

8- Câfer bin Muhammed bin Mesrur (r.a) metindeki senetle Ebu Yâkub-i Bağdadî’den şöyle rivayet ediyor: İbn-i Sikkit,[23] İmam Rıza (a.s)’a: Allah-u Teala, neden Mûsa bin İmran (a.s)’ı âsa, yed-i beyzâ (parlak el) ve sihir aleti ile, İsa (a.s)’ı ise tıbbî mucizelerle ve Hz. Muhammed (s.a.a)’i ise söz ve hitabelerle (fesahat ve belagatla) gönderdi?” diye sordu. İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu: “Allah, Mûsa (a.s)’ı peygamber olarak gönderdiğinde zamane halkı çoğunlukla sihirle uğraşıyordu. Bundan dolayı, Allah-u Teala tarafından kavminin onun aynısını yapmaktan aciz kaldığı mucize getirdi ve onunla diğerlerinin sihrini alt edip hücceti onlara ispatladı.

İsa (a.s)’ı ise müzmin hastalıkların ortaya çıktığı ve milletin tıbba ihtiyaç duyduğu bir dönemde gönderdi. Derken Hz. İsa, Allah tarafından kavmine, onların mislini getirmeye güçleri olmayan bir mucizeyle geldi ki, onunla ölüleri diriltiyor, anadan doğma körleri, abraş illetine tutulmuşları Allah’ın izniyle iyileştiriyordu. Bununla da onlara hücceti tamamlıyordu.

Allah-u Teala Hz. Muhammed (s.a.a)’i de öyle bir asırda peygamber olarak gönderdi ki, onun asrında hitabet ve konuşma yaygındı. (Ravi der ki: Zannediyorum ki bu arada şiir de söylemişti.) Bu sırada Resulullah (s.a.a) bir takım öğüt ve ahkâmı içeren, onların sözlerini bâtıl kılan ve hücceti onlara tamamlayan Allah’ın kitabıyla onlara geldi.”

Söz buraya geldiğinde İbn-i Sikkit şöyle dedi: Allah’a and olsun ki, bu zamanda senin gibi birisini görmedim, o halde bugün halka hüccet nedir?

İmam (a.s) şöyle buyurdu: Akıldır;[24] zira akıl vasıtasıyla Allah’a karşı doğru konuşan tanınmış olur ve akıl onu tasdik eder. Aynı şekilde Allah’a karşı yalan konuşan da onun vasıtasıyla tanınmış olur ve akıl onu tekzip eder.

Daha sonra İbn-i Sikkit şöyle söyledi: Allah’a and olsun ki cevap işte budur!

 

9- Muhammed bin İbrahim-i Talikanî, metindeki senetle Ali bin Fazzal’dan, o da babasından İmam Rıza (a.s)’ın şöyle buyurduğunu naklediyor: "Ulul Azm peygamberlerine Ulul Azm denilmesinin sebebi, onların şeriat sahipleri ve azimli olmalarından dolayıdır. Nuh (a.s)’dan sonra gelen her peygamber, Halil İbrahim (a.s)’ın zamanına dek Nuh (a.s)’ın şeriat ve yolu üzeri olup onun kitabına uyuyorlardı. İbrahim (a.s) zamanında bulunan ve ondan sonra gelen her peygamber de Mûsa (a.s) zamanına kadar onun şeriat ve yolu üzere olup kitabına uyuyorlardı. Hz. Mûsa (a.s)’ın zamanında olan ve ondan sonra gelen her peygamber de İsa (a.s)’ın zamanına kadar onun şeriat ve yolu üzere olup kitabına uyuyorlardı. İsa (a.s) zamanında ve ondan sonraki amanda olan her peygamber Hz. Muhammed (s.a.a)’in zamanına kadar İsa (a.s)’ın şeriat ve yolu üzere olup onun kitabına uyuyorlardı. İşte bu beş peygamber Ulul Azm peygamberlerdir. Bunlar, peygamber ve resullerin en üstünleridirler.

Hz. Muhammed (s.a.a)’in şeriatı kıyamete kadar devam edecek ve ondan sonra kıyamete kadar da peygamber olmayacaktı. Öyleyse kim bundan sonra peygamberlik iddiasında bulunur veya Kur’an'dan sonra başka bir kitap getirirse, bunu işiten herkes için onun kanı mubahtır."[25]

 

10- Muzaffer bin Câfer bin Muzaffer el-Alevî el-Semerkandî (r.a) metindeki senetle Abbas bin Hilal’den, o da İmam Rıza (a.s)’dan, İmam Rıza da babaları vasıtasıyla ceddi Emir’ül Müminin Ali bin Ebu Talib (a.s)’dan, o da Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ölünceye kadar beş şeyi terk etmem: Yerde oturarak kölelerle yemek yemeyi; merkebe, üzerinde palanı olduğu halde binmeyi; keçiyi elimle sağmayı; yünlü elbise giymeyi; benden sonra sünnet olması için çocuklara selam vermeyi.”

 

11- Muhammed bin İbrahim bin İshâk el-Talikanî (r.a) metindeki senetle Ali bin Fazzal’dan, o da babasından şöyle dediğini naklediyor: İmam Rıza (a.s)’a Emir’ül Müminin Ali (a.s) ile ilgili şöyle bir soru sordum: Halk Hz. Ali (a.s)’dan nasıl el çekip başkasının tarafına yöneldi? Oysa Hz. Ali (a.s)’ın faziletini, geçmişini ve Resulullah (s.a.a)’in yanındaki makamını biliyorlardı.

İmam (a.s) şöyle buyurdular: Evet, Hz. Ali (a.s)’ın faziletini bildikleri halde başkalarına yöneldiler. Çünkü Hz. Ali (a.s) onların, Allah ve Resulüne düşmanlık yapan babalarından, dedelerinden, kardeşlerinden, amca ve dayılarından ve akrabalarından çok sayıda kimseyi öldürmüştü. Ona karşı kinleri işte bundan dolayıydı ve onlara önderlik yapmasını da istemiyorlardı. Diğerlerine karşı ise böyle kinleri yoktu; çünkü diğerleri, cihatta Resulullah (s.a.a)’in yanında Hz. Ali (a.s) gibi değillerdi. Dolayısıyla Hz. Ali (a.s)’dan yüz çevirip başkalarına yöneldiler.

 

12- Muhammed bin İbrahim el-Talikanî (r.a), metindeki senetle Haysem bin Abdullah-i Rumanî’den şöyle dediğini naklediyor: Ali bin Mûsa el-Rıza (a.s)’a: “Ey Resulullah’ın oğlu! Neden Ali bin Ebu Talip (a.s), Resulullah’tan sonra 25 yıl boyunca düşmanları ile savaşmadı da velayeti (hilafeti) döneminde savaştı?” diye sordum. İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular: “Çünkü Hz. Ali (a.s) cihatta Resulullah (s.a.a)’e uydu. Resulullah (s.a.a) Mekke’de müşriklere karşı cihadı 13 yıl, Medine’de ise 19 ay terk etti. Bunun sebebi ise, müşriklere karşı yardımcısının az olmasından kaynaklanıyordu. İşte böylece Ali (a.s) da düşmanlarının karşısında yardımcısının çok az olduğundan dolayı onlara karşı cihadı terk etti. Resulullah (s.a.a)’in cihadı 13 yıl ve 19 ay terk etmesiyle nübüvvetinin bâtıl olmadığı gibi, Ali (a.s)’ın da 25 yıl cihadı terk etmesiyle imameti bâtıl olmadı; çünkü her ikisinde de sebep aynıydı.”[26]

 

13- Ali bin Ahmed el-Berkî, metindeki senetle Muhammed bin Ebu Yâkub Belhî’den şöyle dediğini rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’a şöyle arz ettim: İmamet neden Hz. Hüseyin (a.s)’ın evladı arasında yer aldı da İmam Hasan (a.s)’ın evladı arasında yer almadı? İmam cevaben şöyle buyurdular: “Çünkü Allah-u Teala, bunu İmam Hüseyin (a.s)’ın evladı arasında kıldı, İmam Hasan (a.s)’ın evlatları arasında kılmadı. Allah, yaptıklarından sorguya çekilmez.”

 

14- Babam (r.a), metindeki senetle İbrahim bin Abdulhamid’den, o da Ebul Hasan (İmam Rıza)’dan şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Resulullah (s.a.a), Aişe’nin yanına vardı, Aişe ise su kovasını güneşin önüne bırakmıştı. Resulullah (s.a.a): “Ey Humeyra, bu nedir?” diye sordu. Aişe: Başımı yıkamak için ısınsın diye bıraktım, cevabını  verdi. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: “Bir daha böyle yapma; çünkü bu, cilt hastalığına neden olur.”

Kitabın yazarı şöyle diyor: Bu hadisteki Ebul Hasan’dan maksat, hem Mûsa bin Câfer (a.s) ve hem de İmam Rıza (a.s) olabilir. Çünkü İbrahim bin Abdulhamid her iki imamı da görmüştür. Bu hadis mürsel bir hadistir.[27]

 

15- Hüseyin bin Ahmed bin İdris (r.a), metindeki senetle Hasan bin Nazr’dan şöyle dediğini rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’a şöyle sordum: Bir grup insan seferdedir, bunlardan birisi ölüyor, diğer birisi de cenabetlidir. Yanlarında sadece onlardan birisine yetecek kadar su vardır. Onlardan hangisi öncelik taşır? İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu: “Cenabetli gusül etmeli, ölü ise (teyemmüme) bırakılmalıdır. Çünkü bu (cenabet guslü), farzdır (Kur’an'ın açık ayetidir); diğeri (meyyit guslü) ise, Hz. Peygamber (s.a.a)’in sünnetidir.”

 

16- Muhammed bin Hasan (r.a), metindeki senetle Hasan bin Nazr’dan şöyle dediğini rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’a şöyle arz ettim: Cenaze namazında neden beş tekbir getiriyorlar? İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Beş vakit namazdan alındığını rivayet etmişlerdir. Elbette bu hadisin zahiridir. Diğer sebebi de vardır, o da şu ki, Allah-u Teala kullarına beş şeyi farz kılmıştır: Namaz, zekât, hac, oruç ve velayet. Ölü için de bu farzların her biri için bir tekbir karar kılmıştır. Bundan dolayı kim velayeti kabul etmişse (cenaze namazında) beş tekbir söyler; ama velayeti kabul etmeyen için ise dört kez tekbir söylenir. İşte bu yüzden siz Şia’lar beş tekbir, muhalifler ise, dört tekbir söylerler.”

 

17- Ali bin Ahmed bin Muhammed bin İmran el-Dekkâk (r.a), metindeki senetle Süleyman bin Câfer’den şöyle dediğini rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’dan telbiyeyi[28] ve onu söylemenin sebebini sordum. İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Halk ihrama girdiğinde Allah-u Teala onlara hitap ederek şöyle buyurur: Ey kullarım ve kölelerim! Benim için ihrama girdiğiniz (bazı şeyleri kendinize haram kıldığınız) gibi, ben de sizi ateşe haram kılacağım. Halk “Lebbeyk Allahumme lebbeyk” diyerek Allah’ın davetini icabet edip nidasına cevap vermektedir.”

 

18- Muhammed bin Hasan (r.a), metindeki senetle Hüseyin bin Halid’in şöyle dediğini naklediyor: İmam Rıza (a.s)’a arz ettim: Hangi sebepten dolayı hacca giden birisine dört ay günah yazılmıyor? İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdular: “Allah-u Teala müşriklere Harem’e girmeyi dört ay  mubah kıldı. Nitekim şöyle buyuruyor: “Yeryüzünde dört ay daha dolaşın.” (Tevbe/2) Bundan dolayı müminlerden kim hacca gitse dört ay günahları bağışlanmış olur.”[29]

 

19- Hüseyin bin Ahmed bin İdris (r.a), metindeki senetle Hüseyin bin Halid’den şöyle dediğini rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’a şöyle arz ettim: Sana feda olayım, kadınların mihriyesi neden beşyüz dirhemdir?[30] İmam (a.s) şöyle buyurdular: Allah-u Teala, yüz kez “Allah-u Ekber”, yüz kez “Elhamdulillah”, yüz kez “Subhanellah”, yüz kez “Lâ ilahe illellah” diyen ve yüz defa Peygamber (s.a.a)’e salavat gönderen ve daha sonra “Allah’ım, beni hurilerle evlendir” diyen her mümini, hurilerle evlendirmeyi kendisine gerekli kılmıştır. İşte bu yüzden kadınların mihriyesi beşyüz dirhem olarak kararlaştırılmıştır. Herhangi bir mümin, mümin kardeşinin kızını beşyüz dirhem mihriye vermeye hazır olduğu halde ister, fakat kız sahibi o teklifi kabul etmezse, mümin kardeşini incitmiş ve Allah-u Teala’nın da onu hurilerle evlendirmemesini hak etmiştir.

 

20- Muhammed bin İbrahim el-Talikanî, metindeki senetle Hasan bin Ali bin Fazzal’dan, o da babasından şöyle dediğini rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’a “Üç talak verilmiş bir kadın, başka biriyle evlenmedikçe neden ilk kocasına helal olmuyor?” diye sordum. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdular: “Allah-u Teala iki kez talak vermeye izin vermiştir. Nitekim şöyle buyuruyor: “Boşamak iki defa olur. Ondan sonra ya güzellikle kadını tutmak gerek, ya da hoşlukla bırakmak.” (Bakara/229) Yani, Allah’ın hoşlanmadığı üçüncü boşamaya teşebbüs etmiş olursa Allah o kadını kocasına haram kılar ve artık kadın başka birisiyle evlenmedikçe eski kocasına helal olmaz. Bunun sebebi ise erkeklerin boşanmayı hafife almamaları ve kadınlara zarar vermemeleri içindir.”

 

21- Muhammed bin Ali Maciyleveyh (r.a), metindeki senetle Câfer bin Muhammed el-Eş’arî’den, o da babasından şöyle rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’dan üç kez boşanmış olan kadınla evlenme konusunda sordum. Şöyle buyurdular: “Sizin üç boşamanız (talak vermeniz) sizden başkalarına helal değildir. Ama, onların boşamaları (talakları) sizin için helaldir. Çünkü sizler, onların üç talaklarını doğru bilmiyorsunuz. Ama onlar sizin üç talaklarınızı doğru biliyorlar.”[31]

 

22- Muhammed bin İbrahim el-Talikanî (r.a), metindeki senetle Hasan bin Ali bin Fazzal’dan, o da babasından şöyle rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’dan, Resulullah (s.a.a)’in künyesinin Ebul Kâsım olmasının sebebini sordum. İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Çünkü onun Kâsım adında bir oğlu vardı (ondan dolayı Ebul Kâsım denilirdi).”

Ey Resulullah’ın evladı! Beni daha fazla izaha layık görmüyor musun? diye sorduğumda şöyle buyurdular: “Evet, acaba benim ve Ali’nin bu ümmetin babaları olduğumuzu biliyor musun?”

“Evet, biliyorum” dedim. Buyurdular ki: Acaba Resulullah (s.a.a)’in bütün ümmetin babası olduğunu ve Ali (a.s)’ın da bu ümmetten olduğunu biliyor musun?

Ben; evet, dedim. Daha sonra şöyle buyurdular: Acaba Ali (a.s)’ın cennet ve cehennemi bölen birisi olduğunu da biliyor musun? Evet, dedim. O zaman İmam şöyle buyurdu: İşte bu yüzden Resulullah (s.a.a)’e “Ebul Kâsım” (cennet ile cehennemi bölenim babası) denildi.

İmam (a.s)’a “Bu sözün manası nedir?” diye sorduğumda şöyle buyurdular: “Peygamber (s.a.a)’in ümmetine olan şefkati, babanın evladına olan şefkati gibidir; ümmetinin en faziletlisi Ali (a.s)’dır. Resulullah’tan sonra Hz. Ali’nin onlara olan şefkati, Hz. Resulullah’ın şefkati gibidir. Çünkü Ali (a.s), Resulullah (s.a.a)’in vasi ve halifesi ve ondan sonra imam idi. İşte bu yüzden “Ben ve Ali bu ümmetin babasıyız” buyurmuştur.

Yine, Resulullah (s.a.a) minbere çıkarak şöyle buyurmuştur: “Kim ölür de geride borç ve çoluk çocuk bırakırsa, borcunu ödemek, ailesinin geçimini sağlamak benim üzerimedir ve kim ölür de geride mal ve servet bırakırsa bu mal, onun varislerinindir.” İşte bundan dolayı onlara kendi baba ve annelerinden, hatta kendilerine, kendilerinden daha yetki sahibidir. Emir’ül Müminin Ali (a.s) da, Resulullah (s.a.a)’den sonra bu yetkiye sahip olmuştur.

 

23- Temim bin Abdullah bin Temim el-Kureyşî, metindeki senetle Ebu Salt-i Herevî’den şöyle naklediyor: Memun, bir gün İmam Rıza (a.s)’a şöyle dedi: Ceddin Emir’ül Müminin Ali (a.s), hangi sebepten dolayı cennet ve cehennemi bölendir? Bu sözün manası nedir? Ben bunun hakkında çok düşünüyorum.

İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdular: “Ey emir! Baban, o da babalarından, onlar da Abdullah bin Abbas’tan, o da Resulullah (s.a.a)’den “Ali’yi sevmek imandır, ona kin gütmek ise küfürdür” diye rivayet etmemişler mi?

Memun; “Evet, rivayet etmişlerdir” dedi. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdular: Cennet ve cehennemin bölünmesi onun sevgisi ve kini üzereyse o halde cennet ve cehennemi bölen de odur.

Memun şöyle dedi: Allah beni senden sonra hayatta bırakmasın ey Ebul Hasan! Şehadet ediyorum ki sen, Resulullah (s.a.a)’in ilminin varisisin.

Ebu Salt-i Herevî der ki: İmam Rıza (a.s) eve döndükten sonra yanına varıp şöyle arzettim: Ey Resulullah’ın evladı! Ona ne kadar güzel cevap verdin! İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdular: “Ben onunla onun hüccet bildiği bir yolla konuştum.[32] Oysa babam, babaları vasıtasıyla Emir’ül Müminin Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu naklediyordu: Resulullah (s.a.a) bana şöyle buyurdular: Ey Ali! Kıyamet günü cennetle cehennemi bölecek olan sensin; ateşe emredeceksin ki; "Bu adam bendendir (ondan geç) ve bu adam senindir (onu tut)!"

 

24- Ahmed bin Hasan el-Kattan, metindeki senetle Hasan bin Ali bin Fazzal’dan, o da babasından şöyle rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’dan sordum: “Emir’ül Müminin Ali (a.s), milletin hakimi olduktan sonra neden Fedek’i geri almadı?”

İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Biz öyle bir Ehl-i Beyt’iz ki, Allah-u Teala’nın kendisi bizi veli kılmıştır ve bizim hakkımızı da ondan başkası zalimlerden almaz. Bizler de, müminlerin velisiyiz. Onlar için hükmeden ve onların haklarını zalimlerden alanız; ama kendi hakkımızı zalimlerden almayız.”[33]

Kitabın yazarı Şeyh Sadûk (r.a) şöyle diyor: “İlel’uş Şerayî” adlı kitabımda bu mevzu için bir takım hadis ve rivayetler tahriç ettim. Ama bu kitapta, yalnızca İmam Rıza (a.s)’dan rivayet etmekle yetindim.

 

25- Hekim Ebu Ali Hüseyin bin Ahmed el-Beyhakî, metindeki senetle İmam Rıza (a.s)’dan, o da babası Mûsa bin Câfer (a.s)’dan şöyle naklediyor: Biri İmam Sâdık (a.s)’dan şöyle sordu: “Kur’an-ı Kerim neden her yayınlandığı ve okunduğu zaman tazelik ve parlaklığı artıyor?”

İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu: “Çünkü Allah-u Teala onu belli bir zaman ve özel bir kavim için göndermemiştir. Dolayısıyla o her zaman yepyeni ve kıyamete kadar da her millet için taptazedir.”

 

26- Yine, aynı senetle Muhammed bin Mûsa bin Nasr el-Razî’nin babasından şöyle rivayet ettiği nakledilmiştir: İmam Rıza (a.s)’dan Peygamber (s.a.a)’in “Ashabım yıldızlara benzer; hangisine uyarsanız hidayet olursunuz” ve “Ashabımı bana bırakın” sözleri hakkında soruldu. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Bu, doğrudur. Fakat bu hadisten maksat, Hz. Peygamber’den sonra değişmeyen ve dinde de bir değişiklik yapmayan kimselerdir.”

Soru soran şahıs; “Onların değişip dinde değişiklik yaptıkları nereden bilinmektedir?” dediğinde de İmam (a.s) şöyle buyurdular: Kendilerinin Hz. Peygamber (s.a.a)’den şu şekilde buyurduğunu rivayet etmelerinden bilinmektedir: “Kıyamet günü ashabımdan olan bir takım kişiler, yabancı devenin sudan kovulduğu gibi, havuzumdan (Kevser Havuzu) kovulacaklardır. O esnada ben “Ya rabbi! Ashabım, ashabım” diyeceğim. O zaman bana şöyle denilecektir: Şüphesiz sen bunların senden sonra neler icat ettiklerini bilmiyorsun. Daha sonra onlar yakalanarak sol tarafta yer alanların (ashab-ı şimal) tarafına doğru götürülürler. Bu esnada ben şöyle diyeceğim: “Uzak olsunlar, kahrolsunlar!”

İmam Rıza (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “Resulullah’ın bu sözü (Ashabım yıldızlar gibidir...), dinde değişiklik yapmayanlar içindir.”[34]

 

27- Hekim Ebu Ali Hüseyin bin Ali bin Ahmed el-Beyhakî, metindeki senetle Ahmed bin Muhammed bin İshâk el-Talikanî, babasından şöyle naklediyor: Horasan’da bir adam yemin ederek şöyle dedi: “And olsun ki Muaviye, Resulullah’ın ashabından değildir. Eğer doğru söylemiyorsam eşim boşanmış olsun!” O sırada İmam Rıza (a.s) da Horasan’da idi. Fakihler onun böyle bir yemin etmesiyle eşinin boşanmış olduğuna fetva verdiler. Bu meseleyi İmam Rıza (a.s)’dan sorduklarında İmam (a.s) “O kadın (bu sözle) boşanmamıştır” buyurdular. Fakihler bir mektup yazarak İmam’a gönderdiler. O mektupta İmam’a şöyle demişlerdi: “Ey Resulullah (s.a.a)’in oğlu! O kadının (mezkur sözle) boşanmış olmadığını nereden (ve hangi delile dayanarak) söylüyorsunuz?”

İmam (a.s), mektuplarının kenarına şöyle yazdı: “Bu, sizin Ebu Said Hudrî’den naklettiğiniz şu rivayettendir: “Resulullah (s.a.a) Mekke’nin fethedildiği gün Müslüman olan kimselere şöyle buyurdu: “Sizler iyi insanlarsınız; ashabım da iyi insanlardır. Fakat fetihten sonra hicret yoktur.” Resulullah (s.a.a) bu sözüyle hicreti bâtıl etti ve onları kendi ashabından saymadı.”

Ravi diyor ki: Fakihler İmam’ın cevabını görünce kendi fetvalarından dönüp İmam’ın sözünü kabul ettiler.

 

27- Hekim Ebu Ali el-Beyhakî, aynı senetle Sehl bin Kâsım’dan şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s), ashabından birinin “Allah Emir’ül Müminin Ali (a.s)’a karşı savaşanlara lânet etsin!” dediğini duyduğunda şöyle buyurdular: “De ki: Tövbe edip kendisini ıslah edenler hariç. Ona yardım etmekten kaçınıp da etmeyenin günahı, onunla savaşıp da tövbe edenin günahından daha büyüktür.”


Text Box: 33. BÖLÜM
 

 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’IN MUHAMMED BİN SİNAN’A AHKÂMIN FELSEFESİ HAKKINDA CEVAPLARI[35]

 

 

1- Muhammed bin Ali Maciyleveyh (r.a), metindeki senetle Muhammed bin Sinan’dan şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s), ahkâmın felsefesiyle ilgili sorduğum soruların cevabında şöyle yazdı:

“Cenabet guslünün felsefesi: Temizlik, insanın kendisine dokunan meniyi temizlemesi ve vücudunun diğer yerlerini pak etmesidir. Çünkü cenabet insanın bütün vücudundan çıkmaktadır. Dolayısıyla vücudunun hepsini temizlemesi vaciptir. İşte bundan dolayı bütün bedenini temizlemesi insana farzdır.

İdrar ve dışkıda guslün farz olmamasının sebebi; bunların cenabetten daha çok ve sürekli olmasından dolayıdır; işte çok tekrarlanması ve zorluğundan, irade etmeksizin ve şehvetsiz geldiğinden dolayı sadece abdest alınması yeterli görülmüştür. Ama cenabet, insanın lezzet almak için kendi isteği ve kendisini o işe mecbur etmesiyle gerçekleşmektedir.

İki bayram (Fıtır ve Kurban): Cuma ve diğer günler için guslünün sebebi, kulun o günlerde rabbini ululaması, kerim ve yüce olan rabbini karşılaması, günahlarına mağfiret dilemesinden dolayıdır. Yine, bayram gününün onlara tanınıp Allah’ın zikri üzere o günde toplanmaları içindir.

İşte o günü ululamak, onu diğer günlerden üstün tutmak, nafile ve ibadetlerin çok olması ve bir Cuma’dan diğer Cuma’ya kadar insanın temiz olabilmesi için o günde gusletmeyi karar kılmıştır.

Ölüye gusül verilmesinin sebebi; hastalığından dolayı (birikmiş olan) pisliklerin giderilmesi ve ona ulaşmış olan çeşitli hastalık (ve mikrop)’ların temizlenmesi içindir. Çünkü o, meleklerle görüşüp ahirette onlarla irtibatta olacaktır. İşte bu yüzden, Allah’a uğradığı ve temizlerle (meleklerle) görüştüğü zaman -ki onlara dokunacak ve onlar da ona dokunacaklar- rahmet ve şefaate tabi tutulması için tertemiz olması uygundur.

Abdestle yüz ve kolları yıkamanın, baş ve ayakları meshetmenin sebebi; kulun Allah’ın huzurunda durduğu, zahiri azaları ile ona yöneldiği ve bu azalarla amelleri yazan meleklerle mülakat ettiğinden dolayıdır. Öyleyse yüzün yıkanması, (Allah’a) secde ve huzû etmek içindir; iki ellerin yıkanması ise, onları Allah’ın dergâhına doğru kaldırıp indirmek ve ona işaret etmekten (yönelmekten) dolayıdır.

Baş ve ayakları meshetmenin sebebi ise, bu ikisinin aşikâr ve açık olmasından dolayıdır; her durumda bunlarla Allah’a yönelebilir. Bunlarda olan huzû ve Allah’a yönelme, yüz ve kollardaki gibi değildir.

Zekâtın sebebi; fakirlere azık vermek, zenginlerin mallarını ise korumak içindir. Allah-u Teala sağlığı yerinde olanları, afet ve belaya uğrayanların ihtiyaçlarını karşılamakla mükellef kılmıştır. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “And olsun ki mallarınızla, canlarınızla sınanacaksınız.” (Âl-i İmran/186) Mallarla sınama zekât vermekledir, canlarla sınama ise belalar karşısında sabırlı olmaya hazırlanmakladır. Ayrıca, zekât vermede Allah’ın nimetlerinin şükrünü yerine getirmek ve nimetin çoğalmasına da umut vardır; yine zekât vermede fakir ve yoksullara karşı merhamet, şefkat, eşitliğe teşvik, onları takviye etme ve dini meselelerde onlara yardımda bulunmak vardır. Bu fakirler, zenginler için bir öğüt ve onların ahiret fakirliğini hatırlamaları için de bir ibrettirler. Yine bu fakirler, zenginlerin kendilerine verilmiş olan nimet ve bağışlar karşısında Allah’a şükretmelerine, dua ve yakarışta bulunmalarına ve onlar gibi olmaktan korkmalarına birer teşvik vesilesidirler. Zekât, sadaka, sıla-i rahim ve başkalarına iyilik yapmak gibi birçok konularda da durum aynıdır.

Hacc amellerinin sebebi; Allah’a doğru gitmek, çok sevap talep etmek, yapmış olduğu bütün günahlardan sıyrılmak, geçmişte yapmış olduğu yanlışlıklardan tövbe ederek temizlenmek ve gelecekteki amellere yeni mükellef olmuş gibi yeniden başlamak içindir. Yine hacda malı (harcamak ve hesabına yetişmek için) dışarı çıkarmak, bedenin zorluk çekmesi, insanın şehvet ve lezzetlerden alıkonulması, ibadet, huşû ve boyun eğmekle, sıcak ve soğukta, güven ve korkuda ona dönmekle ve sürekli çalışıp gayret etmekle Allah’a yaklaşmak vardır. Yine hacda bütün insanlar için yarar, Allah’a yönelme, ondan korkma, katı kalpliliği ve saldırganlığı terk etmek, Allah’ı unutmamak, insanlardan ümidi kesmek, amel yapmaya koyulmak, haklara yetişmek, nefsi azmaktan önlemek vardır. Yine hacda doğu ve batıda olanların, karada ve denizde bulunanların, hacca giden veya gitmeyenlerin, tacir ve ithalcilerin, alış-verişle uğraşanların ve fakir kimselerin menfaati vardır. Yine hacda çevredeki insanların ve hacıların toplanmasına elverişli olan mekânların ihtiyaçlarının karşılanması vardır. Nitekim Allah-u Teala bir ayette şöyle buyurmuştur: “Kendileri için bir takım yararlara şahit olsunlar.” (Hac/28)

Haccın (ömür boyunca) bir kez farz olmasının sebebi, Allah, farzları insanların en güçsüz olanı göz önünde bulundurarak hüküm vermesidir. İşte o farzlardan birisi de insanın ömrü boyunca bir kez farz olan hacdır. Böylece, kudreti olanları, güçlerinin yettiği (istedikleri) kadar yapabilmeleri için önlerini açık tutmuştur.

Oruç tutmanın sebebi; açlığı ve susuzluğu tadarak hissetmesi ve böylece kul Allah karşısında alçalıp yoksulluğa, zorluklara katlanarak, tutumlu olarak sabır ve ödül kazanması içindir. Bu, ahiret zorluklarına delalet etmektedir. Şehvetin önünün alınması, dünyada ona bir nasihatçi olması içindir. Bir ecelin zamanı olduğunu, dünya ve ahirette fakirlik ve yoksulluğun ne derecede zor olduğunun bilinmesi içindir.

(İnsan öldürmenin haram olmasının sebebi): İnsan öldürmenin, insanlara fesat olacağından dolayı Allah onu haram etmiştir.

Allah’ın, anne-babaya saygısızlığı (Akk-ı Valideyn’i) haram etmesinin sebebi: Çünkü bunda, Allah’ın itaatinden ve anne-babanın itaatinden çıkılması vardır. Nimetlere kâfir olmayı içinde taşımakta şükretmeyi ortadan götürüp neslin azalıp yok olmasına sebep olacaktır. Valideyne saygısızlık, onların değerlerinin azalmasına, haklarının tanınıp bilinmemesine, yakınlık ve akrabalığın kesilmesine, valideynin çocuklarına olan ilgisinin yok olmasına sebep olacaktır. Çocukları onlara iyilik etmeyi terk ettiğinden dolayı, onlar da çocukları terbiye edip yetiştirmeyi bırakacaklardır.

Zinanın haram olması; insanların birbirlerini öldürme fesadından ve nesillerin yok olmasına, karışmasına sebep olduğundan dolayıdır. Çocuk terbiyesinin terk edilmesi ve varisler arasında fesadın ortaya çıkması ve daha nice buna benzer fesatlardan dolayıdır.

Yetim malının yenilmesinin haram olmasının sebebi; birçok fesat ve zulüm olmasından dolayıdır. Birincisi; kim yetimin malını zulmederek yerse, gerçekte onun katline (öldürülmesine) yardım etmiştir. Çünkü yetim ihtiyacı olan, kendisini barındıramayan, kendisine ait bir şöhreti ve şahsiyeti olmayandır. Onu annesi-babası gibi barındırıp doyuracak kimsesi de yoktur. Bu yüzden onun malını kim yerse, gerçekte onu öldürüp fakirlik ve yoksulluğa sürüklemiştir. Oysa Allah, bu işten onları korkutup Kur’an-ı Kerim’de ceza ve azap bildirmiştir: “Ardlarında aciz ve küçük soy-sop bırakacağını düşünerek onlar için nasıl korkup üzüntüye düşerler. Yetimler için de Allah’tan korksunlar.” (Nisa/9) İmam Bakır (a.s) şöyle buyuruyor: “Allah, yetimin malını yiyenler için iki azap hazırlamıştır. Birisi dünyada, diğeri de ahirettedir.” Dolayısıyla yetimin malının haram kılınması, onu korumak ve müstakil yapmaktır (yani, kendi kendini barındırabilecek duruma getirmektir). Geride kalanları selametlikle saklamaktır ki, ta onun başına gelen, bunların da başına gelmesin. Nasıl ki Allah, burada azabı vaadetmiştir. Ayrıca, yetim büyüyüp anlar duruma geldiğinde intikam alma, düşmanlık ve kin güdecektir. Bu, fesat, fenalık ve birbirlerini yok etmeleriyle sonuçlanacaktır.

Savaştan kaçmanın haram olması: Dinde gevşeklik icat edip Resul ve adil imamı hafife almaya sebep olup düşmanlara karşı onlara yardım etmemelerine sebep olacaktır. Böyle olursa onlar, sonuçta davet edildikleri nübüvvete ikrar etmeyi, adaleti yaymayı, fesadı yok etmeyi, inkâr edeceklerdir. Böylece, düşmanların Müslümanlara karşı cesaretlenmelerine sebep olup ardından da esaret, katliam, Allah’ın dininin iptal olup ortadan gitmesine ve daha nice başka fesatlara sebep olacaktır.

Allah, hicretten sonra cahiliyet zamanı inanç ve amellerine bulaşmayı haram etmesinin sebebi: Bu dinden çıkmak, Peygamber ve Allah’ın hüccetlerine (imamlara) yardım etmemektir ve buna benzer fesatlar, hak sahibini haksız etmektir. Bu, sadece çölde yaşamasından dolayı değildir. Aynı şekilde, eğer biri dini tam olarak tanırsa cahiller gibi olmaya hakkı yoktur. Cahillerden olup onlara dönüşmesinden dolayı korku vardır. Çünkü ilmi terk ederek cahillere karışıp onlar gibi olmamasından emin değildir.

Allah’ın adıyla kesilmeyen hayvanın haram olmasının sebebi: Allah yarattıklarına onun ismini (tevhidini) ikrar etmeyi ve eti helal olan hayvanların kesimi sırasında Allah’ın isminin denilmesini vacip etmiştir. Bu, Allah’a yaklaşma sebebi olanlarla şeytanlara ibadet için yapılanlar arasında bir farkın olması içindir. Çünkü Allah’ın adının anılması, onun rububiyet ve birliğini ikrar etmektir. Allah’ın adından başka şeyin anılması ise, gerçekte ona şirk olup onunla başka şeye yaklaşmaktır. Kısacası kesilecek hayvana, Allah’ın adının denilmesi (“Bismillah” denilmesi), Allah’ın helal ve haram ettikleri arasında farkın olması içindir.


Allah, et yiyen kuşları, bütün vahşi hayvanları leş, insan eti, dışkı ve buna benzer şeyler yediklerinden dolayı haram etmiştir. Allah, vahşi hayvanlardan eti helal ile haramın bilinmesi için alametler bırakmıştır. Babam Mûsa bin Câfer (a.s) şöyle buyuruyor: “Her zehir saçma organı olan vahşi hayvan ile pençesi olan kuşların eti haramdır. Ama taşlığı olan kuşların eti ise helaldir.” Diğer bir şekilde eti helal olan kuşla, haram olan kuşun arasındaki farkı şöyle buyuruyor: “Uçarken kanat çırpanın etini ye, ama kanat çırpmayanın (kanatlarını gerip uçanın) etini ise yeme!”

Tavşan etinin haram olması; kediye benzeyip kedi ve diğer vahşi hayvanlar gibi pençesinin olmasından, vücudunda olan necasetle diğer vahşi hayvanlar hükmünde olduğundan dolayıdır.

Faizli bir alış veriş; her durumda satıcı ve müşteri için zarardır. Allah faizi, mal ve servetin yok olmasından dolayı haram etmiştir. Sefih ve deliye aklı yerine gelinceye kadar veya reşit oluncaya dek malı verilmez. Çünkü malını telef ederek yok etme korkusu vardır. İşte bu yüzden dolayı Allah faizi haram etmiştir. Alışverişte faiz, bir dirhemi iki dirheme nakit olarak satmaktır.

Faiz açıklandıktan sonra haram olması; haram olan bir şeyin hafife alınmasından dolayıdır. İşte bu, haram olduğu açıklandıktan sonra, büyük günah olup haram yapılan şeyi hafife almaktan başka bir şey değildir. Faizi de hafife almak, kâfir olmak demektir.

Borçta faizin haram olmasının sebebi; iyiliğin ortadan gitmesi, malların ise telef olmasına, halkın faydalanmaya ve kâra rağbet edip borç vermeyi ise terk etmelerine sebep olduğundan dolayıdır. Borç, yapılan iyiliklerdendir. Bunda (faizli borçta) fesat, zulüm ve malların yok olması vardır.


Domuz etinin yenmesinin haram olmasının sebebi: Pis bir varlıktır. Allah-u Teala onu kullarına öğüt, ibret, korku ve delil olması için -meshedip- yaratmıştır. Çünkü onun yiyeceği en pis yiyecektir. Daha birçok sebeplerden... Aynı şekilde maymunu da haram etmiştir. Çünkü o da domuz gibi mesholunan[36] bir hayvandır. Onda insana benzerlik verdi ki, gazaplanılmış yaratıklardan olduğuna delalet etsin.

Murdar olmuş hayvanın haram olmasının sebebi: Onda beden için zarar, fesat ve afetler vardır. Allah’ın adının (bismillah) denilmesi, helal olması için bir sebeptir. Aynı zamanda helal ile haram arasında da bir farktır.

Allah’ın, kanı da murdar gibi haram etmesinin sebebi; vücuda zararlı olduğundan dolayıdır. Çünkü kan, vücutta sarılığı meydana getirir (sarı su oluşturur). Ağzı kötü kokulu yapıp vücudun da leş gibi kokmasına, ahlakı bozup kalbin taşlaşmasına sebep olmaktadır. İnsandan şefkat ve merhameti götürür, hatta insan anne-babasını ve en yakın dostunu bile öldürmekten korkmaz.

Dalağın haram olması; içinde kan olmasından dolayıdır. Kan ve murdarda olan sebepler onda da mevcuttur. Çünkü hepsi zararlı ve fesattır.

Erkeğin dört kadın alabilmesi, kadının ise bir kocadan başkası ile evlenememesinin sebebi: Erkek dört kadınla evlense dahi çocuğu ona (kendisine) aittir. Ama kadının iki veya daha fazla kocası olursa, çocuğun hangisine ait olduğu bilinemez. Çünkü kocalarının hepsi onunla ortaktırlar. Bunda nesillerin yok olması, varisler arasında fesada sebep olup tanıma (baba oğlunu, oğul babayı) ortadan gidecektir.

Üç boşamanın olmasının sebebi: Eşine karşı bir ilgi oluşabilir diye her birisi arasında fırsat verilmiştir. Bu da eğer gazap ve siniri varsa yatışması içindir. Aynı şekilde kadınların kocalarına karşı gelmelerinden vazgeçerek korkup öğüt almaları içindir. Kocasına yaptığı itaatsizlik ve suçtan dolayı ayrılmayı hak etmiştir.

Kadının, dokuz kez boşamadan sonra, her zaman için haram olmasının sebebi; boşamayı hafife almamak ve kadınları aşağılamamak için olup herkesin kendi işine bakıp dikkatli ve itibarlı olup ibretle bakmalıdır ki, artık dokuz talaktan sonra bir araya gelme ümitleri yoktur.

Zinada dört adil şahsın şahitliği ve diğer haklarda ise iki tane şahidin olmasının sebebi; hükmün (evli olan insan için) ağır olmasından dolayıdır. Çünkü bunda ölüm vardır. İşte bu sebepten dolayı şahitler iki kat daha fazla ve daha dakik olmalıdırlar. Yine ölüm, çocuğun soydan atılması (silinmesi) ve mirasta ise fesadın olmasından dolayıdır.

Çocuğun malının babasına izin almadan helal olması; ama babanın malının oğluna izinsiz helal olmamasının sebebi Kur’a-ı Kerim’de Allah’ın buyruğuna göre çocuk, babaya verilen bir bağış ve armağandır; “Dilediğini yaratır, dilediğine kız evlat verir ve dilediğine oğlan evlat.” (Şûra/49) Buna ilave olarak, çocuk ister büyük, ister küçük olsun geçimi babasının üzerinedir. Ona nispet verilip babasının adı ile tanınır. Peygamber (s.a.a) de şöyle buyuruyor: “Sen ve malın babana aitsiniz.” Ama anne için bu şekilde değildir. Oğlunun malından onun veya babasının izni olmadan olamaz. Çünkü baba, çocuğun nafakasını vermek zorundadır. Ama kadın çocuğunun nafakasını vermeye mecbur değildir.[37]

Öldürme (cinayet) olayı hariç bütün haklarda şahit getirmenin iddiada bulunana  ve and içmenin ise iddia olunana (sanığa) ait olmasının sebebi: Çünkü itham olunan inkâr edendir. Dolayısıyla inkâr ettiğine şahit getirmesi mümkün değildir. Çünkü bilinmeyip meçhul olan şeydir. Ama, ölüm olayında itham olunanın şahit getirmesi ve iddia edenin ise ant içmesi gerekir. Çünkü dikkatli bir şey olduğundan Müslümanlar burada ihtiyat ve dikkat ederler. Bu hiçbir Müslüman’ın kanının heder olmaması içindir. Delil ve şahit getirmenin çok zor olması, katil için önleyici ve nehyedicidir. Çünkü bu işi yapmadı diyecek ve şahit olacak kimse azdır. Ama ant içmede elli kişinin olmasının sebebi (Öldürülenin sahipleri filan şahıs öldürüldü diye elli kişi ant içmelidirler; eğer bunlar yapmazlarsa karşı taraftan elli kişi bu şahıs yapmamıştır, diye ant içmelidirler.) Bu dikkat, zorluk içindir. Böylece Müslüman’ın kanının heder olması önlenmiş olur.”[38]

Hırsızlığın haram olmasının sebebi: Eğer helal olsaydı mallar telef olur, cinayetler türerdi. Çünkü insanlar birbirlerinin mallarını gasp edebilmek için cinayet, kavga, çekememezlik oluşacaktı. Tabi bu, sonuçta ticaret ve sanatın terk edilmesine sebep olacaktır. Çünkü zahmetle elde edilen malda hiç kimse ona diğerlerinden daha çok hak sahibi olamayacaktır (yani, o malı kazanan ile kazanamayan arasında fark olmayacağından çalışmayı terk edecektir).

Zina edenin vücuduna şiddetle vurulmasının sebebi; vücudun bu işi yapmasında ve bütün bedeninin bu çirkin işten zevk almasından dolayıdır. İşte bu yüzden vurmak, yapan için bir ceza, diğerlerine de ibret olsun diye yapılmıştır; zina, en büyük cinayettir.

Başkalarına zina nispetini veren ile içki içene seksen kırbaç vurulmasının sebebi: Birincisinde (başkalarına zina nispeti vermede) çocuğun ondan olmadığını ve nesillerin yok olup gitmesine sebep oluyor. İçki içense (içki içtiği takdirde) sarhoş olur. Sarhoş olan ise iftira eder (ne konuştuğunu bilmez ve dolayısıyla iftira ettiğinden dolayı ona seksen kırbaç vurulmalıdır). Bu nedenle ona da iftira edenin hükmü vaciptir.

Üç kez had (hüküm) uygulandıktan sonra tekrar zina eden erkek veya kadının öldürülmesinin sebebi; Allah’ın hükmünü hafife alıp az saymalarından dolayıdır. (Vurmanın onlara fayda etmemesinden dolayıdır.) Sanki bu, onlar için serbesttir. Başka bir sebebi ise, Allah’ı ve hükmü hafife alan kimse kâfirdir. Kâfir olduğundan öldürülmesi de vaciptir.

Erkek ve kadınlarda eşcinselliğin haram edilmesinin sebebi: Kadın erkek için ve erkek de kadın içindir. Bu şekilde düzenlenip yaratılmışlardır. Eğer kadın, kadınla ve erkek de erkekle birlikte olursa nesil ve soy kesilir, nizam ve tedbirin yok olup dünya düzeninin bozulmasına sebep olur.

Evli ve bekâr olan kadınların saçlarına bakmanın haram olmasının sebebi: Erkeklerin şehvete gelip tahrik olmalarına sebep olur. Tahrik de insanı fesada götürür. Sonuçta helal olmayan şeye bulaşmasına sebep olur. Saçlarından başka diğer yerlerine bakılması da aynı şekildedir. Yalnız Allah’ın izin verdiği hariç: “Yaşlanmış, adet görmeyen ve evlenmesi de geçen kadınların ziynetlerini göstermek için olmazsa, başlarını açmalarında sakınca yoktur.” Yani, elbiseden başka (üstünü örttüğü elbiseden başka). Böyle kimselerin saçlarına bakmanın bir sakıncası yoktur.

Kadınlara erkeğin aldığı mirasın yarısının verilmesinin sebebi: Kadın evlendiği zaman mal alır, ama erkek, evlendiği zaman mal verir. İşte bu yüzden (Allah) erkeğin hakkını çoğaltmıştır. Başka bir sebebi ise; kadının nafakası erkeğe aittir. Eğer ihtiyacı olursa erkek alacaktır. Kadın ise erkeğin nafakasını vermeyip ihtiyacı olduğunda gidermeye de vazifeli değildir. İşte bu sebepten dolayı Allah, erkeğin hakkını çoğaltmıştır. Kur’an-ı Kerim’de de şöyle buyuruyor: “Erkekler, kadınların yöneticisi, sorumlusudurlar. Çünkü Allah, onların bazısını bazılarına üstün etmiştir ve onlar kadınları mallarıyla geçindirirler.” (Nisa/34)

Kadına, kocasının gayr-i menkulü yerine, gayr-i menkullerin değerinden miras verilmesinin sebebi de gayr-ı menkul malların bölünemez ve taşınamaz olduğundan dolayıdır. Kadın birinci kocasından ayrılıp başka biriyle de evlenebilir. O halde eşin değişmesi de mümkündür. Ama baba ile oğul bu şekilde değildir. Çünkü birbirlerine olan nispetleri asla değişmez. Kadın ise, kocasından ayrılıp başkasıyla evlenebilir (ortadaki irtibat da kesilmiş olur). Bu sebepten dolayı, gelip gitmesi caiz olanın mirası da değişip dönüşebilen bir şeyde olmalıdır. Çünkü birbirlerine de o açıdan benzemektedirler. Değişmeyip kendi halinde kalan ve sabit olan (nispetin kesilmediği) değişmeyenin mirasıdır.”

 

2- Muhammed bin Mûsa bin Mütevekkil (r.a), Muhammed bin Sinan’dan naklediyor: İmam Rıza (a.s)’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Allah, şarabı içinde olan fesadından dolayı haram etmiştir. İçenin aklını alıp sarhoş ediyor. Bu da, Allah’ı inkâra ve Allah ve resulüne de iftira etmesine sebep olur. Buna benzer diğer fesatlar, örneğin; cinayet, iftira, zina, en küçük haramdan bile sakınmamak da vardır. İşte bu sebepten dolayı içilecek sarhoş edici her şeyin haram olduğuna hükmettik. Çünkü o, şarabın doğurduğu sonuçları kendisiyle taşımaktadır. Öyleyse kim Allah’a ve kıyamete inanıyorsa, bizi izleyip sevgisi olduğunu iddia ediyorsa her çeşit sarhoş edici şaraptan (içecekten)sakınsın. Çünkü bizimle şarap içen arasında hiçbir bağ yoktur.”


Text Box: 34. BÖLÜM
 

 

 

 

 


FAZL BİN ŞÂZAN’IN ZİKRETTİĞİ HÜKÜMLERİN SEBEPLERİ[39]

 

 

Yazdıklarının sonunda Fazl bin Şâzan şöyle diyor: Bu sebepleri İmam Rıza (a.s)’dan çeşitli günlerde (ardarda) meclislerde işitip daha sonra onları yazıp toplayarak Ali bin Muhammed bin Kuteybet-i Nişaburî’ye kendisinin vasıtasıyla İmam Rıza (a.s)’dan rivayet etmesi için izin vermişti.

 

1- Abdulvahid bin Muhammed bin Ubdus Nişaburî (el-Attar Nişaburî) 352 yılının Şâban ayında Fazl bin Şâzan’dan naklederek şöyle dediğini söylüyor: "Bana söyler misiniz acaba hekim olan Allah, kulunu sebebi ve manası olmayan bir iş ile vazifelendirir mi? Buna şöyle cevap verilir: Caiz değildir. Çünkü O hekimdir, boş şeyleri yapmaz ve cahil de değildir. “Allah insanları neden sorumlu tutmuştur?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Birçok sebepten dolayıdır. “Bilinip mevcut olan sebeplerden midir, yoksa bilinmeyip mevcut olmayan sebeplerden midir?” diye soracak olursa, ona da şöyle cevap verilir: Bunlar, ehli olanın yanında bilinip mevcuttur.

“Sen onları biliyor musun, yoksa bilmiyor musun?” diye soracak olursa onlara şöyle cevap verilecektir: Evet, bazılarını biliyorum, bazılarını ise bilmiyorum.

“İlk farzlar hangisidir?” diye soracak olursa, şöyle cevap verilir: Allah’a, resulüne, hüccetlerine ve Allah’ın yanından getirdiklerine ikrar edip iman etmektir.

“Neden insanlar Allah’a, resulüne, hüccetlerine ve Allah’ın yanından getirdiklerine ikrar ve iman etmediler?” diye soracak olursa, şöyle cevap verilir: Birçok sebeplerden dolayıdır. Kim Allah’a iman etmezse ona isyan etmekten, büyük günahlara mürtekip olmaktan sakınmaz. Hiç kimsenin onu gözetlemediğinden fesat ve zulümde istediğini, hoşuna gittiğini yapacaktır. Eğer insanlar bu şeyleri ve her istediğini, nefsinin arzuladığı her şeyi yaparlar ve kendisini hiç kimsenin gözetlemediği kanısında olursa, bu durum bütün insanların yok olup fesada uğramasına sebep olacaktır. Birbirlerine saldırıp namusları, malları gasp edip kan ve kadınları mubah bilip birbirlerini haksızlıkla ve hiçbir suç olmadan öldürürler. İşte böyle bir durum, dünyanın bozulup insanların helak olmasına ve nesillerin yok olmasına sebep olacaktır.

Başka bir sebebi ise; Allah hekimdir. Hekim olan fesattan alıkoymadıkça, doğruluğu emretmedikçe, zulümden men edip kötülükten nehyetmedikçe "hekimdir" denilemez.

Allah’a iman edip emir ve nehyedeni tanımadıkça, fesattan men etmek, doğruluğu emretmek, kötülüklerden ise alıkoymak mümkün değildir. Eğer insanlar Allah’a iman edip tanımadan, doğruluğu emredip kötülüklerden ise alıkoymuş olsalar dahi bu, sabit ve kalıcı olmayacaktır; çünkü tanıyacakları emir ve nehiy edenleri yoktur.

Başka bir sebebi ise, insanların saklı, toplumun gözünden gizli olarak yaptıkları fesatlar vardır. Eğer Allah’a ve gaybe iman olmazsa, herkes gizli yerde, şehvetinin ve gönlünün arzu ettiğini yapacaktır. Günahları terk etmesini isteyecek, haramlardan ve büyük günahlardan alıkoyacak gözetleyici de olmayacaktır. Çünkü işi, insanlardan gizli olup kimsenin de onu takip edip izlediği bir şekilde değildir. İşte bu durum, bütün insanların helak olması demektir. Öyleyse insanların ayakta durup iyi olabilmesi yalnızca gizliyi ve aşikârı bilen, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan, hiçbir gizlinin ona saklı olmadığı, Allah’a iman edip ikrar etmesiyle olabilir. İşte bu şekilde insanlardan saklı olan çeşitli fesatların önü alınabilir.

“Neden insanların peygamberleri tanıyıp, ona ikrar edip emirlerine ise itaat etmeleri vacip edilmiştir?” diye soracak olursa, şöyle cevap verilir: İnsanların içerisinde resuller olmazsa iyilikleri tamamlayıcı olmayacaktır. Yaratıcı rabbimiz de görülmekten üstün ve münezzehtir. İnsanlar onu aşikâra derk edebilmekten aciz ve zayıftırlar. İşte bu yüzden Allah’ın emir ve nehiy âdabını faydalı ve zararlı olan şeyleri bildirmek için Allah ile insanlar arasında resulün ve mâsumun olması gereklidir. Eğer Allah’ı tanıyıp itaat etmek vacip olmasaydı, o zaman peygamberin gelmesinde bir fayda olmayacak ve gerek de duyulmayacaktı. Bu durumda resulün gönderilmesi boş, faydasız ve uygunsuzdur. Bu da, her şeyi sağlam nizamla yapan hekim olan Allah’ın sıfatından uzaktır.

“Neden Allah, “Ulul Emr” (emir sahipleri) karar kılıp onlara itaat etmeyi emretmiştir?” diye soracak olursa, şöyle cevap verilir: Birçok sebeplerden dolayıdır. İnsan için belli bir sınır belirlenmiştir. Sınırı aşmamak için emir olundular. Çünkü sınırı aştıkları takdirde fesada uğrayacaklardır. Bundan dolayı onları sınırı aşmaktan önleyecek, haramlardan uzaklaştıracak, onlar içerisinde güvenilir ve emin birisi bırakılmadıkça sabit olup ayakta duramayacaklardır. Eğer bu şekilde olmazsa hiç kimse zevk ve menfaatlerini her ne kadar başkalarının fesat ve felaketine dahi sebep olsa, terk etmeyeceklerdi. Böylece Allah onlar içerisinde önder karar kıldı ki, fesattan alıkoyup aralarında ise sınır ve hükümleri ayakta tutabilsin.

Başka bir faydası ise; (hiçbir) fırkalardan bir fırkanın, insanlardan bir toplumun ayakta durup yaşayabilmeleri sadece önder ve yöneticinin olmasıyla mümkündür. Dolayısıyla, dünya ve ahiret için mutlaka bir önderin olması gerekir.

İnsanların öndersiz kalamayıp ve ayakta duramayacağını da bildiğinden bir önderi seçmemesi mümkün değildir. Bu da, hekim olan Allah’ın hikmetiyle de bağdaşmıyor. Allah onunla düşmanını öldürüyor, milletin hakkını (ganimeti) dağıtıyor, Cuma ve cemaatlerini ise ayakta tutuyor, zalimin de mazluma zulmetmesini önleyerek alıkoyuyor. Eğer insanlar içerisinde bir imam, güvenilir önder ve koruyucu olmazsa insanlar helak olur, din ortadan kalkar, sünnet ve ahkâm değiştirilecek, bidat çıkaranlar çoğalacaklardır. İnkârcılar ise, dinde azaltma ve çoğaltma yaparak onu Müslümanlar için karışık (vb.) Göstereceklerdir. İnsanları eksik, muhtaç ve aklın ise kâmil olmadığını görüyoruz. Ayrıca ihtilafları, fikir ayrılıkları ve görüş farklılıkları vardır. Bu yüzden eğer onlara önder, Peygamber (s.a.a)’in getirdiklerine koruyucu biri olmazsa açıkladığımız şekilde fesat olacaktır. Şeriat, sünnet ve ahkâm değiştirilecektir. İşte bu durum, bütün insanlar için fesat ve beladır.

“Neden bir zamanda iki imamın veya daha çoğunun olması caiz değildir?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Birçok sebeplerden dolayıdır; tek şahsın iş ve tedbirinde ihtilaf ortaya çıkmaz ama, iki kişinin iş ve tedbirleri aynı ve eşit olmayacaktır. Bizler, düşünce ve fikirleri değişik olmayan iki kişiye rastlamadık. Dolayısıyla eğer aynı amanda iki önder olursa, düşünce ve tedbirleri farklı olacaktır. Kendilerine itaat etmek de vaciptir. Bu durumda hiçbirisi itaat edilmede diğerine üstün değildir. İşte bu durum olursa insanlar arasında ihtilaf, dövüş, kavga ve fesat doğmasına sebep olacaktır. Birisine itaat edebilmek için diğerine asi olup itaatsizlik yapması gerekir. Bu şekilde olursa yeryüzünü günah saracak, insanların itaat ve imanı bulabilmesi için yol olmayacaktır. Bu durumda Allah, iki tane değişik ihtilaflı olan kimselere itaat etmeyi emretmekle insanlara ihtilaf, dövüş, kavga ve fesat kapısını açmış olacaktır.

Başka bir sebebi ise, eğer iki imam aynı amanda olursa arkadaşının vermiş olduğu hükümden başka bir hüküm vererek halkı ona çağıracaktır. Onların (imamların) hiçbirisi diğerine (arkadaşına) tabi olup izlemesi için bir üstünlüğü yoktur. Böylece haklar, ahkâm ve Allah’ın bırakmış olduğu sınırlar iptal olacaktır.

Diğer bir başka sebebi ise, bu iki önderden (hüccetten) hiçbirisi konuşmaya, hüküm verip emir ve nehiy etmeye diğer birisinden üstün değildir. Dolayısıyla onların ikisinin de söze beraber başlamaları vacip olacaktır ve hiçbirisinin de diğerinden önce davranması doğru olmayacaktır. Çünkü imamette her ikisi de aynıdır. Eğer birisi için susmak caiz olursa diğeri için de caiz olacaktır. İkisinin de susması caiz olursa haklar ve ahkâm yok olacak, sınırlar çiğnenecek, insanlar da sanki imamı yokmuş gibi olacaktır.

“Neden Ehl-i Beyt’ten olmayan başka birisinin imam olması caiz değildir?” diye soracak olursa şöyle yanıt verilir: Birçok sebeplerden dolayıdır; itaati farz olan imamın, imametine delalet edecek bir nişanesi olmalı ve onunla da başkalarından ayırt edilebilmelidir. O da çok iyi bilinip meşhur olan yakınlık, onu başkalarından seçip ayırarak aşikâra vasiyet etmesidir. Böylece kendisinin tam olarak tanınıp insanların da ona doğru yönlendirilmesi içindir.

Başka bir sebebi ise, eğer Resulullah (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’inden olmayan başka birisinin imam olması caiz olsaydı, resul olmayan, resul olana üstünlük bulacaktı. Çünkü Resulullah (s.a.a)’in evlatları Ebu Cehil, İbn-i Ebu Muit gibi düşmanlarına tabi olması gerekecekti. Çünkü onlar, eğer evlatları mümin olurlarsa imametin geçmesinin (imam olabilmeleri) caiz olduğunu tasarlıyorlardı. Bu durumda Resulullah (s.a.a)’in evlatları; izleyici, Allah ile Resulünün düşmanlarının evlatları ise izlenen olacaktır. Oysa Resulullah (s.a.a) bu faziletle başkalarından daha üstün ve layıktır.

Başka bir sebebi ise, insanlar Resulullah (s.a.a)’in risaletine iman edip itaat için teslim olsalar, bu durumda onlardan hiçbiri Peygamber (s.a.a)’in çocuğu ve zürriyetine tabi olup uymak için kibirlenmeyeceklerdir. Dolayısıyla insanların itaat etmeleri, ağır gelmeyecektir. Ama Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’inden başkalarında olsaydı, herkes kendisini o makam için diğerlerinden daha üstün görecekti. Bu yüzden kibirlenip kendilerini o makama başkalarından daha layık bileceklerinden itaat için teslim olmayacaklardır. Bu konu, o zaman insanları fesada, nifaka ve bozgunculuğa götüren bir sebep olacaktır.

“Neden Allah’ı tanıyıp, birliğine ikrar edip iman getirmek farzdır?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Birçok sebeplerden dolayıdır; eğer Allah’ı tanıyıp, birliğine ikrar edip iman etmek farz olmasaydı birçok yaratıcı tedbir eden düşünülebilirdi. Eğer bu caiz olsaydı, insanlar diğerlerinden (şeriklerden) gerçek yaratıcıya gidip ulaşamayacaklardı. Çünkü her insan hangisinin sebep ve yaratıcı olduğunu bilmeyeceklerdi. Bu durumda onu yaratmayana ibadet, emretmeyene ise itaat edecekti. Çünkü gerçek yaratanın hangisi olduğunu bilemeyeceklerdir. Yine aynı şekilde, onlar için emredenin emri, nehyedenin ise nehyi sabit olup bilinmeyecektir. Çünkü bu durumda gerçek emir ve nehyeden diğerlerinden (şeriklerden) ayırt edilip tanınmamaktadır.

Diğer bir sebebi ise, eğer iki yaratıcının olması caiz olsaydı, o şeriklerden hiçbirisi ibadet olunup itaat edilmeye diğerinden üstün olmayacaktır. O şerik olana ibadet, Allah’a itaatsizliktir. Allah’a itaatsizliğin caiz olması, Allah’a, kitap ve resullerine kâfir olmaktır. Bu bâtılı ispat edip hakkı terk etmek haramı helal, helalı ise haram etmektir. Bütün günahlara girmek, itaatten çıkmak, fesadı helal (mubah) bilmek hakkın ise iptal olunması demektir.

Diğer bir sebebi ise; eğer yaratıcının birden fazla olması caiz olmuş olsaydı, iblisin de bir başka ilah olduğunu iddia etmesi caiz olacaktı. Allah ile bütün hükümlerinde ters ve zıt olacak, kulları da kendi tarafına çağıracaktı. İşte bu, en büyük kâfirlik en şiddetli nifaktır.

“Neden Allah’a onun eşi-benzeri olmadığına ikrar edip inanmak vaciptir?” diye soracak olsa, şöyle cevap verilir: Birçok sebepten dolayıdır; başlıcaları şundan ibarettir: Allah’a doğru ibadet etmeye yönelmek, ondan başkasına itaat etmemek içindir.

Başka bir sebebi ise; eğer Allah’ın eşi ve benzeri olmadığına inanmasalardı; rab ve yaratıcılarının, babalarının inanmış oldukları güneş, ay, ateş ve putlar gibi olduklarından sakınmayacaklardı. Eğer Allah’ın eşi ve benzeri olduğunu bilmek caiz olursa, bu durumda fesat, bütün ibadetlerin terk edilmesi ve bütün günahların da işlenilmesi tabi olacaktır. Bu da rablerinden onlara emir ve nehyin ulaştığı miktarcadır.

Başka bir sebebi ise; eğer insanların Allah’ın eşi ve benzeri olmadığına inanıp onu bu şekilde tanımaları vacip olmasaydı, mahlukları düşündükleri gibi, Allah’ı da aynı şekilde aciz, cahil, değişen, yok olan, fâni, yalan söyleyip düşmanlık güden ve sıradan bir varlık olduğu biçiminde düşünmeleri caiz olacaktı. Her ne varlıkta bu sıfatların olması mümkün olursa, yok olmaması için imtihan olunmaz, adaletine güvenilmez; sözü, emri, nehyi, vaadi, müjdesi, sevabı ve azabı gerçekleşmeyecektir. Böyle olursa insanlar fesat, rububiyet ise iptal olacaktır.

“Allah, kullara neden emir ve nehiyde bulundu?” diye soracak olursa, şöyle cevap verilir: İnsanların ayakta durup iyi olmaları yalnızca emir ve nehyedip fesat ve gasbetmekten  alıkoymakla mümkündür.

“Neden Allah, insanların kendisine kulluk etmelerini istedi?” diye soracak olursa, şöyle cevap verilir: Allah’ın zikrini, onu anmayı unutmamaları, dinini terk edip emir ve nehyini kenara bırakmaları içindir. Çünkü onlar için iyilik de bundadır.

 Eğer insanlar ibadetsizliğe terk edilip (başıboş bırakılsaydı) onlar için günler uzun olur, kalpleri ise taşlaşırdı.

“İnsanlar neden namaz kılmaya emrolundular?” diye soracak olursa, şöyle cevap verilir: Çünkü namaz, Allah’ın rab ve yaratıcı olduğuna ikrar, iman ve bütün herkes için de kurtuluştur. Namazda putların kenara atılması, cebbar olan Allah’ın karşısına zelil, ihtiyacı olan, huzû, huşû ve itiraf ile durulması vardır. Yine, geçmiş günahlardan kurtulmayı talep etmek, her gece ve gündüz alnın yere (toprağa) bırakılması vardır. Böylelikle Allah’ı anıp unutmayan, korkan, alçalmış, istekte bulunan, dünya ve ahiretinde onun içindeki fesatlardan arınarak ilerlemesini isteyen kulu olabilmek içindir. Namaz, her gece ve gündüz kul için vardır. Böylelikle kulun, tedbir edenini ve yaratanını unutmayıp onu büyük bilip isyan etmemesini sağlar. Rabbine itaat edip huzurunda durmalıdır ki onu günahlardan korusun; başka türlü fesat ve günahlara bulaşmasını da önlesin.

“Neden (namazın) abdestle başlanması emredilmiştir?” diye soracak olursa, şöyle cevap verilir: Kul, cebbar olan Allah’ın huzuruna çıktığı zaman temiz, (münacâtında) yakarmasında, emrettiğine itaatte, bütün pislik ve necasetten arınması içindir.

Bunlara ilave olarak, Allah’ın huzuruna giderken uyuşukluğun gitmesine, uyuklamaması ve kalbin temizlenmesi içindir.

“Neden cünüp olanın gusletmesi emredildiği gibi, bu necasetlerden (idrar ve dışkı) dolayı gusletmesi emredilmiyor?” diye soracak olursa, şöyle yanıt verilir: Bu necasetler insandan sürekli çıkmaktadır. Dolayısıyla, insanların bu durumda (her necaset geldikçe) gusledebilmeleri mümkün değildir. Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden fazla bir şey teklif etmez.” (Bakara/286)

Ama, cünüp olma ise her zaman ve sürekli değildir. O bir şehvet ve hevestir ki, istenildiği zaman çabuk veya geciktirilebilir. Üç gün veya ondan az veya çok olabilir. Ama necasetlerde (idrar ve dışkı) bu şekilde değildir.

“Neden cünüplü bir kimsenin gusletmesi emredilmiş de dışkıdan dolayı bu kimsenin gusletmesi emrolunmamıştır; oysa dışkı, cenabetten daha necis ve pistir?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Cenabet insanın kendisinden kaynaklanmakta, insanın tüm vücudundan boşalıp çıkmaktadır. Ama dışkı ise, insanın kendisinden kaynaklanmamaktadır. Çünkü o, bir yerden girip diğer bir yerden çıkan yemektir.

“Bana haber verir misiniz; neden ezan emredildi?” denildiğinde şöyle cevap verilir: Birçok sebepten dolayıdır; namazı kılmayı unutana hatırlatmak, vakitleri bilmeyeni ise haberdar etmek, namazla meşgul olup yaratana ibadet için davet etmek ve onları namaza meyillendirmek, Allah’ın tevhidini ikrar etmek, imanı aşikâr kılmak ve İslam’ı ilan etmek içindir. Müezzin namazı unutanlar için duyurucu ve hatırlatıcıdır. Ona müezzin denilmesi de bundan dolayıdır.

“Neden ezanda tekbir (Allah-u Ekber), tehlilden (lâ ilahe illallah) önce denilmektedir?” diye soracak olursa, şöyle cevap verilir: Allah adı ve zikriyle başlanılmasını istiyor. Çünkü Allah’ın adı tekbirde ilk başlangıç kısmındadır. Ama tehlilde ise son kısmındadır. Dolayısıyla Allah’ın adının başlangıçta olmasından dolayı önce başlanılır, sonunda olanla değil.[40]

“Neden ezanın her kısmı ikişer ikişerdir?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: İşitenlerin kulaklarına tekrar ve tekit olması içindir; eğer birincisinde duymadıysa ikincisinde duyup gaflet etmesin.

Başka bir sebebi ise, namaz ikişer rekâttır. Dolayısıyla ezan da ikişer ikişer karar kılındı.

“Neden ezanın ilk kısmında tekbir dört defa okunuyor?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Çünkü ezana aniden (önceden bir şey olmadan) başlanılır. Ondan önce de işitenleri tembih edecek ve uyaracak söz yoktur. Dolayısıyla bu, işitenler için ezanda geleceklere dikkat etmeleri içindir.

“Tekbirden sonra neden iki kez şehadet okunulmalıdır?” diye sorulacak olursa şöyle cevap verilir: İmanın ilki tevhide, yani Allah’ın birliğine ikrar ve imandır. İkincisi resullerin risaletine ikrardır. Bu ikisine itaat ve onları tanıma, imanda birbirlerine yakındırlar. İmanın aslı, gerçekte şehadettir. Diğer haklarda nasıl iki şahitlik karar kılınmışsa, ezanda da aynı şekilde iki şehadet karar kılınmıştır. Bu durumda Allah’ın birliğine, resulün risaletine ikrar, gerçekte imanın tamamına ikrardır. Çünkü imanın aslı, Allah’a ve resullerine ikrar etmektir.

“Neden iki şehadetten sonra namaza çağrılmak (hayye alâ’s salah) karar kılınmıştır?” diye soracak olursa, şöyle cevap verilir: Ezan, gerçekte namazın kılındığı yere davet edip çağırmak içindir. Namaza davet, ezanın ortasında denilmektedir. Müezzin bundan önce dört tekbir, iki şehadet, daha sonra da dört kez kurtuluşa, iyiliğe, amele, onu eda edip yerine getirmeye teşvik ederek çağırıyor. Daha sonra (ikişer ikişer olmak üzere) tekbir ve tehlil denilir. (Bundan önce dörde tamamlandığı gibi, bunu da dörde tamamlayıp) böylelikle sözü Allah’ın adıyla başlanıldığı gibi Allah’ın adıyla da son verilmiş oluyor.

“Neden ezanın sonunda tehlil deniliyor da tekbir söylenmiyor; oysa ilk başlaması tekbirleydi?” diye soracak olursa şöyle yanıt verilir: Çünkü tehlilde Allah’ın adı son kısımdadır. Dolayısıyla başlangıçta onun adıyla başlanıldığı gibi, son kısımda da onun adıyla bitirilmesi en uygun olanıdır.

“Neden lâ ilahe illallah yerine “süphanellah” veya “elhamdulillah” denilmemektedir; oysa bunların da son kısmında Allah’ın adı vardır?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Lâ ilahe illallah, Allah’ın birliğine ikrar ve ondan başka mâbutları reddetmektir. Bu da imanın evvelidir. Dolayısıyla bu, tespih ve hamd etmekten çok daha üstündür.

“Neden başlangıçta rükû, secde, kıyam ve oturmadan önce tekbir denilmektedir?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Ezanda söylediğimiz sebeplerden dolayıdır.

 “Neden bütün namazlarda sadece Fatiha Sûresi ile başlanılmalıdır da başka sûrelerle değil?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Kur’an-ı Kerim’de bütün hayır ve hikmetin Fatiha’da toplandığı gibi toplanan başka bir sûre yoktur. Nitekim Allah, şöyle buyuruyor: “Hamd Allah’a mahsustur” İnsanların Allah’ın şükrünü yerine getirmeleri ve bunu eda etmeleri için vacip etmiştir. Kulun, Allah’ın vermiş olduğu tevfik ve hayırlar için şükrüdür. “Alemlerin rabbidir.” Bu da Allah’ı anmak, hamd etmek ve ikrardır. O yaratan, malik, sahiptir. Ondan başkası da yoktur. “Rahman ve rahimdir.” Allah’ın rızayetini celbetmek, tüm yaratıklarına zikir, nimetleri ve lütuflarıdır. “Din gününün sahibidir.” Dirilme, haşrolma, hesap ve cezalandırmaya ikrar edip iman etmektir. Dünyada malikiyet ve sahiplik Allah’ın olduğu gibi, ahirette de malik ve sahip yine Allah’tır. “Ancak sana ibadet ederiz.” Allah’a ilgi gösterip yaklaşmaktır. Allah’a ihlas ile ameldir, başkası için değil. “Ve ancak senden yardım dileriz.” (Allah’ın vermiş olduğu) tevfik ve ibadetin çoğalmasını istemektir. “Bizi doğru yola hidayet et.” Edep ve gidişatı için Allah’tan yol göstermesini istemek; ipine sımsıkı sarılıp rabbini tanımada, onun yücelik ve büyüklüğünde, marifette çokluğu Allah’tan talep etmesidir. “Nimetlendirdiğin kişilerin yoluna.” Allah’tan isteyip ilgi ve alakada tekit etmektir. Allah’ın evliyalarına vermiş olduğu lütuf ve nimetleri anıp bunlara ilgi ve alakanın duyulması içindir. “Gazaba uğramışların da değil.” İnat edip kâfir olarak, emir ve nehiyleri hafife alarak alay edenlerden olmamak için Allah’a sığınılmaktadır. “Sapıkların da.” Allah yolundan hiçbir bilgisi olmadan sapıp başkalarını da saptıranlardan olmaktan Allah’a sığınılıyor ki, o insanlar iyilik yaptıklarını zannediyorlar, oysa kendileri sapmıştırlar. Dolayısıyla hiçbir şeyde toplanmayan dünya ve ahiretin hayır ve hikmetin toplandığı bir sûredir.

“Rükû ve secdede neden tespih edilmektedir?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Birçok sebeplerden dolayıdır. Kulun huzû, huşû, bendelik, korku, kimsesizlik, zelillik, tevazu ile Allah’a yaklaşıp bunlarla beraber yaratıp rızk veren rabbine takdis edip öven, tespih eden, büyük bilip şükreden bir kul olabilmesi içindir. Böylelikle düşünce ve arzuları Allah’tan başkası tarafına yönelip gitmeyecektir.

“Neden bir rekâtta bir rükû ve iki secde vardır?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Rükû kıyamın fiillerindendir, secde ise oturmanın fiillerindendir. Oturarak kılınan namaz, ayakta kılınan namazın yarısı hükmündedir. Bu yüzden secde (iki kez) oldu ki, bu şekilde rükû ile eşit olabilsin. İkisi arasında bir farklılık yoktur. Çünkü gerçekte namaz, rükû ve secdedir.

“Neden iki rekâttan sonra teşehhüt okunmalıdır?” diye soracak olursa, şöyle cevap verilir: Allah rükû, secde, ezan, dua ve kıraate emrettiği gibi daha sonra aynı şekilde teşehhüt, hamd ve dua etmeyi de emrediyor.

“Neden selamı namazın bitimi olarak bırakmış da onun yerine tekbir, tespih veya diğer başka şeyler bırakmamıştır?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Namaza başlandığı zaman başkalarıyla konuşmak haramdır. Çünkü sadece Allah’a ilgi duyulmalıdır. Başkalarıyla konuşmanın helal olması, namazdan ayrılıp diğerleriyle konuşmaya ilk başlanılan söz selamdır.

“Neden cemaat namazı karar kılındı?” diye soracak olursa şöyle yanıt verilir: İhlas, tevhid, esenlik ve ibadetin yalnızca Allah için olduğunu göstermek için. Çünkü bunun aşikâr edilmesi, doğu ve batıdakiler için Allah’ın birliğine delil ve hüccettir. Bu şekilde alay eden münafık, en azından İslam’ın zahirini yerine getirip dikkat etmeleri ve insanların birbirlerine İslam ile şahitlikleri caiz ve mümkün olması içindir. Bunlara ilave olarak, iyilik ve takva için gayet uygun olup birçok günahların da önünün alınması sağlanılabilir.

“Neden bazı namazlar sesli kılınmalı da bazıları değil?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Sesli kılınan namazlar karanlıkta kılınan namazlardır. Oradan geçenin cemaat namazı olduğu bilinmesi için sesli kılınıyor ki, eğer namaz kılan cemaati göremiyorsa işiterek cemaat olduğunu bilsin. Ama sessiz kılınan iki namaz gündüzdür ki, havanın aydın olduğundan cemaatin olduğu görülüp bilinecektir. Dolayısıyla artık sesin duyulmasına gerek yoktur.

“Neden Cuma namazında hutbe vardır?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Cuma namazı halkın toplandığı gündür. Bu yüzden imamın onları Allah’a itaat konusunda nasihat edip teşvik etmesi, günahlardan korkutup dünya ve ahiret maslahatı hakkında bilinçlendirmek, cihanda onlara faydalı ve zararlı olan durumları haber vermesi için bir sebep olmasından dolayıdır.

“Cuma namazında neden iki hutbe okunmaktadır?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Bir hutbe Allah’a sena, hamd ve takdis edilmesi içindir. Diğer hutbe ise ihtiyaçlar, sorunlar, korkutma, dua, fesat ve maslahat konularında gerekli emir ve nehyin halka bildirilmesi içindir.

“Hangi sebepten dolayı Cuma günü hutbe namazdan önce ve diğer bayram (Kurban ve Ramazan) namazlarında ise, namazdan sonra yapılmaktadır?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Cuma namazı her zaman ayda birkaç kez, yılda ise defalarca tekrarlanıp yapılmaktadır. Bu, çok tekrarlandığından dolayı halk namazı kılıp hutbeleri de dinlemeden gidecek, dağılacaklardır. Bu yüzden namazdan önce yapıldı ki, halk namaz için bekletilerek dağılıp gitmeleri önlenmiş olsun. Ama iki bayram namazı ise yılda birer kez yapılmaktadır. Cuma namazından daha önemli topluluk, ilgi ise daha çok olmaktadır. Eğer insanların bir kısmı dağılsa dahi, çoğunluğu orada kalacak, dağılmayacaktır. O namaz çok olmadığından yorgunluk getirmeyip hafif ve kolay bileceklerdir.”

“Neden namazlar yolculukta seferi kılınmaktadır?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: İnsanlara ilk kez asıl farz olan namaz, on rekâttır. Yedi rekâtı ise sonradan fazlalaştırıldı. Allah fazlalaştırdığı bu yedi rekâtı yolculukta, zorluk nedeni, kendi işleri ile uğraşmasından dolayı, hareket edip istirahat için durak yerlerinde beklemesi, yolculuk etmesi, yaşantı gereği olan şeylerden onu alıkoymaması için azaltarak kolaylık göstermiştir.

Namazların seferi kılınması Allah’ın bir rahmet ve lütfüdür. Ama akşam namazı seferi kılınmaz. Çünkü o aslında azaltılarak seferi olmuştur.

“Hangi sebepten dolayı namazın seferi olabilmesi sekiz fersahtır da neden az veya çok değildir?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Çünkü sekiz fersah, herkes için kafile, yaya, eşya taşıyanlar dahi bu mesafeyi bir günde gidebilirler. Bundan dolayı seferi mesafesi bir günlük yol miktarı olmasaydı, bir yıllık yol mesafesi kadar dahi olmayacaktı. Çünkü bugünden sonra gelecek bütün günler de aynıdır. Dolayısıyla bugünkü gün sayılmazsa (vacip olmazsa) benzeri olan diğer günler de sayılmayacaktır. Oysa birbirlerine benzeyip aralarında da bir fark yoktur.

“Yolculuklar (hızlı ve yavaş olmak üzere) farklıdırlar. Öyleyse neden seferi sayılması bir günde sekiz fersah gidilen yola karar verilmiştir?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Bu, develerin ve kâfilelerin gitmiş olduğu yoldur. Dolayısıyla deve sahipleri ve kervanlar o yolu bir günde gitmektedirler.”

 “Hasta ve yolcu için neden gece namazının gecenin ilk vaktinde (erken) kılınması caizdir?” diye soracak olursa, şöyle cevap verilir: Uğraşısı, zaaflığı ve acizliğinden dolayıdır (bu durumda nasıl namazı yerine getirebilir). Hasta, istirahat döneminde dinlenmeye ihtiyaç duyar. Yolcu ise işi yolculuk, vesile ve yoluyla meşguldür.

“Neden ölen kimseye namaz (cenaze namazı) kılınması emredildi?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Ölen kimse için şefaat ve Allah’tan ise mağfiret ve rahmet istemek içindir. Çünkü insanın bu andan daha fazla şefaat ve Allah’tan mağfiret dilemeye ihtiyacı olduğu bir başka zaman yoktur.

“Neden cenaze namazında rükû ve secde yoktur?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Bu namazla, ölü sahip olduklarını arkada bırakan, kendinden önce gönderdiğine ise ihtiyacı olan kula şefaat edilmesini istemek içindir.

“Ölen kimsenin neden gusledilmesi emredilmiştir?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: İnsan öldüğü zaman necaset, afet, rahatsızlık (pislik) onun cesedi üzerinde kalmaktadır. Allah, kendisiyle dost olacak ve temas kuracak pak ve temiz meleklerle karşılaştığı zaman onun da temiz olmasını ve meleklerin temiz bir halde onu Allah’a götürmesini istemektedir. Her ölen insanda cenabet hali oluşur. Bu yüzden de gusledilmesi vacip olmaktadır.

“Neden ölen insanın kefenlenmesi emredilmiştir?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Yüce rabbine temiz bir bedenle gidip görüşmesi içindir. Teşyî edip defneden kimselere avretinin görülmemesi, halka bazı durumu vücudunun çirkin yerleri ve değişen kokusu vs. bilinip görülmemesi içindir.

Ayıbı, eksikliği, çirkinliği olana çok bakılması kalbin taşlaşmasına sebep olur. Kefen giydirilmesi hayatta olanlara daha hoş gelmesi içindir. Aksi takdirde dostu, ondan nefret edip dostluk ve sevgisini unutmasına, ondan geri kalanları koruyup vasiyet ve emrettiklerini; ister vacip, ister müstahap olanları yapmayıp terk etmesine sebep olacaktır.

“Neden defnetmek emredilmiştir?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: İnsanların cesedinin yok olup fesat olmasını, kötü görüntüsünü ve kokusunun değiştiğini görmeleri hayatta olanların onun kokusundan ve çürüyüp yok olma halinden rahatsız olmamaları içindir. Düşman ve dostlarından saklı kalıp; böylelikle düşman onun haline sevinip dostu ise üzülmemesi içindir...

 “Ölen insana namazın neden abdestsiz olmasını caiz ettiniz?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Bu namazda rükû ve secde yoktur, sadece dua ve mağfiret istemektir. Dolayısıyla Allah, her durumda olursan ol, dua edip mağfiret dilemeyi caiz bilip izin vermiştir. Abdestin sadece içerisinde rükû ve secdesi olan namazlarda olması farzdır...

 “Güneş tutulduğunda neden ayet namazının[41] kılınması gerekir?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: O, Allah’ın nişanelerinden bir nişanedir. Ama rahmet mi, yoksa azap mı için görüldüğü bilinmediğinden Resulullah (s.a.a)’in ümmetinin yaratanına yönelmesini, onun rahmetine sığınılmasını istedi. Böylece bu durumda Allah onun şerrinden koruyup bela ve kötülüklerinin ise önünü alması içindir. Nitekim Yûnus (a.s)’ın kavmi Allah’a ağlayıp sızlayarak yöneldiklerinden dolayı onlardan azabı kaldırdı.

“Ayet namazında neden on tane rükû vardır?”[42] diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Gökyüzünden yeryüzüne farz namazı nazil olduğu zaman gece ve gündüz on rekât idi. İşte o namazların rekât sayısı bu namazda toplanmıştır. Aynı zamanda bu namazda da secde vardır. Çünkü rükû olup da secdesi olmayan namaz yoktur. Namazın secde ve huzû ile bitirilmesi için de secde karar kılındı. Dört tane secdesi vardır. Zira, eğer dört secdeden birisi eksik olursa namaz batıldır. Çünkü namazda olması gerekli olan en az dört secdedir.

“Rükû yerine neden secde farz edilmedi?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Ayakta kılınan namaz, oturarak kılınan namazdan daha faziletlidir. Ayakta duran, güneş tutulmasını ve onun açılmasını görebilir; ama secde eden ise, göremeyeceğinden dolayıdır.

“Neden Allah’ın farz etmiş olduğu farz namazlardan farklı olup rüknü değiştirilmiştir?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Bu alemde olan düzenin, güneş tutulması sebebi ile değişmesinden dolayıdır. Dolayısıyla her ne zaman illet değişirse mâlul da değişecektir.

“Ramazan ayının bittiği gün neden bayram olarak karar kılınmıştır?” diye sorulacak olursa şöyle cevap verilir: Müslümanların toplanabilecekleri bir günün olması içindir. Allah’a yönelmeleri, onlara vermiş olduğu lütuf ve minnetine hamd etmeleri içindir. O gün bayram, toplanma, iftar edildiği (artık yemek yenildiği), fıtır zekâtının verildiği, Allah’a ağlayarak yaklaşılan bir gündür. O gün, yılın ve yeme-içmenin helal olduğu ilk gündür. Çünkü Ramazan ayı (yılın ilki bilenler için bu) yılın ilk ayıdır. Dolayısıyla, Allah insanlar için bugünün toplanma (bayram) olmasını o günde de Allah’ı hamd edip övmelerini istiyor.

“Bu namazda tekbir neden diğer namazlardan farklıdır?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Tekbir, Allah’ı büyük bilip, hidayet edip afiyet verdiğinden dolayı anmaktır. Nitekim yüce rabbimiz şöyle buyuruyor: “Bu da sayıyı tamamlamanız, Allah’ın size doğru yolu göstermesine karşılık onu ululamanız içindir. Böylece ona şükretmiş olabilirsiniz.” (Bakara/185)

“Bayram namazında neden oniki tane tekbir vardır?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Her iki rekâtta on iki tane tekbir vardır. Dolayısıyla bayram namazında da on iki tekbir karar kılınmıştır.

“Birinci rekâtında yedi, ikinci rekâtında ise beş tekbir vardır; neden ikisi arasında eşitlik yoktur?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Farz namazlara yedi tekbir ile başlanılmaktadır. Dolayısıyla, bu namaza da yedi tekbir ile başlanılır. İkinci rekâtta ise beş tekbir olması farz namazlarda tekbiret’ul ihram, toplam beş defa olmasından dolayıdır. Diğer bir sebebi ise, her bir rekâtta tekbir sayılarının tek rakamlı sayısı olması içindir (çünkü yedi sayısı tek olduğu gibi, beş sayısı da tektir).

“Neden oruç tutmak emredilmiştir?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Açlık ve susuzluğun acısını bilip hissetmeleri, aynı amanda ahiret fakirliğine de delalet etmesi içindir. Oruç tutanın açlık ve susuzluğuyla korkan, zelil, ihtiyacı olan, hesap eden, arif, bilen ve sabırlı kimse olabilmesi içindir. Sevap almayı hak ederek şehvetin kırılıp önlenmesi, dünyada onlara ibret, nasihatçi olması, Allah’ın vazifelendirdiği şeylere alıştırma, belli bir zamana ölüme delalet etmesi içindir. Dünyada fakir ve yoksulların ne derecede acı ve zorluk çektiğini bilmeleri, dolayısıyla, Allah’ın, mallarında vermelerini farz kılmış olduğu şeyleri onlara (fakir ve yoksullara) vermeleri içindir.

“Neden oruç diğer aylarda değil de sadece Ramazan ayında farz kılındı?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Ramazan ayı, Allah’ın Kur’an-ı Kerim’i nazil ettiği ay olup hak ile bâtılı bu ayda ayırmıştır. Bundan dolayı Allah, şöyle buyuruyor: “Ramazan ayı öyle bir aydır ki, insanlara doğruyu bildiren, doğruluğa ait apaçık delillerden ibaret, hakla bâtılı ayırt eden Kûr’an bu ayda indirildi.” (Bakara/185)

Bu ayda Hz. Muhammed (s.a.a)’e vahiy indirilip nazil olurdu. Bin aydan faziletli olan Kadir Gecesi, bu aydadır. Yine Allah, şöyle buyuruyor: “O gecede ayrılır, takdir edilir her hüküm olunan iş.” (Duhan/4)

Bu, yılın ilk ayıdır. O gecede bir yılda olacak hayır, şer, zarar, fayda, rızk ve ecel takdir olup belirlenir. İşte bu sebepten dolayı, Kadir Gecesi diye adlandırılmıştır.

“Neden Ramazan ayı süresince oruç tutulmasına neden emrediliyor da ondan az veya fazla olmasına emredilmemiştir?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Zayıf ve güçlülerin hepsinin bu ibadeti yapabilmesi içindir. Allah, farzları çoğunluğun yapabilme gücünü göz önünde bulundurur, daha sonra zayıflara kolaylık gösteriyor; güçlülerin ise fazilet için meyillenmelerini istiyor (başka günlerde tutmak istiyorlarsa tutsunlar). Eğer bundan daha az olması uygun olsaydı, Allah azaltacaktı ve yine bundan fazlasına gerek duysaydı fazlalaştıracaktı.

“Kadın hayız olduğu zaman neden namaz kılmıyor ve oruç tutmuyor?” diye sorulacak olursa şöyle cevap verilir: Kadın, bu durumda temiz değildir. Allah, ibadetin sadece temiz haliyle yapılmasını seviyor. Bu yüzden namazı olmayana oruç da olmayacaktır.

“Kadın temizlendikten sonra neden orucun kazasını yerine getiriyor da namazın kazasını ise yerine getirmiyor?” diye soracak olurlarsa şöyle cevap verilir: Birçok sebeplerden dolayıdır; başlıcalarından birisi şudur: Kadının oruç tutması, kendisine ve eşine yetişip hizmet edip evi tertipleyip düzenlemesine, geçim işleriyle uğraşmasına engel olmamaktadır. Ama namaz, bütün bu sayılanlardan insanı alıkoyup engel olmaktadır. Çünkü namaz gece ve gündüz birkaç kez yapılan bir ameldir. Dolayısıyla kadının (hem günlük ve hem de kaza namazlarını kılmaya) gücü yoktur. Ama oruç tutmasında böyle bir sorun yoktur.

Diğer bir sebebi ise; namazda zorluk, zahmet ve rükünleri yerine getirmek için meşguliyet vardır (çünkü rükû, secde ve oturup kalkma vardır). Oruç tutmada böyle bir şey yoktur, yalnızca yeme ve içmeden sakınma vardır. Rükünler için hareket (oturup kalkma) yoktur.

Diğer bir sebebi ise; her bir başka gece ve gündüz oldukça o zamana ait farz namazları yine vardır. Ama oruç, bu şekilde değildir. Yani, her bir vakit geldikçe namazın farz olduğu gibi, herbir başka gün geldikçe diğer bir oruç farz olmuyor (yani, oruç yılda bir güne mahsustur; ama namaz, her güne mahsus olmaktadır)...

 “Sünnet oruçlarının olmasının sebebi nedir?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Farz olan oruçların tam ve kâmil olmaları içindir.

“Neden her bir ayda üç gün ve her on günde ise bir gün müstahap oruç vardır?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır: “Kim bir iyilikle (Allah’ın tapısına) gelirse, ona yaptığının on misli mükâfat verilecektir.” (Enam/160) Kim on günde bir gün oruç tutarsa bütün on günü oruç tutmuş gibidir. Selman-ı Farisî (r.a) şöyle diyor: “Bir ayda üç gün oruç tutmak, bütün günleri oruç tutmak gibidir. Öyleyse kim bütün günleri oruçlu olmak istiyorsa o günleri oruç tutsun.”

 “Kefarette köle azat etmeye gücü olmayan için oruç farz edilmiştir; neden hac, namaz veya diğer amellerden farz edilmemiştir?” diye soracak olursa, şöyle cevap verilir: Namaz, hac ve diğer farz ameller insanın dünya işlerine, geçim ve gelirine engel olmaktadır. Buna benzer başka sebepleri hayızlı kadının namazı değil de orucu kaza etmesinin sebebine de değinmiştik.

“Neden kefarette iki ay ard arda oruç tutulması farz olmuştur da bir ay veya üç ay farz olmamıştır?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Allah kullarına yılda bir ay oruç tutmalarını farz etmiştir. Bu ayın kefaretinde tekit ve zorluk için (iki aya) çoğaltmıştır.

“Neden iki ay peş peşe yapılması farz edilmiştir?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Onlar için kolay ve rahat olmaması içindir. Çünkü kazası ayrı ayrı değişik günlerde yapılırsa kolay olacaktır.

“Hac yapılması (hacca gidilmesi) neden emredilmiştir?” diye soracak olursa şöyle cevap verilir: Allah’a doğru gidilip daha çok mükâfat talep edip geçmiş bütün günahlarından çıkıp kurtulmak ve onlardan tövbe etmesi içindir. Geleceğini yeniden başlayıp o yolda mal sarf etmek, vücuduna zorluk verip çocuk ve eşinden ayrılmak, nefsinin lezzetlere karşı önünü alması içindir. Sıcak ve soğukta yoluna devam edip daima huzû, huşû, kendini aşağı gören, zelil bilen bir durumda olması içindir. Hac bütün doğu ve batıda olan her insan için faydaları vardır. Karada, denizde olan, hacca giden-gitmeyen, tacir, ithal eden, satıcı, müşteri, kâsip, fakir ve yoksul için faydalıdır. Toplanılması mümkün olan yerlerin etrafında olanların ihtiyaçlarının anlaşılıp giderilmesi sağlanılır. Dinde bilginin çoğalmasına, mâsum (a.s)’ların haber ve hadislerinin her bir grup ve kısma nakledilip ulaşılması sağlanır. Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Bir toplulukta çekinmelerini sağlamak için kavimleri savaştan dönüp gelerek onlarla buluşunca onları korkutmak için dini hükümleri iyice öğrenmeye çalışmalıdır.” (Tevbe/122) Yine başka bir yerde de şöyle buyuruyor: “Gelsinler de kendilerine ait olan menfaatleri elde etsinler.” (Hac/28)

 

ííí

 

Muhammed bin Kuteybe-i Nişaburî şöyle söylüyor: Fazl bin Şâzan’dan bu ahkâmın sebeplerini işittiğimde şöyle dedim: Bu söylediğin sebepler istinbat edip çalışarak aklınla verdiğin sonuçlar mıdır, yoksa işitip de riayet ettiklerin midir? O da bana şöyle dedi: Ben Allah’ın farz ettiklerinin sebeplerini anlayabilecek birisi değilim. Resulullah (s.a.a)’in de yaptıklarına ve sünnet ettiklerinin nedenini bilmiyorum. Onların sebeplerini kendim bilip de söylemedim, belki bunları mevlam İmam Rıza (a.s)’dan bir bir değişik yerlerde ve değişik münasebetlerden dolayı işitip daha sonra da bir arada topladım. Ravi diyor: Ona şöyle dedim; “Bunları senin vasıtanla İmam Rıza (a.s)’dan nakletmeme izin veriyor musun?” O da cevabında “Evet, izin veriyorum” dedi.

Ebu Muhammed Câfer bin Nuaym (r.a), amcası Ebu Abdullah Muhammed bin Şâzan Fazl bin Şâzan’dan şöyle naklediyor: Ben bu ahkâmın sebeplerini mevlam İmam Rıza (a.s)’dan dağınık, çeşitli yerlerde ve değişik münasebetlerden dolayı işittim; daha sonra toplayarak kitap haline getirdim.


Text Box: 35. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’IN MEMUN’A İSLAM’IN ÖZÜ VE HÜKÜMLERİ HAKKINDA YAZDIKLARI[43]

 

 

1- Abdulvahid bin Muhammed bin Ubdus el-Nişaburî hicri 352 yılının Şâban ayında Ali bin Muhammed Kuteybe’den, o da Fazl bin Şâzan’dan şöyle naklediyor: Memun, İmam Rıza (a.s)’dan kendisi için özet bir şekilde halis İslam’ı yazmasını istedi. Bunun üzerine İmam (a.s) ona şöyle yazdı:

“İslam’ın özü Allah-u Teala’dan başka ilah olmadığına ve onun şeriksizliğine şehadet etmektir (inanmaktır). O öyle bir ilahtır ki, tektir; Samet'tir (kullarının sığınağı, ihtiyaçsız, daimi), Kayyum'dur (her şeyi koruyan, ayakta tutandır), duyandır, görendir, kadirdir, kadimdir (ezelidir), kaimdir (ayakta duran ve müstakildir) ve bâkidir. O öyle bir alimdir ki, hiçbir şeye nispetle cahil değildir; öyle bir kadirdir ki, hiçbir şeye nispetle aciz değildir; öyle bir ganidir ki, hiçbir şeye muhtaç değildir; öyle bir adildir ki, hiç kimseye zulmetmez. O, her şeyin yaratıcısıdır; misli, benzeri, zıttı, eşi ve dengi yoktur. İbadet, dua, rağbet ve korkudan maksat odur.

Şüphesiz Muhammed (s.a.a) kulları arasında onun kulu, resulü, emini ve seçilmişidir. O, elçilerin seyidi (efendisi), peygamberlerin sonuncusu ve yaratılmışların en üstünüdür. Ondan sonra bir peygamber yoktur, onun dini ve şeriatı değişmeyecektir. Muhammed bin Abdullah (s.a.a)’in getirdiği bütün şeyler haktır. Onu, ondan önceki tüm resul, nebi ve ilahi hüccetleri tasdik ediyoruz. Onun sâdık ve aziz kitabını da tasdik ediyoruz. O öyle bir kitaptır ki ne önünden, ne de arkasından bâtıl ona yaklaşamaz. O, hikmet sahibi ve Hamîd olan Allah tarafından indirilmiştir. O kendinden önce gönderilen kitaplardaki her şeyi koruyandır (ihtiva etmektedir). O (Kur’an), baştan sona kadar haktır. Biz onun muhkem ve müteşabihine, husus ve umumuna, vaat ve vaîdine (müjdesine ve azapla tehdidine), nasih ve mensuhuna, kıssa ve haberlerine iman ediyoruz. Yaratıklardan hiç kimse onun mislini getiremez.

Doğrusu Hz. Peygamber (s.a.a)’den sonra yol gösterici, müminlerin hücceti, Müslümanların rehberi, Kur’an-ı Nâtık, Kur’an'ın hükümlerinin alimi, Peygamber’in kardeşi, halifesi, vasisi ve velisi Ali bin Ebu Talib’tir. O, Peygamber (s.a.a)’e nispetle Hârun’un Mûsa’ya nispetle sahip olduğu menzileye sahiptir. O; müminlerin emiri, muttakilerin imamı, nur yüzlülerin önderi, vasilerin en üstünü, nebi ve resullerin ilminin varisidir.

Ondan (Hz. Ali’den) da sonra cennet gençlerinin efendileri olan Hasan ve Hüseyin’dir. Sonra ibadet edenlerin ziyneti olan Ali bin Hüseyin’dir; onlardan sonra peygamberlerin ilmini tahlil edip açıklayan Muhammed bin Ali’dir; ondan sonra vasilerin ilminin varisi olan Muhammed bin Câfer’us Sâdık’tır; ondan sonra Mûsa bin Câfer-i Kâzım’dır; ondan sonra Ali bin Mûsa el-Rıza’dır; ondan sonra Muhammed bin Ali’dir; ondan sonra Ali bin Muhammed’dir; ondan sonra Hasan bin Ali’dir; ondan sonra da beklenilen ve kıyam edecek olan Allah’ın hücceti (Hz. Mehdî)’dir; (Allah’ın selamı onların üzerine olsun) bunların hepsinin vasi ve imam olduklarına şehadet ediyorum. Yeryüzü, hiçbir asır ve zamanda Allah’ın insanlara olan hüccetinden boş kalmaz. Allah yeryüzü ve ehline mirasçı oluncaya dek onlar Allah-u Teala’nın sağlam ipi, hidayet imamları ve dünya ehlinin hüccetleridirler. Kim onlara muhalefet ederse sapık, saptıran, bâtıl, hakkı ve hidayeti terk edendir. Onlar Kur’an'ın müfessirleri ve Resulullah (s.a.a)’in sözcüleridirler. Kim onları tanımadan ölürse cahiliyet ölümüyle ölmüştür. Şüphesiz takva, iffet, doğru sözlülük, iyilik, istikamet (direniş), gayret, emaneti -ister iyi, ister kötü olsunlar- sahibine geri çevirmek, uzun secdeler yapmak, gündüzleri oruç tutmak, geceleri ibadet için kalkmak, haramlardan kaçınmak, sabırla fereci (kurtuluşu) beklemek, musibet anında sabırlı olmak ve güzel arkadaşlık onların dinindendir (tavır ve gidişatlarındandır).

Namaz abdesti; Allah-u Teala’nın da kitabında belirttiği gibi, yüz ve elleri dirseklerden itibaren yıkamak ve daha sonra baş ve ayakları meshetmektir. Abdesti ancak gait (dışkı), idrar, (bağırsaktan çıkan) gaz, uyku ve cünüp halleri bozar. Kim messin üzerine (ayağın üzerine değil de mes, ayakkabı vb. bir şey üzerine) meshederse Allah ve resulüne muhalefet etmiş, Allah-u Teala’nın farzını terk etmiş ve kitabıyla amel etmemiştir.

Cuma guslü, Kurban ve Fıtır bayramı günü guslü (kasıt Ramazan ve Kurban bayramlarıdır), Mekke ve Medine’ye girerken gusletme, ziyaret guslü, ihram guslü, Ramazan ayının birinci, on yedinci, on dokuzuncu, yirmi birinci ve yirmi üçüncü gecelerinin gusülleri sünnettir. Cenabet ve hayızdan temizlenmek için alınan gusüller ise farzdır.

Farz namazlar; öğle dört rekât, ikindi dört rekât, akşam üç rekât, yatsı dört rekât ve sabah iki rekât olmak üzere toplam on yedi rekâttırlar.

Sünnet namazlar da toplam otuz dört rekâttır. Bunların sekiz rekâtı, öğle namazından önce kılınır; sekiz rekâtı ikindi namazından önce, dört rekâtı akşam namazından sonra, iki rekâtı da yatsı namazından sonra oturarak kılınır. Elbette bu bir rekât (ayakta kılınan bir rekâta eşit) sayılmaktadır. Yine seher vakti sekiz rekât gece namazı, iki rekât şef' namazı, bir rekât da vitir niyetiyle kılınır; iki rekât da sabah namazının sünnetidir ki, sabah namazından önce kılınır.

Namazı ilk vaktinde kılmak daha hayırlıdır. Cemaat namazının sevabı, ferdi kılınan yirmi dört rekâtla eşittir.

Facir (fasık) kişilerin arkasında namaz kılınmaz, velayet ehlinden başkasına iktida edilmez, murdar ve yırtıcı hayvanların derisinin üzerinde namaz kılınmaz...

Farz namazlarda yani; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarında kunut tutmak gerekli sünnettir. Ölüye kılınan namazın beş tekbiri vardır. Kim noksan tekbir getirirse (sünnete) muhalefet etmiştir. Ölü kabre konduğu zaman ayak kısmından kabre bırakılmalıdır.

Besmeleyi bütün namazlarda sesli okumak sünnettir. Her iki yüz dirhemden (gümüş para) beş dirhemini zekât vermek gereklidir. Eğer bu miktardan az olursa zekât vermek gerekmez. Bir malın üzerinden bir yıl geçmedikçe o mala zekât vacip olmaz. Velayet ehli oldukları meşhur olmayanlara zekât vermek caiz değildir. Buğday, arpa, kuru üzüm ve hurma beş veske (her vesk altmış sâdır; her sâ da dört muddur; yani yaklaşık 850 kg.) ulaştıkları zaman bunların onda biri zekât olarak verilir.

Fıtır zekâtı kişi başına vaciptir. Bu kişilerin büyük, küçük, hür, köle, kadın veya erkek olması arasında hiçbir fark yoktur. Fıtra zekâtı buğday, arpa, hurma ve kuru üzümden bir sâ (3 kg.) verilmelidir. Bu zekâtı velayet ehlinden başkasına vermek caiz değildir.

Kadınların hayız dönemleri en çok on gün ve en az üç gün sürer. Müstahaze kadın pamuk kullanmalı ve guslederek namaz kılmalıdır. Ama hayızlı kadın namazı terk eder ve kaza da etmez; fakat orucu terk etmeli ve sonra kazasını tutmalıdır.

Ramazan ayının orucu farzdır. Ayın görülmesiyle oruca başlanır ve tekrar görülmesiyle oruç sona erdirilir. Sünnet namazları cemaatle kılmak caiz değildir. Çünkü bu amel bidattir, her bidat sapıklıktır ve her sapıklığın neticesi de cehennemdir. Her ayın ilk ve son on gününün Perşembe günlerinde ve ortadaki on günün Çarşamba gününde oruç tutmak sünnettir. Şâban ayının orucu, oruç tutan kimse için iyidir. Ramazan ayında (bazı mazeretlerden dolayı) tutulmayan oruçların kazasını ard arda tutmasan da yeterlidir (peş peşe yerine getirilmesi şart değildir).

Hacca gitmeye istitaati olan kimsenin hacca gitmesi farzdır. İstitaattan kasıt azık, binek ve sağlıktır. Mekke şehrinde olmayanlar için Temettü Haccı'ndan başkası caiz değildir. Ehl-i Sünnet’in yaptığı İfrat ve Kıran haccı, sadece Mekke ehline caizdir. Mikat’a ulaşmadan ihrama girmek caiz değildir. Allah-u Teala buyuruyor ki “Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın.” (Bakara/196) İğdiş edilmiş (hayaları çıkarılmış) hayvanı kurban kesmek caiz değildir. Çünkü o nakıstır. Hayaları ezilen hayvanı da kurban kesmek caiz değildir.

Cihat adil imamın emriyle farz olur. Kim malını koruma yolunda öldürülürse şehittir.

Peygambere salavat göndermek her yerde, (özellikle) aksırırken, kurban keserken ve diğer zamanlarda gereklidir. Allah’ın dostlarını sevmek farz olduğu, Allah’ın düşmanlarına buğzetmek onlardan ve onların rehberlerinden uzak durmak da farzdır. Anne ve babaya iyilik yapmak müşrik dahi olsalar farzdır. Ama Allah’a isyan etme hususunda ne onlara ve ne de başkasına itaat etmek caiz değildir. Çünkü Allah’a isyan etme hususunda hiçbir yaratığa itaat edilemez.

Hayvanın karnından çıkan yavrunun boğazlanması; kıllı ve tüylü olduğu takdirde annesinin boğazlanmasıyladır (yani, annesinin boğazlanmasıyla o da boğazlanmış hükmüne girer; ama, eğer anne karnından diri olarak çıkarsa başı kesilmelidir).

Allah-u Teala’nın kitabında ve resulünün sünnetinde belirttiği üzere, kadınlarla muta nikâhı ve hac mutası caizdir.

Miras hükümleri; Allah-u Teala’nın kitabında belirttiği gibidir ve bu belirtilen çerçevede zulüm yoktur.

Allah-u Teala insanları güçlerinin yetmeyeceği bir vazifeyle mükellef kılmaz. Şüphesiz kulların fiilleri Allah’ın mahlukudur. Ama bu yaratma tekvîni değil, takdiridir (yani, Allah-u Teala insanların işlerini kendi istekleriyle yapmalarını irade etmiştir). “Allah her şeyin yaratıcısıdır.” Biz ne cebre inanıyoruz, ne de tefvize. Allah-u Teala suçsuzu günahkârın suçuyla muaheze etmez, çocuğu da babalarının günahlarından dolayı cezalandırmaz. “Hiç kimse başkasının suçunu yüklenmez.” (Fâtır/18) “İnsana kendi (emek ve) çabasından başkası yoktur.” (Necm/39) Allah-u Teala’ya yaraşan zulmetmek değil, bağışlayıp ikramda bulunmaktır. Çünkü Allah-u Teala zulümden münezzehtir. Allah-u Teala insanları saptıracak birisine itaat etmeyi farz kılmaz; kâfir olacağını ve Allah’ı bırakıp şeytana ibadet edeceğini bildiği kulları da peygamberliğe seçmez.

İslam, imandan başkadır. Her mümin Müslüman’dır, ama her Müslüman mümin değildir. Hırsız mümin olduğu halde hırsızlık yapmaz; zina eden kimse de mümin olduğu halde zina etmez. Kendilerine (zina vb. suçlardan dolayı) had uygulananlar ne mümindirler, ne de kâfir; sadece Müslüman’dırlar. Allah-u Teala, kendisine cenneti vaadettiği mümini cehenneme sokmaz; kendisine cehennemi ve orada ebedi kalmayı vaadettiği kâfiri de cehennemden çıkarmaz. Allah-u Teala, kendisine şirk koşanı bağışlamaz, ama bunun dışındaki günahları istediği takdirde bağışlar Tevhid ehli olan günahkarlar cehennemde ebedi olarak kalmazlar ve (belli bir müddet sonra) oradan çıkarılırlar. Bu insanlar hakkında şefaat da mümkündür.

Kabir azabına, nekir ve münkere, öldükten sonra dirilmeye, teraziye (amellerin tartılacağına) ve sırat köprüsünün varlığına iman etmek, imanın şartlarındandır. Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’ine zulmedenlerden, onları kendi diyarlarından çıkaranlardan (veya çıkarmak isteyenlerden), onlara zulmetmeyi sünnet haline getirenlerden ve Peygamber’in sünnetini bozanlardan teberri etmek farzdır..

Emir’ül Müminin Ali (a.s)’ı ve Peygamber (s.a.a)’in sünnetine uyarak onu (sünneti) değiştirip tahrif etmeden ona amel eden Selman-ı Farisî, Ebuzer-i Gifarî, Mikdad bin Esved, Ammar bin Yasir, Huzeyfe Yemanî, Ebu Heysem bin Teyyihan, Sehl bin Huneyf, Ubade bin Samit, Ebu Eyyub el-Ensarî, Züşşehadeteyn, Huzeyme bin Sabit, Ebu Said Hudrî (Allah’ın rahmeti onlara olsun) gibi kişileri sevmek vaciptir. Aynı şekilde onları takip eden, onların taraftarlığını yapan, onlar vesilesiyle hidayete kavuşan ve onların gittikleri yolu gidenleri (Allah onlardan razı olsun) sevmek vaciptir.

İçkinin azını, çoğunu ve sarhoş edici her şeyi, ister az olsun, ister çok haram bilmek İslam dinindendir. Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır. Mecburiyette kalan kimse bile şarap içmemelidir. Çünkü şarap onu (aklını mahvederek ruhi yönden) öldürür...

Kaçınılması gerekli olan büyük günahlar da şunlardır: Allah-u Teala’nın haram kıldığı nefsi katletmek, zina, hırsızlık, içki içmek, anne ve babaya eziyet etmek, savaştan kaçmak, haksız yere yetimin malını yemek; mecbur kalmadıkça murdarı, kanı, domuz etini ve Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanın etini yemek; belli olduktan sonra faiz ve haram mal yemek, kumar oynamak, ölçü ve tartıda hile yapmak, namuslu kadınlara iftira atmak, eşcinsel ilişkilerde bulunmak, yalancı şahitlik yapmak, Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe kapılmak, Allah’ın azabından (cezalandırmasından) kendini güvende bilmek, zalimlere yardım etmek, onlara dayanıp güvenmek, yalan yere yemin etmek, zor durumda olmaksızın başkalarının haklarını vermemek, yalan konuşmak, kibirli olmak, israf ve savurganlık yapmak, hıyanet etmek, haccı hafife almak, Allah’ın dostlarıyla savaşmak, boş eğlencelerle meşgul olmak ve günah yapmakta ısrar etmek."

Hamza bin Muhammed Alevî ki, Zeyd bin Ali bin Hüseyin (a.s)’ın torunlarındandır, benim için Kamber bin Ali bin Şâzan’dan, o da babası vasıtasıyla Fazl bin Şâzan’dan, o da İmam Rıza (a.s)’dan aynı içerikli bir mektup nakletmiş, sadece İmam (a.s)’ın bu mektubu Memun için yazdığını belirtmemiştir.


 

İmam Rıza (a.s)’dan Nakledilen Bazı Rivayetler

 

2- Hüseyin bin Ahmed el-Beyhakî, metinde zikredilen senetle Ebu Âsım’dan İmam Rıza (a.s)’ın şöyle buyurduğunu naklediyor: Bir gün Mûsa bin Câfer (a.s) babası İmam Sâdık (a.s)’ın yanında konuştu, çok güzel de konuştu. Bunun üzerine babası ona şöyle buyurdu: “Aziz oğlum! Allah’a hamd olsun ki, seni atalarının halefi, çocuklarımın sevinç vesilesi ve kaybettiğim dostların yerini tutan birisi olarak karar kıldı.”

 

3- Hüseyin bin Ahmed el-Beyhakî, metinde zikredilen senet vasıtasıyla Muhammed bin Ebu Abbad’dan ki, kendisi şarap ve musikî meclisleri düzenlemekle meşguldü, şöyle dediğini naklediyor: Hz. Rıza (a.s)’dan musikî ve duyulması hoşa giden şeylerle ilgili görüşünü sorduğumda şöyle buyurdular: “Hicaz ehli (maksat oranın ulemasıdır) onu caiz biliyorlar; oysa bâtıl ve lehv hükmündedir. Sen Allah-u Teala’nın şöyle buyurduğunu “Onlar, boş şeylere uğradıkları zaman onurla geçer giderler” (Furkan/72) duymadın mı?”

 

4- Hüseyin bin Ahmed el-Beyhakî, Muhammed bin Yahya Sulî’den şöyle dediğini nakletti: Ebu Zekvan hicri 285 senesinde Seyraf şehrinde bana Ahvaz kâtibi İbrahim bin Abbas’ın hicri 227’de kendisine şöyle dediğini nakletti: Biz, bir gün İmam Rıza (a.s)’ın huzurundayken İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Bu dünyada hakiki nimet yoktur.” Orada hazır bulunun fakihlerden bazıları İmam (a.s)’a şöyle arz ettiler: Ama Allah-u Teala Kur’an'da şöyle buyuruyor; “Sonra o gün nimet(ler)den elbette sorulacaksınız” (Tekasur/8) Acaba Allah-u Teala’nın nimetlerden kastı, bu dünyadaki serin ve güzel su değil midir? İmam (a.s) yüksek sesle şöyle buyurdu: “Siz ayeti böyle tefsir ettiniz, onu çeşitli şekillerde yorumlamışsınız; bir grup “maksat serin sudur” demiştir; diğer bir grup “maksat tatlı yiyecektir” demiştir; başka bir grup ise “maksat güzel uykudur” demiştir. Ama babam bana, babası Ebu Abdullah (İmam Sâdık) (a.s)’ın, huzurunda “Sonra o gün nimet(ler)den sorulacaksınız” ayeti hakkında sizin söylediğiniz görüşler söylenince sinirlenerek, şöyle buyurduğunu nakletti: Allah-u Teala kullarına lütfettiği nimetlerin hesabını sormayacak ve bundan dolayı kullarına minnet koymayacaktır. Başkalarına ikramda bulunduğundan dolayı bir kulun bile minnet koyması çirkin bir şey bilinirken Allah-u Teala’nın böyle bir şey yapması nasıl düşünülebilir? Allah-u Teala’nın nimetten kastı biz Ehl-i Beyt’in sevgisi ve velayetidir. Allah-u Teala tevhid ve nübüvvetten sonra bizim velayetimizi kullarından soracaktır. Kim buna vefa etmiş olursa bu, onu cennetin daimi nimetlerine kavuşturacaktır. Babam, babası ve dedeleri vasıtasıyla müminlerin emiri Hz. Ali (a.s)’dan, o da Resulullah (s.a.a)’den bu meseleyle ilgili kendisine şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Ya Ali! Kul öldükten sonra ondan ilk sorulacak soru Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim onun resulü olduğuma şehadet etmekle ilgili olacaktır. Daha sonra kuldan senin, benim ve Allah tarafından müminlerin emirliğine atandığını kabul edip etmediği sorulacaktır. Kim bunu itiraf ederek ona itikat etmiş olursa ebedi nimetler tarafına hareket etmiş olur.”

Muhammed bin Yahya Sulî diyor ki: Ebu Zevkan bu hadisi naklettikten sonra -ki bu hadisi ben talep etmeden nakletmişti- dedi ki: Bu hadisi sana nakletmemin birkaç nedeni vardır; birincisi, sen Basra’dan buraya (beni ziyaret etmeye) geldin, ikincisi; bu hadisi bana senin amcan (İbrahim bin Abbas Sulî) nakletmişti ve üçüncüsü de; ben bir zamanlar sadece lugat ilmine ve şiire vakit ayırıyordum ve bu ikisinin dışında hiçbir ilme ilgi duymuyordum. Ama bir gün Resulullah (s.a.a)’i rüyamda gördüm ki, herkes ona selam veriyor, o da herkesin selamına cevap veriyordu. Ben de huzuruna vararak selam verdim. Ama o, benim selamıma cevap vermedi. Bunun üzerine “Ey Allah’ın resulü, acaba ben senin ümmetinden değil miyim?” diye sordum. Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: “Benim ümmetimdensin, ancak halka İbrahim’den nimetler hakkında duyduğun hadisi naklet.”

Sulî diyor ki: Ehl-i Sünnet bu hadisi Resulullah (s.a.a)’den naklediyor. Ancak, o nakilde nimetler, ayet ve nimetlerle ilgili ayetin tefsiri zikredilmiyor. Onlar, Resulullah (s.a.a)’in sadece şöyle buyurduğunu naklediyorlar: “Kıyamet gününde kuldan ilk sorulacak şeyler şunlardır: Tevhid, Peygamber’in nübüvveti ve Ali bin Ebu Talib’in dostluğu.”

 

5- Hüseyin bin Ahmed el-Beyhakî Sulî’den, o Muhammed bin Mûsa’dan, o da babasından İmam Rıza (a.s)’ın bir gün Kur’an'ın azameti ve nezmindeki îcazı hakkında konuşarak şöyle buyurduğunu naklediyor: (O (Kur’an), Allah’ın sağlam ipi, güvenilir kulpu, cennete götüren ve cehennemden kurtaran apaçık yoludur; zamanın geçmesiyle eskimez ve çeşitli dillere düşmesiyle değerini kaybetmez. Kur’an belli bir zaman için değil, bütün zamanlar için, tüm insanlara hüccet ve delil kılınmıştır. “Bâtıl ona önünden ve arkasından yaklaşamaz. O hekim ve hamît olan Allah’ın katından indirilmiştir.” (Fussilet/42)

 

6- Hüseyin bin Ahmed el-Beyhakî Sulî’den, o da Sehl bin Kâsım el-Nişaburî’den şöyle dediğini naklediyor: Adamın biri İmam Rıza (a.s)’a şöyle dedi: Ey Resulullah’ın torunu! Urve bin Zebir’den şöyle dediği naklediliyor: “Resulullah (s.a.a) takiyye halinde vefat etti!” İmam (a.s) cevaben buyurdu ki: “Resulullah (s.a.a) “Ey resul, rabbinden sana indirileni tebliğ et; eğer tebliğ etmezsen risaletini (görevini) yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanların (şerrinden) koruyacaktır.” (Maide/67) ayeti nazil olduktan sonra Allah-u Teala’nın güvencesiyle halk arasındaki bütün takiyyeleri kaldırdı ve Allah-u Teala’nın emrini insanlara açıkladı. Ancak Kureyş, Peygamber (s.a.a)’den sonra istediği her şeyi yaptı. Ama mezkur ayetten önce Peygamber (s.a.a)’in takiyye etmiş olması muhtemeldir.”

 

7- Beyhakî, metinde zikredilen senet vasıtasıyla İbrahim bin Abbas’tan şöyle dediğini naklediyor: İmam Rıza (a.s) babası vasıtasıyla dedesi Câfer bin Muhammed’den bana şu hadisi nakletti: “Dünya bir kişiye yöneldiğinde başkalarının güzelliklerini de o şahsa cilve ettirir; ama dünya bir kişiye sırt çevirdiğinde o kişinin kendisinde bulunan güzellikleri de giderir.”

 

8- Beyhakî, metinde zikredilen senet vasıtasıyla İbrahim bin Abbas’tan şöyle dediğini naklediyor: İmam Rıza (a.s)’dan duydum: “Yirmi yıllık dostluk, akrabalık sayılır. İlim, aile için babadan kalan mirastan (mal vs.) daha hayırlıdır.”

 

9- Muhammed bin Ahmed el-Bağdadî, metinde zikredilen senet vasıtasıyla Hasan bin Ali’den, o da Ali bin Mûsa el-Rıza (a.s)’dan, o da babasından şöyle buyurduğunu naklediyor: “Kâim, imam oğlu imam ve vasi oğlu vasiden başkası olamaz.”

 

10- Aynı senetle İmam Sâdık (a.s) babası İmam Bâkır (a.s)’dan şöyle buyurduğunu naklediyor: “Allah resulü, ümmetin Ali, Hasan ve Hüseyin (a.s)’a uymasını vasiyet etti. Daha sonra “Ey iman edenler! Allah’a, resulüne ve kendinizden olan emir sahiplerine itaat edin” ayetini okuyarak şöyle buyurdu: Emir sahiplerinden maksat, kıyamet gününe kadar varlıklarını sürdürecek olan Ali ve Fatıma’nın soyundan gelen imamlardır.”

 

11- Muhammed bin Ahmed el-Bağdadî, metinde zikredilen senetle Hasan bin Süleyman el-Meletî’den, o Ali bin Mûsa el-Rıza (a.s)’dan, o da baba ve dedeleri vasıtasıyla Hz. Ali (a.s)’dan, o da Resulullah (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu naklediyor: “Haset, neredeyse ilahi takdirlerden öne geçecek.”

 

12- Muhammed bin Ahmed el-Bağdadî, metinde zikredilen senet vasıtasıyla Darim bin Kabise el-Nişaburî’den, o da İmam Rıza (a.s)’dan, o da baba ve dedeleri vasıtasıyla Hz. Ali (a.s)’dan ve o da Resulullah (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu naklediyor: "Ey Ali, benim senin hakkındaki sözlerimi ancak takvalılar, arınmışlar, iyiler ve seçkin insanlar korur. Bunlar gece karanlığında siyah bir ineğin üzerindeki beyaz tüyler gibidirler (görülmeleri çok zordur)."

 

13- Muhammed bin Ahmed el-Bağdadî, metinde zikredilen senet vasıtasıyla Ali bin Mûsa el-Rıza (a.s)’dan, o da baba ve dedeleri vasıtasıyla Ali bin Ebu Talib’den şöyle buyurduğunu naklediyor: Resulullah (s.a.a) bir gün bizim yanımıza geldi, elinde de siyah ve beyaz renklerinde bir yemen akiki vardı. Derken bizimle namaz kıldı. Namaz bittikten sonra yüzüğü bana vererek şöyle buyurdu: “Ey Ali! Namazlarını bu yüzükle kıl; sen, Yemen akikiyle kılınan namazın sevabının yetmiş kat fazla olduğunu biliyor musun? Bu yüzüğün taşı daima tespih ve istiğfar ediyor, onun sevabı ise sahibine aittir. İsmet (hata ve sapmalardan korunma) ve tevfik Allah’ın elindedir.”


Text Box: 36. BÖLÜM
 

 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)'IN NİŞABUR'A GELMESİ VE ORADA KALDIĞI EV HAKKINDA

 

 

Muhammed bin Ahmed bin İshak el-Nîşaburî diyor ki: Hamdan bin Pesende'nin kızı olan büyük annem Hatice'den duydum ki, İmam Rıza (a.s) Nîşabur'a geldiğinde şehrin batı kısmında olan “Laşabaz” bölgesine giderek orada büyük babam Pesende'nin evine yerleştim.

Büyük babama Pesende (beğenilmiş) denmesinin nedeni İmam (a.s)'ın onca insanlar içinde onu beğenmesidir. Pesende Farsça bir kelimedir ve Arapça'daki karşılığı Merziy'dir (Merziy, kendisinden razı olunan şahıs demektir). İmam (a.s) bizim eve yerleştirdikten sonra evinin bahçesinin bir köşesine bir tane badem fidanı dikti. O fidan bir yıl içerisinde büyüyüp ağaç haline gelerek meyve verdi. Halk o ağacı İmam (a.s)'ın diktiğini anlayınca onun meyvelerini şifa bulmaları için hastalarına götürüyorlardı. Kim bir hastalığa yakalansa o ağacın bademlerinden bir tanesini şifa bulma niyetiyle yiyerek iyileşiyordu.


Text Box: 37. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)'IN MEMUNLA GÖRÜŞMEK ÜZERE NİŞABUR'DAN AYRILIRKEN SÖZLERİ

 

 

1- Ebu Said Muhammed bin Fazl, Nîşabur'daki evinde Ebu Ali Hasan bin Ali el-Hazrecî vasıtasıyla Ebu Salt Herevî'nin şöyle dediğini nakletti: “İmam Rıza (a.s) Nîşabur'dan çıktığı esnada ben onun yanındaydım. Hazret kır bir katıra binmişti. Bu sırada aniden Muhammed bin Rafi, Ahmed bin Haris, Yahya bin Yahya ve İshak bin Rahveyh bir grup muhaddis ve alimin eşliğinde İmam (a.s)'ın katırının gemine sarılarak şöyle arzettiler: Ey Resulullah'ın oğlu! Pak babalarının yüzü suyu hürmetine, değerli babandan duyduğun bir hadisi bizim için buyur. İmam (a.s) üzerinde çift yüzlü bir cüppe bulunduğu bir halde mübarek başını tahtırevandan dışarı çıkararak şöyle buyurdu: Allah'ın salih kulu olan babam Mûsa bin Câfer, doğru sözlü babası Câfer bin Muhammed'den, o da peygamberlerin ilminin yarıcısı olan babası Ebu Câfer Muhammed bin Ali'den, o da ibadet edenlerin serveri olan babası Ali bin Hüseyin'den, o da cennet gençlerinin efendisi olan babası Hüseyin bin Ali'den, o da babası Ali bin Ebu Talib'den, o da Resulullah (s.a.a)'den  şöyle duymuş olduğunu bana nakletti: “Cebrail'den duydum ki şöyle diyordu; Allah-u Teala buyurdu: Ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Öyleyse bana ibadet edin. Kim ihlasla «la ilahe illallah» şehadetini getirmiş bir halde benim yanıma gelirse, benim kaleme girmiş olur ve kim benim kaleme girerse azabımdan güvende kalmış olur.”

 

2- Muhammed bin Ali bin Mervrudî kendi evinde hadisin metninde geçen senet vasıtasıyla Ali bin Mûsa (a.s)'ın kendi baba ve pak cetlerinden ve Ali (a.s)'dan, o da Resulullah (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu nakletti: “Allah-u Teala buyurdu ki; «La ilahe illallah» benim kalemdir. Öyleyse kim kaleme girerse azabımdan güvende olur.”

 

3- Ebu Nasr Ahmed bin Hüseyin ez-Zabbi iki vasıtayla İmam Hasan Askerî (a.s)'dan, o da babası ve büyükbabaları vasıtasıyla İmam Rıza (a.s)'dan, o da babası ve büyükbabaları vasıtasıyla Ali bin Ebu Talib (a.s)'ın  Peygamber efendimizden şöyle buyurduğunu naklediyorlar: “Meleklerin efendisi Cebrail şöyle buyurdu: Aliyy'ul Âla olan Allah-u Teala buyuruyor ki: Ben Allah'ım; benden başka ilah yoktur. Kim benim birliğimi ikrar ederse benim kaleme girmiş olur; benim kaleme giren ise azabımdan güvende kalır.”

 

4- Muhammed bin Mûsa bin Mütevekkil (r.a), metinde zikredilen senetle İshak bin Rahveyh'ten şöyle dediğini naklediyor: “İmam Ali bin Mûsa (a.s) Nîşabur'a geldiğinde oradan çıkıp Memun'un yanına gideceği sırada o şehirdeki raviler İmam (a.s)'ın yanına gelerek şöyle arz ettiler: Ey peygamberin oğlu! Aramızdan ayrılmadan bizi ceddin Resulullah'ın hadislerinden birisiyle faydalandırmak istemez misin? İmam (a.s) oturmuş olduğu tahtırevandan başını çıkararak şöyle buyurdu: Babam Mûsa bin Câfer'den, o da babası Câfer bin Muhammed'den, o da babası Muhammed bin Ali'den, o da babası Ali bin Hüseyin'den, o da babası Hüseyin bin Ali'den, o da babası Ali bin Ebu Talib'den, o da Allah'ın resulünden şöyle buyurduklarını rivayet etmişlerdir: Cebrail'den Allah-u Teala'nın şöyle buyurduğunu duydum: «La ilahe illallah» benim kalemdir, o halde kim kaleme girerse azabımdan güvende olur.

 

İbn-i Rahveyh diyor ki: Tahtırevan hareket ettiği sırada İmam (a.s) yüksek bir sesle şöyle buyurdu: “Bu kaleye girmenin şartları vardır; ben de o şartlardan birisiyim.”

Kitabın yazarı diyor ki: La ilahe illallah'a ikram etmenin şartlarından birisi de itaati herkese vacip olan Allah tarafından İmam Rıza (a.s)'a verilen imamet makamına ikrarda bulunmaktır.

Diyorlar ki: İmam (a.s) Nîşabur'a geldiğinde, “Fervinî” adıyla bilinen mahalledeki hamama gitti. O mahallede bulunan bu meşhur hamama günümüzde Hamam'ur Rıza diyorlar. O mahallenin kenarında kurumak üzere olan bir kuyu vardı. İmam (a.s) bir kişiyi, kuyuyu kazıp suyunu çoğaltmak üzere görevlendirdi. Kuyunun suyu çoğaldığında İmam (a.s) kuyunun kenarına bir havuz yaptırdı. Merdivenlerle içine girilen bu havuz, mezkur kuyunun suyuyla dolduruldu. Daha sonra İmam (a.s) bu havuzda gusül abdesti alıp havuzun damı üzerinde namaz kıldı. Bunun ardından halk da sırayla oraya girip gusül abdesti alarak namaz kılıyor ve o sudan teberrük olarak birazcık içiyorlardı. Sonra da Allah-u Teala'dan hacetlerini talep ediyorlardı. Adı geçen çeşme bugün “Kehlan” çeşmesi adıyla meşhurdur. Halk her taraftan (teberrük etme kastıyla) o çeşmeyi görmeye gelmektedir.


Text Box: 38. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)'DAN NADİR HABER

 

 

Ahmed bin Hasan el-Kattan, isimleri hadisin metninde geçen birkaç vasıtayla Ali bin Bilal'den şöyle söylediğini naklediyor: İmam Rıza (a.s), baba ve dedeleri vasıtasıyla Ali bin Ebi Talib'den, o da Resulullah (s.a.a)'den, o da Cebrail'den, Mikâil'den, Levh'den ve Kalem'den şöyle rivayet ediyor: "Ali bin Ebu Talib'in velayeti benim kalemdir; kim ona girerse benim azabımdan kurtulur."


Text Box: 39. BÖLÜM
 

 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)'IN NİŞABUR'DAN TUS'A, ORADAN DA MERV'E GİDİŞİ

 

 

1- Temim bin Abdullah el-Kureşî, metinde zikredilen senet vasıtasıyla İbn-i Salih-i (Ebu Salt-ı) Herevî'den şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s) Memun'un yanına gitmek üzere Nîşabur'dan ayrıldığında, yolu üstündeki Hamra kasabasına uğradı. Orada kendisine şöyle arzedildi: Öğle vakti oldu namaz kılmaz mısınız? İmam binekten inerek: Benim için biraz su getirin, buyurdu. "Ey Resulullah'ın oğlu! Yanımızda su yok" diye cevap verdiklerinde İmam (a.s), mübarek elleriyle yeri biraz eşeledi ve oradan su çıktı. Daha sonra hem kendisi, hem de ashabı o sudan abdest aldılar. Bu suyun izleri hala vardır. İmam (a.s), Senâbat'a ulaştığında sırtını bir dağa (günümüzde ondan taş kazanlar yapılıyor) dayayarak buyurdu: “Allah'ım! Bu dağı faydalı kıl; bu dağa koyulan ve bu dağın taşlarından yontularak yapılan her şeyi bereketli kıl.” Daha sonra İmam destur verdi ve o dağdan kendisine birkaç tane kazan yapmalarını emretti. Sonra da şöyle buyurdu: “Bana yaptığınız yemeklerin hepsini bundan itibaren bu kazanlarda yapın.”

İmam çok az yemek yer ve sade şeylerle yetinirdi. Artık halk o günden itibaren İmam'a yöneldi ve böylece İmam (a.s)'ın duasının bereketi de o dağda kendisini göstermiş oldu. Daha sonra İmam (a.s), Humeyd bin Kahtabe et-Taî'nin evine gitti. Orada da Hârun'ur-Reşid'in gömülü olduğu kubbeye gitti ve Hârun'un kabirnin kenarına eliyle çizgi çizerek şöyle buyurdu: “Benim kabrim burasıdır; buraya gömüleceğim. Allah-u Teala bu mekânı benim Şia ve dostlarımın gidip geldiği ziyaret mekânı kılacaktır. Allah'a and olsun ki, kim beni ziyaret eder veya bana selam verirse, Allah'ın rahmet ve mağfireti biz Ehl-i Beyt'in şefaatiyle ona nasip olur.” Daha sonra İmam (a.s) kıbleye doğru dönerek birkaç rekât namaz kıldı ve bazı dualar etti. Duadan sonra secdeye kapanarak uzun süre secdede kaldı. Ben İmam (a.s)'ın beş yüz kere Allah-u Teala'yı tespih ettiğini saydım. Daha sonra secdeden kalktı.

 

2- Ebu Nasr Ahmed bin Hüseyin ez-Zabbî diyor ki: Hüseyin bin Ahmed dedesinden, o da babasından duymuştur: “Ali bin Mûsa er-Rıza (a.s) Memun'un zamanında Nîşabur'a geldiğinde ben huzurundaydım. İmam (a.s)'ın şahsi işlerine yardım ediyordum. Bu durum İmam (a.s)'ın Nîşabur'u terk edip Serhas'a gitmesine kadar devam etti. İmam (a.s) Serhas'a giderken onu yolcu ettim ve Merv'e kadar da onunla gitme niyetindeydim. Ama bir miktar yol kat ettikten sonra İmam (a.s) mübarek başını tahtırevandan dışarı çıkararak buyurdular ki; “Ey Ebu Abdullah! Muvaffak olarak geriye dön. Sen üzerine düşeni yaptın ve bizi yolcu etme vazifesini yerine getirdin. Yolcu etmenin bir sınırı yoktur.”

Allah aşkına! Ceddin Mustafa, baban Ali Murtaza ve annen Fatıma'tüz- Zehra aşkına! Bana şifa olacak bir hadis buyur da geriye döneyim, dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdular: “Ben ceddimin yanından ayrılmışım ve akibetimin de ne olacağını bilmez bir haldeyken sen benden hadis mi istiyorsun?” Ben tekrar arzettim ki: Muhammed Mustafa'nın, Aliy'ül Murtaza'nın ve Fatıma-ı Zehra'nın hakkı için! Allah aşkına! Bana şifa ve afiyet bahşedecek bir hadis söyle de vatanıma geri döneyim.

İmam (a.s) bu ısrarı görünce şöyle buyurdu: “Babam dedemden, o da babasından, babası da kendi babasından duymuş ki; babam şöyle buyurdular: Babam Ali bin Ebu Talib Resulullah’ın şunları buyurduğunu nakletti: Allah-u Teala buyurdu: "«La ilahe illallah» benim ismim ve nişanemdir. Kim bu ismi kalpten ihlas ile söylerse benim kaleme girmiş olur. Kim kaleme girerse, azabımdan korunmuş olur."

Kitabın yazarı diyor ki; İhlastan kasıt, «la ilahe illallah» kelimesinin, onu söyleyen kişiyi günah ve isyandan koruyabilmesidir.

 

3- Muhammed bin Mûsa bin Mütevekkil (r.a) metinde zikredilen senetle hizmetçi Yasir'den şöyle dediğini naklediyor: “İmam Rıza (a.s) Humeyd bin Kandabe'nin evine geldiğinde elbiselerini çıkararak ona verdi. Humeyd de elbiseleri yıkayıp temizlemesi için hizmetçiye verdi. Hizmetçi kısa bir süre sonra elinde bir kâğıt parçasıyla geriye döndü ve bu kâğıdı İmam Rıza (a.s)'ın cebinde bulduğunu söyleyerek Humeyd'e verdi. Ben o hazrete arz ettim ki: Size feda olayım, hizmetçi bu kâğıdı getirdi ve sizin cebinizden bulduğunu söylüyor, bu nedir? Buyurdular: “Bu bir muskadır; ben onu hiçbir zaman yanımdan ayırmıyorum.” Ben arz ettim ki: Keşke bizi onunla şereflendirseydiniz! Buyurdu ki: Bu öyle bir muskadır ki, kim onu yanında taşırsa belalar ondan uzak olur ve kovulmuş şeytanın (ve sultanın) şerrinden de güvende olur.

Daha sonra İmam (a.s) muskayı Humeyd'e yazdırdı ve o dua şöyledir: “Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla; doğrusu ben; senin şerrinden ister Allah-u Teala'dan korkan ol, ister olma, Allah'a sığınırım. Senin göz ve kulağını, duyan ve işiten Allah'ın yardımıyla bağladım. Senin benim üzerimde hiçbir kudretin yoktur. Senin ne kulağıma, ne gözüme, ne saçıma, ne derime, ne etime, ne kanıma, ne beynime, ne damarlarıma, ne kemiklerime, ne aileme, ne malıma ve ne de Allah'ın bana nispet ettiği rızkıma karşı hiçbir kudretin yoktur. Ben seninle kendi arama peygamberler ve meleklerin örtüsüyle perde çektim. O örtü ki, peygamberler kendilerini zamanın Firavun'larının şerrinden onun vasıtasıyla koruyorlardı. Cebrail sağ tarafımdan, Mikâil sol tarafımdan, İsrafil arka tarafımdan ve Muhammed (s.a.a) önümden beni koruyorlar. Allah benden haberdardır ve sana karşı da koruyacaktır; aynı şekilde Allah-u Teala şeytanı da benden men edecektir. Allah'ım! Onun cehaleti senin sabrına galip gelmesin ve onun cehaleti, beni kararsız kılmaya ve beni küçük düşürmeye neden olmasın. Allah'ım, sana sığınmışım! Allah'ım, sana sığınmışım! Allah'ım sana sığınmışım!”[44]


Text Box: 40. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)'IN MEMUN'UN VELİAHTLIĞINI KABUL SEBEBİ VE GELİŞEN OLAYLAR[45]

 

 

1- Ahmed bin Ziyad el-Hemedanî, Ali bin İbrahim'den, o da babasından, babası da Rayyan bin Salt'tan şöyle dediğini naklediyor: Ali bin Mûsa er-Rıza (a.s)'ın yanına giderek kendisine “Ey Allah resulünün oğlu! Halk diyor ki: Dünyaya karşı zahit olduğunu söylediği halde Memun'un veliahtlığını kabul etti! İmam (a.s) buyurdu ki: "Allah-u Teala benim bu işten ne kadar nefret ettiğimi biliyor. Ama ölümle bu iş arasında seçim yapmak zorunda kaldım ve ben de bu işi ölüme tercih ettim. Yazıklar olsun onlara! Acaba onlar Yûsuf (a.s), nebi ve resul olduğu halde mecburluğundan dolayı Mısır padişahına: "Beni hazinelerinin başına getir; çünkü ben onları iyi korur ve (yönetimini) iyi bilirim" dediğini bilmiyorlar mı? Bütün nefretime rağmen beni de mecburluk bu işe soktu. Ölümle karşı karşıya kaldıktan sonra nefretime rağmen bu işi kabul ettim. Bu işe, bu işten çıkan bir kimse gibi girdim. Ben şikâyetimi sadece kendisine şikâyet edenlere ve kendisinden yardım dilenilen Allah-u Teala'ya ediyorum."

 

2- Hüseyin bin İbrahim bin Natane, bir önceki rivayetin senediyle Ebu Salt-ı Herevî'den, Memun ile İmam Rıza (a.s) arasında şöyle bir konuşma geçtiğini naklediyor:

Memun: Ey Resulullah'ın oğlu! Ben senin ilmini, fazlını, zühdünü, veranı (günah ve mekruhlardan uzak durmanı) ve ibadetini tanıdım seni hilafet makamına kendimden daha layık görüyorum.

İmam Rıza (a.s): Ben Allah'ın kulluğuyla iftihar ediyorum, züht vesilesiyle bu dünyanın şerrinden kurtulmayı istiyorum; günahlardan uzak durma vesilesiyle Allah katındaki nimetlere ulaşıp mutlu olma ümidindeyim. Dünyada alçakgönüllü olma vesilesiyle de Allah katında yüce mertebelere ulaşma ümidindeyim.

Memun: Ben kendimi hilafetten azlederek onu sana teslim edip sonra da sana biat etme düşüncesindeyim.

İmam: Eğer bu hilafet senin hakkınsa ve Allah-u Teala onu sana layık görmüşse, Allah'ın sana giydirdiği bu hilafet elbisesini üzerinden çıkarıp başkasına giydirmen caiz değildir. Ama eğer hilafet senin hakkın değilse, kendine ait olmayan bir hakkı bana verme yetkisine sahip değilsin.

Memun: Ey Resulullah'ın oğlu! Bu teklifi kabul etmekten başka çaren yok!

İmam: Bu teklifi kendi isteğimle asla kabul etmeyeceğim.

Memun bir müddet bu teklifinde ısrarda bulunmaya devam etti. Ama, İmam (a.s)'ın kabulünden ümidini kesince İmam Rıza (a.s)'a şöyle bir öneride bulundu: Eğer halifeliği ve benim sana biatimi kabul etmiyorsan, benim veliahdım ol.

İmam: Allah'a andolsun ki, babam dedeleri vasıtasıyla Müminlerin Emiri Ali (a.s)'dan, o da Resulullah'tan benim için şöyle nakletti: “Ben, sen sağken zehirlenerek vefat edeceğim ve mazlum bir şekilde öleceğim. Öldüğümde gök ve yerdeki melekler benim için ağlayacaklar. Gurbet diyarında Hârun'ur-Reşid'in yanına gömüleceğim.”

Memun bu sözü duyunca ağladı. Daha sonra şöyle dedi: Ey Resulullah'ın oğlu! Kim seni öldürecek? Ben sağ olduğum müddetçe kim sana karşı böyle cüretkâr davranabilir?

İmam (a.s): Eğer ben katilimi tanıtmak istersem, tanıtırım ve kim olduğunu söylemek istersem, söylerim.

Memun: Ey Resulullah'ın oğlu! Böyle sözlerle kendini, veliahtlığımı kabul etmeme suretiyle rahatlatıp halkın, “Ali bin Mûsa mal ve makama rağmen zahittir” demesini mi istiyorsun?

İmam (a.s): Allah'a andolsun ki, Allah-u Teala'nın beni yarattığı günden beri yalan söylemedim. Dünyayı dünya için terk etmedim. Ben senin ne istediğini çok iyi biliyorum.

Memun: Ne istiyorum?

İmam (a.s): Eğer doğru söylersem güvende olacak mıyım?

Memun: Güvendesin.

İmam (a.s): Sen, halkın “Ali bin Mûsa dünyaya rağbetsiz değildir, ancak dünya ona rağbetsizdir; hilafete ulaşmak için veliahtlığı nasıl hırsla kabul ettiğini görmüyor musunuz!” demesini istiyorsun.

Memun, öfkelenerek: Sen sürekli olarak bana, benim hoşlanmadığım şekilde davranıyorsun. Galiba benim kudretimden korkmuyor ve kendini de güvende sanıyorsun. Allah'a andolsun ki, veliahtlığı kendi isteğinle kabul etmek zorundasın, yoksa seni onu kabule mecbur ederim. Eğer kabul edersen ne âla, ama eğer kabul etmezsen boynunu vurdururum!

İmam (a.s): Allah-u Teala (göz göre göre) kendimi ölüme atmaktan beni nehyetmiştir. Eğer durum bundan ibaretse kendi görüşüne göre uygun olanı yap. Ben bunu kabul ederim, ama hiçbir atama ve azletme işine karışmam, hiçbir kanunu değiştirmem ve hiçbir sünneti de bozmam. Sadece uzaktan uzağa yol göstericilikte bulunurum.

Bunun üzerine Memun, istemediği halde bu şartlarla İmam (a.s)'ı veliahtlığa kabul etti.

 

3- Ali bin Ahmed ed-Dakkak, iki vasıtayla Muhammed bin Arefe'den şöyle dediğini naklediyor: Ben İmam Rıza (a.s)'a dedim ki: Ey Resulullah'ın oğlu! Sizi Memun'un veliahtlığını kabule zorlayan şey nedir?

İmam cevaben şöyle buyurdu: "Ceddim Emir'ul Müminin Ali (a.s)'ı şûraya girmeye mecbur eden şeyin aynıdır!"

 

4- Ali bin Abdullah el-Verrak (r.a) Ali bin İbrahim-i Kummî'den, o da babasından, babası da Abdusselam bin Salih el-Herevî'den şöyle dediğini naklediyor: "Allah'a and olsun ki, İmam Rıza (a.s) kendi isteğiyle bu işin içine girmedi. Bilakis istemediği halde Medine'den Kûfe'ye, Kûfe'den Basra'ya, oradan Fars'a ve oradan da Merv'e götürüldü."

 

5- Ahmed bin Yahya el-Mükettib, metinde geçen senetle Ali bin Muhammed en-Nevfelî'den şöyle dediğini naklediyor: Memun İmam Rıza (a.s)'ı kendine veliaht yaptığı zaman şairler Memun'un yanına gelerek İmam Rıza (a.s)'ı öven şiirler okuyordu. Memun da, kendi seçtiği veliahdı övücü şiirler okuma suretiyle kendisini tasdik eden bu şairlere hediye veriyordu. Ama Ebu Nuvas gelip de şiirleriyle İmam'ı methetmedi. (Bir vakit Memun'un yanına vardığında) Memun ona dönerek şöyle dedi: Ey Ebu Nuvas! Sen Ali bin Mûsa'nın bana nispetle olan mevkiini ve benim ona şu anda ikram ettiğim makamı biliyorsun. Öyleyse neden onun methini geciktirdin? Oysa sen zamanının şairlerinden ve efendilerindensin. Ebu Nuvas cevap olarak şu şiiri okudu:

“Bana dediler ki, sen etkin söz söyleme sanatında herkesten daha üstünsün.

Kelamın en güzeli senin yanındadır; senin kelamın dinleyene inci saçmaktadır.

Öyleyse neden İbn-i Mûsa'nın methini terk ettin; oysa onda güzel hasletler toplanmıştır.

Dedim ki: Ben İmam'ı methetmeye bir yol bulamadım; çünkü o, öyle bir imam ki, Cebrail onun ceddinin hizmetçisiydi.”

Memun bu güzel şiiri duyunca ona “Aferin” dedi ve bütün şairlere verdiği hediyenin miktarınca ona da hediye vererek onu bütün şairlerden daha üstün tuttu.

 

6- Hüseyin bin İbrahim el-Mükettib, metinde zikredilen senetle şöyle naklediyor: Ebu Nuvas, İmam (a.s) ve Memun'un yanından ayrılarak katıra bindiği esnada İmam'a baktı ve daha sonra İmam (a.s)'ın yanına gelip selam vererek şöyle dedi: Ey Resulullah'ın oğlu! Ben sizin için birkaç beyit şiir yazdım ve size okumak istiyorum. İmam buyurdular: Oku! Daha sonra Nuvas şu şiiri okumaya başladı:

“Onların (Peygamber'in Ehl-i Beyt'inin) elbiseleri pak ve tertemizdir; nerede anılsalar selam onlara söylenmektedir.

Kim soyunu söylediğinde Alevi çıkmazsa; öteden beri onun için bir iftihar yoktur.

Allah-u Teala mahlukatı yaratıp onları mükemmelleştirdiğinde, hepsinin arasından sizleri seçti.

Mele-i Âla (yüce topluluk) sizlersiniz, kitabın ilmi ve onun vasıtasıyla surelerin geldiği şeyler sizin yanınızdadır.”

İmam Rıza (a.s) şiiri dinledikten sonra şöyle buyurdu: Öyle beyitler okudun ki, senden önce kimse böylesini okumamıştı.

İmam daha sonra hizmetçisine şöyle buyurdu: Geçimimiz için ayırdığımız paradan yanında var mı?

Hizmetçi; üç yüz dinar var, dedi. İmam; o parayı ona ver, buyurdular. Daha sonra hizmetçiye buyurdular ki: “Belki o para ona az gelebilir, o katırı da ona ver.”

Hicri 201'de İshak bin Mûsa bin İsa bin Mûsa, Hac emiri oldu. Halkla birlikte hac amellerini yaptı ve hutbesinde Memun'a halife, İmam Rıza (a.s)'a da veliaht unvanıyla dua etti. Dinleyicilerden Hamduye bin Ali bin İsa bin Mahan, ona bu duasından dolayı itiraz etti. Bunun üzerine İshak bin Mûsa siyah renkli resmi elbisesini istedi. Onu bulamayınca siyah bir bayrak bulup kendisine sararak halka şöyle dedi: “Ey insanlar! Benim size, emrolunduğum şeyleri ilettim. Ama kendim Müminlerin Emiri Memun ve Fazl bin Sehl'den başka kimseyi kabul etmiyorum.” Daha sonra minberden indi.

Abdullah bin Mutarrif bir gün Memun'un yanına gitti ve İmam Rıza (a.s) da orada bulunmaktaydı. Memun Abdullah'a “Ehl-i Beyt hakkındaki görüşün nedir?” diye sordu. Abdullah da cevaben şöyle dedi: “Tıyneti risalet suyuyla yoğrulan ve fidanı vahiy suyuyla sulanan Ehl-i Beyt hakkında ben ne diyebilirim! Acaba o soydan hidayet miski ve takva amberinden başka bir koku gelir mi?” Memun içinde inci olan kutuyu istedi ve Abdullah'ın ağzını inciyle doldurdu.

 

7- Beyhakî metinde zikredilen senet vasıtasıyla Cehm'den şöyle dediğini rivayet ediyor: Memun İmam Rıza (a.s) ile veliahtlık anlaşmasını yaptıktan sonra minbere çıkarak şöyle dedi: “Ey millet! Ali bin Mûsa bin Câfer bin Muhammed bin Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebu Talib ile biatleşme haberi sizlere ulaştı. Allah'a and olsun ki, eğer bu isimler sağır ve dilsizlere okunsa, Allah'ın izniyle şifa bulurlar.”

 

8- Beyhakî, Suli'den, o da Ahmed bin Muhammed bin Furat ve Hüseyin bin Ali el-Baktaî'den şöyle dediklerini naklediyor: “İbrahim bin Abbas, Zemin adıyla meşhur olan İbrahim ile kâtip Zeydan'ın kardeşi İshak bin İbrahim'in, İmam Rıza (a.s) Horasan'dan çıkarken ona övgü olarak okuduğu şiirlerin kopyasını onun için aldı, onun defterinde kendi yazısıyla şiirler de vardı. Bu şiirlerin nüshası İshak'ın yanında kalmıştı. Nihayet, İbrahim bin Abbas Mütevekkil tarafından emlak müdürlüğüne atandı. Bu arada onunla Zeydan'ın kardeşi olan İshak bin İbrahim'in arasına bir soğukluk girmişti. Bir ara Mütevekkil, İbrahim'i görevden aldı. O da İshak bin İbrahim'den ağır bir maliyet talebinde bulundu ve onu güç durumda bıraktı. Bunun üzerine İshak bin İbrahim de güvendiği birini çağırarak ona şöyle dedi: İbrahim bin Abbas'ın yanına git ve ona de ki: İmam Rıza (a.s) hakkında okuduğu bütün şiirleri hem kendi hattıyla ve hem de başkasının hattıyla benim yanımdadır. Eğer istediği maliyetten vazgeçmezse bu şiirleri Mütevekkil'e göndereceğim. O şahıs İshak'ın dediklerini İbrahim'e ulaştırınca dünya İbrahim'e dar gelir oldu. Bunun üzerine maliyetten vazgeçmek zorunda kaldı ve buna karşılık da İshak'ın yanındaki kendisine ait şiirleri geriye aldı. Daha sonra da her ikisi de ant içtiler ki, ne İbrahim maliyet talebinde bulunacak ve ne de İshak bu şiirler hususunda halifeye bir şey söyleyecek.

Sulî diyor ki: Müneccim Yahya bin Ali dedi ki: Ben İshak ve İbrahim'in mesajlarını birbirine iletiyordum. Sonunda şiirlerin yazılı olduğu sayfaları İshak'tan aldım ve İbrahim'e ulaştırdım. İbrahim de bütün şiirleri benim gözümün önünde yaktı.

Sulî sözlerine şöyle devam ediyor: Ahmed bin Melhan, bana şöyle nakletti: “İbrahim bin Abbas, Hasan ve Hüseyin adında iki çocuğa sahipti ki, onların künyeleri Ebu Muhammed ve Ebu Abdullah idi. Mütevekkil halife olunca, İbrahim korkusundan büyük oğlunun adını değiştirerek İshak, künyesini de Ebu Muhammed koydu; küçük oğlunun ismini Abbas, künyesini de Ebul Fazl olarak değiştirdi.”

Muhammed bin Yahya Sulî diyor ki: Ahmed bin İsmail bin Husib, bana şöyle dedi: “İbrahim bin Abbas ve Mûsa bin Abdulmelik hiçbir zaman nebiz (hurma yahut üzüm şarabı) içmezlerdi. Ama Mütevekkil işbaşına geldikten sonra her ikisi de bu şaraptan içtiler. Onlar, şarap içtiklerine dair haberler şehirde yayılsın diye bilerek şahsiyetsiz ve kadın sıfatlı insanları bir araya toplayarak günde üç kez şarap içiyorlardı. Onların takiyyeleriyle ilgili birçok rivayetler nakledilmiştir ki, şu anda onların yeri değil.”

 

9- Ahmed bin Zeyd el-Hemedanî, Hüseyin bin İbrahim el-Mükettib ve Ali bin Abdullah el-Verrak (r.a), Ali bin İbrahim'den şöyle dediğini naklediyorlar: “Hizmetçi olan Yasir, İmam Rıza (a.s)'ın Tus'ta vefatından sonra Horasan'dan geriye döndüğünde, orada bulunduğu müddetçe başından geçen olayların hepsini benim için nakletti.

Yine Ali bin İbrahim diyor ki: Raggan bin Salt ki, Hasan bin Sehl'in yanında çalışanlardandı, yine babam Muhammed bin Arefe-i Raşidî ve Salih bin Sait el-Kâtib-i Raşidî'den ki bunlar, bizim için İmam Rıza (a.s)'ın hadislerini nakleden kişilerdi, şöyle dediklerini naklediyor: “Emir öldürüldükten sonra Memun hilafet tahtına oturdu ve İmam Rıza (a.s)'a mektup yazarak onu Horasan'a davet etti. İmam (a.s) bir çok özürler getirerek davete icabet etmedi. Ama Memun, İmam (a.s)'dan el çekmedi ve İmam'ı ikna etmek için defalarca mektup gönderdi. İmam Memun'un kararlı olduğunu görünce mecburen Horasan'a gitmek üzere Medine'yi terk etti. Bu esnada İmam (a.s)'ın oğlu Ebu Câfer henüz yedi yaşındaydı. Memun, İmam (a.s)'dan yolculuk yapacağı hatların Kum ve Kûfe şehirleri dışında olmasını istedi. Bu nedenle İmam (a.s) Basra, Ahvaz, Fars hatlarıyla Merv'e getirildi. Merv'e geldiğinde Memun, İmam (a.s)'a halifeliği teklif etti, ama İmam bunu kabul etmedi. Memun yaklaşık iki ay İmam'a halifelik teklifinde ısrar edip durdu ama İmam Rıza (a.s) her defasında onu reddediyordu. Memun netice alamayınca İmam (a.s)'a veliahtlığı teklif etti. İmam (a.s) "Bu teklifi belirlediğim şartlarla kabul ederim" buyurdu. Memun: Ne istediğini şart koşmak istersen koş, dedi. İmam (a.s)'ın şöyle söylediğini naklediyorlar:

“Ben veliahtlığı kabul ederim, ama şu şartla ki, hükümetle ilgili hiçbir meseleye karışmam; ne emrederim ve ne nehy, ne mahkeme işlerine karışırım ve ne bu düzenden herhangi bir şey değiştiririm. Saydığım şeylerin hepsinden beni muaf tutmanı istiyorum.”

Memun bütün bu şartları kabul etti. Daha sonra devletin üst düzey askeri yetkililerini, hakimleri, işçileri, memurları ve tüm Abbasoğullarını İmam (a.s)'a veliaht unvanıyla biat etmeleri için bir araya topladı. Yetkililerin hepsine hediyeler verdi, onları razı etti ve onların üçü dışında hepsi bu meseleyi kabullendiler. Askeri yetkililerden olan üç kişi şunlardı: İsa Culudî, Ali bin İmran ve Ebu Yûnus. Bu üç kişi İmam Rıza (a.s)'a biat etmedikleri için tutuklanarak hapse atıldılar. Daha sonra herkes İmam (a.s)'a biat etti ve İmam'ın veliahtlığı İslam hükümetinin her yerinde ilan edildi. O hazretin adına dinar ve dirhemler basılarak hutbeler onun adına okundu. Memun bu iş için çok para harcadı.

Bayram akşamı geldiği zaman Memun bir kişiyi İmam (a.s)'ın peşine göndererek o hazretten bayram namazı kıldırmasını istedi. Memun İmam'ın bizzat hutbe okumasını, böylece de halkın onun veliahtlık makamına atandığından emin olmasını onun ilmi ve ahlaki makamını tanımasını, böylece de kalplerin kendi devletine ısınmasını istiyordu. İmam bir kişi vasıtasıyla Memun'a şu haberi gönderdi: “Sen, benim bu işe girmek için aramızda belirlediğim şartları biliyorsun (öyleyse benden böyle bir istekte bulunman doğru değildir).”

Memun şöyle cevap gönderdi: “Ben bu vesileyle devlet erkânının, askeriyenin ve halkın genelinin Allah'ın sana bahşettiği faziletleri görmelerini ve bu vesileyle de sana ısınmalarını istiyorum.” Bu karşılıklı tartışma uzayınca İmam (a.s) Memun'un bu işten el çekmeyeceğini anlayarak şöyle buyurdu: Ey Müminlerin Emiri! Eğer beni bu işten muaf tutarsan memnun olurum ve eğer bu namazı kıldırmamda yine ısrar edersen bil ki, eğer ben namaz kıldırırsam Allah'ın resulü ve Ali bin Ebi Talib gibi kıldırırım. Memun dedi ki: Nasıl istersen öyle kıldır. Daha sonra Memun, devlet görevlilerine ve halka sabah erkenden İmam (a.s)'ın kapısının önüne gitmeleri için destur verdi. Sabah erkenden kadın, erkek ve çocuklardan oluşan halk topluluğu ve devlet memurları İmam (a.s)'ın evinin etrafını sardılar. Güneş doğunca İmam (a.s) gusül abdesti aldı ve pamuktan olan beyaz imamesini başına bağladı. Daha sonra imamenin bir ucunu göğsüne doğru sarkıttı, diğer ucunuysa arka tarafına attı, paçalarını topladı ve daha sonra yardımcılarına dönerek şöyle buyurdu: Hepiniz benim yaptığım gibi yapın. Daha sonra eline bir asâ alarak evden dışarı çıktı, biz ise onun etrafındaydık. İmam (a.s) pantolonunun paçalarını yarısına kadar toplamıştı ve onun üzerinde de toplanmış bir elbise vardı. Bizim aramıza gelip biz de onun önünde yürüdüğümüzde başını göğe kaldırarak dört kez “Allah-u Ekber” dedi. Biz yerlerin, göklerin ve duvarların da onunla birlikte tekbir getirdiklerini sandık. Atlı askerler evin dış tarafında güzel bir şekilde sıraya dizilmişti. Hepsinin elinde de askeri silahlar olduğundan görülmeye değer, güzel bir manzara oluşturmuşlardı. Biz yalın ayak, imamenin uçları açık ve paçalar yukarı doğru toplanmış bir şekilde İmam ile birlikte dışarı çıktık. İmam (a.s) kapının çıkışında biraz duraklayarak şöyle buyurdu: “Allah-u Ekber, Allah-u Ekber, Allah-u Ekber ala mâ hedâna, Allah-u Ekber ala mâ razakana min behimet'il en'âm, ve'l hamdulillahi ala mâ eblâna.” İmam (a.s) yüksek sesle bu zikri tekrarlamaya başlayınca, bizler de İmam (a.s) ile birlikte bayram tekbirlerini okumaya başladık. Bir anda bütün Merv halkı ağlayarak tekbir seslerini haykırmaya başladılar. İmam (a.s) bu zikri tam üç kez tekrarladı. Onu bu halde gören atlıların tümü atlarından inerek ayakkabılarını çıkardılar. Merv şehri bir anda ağlama seslerine boğuldu. Halk gözyaşlarının önünü alamıyordu. İmam (a.s) on adım yürüyor, daha sonra dörtlü tekbiri okuyordu. Sanki yer, gök ve duvarlar İmam (a.s)'ın tekbirlerine cevap veriyordu. Halkın bu hali Memun'a ulaştı. Fazl bin Sehl dedi ki: Ey Müminlerin Emiri! Eğer Ebul Hasan (İmam Rıza) bu şekilde namaz kılınan yere kadar ilerlerse, halk sana sırtını dönebilir ve böylece fitne çıkar. En iyisi sen ondan geriye dönmesini iste. Memun, memurlarını göndererek İmam (a.s)'dan geriye dönmesini rica etti. İmam (a.s) ayakkabılarını getirterek giyinip evine döndü.”

 

10- Hüseyin bin Ahmed el-Beyhakî, hadisin metninde zikredilen birkaç vasıtayla Muhammed bin Ebi Abbad'dan şöyle dediğini naklediyor: Fazl bin Sehl öldürüldüğünde Memun İmam Rıza (a.s)'ın yanına gelip ağlayarak: Ey Ebul Hasan! Şimdi sana muhtaç olduğum bir vakittir, işlere bakarak bu konuda bana yardımcı ol. İmam (a.s) buyurdu ki, “Halkı yönetme senin işin ve dua etmek ise bizim işimizdir.”

İbn-i Ebi Abbad diyor ki: Memun dışarı çıktıktan sonra İmam (a.s)'a arz ettim ki: Allah sana izzet versin! Niçin Müminlerin Emiri'nin senden istediğini kabul etmedin? İmam şöyle buyurdu: Yazıklar olsun sana, ey Ebu Hüseyin! Senin bu konuda bir bilgin yoktur. İmam (a.s) benim çok üzgün olduğumu görünce şöyle buyurdu: "Bu mesele hakkında ne düşünüyorsun? Eğer iş senin dediğin noktaya ulaşırsa ve sen benim yanımdaki durumunu aynen korursan alacağın maaş, önceden aldığın miktarın aynısı olacaktır, sen de benim yanımda diğer insanlardan biri gibi olacaksın."

 

11- Hüseyin bin Ahmed el-Beyhakî, Sulî'den, o Muhammed bin Ebul Mevc'den ve o da babası Hüseyin Razi'den şöyle dediğini naklediyor: Bir kişi İmam Rıza (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletti: “Hamd, o Allah'a ki, bu halkın zayi ettiği şeyi bizim için muhafaza etti ve halkın bizi düşürdüğü miktarca bizi yüceltti. Bize yapılan haksızlıklar öyle bir hadde ulaştı ki, seksen yıl boyunca küfür minberlerinde bize lanet okundu, bize ait bütün faziletler saklandı ve bize iftira atabilmek için birçok mallar harcandı. Ama Allah-u Teala bizim şânımızın yücelmesini, faziletlerimizin ise aşikâr olmasını diledi. Allah'a yemin olsun ki, bize yaptıkları zulümlerin nedeni bizim kendimiz için değildi; Allah'ın resulüne olan düşmanlıkları ve bizim ona olan yakınlığımızdan dolayı idi ki, bunca zulme maruz kalmamıza neden oldu. Bize yapılanlar öyle bir hadde ulaştı ki, bizim Resulullah (s.a.a) hakkında naklettiğimiz rivayetler, bizden sonra onun nübüvvetinin en büyük delil ve nişanelerinden olacaktır.”

 

12- Beyhakî, Sulî'den, o Galabî'den, o da Ahmed bin İsa bin Zeyd'den şöyle dediğini naklediyor: Memun bir kişinin öldürülmesini emretti. O şahıs; “Beni öldürtme, çünkü ben sana hizmet etmiş biriyim” dedi. Memun: Sen nesin ki, senin yaptığın hizmet de ne olsun? diye cevap verdi. Bu esnada İmam Rıza (a.s) Memun'a şöyle buyurdular: "Allah aşkına! Bilki, herkesin yaptığı hizmet az dahi olsa, takdir edilmeli. Çünkü Allah-u Teala kullarını şükretmeye emretti ve onlar şükredince Allah-u Teala onları bağışladı."

 

13- Bir grup şöyle dedi: Fazl bin Sehl imayla Memun'a İmam Rıza (a.s)'ı kendisine veliaht yapmasını teklif etti. O gruptan birisi Ebu Ali Hüseyin bin Ahmed es-Selamî idi. O, Horasan'ın tarihiyle ilgili yazmış olduğu kitabında bu meseleyi naklederek şöyle diyor:

"Fazl bin Sehl, Memun'un veziri ve işlerinin idarecisiydi. O, önceleri Mecusî iken Yahya bin Halid vasıtasıyla Müslüman olarak onun cemaatine katıldı. Ama Fazl'ın babası Sehl'in Mehdî Abbasî vesilesiyle Müslüman olduğu söyleniyor. Fazl'ı, Yahya bin Halid Bermekî Memun'un yanında çalışması için onun yanına götürdü. Fazl, Memun'un yanındaki görevini o kadar iyi yapıyordu ki, sonradan her istediği işi, Memun ile istişare etmeden, kendi görüşüne göre yapma yetkisine sahip oldu. O, hem vezirlik ve hem de savunma bakanlığı makamlarını elinde bulundurduğu için Zürriyaseteyn (iki makam sahibi) lakabıyla anılıyordu.

Memun, hilafet makamına oturduktan sonra bir gün Fazl kendisiyle birlikte oturanlara şöyle dedi: Benim yaptığım işle Ebu Müslim'in yaptığı iş arasında ne gibi bir fark görüyorsun?

O, şöyle cevap verdi: O, hilafetin bir kabileden başka bir kabileye geçmesini sağladı. Sen ise bir kardeşten başka bir kardeşe geçmesine vesile oldun. Bu ikisi arasındaki farkı sen daha iyi biliyorsun.

Fazl dedi ki: Senin dediğin gibi değil; ben de hilafeti bir kabileden başka bir kabileye geçireceğim. Daha sonra Fazl, Memun'un kardeşi Mutemen yerine İmam Rıza (a.s)'ı veliaht tayin etmesini sağladı.

İmam Rıza (a.s) Hicri 200 yılında Basra ve Fars yoluyla Reca bin Ebi Zahhak ile birlikte Horasan'a gelerek Memun'un yanına yerleşti. Daha sonra Memun'un kızıyla evlendi. Bu haber Bağdat'a ulaşınca Abbasî ailesi çok rahatsız oldu ve İbrahim bin Mehdî'yi öne geçirerek halife unvanıyla ona biat ettiler. Bu olayın üzerine meşhur şair Di'bil bin Ali el-Huzaî (hiciv amacıyla) onun hakkında şu şiiri okudu:

“Ey askerler topluluğu! Ümidinizi kaybetmeyin: Siz kendinize verilen bahşişleri alın, sinirlenmeyin.

Çabucak yeni halife sizlere yeni cariyeler bağışlayacak; öyle cariyeler ki, hem yeni gençler ve hem de saçı sakalı kararmış orta yaşlı erkekler onlardan lezzet alırlar.

Musikî araçları sizin reisleriniz içindir; o araçlar ne torbaya girer, ne de bağlanır.

Kur'an'ı musikî olan halife işte ashabını böyle rızıklandırır.”

Di'bil'in bu şiiri okuma nedeni; İbrahim bin Mehdî'nin uda aşırı tutkunluğu ve şarap bağımlısı olmasıydı. Mehdî'nin halifelik haberi Memun'a ulaşınca, Fazl bin Sehl'in kendisiyle veliahtlık meselesinde istişare ettiğinde onu doğru yola iletmemiş olduğunu gördü. Bundan dolayı Memun, Merv'den ayrılarak Irak'a doğru hareket etti ve Fazl bin Sehl'in öldürülmesi için emir verdi. Faz bin Sehl, Serahs şehrinin hamamında Galip (Memun'un dayısı) denen şahıs tarafından gafil avlanarak öldürüldü. Bu olay, Hicri Kameri 203 yılının Şaban ayında meydana geldi.

Memun Fazl'dan sonra İmam Rıza (a.s)'ı öldürme planları yapmaya başladı ve günlerin birinde İmam (a.s) küçük bir hastalığa yakalandığında bu fırsattan yararlanarak onu zehirletti. İmam (a.s) Hicri Kameri 203 yılının Safer ayında 52 yaşındayken vefat etti. Memun İmam (a.s)'ı Tus'un Senâbad mahallesinde babası Hârun'un gömülü olduğu yere defnedilmesini emretti. Bazıları İmam (a.s)'ın ölüm esnasında 55 yaşında olduğunu da yazmışlardır."

İşte, Ebu Ali Hüseyin bin Ahmed es-Selamî, olayları kitabında bu şekilde nakletmiştir.

 

14- Babam (r.a), metinde zikredilen senetle Mümmer bin Cellad'dan İmam Rıza (a.s)'ın kendisine şöyle buyurduğunu naklediyor: Bir gün Memun bana dedi ki: Ey Ebul Hasan! Bana karşı ayaklanma çıkaran şehirlere, yönetici olarak birini göndermem için bana güvendiğin bir şahsı tanıtır mısın?

Dedim ki: Ey Emir! Sen benimle olan ahdine vefa edersen, ben de seninle olan ahdime vefa ederim. Ben iş başına geldiğimde emir ve nehiyde bulunmayacağımı, hiç kimseyi bir işten azletmeyip hiç kimseyi bir işe atamayacağımı ve hiç kimseyi de ölüm, senden önce bana gelip çatıncaya dek bir iş peşine göndermeyeceğimi şart etmiştim. Allah'a and olsun ki, ben hiçbir zaman halifelik hayallerine kapılmadım. Ben Medine'de yaşıyor, merkebimle evime gidip geliyordum. Medine'den olmayan insanlar benden yardım talebinde bulunuyor, ben de gücüm yettiği kadar onlara yardımda bulunuyordum. Bundan dolayı da onlar benim amcalarım gibiydiler. Her nereye ve her kime mektup yazsam, benim yazdıklarımı kabul ediyorlardı. Sen, Allah'ın bana verdiklerine bir yenisini eklemedin.

Memun, İmam (a.s)'ın dediklerini kabul ederek şöyle dedi: Ben de sana vermiş olduğum ahde vefa edeceğim.


Text Box: 41. BÖLÜM
 

 

 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’IN YAĞMUR DUASI

 

 

Müfessir Muhammed bin Kâsım metnindeki senetle İmam Askerî (a.s)’dan o da babası Ali bin Muhammed (a.s)’dan o da babası Muhammed bin Ali (a.s)’dan şöyle naklediyorlar: Memun, Ali bin Mûsa Rıza (a.s)’ı kendisine veliaht karar verdikten sonra, bir süre yağmur yağması durdu. Bunun üzerine Memunun taraftarları ve Rıza (a.s)’ın düşmanları şöyle dediler. Bakınız Ali bin Mûsa Rıza aramıza gelip veliaht olunca, Allah bizlerden yağmuru kesti. Bu haber Memun’a ulaştığında kendisine çok ağır geldiğinden İmam Rıza (a.s)’a şöyle bir öneride bulunmuştu: Yağmur yağmıyor, eğer sizler (yağmur namazı kıldırarak) dua ederseniz, Allah bu millet için yağmur gönderir.

İmam Rıza (a.s): Evet olur, buyurdular.

Memun: “Bunu hangi gün (ne zaman) yapacaksınız?” dedi. O gün ise Cuma günüydü. İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdular: Pazartesi günü yapacağım, çünkü dün gece Resulullah (s.a.a)’ı Emir’el-Müminin Ali (a.s) ile birlikte rüyamda gördüm ve bana şöyle buyurdular: “Evladım! Pazartesi gününe kadar bekle. O gün sahraya çıkarak Allah’tan yağmur talebinde bulun ki, Allah halka yağmur gönderecektir. Allah’ın sana bildirmiş olduğu şeyleri onlara haber ver ki böylece senin faziletin ve Rabb'inin katındaki makamın hakkında bilgileri artmış olsun.”

Pazartesi günü gelip çattığında İmam (a.s) sabahleyin çöle doğru yola koyuldu. Halk dışarı çıkarak olayı seyrediyordu. İmam (a.s) minbere çıkıp, Allah’a hamd ve sena ettikten sonra şu şekilde dua etmeye başladı: “Allah’ım! Ey Rabbim! Sen, biz Ehl-i Beyt’in hakkını büyük kıldın ki, halk emrettiğin şekilde bize tevessül etsinler, senin fazl ve rahmetini ümit etsinler, senin ihsan ve nimetini beklesinler. Öyleyse halka çok faydalı, durmayan ve her tarafı kaplayan zararsız bir yağmur yağdır. Bu yağmurun başlangıcı da eve döndükten sonra olsun.”

Ravi şöyle diyor: Muhammed (s.a.a)’ı hak olarak peygamberliğe seçen Allah’a yemin olsun ki (o esnada) rüzgâr havada bulutlar oluşturmaya ve şimşekler çakmaya başladı; halk yağmurdan kaçmak istercesine yerlerinden kalkmaya başladılar. Rıza (a.s) halka hitaben; “Ey insanlar! Sakin olunuz, bu bulutlar sizler için değil, filan şehrin halkı içindir” buyurdu. Derken, bütün bulutlar yağmadan geçti. Sonra tekrar şimşeklerle beraber yeni bir bulut yığını geldi, halk tekrar telaşlanmaya başladı. İmam (a.s) yine halka; sakin olun, bu bulutlar sizin için değildir, filan şehrin halkı içindir” buyurdu. Böylece on parça bulut gelip geçti. Bunların her birinde Ali bin Mûsa Rıza (a.s), “Sakin olun, onlar sizin için değil, filan şehrin halkı içindir.” diye buyuruyordu. Daha sonra on birinci kez bulut gelmeye başladı. Bu defa İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Ey İnsanlar! Allah azze ve celle bu bulutları sizler için gönderdi, öyleyse Allah’ın size bu lütfünden dolayı ona şükrediniz. Kalkın ve evlerinize dönün. Bu bulutlar üzerinizdedir, evlerinize ulaşmayıncaya kadar da yağmaz. Daha sonra Allah-u Teala’nın kerem ve şanına layık olan bir şekilde sizlere hayır getirecektir.”

Bu sözleri buyurduktan sonra minberden indi. Halk ise evlerine geri döndüler. Bulut öylece yağmurunu tutmuştu, halk evlerine yaklaşır yaklaşmaz şiddetli bir yağmur yağmaya başladı. Vadiler, havuzlar çukur ve sahralar su ile dolup taştı. Halk, Allah’ın vermiş olduğu bu kerametinden dolayı Resulullah’ın oğlunu kutlamaya başladı ve şöyle dediler: “Allah’ın kendi resulünün oğluna vermiş olduğu bu kerametler mübarek olsun.”

Daha sonra İmam Rıza (a.s) toplanmış olan halkın yanına gelerek şöyle buyurdular: “Ey insanlar, Allah’tan vermiş olduğu nimetler hususunda çekinin (o nimetlerin kadrini bilir), ona itaatsizlik sebebiyle nimetleri kendinizden uzaklaştırmayın. Allah’a itaat etmek, vermiş olduğu nimet ve ihsanlarına karşılık ona şükrederek bu nimetlerin devamlılığını sağlayın ve bilin ki, Allah’a iman ve onun resulü Muhammed (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’inin hak ve hukukunu itiraf ettikten sonra, mümin kardeşlerine rablerinin cennetine ulaşmaları için bir geçiş yeri olan dünyaları hususunda onlara  yardım etmekten başka Allah katında daha sevimli olan bir şeyle Allah’a şükürde bulunamazsınız. İşte gerçekten bunu yapanlar, Allah’ın özel kullarından sayılırlar.

Resulullah (s.a.a) bu konu hakkında bir söz buyurmuştur, akıllı bir kimse eğer bunu iyice düşünür ve onun üzere amel ederse Allah’ın bu konuda ona olan fazlından yüz çevirmez. O söz şudur:

Resulullah (s.a.a)’e; “Ey Allah'ın resulü (s.a.a), falancı şöyle-böyle günahları yaptığından dolayı helak oldu.” dediklerinde Allah’ın resulü şöyle buyurdular: “Hayır ve kurtuluşa erdi; çünkü Allah-u Teala onun amellerini hayırla sonuçlandıracak ve çok geçmeden günahlarını temizleyecek ve onları onun için sevaba  dönüştürecektir. Zira o, yolda giderken bir müminle karşılaştı, karşılaşmış olduğu bu adamın kendinden habersiz bir şekilde avret yeri açılmıştı, derken onun utanmaması için haber vermeden açılan yeri örttü. Daha sonra bir vadiye geldiklerinde karşı taraf onun yapmış olduğu bu iyi ameli anlayarak şöyle dedi: Allah sevabını artırsın, akıbetini hayırlı kılsın ve inceden inceye hesaba çekmesin. İşte Allah o müminin duasını karşı taraf hakkında kabul etti. Allah-u Teala, o adamın akıbetini sadece o müminin duasıyla hayırlı kılacaktır." Allah resulünün bu sözleri o adama ulaşınca tövbe edip Allah’a itaate yöneldi. İşte bu olaydan yedi gün geçmiş idi ki, Medine şehrinin çevresine gece baskını yapıldı. Resulullah (s.a.a) de bunları takip etmeleri için bir grup gönderdi. O grupta olanlardan birisi de, onların arasında şehit düşen söz konusu şahıs idi."


Text Box: 42. BÖLÜM
 

 

 

 

 

 


MEMUN’UN, HALKI İMAM RIZA (A.S)’IN ETRAFINDAN UZAKLAŞTIRMA VE KÜÇÜK DÜŞÜRME ÇABALARI

 

 

Saduk (r.a) metindeki senetle iki yolla Abdusselam Herevî’den şöyle dediğini nakletmiştir: Ebul Hasan Ali bin Mûsa Rıza (a.s)’ın kelamla ilgili toplandılar düzenlediği ve halkın onun ilmine hayranlığı hususunda Memun’a bir haber ulaştı. Bunun üzerine Memun, Muhammed bin Amr-ı Tusî’ye (kapıcısı) halkı, İmam'ın toplantılarından kovmasını, İmam’ı da huzuruna çağırmasını emretti. Memun İmam'ı görünce ona karşı saygısızlıkta bulundu. İmam (a.s) sinirli bir halde Memun’un yanından ayrılırken şunları söyledi:

“Mustafa’nın, Murtaza’nın ve kadınların efendisinin hakkına andolsun ki, ona beddua ederek Allah’ın güç ve kudretinden, bu şehrin köpekleriyle dışarı atılmasına, yakınları ve taraftarlarıyla birlikte aşağılanmalarına sebep olacak bir gücün inmesini isteyeceğim.” Daha sonra İmam (a.s) eve dönerek abdest için su istedi. Abdest aldı ve iki rekât namaz kıldı. İkinci rekâtta kunut tutarak şu duayı okudu:

“Allah’ım! Kapsayıcı kudret, geniş rahmet, ard arda ihsan, bol nimetler, güzel lütuflar ve çok bağışlar sahibi! Ey temsil (benzetme) ile vasfedilmeyen, benzer ile benzetilmeyen ve bir destek ile mağlup olmayan! Ey yaratan ve rızık veren, ilham eden ve konuşturan, icat eden ve kanun koyan (yol gösteren), yüksek olan ve yükselten, takdir eden ve güzelleştiren, şekil veren ve sağlamlaştıran.[46] İhticac eden ve ulaştıran, nimet veren ve kamilleştiren, bağışlayan ve çoğaltan! Ey yüceliğinde yüce olan ve gözlerin görebileceği sınırı aşan, letafetinde yakın olan, düşüncelerin sezgisinden öteye geçen! Ey saltanatında yegane olan, sultanlık melekutunda eşi olmayan, kibriyalıkta (büyüklükte) tek olan, makamının ceberutunda (azametinde) misli olmayan! Ey azametinin büyüklüğünde derin düşünenlerin hayran kaldığı ve azametini görmekten yaratıklarının gözlerinin aciz kıldığı! Ey ariflerin kalbinden geçenleri bilen ve bakanların gözlerinin bakmasına şahit olan! Heybetinden dolayı yüzlerin yere kapandığı, büyüklüğünden dolayı önünde başların eğildiği, korku ve dehşetinden dolayı kalplerin çarptığı, boyun damarlarının titrediği! Ey îcad eden; ey (devamlı) yoktan yaratan; ey kudretli, güçlü ve ey yüceler yücesi! Kendilerine (namazda) salât göndermekle salâtı (namazı) şereflendirdiğin kimselere, salât eyle, bana zulüm eden, beni küçümseyen ve Şia'larımı kapımdan kovan kimseden intikamımı al; bana tattırdığı gibi aşağılık ve korkunun acısını ona tattır; pislik ve necislerin uzaklaştırıldığı gibi onu kendi rahmetinden uzaklaştır!”


Text Box: 43. BÖLÜM
 

 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’IN OKUDUĞU BAZI ŞİİRLER

 

 

1- Muhammed bin Mûsa bin Mütevekkil (r.a), Mûsa bin Muhammed-i Muharibî’den ve ismini söylediği birisi İmam Rıza (a.s)’dan şöyle naklediyor: Memun, Rıza (a.s)’a şöyle dedi: Şimdiye kadar sizden şiir rivayet edildi mi?

İmam (a.s): “Evet çok rivayet edildi.” buyurdu.

Memun: Hilim hakkında söylenen en güzel şiiri benim için okur musun?

İmam (a.s):

”Kendimden aşağı birisinden cahilce bir davranış görürsem, bana onunla cahilce mukabele etmek yakışmaz.

Kendi düzeyimde biriyle karşılaşırsam -sabırlı ve hilimli olurum ki ondan daha üstün olabileyim; fazilette kendimden üstün biriyle karşılaşırsam- büyüklük ve öncelik hakkını ona veririm.”

Memun: Ne kadar güzel bir şiir idi. Kimin şiiridir bu?

İmam (a.s): Bizim gençlerden birinin şiiridir.

Memun: Cahil karşısında susmak ve dosta hakaret etmemek ve sinirlenmemek hakkında duyduğun en iyi şiirini okur musun?

İmam (a.s):

"Dostum benden ayrılmak için uzaklaşırsa ben uzaklaşma sebebini anlamaya çalışırım.

Ve ona anlatmaya çalışırım ki; eğer bu hakaretle ona çıkışırsam onun için hakareti terk etmesini hakaret görürüm.

Cahil ve haksızlık yapan biriyle karşılaşırsam; ki imkânsız şeylerin olabileceğine inanır,

Onun karşısında susmayı daha iyi bilirim. Zira susmak, yerine göre cevaptır."

Memun: Ne kadar güzel bir şiir, bu kimin şiiridir? İmam (a.s): Gençlerimizden bazılarındandır.

Memun: Bana düşmanı ram etmek ve onu dost edinmek amacıyla söylenmiş en iyi şiiri okur musun?

İmam (a.s):

"Hilekâr birine barış ve dostlukla galip gelirsem onu kendi affımla yüceltmiş olurum.

Ve düşmanın yapmış olduğu şeyleri, ihsan ve güzellikle defetmeyen, yüce yerden bağışlama ve sabır almamıştır, derim.

Aralarında ihtilaf olan şeylerin halledilmesinde dostluk ve sevgiden başka bir şey görmedim.”

Memun: Çok güzel bir şiir kimindir bu?

İmam (a.s): Bazı gençlerimizdendir.

Memun: Sır saklamayla ilgili güzel bir şiir okur musun?

İmam (a.s):

"Başkasının sırrının aşikâr olmaması için unutmalıyım; öyleyse birinin sırrını saklıyorsan unutmalısın.

Bu unutmanın sebebi, kalbimin onu hatırlayarak etrafa saçma korkusundan kaynaklanır.

Sırrı açıklamayan ve onu zihninde dolaştırıp duran kimse sonunda ona sahip olamaz. (Kendiliğinden ve ihtiyarsız olarak onu açıklar.)

 

2- Ali bin Ahmed bin Muhammed bin İmran-ı Dekkak (r.a) Muammer bin Cellad’dan ve bir grup cemaatten şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s)’ın yanına gittiğimizde, içimizden bazıları İmam'a şöyle dediler: Allah bizi sana feda etsin, her zamankinden farklı bir haliniz var, bir şey mi oldu yoksa? İmam (a.s): Dün gece geç vakte kadar yatmadım ve Mervan bin Ebu Hafsa’nın[47] söylemiş olduğu şu şiiri düşünüyordum:

"İmkânsız bir şeydir ki, kızın evlatları (torunlar) amcalarının yerine miras alır olsunlar!"

Sonra uyudum ve rüyamda, kapısının dört bir köşesini eline alan bir şahıs gördüm, şöyle diyordu:

"İmkânsız bir şeydir ki müşrikler İslam bayrağının taşıyıcısı olsunlar.

Kızın evlatları (torunlar) dedelerinden nasiplerini alırlar. Halbuki amcalar irs almadan kenara çekilirler.

Küfrün askerleri içerisinde savaşırken Müslümanlar tarafından esir edilip fidye ile özgürlüğüne kavuşan nasıl Peygamber'in mirasçısı olur? Onun kılıç korkusuyla iman etmediği nereden malum![48]

Kur’an önceden senin buna liyakâtını bildirmiş ve onunla ilgili bütün hükümleri bildirmiştir.

Fatıma’nın oğlu ki meşhur olmuş odur Peygamberin irsini amcalardan alan

Ama Nuteyle’nin oğlu[49] kenarda şaşkın ve ağlayarak duruyor, yakınları da ona eşlik ediyor."

Babam (r.a) Sâd bin Abdullah’dan, o İbrahim bin Hişam’den, o da Abdullah bin Mugayre’den şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s)’ın şöyle dediğini duydum:

"Sen şu anda bir evde geçici bir süre için kalmaktasın ve bu kısa sürede her amel edenin ameli kabul olur.

Acaba ölümün, bu evi her taraftan sardığını görmüyor musun ki arzu ve istekleri yok edip duruyor.

Bu kısa zamanda nefsini ve şehvetini tatmin etmek için çaba sarf ediyor, tövbeni ve Allah’a dönüşünü erteleyip duruyorsun.

Halbuki ölüm, habersiz ve aniden gelir; o halde kişinin aklı ve fikriyle ne yaptığına bakmalı.”

Hasan bin Abdullah Said-i Askerî (r.a), Ahmed bin Hüseyin-i Kâtibî'den, o da Ebu Feyyaz’dan, o da babasından şöyle naklediyor: Bizler Ali bin Mûsa Rıza (a.s)’ın toplantısında bulunuyorduk, birisi kardeşini İmam’a şikayet etti. İmam (a.s) onun için şöyle bir şiir okudu:

"Kardeşini günahında mâzur gör, kötü amellerini ve ayıplarını örtmeye çalış.

Sana uydurulmuş olan bühtanlara ve zamanın zorluklarına karşı sabırlı ol.

Kendi büyüklüğünü koruyarak ona cevap verme. Zalimi bütün hesapları elinde tutana havale et.”

Muhammed bin Mûsa bin Mütevekkil (r.a) Reyan bin Salt’dan şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s) bana Abdulmuttalip hakkında şu şiiri okudu:

Halk, yaşamlarını devamlı ayıplı kılar; ama biz, kendimiz hayatın ayıbı olduk ve bizim varlığımızdan başka zamanın ayıbı yoktur.

Zamanı hesaba çekiyoruz. Ama ayıp kendimizdedir. Zira zamanın dili olsaydı bize hücum ederdi.

Canavar parçaladığı şeyin etini yemez, ama halktan bazıları açıkça birbirlerini yiyor.

Biz halkı aldatmak için görünüşümüzü düzeltiyoruz (güzelleştiriyoruz). Bizi tanımadığı halde aldatılan kimseye yazıklar olsun!”

Ebul Abbas Muhammed bin İbrahim bin İshak’ı Talagani (r.a), Haysem bin Abdullah’ı Rahmanî’den, o da Ali bin Mûsa Rıza (a.s)’dan, o da babası Mûsa bin Câfer’den, o da babası Câfer bin Muhammed’den, o da babası Muhammed bin Ali’den, o da Ali bin Hüseyin’den, o da babasından Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu nakletmektedirler:

"Allah halkı bir fıtrat üzere yarattı. Ama bunlardan bazısı cömert, bazısı cimri ve bazısı da haindir.

Cömert olan rahattır ama, cimri ve hain olan ise zorluklar içerisindedir."

 

3- Hekim Ebu Ali Hüseyin bin Ahmed el-Beyhakî, Muhammed bin Yahya bin Ebu İbad’dan, o da amcasından şöyle naklediyor:

Pek nadir şiir okuyan İmam Rıza (a.s)'ın bir gün şu şiiri okuduklarını gördüm:

"Hepimiz ölümün bize zaman tanımasını istiyoruz. Halbuki ölüm, arzu ve istekleri yok eder.

Yalancı arzular seni kandırmasın, orta halli ol ve kararsızlığı bırak!

Zira dünya, geçici bir gölgeye benzer; öyle ki, her zaman yüklenip boşalır.”

Ona; Allah sizi aziz kılsın, bu kimin şiiridir? diye sordum. İmam (a.s): Iraklı biri, sizin için söylemiş, dedi. Ben ise; Ebul Etahiye bu şiiri benim için okudu dedim.

İmam (a.s): “Onu ismiyle an, böyle konuşmayı bırak ki Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Ayıp aramayın ve halkı kötü lakaplarla çağırmayın” karşı taraf bundan hoşlanmıyor olabilir, dedi.”

 

4- Ahmed bin Ziyad bin Câfer-i Hemedanî (r.a) İbrahim bin Muhammed bin Hüseyin’den şöyle naklediyor: Memun bir cariyeyi İmam Rıza (a.s)'a hediye olarak gönderdi. Cariye İmam’ın yanına getirildiğinde, hazretin ağaran saçlarına gözü ilişti. "Yaşlıdır" deyip ondan hoşlanmadı. Bunu gören İmam (a.s), yazmış olduğu şiirle beraber cariyeyi Memun’a geri gönderdi. İmam'ın şiiri şöyleydi:

"Saçımın ağarması bana ölümü haber veriyor. Akıllı adam yaşlılığında nasihat kabul edendir.

Evet, gençlik sona erdi ve artık ona geri dönmeyeceğim.

Uzaklığından dolayı ağlıyor, sızlıyor, her zaman onu çağırıyorum; olur ya, kabul eder, belki geri döner diye.

Ne yazık ki onu kaybettik ve bu yalancı nefis de onun dönmesini arzu etmede.

Güzel kadınlar benim ak saçımdan kaçıyor. (Çünkü) burada kalma süresi uzayan herkes yaşlanacak.

Güzel yüzlülere bakıyorum ki benden kaçıyorlar, Bize de onlardan yana  ayrılık nasip olmuş.

Geçen gençlik eğer bize sevimliyse, yaşlılık da benim için sevgilidir.

Ben bu yaşlılıkta da Allah’tan korkuyorum. Yakın olan ecel bizi ayıracaktır."

 

5- Hekim Ebu Ali Hüseyin bin Ahmed el-Beyhakî İbrahim bin Abbas’dan, Rıza (a.s)’ın şu şiiri çok okuduğunu naklediyor:

“Rahatlıkta olduğun için gururlanma ve Allah’a şöyle dua et: Allah’ım canımı salim ve nimetini devamlı kıl."


Text Box: 44. BÖLÜM
 

 

 

 

 


 İMAM RIZA (A.S)’IN SEÇKİN AHLAK VE İBADETİ

 

 

1- Hüseyin bin Ahmed-i Beyhakî 352 yılında Nişabur’da şöyle dedi: Muhammed bin Yahya Sulî, Avn bin Muhammed’den, o da Ebu İbad’dan şöyle nakletmektedir: "İmam Rıza (a.s) yazları devamlı hasır üzerinde, kışlarıysa keçe üzerinde oturur, elbise olarak kalın giysiler giyerdi. Ama halkın içerisine çıktığında onlar için süslenir ve güzel giysiler giyerdi."

 

2- Hekim Ebu Ali Hüseyin bin Ahmed el-Beyhakî şöyle naklediyor: Muhammed bin Yahya Sulî, Cebelet bin Muhammed-i Kûfî’den o da İsa bin Hammad bin İsa’dan, o da babasından, o da İmam Rıza (a.s)’dan, o da babasından (a.s), Câfer bin Muhammed (a.s)’ın devamlı şöyle buyurduğunu naklediyor: “Bana isteğinin giderilmesi için birisi geldiğinde onun isteğinin yerine getirilmesi için uğraşır, acele ederim. Zira bulunmuş olduğu durumdan benim yardımım olmadan kurtulacağından korkarım.”[50]

 

3- Hekim Ebu Ali Hüseyin bin Ahmed el-Beyhakî, Muhammed bin Yahya Sulî’den, o da Ebu Zekvan'dan şöyle naklediyor: İbrahim bin Abbas’ın şöyle dediğini duydum. İmam Rıza (a.s)’dan herhangi bir şey hakkında soru sorulduğunda cevap veremediklerini görmedim, yine kendi dönemlerine kadar tarih hakkında kendisinden daha bilgili bir şahıs görmedim. Memun sürekli çeşitli şeylerden soru sorarak onu imtihan eder, İmam da cevabını verirdi. Bütün sözleri, cevapları ve getirmiş olduğu deliller Kur’an-ı Kerim’den alınmış idi. Üç günde bir Kur’an-ı hatmeder ve şöyle buyururlardı: “Üç günden daha erken bir zamanda Kur’an'ı hatmetmek istesem, bunu yapabilirim ama ayetler üzerinde düşünmeden, ne hakkında nazil olduğunu ve ne zaman indiğini düşünmeden geçmiyorum; dolayısıyla, üç gün içerisinde hatmediyorum.” İmam'ın meşhur sözlerinden birisi şudur: “Küçük günahlar büyük günahların işlenmesi için bir yoldur. Küçük günahlarda Allah’tan korkmayanlar, büyük günahlarda da Allah’tan korkmayacaklardır. Eğer Allah insanları cennete çağırmasaydı ve ateşten korkutmasaydı, yine de ona itaat etmek vacip olurdu. O halde insanlara olan fazlı, ihsanı ve layık olmadıkları halde onlara vermiş olduğu nimetleri yüzünden ona itaatsizlik yapılmamalıdır.”

 

4- Temim bin Abdullah bin Temimî Kureyşî (r.a) diyor ki: Babam, Ahmed bin Ali Ensarî’den, o da Recae bin Ebu Zehak'tan şunları işittiğini rivayet eder: Memun beni Ali bin Mûsa Rıza (a.s)’ı Medine’den getirmem için gönderdi ve bana, İmam'ı Kum şehri üzerinden değil de Basra, Ahvaz ve Fars mıntıkalarından getirmemi, on gece ve on gündüz, yanına götürünceye dek koruyucu olmamı emretti. Ben Medine’den Merv'e kadar kendilerinden ayrılmadım. Vallahi Allah’a ondan daha yakın, daha takvalı, Allah’ı sürekli anan, ondan daha fazla Allah’tan korkan birini görmedim. Sabah ışıdığı zaman namazını kılar ve aynı yerde oturur; güneş doğuncaya kadar Allah’ı tesbih eder, hamd eder, tekbirler getirir, lâ ilahe illallah der ve Peygamber'e salavat gönderirdi. Sonra güneş yükselinceye kadar tekrar secdeye varırdı. Ardından halka döner, onlarla öğleye kadar sohbet eder, nasihatlerde bulunurdu. Sonra da abdestini tazeleyip namaz yerine döner, öğlen vakti altı rekât namaz kılar (ikişer rekât); birinci rekâtta Hamd ve Kâfirûn sûresini, ikinci rekâtta Hamd ve İhlas sûresini okurdu. Diğer dört rekâtta ise Hamd ve İhlas sûresini kıraat eder, her iki rekât sonunda selam verir ve her ikinci rekâtta kıraatten sonra ve rükûdan önce kunut tutardı. Sonra ezan okuyarak tekrar iki rekât namaz kılar, arkasından da ayağa kalkarak öğle namazını kılardı. Selam verdikten sonra Allah’ı tesbih ve hamd eder, tekbir getirir ve la ilahe illallah der, bunu Allah’ın istediği kadar yapardı. Sonra şükür secdesine kapanır, yüz defa "şükran lillah" derdi. Başını secdeden kaldırdıktan sonra altı rekât namaz daha kılardı. Her rekâtta Hamd ve İhlas sûresini okur, her iki rekât sonunda selam verir, ikinci rekâtlarda kıraatten sonra ve rükûdan önce kunut tutardı. Sonra tekrar ezan okur, iki rekât namaz kılar ve yine ikinci rekâtta kunut tutardı. Selam verdikten sonra ayağa kalkar ve ikindi namazını kılardı. Yine selamdan sonra namaz yerinde oturur, Allah’ı tesbih ve hamd ederdi. Allah’ın istediği kadar tekbir getirir, lâ ilahe illallah derdi. Daha sonra secdeye varır yüz defa "hamden lillah" derdi. Güneş batımında ise abdestini yenileyip ezan ve kamet okur, üç rekât akşam namazını kılardı. İkinci rekâtta kıraatten sonra ve rükûdan önce kunut tutar, selamdan sonra yerinde oturur, tekrar Allah’ın istediği kadar tesbih, hamd, tekbir ve la ilahe illallah zikirlerini eder, ardından yine şükür secdesine giderdi. Daha sonra başını secdeden kaldırır, hiçbir şekilde konuşmadan kalkar ve iki selamla dört rekât namaz kılardı (ikişer rekât). Yine ikinci rekâtlarda kıraatten sonra ve rükûdan önce kunut tutardı. Bu dört rekâtın birincisinde Hamd ve Kâfirûn sûresini, ikinci rekâtta da Hamd ve İhlas sûresini okurdu. Namazdan sonra oturur ve Allah’ın istediği kadar namazın takibatıyla (namaz sonrası müstahap ameller) meşgul olurdu. Sonra iftar ederek gecenin üçte biri geçinceye kadar istirahat ederdi. Ardından kalkar, dört rekât yatsı namazını kılar ve ikinci rekâtta kıraatten sonra ve rükudan önce kunut tutardı. Selamdan sonra yerinde oturur, Allah’ın istediği kadar, tesbih, hamd, tekbir ve lâ ilahe illallah zikirlerini yerine getirerek Allah’ı anardı. Bu takibatlardan sonra şükür secdesine kapanır, sonra da yatağına giderdi. Gecenin diğer üçte biri de geçtiğinde yerinden kalkarak tesbih, hamd, tekbir ve lâ ilahe illallah zikirlerine başlar, istiğfar eder ve dişlerini misvaklardı. Sonra abdest alıp gece namazına durur, ikinci rekâtlarda selam verirdi. Sekiz rekât namaz kılardı. (ikişer rekât). Bu namazların ilk rekâtında bir kez Hamd sûresini ve otuz kez Tevhid (İhlas) sûresini okurdu. Sonra dört rekât Câfer bin Ebu Talib (a.s) namazı kılardı (Câfer-i Tayyar namazı diye meşhurdur). Her iki rekâttan sonra selam verir, rükûdan önce ve tesbihten sonra kunut tutar ve bunu, gece namazından sayardı. Sonra tekrar kalkar, geriye kalan diğer iki rekâtı kılardı. Birinci rekâtta Hamd sûresi ile Mülk sûresini, ikinci rekâtta ise Hamd sûresi ile "Hel eta" sûresini okurdu. Sonra iki rekât Şefi namazını kılmak için kalkar, bunun her rekâtında bir defa Hamd sûresini, üç defa da İhlas sûresini okurdu. İkinci rekâtta rükûdan önce ve kıraatten sonra kunut tutardı. Selam verdikten sonra kalkar ve bir rekât Vitir namazı kılardı. Bir kez Hamd sûresini, üç kez İhlas sûresini, bir kez Felak sûresini ve bir kez de Nas sûresini okurdu. Kıraatten sonra ve rükudan önce kunut tutar, ardından şunları söylerdi: “Allah’ım! Muhammed ve Ehl-i Beyt'ine selam gönder. Bizleri hidayet ettiğin kimselerden karar ver, bizleri afiyet ve sağlık verdiklerinden karar ver, bizleri sevdiğin kullardan karar ver ve bizlere eta ettiğin şeylerde bereket ver. Allah'ım! Bizleri günahkârlar için karar verdiğin şer hükümlerden koru, gerçekten sen emredensin ve kimse sana emredemez; sevdiğin kimseleri aşağılamaz ve düşmanlarını yüceltmezsin, sen yücelerden yücesin, ey rabbimiz!” Sonra yetmiş defa “esteğfirullahe ve es'eluhu tevbe” derlerdi. Selam verdikten sonra ise her zaman olduğu gibi, namazın takibatıyla meşgul olurdu. Sabah namazına doğru kalkar, iki rekât sabah namazının nafilesini (müstahap namaz) kılardı. İlk rekâtında Hamd sûresi ile Kâfirûn sûresini ve ikinci rekâtta Hamd ile İhlas sûrelerini okurdu. Fecir vakti (sabah namazının vakti), ezan ve kametin ardından iki rekât sabah namazı kılardı. Selam verdikten sonra güneş doğuncaya kadar takibatla meşgul olurdu. Daha sonra güneş yükselinceye kadar ise şükür secdesinde kalırdı. Cuma günleri sabah, öğle ve ikindi namazları hariç, diğer bütün vacip namazların ilk rekâtında Hamd ve Kadir sûrelerini, ikinci rekâtlarında ise Hamd ve İhlas sûrelerini kıraat ederdi. Cuma günleri Hamd, Cuma ve Münafıkîn sûrelerini okur; yatsı namazının ilk rekâtında Hamd ve Cuma sûrelerini ve ikinci rekâtında Hamd ile "sebbih ismi rabbike" sûrelerini okurdu. Pazartesi ve Perşembe günlerinde sabah namazının ilk ve ikinci rekâtlarında Hamd ve Dehr sûrelerini okurdu. Akşam, yatsı, şefii, vitir ve gece namazlarını ve sabah namazını devamlı yüksek sesle; öğle ile ikindi namazlarını ise sessiz ve yavaş bir şekilde kılardı. Dört rekâtlık namazların son iki rekâtında üç defa "Sübhanallah vel hamdulillah ve lâ ilahe illalah vallahu ekber" derdi. Bütün kunutlarda ise şöyle dua ederdi: “Allah'ım! bizleri bağışla ve rahmeyle, bizlerden gördüğün beğenilmeyen şeyleri affet. Şüphesiz sen Aziz, yüce ve Kerimsin.”

 

5- Hekim Ebu Muhammed Câfer bin Şâzan (r.a), Ahmed bin İdris’ten, o da İbrahim bin Haşim’den, o da İbrahim bin Abbas’tan şöyle naklediyor: Ebul Hasan İmam Rıza (a.s)’ın konuşmalarında birilerine sözleriyle cefa ettiğini ve yine hiç kimsenin konuşmasını veya sözünü yarıda kestiğini görmedim. Aksine o, karşı tarafın sözlerini tamamlaması için sabrederdi. Yapabileceği bir şeyi ondan istedikleri zaman reddettiğini görmedim. Hiç kimsenin yanında ayaklarını uzatmaz, herhangi bir şeye yaslanmazdı. Hizmetçilerinden hiç birini incittiğini veya onlara ağır kelimeler kullandığını görmedim. Hiç kimsenin yanında tükürmezdi. Onun hiçbir zaman kahkahayla güldüğünü görmedim; aksine, onun gülüşleri tebessümden ibaretti. Kendisi için sofra açıldığı zaman bütün hizmetçileri, hatta kapıcıları çağırır, birlikte sofraya oturturlardı. İmam (a.s) geceleri az yatar, daha çok uyanık kalırdı. Çoğu geceleri sabaha kadar uyumadan geçirirdi. Çok oruç tutardı. Her ayın üç gününün müstahab orucunu asla terk etmez, "Bu iş, bütün yıl oruç tutmak gibidir" derdi. Gizlice sadaka verir ve bunu genellikle gece karanlığında yapardı. Fazilette onun gibi birini gördüğünü zanneden veya iddia edenlere inanma!


Text Box: 45. BÖLÜM
 

 

 

 

 

 


MEMUN’UN İMAMET VE ÜSTÜNLÜK KONULARINDA MUHALİFLERLE TARTIŞARAK İMAM RIZA (A.S)’A YAKLAŞMAK İSTEMESİ

 

 

1- Babam ve Muhammed bin Hasan bin Ahmed bin Velid (r.a), İshak bin Hammad bin Zeyd’den şöyle naklediyor: Yahya bin Eksem-i Gâzî bizleri bir araya toplayarak şöyle dedi: Memun bana, hadis alimlerinden bir grubu davet etmemi emretti. Ben de emri yerine getirerek, her iki gruptan kırk kişi topladım. Sonra onları yanımda getirerek bir odada beklemelerini ve Memun’a onların geldiğini haber vereceğimi söyledim. Onlar da orada beklediler. Memun’a haber verince, içeri girmelerini emretti. Onlarda içeri girerek selam verdiler. Memun bir süre onlarla konuşup tanıştı ve şöyle dedi: Ben, bugün sizleri kendim ile Allah-u Tebarek ve Teala arasında hüccet olarak karar vermeyi düşünüyorum. Kimin herhangi bir ihtiyacı varsa kalksın ve ihtiyacını gidersin, böylelikle rahatlayıp hafifleyin, sırtınızdaki elbiseleri de çıkarın. Onlar da emredilen şeyleri aynen yerine getirdiler. Memun daha sonra oradakilere dönerek şöyle dedi: Ey cemaat; ben sizleri Allah katında kendime hüccet tutmak için buraya çağırdım, öyleyse Allah’tan korkun, kendinizi ve imanınızı muhafaza edin. Hiçbir zaman benim makam ve durumum, sizlerin kimden olursa olsun hak sözü kabul etmenize engel olmasın ve batıl sözü de kimden olursa olsun reddetmenize mani olmasın. Kendiniz için ateşten korkunuz. Allah’ın rızasını kazanarak ve itaat ederek ona yaklaşınız. Hiç kimse Allah’a itaatsizlikle kendisini herhangi bir mahluka yaklaştırmamıştır. Meğer ki Allah o mahluku ona musallat etmiştir. Öyleyse benimle bütün dikkatinizle münazara ediniz (tartışınız). Ben Ali (a.s)’ın Resulullah (s.a.a)’den sonra insanların en hayırlısı olduğunu düşünen biriyim. O halde doğru söylüyorsam beni tasdik edin, yok eğer bu görüşümde yanılıyorsam delillerle sözlerimi reddedin ve benimle tartışın; ya ben sizden sorayım ya da siz benden sorun. Memun’dan sonra, hadis ehli olan alimler "biz soracağız" dediler.

 Memun: Sorun ve sözcü olarak içinizden birini seçin. O konuştuktan sonra içinizden herhangi birinin söyleyecek bir sözü varsa bunu eklesin veya herhangi bir hatası olursa düzeltmeye çalışsın.

İçlerinden biri: Bize göre Resulullah (s.a.a)’den sonra insanların en hayırlısı Ebu Bekir’dir, şöyle ki; herkesin kabullenmiş olduğu bir rivayetle Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu bildirilmektedir. “Benden sonra Ebu Bekir ve Ömer’e uyunuz.” Rahmet Peygamberinin bizleri bu ikisine uymayı emretmesi şunu bildiriyor ki Peygamber, halkın en hayırlısına uymaktan başka bir şey buyurmaz.

Memun: Çok rivayetler vardır ki ya bunların hepsi haktır ya batıldır veya bazısı hak ve bazısı batıldır. Eğer hepsini hak ve doğru olarak kabul edersek tekrar hepsi batıl olmuş olur. Çünkü bazıları birbirini yalanlıyor ama hepsini batıl bilirsek dinin ve şeriatın batıl olduğu ispatlanmış olur. Öyleyse bu iki görüş batıl olduğuna göre çaresiz üçüncü bir görüş kanıtlanmış olur ve o bazısının hak ve bazısında batıl olduğudur. Durum böyle iken bir rivayetin doğruluğuna dair delil getirmek ve böylece karşıtını reddetmek zaruri olur.

Eğer rivayetin delili hak ise ona inanmak ve kabullenmek gerekmektedir. Senin rivayetin, delili kendiliğinden batıl olan bir rivayettir. Zira Resulullah (s.a.a) hakimlerin en bilgini, halkın en doğru söyleyeni, halkı imkânsız olan bir şeye davet etmekten ve imanlı kimseleri batıla davet etmekte herkesten daha uzaktır. Dolayısıyla bu şahıslar iki varsayımdan uzak değildir. Ya bunlar her yönden müttefiktirler, aynıdırlar veya birbirlerinden farklıdırlar. Eğer her yönden bir olurlarsa bunlar adet, sûret, sıfat ve cisim yönünden birdirler ve böyle de değil ki iki kişi her yönden bir olmuş olsun.

Ama eğer bunlar birbirlerinden farklı kişi iseler her ikisine de uymak nasıl caiz olur? İşte bu imkânsız bir durumdur. Zira sen ihtilaflı oldukları halde birisine uyduğun zaman diğerine muhalefet etmiş olursun.

Bunların ihtilaflı ve birbirlerinden farklı olduklarının delili şudur ki Ebu Bekir Rıdde ehlini[51] tutukladı, Ömer ise serbest bıraktı, Ömer, Ebu Bekir’den Halid bin Velid'i makamından azletmesini ve Malik bin Nuveyre'yi öldürdüğü için kısas edilmesini istedi. Ama Ebu Bekir buna yanaşmadı. Ömer iki mutayı (Temettü Haccı ve kadın mutasını) haram kıldı. Ebu Bekir ise böyle bir şey yapmadı. Ömer ordu mensuplarına ne kadar ödenek yapılacağını düzenlerken, Ebu Bekir böyle bir şey yapmadı. Ebu Bekir kendinden sonra yerine birini getirdi, ama Ömer bunu yapmadı. Buna benzer olaylar çoktur.

Kitabın yazarı (r.a) şöyle diyor: Bu bölümde başka bir konu yine vardır. Memun dikkat etmemiş olmalı ki hasmını uyarmamıştır. O da şudur ki; onlar haberi Resulullah (s.a.a)’in buyurduğu gibi nakletmemişlerdir. Zira rivayet şöyledir: Ebu Bekir ve Ömer kelimeleri mecrurdur, onların naklettiklerine göre ise Ebu Bekir ve Ömer kelimeleri merfûdur. Bazıları ise mensub olarak nakletmişlerdir. Zira eğer doğru olursa mensup haliyle manası şu şekilde olur. “Benden sonra uyacağınız kimseler Allah’ın kitabı ve benim Ehl-i Beyt’imdir. Ey Eba Bekir ve Ömer” Merfu şekliyle ise manası şöyle olur: “Ey halk ve ey Ebu Bekir ve Ömer, benden sonra Allah’ın kitabı ve benim Ehl-i Beyt’ime uyunuz.”

 

Tekrar Memun’un sözlerine dönüyoruz:

İçlerinden bir başkası: Nebi (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Eğer ben kendime birini dost seçmiş olsaydım, mutlaka Ebu Bekir'i dost edinirdim.”

Memun: Bu mümkün değil. Zira sizin rivayetlerinizde Resulullah (s.a.a)’in, ashabı arasında kardeşlik başlattığını ve Ali’yi kimseyle kardeş yapmadığını görüyoruz. Ali (a.s) bunun sebebini sorduğunda, Resulullah (s.a.a) “Ben seni kendim için bıraktım" buyurdu. Bunlardan hangisini kabul edersek diğerini reddetmiş oluruz?

Bir başkası: Ali’nin kendisi minberde "Peygamber’den sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekir ve Ömer’dir" diye buyurmuştur.

Memun: Bu da mümkün değildir. Zira, eğer Peygamber onları herkesten üstün görseydi Amr bin As ile Usame bin Zeyd'i bunlara amir olarak tayin etmezdi. İşte bu rivayeti yalanlayan şeylerden biri de Ali’nin Peygamber’in vefatından sonraki konuşmasıdır: “Ben onun yerine geçmeye daha layık idim; kendimle gömleğimin mesafesinden daha yakındım. Ama halkın İslam’dan dönüp tekrar kâfir olmasından korktum.” diye buyurmuşlardır ve diğer bir konuşmalarında ise: “Nasıl olur da o ikisi benden üstün olabilir? Halbuki onlardan önce ben Allah’a ibadet ediyordum ve onlardan sonra da ibadet edeceğim” buyurmuştur.

İçlerinden bir başkası: Ebu Bekir evinin kapısını kapatarak "Acaba benim biatimi kaldıran biri var mı?" diye sorduğunda Ali (a.s) şöyle dedi: “Resulullah (s.a.a) seni öncü kıldı, seni kim geri atabilir?”

Memun: Bu batıl ve geçersizdir, şöyle ki; Ali (a.s)'ın kendisi Ebu Bekir’e biat etmedi ve sizin rivayetinize göre Fatıma (a.s) hayatta olduğu müddetçe Ali biat etmedi. Üstelik Fatıma (a.s) o iki kişinin kendi cenazesinde bulunmamaları için gece defnedilmesini vasiyet etti. Başka bir delil ise şudur: Eğer Resulullah (s.a.a) onu kendi halifesi karar vermiş olsaydı nasıl olur da "Benimle biatinizi bozdunuz" der ve Ensar için "Bu ikisinden birine; Ebu Ubeyde ve Ömer’e oy veriniz" diyerek onları önerirdi?

Bir başkası: Amr bin As “Ey Allah’ın Peygamberi, halk içerisinde kadınlardan kimi daha fazla seviyorsun? diye sorduğunda Peygamber; Ayşe’yi seviyorum, demiş; "Peki erkeklerden kimi daha fazla seviyorsun?" denildiğinde de "Onun babasını" diye cevap vermişlerdir.

Memun: Sizin kendi rivayetlerinize göre bu da batıl ve asılsızdır. Zira Resulullah (s.a.a)’e kuş eti getirdiklerinde şu şekilde dua ettiler: “Allah’ım en sevgili kulumu buraya getir.” Duadan sonra oraya gelen ilk kişi ise Ali idi. Öyleyse hangi rivayetiniz kabul edilmelidir?

İçlerinden bir başkası: Ali (a.s)şöyle buyurmuştur: Beni Ebu Bekir ve Ömer’den üstün gören kimseye iftira eden birinin cezasını veririm.”

Memun: Ali’nin, üzerine had (ceza) vacip olmayan birine "had uygularım" demesi nasıl caiz olabilir? Eğer böyle demişse Allah (c.c)’un haddinde (cezalarında) sınırı aşmış ve emrine karşı gelmiş olur. Onu o iki kişiden üstün tutmak iftira değildir. Zira sizler imamınızın şöyle dediğini rivayet ediyorsunuz: "Ben size İmam oldum ama sizin hayırlınız değilim." Öyleyse bu iki kişiden hangisi size göre doğru söylüyor? Acaba Ebu Bekir’in kendisi için söylediği mi, yoksa Ali’nin Ebu Bekir için söylediği mi? Bununla birlikte hadislerde birbiriyle çelişiyor. Ebu Bekir’in ya doğru ya da yalan söylediğini kabullenmemiz kaçınılmazdır. Eğer doğru söylüyorsa bunu nereden biliyor? Acaba kendisine vahiy mi geliyordu? Yoksa kendi görüşü ve zannı mıydı? Eğer "vahiy geliyordu" derseniz kendileri zamanında vahiy kesilmiş idi. Zanna gelince; o da değişkendir. "Kendi görüşüdür" diye kabul edersek, bu da doğru değildir. Çünkü bu konu görüş bildirme makamında değildir. Ama eğer doğru değilse; Müslüman'ların velisi, emiri, halk için ahkâmı ayakta tutan ve hududu (cezaları) icra eden birisinin yalancı olması imkânsız bir şeydir.

İçlerinden bir başkası: Peygamber’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Ebu Bekir ve Ömer cennetin iki yaşlılarıdır.”

Memun: Hadis imkânsız ve mahal bir şeydir. Zira cennette yaşlılık yoktur ve rivayet edildiğine göre Eşceiye denen bir kadın Resulullah (s.a.a)’in yanındayken, Resulullah ona şöyle buyurdular: “Cennete yaşlı kadınlar girmeyecektir.” Derken kadın ağlamaya başladı. Resulullah (s.a.a) kadına hitaben Allah-u Teala şöyle buyuruyor dedi: “Biz kadınların hepsini genç ve bakire kızlar olarak karar vereceğiz.”

Ebu Bekir’in cennete gireceği zaman gençleşeceğini zannediyorsunuz. Halbuki kendiniz Peygamber (s.a.a)’in Hasan ve Hüseyin için: “Bu ikisi bütün insanlar içerisinde cennet gençlerinin efendisidir ve babaları onlardan daha hayırlıdır” diye buyurduğunu naklediyorsunuz.

Hadis ehlinden bir başkası: Resulullah (s.a.a)’den şöyle rivayet edilmiştir: "Eğer aranızdan ben peygamberliğe seçilmeseydim mutlaka Ömer seçilirdi."

Memun: Bu imkânsız bir şeydir. Zira Allah-u Teala şöyle buyuruyor: “Biz vahyettik sana, nitekim vahyettik Nuh’a ve ondan sonraki Peygamberlere” (Nisa/163) ve yine şöyle buyuruyor: “An o zamanı ki, biz, Peygamberlerden kesin söz almıştık; senden ve Nuh’tan ve İbrahim’den ve Mûsa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan da.” (Ahzab/7) Acaba Peygamberliği için söz alınmış birisinin bunun için seçilmemesi ve hiçbir ahdi olmayan birisinin peygamberliğe nail olması mümkün müdür?

İçlerinden bir başkası: Peygamber (s.a.a) Arefe günü Ömer’e bakıp gülümsedi ve ardından şöyle buyurdu: “Allah-u Teala kullarıyla umumi olarak, Ömer ile de hususi olarak övünüyor.”

Memun: Bu, mantıksızca bir şeydir. Zira Allah Tebarek ve Teala peygamberini bırakıp da Ömer’e hususi davranmaz. Öyleyse Ömer has ve Peygamber (s.a.a) umum olmuş olur. Bu, şu rivayetinizden daha acayip değildir ki, Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyorsunuz: "Cennete girdiğimde ayak sesleri duydum, dikkat ettiğimde onun Ebu Bekir’in kölesi Bilal olduğunu fark ettim ki, benden önce cennete girmişti." Şia; Ali (a.s) Ebu Bekir’den üstündür, der. Ama sizler Ebu Bekir’in kölesi Peygamber (s.a.a)’den üstündür, diyorsunuz. Zira, önce girenin sonrakine üstünlüğü vardır. Yine şeytanın Ömer’in gölgesinden kaçtığını rivayet ediyorsunuz. Ama Resulullah’ın diline musallat olarak şöyle dedirttiğini savunuyorsunuz: “Bu putlar yüce Tavus misalleridir.”[52] Size göre şeytan, Ömer’den kaçınır; fakat, Resulullah’ın dilinde küfrü cari edebilir!

İçlerinden bir başkası: Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer azap nazil olsa Ömer bin Hattab’tan başka hiç kimse kurtulamaz.”

Memun: Bu söz, Kur’an-ı Kerim’in açık beyanına aykırıdır. Zira Allah-u Teala Peygamber'i (s.a.a) hakkında şöyle buyuruyor: “Sen onların arasında olduğun müddetçe, onlara azap göndermem.” Oysa siz Ömer’i Resulullah (s.a.a) gibi algıladınız.

 

Bir başkası: Peygamber (s.a.a) ashaptan on kişiyle birlikte Ömer’i de cennetle müjdelemiştir.

Memun: Eğer bu düşündükleriniz Ömer için doğru ise, Ömer Huzeyfe’den "Allah aşkına söyle; acaba ben de münafıklardan mıyım?" diye sormazdı.[53] Eğer Resulullah (s.a.a) ona "sen cennetliksin" demiş ise, onu hiçe sayarak bir de Huzeyfe’den sormuş olması şunu gösterir ki; Ömer, Huzeyfe’ye inanıyor ama Peygamber'e inanmıyordu. Bu, İslam dışı bir harekettir. Eğer Resulullah (s.a.a)’e inanıyor idiyse neden bir daha Huzeyfe’ye soruyordu? İşte bu iki haber birbiriyle çelişiyor.

İçlerinden bir başkası: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Beni terazinin bir kefesine, ümmetimi de diğer kefesine koydular, ben ümmetime üstünlük sağladım; sonra benim yerime Ebu Bekir’i koydular, o da üstünlük sağladı ve sonra Ömer’i koydular, o da üstünlük sağladı ve daha sonra teraziyi kaldırdılar.”

Memun: Bu da imkânsız bir şeydir. Zira burada ölçü, ya cisimlerin, ya da amellerin ağırlığıdır. Eğer cisimlerin tartısı ise ruh sahibi olduklarından imkânsızdır, çünkü onların zahiri cisimleri ümmetin cismine ağır basamaz ve eğer onların amellerini ümmetin amelleriyle ölçüye almışlarsa, o zaman bütün ümmetin amelleri hazır değildi. Peki, olmayan bir şey nasıl üstünlük sağlayabilir. Öyleyse, halka neyle üstünlük sağladıklarını söyleyiniz?

Orada bulunanlardan bazıları: Salih amelle.

Memun: Söyler misiniz; Resulullah (s.a.a)’in sağlığında  salih amellerinden dolayı arkadaşından üstün olan bir kimseye, Resulullah (s.a.a)’in ölümünden sonra üstünlük sağlanması doğru mudur? "Evet" diyecek olursanız ben asrımızda da cihat, hac, oruç, namaz ve sadaka yönünden onların her birinden daha üstün kişiler bulabilirim!

Hadis ehli uleması: Doğru söyledin, bizim zamanımızdakiler üstünlük bakımından Resulullah (s.a.a) zamanındakilere ulaşamazlar.

Memun: Sizler, dininizi kendilerinden almış olduğunuz imamlarınızdan Ali (a.s)’ın faziletiyle ilgili rivayetlerinizi, cennetle müjdelenen on kişinin faziletiyle ilgili rivayetlerle karşılaştırın. Eğer onlar hakkındaki rivayetler çok ise sizin sözünüz doğrudur, ama Ali (a.s)’ın fazilet ve üstünlüğünü anlatan rivayetlerin çok olduğunu görürseniz imamların Ali hakkındaki rivayetlerini alın ve onu bırakmayın, kabul edin.

 

Ravi diyor k: Söz buraya gelip çattığında içeridekilerin hepsi başlarını yere eğdiler.

Memun: Neden sustunuz?

Hadis ehli uleması: Biz sözümüzü bitirdik.

Memun: O halde şimdi ben sizlerden bazı sorular soracağım: Resulullah (s.a.a) mebus olduğu zaman en üstün amelin  hangisi olduğunu söyler misiniz?

Hadis ehli uleması: İlk önce İslam'ı kabullenmektir. Zira Allah-u Teala şöyle buyuruyor: “Onlardır mabutlarına yaklaştırılanlar.” (Vakıa/10)

Memun: Acaba Ali’den önce Müslüman olan birini biliyor musunuz?

Hadis ehli uleması: Ali’nin ilk Müslüman olduğu doğrudur, ama henüz çocuktu ve mükellef olmamıştı. Ebu Bekir ise yaşlı ve mükellef idi. İşte bu iki durum arasında (yaşlı ve çocuk) farkı vardır.

Memun: Ali’nin İslam'ı kabul edişi Allah tarafından bir ilham mıydı, yoksa sadece Peygamber (s.a.a)’in davetiyle miydi? Eğer "ilham vesilesiyle" derseniz, onu Resulullah (s.a.a)’den üstün bilmiş olursunuz. Zira Resulullah (s.a.a) ilham edilmiyordu  aksine, Cebrail Allah tarafından, Allah’ın emirlerini ona ulaştırıyordu ve eğer "Resulullah’ın davetiyle idi" derseniz, o zaman söyler misiniz; Peygamber’in daveti, Allah emriyle miydi, yoksa kendi isteğiyle miydi? Eğer "kendi isteğiyleydi" derseniz, bu Allah’ın peygamberini vasıflandırdığı şeylerin aksine bir şey olur ki şöyle buyuruyor: “Ben kendime kapılmış biri değilim” Yine şöyle buyuruyor: “O, kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy iledir.” (Necm/3-4) Ama eğer bu tebliğ ve davet Allah tarafından idiyse öyleyse Allah peygamberine bütün çocuklar arasından Ali (a.s)’ı davet etmesini emretmiştir. Demek ki mütmain olarak ve bilerek Allah’ın onayı ile onu İslam'a davet etmiştir.

Başka bir açıdan söyler misiniz Hekim olan Allah yaratıklarını güçleri ötesindeki bir şeyden sorumlu tutar mı? "Evet" derseniz gerçekten kâfir olursunuz. Ama "hayır" derseniz o halde Allah, peygamberine yaşının küçük olması ve kabullenmesinin zayıf olması sebebiyle emirlerini kabul etmeyi imkânsız kılan birini davet etmesini nasıl emredebilir? Bir başka konu ise; acaba sizler Peygamber (s.a.a)’in kendi kabilesinden veya başka bir kabileden çocukları davet ederek onları Ali (a.s)’a örnek karar verdiğini gördünüz mü? Eğer başka birini davet etmediğini düşünürseniz bunun kendisi Ali’nin diğer çocuklara olan üstünlüğüdür. İman getirdikten sonra hangi amel daha üstündür?

Hadis ehli uleması: Allah yolunda cihat etmek üstündür.

Memun: Acaba o on kişiden herhangi biri hakkında Ali’nin cihatta her zaman Peygamber (s.a.a)’in yanında olduğu gibi bir şey bulabiliyor musunuz? Bedir savaşında müşriklerden altmış küsür kişi öldürülmüş ve bunlardan sadece yirmi küsürünü Ali öldürmüş, kalan kırkını ise diğerleri öldürmüştür.

İçlerinden biri: Ebu Bekir de Resulullah (s.a.a) ile beraber idi ve savaşı yönetmekteydi.

Memun: Tuhaf şeyler söylüyorsun! Acaba Peygamber'den ayrı mı savaşı yönetiyordu, yoksa onunla birlikte miydi? Ya da Peygamber (s.a.a)’in Ebu Bekir'in nazarına ihtiyacı mı vardı? Bu üç olasılıktan hangisini söyleyebilirsin?

Aynı şahıs: Resulullah’tan ayrı bir şekilde savaşı yönettiğini düşünmekten ve Resulullah (s.a.a) ile beraber yönettiklerini söylemekten ve yine Resulullah (s.a.a)’in onun görüşüne ihtiyacı olduğunu savunmaktan Allah’a sığınırım.

Memun: Öyleyse gölgelikle oturmanın ne fazileti vardır? Eğer Ebu Bekir’in fazileti harptan kaçmak ve cepheyi terk etmek idiyse bütün korkakları ve savaştan kaçanları, mücahitlerden üstün görmemiz ve onlara tercih etmemiz lazım gelirdi. Halbuki Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Müminlerin özür sahibi olanlar dışında oturanlarla malları ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihat edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Doğrusu Allah, hepsine de güzellik (cennet) vaadetmiştir. Ama mücahitleri oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.” (Nisa/95)

İshak bin Muhammed bin Zeyd diyor ki: Memun bana "Hel eta" (Dehr) sûresini okumamı emretti. Ben de okuyup şuraya ulaştım: “Onlar içleri çektiği halde, yiyeceği yoksulla, öksüzlere ve esirlere yedirirler ve (onlara): İşte bu sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer, denir.”[54] Sonra Memun şöyle dedi: Bu ayetler kimler hakkında nazil olmuştur? Ben; Ali (a.s) hakkında, dedim. Şöyle dedi: Acaba Ali’nin miskin, yetim ve esiri doyurduğu zaman, aynen Allah’ın kitabında vasıflandırdığı gibi, onlara; "Sizleri sadece Allah için doyuruyorum ve sizden herhangi bir karşılık ve teşekkür beklemiyorum" dediği sana ulaşmadı mı? Ben de hayır dedim. Şöyle cevap verdi. Gerçekten Allah-u Teala onun niyetini biliyordu ve halkın bilmesi için onu kendi kitabında açıkladı. Acaba biliyor musun; Allah cennetten vasfettiği şeyleri bu sûrede olduğu gibi mi bildirmiştir? Şöyle buyuruyor: “İncecik gümüş...” (Dehr/16)

Ben; hayır bilmiyorum, dedim. Bunun üzerine Memun; işte bu da başka bir fazilettir, incecik gümüş nasıl olur? dedi. Ben; bilmiyorum, deyince şöyle dedi: Letafet ve inceliğinden dolayı içi de dışı gibi görülmektedir. Demek istiyor ki ey İshak; bu aynen Resulullah (s.a.a)’in buyurduğu şu sözlere benziyor: “Rüveyden sevkuke bilkevarir” ki bundan amaç, cismî yönden nazik ve latif olan kadınlar kastedilmiştir. Yine Resulullah (s.a.a) başka bir yerde şöyle buyuruyor: “Ebu Talha’nın atına bindiğimde kendimi denizde (su üzerinde) zannediyorum.” Resulullah (s.a.a)’in denizden amacı atın hızlı koşuşudur: Yine Allah-u Teala şöyle buyuruyor: “Onu yudum yudum alacak fakat yutamayacaktır. Ölüm ona her taraftan geldiği halde, ölemeyecek, arkasından da çetin bir azâp gelecektir.” (İbrahim/17) Yani ölüm, tek taraftan geldiği halde her tarafı sarmış gibidir.

Sonra Memun şöyle dedi: Ey İshak, acaba sen de on kişinin cennetle müjdelediğine tanıklık edenlerden değil misin? Ben; evet, dedim.

Memun: Söyler misin; eğer birisi, bu hadisin doğru ya da yanlış olduğunu bilmiyorum, derse sana göre kâfir olur mu? Ben; hayır, dedim. Bunun üzerine: Ama eğer birisi "Dehr sûresi Kur’an'dan mıdır, değil midir, bilmiyorum" derse sana göre kâfir olur mu? diye sordu. Evet, diye cevap verdiğimde "O halde ben Ali (a.s)’ın üstünlüğünü daha fazla görüyorum" dedi.

Sonra "Ey İshak; bana Tair-i Meşvî hadisinden haber ver, sana göre doğru mudur?" dedi. Evet, dedim. Bana dönerek: Andolsun ki inadın belli oldu; üç haletten dışarı değildir: Ya Allah peygamberinin duası kabul oldu, ya reddedildi veya Allah onu mahlukundan en üstünü olarak tanıdı ama, üstünlüğü ve fazileti daha az olanı sevdi veya Allah üstün olan ve olmayan arasında fark koymadı, diye düşünüyorsunuz. Bu sözlerin hangisini seviyor ve doğru biliyorsun?

Ben bir müddet başımı aşağı eğmiştim, sonra şöyle dedim: Ey müminlerin emiri! Allah-u Teala Ebu Bekir için şöyle buyuruyor: “Ona (Muhammed'e) yardım etmezseniz, bilin ki, küfredenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşına (Ebu Bekir'e) “Üzülme, Allah bizimledir” diyordu; Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, küfredenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah'ın sözü yücedir. Allah güçlüdür, hekimdir.” (Tevbe/40) Allah onu Peygamber’i için sohbet arkadaşı olarak karar verdi.

Memun: Suphanallah, lügat ve kitap ilmin ne kadar da azmış! Acaba kâfir, mümin için arkadaş olmaz mı? Bunun neresi fazilettir. Allah’ın şu şekilde buyurduğunu duymadın mı: “Kendisiyle konuştuğu arkadaşı ona: Seni topraktan, sonra nutfeden yaratana, sonunda da seni insan kılığına koyana mı küfrediyorsun?” (Kehf/37) Burada Allah-u Teala kâfiri mümin için arkadaş ve sahip olarak karar vermiştir. Huzellî (şair) de şiirinde atı için şöyle diyor:

"Geceyi sabahladım ve arkadaşım (atım) vahşiydi.

Çulunun altında basireti vardı (her şeyi biliyordu).

Gökyüzüne bakar, güneşin doğmasını beklerdi."

Başka bir şair Ezdî ise şöyle diyor:

Hiç şüphesiz orada yalnızlıktan korktum ve benim arkadaşım yalnız beyaz bilekli, uzun boylu, güzel ve dört ayaklı idi."

Burada şair, atının arkadaşı olduğunu vurguluyor. Ama “Allah bizimledir” sözüne gelince; Allah Tebarek ve Teala her iyi ve kötü kimseyle beraberdir. Allah’ın şu buyruğunu duymadın mı: “Göklerde olanları da, yerde olanları da Allah'ın bildiğini bilmez misin? Üç kişinin gizli bulunduğu yerde dördüncü mutlaka o’dur; beş kişinin gizli bulunduğu yerde altıncıları mutlaka o’dur; bunlardan az veya çok, ne olursa olsunlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, mutlaka onlarla berâberdir. Sonra, kıyamet günü, işlediklerini onlara haber verir. Doğrusu Allah her şeyi bilendir.” (Mücadele/7) Peygamber'in (korkma) sözüne gelince; söyler misin, Ebu Bekir’in bu korku ve hüznü Allah’a itaatinden dolayı mıydı, yoksa ona karşı gelişinden miydi? Eğer itaatinden dolayıdır diye düşünürsen, öyleyse Peygamber (s.a.a) onu Allah’a olan itaatinden alıkoymuş ve menetmiştir. İşte bu hekim birinin sıfatı değildir. Ama eğer onun günah ve Allah’a karşı gelişinden dolayı korktuğunu düşünürsen, asi ve günahkar için fazilet ve üstünlük nerededir? Bana Allah’ın şu sözlerinden haber verir misin: “Allah ona sükûnet nazil etti.” Bu sözden amaç nedir? Kime sükûnet nazil oldu, söyler misin?

Sükûnet Ebu Bekir’e nazil oldu, zira Peygamber (s.a.a)’in sükûnete ihtiyacı yoktu, dedim.

Memun: Allah-u Teala’nın şu sözlerini bana anlat: “Andolsun ki Allah size bir çok yerlerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği, fakat bir faydası da olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arkanıza döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmişti.” (Tevbe/25) Acaba Allah’ın bu ayette açıkladığı müminlerin kim olduğunu biliyor musun?

Ben; hayır, dedim.

Memun: Halk Huneyn günü kaçtığında Peygamber (s.a.a) ile birlikte Benî Haşim’den yedi kişiden başka kimse kalmamıştı. Ali (a.s) kılıcıyla çarpışıyor, Abbas Resulullah (s.a.a)’in atını tutuyor, diğer beş kişi de Resulullah (s.a.a)’in etrafını sarmış bir halde ona ulaşacak saldırıdan koruyorlardı (Allah resulünü muzaffer kılıncaya kadar). Öyleyse bu ayetteki "mümin"den amaç, Ali ve Benî Haşim’den orada bulunanlardır. O halde kimdir üstün olan? Acaba Peygamber (s.a.a) ile birlikte olan ve Peygamber'le beraber kendisine sükûnet inen mi, yoksa Peygamber (s.a.a) ile mağarada bulunan ve kendisine sükûnet inme liyakatine sahip olmayan mı?[55]

Ey İshak, üstün kimdir? Mağarada Peygamber (s.a.a) ile, birlikte olan mı, yoksa Peygamber (s.a.a)’in yerine yatağında yatan mı? Öyle ki, kendisini Peygamber’e feda etti. Allah-u Teala peygamberine, Ali’ye kendi yatağında yatmasını ve kendisini ona feda etmesini bildirmesini emretti. Peygamber (s.a.a) aynı şekilde bunu Ali (a.s)’a iletti. Ali (a.s): “Ey Allah Resulü sen salim kalacak mısın?” diye sordu. Peygamber (s.a.a) “Evet” deyince Ali (a.s); işittim ve itaat ettim, dedi. Sonra Peygamber (s.a.a)’in yatağında yatarak üzerine yorganı çekti. Müşrikler etrafını sardı ve yatakta yatanın Resulullah olduğunda şüphe bile etmediler. Her kabileden birer kişi bir araya gelmişlerdi. Her biri bir kez vurmak suretiyle, Haşimîlerin kısas etme talebini ortadan kaldıracaklarına inanıyorlardı.

Ali (a.s) onların sözünü işitiyor ve işlerinden haberdar olup, kendisini tehlikede görüyordu. Bunların hiç birisi onu korkutmadı. Ama Ebu Bekir, mağarada Peygamber (s.a.a) ile birlikte olduğu halde korkuya kapılmıştı. Halbuki Ali (a.s) yalnız idi. Her zaman olduğu gibi sabırlıydı ve kendisini Allah’a havale etmişti. Allah meleklerini, onu Kureyş müşriklerinin şerrinden koruması için yeryüzüne göndermişti. Muhammed (s.a.a)’i öldürmek isteyen müşrikler sabah olunca Ali’yi onun yatağında gördüklerinde, Muhammed nerede, diye sordular. O, nerede olduğunu bilmediğini söyleyince müşrikler; bizi yanılttın, dediler.

Ali (a.s) daha sonra kendisini Resulullah’a ulaştırdı. Allah onun, seçkin ve mağfiret edilmiş bir insan olarak ruhunu alıncaya kadar da üstünlüğünü korudu.

Söz buraya gelip çattığında Memun tekrar sordu: Ey İshak, sen velayet hadisini nakletmedin mi?

Evet, dedim.

Memun: Öyleyse bir kez de benim için naklet.

Ben de hadisi naklettim. Şöyle dedi: Acaba bu hadisin Ali için, Ebu Bekir ve Ömer’in üzerine bir hak vacip kıldığını, ama onlar için Ali’nin üzerine bir şey vacip kılmadığını dersem bundan üzüntü ve rahatsızlık duymaz mısınız?

Evet, rahatsız olurum, dedim.

Memun: Kendi çocuğunun uzak olması gerektiğini savunduğun bir şeyden, Peygamber'in de uzak olması gerektiğini bilmiyorsun. Yazıklar olsun size! Alimlerinizi kendinize sahip edinmişsiniz. Zira Allah-u Teala şöyle buyuruyor: “Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek ilahtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir.” (Tevbe/31) Andolsun onlar için oruç tutuyor ve namaz kılmıyorlardı ama söylemiş oldukları her şeye itaat ve amel ediyorlardı.

Memun daha sonra şöyle dedi: Resulullah (s.a.a)’in Ali (a.s) hakkında buyurmuş olduğu “Sen bendensin; senin bana olan yakınlığın, Hârun’un Mûsa’ya olan yakınlığı gibidir.” Şeklindeki hadisi rivayet ettin mi?

-Evet.

Memun: Hârun ve Mûsa’nın (ana-baba bir) kardeş olduklarını bilmiyor musun?

-Biliyorum.

Memun: Acaba Ali de böyle miydi?

-Hayır.

Memun: Hârun Peygamber idi ama Ali değildi öyleyse o üçüncü yakınlık hilafetten başka bir şey midir? İşte bu yüzdendir ki münafıklar şöyle diyorlar: Peygamber Ali’yi Medine’de kendi yerine bıraktığı için bu, Ali’ye çok ağır gelmişti. Ama Peygamber (s.a.a) Ali (a.s)’ı kendi yerine bırakarak içi rahat bir şekilde gitmeyi irade ediyordu. Bu, aynen Mûsa’nın Hârun’a söylediği şeyler gibidir ki, Allah-u Teala şöyle buyuruyor: “Mûsa, kardeşi Hârun’a, kavminin içinde benim yerime geç, onları düzene koy ve bozgunculara uyma, demişti.” (Âraf/142)

-Mûsa hayattayken, Hârun’u bütün kavmi içerisinde kendi yerine halife bıraktı ve sonra Allah ile konuşmaya gitti. Ama Peygamber (s.a.a), Ali’yi sadece savaşa giderken Medine’de yerine bıraktı.

Memun: Söyler misin bana; Mûsa Hârun’u kendi yerine halife olarak bırakıp, Allah ile konuşmaya giderken, ashabından onunla birlikte giden de var mıydı?

-Evet.

Memun: Öyleyse Hârun’u kavminin hepsine halife olarak bırakmamıştı. İşte aynen bu şekilde Peygamber (s.a.a) de savaşa giderken Ali’yi savaş gücü olmayan zayıflara, kadınlara ve çocuklara halife olarak bırakmıştı. Çoğunluğu kendisiyle beraber götürdüğü halde yine de onu herkese halife olarak karar vermiştir. Sağlığında bulunmadığı zamanlarda ve ölümünden sonra onu bütün herkese halife olarak bıraktığının delili Peygamber (s.a.a)’in şu sözleridir: “Ali bendendir, onun bana yakınlığı Hârun’un Mûsa’ya yakınlığı gibidir, ama benden sonra Peygamber yoktur.” Yine, bu hadise göre Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)’in veziri idi. Zira Mûsa  (a.s) Allah’a dua ederek ondan yardımcı ve dost talebinde bulunarak şöyle dedi: “Ailemden birini vezir et bana, kardeşim Hârun’u arka olsun bana, onunla kuvvetlendir beni, işime ortak et onu.” (Tâha/29-32) Eğer Ali (a.s)’ı Peygamber (s.a.a)’e olan nispet ve yakınlığı, Hârun’un Mûsa’ya olan nispeti gibiyse, Hârun Mûsa’nın veziri olduğu gibi, o da Peygamber (s.a.a)’in veziri idi. Hârun, Mûsa’nın halifesi olduğu gibi, o da Peygamber (s.a.a)’in halifesidir.

Memun daha sonra orada bulunanlara dönerek şöyle dedi: Ben mi sorayım, siz mi soracaksınız!

Onlar: Biz senden soracağız, dediler. Sonra içlerinden biri şöyle dedi: Acaba Ali’nin imameti Allah tarafından değil midir? Bakınız, Resulullah’tan vacip amelleri naklederken örneğin şöyle diyorlar: Öğle namazı dört rekâttır, iki yüz dirhemin zekâtı beş dirhemdir veya Hac Mekke’dedir vs...

Memun: Evet, Allah tarafındandır.

Aynı şahıs: Öyleyse neden bunların hiçbirinde ihtilaf yoktur da sadece Ali’nin velayetinde ihtilaf vardır.

Memun: Çünkü diğer vaciplerde, hilafette olduğu gibi rekabet, siyaset ve koşuşturma yoktur.

İçlerinden bir başkası: Sizler Peygamber (s.a.a)'in ümmetine olan lütuf ve sevgisinden dolayı kendisinden sonra yerine birini halife olarak karar vermeksizin kendi istekleriyle içlerinden birini seçmelerine göz yumduğunu ve böylece kendisinin seçmiş olduğu halifeye, halkın itiraz ederek azaba duçar olmasını önlemiş olduğunu neden kabul etmiyorsunuz?

Memun: Allah, yarattığı mahlukatına Peygamber'den daha mihriban olduğu için ben bu meseleyi inkâr ediyorum. Zira, peygamberini ümmet için kendisi mebus etti; kimin karşı geleceğini ve kimin itaat edeceğini biliyordu. Bu, kendisinin peygamber göndermesine engel olmadı. Bunun başka bir sebebi de şudur ki: Eğer içlerinden birisini sevmeyi emretseydi, şu iki şıktan hariç değildi: Ya ümmetin tamamına ya da bazılarına emretmiştir. Eğer tamamına emretmiş olsa, bu konuda hepsi görevli olur. Artık kimse kendi isteğine bırakılmamıştır. Ama eğer bazılarına birilerini seçmeyi emretmiş olsa bu durumda onların tanınıp bilinmesi gerekir. "Bunlar fakihlerdir" diyecek olursan, onlar da tanıtılmalıdır.

Bir başkası: Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Müslümanların güzel gördüğü her şey Allah katında güzeldir ve kötü gördükleri her şey de Allah katında kötüdür.”

Memun: Bu sözlerden bütün müminler mi kastediliyor yoksa bazıları mı? Bunu bilmek zorundayız. Eğer bütün müminler kastedilmiş iseler bu, imkânsızdır. Zira herkes hiçbir zaman bir şeyde birleşmez. Ama eğer bazıları kastedilmiş ise her grubun, kendi sahibinin ve uymuş olduğu kişinin güzelliği ve iyiliği ile ilgili rivayet naklettiğini görüyoruz. Örneğin; Şia'nın Ali (a.s) hakkında söyledikleri ve Haşaviye'nin (Şia dışındakilerin) başkaları hakkındaki sözleri vs. Öyleyse sizin irade etmiş olduğunuz imamet nasıl ispatlanabilir?

Bir başkası: Dolayısıyla, Muhammed (s.a.a)’in ashabının hata yaptığını düşünüyorsun, öyle değil mi?

Memun: Onların hata yaptığını ve dalalette birleştiklerini nasıl düşünebiliriz ki, onlar imameti ne vacip ne de sünnet biliyorlardı. Zira sen imametin Allah tarafından vacip ve peygamberler tarafından sünnet olmadığını düşünüyorsun. Öyleyse vacip ve sünnet olmayan bir şeyde nasıl hata yapabilir?

Bir başkası: Eğer sizler imametin başkasına değil de Ali (a.s)’a ait olduğunu savunuyorsanız iddianızı doğrulayan delilleri getiriniz.

Memun: Ben bunu iddia değil, aksine ikrar ediyorum; ikrar edenden delil istenmez. Ama iddia eden azl ve nasbedenin (alıkoyan ve onaylayan), kendisi olduğunu ve ihtiyar sahibi olduğunu düşünen kimsedir; şahit ve delil onun emsallerinden (ki düşmanlarıdır) veya başkalarından olmalıdır. Öyleyse bu konuya nasıl şahit getirilebilir?

Diğer birisi: Resulullah (s.a.a)’den sonra Ali (a.s)’ın yapması vacip olan iş neydi?

Memun: Yapmış olduğu işlerdir.

Aynı şahıs: Acaba Ali’ye, halkı kendi imametinden haberdar etmesi vacip değil miydi?

Memun: İmamet onun için kendi işi değildi ve halkın işi de değildi, ki onu imam seçip diğerlerine üstün kılsınlar; aksine imamet onun için Allah’ın fiili ileydi. Aynen İbrahim (a.s)’a buyurduğu gibi; “Ben seni halka imam kılıyorum” Yine Dâvud (a.s)’a buyurduğu gibi; “Ey Dâvud! Ben seni yeryüzünde halife kıldım.” Yine, Adem (a.s) için meleklere şöyle buyurduğu gibi; “Ben yeryüzünde halife karar vereceğim” Öyleyse imam sadece Allah tarafından karar verilen ve seçilendir. İlk yaratıldığı andan itibaren, soy ve nesep yönünden büyük, temiz, pak asıllı ve bütün ömrü boyunca masum karar verilen kimsedir. Eğer imamet onun kendi fiili ve kendi elinde olmuş olsaydı, her kim bu fiil ve işi yapacak olursa imametliğe layık olurdu. Bunların zıddını da yaparsa imametlikten azlolunurdu. Böylece ismet, insanın kendi ameli ve ürünü olurdu.

Bir başkası: Resulullah (s.a.a)’den sonra neden imameti Ali (a.s) için vacip biliyorsun?

Memun: Çünkü aynen Peygamber'in çocukluktan imanla çıktığı gibi, o da çocukluktan imanla çıkmış ve aynen Peygamberin dalaletten uzak ve şirkten kaçınması gibi, o da kavminin delilsiz dalaletinden ve şirkinden uzaklaşmıştır. Zira şirk zulümdür ve zalim, imam olamaz. Yine, bütün Müslüman'ların icmasıyla puta tapan biri imam olamaz. Müşrik ve puta tapan biri, Allah’ın düşmanını Allah’ın yerine koymuştur. Bunun hükmü, aksi bir şehadet verilinceye kadar, bütün ümmetin şehadetiyle küfürdür. Zira birisi için bir defada olsa ve böyle bir hüküm verilmiş ise onun hakim olması caiz değil ve böylece hakim mahkum konumuna geçmiş olur. Dolayısıyla böyle olunca, hakim ve mahkum arasında fark kalmamış olur.

Bir başkası: Peki Ali, Muaviye ile savaştığı gibi neden Ebubekir, Ömer ve Osman ile savaşmamıştır?

Memun: Bu doğru bir soru değil. Zira soru olumlu şeylerden sorulur, olumsuz şeylerden değil. Olumsuz ve yapılmayan bir şey için sebep olmaz. Çünkü sebep sabit olan şeyler için gerekir. Ali (a.s)’ın hilafetinde onun Allah tarafından verildiğine, ya da başka biri tarafından verildiğine bakılmalıdır. Eğer Allah tarafından verildiği ispatlanırsa onun işlerinde tereddüde düşmek küfür sayılır. Çünkü Allah-u Teala şöyle buyuruyor: “Hayır; Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe iman etmiş  olmazlar.” (Nisa/65) Failin fiiline tâbi olmak, onun aslına tâbi olmak gibidir. Eğer Ali’nin kıyamı Allah tarafından ise, işleri de Allah tarafındandır. Buna göre halkın vazifesi, ona razı ve teslim olmaktan başka bir şey değildir.

Resulullah (s.a.a), Hudeybiye vakıasında müşriklerin, umre yapmalarına mani olmalarına rağmen onlarla savaşıp saldırıya geçmedi. Ama yardımcı, kuvvet ve kudret bulduğu zaman onlarla savaştı. Allah-u Teala bu konuda şöyle buyuruyor: “Şimdilik onlara güzel muamele et.” (Hicr/85) Yine şöyle buyuruyor: “Müşrikleri nerde bulursanız öldürün, yakalayın, kuşatın, hapsedin, onların gelip geçecekleri bütün yolları tutun.” (Tevbe/15)

Başka biri: Eğer senin dediğin gibi Ali’nin imameti Allah tarafından ise ve itaati de vacip ise o halde neden peygamberlere (a.s) davet ve tebliğden başka bir şey caiz değildir de Ali’ye tebliği terk etmesi ve halkı kendisine itaate davet etmemesi caizdir?

Memun: Biz Ali’nin peygamber gibi tebliğe emredildiğini ve resul olduğunu düşünmüyoruz, onun Allah ile yarattıkları arasında bir alamet olarak kararlaştırıldığını savunuyoruz. Ona tabi olan, itaat edici ve ona muhalefette bulunan, asi ve günahkâr sayılır. Eğer yardımcı bulsaydı cihat ederdi. Yardımcı bulamadıysa aşağılanmak onun değil, ona yardım etmeyenlerin suçudur. Zira onlar her halükârda ona itaat etmek mecburiyetindeydiler. Ali (a.s) ise yardımcı ve kuvveti olmadan cihat etmekle görevli değildi. O, Allah’ın evi gibidir; halk hac için ona gelmelidir. Bunu yaparlarsa üzerlerine vacip olanı yaparlar, ama amel etmezlerse Allah’ın evi için hiçbir sorun yoktur.

Kelam alimlerinden biri: Eğer bir imamın olması ve ona itaatin vacip oluşu kaçınılmaz olursa onun başka biri değil de Ali (a.s)olması neden zarureten vaciptir?

Memun: Çünkü Allah-u Teala meçhul birinin itaatini vacip kılmaz. Zira, vacip imkânsız olmaz; halbuki meçhul imkânsızdır. Öyleyse Resul (s.a.a) mutlaka vacipleri halka bildirmeli ki, Allah ile kulları arasında mazereti ortadan kaldırmış olsun. Acaba Allah’ın halka bir ay oruç vacip kıldıktan sonra o orucun hangi ayda yerine getirileceğini veya onun nişanelerini bildirmediğini gördün mü? Böylece halk kendi akıllarıyla bu ayı bulmuş ve Allah’ın hangi ayı irade etmiş olduğunu anlamış olsunlar. Böyle de olunca artık halkın beyan edici bir resule ve resulün buyruklarını bildiren bir imama ihtiyacı kalmaz.

Bir başkası: Ali’nin Resulullah (s.a.a)’in daveti sırasında baliğ olduğunu nasıl ispat edebilirsin? Halbuki halk, Ali’nin davet edildiği zaman çocuk olduğunu, mükellef erkeklerin yaşına ulaşmadığını düşünüyor.

Memun: Şöyle ispatlıyorum ki; eğer Resulullah (s.a.a) Ali’yi davet etmek için görevlendirildiyse o da ihtimal dahilinde teklife ulaşmış ve vacipleri yerine getirebilecek güçteydi. Ama Resulullah (s.a.a) onu davet etmekle görevli değildiyse, Resulullah (s.a.a) hakkında Allah’ın şu buyruğunu düşünmek gerekir: “Ve eğer bize isnat ederek bazı laflar etseydi, elbette onu kudretimizle aldırtır, sonra da şahdamarını çeker koparırdık.” (Hakka/44-46)

Binaenaleyh, (sizin sözünüzün doğru olduğunu varsayarsak) Resulullah (s.a.a), Allah’ın, kullarına takat ve gücünü vermediği şeylerde onları mükellef kılmaya çalışıyor, demeliyiz. Bu da imkânsız ve mahal bir şeydir. İşte, hekim biri böyle bir şeyi emretmez. Resul de böyle bir şeyi yapmaz. Allah-u Teala imkânsız bir şeyi emretmekten münezzehtir. Yine, Peygamber'in şânı, Allah’ın hikmetinde varolması imkânsız bir şeyi emretmekten yücedir.

Söz buraya varınca muhaliflerin hepsi susup kaldılar. Memun şöyle devam etti: Siz sorularınızı sorun ve eleştirilerini yapın. Acaba ben de size soru sorabilir miyim?

Hepsi bir ağızdan evet, dediler.

Memun: Bütün Müslümanlar'ın onayıyla Peygamber'in şu şekilde buyurduğu nakledilmiyor mu: “Bana bilerek yalan isnat eden kimse kıyamet günü ateşte yerini hazırlasın.”

Yine hepsi bir ağızdan "Evet, öyledir" dediler.

Memun: Yine, Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyorlar: “Allah’ın küçük veya büyük günahlarını işleyip sonra onu kendine bir inanç olarak benimseyerek ısrar eden kimse cehennem tabakalarında sonsuza dek kalacaktır.”

Hepsi bir ağızdan "Evet, aynen öyledir" dediler.

Memun: Öyleyse söyler misiniz; ümmetin seçip halife olarak karar verdiği şahıs, Resulullah (s.a.a) onu halife olarak karar vermediği halde "Resulullah (s.a.a)’in halifesidir ve Allah tarafındandır" demek caiz midir? Eğer "evet, caizdir" derseniz üstünlüğünüzü zorla sabit etmeye çalışmış olursunuz; ama eğer "caiz değildir" derseniz, Ebu Bekir’in, Resulullah (s.a.a)’in halifesi olmadığını ve Allah tarafından seçilmediğini kabullenmemiz lazım gelir ve böylece, sizlerin Peygamber'e yalan isnat ettiğiniz ispatlanmış olur. Bu takdirde de Peygamber (s.a.a)’in ateşe gireceğine işaret ettiği kimselerden olursunuz. Öyleyse hangi sözünüzün doğru olduğunu söyler misiniz? Acaba "Resulullah dünyadan göçtü ve halife bırakmadı" sözünü mü, yoksa "Ebu Bekir Allah Resulünün halifesidir" cümlesini mi doğruluyorsunuz?

Eğer her ikisini de onaylıyorsanız bilesiniz ki bu, birbirini yalanlayan imkânsız bir şeydir. Birini kabul ettiğiniz takdirde de diğeri batıl ve yalan olmuş olur. Öyleyse Allah’tan korkun, kendinize gelin, taklidi kenara atın ve şüphelerden kaçının. Andolsun ki, Allah akıl ve düşünceyle yapılmış amelden başka hiç bir ameli kabul etmez ve hak olarak bilmediği hiçbir şeyi kabullenmez. Bununla devam etmek, Allah’a küfür (kâfir olmak) demektir. Kâfir ise ateştedir. Söyler misiniz; sizden bir köle satın alındığında satın alınanın ağa, alanın da köle olması mümkün müdür?

Oradakiler hayır, dediler.

Memun: Öyleyse nasıl olur, siz ona hilafet makamını verdiğiniz halde o sizin emiriniz oluyor. Halbuki velayeti siz ona verdiniz! Acaba siz onun halifesi olmuyor musunuz? Siz önce halifeyi meydana getirdiniz, sonra da ona Allah Resulünün (s.a.a) halifesi dediniz. Daha sonra Osman bin Affan’a yapıldığı gibi, sinirlenerek onu katlettiniz.

İçlerinden biri: İmam vekil hükmündedir; ondan razı olunduğu müddetçe görevini yapar veya yapmaz, sinirlenildiği zaman da azledilir.

Memun: Müslümanlar, halk ve şehirler kimindir?

Onlar; Allah-u Teala’nındır, dediler.

Memun: Öyleyse Allah-u Teala kullarına, şehirlerine ve diğer şeylere  vekil karar vermeye onlardan daha layıktır. Zira ümmet, bir kimsenin bir başkasının mülkünde zarara sebebiyet vermesi halinde zamin olduğunu icma ile kabul etmiştir. Öyleyse ona başkasının yerinde tasarruf etme hakkı düşmüyor. Eğer bunu yaparsa borçlu ve zamindir.

Söyler misiniz; Peygamber (s.a.a) vefat ettiğinde kendisine bir halife bıraktı mı, yoksa bırakmadı mı? Onlar ise hayır bırakmadı dediler:

Memun: Acaba bu şekilde yapılması hidayet miydi yoksa dalalet miydi? Onlar hidayet idi dediler. Memun: Öyleyse halk hidayet peşinde gitmeli, batılı terk etmeli ve dalaletten uzaklaşmalıdır dedi. Onlar: Evet halk böyle de yaptı. Memun: Öyleyse Peygamber’in kendisi tayin etmediği halde neden halk onlardan sonra halife tayin etti. Peygamber (s.a.a)’in fiil ve amelini terk etmenin kendisi dalalettir ve hidayetin zıddının yine hidayet olması imkânsızdır. Eğer tayin etmemek hidayet ise neden Ebu Bekir’i seçtiler, halbuki Peygamber (s.a.a) onu bu iş için karar vermemişti? Ve neden Ömer kendisinden sonra, Ebu Bekir yapmadığı halde işi Müslümanlar arasında bir şûraya bıraktı. Size göre Peygamber halife tayin etmedi, Ebu Bekir kendisine halife tayin etti, Ömer ise Peygamber’in halife karar vermeyi terk etmesi gibi terk etmedi ve tıpkı Ebu Bekir gibi de yapmadı, üçüncü bir manada bunu gerçekleştirdi. Bu üç kısımdan hangisinin doğru olduğunu bana söyler misiniz? Eğer Peygamber'in yaptığını doğru bulursanız Ebu Bekir’in yaptığının yanlış olduğunu ve diğer sözlerinde yanlış olduğunu kabullenmelisiniz ve bunların hangisi doğrudur. Acaba Peygamber (s.a.a)’in yaptıklarımı (ki size göre halife bırakmadı) yoksa halife tayin eden taifenin yaptıkları mı doğrudur? Acaba hilafetin Resul tarafından terk edilmesi ve başkaları tarafından da tayin edilmesi her ikisi de hidayet olabilir mi? Ve hidayet, hidayetin zıddı da olabilir mi? Öyleyse dalalet nerededir? Söyler misiniz; Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra bu güne kadar bütün ashabın seçimiyle velayete ulaşan biri var mıdır? Eğer "hayır" derseniz bütün halkın Peygamber (s.a.a)’den sonra dalalete uğradığını savunmuş olursunuz. Ama "eğer" evet derseniz, ümmeti yalanlamış ve inkâr edilmesi mümkün olmayan bir şeyi batıl etmiş olursunuz. Söyler misiniz; Allah’ın şu buyruğu: “Söyle, gökte ve yerde olanlar kimindir, de ki Allah’ındır.” doğru mudur yoksa yalan mıdır?

Onlar: Doğrudur, dediler.

Memun: Acaba Allah’ın dışındakiler, onları yarattığı ve sahibi olduğu halde Allah’tan değil mi?

Onlar. Evet, dediler.

Memun: Bu sözünüzün batıllığı şuradadır ki; kendinize halife seçip ona itaat etmeyi vacip bildiniz ve onu Resulullah (s.a.a)’in halifesi olarak adlandırdınız. Sizler kendiniz onu halife seçiyor ve sinirlendiğiniz vakit azlediyorsunuz. Ayrıca isteğiniz dışında hareket ettiği zaman ve azledilmeyi reddettiğinde onu öldürüyorsunuz, yazıklar olsun size! Allah’a yalan iftira etmeyiniz zira yarın kıyamette Allah’ın huzuruna çıktığınızda bunun akıbetini göreceksiniz ve Resulullah (s.a.a) ile görüştüğünüzde ona bilerek yalan isnat etmiş olursunuz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bana bilerek yalan isnat eden kimse kıyamet günü ateşte yerini hazırlasın” Memun, kıbleye dönüp ellerini kaldırarak şöyle dedi: Allah’ım, ben bunları irşad ettim ve Allah’ım, bunları söylemem için üzerime vacip olan şeyleri söyledim; onları şek ve şüphede bırakmadım, Allah’ım, sana yaklaşmak için aynen resulünün bize emrettiği gibi Peygamber'inden sonra Ali’yi diğerlerine mukaddem ettim.

Ravi şöyle diyor: Sonra hepimiz dağıldık ve Memun ölünceye kadar da böyle bir toplantı yapılmadı.


 

Text Box: 46. BÖLÜM
 


RIZA (A.S)’DAN, İMAMLAR (A.S)’IN İMAMETLERİ HAKKINDA DELİLLER, GULAT VE TEFVİZ DÜŞÜNCELERİNE REDDİYE[56]

 

 

1- Temim bin Abdullah bin Temimî Kureyşi (r.a), Hasan bin Cahim’den şöyle naklediyor: Bir gün Memun’un toplantısına gittim. Ali bin Mûsa Rıza (a.s) da yanındaydı. Muhtelif fırkaların kelam alimleri (mütekellimler) ve fakihleri oradaydılar. Onlardan biri hazrete şöyle bir soru sordu: Ey Allah Resulünün oğlu, İmamet iddiasında bulunanların imameti hangi yolla ispatlanır?

İmam (a.s): Nass ve delil ile ispatlanır.

Aynı şahıs: Öyleyse delilleri nelerdir?

İmam (a.s): İmametin delili, onun ilminde ve duasının kabul olmasındadır.

Aynı şahıs: Sizin olacak şeylerle ilgili haber vermenizin sırrı nededir?

İmam (a.s): Resulullah (s.a.a)’den bize intikal eden ilim sayesindedir.

Aynı şahıs: Halkın kalbinde olan şeylerden haber vermenizin sırrı nededir?

İmam (a.s) şöyle buyurdu: Acaba Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğu size ulaşmadı mı? "Müminin ferasetinden korkunuz, zira o Allah’ın nuruyla bakar."

Aynı şahıs: Evet, Resulullah (s.a.a) öyle buyurmuştur.

İmam (a.s): Feraseti olmayan mümin düşünülemez. İlim, görüş, idrak ve imanının miktarı kadarıyla Allah’ın nurundan istifade eder ve etrafa onunla bakar. Allah-u Teala biz imamlara, bütün müminlere verdiği ferasetin tamamını vermiştir. Nitekim, Allah-u Teala kitabında şöyle buyuruyor: “Şüphe yok ki bunda düşünenlere ibretler vardır.” (Hicr/75)

İşte ilk düşünenler Resulullah (s.a.a) sonra Emir’ul-Müminin Ali (a.s) daha sonra Hasan ve Hüseyin (a.s) ve Hüseyin (a.s)’ın soyundan kıyamete kadar gelecek olan diğer imamlardır.

Ravi diyor ki: İmam bunları söyleyince Memun İmam’a dönerek Ey Ebul Hasan, Allah’ın siz Ehl-i Beyt’e vermiş olduğu şeylerden bahset, dedi.

İmam (a.s): Allah-u Teala bizleri kendi tarafından mukaddes ve tertemiz olan bir ruhla teyit etti ki bu, bir melek değildir ve yine geçmiştekilerden hiçbirisiyle beraber değildi. Yalnız Resulullah (s.a.a) ile biz imamlarla beraberdir ki onlara yardım ve hidayette bulunuyor, o bizimle Allah arasında uzanmış bir nur bağıdır.

Memun: Ey Ebul Hasan, bana bir grubun sizler hakkında guluv edeceğini (haddi aşacağını) söylediler.

İmam (a.s) şöyle cevap verdiler: “Mûsa bin Câfer (a.s) babası Câfer bin Muhammed (a.s)’dan, o babası Muhammed bin Ali (a.s)’dan, o da babası Ali bin Hüseyin (a.s)’dan, o da babası Hüseyin bin Ali (a.s)’dan, o da babası Ali bin Ebu Talib (a.s)’dan Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Beni hakkım olan makamdan yukarı çıkarmayınız, zira Allah-u Teala beni resul ve peygamber olarak seçmeden önce kendisine kul olarak karar verdi ve Allah-u Teala şöyle buyuruyor: “Hiç bir insana yakışmaz ki Allah ona kitap, hüküm ve peygamberlik versin de sonra o, insanlara, Allah’ı bırakın da bana kul olun, desin. Ancak öğretmekte ve okumakta olduğunuz kitaba uyup rabbani olun der. Meleklerle peygamberleri Allah tanıyın diye de emretmez. Artık siz Müslüman olduktan sonra küfrü emreder mi size?” (Âl-i İmran/79-80) Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "İki grup benden dolayı helak olacaktır ve bunda benim günahım yoktur: Birisi aşırıya kaçan dost, diğeri ise haddini aşan düşmandır. Ben onlardan beri ve uzağım. Bana guluv edenlerden, beni haddimden yukarı çıkarmaya çalışanlardan Allah’a sığınırım. Aynen İsa bin Meryem (a.s)'ın Nasara’dan (Hıristiyanlardan) uzaklaştığı gibi” Zira Allah-u Teala şöyle buyuruyor: “Allah: Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara 'Beni ve annemi Allah'tan başka iki ilah olarak benimseyin' dedin? demişti de, 'Haşa, hak olmayan sözü söylemek bana yakışmaz; eğer söylemişsem, şüphesiz sen onu bilirsin; sen, benim içimde olanı bilirsin; ben senin içinde olanı bilmem; doğrusu görülmeyeni bilen ancak sensin' demişti. Ben onlara sadece Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, diye bana emrettiğini söyledim. Aralarında bulunduğum müddetçe onlar hakkında şâhittim, beni aralarından aldığında onları sen gözlüyordun. Sen her şeye şâhitsin.” (Maide/116-117) Allah-u Teala yine şöyle buyuruyor: “Ne Mesih Allah’a kul olmaktan çekinir, ne de Allah’ın kendisine yakınlaştırdığı melekler” (Nisa/172) Diğer bir yerde ise şöyle buyuruyor: “Meryem oğlu Mesih sadece peygamberdir, ondan önce de peygamberler geçmiştir, onun annesi dosdoğrudur, her ikisi de yemek yerlerdi. Onlara ayetleri nasıl açıkladığımıza bir bak, sonra da bak ki nasıl yüz çeviriyorlar!” (Maide/75) Yani metfûlarını çıkarma ihtiyacı duyuyorlardı.

Bizler, peygamberlerin Allah olduğuna, imamların Allah veya peygamber olduklarına ve başka birilerinin imamlığına inanan kimselerden dünya ve ahirette uzağız.

Memun: Ey Ebul Hasan! Peki "ricat" hakkında ne diyorsun?

İmam (a.s): Ricat hak olan bir şeydir ve önceki ümmetlerde de vardı. Kur’an'da bu konuda ayetler vardır ve Resulullah (s.a.a) ricat hakkında şöyle buyurmuştur: "Geçmiş ümmetlerde olan şeylerin hepsi, bu ümmette de eksiksiz olarak meydana gelecektir. Benim çocuklarımdan Mehdî (a.s) zuhur ettiği zaman İsa bin Meryem (a.s) da gökten inecek ve Mehdî (a.s)’ın arkasında namaz kılacaktır. İslam gariplikle başladı ve yakında tekrar garipliğe dönecektir. Saadet ve müjdeler olsun gariplere." Sonra ey Allah'ın resulü, bundan sonra ne olacak, diye sorulduğunda Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: "Hak tekrar sahibine dönecektir."

Memun: Ey Ebul Hasan! Tenasühe[57] inananlar hakkında ne diyorsun?

İmam (a.s): Tenasühe inananlar kâfir olmuş ve cennet ile cehennemi inkâr etmiş olurlar.

Memun: Mensuh olanlar hakkında ne diyorsunuz?

İmam (a.s): Onlar Allah’ın gazap etmiş olduğu ve mensuh olunan bir kavimdi. Dünyada üç gün yaşamış, sonra da ölmüşlerdi. Bunlardan yeni nesiller türemedi. Dünyada görülen maymun, domuz vs. hayvanlara mensuh olanların ismi verildi. Onlar tıpkı eti helal olmayan ve istifadesi caiz olmayan şeyler gibidir.

Memun: Ey Ebul Hasan! Allah senden sonra beni yaşatmasın. Allah’a andolsun ki doğru ilim siz Ehl-i Beyt’ten başkasının yanında bulunmaz ve babalarının ilmi sana yetişmiştir. Allah-u Teala İslam ve ehlinden sana hayırlar versin.

Hasan bin Cehm şöyle diyor. İmam Rıza (a.s) kalktığında ben onu takip ettim. Evlerine gidiyorlardı. Ben de yanlarına giderek şöyle arzettim: Ey Resulullah (s.a.a)’in oğlu: Allah’a hamd olsun ki müminlerin emiri Memun nazarını size celbetti ve onun görüşlerini sizin için güzel kıldı. Görüş ve sözlerinizi kabul etmesini sağladı.

Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle cevap verdi: Ey Cehm'in oğlu; onun bana ihtiram ederek sözlerimi dinlemesi seni aldatmasın. Yakında zehirleyerek beni öldürecek ve bana zulmedecektir. Ben bunu babalarımdan ve Resulullah (s.a.a)’den gelen ahit[58] vasıtasıyla biliyorum. Bunu, ben hayatta olduğum müddetçe kimseye anlatma ve gizli tut!

Hasan bin Cehm şöyle devam ediyor. Rıza (a.s) Tus’ta (Meşhed) zehirlenip dünyadan gidinceye kadar bu olayı hiç kimseye söylemedim. İmam Humeyd bin Kahtebe-i Taî’nin evinde Hârun’ur-Reşid’in kabri yanında bulunduğu kubbe altında, onun yanına defnedildi.

 

2- Muhammed bin Mûsa bin Mutevekkil (r.a), Hüseyin bin Halid-i Sayrefî’den İmam Rıza (a.s)’ın şöyle buyurduğunu naklediyor: "Tenasühe inanan kâfirdir. Allah Gulat'a[59] lanet etsin ve onları rahmetinden uzaklaştırsın. Keşke Yahudî olsaydılar, keşke Mecusi olsaydılar, Hıristiyan olsaydılar, Kaderiyye[60] olsaydılar, Murcia[61] olsaydılar, Hururiye[62] olsaydılar! Onlarla oturup kalkmayın, dostluk kurmayın, onlardan uzaklaşın; zira Allah, onlardan uzaktır."

 

3- Muhammed bin Ali Macileveyh (r.a), Ali bin İbrahim bin Haşim’den, o da Yasir-i Hadim’den şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s)’a: "Tefviz hakkında ne buyuruyorsunuz?" diye sordum. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdular: Allah Tebarek ve Teala dininin emirlerini peygamberine bıraktı ve şöyle buyurdu: “Peygamber size ne verirse onu alın ve neden vazgeçmenizi emrederse vazgeçin ondan.” (Haşr/7) Yaratma ve rızık verme işini ona bırakmadı. Yine Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Allah herşeyin yaratıcısıdır.” (Râd/16) Sonra şöyle buyuruyor: “Öyle bir Allah’tır ki sizi yaratmıştır. Sonra rızık vermiştir size, sonra öldürür, sonra da diriltir sizi, ona eş sığındıklarınızın içinde bunlardan bir şey yapabilen var mı? Şirk koşanların şirk koştukları şeylerden münezzeh ve yücedir.” (Rum/40)


Text Box: 47. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’IN TESPİTLERİ[63]

 

 

1- Ahmed bin Ziyad bin Câfer-i Hemezanî (r.a), Umeyr bin Yezid’den şöyle naklediyor: Ben Ebul Hasan Rıza (a.s)’ın yanında idim, İmam, Muhammed bin Câfer bin Muahmmed hakkında şöyle buyurdu: “Ben onunla aynı evde kalmamaya karar verdim.”

Ben kendi kendime "Bizleri iyi işler yapmaya ve sıla-i rahme (yakınları gözetme) emrediyor, oysa amcası hakkında söylediklerine bak!" dedim. Bunun üzerine İmam bana dönerek şöyle buyurdu: “Bunun kendisi iyilik ve sıla-i rahimdir. Çünkü o, benim yanıma gelip gittikçe hakkımda bir şeyler söylüyor ve halk da onu destekliyor. Ama bana gelmez ve bende ona gitmezsem söylediği şeyleri halk kabul etmez.”

 

2- Muhammed bin Ahmed bin İdris (r.a), Muhammed bin Halid’in şöyle dediğini naklediyor: Rayyan bin Salt, Merv’de iken Fazl bin Salt onu Horasan’ın bazı şehirlerine vali olarak gönderdiğinde bana şöyle dedi: Ebul Hasan (a.s)’dan, ona selam vermem için bana izin almanı, elbiselerinden ve kendi ismine basılmış paralardan bir miktar vermesini istiyorum.

Ben hazretin yanına gittim ve henüz bir şey söylemeden kendileri söze başlayıp şöyle buyurdular: “Rayyan bin Salt, yanımıza gelmeyi, elbiselerimizden ve paralarımızdan bir miktar ona vermemizi istiyor; ben kendisine izin veriyorum.” Sonra Rayyan gelerek selam verdi. İmam (a.s) ona iki elbise ve kendi adına basılmış paralardan da otuz dirhem verdi.

 

3- Ebul Kasım Ali bin Ahmed bin Abdullah bin Ahmed bin Ebu Abdullah Bergî (r.a), Hüseyin bin Mûsa bin Câfer bin Muhammed-i Alevî’den şöyle naklediyor: Biz Benî Haşim gençleri, Ebul Hasan Rıza (a.s)’ın yanındaydık. Câfer bin Ömer-i Alevî kötü bir halde yanımızdan geçti. Bir kısmımız birbirimize bakarak Câfer bin Ömer’in o haline güldük. Bunun üzerine Rıza (a.s) şöyle buyurdular: “Sizler yakında onu çok zengin ve çok taraftarı olan biri olarak göreceksiniz.” Bir ay veya daha yakın bir zaman geçmişti ki, Câfer Medine valisi oldu, durumu düzeldi. Yanımızdan tekrar geçtiğinde etrafında atlılar ve korumalar vardı. Bu, Câfer bin Muhammed bin Ömer bin Hasan bin Ali bin Ömer bin Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebu Talib (a.s) idi.

 

4- Babam (r.a), Sâd bin Abdullah’tan, o da Hüseyin bin Beşşar’dan İmam Rıza (a.s)’ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Abdullah, Muhammed'i öldürecektir.” "Abdullah bin Hârun mu Muhammed bin Hârun’u öldürecek?" diye sorduğumda İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Evet, şu anda Horasan’da bulunan Abdullah, Bağdat’ta bulunan Muhammed bin Zübeyd'i öldürecektir.”

 

5- Hamza bin Muhammed bin Ahmed bin Câfer bin Muhammed bin Zeyd bin Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebu Talib (a.s), 339 yılının Recep ayında Kum şehrinde Ali bin İbrahim’in kendisine şöyle yazdığını naklediyor: Muhammed bin İsa bin Ubeyd, Abdurrahman bin Ebu Necran ve Saffan bin Yahya’dan şöyle dediklerini rivayet ediyor: Vakifîlerin[64] reisi Hüseyin bin Kıyame, İmam Rıza (a.s)’ın yanına gidebilmek için bizden kendi adına izin almamızı istedi. Biz de isteğini yerine getirdik. İmam ile görüştüğünde aralarında şöyle bir konuşma geçti:

İbn-i Kıyame: Siz İmam mısınız?

İmam (a.s): Evet, ben imamım.

İbn-i. Kıyame: Ben senin imam olmadığına Allah’ı şahit gösteririm.

İmam bir müddet başını aşağı eğerek sessizce bekledi, sonra şöyle buyurdu: Benim imam olmadığımı nereden biliyorsun?

İbn-i Kıyame: Çünkü bizlere İmam Sâdık (a.s)’ın şöyle buyurduğunu rivayet ediyorlar: "İmam Akim (erkek çocuğu olmayan) olmaz." Halbuki sizin yaşınız geçtiği halde bir tek çocuğunuz dahi yoktur.

İmam (a.s) yine başını yere eğerek öncekinden daha uzun bir müddet sustu ve sonra şöyle buyurdu: “Ben de Allah’ı şahit tutuyorum ki Allah bana erkek bir çocuk verecektir.

Abdurrahman bin Necran şöyle diyor: Biz ayları tek tek sayıyorduk. İmam'ın bu sözlerinden bir sene geçmemişti ki Allah-u Teala, İmam Cevad (a.s)’ı kendilerine verdi.[65]

Ravi şöyle diyor: Hüseyin bin Kıyame tavaf esnasında İmam'ı şaşkın bakışlar arasında seyrediyordu. İmam ona dönerek şöyle dedi: “Ne oldu sana? Allah seni şaşırtsın!” Bu duanın tesiriyle İbn-i Kıyame donup kaldı.

 

6- Babam (r.a) Sâd bin Abdullah’tan, o da Mûsa bin Hârun’dan şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s) Medine’de Harseme’ye bakarak şöyle buyurdu: “Onu Merv’e götürdüklerini ve kafasını kestiklerini görür gibiyim.” Ve aynen buyurdukları gibi oldu.[66]

 

7- Ahmed bin Ziyad bin Câfer-i Hemedanî (r.a) Ali bin İbrahim bin Haşim’den o da Erreyan bin Salt’tan şöyle naklediyor: Irak’a gitmek istediğim zaman veda etmek üzere Rıza (a.s)’ın yanına gittim. Kendi kendime "İmamla veda edeceğim zaman hazretin elbiselerinden gömleğini kendime kefen yapmam için ve kızlarıma yüzük almam için bir miktar para isteyeyim." dedim. Kendilerine veda edip ayrıldığım için beni hüzün sardı; daha önce düşündüğüm şeyleri unuttum ve dışarı çıkıp yola koyuldum. Derken arkamdan seslenerek beni çağırdı: Tekrar yanına geldiğimde şöyle buyurdu: “Acaba gömleklerimden birini ecelin geldiği zaman kendine kefen yapman için vermemi istemiyor musun? Kızlarına yüzük alman için bir miktar para vermemi de istemez misin?” Ben: Ey benim efendim, ben bunları sizden istemeyi aklımdan geçiriyordum. Ama sizden ayrılmanın üzüntüsü onları unutturdu, dedim. İmam (a.s) yastığın arkasından bir gömlek ve seccadenin altından da bir miktar para çıkararak bana verdi. Saydığımda gördüm ki, otuz dirhem idi.

 

8- Hüseyin bin Ahmed bin İdris (r.a), babasından, o da İbrahim bin Haşim’den, o da Muhammed bin Hafs’dan, o da Hamza bin Câfer-i Ercanî’den şu şekilde naklediyor: Mescid’ül-Haram’da Hârun bir kapıdan, İmam Rıza (a.s) da diğer bir kapıdan çıktılar. İmam Rıza (a.s) ibret olsun diye Hârun’a şöyle buyurdu: “Ne kadar uzak bir evdir ama Tus’ta (Meşhed) görüşmemiz çok yakın; ey Tus, ey Tus! Çok yakında beni ve onu bir yere getireceksin.”

 

9- Ebu Muhammed Câfer bin Naim Hekim-i Şâzanî (r.a), Hasan bin Ali’den şöyle rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s) bana şöyle buyurdu: “Beni Medine’den çıkarmak istediklerinde kendi ailemi toparladım ve onlara benim için ağlamalarını ve bunu duymak istediğimi emrettim. Sonra yanımda bulunan oniki bin dinarı aralarında taksim ettim ve onlara tekrar dönmeyeceğimi bildirdim.”

 

10- Ali bin Hüseyin bin Şazeveyh Mueddib (r.a), Abdullah bin Mugayre’den şu şekilde naklediyor: Ben Vakifî mezhebinden idim ve bu inanç üzere de hacca gittim. Mekke’ye ulaştığımda kalbimden bir şeyler geçti. Orada Mültezem'e (Hacer’ul-Esved ile Kâbe’nin kapısı arası) sığındım ve şöyle dedim: Allah’ım sen benim ne istediğimi biliyorsun. Kendin beni en iyi mezheple tanıştır ve beni irşad et. Aklımdan Rıza (a.s) ile görüşmek geçti. Medine’ye ve İmam’ın evine gittim. Hizmetçilerine; "Efendine kapıya Irak’lı bir yabancı gelmiş ve içeri girmek için izin istiyor de" dedim. Bu arada İmam'ın sesini işittim ki şöyle buyuruyordu: “İçeri gel ey Abdullah bin Mugayre!” Ben içeri girdiğimde bana bakar bakmaz şöyle buyurdu: “Allah duanı kabul etti ve seni doğru yola hidayet etti.” Bunun üzerine ben de; şehadet ederim ki sen Allah’ın hüccetisin ve Allah’ın kulları arasında eminisin, dedim.

 

11- Babam (r.a), Dâvud bin Razin’den şöyle naklediyor: Benim yanımda Ebul Hasan Mûsa bin Câfer (a.s)'a ait bir miktar para vardı. Hazret birilerini göndererek bir miktarını aldı ve geri kalan miktarı da yanımda bıraktı. İmam (a.s) şöyle buyurmuştu: “Benden sonra gelen onu talep ettiğinde veresin. Zira o, senin imamındır.” İmam Mûsa Kâzım (a.s)’ın vefatından sonra oğlu Ali Rıza (a.s) birilerini yanıma göndererek: "Falan miktar para sizin yanınızdadır. Onu gönderiniz." diye buyurdular. Ben de yanımda bulunan malların ve paraların tamamını kendilerine gönderdim.

 

12- Muhammed bin Hasan bin Ahmed bin Velid (r.a), Hasan bin Ali Vaşia’dan şöyle naklediyor: Abbas bin Câfer bin Muhammed bin Eş'as, benden Rıza (a.s)’a, mektubunun başkalarının eline geçmemesi için yakmasını söylememi istedi. Vaşia şöyle diyor: Ben bunu hazrete haber vermeden kendilerinden gelen bir mektupta şöyle yazıyordu: “Dostuna mektubunu okuduktan sonra yaktığımı söyle.”

 

13- Muhammed bin Hasan bin Ahmed bin Velid (r.a), Ebu Muhammed Basrî’den şöyle naklediyor: Ebul Hasan Rıza (a.s) geldiğinde ona gönderdiğim bir mektupta Mısır’da ticaret yapmak için izin istediğimi yazdım. İmam (a.s) şöyle cevap yazdılar: “Şu anda sabrediniz.” Ben iki sene bekledim ve üçüncü sene kendilerinden izin alabilmek için tekrar mektup yazdım. Cevaplarında şöyle buyurdular: “Gidebilirsin Allah mübarek etsin. Bu seferi Allah-u Teala senin için hayırlı kıldı.” Sefere çıktıktan sonra çok hayırlar gördüm. Öyle ki, Bağdat’ta karışıklıklar başa gösterdi ve ben de bu fitnelerden kurtulmuş oldum.

 

14- Muhammed bin Mûsa bin Mütevekkil (r.a), İmam Rıza (a.s)'ın bir kişiye şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Ey Allah’ın kulu, kendinden sonra yapılmasını istediğin şeyi vasiyet et ve kendini kurtuluşu olmayan şeye hazırla!”

Ravi der ki: Buyurdukları gibi de oldu. Adam, bu ikazdan üç gün sonra vefat etti.

Kitabın yazarı şöyle diyor: İmam Rıza (a.s)’ın ilmi babalarından ve Resulullah (s.a.a)’dendir. Şöyle ki; Cebrail, Peygamber’e gelerek halifelerin, Emevî ve Abbasîlerin haberlerini, gelecekte olacakları ve onların yapacakları şeyleri haber veriyordu. Allah’tan başka güç ve kudret yoktur.


Text Box: 48. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)'IN, ZULMÜNDEN DOLAYI BEKKAR BİN ABDULLAH BİN MUSAB'A BEDDUALARI VE BUNLARIN KABULÜ

 

 

1- Ebu Ali Hüseyin bin Ahmed el-Beyhakî, Ali bin Muhammed Nevfelî’den şöyle rivayet ediyor: Ebu Talib oğullarından biri, Zübeyr bin Bekkar’ı bir konu için Peygamber (s.a.a)’in kabri ile minberi arasına yemin etmeye zorladı. O da (Zübeyr) yemin ettiğinde cüzzam hastalığına yakalandı. Bacaklarında ve ayaklarında hastalığı daha çok idi. Babası Bekkar[67] İmam Rıza (a.s)’a bu konuda zulmettiğinden İmam da ona beddua etti. O sırada binanın üzerinden bir taş yuvarlanıp boynunu kırdı. Babası Abdullah bin Musab da Yahya bin Abdullah bin Hasan’ın antlaşma kâğıdını yırtmış, Hârun'ur-Reşid’in yanında ona ihanet ederek şöyle demişti: “Ey müminlerin emiri! Onu öldür, çünkü onun için bir aman yoktur (o ahitname doğru değildir).” Yahya da Hârun'ur-Reşid’e şöyle dedi: “O benim kardeşim ile birlikte bundan önce (dün) ayaklanmışlardı (bugün de sana destek mi oluyor)?” Üstelik ona birkaç şiir okudu. (Abdullah) bunu inkâr etti. Buna karşılık Yahya, onu mübaheleye (ölümün çabuk gelip çatması için dua etmeye) davet etti. (O da mübahele edince) mecliste başı ağrıdı ve üç gün sonra da öldü. Mezarı birkaç kez yere gömülüp kayboldu.

Yazar şöyle diyor: Bu rivayeti ravi uzun olarak zikretmiştir. Ben de onu bu şekilde özetleyerek yazdım.


Text Box: 49. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’IN BAĞDAT’I GÖRMEYECEĞİNE DAİR VERDİĞİ HABER

 

 

1- Ebu Ali Beyhakî, Muhammed bin Ebu Abbad’dan şöyle rivayet ediyor: Bir gün Memun, İmam Rıza (a.s)’a şöyle dedi: Biz Bağdat’a gidip şu ve bu işleri yapacağız inşallah. İmam (a.s) ona; “Ey Emir! Sen gideceksin” dedi. Oradan ayrıldığında İmam (a.s)’a şöyle arz ettim: Senden bir şey duydum ve bu, beni çok üzdü. Sebebini İmam (a.s)’a anlattığımda şöyle buyurdu: “Ey Hüseyin, benim Bağdat’ta ne işim var? Ne ben Bağdat’ı göreceğim, ne de o beni görecek!”


Text Box: 50. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’IN ALİ BERMEKÎ HAKKINDA BEDDUASI VE ONUN GELECEĞİNDEN HABER VERMESİ

 

 

1- Babam ve Muhammed bin Ahmed bin Velid (r.a), Muhammed bin Fuzeyl’den şöyle rivayet etmektedirler: Hârun'ur-Reşid, Ali Bermekî’ye gazaplandığı yıl, işe önce Câfer bin Yahya’nın ölüm fermanıyla başladı. Daha sonra Yahya bin Halid’i hapsetti. Bermekîlere de olanlar oldu.

İmam Rıza (a.s) Arefe’de ayak üzerinde durduğu halde dua ediyor, mübarek başını ise sallıyordu. Ondan bunun sebebini sorduğumda şöyle buyurdu: “Ben şimdi Bermekîlere (Câfer ve babasına) babama yaptıklarından dolayı beddua ediyorum. Allah, bugün onlara ettiğim duamı kabul etti.”

Eve döndükten kısa bir süre sonra (Bermekîlere) Câfer ve Yahya’ya gazap olundu, belaya yakalanıp durumları değişti.”

 

2- Muhammed bin Mûsa bin Mütevekkil (r.a), Musafir’den şöyle rivayet ediyor: Ben İmam Rıza (a.s) ile Mina’daydım. Yahya bin Halid, bir grup Bermekîyle birlikte yanımızdan geçti. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdu: “Zavallılar, bu yılda başlarına ne geleceğini bilmiyorlar!” Daha sonra İmam iki parmağını birleştirerek şöyle devam etti: “Şaşıyorum şuna ki, ben ve Hârun aynen şu iki parmağım gibiyiz!”

Musafir şöyle söylüyor: Allah’a andolsun ki, bu hadisin anlamını İmam Rıza (a.s) Hârun’un yanında defnedilmeyinceye kadar anlamamıştım.

 

3- Abdulvahid bin Muhammed bin Ubdus en-Nişaburî, 352 yılında çeşitli senetle Mûsa bin Mihran’dan şöyle rivayet etmiştir: Câfer bin Yahya’nın şu şekilde dediğini işittim: İsa bin Câfer Rikke’den Mekke’ye gitmeye yöneldiğinde Hârun’a “Âl-i Ebu Talib hakkında etmiş olduğun yemini hatırla; kim İmam Kâzım (a.s)’dan sonra imamlık iddia ederse boynunu vuracağına dair yemin etmiştin! Oğlu olan Ali (İmam Rıza) imam olduğunu iddia ediyor. Babası hakkında söylenenler onun hakkında da söyleniyor” demişti. Hârun'ur-Reşid, bunun üzerine ona sinirlenerek şöyle dedi: Ne söylediğinin farkında mısın, hepsini öldürmemi mi istiyorsun?

Mûsa bin Mihran şöyle söylüyor: Ben bunları işittiğimde İmam Rıza (a.s)’ın yanına varıp olayı haber verdim. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdu: “Benim onlarla ne işim var? Vallahi bana hiçbir şey yapamayacaklar.”

 

4- Ahmed bin Ziyad bin Câfer Hemezanî (r.a), Sevfan bin Yahya’dan şöyle rivayet etmiştir: İmam Kâzım (a.s) dünyadan göçtükten sonra İmam Rıza (a.s) imamet hakkında konuşuyordu. Biz bu hususta onun için korkuyorduk. Dolayısıyla İmam (a.s)’a şöyle arz ettim: Sen gerçekten de büyük bir emri gerçekleştirip açıklığa kavuşturacaksın, ama biz zalimlerden korkuyoruz. Bunun üzerine İmam şöyle buyurdu: “Elinden ne geliyorsa yapsın, bana dokunması için bir yol yoktur.”

Sevfan şöyle diyor: Bana güvenilir birisi, Yahya bin Halid’in zalime şöyle dediğinin haberini verdi: “İşte bu, onun oğlu Ali’dir (İmam Rıza’dır). Onun yerinde oturmuş, imametin kendisine ait olduğunu iddia ediyor.” Buna karşı zalim (Hârun); “Onun babasını öldürdük, elimize ne geçti, sen bizden hepsini öldürmemizi mi istiyorsun?” dedi.

Şüphesiz ki Bermekîler, Resulullah (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’ine karşı düşman idiler ve (her fırsatta) kinlerini böyle açığa vuruyorlardı.


Text Box: 51. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’IN HÂRUN'UR-REŞİD İLE AYNI YERDE DEFNEDİLECEĞİNİ HABER VEREN RİVAYETLER

 

 

1- Ahmed bin Ziyad Câfer Hemezanî (r.a), Mûsa bin Mihran’dan şöyle rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s) Medine camisinde idi. Hârun'ur-Reşid ise konuşma yapıyordu. İmam şöyle buyurdu: “Acaba benim ve onun aynı yerde defnedileceğimizi görebilecek misiniz?”

 

2- Muhammed bin Ali Macileveyh (r.a), Muhammed bin Fuzeyl’den şöyle rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’dan işiten birisi bana şöyle haber verdi: İmam Rıza (a.s) Mina veya Arafat’ta işaret parmaklarını birleştirerek Hârun’a döndü ve “Hârun ile ben böyleyiz” dedi. Biz bunun manasının ne olduğunu anlayamadık. İmam (a.s) Tus’ta dünyadan gidince Memun, onu babası Hârun’un yanına defnetmelerini emretti.


Text Box: 52. BÖLÜM
 

 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’IN, ZEHİRLE KATLEDİLECEĞİNİ VE HÂRUN'UR-REŞİD’İN YANINA DEFNEDİLECEĞİNİ HABER VERMESİ

 

 

Muhammed bin Ali Macileveyh (r.a), Abdusselam bin Salih el-Harevî’den şöyle rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Ben yakında zehirle mazlum bir şekilde katledileceğim, Hârun’un yanında mezarım olacaktır. Allah, türbemi Şia'lara ve bizi seven aşıklarımıza ziyaret yeri yapacaktır. Her kim gurbet yerde, beni ziyaret ederse kıyamet gününde de, onu ziyaret etmek bana vacip olur. Andolsun Allah’a ki, Muhammed (s.a.a)’i peygamber seçip bütün yarattıklarından üstün etti. Sizlerden kim kabrim yanında iki rekât namaz kılarsa görüşme günümüz olan kıyamet gününde Allah’ın mağfiretini kazanmayı hak etmiştir. Andolsun Allah’a ki, Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra imametin bize mahsus olduğunu onun vasiyeti ile bildirmiştir. Benim kabrimi ziyaret eden kıyamet günü yanımda en değerli kimse olacaktır. Beni ziyaret eden her mümin gözünden akıtacağı birkaç damla yaşla, Allah onun vücudunu ateşe haram edecektir.”


Text Box: 53. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’IN İMAN EHLİ İLE NİFAK EHLİNİ TANITMASI

 

 

Babam, metindeki senetle İbn-i Necran'ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: İmam Rıza (a.s), bizim bazı ashabımıza mektup yazdı; yazdığını bana da okudu; mektup, birisini gördüğümüzde onun gerçekte iman ehli ya da nifak ehli olduğunu tanımamız içindi.


Text Box: 54. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’IN BÜTÜN DİLLERİ BİLMESİ

 

 

1- Babam (r.a), Yasir el-Hadim’den şöyle rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’ın Rum’un bir parçası olan Sekalibe’deki evinde köleleri vardı. İmam’ın odası onlara yakındı. İmam, bir akşam onların Saklabî (Rum) dili ile konuştuklarını ve şöyle söylediklerini işitti; “Biz şehrimizde her yıl kan verirdik, ama burada kan vermedik.” Sabah olunca İmam Rıza (a.s) yanlarına doktor göndererek şöyle tembih etti: “Filan şahsın şu damarını kes, diğerinin ise şu damarını.” Daha sonra da şöyle buyurdu: Ey Yasir, sen kan vermek için damarını kesme.

Yasir der ki: Ben damarımı kestim, derken elim şişti ve kızardı. İmam bunu gördüğünde “Ne oldu?” diye sordu. (Sözünü dinlemeyip) damarımı kestiğimi söyleyince “Ben seni bundan men etmemiş miydim” dedi ve elimi uzatmamı istedi. Elimi uzattığımda üzerine mübarek ağız suyundan sürdü ve akşamları yemek yemememi tavsiye etti. Ben de bundan böyle akşamları yemek yememeye gayret gösterdim. Arada sırada unutup gaflet ettiğimde rahatsızlık tekrar başlıyordu.

 

2- Babam (r.a), Dâvut bin Kâsım el-Câferî’den şöyle naklediyor: Ben İmam Rıza (a.s) ile beraber yemek yiyordum. İmam, bazı köleleri Saklabî ve Farsça dilleri ile çağırırdı. Kölemi hazretin huzuruna her gönderişimde (Fars olduğu için) onunla Farsça konuşurdu. Üstelik Farsça karışık ve anlaşılmaz olduğunda İmam (a.s) onu köleye açıklardı.

3- Ahmed bin Ziyad bin Câfer el-Hemezanî (r.a), Ebu Salt el-Herevî’den şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s) halk ile kendi dilleriyle konuşurdu. Allah’a andolsun ki o, bütün dilleri herkesten (bütün insanlardan) daha güzel (fasih) konuşan ve en iyi bilendi. Bir gün İmam Rıza (a.s)’a şöyle arzettim: “Ey Resulullah’ın oğlu! Ben senin bütün bu dilleri ince ayrıntılarıyla bilmene çok şaşıyorum.

İmam (a.s) bana şöyle buyurdu: “Ey Ebu Salt! Ben Allah’ın halk üzerine hüccetiyim. Allah halkının dilini bilmeyeni onlara hüccet seçmez. Emir’ül Müminin Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu duymadın mı: “Bize keskin ve hak ile bâtılı ayırıcı hitap verildi.” Acaba bu keskin ve ayırıcı hitap, bütün delilleri bilmekten başka bir şey midir?”


Text Box: 55. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’IN HASAN BİN ALİ EL-VEŞŞA’YA SORMAK İSTEDİĞİ MESELELERİ SORMADAN CEVAP VERMESİ[68]

 

 

Babam (r.a) Hasan bin Ali el-Veşşâ’dan şöyle naklediyor: Kendimle taşıdığım birçok meseleleri İmam Rıza (a.s)’ın imametine inanmadan önce onun babalarından ve diğer şekillerde gelen rivayetleri yazıp bir yerde kitap halinde toplamıştım. Onun imametini ispat edip o konuda fikrini belirtmesini istiyordum. Kitabı elbisemin koluna saklayarak İmam (a.s)’ın evine gittim. İmamla yalnız kaldığımda görüşünü almak için kitabı ona vermeyi düşünüyordum. Ben kapının yanında oturup imamın huzuruna varmak için izin alacağımı düşünüyordum. Kapıda bir grup oturup birbirleri ile konuşuyorlardı. Ben de imamın yanına nasıl gidebileceğimi düşünüyordum. Tam o sırada bir köle, elinde bir kitapla dışarı çıktı. “Hasan bin Ali el-Veşşa bint-i İlyas el-Bağdadî kimdir?” diye seslendi. Ayağa kalkarak “Benim, bir isteğiniz mi vardı?” dedim. Elindeki kitabı göstererek “Bu kitabı size vermek için görevlendirildim” dedi. Kitabı alarak bir kenarda oturdum. Pek şaşırmıştım. Allah’a yemin ederim ki, sormak istediğim meseleleri tek tek yazmıştı. İşte o andan itibaren onun imam olduğunu anladım, Vakifîliği de terk ettim.


Text Box: 56. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’IN CÂSELİK’İN ARKADAŞI EBU KURRET’İN SORULARINA CEVABI

 

 

Ahmed bin Ziyad bin Câfer el-Hemezanî (r.a), Sefvan bin Yahya’dan şöyle naklediyor: Câselik’in arkadaşı olan Ebu Kurret beni çağırdı ve onu İmam Rıza (a.s)’ın yanına götürmemi istedi. Ben de İmam Rıza (a.s)’dan bu konuda izin istedim. İmam onu yanına götürmem üzere izin verdiğinde huzuruna vardık. İçeri girdiğimizde (Ebu Kurret) hazretin ayağının altındaki halıyı öperek “Bizim dinimizde zamanın en büyük ileri gelenine bu şekilde saygı gösterilir” dedi. Daha sonra “Allah sizi korusun” diyerek şöyle sordu: Eğer fırkanın birisi bir şeyi iddia eder ve diğer adil fırka da buna şahitlik ederse bu konuda ne hükmedersiniz? İmam “İddiaları sabittir” diye cevap verdi.

Ebu Kurret: Eğer bir fırka iddiada bulunur ve iddialarına şahitlik edecek bir başka fırka da bulunmazsa ne hükmedilir?

İmam (a.s): Onlara bir şey yoktur (iddiaları geçersizdir).

Ebu Kurret: Biz İsa (a.s)’ın Meryem (s.a)’ya verilmiş Allah’ın ruhu ve kelimesi olduğuna inanıyoruz. Müslümanlar da bu konuda bizimle aynı görüştedirler. Onlar Muhammed’in peygamber olduğunu iddia ediyorlar, bizse bu konuda onları tasdik etmiyoruz. Bu iki fırkanın kabul ettiği şey ihtilaf edilenden daha hayırlıdır.

İmam (a.s): Adın nedir?

Ebu Kurret: Yuhenna’dır.

İmam (a.s): Ey Yuhenna! Biz Meryem oğlu İsa (a.s)’ın Allah’ın ruhu ve kelimesi olduğuna inanıyoruz. O, Muhammed (s.a.a)’e inanmış ve onun geleceğini de müjdelemiştir. Kendisinin bir kul olduğunu ve onu bir yaratanın olduğunu ikrar etmiştir. Eğer İsa (a.s) sizin inancınıza göre Allah’ın ruhu ve kelimesiyse o zaman Muhammed (s.a.a)’e inanmayıp onun geleceğini de müjdelememiştir. Böylece Allah’ı kendine Rab bilip ona ibadet etmeyi ikrar etmemiştir. Biz bunu kabul etmeyip reddetmekteyiz. Bu durumda görüş birliği sağlamış değiliz.

O şahıs (Ebu Kurret) ayağa kalkarak Sefvan bin Yahya’ya şöyle dedi: Kalk, bu meclis bizi doyurmadı.


Text Box: 57. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’IN YAHYA BİN EL-DEHHAK SEMERKANDÎ İLE MEMUN’UN YANINDA İMAMET HAKKINDA KONUŞMASI

 

 

Hekim Ebu Ali Hüseyin bin Beyhakî, Yahya el-Sulî’den şöyle rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’dan değişik şekilde rivayetler nakledilmiştir. Ben, senedi sağlam, amel edilmesinde sakınca olmayan rivayet bulamadım. Onu rivayet edilenlerin kelimeleri değişik idi. Ben de bu yüzden sadece onu ve onun anlamını getirdim. Ne kadar kelimeleri değişik olsa dahi Memun’un gayesi İmam Rıza (a.s)’ı münazaralarda yenmekti. Ama, etrafındakilere bunun tam aksini yansıtıyordu. Fakihler ve mütekellimler onun yanına toplanmışlardı. Onlara gizlice münazaranın “İmamet” hakkında olmasını söylemişti. İmam Rıza (a.s) şöyle duyuru yaptı: İçinizden bir kişi seçin, sizi temsil etsin. O neyi kabul etmek zorunda kalırsa siz de kabul etmiş gibi sayılırsınız.

Onlar da içlerinden Yahya bin el-Dehhak Semerkandî’yi seçtiler. Horasan’da onun gibisi yoktu. Onun sözcü olmasına razı oldular. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdu: Ne istersen sorabilirsin. O da “İmamet konusunda konuşalım” dedi.

Yahya: İmameti olmayan bir insanın, nasıl imam olduğunu iddia edip imamlık yapanı ise kabul etmiyorsun? Oysa onun imametine halk razı idi.

İmam (a.s): Ey Yahya! Söyle bakalım, doğruladığın kimse kendisini yalancı bilir, yalanladığı kimse de kendini doğru bilirse bu durumda hangisi doğru ve hangisi bâtıldır?

Yahya bir müddet durakladı. Memun Yahya’ya “Onun cevabını ver” dedi. Yahya ise “Beni affedin, cevap vermekten mazur görün, ey müminlerin emiri” dedi.

Memun: Ey Ebul Hasan! Bu konuda ne demek istediğini anladık.” (Bu rivayetin devamı 45. bölümde geçmektedir. İsteyen oraya müracaat edebilir.)


Text Box: 58. BÖLÜM
 

 

 

 

 

 


İMAM'IN KARDEŞİ ZEYD’İN MEMUN’UN MECLİSİNDE ÖVÜNMESİ VE HAZRETİN, ŞİALARA KARŞI KÖTÜ DAVRANIŞTA BULUNMA KONUSUNDAKİ SÖZLERİ[69]

 

 

1- Muhammed bin Ahmed el-Sinan, Hasan bin Mûsa bin Ali el-Veşşa Bağdadî’den şöyle rivayet ediyor: Ben Horasan’da İmam Rıza (a.s)’ın meclisinde idim. Zeyd bin Mûsa da (İmam’ın kardeşi) oradaydı. Topluluğa karşı gururlanıp övünüyordu. “Biz böyleyiz, şöyleyiz” diyordu. İmam Rıza (a.s) ise bir başka grupla sohbet ediyordu. Zeyd’in sözlerini işitince ona dönerek şöyle dedi:

Ey Zeyd! Kûfeli muhaddisin sözü seni gururlandırdı mı? (Zira ki o şu hadisi rivayet ediyordu:) “Fatıma (s.a) en nâmuslu olan kadındır. Allah onun zürriyetini ateşe haram etmiştir.” Allah’a andolsun ki bu, sadece Hasan’a, Hüseyin’e ve onlardan olan has çocuklarına mahsustur. Ama Mûsa bin Câfer (a.s)’a gelince; o, Allah’a itaat edip gündüzleri oruç tutar, geceleri ise ibadet ederdi. Sense Allah’a isyan ediyorsun. (O halde) baban Mûsa bin Câfer (a.s) ile sen kıyamet günü eşit olarak mı geleceksiniz? O zaman sen Allah yanında daha değerli ve aziz olacaksın, öyle mi? Ali bin Hüseyin (a.s) şöyle buyuruyor: “Bizlerden (seyitlerden) iyilik eden için iki mükâfat vardır; aynı şekilde, bizlerden günah işleyen için de iki kat azap vardır.”

Hasan el-Veşşa der ki: Daha sonra İmam bana dönerek şöyle buyurdu: Ey Hasan! Onlar şu ayeti nasıl okurlar: “Ey Nuh! O senin ailenden değildir; bu, salih olmayan bir ameldir.” Ben şöyle arzettim: Bazıları “Bu salih olmayan bir ameldir” şeklinde, bazıları da “Bunu salih olmayan biri yaptı” şeklinde okuyorlar. Kim bunu “Bu bir salih olmayan ameldir” diye okursa gerçekte onu babasından men etmiştir (Nuh’a oğul bilmemiştir).[70]

Buna karşı İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdu: “Hayır; o, Nuh (a.s)’ın oğlu idi. Ama, isyan ettiği zaman Allah onu babasından men etti. Aynı şekilde, kim Allah’a itaat etmezse bizden değildir. Sen her ne zaman Allah’a itaat edersen biz Ehl-i Beyt’ten olacaksın.”

 

2- Hekim Ebu Ali Hüseyin bin Ahmed el-Beyhakî, Ebu Abdun’dan, o da babasından şöyle naklediyor: Zeyd bin Mûsa, İmam Rıza (a.s)’ın kardeşi olup 199 yılında Basra’da Abbasilere karşı ayaklanmıştı. (Evleri yakıldığından ona Ateş Zeyd -Zeyd’un Nâr- de denirdi) Yakalanıp Memun’un yanına getirildiğinde Memun ona şöyle dedi: Ey Zeyd! Basra’da bizim düşmanlarımız olan Ümeyyeoğulları, Sakif, Ganiy, Bahile, ve Âl-i Ziyad’ı bırakıp amcan Abbas’ın oğullarına mı ayaklanıyorsun? Zeyd de şakayla şöyle dedi: Ey müminlerin emiri! Ben her açıdan hata yaptım. Eğer dönecek olursam bu kez de düşmanlarımıza karşı ayaklanacağım. Memun bu söze güldü. Onu kardeşi İmam Rıza (a.s)’ın yanına göndererek suçunu senin için affettim, dedi.

Zeyd, İmam Rıza (a.s)’ın yanına geldiğinde İmam (a.s) onu azarlayarak gitmesi için serbest bıraktı. Hayatta olduğu müddetçe de onunla konuşmamak için yemin etti.

 

3- Ebu Hayr Ali bin Ahmed el-Nessabe, meşayihlerinden şöyle naklediyor: Zeyd bin Mûsa, Muntesir ile beraber oturup kalkardı. Dilinde fazilet ve güzel beyan vardı. Bağdat’ın Kerhaya adlı nehrinin kenarında ev yapıp orada yaşardı. Ebu el-Seraya döneminde Kûfe’de ordu komutanı olmuştu. O öldürüldüğünde de Talibîler (Zeydîler) dağıldılar. Bazıları Bağdat’a, bazıları da Kûfe ve Medine’ye kaçtılar. Zeyd bin Mûsa da onlardan biri idi. Hasan bin Sehl onu arıyordu. Sonunda onu bulup getirterek hapsetti. Daha sonra boynunu vurmak için Zeyd’i getirdi. Kılıç kınından çıkarıldığı zaman orada hazır bulunan Haccac bin Heysem'e şöyle dedi: Ey emir! Acele etme, beni yanına çağır, sana güzel bir nasihatim var!

O da denileni yaptı, kılıcın vurulmasını bekletti. Haccac, onun yanına geldiğinde şöyle dedi: Ey emir! Acaba yapmak istediğin şey, müminlerin emiri tarafından mı emrolunmuştur? O ise cevabında “Hayır” dedi. Haccac “Öyleyse hangi sebepten dolayı müminlerin emirinin amcasının oğlunu onun iznini ve görüşünü almadan öldürmek istiyorsun?” diye karşılık verdi. Sonra da Ebu Abdullah bin Eftes’in olayını anlattı. Hârun'ur-Reşid onu Câfer bin Yahya’nın yanında hapsetmiş, Câfer ise onu öldürmeye kalkışıp Hârun’dan izin almadan onu katletmişti. Kafasını da bir kaba koyup Hârun’a Nevruz Bayramı hediyesi olarak göndermişti. Hârun'ur-Reşid, Masrur-u Kebir’e Câfer bin Yahya’nın ölüm fermanını verdiği zaman ona şöyle dedi: Câfer senden bunun (öldürülmesinin) sebebini sorduğunda ona şöyle söylersin: “Ben seni amcamın oğlu olan Abdullah bin Eftes’i benden izin almadan öldürdüğünden dolayı öldürüyorum.”[71]

Haccac bin Haysem’e Hasan bin Sehl şöyle dedi: Ey Emir! Eğer halife ile aranızda bir mesele çıkacak olursa bu şahsı öldürmeni, seni öldürmek için aynen Câfer bin Yahya’ya delil getirdiği gibi sana da delil getirmeyeceğine emin misin?

Hasan, Haccac’a şöyle dedi: Allah senden razı olsun. Zeyd’in de kaldırılıp hapse gönderilmesini emretti.

İbrahim bin Mehdî’nin olayı ortaya çıkıp Bağdatlılar Hasan bin Sehl’e karşı ayaklandıktan sonra oradan çıkarılıp Memun’a götürülünceye kadar Zeyd hep hapiste kaldı. Memun da onu kardeşi İmam Rıza (a.s)’ın yanına göndererek serbest bıraktı. Zeyd bin Mûsa Mütevekkil’in son hilafet dönemine kadar yaşadı. “Surre men rea”da vefat etti.

 

4- Temim bin Abdullah bin Temim el-Kureşî (r.a), Ebu Salt el-Herevî’den şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s)’ın babasından şu hadisi naklettiğini duydum: İsmail, İmam Sâdık (a.s)’a şöyle dedi: Bizden (seyitlerden) olan günahkârla bizden olmayan günahkârlar hakkında ne buyuruyorsun?

İmam Sâdık (a.s) şöyle buyurdu: Ne sizin boş kuruntularınızın aslı vardır, ne de kitap ehlinin kuruntularının. “Kim kötülük ederse cezasını görür.” (Nisa/123)

 

5- Ali bin Ahmed bin İmran el-Dekkak (r.a), Hasan el-Cehm’den şöyle rivayet ediyor: Ben İmam Rıza (a.s)’ın yanında idim. Onun yanında kardeşi Zeyd bin Mûsa da vardı. Şöyle buyuruyordu: “Ey Zeyd! Allah’tan kork; biz bu makama takva ile eriştik. Kim Allah’tan korkmaz, kendisine de dikkat etmezse bizden değildir, biz de ondan değiliz. Ey Zeyd! Bizim Şia'larımızdan elinin ulaştığını aşağılayıp onlara ihanet etme. Bu, senin durumunu ve bulunduğun durumu yok eder. Ey Zeyd! Bizim Şia'larımızın, velayetimize inanç ve muhabbetlerinden dolayı insanlar onlara kin besleyip düşman belleyip kanını, malını helal biliyorlar. Eğer sen onlara kötülük edersen gerçekte kendine zulmetmiş, hakkını da yok etmiş olursun.”

Hasan bin el-Cehm der ki: Daha sonra İmam Rıza (a.s) bana dönerek şöyle buyurdu: “Ey Cehm oğlu! Kim Allah’ın dini ile muhalefet ederse, kim ve hangi kabileden olursa olsun Allah ile düşmanlık güderse ondan uzak ol ve onu kendine dost bilme.”

Ben İmam Rıza (a.s)’a şöyle arz ettim: Ey Resulullah’ın oğlu! Allah’a düşmanlık güden kimdir? İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Kim Allah’a isyan ederse o Allah’a düşmanlık gütmüş gibidir.”

 

6- Muhammed Câfer bin Nuaym el-Şâzanî (r.a), İbrahim bin Muhammed el-Hemedanî şöyle rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’ın şöyle buyurduğunu duydum:

Kim asi (günahkâr) kimseyi severse o da günahkârdır; kim ibadet edeni severse o da ibadet edendir; kim zalime yardım ederse gerçekte o da zalimdir; adile yardım etmeyen de zalimdir. Allah ile hiç kimse arasında bir yakınlık, akraba bağı yoktur. Hiç kimse Allah sevgisini itaat etmeden kazanamaz. Resulullah (s.a.a) Ebu Taliboğullarına şöyle buyurdu: “Benim yanıma amellerinizle gelin, soy ve nesebinizle değil.” Allah-u Teala şöyle buyuruyor: “Sûra üfürülünce aralarında ne soy vardır, ne de birbirlerinin halini soruşturabilirler o gün. Kimin iyilikleri ağır gelirse o, kurtulan ve muradına eren kimselerdendir.”

 

7- Ali bin Abdullah el-Verrak (r.a), Muhammed bin Sinan’dan İmam Rıza (a.s)’ın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Biz Ehl-i Beyt’in hakkı, Resulullah (s.a.a)’in vasıtasıyla insanlara vacip olmuştur. Kim Resulullah (s.a.a)’in vasıtasıyla hak elde eder, ama millete karşı kendisi o hakkı yerine getirmezse o zaman ona da herhangi bir hak yoktur.”[72]

 

8- Hekim Ebu Ali Hüseyin bin Ahmed el-Beyhakî, Ebu Abdullah Muhammed bin Mûsa bin Nesrî el-Razî’den babasının şöyle dediğini naklediyor: Birisi İmam Rıza (a.s)’a gelerek “Allah’a andolsun ki yeryüzünde senden değerli yüce bir baba yoktur” dedi. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Takva onları şereflendirmiş, itaatte faydalandırmıştır.”

Bir başkası da “Allah’a andolsun ki, sen insanların en hayırlısı ve iyisisin” deyince İmam ona karşı şöyle buyurdu: “Ey şahıs! Yemin etme, benden daha hayırlısı Allah’tan daha çok korkup takvası daha fazla olan ve ona daha çok itaat edendir. Allah’a andolsun ki, şu ayet nash olmamıştır: “Ey insanlar! Şüphe yok ki biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve sizi tanışasınız diye aşiretler ve kabileler haline getirdik. Şüphe yok ki, Allah katında sevabı en çok ve derecesi en yüce olanınız, (ondan) en fazla çekineninizdir.” (Hucurat/13)


Text Box: 59. BÖLÜM
 

 

 

 

 


MEMUN’UN İMAM RIZA (A.S)’I ZEHİRLE ŞEHİT ETMESİNİN SEBEPLERİ[73]

 

 

Temim bin Abdullah bin Temim el-Kureşî (r.a), babasından şöyle naklediyor: Ebu Salt el-Herevî’den şöyle sordum: Memun, İmam Rıza (a.s)’a o denli ikram, muhabbet ve ilgiden sonra onu kendine veliaht tayin eden bir insan olarak onu nasıl şehit edebilir (kalbinden nasıl böyle bir şey geçebilir)?”

O, cevabında şöyle dedi: Memun’un, İmam Rıza (a.s)’a ikram ve ilgisi onun faziletini tanıyıp bildiğinden dolayıydı. Ama veliaht etmesi, halka onun da dünyaya ilgi gösterdiğini ispatlayabilmek içindi. Böylece insanların gözünde ona karşı olan makam, inanç ve akideleri yok olacaktı. Ama Memun, İmam (a.s)'ın aleyhine halka bir şey gösteremedi; tam tersine onun fazileti daha çok bilindi, kalplerde olan sevgi ve itikat daha da arttı.

Çeşitli şehirlerden mütekellimler çağırarak onlardan birinin de olsa İmam (a.s)’a galip gelerek alimler yanında değerini yok etmek istiyordu. Böylece onun da eksikliğinin olduğunu halka yaymayı tasarlıyordu.

İmam (a.s) Yahudî, Nesâra, Mecus, Sabiîn, Berahime, Mülhit, Dehriye ve İslam fırkalarından muhalif olanlarla her münazara ettiğinde onlara galip gelip delilini ise kabul etmelerine mecbur kılmıştır.

Halk, bu yüzden şöyle söylüyordu: Allah’a andolsun ki bu, hilafete Memun’dan daha layıktır.

Haberci ve casusları bunu Memun’a ulaştırdıklarında Memun çok öfkelendi, ona olan kıskançlığı daha da arttı. Öte yandan, İmam (a.s)’ın Memun’dan hiçbir korkusu yoktu. Hakkı söylerdi. Bazen Memun’a da hoşuna gitmeyen cevaplar verirdi. O, buna sinirlenip kinini kalbinde saklardı, bunu da dışarı vurmayıp bildirmezdi. Onun bütün hilesi sonuçsuz kalınca; İmam (a.s)’ı zehirle şehit etti.


Text Box: 60. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S), OĞLU EBU CÂFER MUHAMMED BİN ALİ (A.S)’I İMAMET VE VELAYETE TAYİN ETMESİ

 

 

Hekim Ebu Ali Hüseyin bin Ahmed el-Beyhakî, Fazl bin Sehl'in İmam (a.s)'a kâtiplik etmesi için atadığı kâtip Muhammed bin Ebu Abbad'dan şöyle söylediğini naklediyor: İmam Rıza (a.s) oğlu Muhammed’in ismini daima künyesi ile söylerdi. Örneğin; şöyle söylerdi: “Ebu Câfer bana şöyle yazdı veya ben Ebu Câfer’e şöyle yazdım...” O ise (Ebu Câfer) henüz Medine’de bir çocuktu. İmam (a.s) oğluna büyük bir saygı ve hürmetle hitap ederdi. Ebu Câfer (a.s) da mektuplarının cevabını çok güzel bir hitap ve belagatla yazardı.

Bir gün İmam Rıza (a.s)’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Ebu Câfer benden sonra ailemden olacak vasim ve halifemdir.”


Text Box: 61-64. BÖLÜMLER
 

 

 

 

 

 

 


(61-64. Bölümler tarihi rivayetler içermektedir. İmam Rıza (a.s)’ın şahadetlerinin keyfiyeti hakkındadır. Bu bölümlerde toplam 5 rivayet yer almıştır. Konunun özetini iki rivayet halinde nakletmeyi uygun gördük.)

 

 

1- Ahmed bin Ziyad bin Câfer el-Hemezanî (r.a), Ali bin İbrahim bin Haşim diyor ki:  Hizmetçi Yasir, bize şöyle dedi: Bulunduğumuz yer ile Tus arasında yedi menzil (duraklık) bir uzaklık vardı. İmam Rıza (a.s) hastalandı. Biz Tus’a vardık. İmam (a.s)’ın rahatsızlığı daha da çoğaldı. Bu yüzden  Tus’da birkaç gün kaldık. Memun günde iki kez hazretin ziyaretine geliyordu.

İmam (a.s) ömrünün son günlerinde çok zayıflamıştı. Öğle namazını kaldıktan sonra bana şöyle buyurdu: “Ey Yasir! Bu halk bir şey yemiyor mı?

Ben şöyle arzettim: “Ey efendim! Sen bu durumda oldukça kim bir şey yiyebilir? İmam (a.s) doğrulup şöyle buyurdu: "Sofrayı getirin, çalışan hizmetçilerden çağrılmamışı olmasın!" Hepsini kendisi ile birlikte sofraya oturttu. Her birisinden, tek tek hallerini sordu. Yemek yedikten sonra, kadınlara da yemek götürülmesi için emir buyurdu. Onlara da yemek götürüldü.

İmam (a.s) yemekten ayrıldığında bayıldı ve durumu daha da ağırlaştı. Çığlıklar yükseldi. Memun'un yanındakiler ve kadınları, yalın ayak, büyük bir hüsran ve üzüntü ile geldiler. Tus'u çığlık ve hüzün sarmıştı.

Memun da yalın ayaktı. Büyük bir üzüntü ile başını dövüyor, sakalından tutup çekiyor ve ağlıyordu. Gelip İmam Rıza (a.s)’ın yanında durdu. O esnada İmam Rıza (a.s) kendisine geldi.

Memun şöyle dedi: Ey Mevlam! Allah’a andolsun ki bilemiyorum; bu iki musibetten hangisi benim için daha ağırdır? Acaba seni kaybetmek mi yoksa halkın bana, seni zehirleyerek öldürtmemi iftira etmeleri mi?

Yasir diyor ki: Aynı akşamın bir kısmı geçtikten sonra İmam (a.s) dünyadan göçtü.

Sabah olduğunda halk toplanmaya başladı. Bir araya gelip şöyle söylüyorlardı: "Bunu hiç şüphesiz o şahıs şehit etti." Ardından da "Resulullah (a.s)’ın oğlu öldürüldü!" şiarlarıyla bağırmaya başladılar. Bunu çok tekrarladılar. Öyle ki, sesleri etrafta yankı yaptı.

Muhammed bin Câfer bin Muhammed İmam (a.s)’ın amcası, Memun’dan aman isteyip Horasan’a gelmişti.

Memun şöyle dedi: “Ey Ebu Câfer! Halkın yanına git, onlara bugün İmam Rıza (a.s)’ın cenazesinin çıkarılmayacağını bildir. Çünkü fitnenin çıkmasından, korktuğun  için çıkarmak istemiyorum.

Muhammed bin Câfer halkın yanına gelerek, onlara şöyle dedi: “Ey millet! Dağılın, çünkü İmam Rıza (a.s) bugün çıkarılmayacaktır. Halk da bu söz üzerine oradan dağıldılar.

İmam Rıza (a.s) gece vakti gusledildikten hemen sonra aynı gece defnedildi.

Ali bin İbrahim diyor ki: Bana Yasir bir haber verdi ki kitapta getirilmesini istemedim.

 

2- Hekim Ebu Ali Hüseyin bin Ahmed el-Beyhaki İbrahim bin Abbas’dan şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s)’a biat, hicretin 201. yılında, Ramazan ayının beşinci gününde oldu. Memun öz kızı Ümmü Habib’i 202 yılında İmam Rıza (a.s) ile evlendirdi. İmam (a.s) 203 yılında Tus’da şehit edildi. Memun Recep ayında Irak’a doğru yola koyuldu.

Beyhaki’den başkası bana şöyle rivayet etmiştir: İmam Rıza (a.s) dünyadan göçtüğünde ömründen 49 yıl ve 6 ay geçmişti. Ama doğru olanı, İmam Rıza (a.s)Ramazan ayının bitmesine dokuz gün kala, Cuma günü şehid edildi. Bu olay, hicretin 203. yılında olmuştur.


Text Box: 65. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S) HAKKINDA OKUNAN ŞİİRLER

 

 

Ali bin Abdullah Havvafi, İmam Rıza’ya bir mersiye okumuştur ki tercümesi şöyledir:

 

"Ey Tus şehri, Allah seni rahmetiyle suvarsın.

Ki ne kadar hayır ve bereketin vardır ey Tus!

Dünyada tertemiz olsun toprağın ey Tus!

Bu temizliğin Senabat’ta ikamet eden ve oraya gömülen şahıs sebebiyledir.

Ölümü İslam’a ağır gelen bu şahıs,

Şimdi Allah'ın rahmetine gark olmuştur.

Ey onu bağrında tutan toprak!

Bil ki sende hilim, ilim, temizlik ve mukaddeslik gömülüdür."

 

Muhammed bin Habib’in kitabında şu şiirleri gördüm:

 

“Tus’ta bir kabir var ki

İmam gömülüdür onda

Ziyareti bizim için kesin ve gereklidir.

Bir kabir ki, cennetin Daru’us-Selam’ı onunla ayaktadır.

Veya selam ve esenlik yurdudur.

Her gün ona salat ve selam gönderilmektedir.

Allah’a götüren kılavuz ve hidayetçi sizlersiniz.

Hak ve hidayet yollarını tanıyanlar

Ve bizzat hidayet ve hak yolun  nuru sizlersiniz.

Dünya ve ahirette Allah’ın velileri sizlersiniz

Allah tarafından saygı, itibar sahiplerisiniz.

Evet, sizin kabriniz beni harekete geçiriyor.

Halbuki başkalarını bez parçalarıyla yapılan bayraklar harekete geçirir.

Herkes zenginlere yaranmaya çalışır, onlarla övünür

Ama ben, siz Ehl-i Beyt’i övüyor ve sizinle gurur duyuyorum.

Ebul Hasan Ali bin Mûsa’ya takdim ediyorum ki bu sevgim kabul görsün,

Bu fikir ve düşünceler bundan lezzet alsın.

Bu naçiz hediyeyi bendeniz Zebî’den kabul buyur

O ki; sizin uğrunuzda her türlü kınanmayı göze almış ve asla bundan şikayetçi de değildir.

Eğer seni övmede Allah’ın hakkına riayet ettiysem

Misafirin ev sahibi üzerinde bir hakkı olduğundandır

Her ne kadar geciktirse de.

O halde bu misafirperverlik niyetimi kabul et

Kabul edersen büyük bir ganimet elde etmiş olurum.

Eğer başkaları sizin sevginizi öğrenerek derk etmişse

Ben ilahi ilham üzere sizlerin muhabbetine sahip oldum.”


Text Box: 66. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’I ZİYARET ETMENİN SEVABI[74]

 

 

1- Ali bin Ahmed bin Muhammed İmran ed-Dekkak, Hemdan ed-Divanî’den şöyle naklediliyor: İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdu: "Her kim beni uzak yoldan gelip ziyaret ederse, kıyamet günü onu üç yerde kurtaracağım: İnsanlara amel defterleri sağ ve sol taraflarından verildiğinde, Sırat köprüsünde, mizan ve terazide."

 

2- Muhammed bin Ali Macileveyh (r.a), Hüseyin bin Zeyd’den şöyle rivayet ediyor. Eba Abdullah Câfer bin Muhammed es-Sâdık (a.s)’dan duydum, şöyle buyurdu: “Oğlum Mûsa (Kâzım a.s)’ın Emir’el-Müminin Ali (a.s)’ın adındaki evladı, Horasan'ın Tus şehrine götürülecek, zehirle şehit edilerek garip bir şekilde defnedilecektir. Her kim onu, hakkını tanıyarak ziyaret ederse Allah-u Teala ona, Fetih’ten önce (Mekke’nin Fethinden önce) Allah uğrunda infak edip savaşanların sevabını verecektir."

 

3- Muhammed bin Mûsa bin Mütevekkil (r.a), Dâvud bin Kasım el-Câferî’den şöyle naklediyor. İmam Cevad (a.s)’dan işittim ki, şöyle buyurdu: “Tus’un iki dağı arasında bir yer vardır ki, cennet mekânıdır. Her kim oraya girerse, kıyamet günü ateşten amanda olur.”

 

4-Muhammed bin Ali Macileveyh (r.a), Abdulazim bin Abdullah el-Hasanî’den, İmam Cevad (a.s)’ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Babamı Tus’ta hakkını bilerek, ziyaret edene, Allah tarafından cennetin verilmesine kefil olurum.”

 

5-Muhammed bin Hasan bin Ahmed bin Velid (r.a), Ali bin Esbat’dan şöyle rivayet ediyor: “Ben, İmam Cevad (a.s)’dan şöyle sordum: Babanı Horasan’da ziyaret eden için ne tür bir sevap vardır? İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu: “Allah’a andolsun ki onun için cennet vardır.”

 

6-Ahmed bin Ziyad bin Câfer el-Hemezanî (r.a), Cabir bin Yezid el-Cifî’den şöyle rivayet etmektedir: Ben, vasilerin vasisinden, enbiyaların ilminin varisi olan, İmam Bakır (a.s)’dan işittim ki şöyle buyurdu: Babam Seyyid’ul Abidin Ali bin Hüseyin, Seyyid-i Şuheda Hüseyin bin Ali’den, o da vasilerin efendisi Emir’el-Müminin Ali bin Ebi Talib’den, o da Rasulullah (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu naklediyor: "Benim bedenimin parçası Horasan’da defnedilecektir. Üzüntüsü olan onu ziyaret ederse Allah da onun üzüntüsünü giderir; günahkâr olarak giderse Allah onun günahını affeder."

 

7- Muhammed bin Hasan Ahmed bin Velid (r.a), Hasan bin Ali el-Veşşa’dan şöyle nakletmektedir: Ben, İmam Rıza (a.s)’ın şöyle buyurduğunu duydum: "Her bir imamın, onu sevenler ve sizleri üzerine, bir ahdi ve vazifesi vardır. O vazifeye tam bir şekilde vefa etmek, onların kabirlerini gerektirdiği gibi ziyaret etmekle olur. Her kim (onları) büyük bir ilgi ile ziyaret eder, onların ilgi duydukları şeyi de kabul ederse imamlar, kıyamet gününde şefaatçileri olacaktır."

 

8- Muhammed bin Macileveyh (r.a) İbrahim bin Ukbe’den şöyle nakletmektedir: Ben, İmam Hadi (a.s)’a mektup yazarak, İmam Hüseyin (a.s)’ın, İmam Ebul Hasan ve Ebu Câfer (a.s)’ın ziyaretlerini sordum. İmam (a.s) cevap olarak şunu yazdı: “Ey Ebu Abdullah, İmam Hüseyin (a.s)’ın ziyareti hepsinden daha önde gelir. Çünkü bu, geniş çaplı bir ziyaret olup, sevabı daha çoktur.”

 

9- Muhammed bin Ahmed es-Sinanî (r.a), İsmail bin Mihran’dan, o da İmam Câfer bin Muhammed (a.s)’dan şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Sizlerden her kim hacca giderse haccını bizim ziyaretimiz ile tamamlasın. Çünkü bizi ziyaret, haccın bir parçadır.”

 

10- Hüseyin bin İbrahim bin Ahmed bin Hişam el-Mukettib es-Sekr bin Dulef’den şöyle rivayet etmektedir: Mevlam Ali bin Muhammed bin Ali Rıza (a.s)’ın (İmam Hadi) şöyle buyurduğunu duydum: “Her kimin Abdullah’dan bir isteği olursa ceddim İmam Rıza (a.s)’ın kabrini Tus’ta ziyaret etsin. Gusledip (türbesinin) baş tarafında iki rekât namaz kılarak kunutta hacetini istesin. Allah onun istediğini, günah veya akrabalık bağını kesmemesi şartıyla verecektir. Şüphesiz o hazretin kabrinin olduğu yer, cennet saraylarından bir yeridir. Mümin orayı ziyaret ettiğinde Allah onu ateşten kurtarıp cennete götürecektir.”

 

11- Hüseyin bin İbrahim bin Ahmed bin Hişam el-Mueddib ve Ali bin Abdullah el-Verrak (r.a) Abdusselam bin Salih el-Herevî’den şöyle nakletmektedir: Dibel bin Ali el-Huzai (r.a), Merv’de İmam Rıza (a.s)’ın huzuruna vararak, şöyle arz etti: Ey Resulullah (s.a.a)’in oğlu! Senin için bir şiir yazdım, onu senden önce hiç kimseye okumamak için kendime söz vermiştim. Bunun üzerine İmam Rıza (a.s) ondan şiirini okumasını istedi. Dibel de okudu. Şiirinin bazı beyitleri şöyleydi:

"Ayetlerin açıklanıp tefsir edildiği yer artık boş kalmıştır; vahyin nazil olduğu yerse, susuz bir çöl gibi kurudu.

Ganimet ve Beyt’ül-malın başkaları arasında paylaştırıldığını, (Âl-i Muhammed’in) elinin ondan uzaklaştığını görüyorum."

Dibel'in şiiri buraya vardığında İmam Rıza (a.s) ağlayarak şöyle buyurdu: “Ey Huzai! Doğru söylüyorsun.”

Didel daha sonra şöyle devam etti:

"Ben siz Ehl-i Beyt'in muhabbetini kalbimde taşıdığımdan bütün ömrümü korkuyla geçirdim. Şimdi bütün arzum ve ümidim ise ölümden sonra azaptan güvende olmaktır."

İmam Rıza (a.s) ona şöyle buyurdu: "Allah seni en kötü gününde güvende kılsın!"

Dibel şu kıtayı okudu:

Bağdat’ta bir kabir vardır ki o, temiz bir insanın kabridir; ki Allah ona yurt olarak cenneti vermiştir. (Şairin bu kabirden maksadı, İmam Kâzım’ın kabridir.)

İmam Rıza (a.s) buyurdu:

“İki beyit daha ekleyerek kasideni tamamlamamı ister misin?”

Dibel; "Evet, ey Resulullah (s.a.a)’in oğlu!" dedi. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdu:

"Tus’ta bir kabir vardır ki, sahibinin musibeti bedeninin bütün azâlarını mahşere kadar ateşlendirir.

Bu, Allah'ın Kaim'i gönderip bizi bu üzüntü ve sıkıntıdan kurtarıncaya kadar devam edecektir.”

Dibel, İmam (a.s)’a şöyle arzetti: Ey Resulullah (s.a.a)’in oğlu! Tus’taki bu kabir kimindir? İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdu: “Benim kabrimdir. Çok uzun zaman geçmeden, Tus, benim Şia'larımın ve ziyaretçilerimin gelip gittiği yer olacaktır. Her kim beni, Tus’da gurbet halimde ziyaret ederse, kıyamet günü bağışlanmış olarak benimle olacaktır.”

 

12- Ahmed bin Ziyad bin Câfer el-Hemezani (r.a), Abdusselam bin Salih el-Herevî’den şöyle nakletmektedir: Ben Dibel bin Ali el-Huzaî’nin şöyle dediğini işittim: Mevlam İmam Rıza (a.s)’a:

"Ayetlerin açıklanıp tefsir edildiği yer, şimdi boş kalmıştır; vahyin nazil olduğu yerse susuz bir çöl gibi kurudu" şeklinde başlayan şiirimi okumaya başlamıştım. "İmam’ın ayaklanması imkân dışı değildir; Allah’ın isimlerine ve bereketlerine sahiptir. İçimizde her batılı haktan ayırır, iyi ile kötülere de hak ettiklerini verir" şeklindeki beyitleri tamamladıktan sonra İmam Rıza (a.s) çok şiddetli bir şekilde ağladı. Sonra mübarek başını bana doğru kaldırarak şöyle buyurdu: “Ey Huzai! Ruh’ul-Kudus (Cebrail) bu iki mısrayı senin dilin ile okudu. Acaba o İmam'ın kim olduğunu biliyor musun? Ben bilmediğimi arzederek şöyle dedim: Yalnız sizlerden bir imamın kıyam edeceğini, yeryüzünü fesattan temizleyip adaletle dolduracağını işitmiştim.

İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Ey Dibel! Benden sonraki imam oğlum Muhammed, Muhammed’den sonra oğlu Ali, Ali’nin oğlu Hasan, Hasan’dan sonra oğlu Kaim (Mehdî) Allah’ın hüccetleridir. Gaybet döneminde beklenecek, zuhur ettiğinde ise emrine herkes uyacaktır. Dünyanın bitmesine (kıyametin olmasına) bir gün bile kalsa, Allah o günü İmam Mehdî (a.s) kıyam edinceye kadar uzatacaktır. Yeryüzü zulüm ve haksızlıkla dolduğu gibi, onu adaletle dolduracaktır. Ama bu ne zaman olacaktır, sorusuna gelince; onun gelme olayı, tıpkı kıyametin ne zaman olacağı haberi gibidir. Bana babam babasından, onlar da babalarından Ali (a.s)’ın, Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmektedir: Resulullah (s.a.a)’e: Ey Resulullah (s.a.a), zürriyetinden olan Kaim (a.s) ne zaman kıyam edecektir? diye soruldu.

Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurdu: "Onun misali kıyamet gibidir (sadece onu Allah bilir); bu, yerde ve gökte olanlar için çok ağır bir gelecektir."

 

13- Ebu Nasr Muhammed bin Hasan Kerhî el-Kâtib şöyle diyor: Ben Dibel’in mezarına şunun yazılı olduğunu gördüm: "Dibel Allah’ın ona erişeceği güne la ilahe illallah ile hazırlandı. Onu ihlas ile diyordu ki Allah onu kıyamet günündeki bütün zorluklardan kurtarsın. Allah, resulü ve ardından gelen vasiler, onun efendileri olacaklardır."


Text Box: 67. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’IN KIZKARDEŞİ FATIMA'YI (HZ. MÂSUME) ZİYARET ETMENİN SEVABI HAKKINDA SÖZLERİ

 

 

Babam (r.a) ve Muhammed bin Mûsa bin Mütevekkil, Sâd bin Sâd’den şöyle söylediğini rivayet etmektedirler: İmam Rıza (a.s)’dan Mûsa bin Câfer (a.s)’ın kızı Fatıma[75] (a.s)’ı ziyaret etme konusunu sordum. İmam (a.s) bana şöyle buyurdu: "Her kim onu ziyaret ederse cennetle mükâfatlandırılacaktır."


Text Box: 68. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’I TUS’TA ZİYARET ETME KONUSU

 

 

Üstadım Muhammed bin Hasan (r.a) Camia kitabında şu şekilde aktarmıştır: İmam Rıza (a.s)’ı Tus’da ziyaret etmek istediğim zaman, evden çıktığında guslet; gusül sırasında da şu duayı oku: “Allah’ım! Beni, kalbimi temizle, sinemi genişlet. Seni övüp, sena etmeyi dilime akıt. Çünkü senden başka hiçbir güç ve kudret yoktur. Allah’ım! Bunu (guslü) günahlardan temizlenme ve hastalıklara ise şifa karar ver." Evden dışarı çıkmak istediğinde de şunu söyle: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Onun adı ve hükmü ile Allah’a ve Resulullah (s.a.a)’in oğluna doğru gitmek istiyorum. Allah bana yeter, ona tevekkül ediyorum. Ey Allah’ım! Yüzümü sana doğru çevirdim, maksadım sensin. Senin yanında olanı istiyorum."

Dışarı çıktığın zaman evinin kapısında dur ve şunu oku: “Ey Allah’ım! Yüzümü sana doğrulttum; ailemi, çocuğumu, malımı ve bana vermiş olduklarını sana emanet ediyor, sana güveniyorum; beni perişan bırakma.

Ey sana doğru yöneleni perişan etmeyen, vermek istediğini ümitsiz etmeyen, koruduğunu zayi etmeyen; Peygamber (s.a.a)’e ve onun Âl'ine salat ve selam gönder, beni de koru, çünkü senin koruduğun zarar görmez.”

Tus’a İmam Rıza (a.s)’ın yanına (salim olarak) vardığında guslet ve gusül sırasında şu duayı oku: “Allah’ım, beni ve kalbimi temizleyip arındır.” Sonra da şöyle söyle: “Ey Allah’ım! Senin emrine teslim, Peygamber (s.a.a)’in sünnetine tabi olup, bütün yarattığın mahluklara şehadet vermekle dinimin güçlü, kuvvetli olacağını biliyorum. Ey Allah’ım! Onu benim için nur ve şifa karar ver. Gerçekten de sen, her şeye kadirsin.”

En güzel elbiseni giyin. Yalın ayakla, ağır başlı bir halde yürü. Tekbir (Allah-u Ekber), tehlil (la ilahe illallah) ve temcid (Allah’ı övgülerle) ederek hareket et.

 

Ziyaret Âdâbı

1- Ziyaretçinin mutahhar türbeye girmeden önce İmam (a.s)’ı iyice tanıması gerekir. Bir rivayette şöyle geçiyor: Ziyaretçi bir kimse “arifen bihakkihi” olmalıdır. (Yani ziyaret ettiği türbenin sahibinin Peygamber’in hak vasisi olan oniki Ehl-i Beyt imamlarından biri olduğunu bilmesi ve buna inanması gerekir.)

2- Helal mal ile ziyarete gitmelidir. Çünkü haram bir lokma ile ne namaz kabul olur, ne hac kabul olur ve ne de dua kabul olur.[76]

3- İmamı ziyaret etmekten gayenin ne olduğunu anlamalıdır.

4- Günahlardan uzak durmalıdır. Çünkü Allah-u Teala sadece takvalı kimselerin hayır amelini kabul etmektedir.[77]

5- Bilet ve nakliye vesilesi temin etme zamanı halka eziyet etmemeli, yalan söylememeli, kötü davranmamalı, diğerlerinin hakkını zayi etmemeli ve ortak mallardan kötü istifade etmemelidir. Zira bunlar, mukaddes ziyaret yolculuğunu hakiki değerinden düşürmektedir.

6- Şunu bilmelidir ki, eğer önceden bir insanı küçümsemiş ve onu yanına kabul etmemişse İmam (a.s;) da onu kabul etmeyecektir. Hz. Kâzım (a.s)’ın imametliği döneminde saray veziri olan Ali İbn-i Yaktin İmam (a.s)’ın yanına geldiğinde İmam (a.s) onu kabul etmeyip şöyle buyurdu: “Niçin filan çoban seni görmeye geldiği zaman onu huzuruna kabul etmedin?”[78]

7- Mümkün olduğu kadar birlikte olduğu kimselere yardım etmeli ve onlara karşı iyilik yapmalıdır.

Bir toplulukla birlikte Resulullah (s.a.a)’in kabrinin ziyareti için Medine’ye giden Müslümanlardan biri hastalandı ve evde kaldı. Bir kişi dışında geri kalan herkes onu bırakıp ziyarete gittiler. Bu durumu İmam Sâdık (a.s)’a bildirdiler. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Senin bakıcılığının sevabı, diğer dostlarının ziyaretinin sevabından daha fazladır.”

8- Halka hizmet etmeyi küçük görmemeli, arkadaşlara yardım etmenin özel mükafatı olduğunun farkında olmalıdır.

Bir grup, Kabe’yi tavaf etmek için Mescid’ul Haram’a girip eşyalarını arkadaşlarından birinin yanına bırakmıştı. İmam (a.s) bunu duyunca şöyle buyurdu: “Başkalarının malını koruyanın mükafatı tavaf eden kimselerin mükafatından az değildir.”

9- Türbeye girmeden önce gusletmeli veya abdest almalı. Temiz elbise giyip koku sürmeli, huzur ve vakarla kısa adımlar atarak türbeye girmelidir. Öyle ki diğer kimselere bir zorluk çıkarmaksızın mutahhar kabrin kenarında durmalıdır; ama eğer diğerlerine zorluk ve eziyet çıkaracak olursa kabirden biraz uzakta durup İmam’ı orada ziyaret etmelidir.

10- Türbeye girerken “Süphanallah”, “Allah-u Ekber”, “lailahe illallah” ve “Elhamdülillah” zikirleriyle Allah-u Teala’yı tesbih ve takdis etmeli, Muhammed (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’ine salavat göndermelidir.

11- Ayakta durduğu halde giriş izni talep edip İmam’ın yüce ilahi makam ve azametine teveccüh ederek manevi bir hal ve üzgün bir gönülle türbeye girmelidir.

12- Kabri ziyaret ederken İmam’ın hürmetine Allah-u Teala’dan istediği hacetleri göz önünde bulundurmalıdır.

İmam (a.s)’ın aşkı ve sevgisiyle türbenin kapı ve duvarını öpmelidir. Bu yolu ona tanıtan geçmişlerine ve alimlere dua etmelidir. İmamların hakkını tanıyacak evlatlar eğitmek için yüce Allah’tan yardım dilemelidir.

13- Ziyaretçi, dua kitaplarında masumlardan rivayet edilen ziyaretlerden birini, manasına dikkat ederek okumalı ve daha sonra “ziyaret namazı” kastıyla iki rekât namaz kılmalıdır; ondan sonra da Allah’tan mağfiret dilemeli, başkaları için dua etmeli ve kabri ziyaret etmelidir.

14- Mümkün olduğu kadar Kur’an okuyup sevabını İmam (a.s)'a hediye etmelidir. Anne-baba ve üzerinde hakkı olanlardan taraf ziyaret etmelidir.

15- Ziyaret sona erdikten sonra İmam (a.s) ile vedalaşmalı ve vedalaşırken Ehl-i Beyt İmamlarından rivayet edilen duaları okumalıdır.

 

Giriş İzni

Hz. İmam Rıza (a.s)’ın mutahhar türbesine girmek isteyen kimse girmeden önce giriş için şu izin duasını okumalıdır:

"Allah’ım! Ben Peygamber'inin evlerinin kapılarından biri önünde durmuşum; Senin salat ve selamın ona ve Ehl-i Beyt’ine olsun. Sen insanları izni olmaksızın o eve girmekten men etmiş ve şöyle buyurmuşsun; “Ey inananlar! Peygamber size girme izni vermedikçe onun evlerine girmeyin.”

Allah’ım! Şüphe yok ki ben bu kutsal şehitlik ve türbenin sahibinin hürmetine, hayatında olduğu gibi, gıyabında da inanıyor ve biliyorum ki, senin resulün ve halifelerin (Peygamber’inin vasileri olan masum imamlar) -ki salat ve selam onların üzerine olsun; senin indinde diri olduklarına ve rızıklandırıldıklarına ve benim makamımı (kabirleri karşısındaki durduğum yeri) gördüklerine ve selamımın cevabını verdiklerine inanıyorum. Ama sen onların sözünü duymamak için kulağıma bir perde çekmişsin (sözlerini duymaktan beni alıkoymuşsun), buna karşılık onlara sırrımı açmak ve raz-u niyaz etmenin tadını anlamaya beni muvaffak kılmışsın.

Ey Rabbim! İlk önce senden izin istiyorum; sonra resulünden (Allah’ın salatı ona ve Ehl-i Beyt’ine olsun) izin istiyorum; daha sonra halifen (Peygamberin varisi) olan bu İmam’dan ve bu mübarek buk’aya (mekâna) vekil kılınmış meleklerinden izin istiyorum.

Ey Allah’ın Resulü! Bu mukaddes mekâna girmeme izin veriyor musun? Ey Allah’ın hücceti! Gireyim mi? Ey Allah’ın mukarreb (Allah’ın dergahına yakın) ve bu mübarek Meşhed'de (mekânda) mukim olan melekleri! İçeri gireyim mi? Ey mevlam! İçeriye girmem için dostlarından her birine verdiğin en güzel izinlerden bana da ver. Eğer ben bu izine layık olmasam da sen izin vermeye layıksın."

Sonra mübarek dergahın kapısını öpüp içeri girmeli ve şöyle demelidir:

"Allah’ın ismiyle ve Allah’ın yardımıyla, Allah’ın yolunda ve Resulullah’ın dini üzere (bu mekâna ayak basıyorum); Allah’ın salat ve selamı ona ve Ehl-i Beyt’ine olsun.

Allah’ım! Beni bağışla, bana merhamet et ve tövbemi kabul eyle. Şüphe yok ki sen, çok tövbe kabul buyuransın, Rahim’sin."

 

İmam Rıza (a.s)’ın Ziyaretnamesi

Bismillahirrahmanirrahim

Şehadet ederim ki Allah’tan başka bir ilah yoktur; o birdir ve ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed onun kulu ve resulüdür. O geçmiş ve gelecekteki bütün insanların efendisidir. Yine o, bütün peygamber ve resullerin efendisidir.

Allah’ım! Kulun, resulün, peygamberin ve bütün yaratıklarının efendisi olan Muhammed’e (s.a.a.), senden başka hiç kimsenin sayıp bitiremeyeceği bir salat (rahmet) gönder.

Allah’ım! Senin halis kulun ve resulünün kardeşi olan Emir’el-Müminin Ali İbn-i Ebu Talib’e rahmet gönder, onu ilmin (ve hikmetin) ile bütün yaratıkların arasından seçtin ve mahlukatından istediğin kimselere rehber ve mesajını ulaştırmakla görevlendirdiğin kimselere yol gösterici, adalet üzere dini uygulayan ve bütün bunlara tanık, insanlar arasında hakem kıldın. Allah’ın selam, rahmet ve bereketi onun üzerine olsun.

Allah’ım! Peygamberinin kızı, velin olan Ali bin Ebu Talib’in eşi, cennet gençlerinin efendileri ve Peygamber'in iki torunu Hasan ve Hüseyin’in annesi Fatıma’ya, senden başka hiç kimsenin azametini kuşatamayacağı bir rahmet gönder; o Fatıma ki tertemiz, tahir, mutahhar, muttaki, arınmış, (rızana) razı, tezkiye bulmuş (günahsız) ve bütün cennet kadınlarından üstündür.

Allah’ım! Peygamber’in torunları, cennet gençlerinin efendileri, yaratıklarının içerisinde dinini koruyan, risaletine mebus kıldığın kimselere yol gösterici, adaletinle dininin hakimi ve yaratıkların arasında hükmünün hakemi olan Hasan ve Hüseyin’e rahmet gönder.

Allah’ım! Kulun,  yarattıklarının içerisinde dini ayakta tutan, risaletini ulaştırmakla görevlendirdiğin kimselere yol gösterici, adaletinle dinin hakimi ve mahlukatının arasında hükmünün hakemi ve ibadet edenlerin serveri olan Ali bin Hüseyin’e rahmet gönder.

Allah'ım! Kulun ve yeryüzünde halifen olan ve Peygamberlerin ilmini açıklayıp izah eden Muhammed İbn-i Ali’ye rahmet gönder.

Allah'ım! Halis kulun, dininin velisi, bütün yaratıklarına hüccetin, sâdık ve salih olan Câfer bin Muhammed es-Sâdık’a rahmet gönder.

Allah'ım! Salih kulun ve yaratıklarının arasında sözcün, hükmünle konuşan ve halkına hüccetin olan Mûsa İbn-i Câfer’e rahmet gönder.

Allah'ım! Has kulun ve dininin velisi olan, adaletinle dinini ayakta tutan, senin ve kendi sâdık babalarının dinine davet eden, seçkin (Allah’ın rıza makamına ermiş) kıldığın Ali bin Mûsa Rıza’ya senden başkasının saymaya kadir olmayacağı bir rahmet gönder.

Allah’ım! Has kulun ve velin olan, emrini ayakta tutan ve (marifet ve tevhid) yoluna davet eden Muhammed bin Ali’ye (imam Cevad’a) rahmet gönder.

Allah’ım! Has kulun ve dininin velisi (koruyucusu) olan Ali bin Muhammed’e (İmam Hâdi’ye) rahmet gönder.

Allah’ım! Emrinle amel eden, yarattıklarının arasında dinini ayakta tutan, peygamberinin tarafından hakkı eda eden, hüccetin ve halkına şahidin olan keramet (ve lütfüne) muhtas kılınan, (insanları) senin ve resulünün itaatine davet eden Hasan bin Ali’ye ve bütün o yüce zatlara salat ve selam gönder.

Allah'ım! Yarattığın insanların arasında dinini ayakta tutan hüccetin ve veline (Hz. Mehdî’ye) ferecini (zuhurunu) hız vererek ona yardım olacak, bizi dünya ve ahirette onunla beraber kılacak ve ebediyen baki kalacak bir rahmet gönder; öyle kâmil bir rahmet ki durmadan artsın.

Allah'ım! O yüce zatların sevgisi ve dostluğu vasıtasıyla dergâhına yakınlık arıyorum. Onların dostlarını dost, düşmanlarını ise düşman biliyorum. Öyleyse onların vasıtasıyla dünya ve ahiret hayrını bana nasip eyle. Onların vesilesiyle dünya ve ahiret şerrini ve kıyamet gününün korkusunu benden uzaklaştır.

Sonra İmam Rıza (a.s)’ın mezarının başucunda otur ve şöyle de:

Selam olsun sana ey Allah’ın velisi, selam olsun sana ey Allah’ın hücceti, selam olsun sana ey yeryüzünün karanlıklarında Allah’ın nûru, selam olsun sana ey dinin sütunu (direği)!

Selam olsun sana ey Adem safvetullah’ın (Allah’ın seçkin kulunun ilminin) varisi, selam olsun sana ey Nuh Nebiyullah’ın (hilminin) varisi, selam olsun sana Ey İbrahim Halilullah’ın varisi, selam olsun sana ey İsmail Zebinullah’ın varisi, selam olsun sana ey Mûsa Kelimullah’ın varisi, selam olsun sana ey İsa Ruhullah’ın varisi, selam olsun sana ey Muhammed Resulullah’ın varisi!

Selam olsun sana ey Allah’ın velisi ve alemlerin rabbinin resulünün vasisi ve Emir’ül-Müminin’in varisi, selam olsun sana ey Fatımat-üz Zehra’nın varisi, selam olsun sana ey cennet gençlerinin efendileri olan Hasan ve Hüseyin’in varisi, selam olsun sana ey ibadet edenlerin ziyneti olan Ali bin Hüseyin’in varisi, selam olsun sana ey önceki ve sonrakilerin ilmini açıklayıp izah eden Muhammed bin Ali’nin varisi, selam olsun sana ey sâdık ve salih olan Câfer bin Muhammed’in varisi, selam olsun sana ey Mûsa bin Câfer’in varisi!

Selam olsun sana ey sıddık ve şehid. Selam olsun sana ey (Peygamber’in) vasisi, salih ve müttaki.

Şehadet ederim ki şüphesiz sen namazı dosdoğru kıldın, zekâtı verdin, mârufa (iyiliğe) emir münkerden (kötülükten) nehyettin, yakin (ölüm) gelene kadar Allah’a ibadet ettin.

Selam olsun sana ey Ebul Hasan er-Rıza, Allah’ın rahmet ve bereketi senin mukaddes ruhuna olsun!

İmam Rıza (a.s)’ın Kısa Ziyaretnamesi

“Allah’ım! Yeryüzünde ve toprağın altındakilere hüccet kıldığın, beğenilmiş, müttaki, münezzeh, sıddık ve şehid olan İmam Ali İbn-i Mûsa er-Rıza’ya, kamil, sürekli, aralıksız, ard-arda, arka arkaya olan bir rahmet gönder; öyle bir rahmet ki, evliyalarına gönderdiğin rahmetin en üstünü olsun.

 

Camiat’ül-Kebire Ziyareti

Merhum Şeyh Saduk “Men la Yehzuruh’ul-Fakih” adlı kitabında kendi senediyle Muhammed bin İsmail-i Bermekî’den, Abdullah oğlu Mûsa en-Nahai’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: İmam Ali en-Nakî’ye “Ey Resulullah’ın torunu! Sizlerden (imamlardan) birinizin mezarını ziyaret etmeyi bize öğretin” dedim. İmam Ali en-Nakî (a.s) şöyle buyurdu: “Kapıya (mezarının bulunduğu türbenin kapısına) ulaştığında dur ve (ziyaret için) gusletmiş bir halde şehadeteyni (kelime-i şahadeti) getir; içeriye girip biraz daha ilerle, sonra kısa adımlar atarak vakarlı bir halle biraz daha ilerle, sonra durup tekrar otuz defa “Allah-u Ekber” de; sonra (biraz daha ilerle ve) mezara yakın bir yerde durarak kırk defa daha “Allah-u Ekber” de ve böylece yüz tekbiri tamamla. Ardından şöyle de:

Bismillahirrahmanirrahim

Selam olsun size ey Peygamber’in Ehl-i Beyt’i, risaletin karargâhı, meleklerin uğradığı kimseler, vahyin iniş yeri, rahmet madeni, ilim hazinelerinin kaynakları, hilmin nihayeti, bağışın kökü, ümmetlerin yöneticileri, iyilerin mücevheri, seçkinlerin direği, kulların önderleri, beldelerin temel taşları, iman kapıları, Rahman’ın emanetdarları, Peygamber’in öz soyu, ilahi elçilerin göz nuru ve resullerin yakınları; Allah’ın rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun!

Selam olsun sizlere ey hidayet imamları, karanlıkların nurları, takvanın parlak nişaneleri, kamil akıl ve bilinç sahipleri, halkın sığınakları, peygamberlerin varisleri, üstün örnekler, güzel davetçiler, Allah’ın dünya ve ahiret ehline ve ilk mahluklara olan hüccetleri; Allah’ın rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun!

Selam olsun sizlere Ey Allah’ı tanımanın yolları ve Allah’ın bereketinin odakları, Allah’ın hikmetinin kaynakları, Allah’ın sırlarının koruyucuları, Allah’ın muhafızları ve Peygamber’in vasileri ve Resulullah’ın soyu; Allah’ın rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun!

Selam olsun insanları Allah’a davet eden imamlara, rızasının kılavuzlarına, emrinde bulunanlara, muhabbetinde son mertebeye erişenlere, ihsanla tevhidine sarılanlara, emir ve nehiylerini aşikar kılanlara ve emrine uyup Hak’tan önce bir şeyi dile getirmeyen tertemiz kullara; Allah’ın rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun!

Selam olsun (Hakka’a) davet eden imamlara, hidayetçi olan önderlere, koruyucu ve destekçi olan velilere!

Selam olsun siz zikir ehline, emir sahiplerine, Allah’ın yeryüzünde seçtiği halifelerine, seçkin kıldığı kendi hizbine, ilim çeşmelerine, hüccet ve nuruna, Allah’ın rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun!

Allah’ın kendi hakkında şehadet ettiği gibi (ben de) şehadet ederim ki, Allah’tan başka bir ilah yoktur, o tektir ve ortağı yoktur; nitekim melekler ve ilim sahibi yaratıkları da buna şehadet etmekteler.

Ondan başka bir ilah yoktur; o güçlü ve hikmet sahibidir. Şehadet ederim ki, Muhammed onun seçkin kulu ve beğenilmiş elçisidir. Onu hidayet ve hak din üzere ve bütün dinlere galip gelsin diye göndermiştir; müşrikler bunu istemese de.

Yine şehadet ederim ki, sizler değer ve hidayet sahibi masum imamlarsınız, Allah’a yakınlaştırılmış muttaki, sâdık, seçkin ve ona itaat eden, emrini tamamen yerine getiren, iradesine uyan, ikramını kazanan önderlersiniz. Allah sizi bilerek seçmiş ve gaybının bilgisini size bahşetmiş, sırrını bilmekle sizi seçkin kılmış ve kendi kudretiyle size değer vermiştir. Kendi hidayetiyle size izzet kazandırmış, kendi burhanıyla (mucize ve kerametleriyle) sizi özgün kılmış, kendi nurunu size bahşetmiş ve kendi ruhuyla sizi desteklemiştir; yeryüzünde sizlerin halife olmanızı kullarına hüccet ve dinine yardımcı olmanızı, sırrını koruyanlar, ilmini taşıyanlar ve hikmetinin emanetdarları, vahyinin açıklayıcıları, tevhidinin erkanı, yaratıklarına şahitler, kullarına nişaneler, beldesinde ışıklar ve yoluna deliller olmanızı istemiştir.

Allah sizleri sürçmelerden korumuş, fitnelerden amanda kılmış, kirlerden temizlemiş ve her türlü pisliği sizlerden uzaklaştırmış, sizleri tertemiz kılmıştır. Siz de onun yüceliği karşısında tâzim ettiniz, şânını yüce bildiniz, nimetini övdünüz ve onu sürekli andınız. O ki, ahdini muhkemleştirip pisliği sizlerden uzaklaştırmış, sizleri tertemiz kılmıştır. Siz de onun yüceliği karşısında tâzim ettiniz, şânını yüce bildiniz, nimetini övdünüz ve onu sürekli andınız, ahdini muhkemleştirip kulluk bağını sağlamlaştırdınız ve onun rızası için açık ve gizlide müminlerin hayrına çalıştınız; hikmet ve güzel öğütle onun yoluna çağırdınız; onun rızası yolunda nefsinizden geçtiniz ve onun muhabbeti uğruna musibetlere karşı sabrettiniz.

Namazı dosdoğru kılıp zekâtı verdiniz, mârufu emredip münkerden sakındırdınız, Allah uğruna hakkıyla cihat edip onun davetini ilan ettiniz; farzlarını açıkladınız ve hadleri (şer'i hüküm ve cezaları) ikame edip belirlenen hükümlerini beyan ettiniz; sünnetine uyup onun rızasına yöneldiniz, kaza ve kaderi ona bıraktınız, geçmiş peygamberleri tasdik ettiniz. Öyleyse sizi bırakıp başkasına yönelen azar; size sarılan Hakk’a kavuşur, hakkınızı çiğneyen ise zevala uğrar.

Hak sizinledir, sizdedir, sizdendir ve size yöneliktir; siz hakkın sahibi ve kaynağısınız.

Peygamberlik mirası sizdedir, halk sizin kapınıza gelir ve onların hesabı sizin üzerinizdedir. Hakkı batıldan ayıran kesin hüküm sizin yanınızdadır; Allah’ın nişaneleri sizdedir, onun hükümlerini bildirecek olan sizsiniz, onun nuru, açık delili sizin yanınızdadır. Emri size açıklanmıştır.

Size dost olan, Allah’a dost olur ve size düşman kesilen, Allah’a düşman kesilir; sizi seven Allah’ı sever, size karşı kin besleyen, Allah’a kin besler; size sarılan Allah’a sarılır. Sağlam yol, fena yurdunun şahitleri ve beka yurdunun şefaatçileri sizsiniz. Kesintisiz rahmet, korunmuş nişane, mahfuz emanet ve insanların imtahan edildikleri kapı sizsiniz. Kim size gelirse kurtulur ve sizden kaçarsa helak olur.

Siz, Allah’a doğru çağırıyorsunuz ve (insanları) ona yönlendiriyorsunuz, ona iman edip ona baş eğiyorsunuz; onun emrine uyup yoluna halkı irşad ediyorsunuz ve onun sözüyle hüküm veriyorsunuz.

Sizinle dostluk bağı kuran saadete erir ve size düşman olan ise kurtuluş yüzü görmez; sizi inkâr eden hüsrana uğrar ve sizden ayrı düşen sapıklığa duçar olur; size sarılan kurtulur, size sığınan güven kazanır, sizi tasdik eden esenliğe kavuşur, size uyan hidayete erişir; size tabi olanın cennettir yeri, size karşı gelenin cehennemdir yuvası; sizi inkâr eden küfre sapar, sizinle harbeden şirke düşer, sizi reddeden cehennemin en alt tabakasında yanar.

Şehadet ederim ki, bu ilahi irade önceden vardı ve bundan sonra da var olacaktır.

Şehadet ederim ki, sizin ruhlarınız ve nurlarınız birdir, tertemiz ve paksınız, hepiniz birbirinizdensiniz; Allah sizleri nur olarak yarattı ve arşın etrafına yerleştirdi; sonra bizlere ihsanda bulunup, minnet edip, yücelmesini ve kendi isminin anılmasını istediği evlere yerleştirdi sizleri. Bizlerin size salat göndermemizi ve sizlerin velayetinizi taşımak nimetini yaratılışımız için esenlik ve nefsimiz için temizlik ve bizler için arınma ve günahlarımız için kefaret kıldı. Böylece bizler, Allah indinde sizlerin faziletlerini itiraf edenler ve sizlerin ilahi makamınızı tasdik edenler olarak tanındık.

Allah’tan, sizleri hiç kimsenin ulaşamayacağı, kimsenin sizinle yarışamayacağı ve size erişmeyi arzu edemeyeceği, keramet kazananların en üstün mertebesine ulaştırmasını ve mukarreplerin en mükemmel makamına ulaştırmasını istiyorum. Öyle ki, sizin imamet makamınızın yüceliğini, mevkiinizin azametini, şânınızın üstünlüğünü, nûrunuzun tamlığını, menziletinizin güzelliğini, makamınızın sebatını, yerinizin şerefini, Allah indindeki mertebenizi, onun yanındaki değerinizi, ona olan özelliğinizi ve ona yakınlığınızı tanımayan, bilmeyen hiçbir mukarreb melek ve mürsel peygamber kalmasın; bu makamınıza şahitlik etmeyen ne bir alim, ne bir cahil, ne bir mümin, ne bir facir, ne bir inatçı tağut, ne bir azgın şeytan ve ne de mertebeler arasında bilinç sahibi bir mahluk kalmasın. Babam ve annem, ailem, malım ve yakınlarım size feda olsun; Allah’ı ve sonra sizleri şahit kılıyorum ki; ben size ve sizin inandıklarınıza iman etmişim, sizin düşmanınıza karşıyım ve sizin reddettiğiniz şeyleri ben de reddediyorum, sizin makamınıza arifim, size karşı gelenlerin sapıklıkta olduklarını biliyorum. Sizin dostlarınızın dostuyum, düşmanlarınızın düşmanıyım; sizin hakkınıza riayet edene ben de riayet ederim, sizinle savaşanla savaşırım, sizin hak bildiğinizi hak bilirim, sizin batıl bildiğinizi batıl bilirim; size itaat ediyorum, hakkınıza arifim ve faziletinizi ikrar ediyorum. İlminizi taşıyorum, ahdinize bağlıyım, sizlerin makamına inanıyorum, gelişinize iman ediyorum, dönüşünüzü tasdik ediyorum, emrinizi bekliyorum, devletinizin arzusundayım, sözünüze bağlıyım, emrinize amel ediyorum, sizlere iltica etmişim, ziyaretinize gelmişim, kabrinize sığınmışım. Sizi Allah azze ve celle indinde kendime şefaatçi kılmışım, sizin hürmetiniz için Allah’a yakın olmak istiyorum, her zaman her işimde kendi hacetlerimin, isteklerimin reva olması için sizleri (Allah huzurunda) aracı kılmışım; sırrınıza ve aşikar makamınıza iman etmişim, sizlerden hazır olanınıza da, gaybette olanınıza da, evvel ve sonuncunuza da iman etmişim ve bütün işleri sizlere havale etmişim, bütün hallerimde sizlere boyun eğmişim, kalbim sizlere teslim olmuştur; görüşüm size tabidir ve yardımım sizin için hazırdır. Umudum şudur ki; Allah sizin vasıtanızla dinini ihya eder ve sizleri kendi istediği günlerde geriye çevirir ve adaleti ikame etmek için sizleri yeryüzünde galip kılar. Ben sizinleyim, desteğim sizinledir, sizden başkasıyla değilim. Sizlere inanmışım ve sonuncunuzu da ilkinizi sevdiğim gibi severim.

Sizin hakkınızı inkâr eden, velayetinizden çıkan ve mirasınızı gasbeden, sizler hakkında şüpheye düşen ve sizden ayrılan düşmanlarınızdan, tağuttan, şeytandan ve onların zalim hiziplerinden Allah’a sığınıyorum; sizin dışınızda her vasıta ve önderden ateşe çağıran imamlardan ona sığınırım.

Allah’tan istiyorum ki, yaşadığım müddetçe beni sizin velayetiniz, muhabbetiniz ve dininiz üzerine sabit kılsın ve size itaat etmeye beni muvaffak etsin ve sizin şefaatinizi bana nasip etsin ve beni sizin en seçkin dostlarınızdan, sizin davetinize uyanlardan, sizin izinizi takip edenlerden, yolunuzdan gidenlerden, hidayetinizle hidayet bulanlardan, zümrenizde mahşere gidenlerden, dönüşünüzde dönenlerden, davetinizde mevkî kazananlardan ve huzur döneminizi görenlerden, sizin güçlü döneminizde eli açık olanlardan ve sizi görme şerefine kavuşanlardan etsin.

Babam, annem, nefsim, ailem ve malım sizlere feda olsun!

Allah’a kavuşmak isteyen size gelmelidir, tevhidi bilenler bunu sizden öğrenir, ona yönelmek isteyen sizin kapınıza gelir.

Ey benim efendilerim! Sizin güzelliklerinizi söylemekle bitiremem, sizi methetmekle hakkınıza varamam, sizin vasfınızı söylemekle değerinizi açıklayamam; sizler seçkinlerin nurusunuz, iyilerin hidayete eriştirenlerisiniz ve Allah’ın hüccetlerisiniz; Allah sizinle yaratılışı başlatmış ve sizinle de bitirecektir. Sizin sebebinize Allah yağmur yağdırır ve sizin hürmetinize Allah göğün yere düşmesini önler, meğer kendi izni olsun. Sizin hürmetinize Allah zorlukları giderir ve müşkülleri bertaraf eder; sizin indinizdendir elçilerin indirdiği ve meleklerin getirdiği hükümler. Ruh’ul-Emin (Cebrail) sizin ceddinize[79] inmiştir, Allah hiçbir kimseye vermediği makamı size vermiştir; her şerefli sizin şerefiniz karşısında boyun eğer ve her büyük size itaat eder, her güçlü size, faziletiniz için huzû eder ve her şey size nazaran hakirdir; yeryüzü sizin velayetinizle kurtuluşa erişilir, sizin vasıtanızla Allah’ın rızasına kavuşulur ve sizin velayetinizi inkâr edene Allah gazap eder.

Babam, annem, kendim, ailem ve malım size feda olsun! Sizin anınız diğer anılarla, isimleriniz diğer isimlerle, bedeniniz diğer bedenlerle, ruhunuz diğer ruhlarla, eserleriniz diğer eserlerledir ve kabirleriniz diğer kabirlerin yanı sıradır; oysa sizin isimleriniz ne tatlı, nefisleriniz ne değerli, makamınız ne büyük, mertebeniz ne yüksek, ahdiniz ne sağlam, vaadiniz ne doğrudur! Kelamınız nur, emriniz olgunluk, vasiyetiniz takva, işiniz hayır, adaletiniz ihsan, yaratılışınız kerem ve büyüklük; şânınız hak, doğruluk ve yumuşaklıktır; sözünüz kesin hüküm, görüşünüz ilim, hilim ve yakindir.

Hayırdan söz edildiğinde hayrın başlangıcı, kökü, dalı, kaynağı, barınağı ve sonucu sizin olduğunuz görülür.

Babam, annem ve kendim size feda olayım; sizi nasıl öveyim ve karşılaştığınız güzel imtihanları nasıl sayayım; Allah sizin sebebinizle bizi zilletten çıkardı, kederlerimizi giderdi, ateşin eşiğinde helak olmak üzereyken bizi kurtardı.

Babam, annem ve kendim size feda olayım; Allah sizin velayetinizin sayesinde bize dinin nişanelerini öğretti ve dünyadaki bozukluklarımızı düzeltti. Sizin dostluğunuz sayesinde büyük tevhid nimeti tamamlandı ve tefrika yerine kaynaşma oldu. Sizin velayetiniz sebebiyle farz itaatler kabul olur ve Kur’an'da vacip kılınan dostluk size aittir. Yüksek dereceler, övülmüş makam ve Allah azze ve celle indinde belirlenmiş yer, büyük mertebe ve kabul olan şefaat size aittir. Ey Allah’ım! Biz, nazil ettiğine iman ettik ve resulüne uyduk; bizi tanıdıklardan yaz. Ey Rabbimiz! Bizi hidayet ettikten sonra kalbimizi batıla doğru eğme, kendi indinden bize rahmet ihsan et, gerçekten sen çok bağışlayansın. Rabbimiz her türlü eksiklikten uzaktır, rabbimizin vaadı mutlaka gerçekleşir.

Ey Allah’ın velisi; benimle Allah azze ve celle arasında öyle günahlar var ki, sizin rıza ve hoşnutluğunuz olmasa asla bağışlamaz. Öyleyse sizi kendi sırrına emin kılan, halkın işlerinde sizi önder kılan, itaatinizi kendi itaatine dahil eden Allah’ın hakkı hürmetine benim günahlarımı bağışlamasını isteyin ve benim şefaatçilerim olun. Ben size itaat edenim, kim size itaat etse Allah’a itaat etmiş olur ve kim de size karşı gelse Allah’a karşı gelmiş olur, sizi seven Allah’ı sevmiş olur ve size buğzeden Allah’a buğzetmiş olur.

Allah’ım! Eğer ben Muhammed ve onun seçkin ve beğenilmiş Ehl-i Beyt’inden sana daha yakın olan birisini bilseydim onu sana şefaatçi kılardım. Öyleyse kendi üzerine farz kıldığın onların hakkı hürmetine Senden istiyorum ki beni, onları ve onların haklarını tanıyanlardan kıl ve onların şefaatiyle merhamete kavuşanlardan kıl. Sen merhametlilerin en merhametlisisin. Ey Allah! Muhammed ve onun pak Ehl-i Beyt’ine rahmet ve çok selam gönder. Allah bize yeter, o ne güzel sahiptir.


Text Box: 69. BÖLÜM
 

 

 

 

 


İMAM RIZA (A.S)’IN MEZARINDA GÖRÜLEN MUCİZELER VE DUALARIN KABUL OLMASI[80]

 

 

1- Ebu Talib Hüseyin bin Abdullah bin Benanî diyor ki: Ben Muhammed bin Ömer en-Nevkanî’nin şöyle dediğini duydum: Nevkan’da karanlık bir gecede çatıda uyumuş idim. Aniden uyandığımda Sinabad’a, İmam Rıza (a.s)’ın türbesinin olduğu tarafa doğru baktım. Bir nurun yükseldiğini, hatta Meşhed’in onunla aydınlandığını gördüm. Sanki gündüz olmuş gibiydi.

Benim İmam Rıza (a.s) hakkında şüphem vardı. Onun hak olduğuna inanmıyordum. Annem de onu İmam olarak kabul etmiyordu. Bana şöyle dedi: Ey yavrum! Sana ne oluyor? Ben anneme şöyle cevap verdim: Ben yayılmış bir nur gördüm. Onunla Sinabad'da olan Meşhed aydınlandı. Annem de bana karşılık olarak şöyle cevap verdi: Bu bir şey değildir; yalnız, şeytanın işi olabilir!

Ravi şöyle devam ediyor: Önceki geceden daha karanlık bir gecede, o nuru tekrar gördüm. Meşhed yine onunla aydınlanmıştı. Anneme haber verdim. Nuru ve Meşhed’in onunla aydınlandığını görmesi için onu da yanıma çağırdım. Öz gözleriyle görünce şaşırarak bunun çok yüce bir şey olduğuna inandı. Allah’a hamd ve şükürler etmeye başladı.

 

2- Ebu Talib Hüseyin bin Abdullah bin Benan et-Taî şöyle diyor: Ebu Mensur bin Abdurrezak, Tus bölgesinin hakimi Biverdî'ye "Çocuğun var mı?" diye sordu. Biverdî: hayır, yok! dedi. Ebu Mensur ona tekrar şöyle sordu: Neden Meşhed’e İmam Rıza (a.s)’ın ziyaretine gidip de onun yanında, Allah’ın sana çocuk vermesini istemiyorsun? Ben Allah’ı o mekânda çağırdım, hacetlerimi istedim, bana verdi.

Hakim der ki: Bunun üzerine Meşhed’e (orda olana selam olsun) gittim, İmam Rıza (a.s)’ın yanında Allah’ı çağırarak evlat vermesini istedim. Allah da bana bir erkek çocuk verdi. Ben Ebu Mensur’un yanına gelip Allah’ın duama icabet ettiğini, bana çocuk vererek  bununla ikram ettiğini haber verdim.

Kitabın yazarı (r.a) şöyle diyor: Ben 352 yılında Meşhed’e İmam Rıza (a.s)’ın ziyaretine gitmek için Rukn’ud-Devle’den izin istedim. Aynı yılın Recep ayında bana izin verdi. Dışarı çıktığımda beni tekrar çağırarak şöyle dedi: Gideceğin yer, mübarek ve kutsal bir yer olan Meşhed’dir. Orayı ziyaret edip içinde olan hacetlerimi Allah’tan istedim, bütün isteklerim verildi. Dua ve ziyaretinde beni de unutma. Çünkü dua orada kabul olur.

Ben ona da dua etmek için söz verdim. Sözümde durup ona da dua ettim. Meşhed’den (orda olana selam olsun) döndüğümde, onun yanına geldim. Bana şöyle sordu: Bana da dua edip yerime ziyaret ettin mi?

Cevabında, evet dedim. Bana şöyle dedi: Aferin, sağ ol, duanın Meşhed’de kabul olduğu ispatlandı.

 

3- Ebu Nasr Ahmed bin Hüseyin ed-Debbî ki ondan daha aşırı Ehl-i Beyt düşmanı (Nasibî) görmedim, salavatı şöyle söylerdi: "Allah’ın selamı sadece Muhammed’e olsun!" Onun Âl'ine (Ehl-i Beyt’ine) salavat göndermezdi. İşte o şöyle diyor: Halkın bazısı emanet verdiler. Ben de onu yere gömdüm ama daha sonra onları nereye gömdüğümü unuttum, şaşkın kalmıştım. Zamanı geldiğinde mal sahipleri istemek için geleceklerdi. Oysa ben onun yerini bilmiyordum. Mal sahipleri çaldım, götürmüşüm diye, bana ithamda bulunuyorlardı. Evden perişan, düşünceli bir halde dışarı çıktım, bir grubun Meşhed’e İmam Rıza (a.s)’ın ziyaretine gitmekte olduğunu gördüm. Bende onlara katılıp Meşhed’e gittim. Ziyaret edip, Allah’tan emanetlerin yerini göstermesini istedim. Orada bir gece yatmış idim. Rüyamda birisi gelerek bana şöyle dedi: Emaneti şu ve şu yerde defnettin. Ben de emanet sahibinin yanına gelerek rüyamda gördüğüm yeri ona gösterdim. Oysa ben rüyaya pek inanmazdım. Mal sahibi oraya gidip kazarak, malını çıkardı. Üzerinde sahibinin mührü bile vardı. Bundan sonra o şahıs, bu olayı her yerde söyler, onları Meşhed’e (orda olana selam olsun) ziyarete gitmeleri için teşvik ederdi.

 

4- Ebul Abbas Ahmed bin Muhammed bin Ahmed bin Hüseyin el-Hekim (r.a), diyor ki: Merv’in hakimi olan Ebu Ali Amir bin Abdullah Biverdî’nin (ki o muhaddislerden idi) şöyle dediğini işittim: İmam Rıza (a.s)’ı ziyaret için, Meşhed’e gittim. Orada bir Türk gördüm, kubbenin içerisinde, İmam Rıza (a.s)’ın başucunda oturup ağlayarak Türkçe şöyle dua ediyordu: "Ey Rabbim! Eğer oğlum sağsa bizi birbirimize kavuştur, eğer ölmüşse bize haberini ver." Ben Türkçe bildiğimden yanına giderek, "Ey kardeşim! Sana ne oldu?" diye sordum. O da şöyle cevap verdi: Benim bir oğlum vardı. İshakâbad savaşında benimle beraberdi. Onu kaybettim ve şimdi varlığından haberdar değilim. Annesi onun için her zaman ağlıyor. İşte bu yüzden Allah’a burada dua edip yakarıyorum. Çünkü duanın burada (Meşhed’de) kabul olduğunu duydum.

Ravi diyor ki: Onun haline acıdım, elinden tutup misafirim olması için dışarı çıkardım. Biz camiden çıktığımız zaman, uzun boylu bir gençle karşılaştık. Türk ziyaretçi onu görür görmez ona doğru koştu, kucaklayıp ağladı. Her ikisi de birbirlerini tanıdılar. İşte bu genç dua ettiği oğlu idi. O, Allah’tan İmam Rıza (a.s)’ın kabri yanında birbirlerine kavuşmalarını veya öldüğünün haberini bildirmesini istemişti.

Gençten buraya nasıl geldiğini sordum. Şöyle anlattı: İshakâbad savaşından sonra Tebristan’a düştüm. Deylemlî denen biri beni büyüttü. Büyüdükten sonra baba ve annemi aramaya çıktım. Çünkü her ikisinden de hiçbir haberim yoktu. Meşhed'e gelmekte olan grupla yola çıkıp buraya geldim.

Gencin babası şöyle dedi: Meşhed’de olanlar yakinimi daha çok güçlendirdi. Hayatta olduğum müddetçe buradan (Meşhed’den) ayrılmayacağıma dair kendi kendime söz verdim.

Evvel, ahir, zahir ve batın olan Allah'a hamd; Muhammed-i Mustafa (s.a.a)'e ve onun pak Ehl-i Beytine çokça salat ve selam ile...



 

1- Zira Merhum Saduk, bu hadisleri bir çok kitaplardan nakletmiştir. Bu kitaplar ise her biri kendi senediyle bu hadisleri nakletmişlerdir. Örneğin Muhammed bin Ömer el-Caabî’nin kitabından 103 hadis İmam Rıza’dan nakletmiştir ve aynı zamanda İbn-i Zureyk’in kitabından 36 hadis İmam Rıza’dan nakletmiştir. İbn-i Zureyk’in kitabında geçen bazı hadisler, Caabî’nin kitabından da nakledilmiştir.

2- Maksat şudur: Allah Ehl-i Beyt’im ümmetimin arasında olduğu için Allah onlara rahmet etmektedir. İsyan edip günaha bulaştıklarında onlara azap indirmemektedir. Nitekim bizzat Peygamber (s.a.a)’de ümmet arasında olduğu müddetçe ümmete azap nazil olmuyordu. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Sen içlerinde olduğun müddetçe Allah onlara azap etmeyecektir.” (Enfal/33)

3- Teşbih ve temsil babındandır. Şu manada ki hiçbir canlı yaratığın ruhu onun kudret elinin dışında değildir.

4- Bazı nüshalarda ise “Tevhid” yerine “teveddud” yani, “birbirini sevmek” ifadesi yer almıştır.

5- Düşünce sağlığı kan sağlığına bağlıdır ve nar kanı temizlemektedir. Şeytan hadis ve lügat dilinde zarar veren her şeye denmektedir. Bazen “iblis”, bazen “kötü insan veya arkadaş” bazen “mikrop” ve benzeri zarar verici şeyler hakkında kullanılmaktadır. Örneğin; bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Bardağın çatlak yerinden su içmeyiniz, zira orada şeytan vardır.” Anlaşıldığı kadarıyla hadisteki “şeytan” da bu anlamdadır.

6- İlahi kurtuluşu beklemenin manası, onun için hazırlanmak ve onun gelmesi için gayret gösterip zemine hazırlamaktır. Örneğin; namaz vaktini, iftar zamanını veya misafirinin gelmesini bekleyen kimse gibi hareket etmelidir. Sessiz oturup elini elinin üzerine bırakarak olan olacaktır diyerek kurtuluşu beklemek, doğru bir beklenti içerisinde olmak değildir. Ehl-i Beyt'in ferecini bekleyen kimse, gece gündüz onun gerçekleşmesi yolunda çalışmalı ve kendi toplumunu onun için hazırlamalıdır. Şunu bilmemiz gerekir ki, halk kendisini yüzde yüz onun gerçekleşmesi için hazırlamazsa, ona ulaşmaları mümkün değildir. Biz onu kabullenmek için kendimizi hazırladığımızda Allah-u Teala da kendi lütfünü bize esirgemeyecektir. Aksi taktirde bu ilahi lütfü beklemek boş ve yersiz bir bekleyiştir.

7- Yani, şeytan daha çok bu iki yolla insanı yoldan saptırıp cehenneme sokar.

8-  “Yetmiş” kelimesi  Arapça’da  fazlalık ve kesret anlamında da kullanılmaktadır.

9- Yeni doğan bebeğin kulağına ezan okumanın sırrı, her şeyden önce onun kulağının zarını ezan sesiyle hareket ettirmek ve onu şehadeteyn kelimesiyle aşina kılmaktır. Peygamber (s.a.a) de oğlu Hasan'ın kulağına ezan okuyarak onu tevhid ve peygamberin nübüvvetiyle aşina kıldı; kulağına doğduğu günden ezan okunan bir kimseyi şeytan kolaylıkla saptıramaz.

10- İlliyin: Yüceler.

11- Metinde geçen Ali bin Hüseyin; İmam Zeyn’ul Abidin (a.s)’ın asıl adıdır. Metnin aslına Sâdık kalmak için İmam’ın diğer lakaplarını değiştirmedik. Dolayısıyla “Seccad ve Zeyn’ul Abidin” lakapları İmam Ali bin Hüseyin (a.s)’a aittir.

12- Tahir İmamlar (a.s) kendilerine sorulan sorulara kişinin durumuna ve konumuna bakarak cevap verirlerdi. Bazen “susturmak”, bazen de “hallederek” cevap veriyordu. Bu cevap da susturmak için verdiği cevaptır. Yoksa zaten sorunun kendisi de doğru bir soru değildir. Ama her haliyle İmam (a.s)’ın ilahi şahsiyeti Yahudînin hidayetine vesile oldu.

13- Fatıma kelimesi “fateme” kökünden türemiştir ve ayrılmak, kesilmek anlamındadır.

14- Hadiste “mağbun” kelimesi kullanılmıştır ki “mağlup olmak” anlamındadır. Bazen de uyanık olmama  yüzünden mağlup olan kimse için kullanılmaktadır. O halde “mağbun şahıs” halk nezdinde beğenilen bir şahıs değildir ve hiç bir ecri de yoktur. Zira işinde ihmalkârlık etmiştir.

15- Hadislere binaen, gerektiği kadarıyla helal şeylerden istifade etmek zühde aykırı değildir. Tüketimde aşırı gitmek ve dünyaya gönül bağlamak zühde aykırıdır.

16- Rivayetin zahirinden de anlaşıldığı üzere ravinin bu soruyu sormadaki maksadı İmam (a.s)’dan Kur'anı'n yaratık olup olmadığı hususunda bir cevap alabilmekti. Bu mesele o zamanlar günün konusuydu. Ama imam bu cevabında Kur'an'ın yaratılmış olup olmadığı konusunu ele almamıştır. İmam (a.s) bu vesileyle cahil dostların veya bilgin düşmanların söz konusu ettiği bu tür saptırıcı sorulara itina gösterilmemesi gerektiğini ifade etmek istemiştir.

17- El-Mizan tefsirinin sahibi gibi büyük müfessirler, ayetleri tefsir eden bu tür hadislerin ilgili ayetlerin genel anlamını özelleştirmediğine; aksine, bu ayetin en açık örneğini zikrettiğine inanmaktadırlar.

18- Bu haberin aslı, Sünen-i Tirmizî'nin züht kısmında şöyle nakledilmiştir: "Hüzün kuyusundan Allah'a sığının." Oradakiler: "Ey Allah'ın Resulü, hüzün kuyusu nedir?" dediklerinde Resulullah (s.a.a): "Cehennemde bir vadidir ki cehennemin kendisi günde yüz kez onun şerrinden Allah'a sığınır" buyurdular. Kimler oraya atılacak? diye sorduklarında da Resulullah (s.a.a): "Riyakâr Kur'an karileri" buyurdular.

19- Elbette Hz. Fatıma (a.s)'ın soyundan gelenlerden kastedilen kimseler olduğu 58. bölümün evvelinde İmam Rıza (a.s)'dan nakledilen bir hadisle izah edilmiştir. İmam Rıza (a.s) orada Zeyd bin Mûsa'ya şöyle buyuruyor: “Kûfeli ravilerin rivayetleri seni aldatmasın. Orada kasıt sadece Hz. Fatıma (a.s)'ın kendisinin dünyaya getirdiği çocuklardır.”

20- Hadisin anlamı şudur: Hakimiyet Allah’ındır. Nitekim Kur’an'da şöyle buyurmaktadır: “Hüküm sadece Allah’a aittir.”

21- Bu bölümde 35 hadis vardır ki, geçen ve gelecek bölümlerde bunun benzerleri zikredilmiştir. Dolayısıyla, burada tekrar nakletmeyi gerek görmedik.

22- Kur’an-ı Kerim'de birinci şekli zikredilmiştir. Yani her ne kadar oğlu da olsa ehlinden sayılmamıştır ama Kur’an'da olmayan ikinci şekline göre şu anlamda olabilir ki; bu çocuk başkasının sulbündendi ve Nuh’un oğlu değildi.

23- İbn-i Sikkit, Yâkub bin İshâk bin Yûsuf-u Ehvazî’dir. Lugat ilmi, Arap edebiyatı ve şiir dalında önde gelen büyüklerden olup dokuzuncu ve onuncu İmam’ın yakın ashaplarındandır. Onun “Islah’ul Mantık” adıyla meşhur bir kitabı vardır ki, defalarca basılmıştır. 244 yılında Abbasî halifelerinden olan Mütevekkil, onu feci şekilde öldürtmüştür. Sebebi işe şudur: Bir gün Mütevekkil ona; “Senin yanında bu iki çocuk mu (Mueyyed ve Mu’tez) daha değerlidir yoksa Ali’nin oğlu Hasan ve Hüseyin mi?” diye sordu. İbn-i Sikkit cevap olarak İmam Hasan ile İmam Hüseyin (a.s)’ın bazı faziletlerini hatırlattı ve son olarak da şöyle dedi: “Ali (a.s)’ın kölesi Kamber, benim yanımda sen ve senin iki çocuğundan daha üstündür.” Mütevekkil sinirlenerek onun dilini boynunun arkasından çekip çıkarmalarını ve böylece öldürülmesini emretti. Ona İbn-i Sikkit denilmesinin sebebi ise, çok sükût etmesi ve dilinin belasına duçar olmaması içindi. Ama ilginç olan şu ki, çok susmasına rağmen sonunda dili onun ölümüne sebep oldu.

24- Rivayetlerde iki türlü hüccetten söz edilmiştir:

a) Batıni hüccet ki akıldır ve bu hadiste maksat da bu bâtini hüccettir.

b) Zahiri hüccet ki peygamberler ve onların masum naipleridir.

25- Daha fazla bilgi için bkz: el-Mizan fi Tefsir-il Kur'an, Şûra sûresi 13. ayetin tefsiri.

26- Hem akli, hem de nakli açıdan Allah yolunda cihat için insanların biati gereklidir. Biat gerçekleşmedikçe cihat farz olmamaktadır. Hatta bazı özel durumlar dışında biat olmaksızın cihat etmek caiz değildir.

27- Mürsel hadis, senedinde bir veya birden fazla ravinin zikredilmediği hadistir. İmam Rıza (a.s) da direkt olarak babalarının adını anmadan bu hadisi Resulullah’tan naklettiği için mürsel olarak adlandırılmıştır.

28- Telbiye: Lebbeyk, lebbeyk, Allahumme lebbeyk, lâ şerike leke lebbeyk.

29- Günahların yazılmamasından amaç, mağfiret dilemek için fırsat verilmesi olabilir. Çünkü ayetler “Kim zerre kadar kötülük yaparsa onu görecektir” buyuruyor; veyahut da günahların yazılmamasından amaç, gaflet ve yanlışlıkla yapılan işler olabilir; namaz kılmamak ve haram işler yapmak gibi büyük günahlar değil.

30- 12/5 evkiye yedi miskaldır.

31- Ehl-i Beyt (a.s)’ın mektebinde aileye oldukça önem verilmiştir. Bu yüzden Ehl-i Beyt’e göre bir celsede gerekli aralık olmaksızın gerçekleşen üç talak sadece bir tek talak sayılmaktadır; üç talak değil. Bakara Sûresi'nin 228 ve 229. ayetlerinin zahirinden de bu anlaşılmaktadır. Ama bazı mezhepler üç talağın da bir mecliste gerçekleşeceğine inanmaktadırlar.

32- Bir meselenin bir çok cevabı verilebilir. Bazen ikna ve susturma yoluyla bazen de hal etme yoluyla cevap verilebilir. Ehl-i Beyt İmamlarınız siretinde her iki cevap türünden de bir çok örnekler görünmektedir. Bu hadis de muhatap ile uyumlu olarak iki türlü cevap verilen hadislerdendir. Hakeza iki ayrı kişinin İmam Ali (a.s)’a sorduğu ve onun da iki farklı cevap verdiği hadis de bu türdendir. Hz. Ali (a.s)’a şu soruyu sordular: Yeryüzü küçülmeden veya iğne deliği büyütülmeden Allah dünyayı iğnenin deliğinden geçirebilir mi? Hz. Ali (a.s) bir cevabında mealen şöyle buyurmuştur: Bu tür soru sormak yanlıştır. Allah hususunda “yapabilir mi?” diye sormak doğru değildir. Zira Allah mutlak kadirdir. Bu mesele bizatihi mümkün değildir. Zira iğne ve yerin bu kabiliyeti yoktur. Küçülme ve büyüme kabiliyeti olmaksızın bu iş gerçekleşemez.” Başka bir cevabında ise olumlu cevap vererek gözü örnek gösterdi. Göz küçüklüğüne rağmen büyük şeyleri alabilmektedir.

33- Bu hadise zikredilen cevap önceki hadiste verilen cevap türündendir ki dipnotunda gerekli açıklama yapılmıştır.

34- Zahiren İmam (a.s)’ın “Ashabım yıldızlar gibidir...” hadisine verdiği cevap muhatabının bizzat kabul ettiği deliller üzere kendisini ikna etmek içindir. Önceki iki hadiste zikredilen Memun’a verilen cevap türündendir.

Ama Resulullah (s.a.a)’in kıyamet günü, “Allah’ım; ashabım, ashabım” diye buyurduğu hadis bir çok farklı yollar ile geniş bir şekilde Ehl-i Sünnet'in sihah kitaplarında yer almıştır. Daha geniş bilgi için şu kaynaklara baş vurabilirsiniz: Sahih-i Buhari; Kitab’ur-Rikab; Bab’ul-Havz, 585-586. hadis; Kitab’ul-Fiten, c. 4, 7001-7005. hadis; Sahih-i Müslim, Kitab-i Tahare c.3, 247 ila 249. hadis; c.15, 2302. hadis, Müsned-i Ahmed c.2, s.298, 300, 408, 454, 467 ve c.5, s.388, 393, 400, Kenz’ul-Ummal c.14, s.17, 433; Mucem’ul-Kebir-i Taberanî c.24, s.94 , 251. hadis.

35- Önceden de söylediğimiz gibi merhum Saduk sadece İmam Rıza (a.s)’dan nakledilen hadisleri bir araya toplamak istemiştir. Bu yüzden her ne kadar metni aynı da olsa farklı yollarla nakledilen hadislere de yer vermiştir. Örneğin; 33, 34 ve 35. bölümler ahkâmın felsefesi hakkındadır. Sebepleri farklı da olsa bir tek mevzuyu beyan etmektedir. Bu yüzden hadisin tekrar edilmiş bölümlerini zikretmedik. 33. Bölümde ise sadece 2 hadis vardır.

36- Bazı kavimlerin Allah'ın gazabına uğrayarak domuz, ayı vb. şekillere getirilmiş hallerine denir. Ancak bazı hadis ve rivayetlere göre bu tür şekillere girmiş kavimler fazla yaşamamış, zamanla nesilleri tükenmiştir.

37- Fakihler bu mutlak rivayeti şartlı bilmektedirler. Başka hadislere binaen anne zor durumlarda aşırı gitmeden zaruri miktarda çocuğunun izni olmaksızın da malında tasarrufta bulunabilir.

38- Katilin suçunun bulunması için üç yol vardır:

1- Katilin kendisinin itiraf ve ikrar etmesi; elbette şartları vardır, buna göre bir kez itiraf etmesi yeterlidir.

2- Delil sunma; Kısasta delil olarak iki adil erkek şahit getirilmelidir. Eğer diyet için şahit getirilecekse iki kadın ve bir erkek şahit getirilmelidir.

3- Ant içme; bu da delil ve ipucu yoluyla şahsın katil olduğuna delalet ediyor; yalnız itham olunan kimse itiraf etmiyor. Bu, şahidin de olmadığı zamandır. Ama önceden düşmanlıklarının olması, öldürücü aletin elinde olması, itham olunanın elbisesinin kana bulanması gibi ipuçları vs. Böylece öldürülenin sahipleri kimin olduğunu anlarsalar hakim, yemin ettirmeden önce kısas hükmünü veremez.

Bilerek yapılan bir cinayette maktulün sahiplerinden elli kişi, hatayla olan cinayette ise yirmibeş kişi “Katil o şahıstır” diye ant içmelidir. İşte bu durumda hakim, hükmü verebilir. Çünkü katille maktulün arasında düşmanlıkları olduğundan dolayı yakınları bundan haberdarmışlar. Bu yüzden her ne zaman cinayet olursa filan şahsın öldürme ihtimali vardır. Genelde akraba ve yakınları öldürülenin düşmanlarının az-çok haberleri vardır. Katilin kısas edilebilmesi için suçunun ispatı gereği hazır olanların ant içmeleri gerekir. Bu durumda eğer birisi başkasını öldürmek isterse, onun maktulle olan geçmişi bellidir. Eğer bunu yaparsa (öldürürse) o grup yine şahitlik yapıp onu da kısas yapılmaya mahkum edeceklerdir. İşte bu, cinayet yapılmasına engel olup kan dökülmesini önlemiş olur.

39- 34. Bölüm gibi hükümlerin felsefesini beyan etmektedir. Şu farkla ki bu bölümdeki rivayetler. Fazl bin Şazan’dan nakledilmektedir. 33. Bölümde ise Muhammed bin Sinan’dan nakledilmektedir. Bu bölümde bir hadis vardır ve tekrar edilmiş bölümlerini nakletmekten sakındık. Verilen cevaplara binaen hadisin sonundan öyle anlaşılıyor ki Fazl, hükümlerin delili hususunda İmam’ın sözlerinden anladığını yazmış ve söylemiştir.

40- Bu meselenin başka bir takım mesajları da vardır. Bu cümleden; başı ve sonu Allah kelimesiyle bitmektedir ve bu da tevhidin İslam’ın en asıl ilkesi olduğunu göstermektedir. “la ilahe illallah” yerine “Allah-u Ekber” ile başlaması da bizlere her türlü yanlış yol ve metodu reddetmek için önce doğru yolu göstermek gerektiğini ve ardından yanlış yolun reddedilmesi icap ettiğini göstermektedir.

41- Ayet namazı dört şey sebebiyle farzdır:

a)- Güneş tutulması

b)- Ay tutulması

c)- Deprem

d)- Çoğu insanın korktuğu kırmızı veya siyah kasırgalar, şimşekler ve gök gürültüsü

42- Ayet namazı iki rekâttır ve her rekâtında beş rükû vardır, ayet namazında niyet ve tekbirden sonra Hamd suresi ve bir sure tümüyle okunmaktadır ardından rükûya gidilmekte sonra rükudan kalkarak yeniden Hamd ve bir sure okunmaktadır. Yeniden rükûya gidilmekte ve böylece beş rüku yapılmaktadır sonra rükudan kalkmakta ve secdeye gidilmektedir. İkinci rekâtta bu tertib üzere kılınmaktadır.

43- Bu bölümde onbeş hadis vardır. Bu hadislerdeki mezkur konulardan bazısı önceki veya bir sonraki bölümlerde de beyan edilmiştir. Bu yüzden nakletmekten vazgeçtik. Ayrıca şunu da hatırlatmak gerekir ki bu bölümdeki çeşitli meselelerde “lazım veya vacip” kelimesi kullanılmıştır ki bazısından maksat fıkhî vücup değildir. Belki maksat müstahabi lüzumdur. Yani yapıldığı takdirde sevap vardır.

44- Humeyd bin Kahtabe Abbasi halifesi Mehdî zamanında H. 195 yılında hükümetinin merkezi Tus’ta ölmüştür. İmam Rıza (a.s) Memun zamanında H. 200 yılında Horasan’a çağrılmıştı. Dolayısıyla, bu olay uzak bir ihtimaldir. Ama her şekliyle dua ve Allah’a sığınma güzeldir ve sağlam bir senedinin olması gerekmez. Kur’an ayetlerine göre de dua, şartları olduğu takdirde müstecap olmaktadır.

45- Bu bölümde  29 hadis vardır. Ravileri her ne kadar farklı da olsa hadislerin konusu birdir. Okuyucuları usandırmamak için rivayetlerin sadece bir bölümünü zikrediyoruz. Ayrıca şu noktayı da hatırlatmak gerekir ki; bu bölümdeki rivayetlerden de anlaşıldığı üzere İmam (a.s)’ın veliahtlığı Memun’un planı gereğiydi. Memun kendi hükümetini o buhranlı dönemden kurtarmak için bu yola başvurmuştu. İmam (a.s)’ ise buna razı değildi. Mecburen kabul etmek zorunda kaldı. Ama Memun’a bir takım şartlar ileri sürdü ki herkes bunu zorla kabul ettiğini anlasın, yanlışlığa düşmesin ve İmam’ın bu  gayr-i meşru hükümeti meşru gördüğü sanılmasın.

46- Doğrusu şu olsa gerek: Takdir eden (ölçen), sağlamlaştıran, şekil veren ve güzelleştiren.

47- İbn-i Hafsa, Ehl-i Beyt’in ve taraftarlarının düşmanıydı. 182 yılında Bağdat’ta ölmüştür.

48- Bedir de Müslümanlar tarafından esir olunan Abbas İbn-i Abdulmuttalib kastedilmektedir.

49- Nuteyle, Abbas bin Abdulmuttalib’in annesidir.

50- İmam Rıza (a.s)'ın, babası İmam Sâdık (a.s)’dan naklettiği bu hadis, aynı zamanda bütün imamların bir nurdan olup bir ahlak üzere olduklarının göstergesidir.

51- Malik bin Nuveyre’nin olayına ve Halid bin Velid tarafından yağmalanmasına işarettir; bu olay tarih kitaplarında ele alınmıştır.

52- Bazı Ehl-i Sünnet müfessirlerinin Hacc suresi 52. ayet ile ilgili olarak naklettikleri kıssaya işarettir. Sözde şeytan ona şu sözleri söyletmiştir: “Tilkel ğeranik’ul-Ula ve inne şefaetehunne leturca”

53- Huzeyfe’nin Akabe gecesi, Peygamber'e suikast düzenleyen münafıkları tanıdığı meşhurdur.

54- Dehr/8 ve 22. ayetler

55- Memun’un delilleri şu şekilde doğru olur ki, İshak, sükunetin mağarada Peygamber'e nazil olduğunu kabullenmiş olsun, Ebu Bekir’e değil. Ama İshak mağarada sükûnetin  Ebu Bekir’e nazil olduğunu ve Peygamber (s.a.a)’in buna ihtiyacı olmadığını kabul etmiştir.

56- Son iki hadis, tekrar olduğundan dolayı zikretmeyi gerek görmedik.

57- Tenasüh: İnsanın öldükten sonra ruhunun başka bir bedende zuhur etmesi demektir.

58- Ahitten kasıt, Sahife-i Camia'dır. Resulullah’ın imlası ve Emir’el-Müminin Ali (a.s)'ın hattıyla yazılmıştır.

59- Gulat kelimesi “guluv”dan türemiştir. Bazı peygamberler ile imamlar hakkında aşırı gidenlere ve onlar için uluhuyet (ilahlık) makamına inanan kimselere denilir.

60- Kaderiyye: İnsanın amel ve fillerini, insanın kendisinin yarattığını ve Allah’ın kazası olmadığını iddia eden gruptur.

61- Murcia: İmanlı olan birine hiçbir günahın zararı yoktur, diyen gruptur.

62- Hururiye: Haricilerden bir gruptur.

63- Kitabın aslına ait bu bölümde 44 rivayet zikredilmiştir. Şeyh Sadur (r.a) bu rivayetleri çeşitli kitap ve ravilerden naklettiği için bir çok rivayetler tekrar olmuştur. Dolayısıyla, tekrar edilen rivayetleri zikretmeyi gerekli görmedik.

64- Vakifîler, Mûsa bin Câfer İmam Kâzım (a.s)’ın son imam olduğuna, ve yaşadığına inananlardır. Dolayısıyla da ondan sonraki imamları kabul etmemektedirler. Halk dilinde “Yedi İmamcılar” olarak da adlandırılmışlardır.

65- Bu konuşma Medine’de gerçekleşmiştir. Zira İmam Cevad (a.s) H. 195 yılının Ramazan ayında doğmuştur.

66- Harseme, Memun’un adamlarından olmasına rağmen bir anda bir ihbar üzere Memun’un gazabına uğramış ve atıldığı zindanda bir komplo sonucu öldürülmüştür.

67- Bekkar bin Abdullah bin Musab bin Sabit bin Abdullah bin Zübeyr, Abbasoğullarının işlerini düzeltenlerden birisidir. Hârun'ur-Reşid döneminde Medine’nin hakimiydi. Babası Abdullah da Mehdî Abbasî zamanında Yemame’nin hakimiydi.

68- Bu bölümde de üç rivayet vardır. Ancak aynı konular 47. bölümde de geçtiği için burada sadece bir rivayete yer verdik.

69- Bu bölümde de 11 rivayet nakledilmiştir. Tekrar edilmiş olanları zikretmedik.

70- Hud sûresinin 46. ayetine işaret etmektedir. Kur’an'da var olan şudur: “İnnehu amelun gayru salihin” Eğer şu iki şekilde okunursa manası fark eder: “İnnehu amile gayre salihin” veya “innehu amelu gayri salihin”

71- Abdullah bin Eftes’in olayı, tarihçilerin dediğine göre kısaca şöyledir: Hârun'ur-Reşid, Ebu Taliboğullarının ileri gelenlerinin durumundan her an için haberdar olmak istiyordu. Bu yüzden Fazl bin Yahya’dan şöyle sordu: Horasan’da Ebu Taliboğullarının adını işitiyor musun? “Hayır” diye cevap verdiğinde “Allah’a andolsun ki, bütün ciddiyetimle çalışmama rağmen onların adlarının hiçbirisini işitmiyorum. Yalnız birileri bir yer dedi, oraya Abdullah bin Hasan Eftes gidip geliyormuş” diye söylendi.

Hârun daha sonra hiç duraksamadan bir gruba derhal Medine’ye gidip onu yakalamaları ve yanına getirmeleri için emir verdi. Bu grup, Medine’ye vardığında orada pusu kurup beklemeye koyuldular. Sonunda onu görüp yakalayarak Hârun’un yanına getirdiler. Hârun ona şöyle dedi: İşittim ki sen, Zeydîleri kendi etrafında toplayıp bana karşı ayaklandırmak için sana yardım etmelerini istiyormuşsun, doğru mu? Abdullah ise şöyle cevap verdi: Ey müminlerin emiri! Seni Allah’a yemine veriyorum, benim kanımı akıtma; ben bu gruptan değilim, adım da o toplulukta yoktur. Genelde bu çeşit fikre sahip olanların hareket ve davranışı benim davranışımdan tamamıyla ters olmaktadır. Çünkü ben gençliğimden Medine ve onun etrafındaki çöllerde büyüdüm. İradem kendi elimdedir. Başkalarının sultası altında da değilim. İşim de atmaca avlamaktır. Zaten bundan başka hayran olduğum bir şey de yoktur.

Bunun üzerine Hârun “Bunları senden kabul ediyorum, ama seni tutuklayacak ve göz altında tutacağım. Hatta eğer birisi seni görmek isterse engel olmasın, aynı şekilde orada da güvercin besleyip uğraşmak istersen bir sakıncası yoktur” dedi.

Abdullah şöyle dedi: Ey emir! Allah aşkına kanıma girme; çünkü beni hapsedersen fikirsel ve ruhsal olarak rahatsız olursun.

Hârun ise bunu kabul etmeyerek onu bir eve hapsetti. Abdullah o evde hapis idi. Hârun’a mektup yazmak için fırsat gözetliyordu. Sonunda bir fırsat bulup Hârun’a baştan sona kadar küfürle dolu bir mektup yazarak mühürleyip gönderdi. Hârun mektubu okuduğunda onu yırtarak şöyle dedi: Bu adamın canı sıkıldı. Kendisini ölüme sürüklemek istiyor. Ama ben bu işi onun öldürülmesi için sebep bilmiyorum.

Hârun, Câfer Bermekî’yi çağırarak Abdullah’ı kendi evine götürmesi için emretti. Orada ona rahatlık gösterilmesini istedi. Ertesi gün Nevruz Bayramı idi. Abdullah’ı evine götürüp onun boynunun vurulmasını emretti. Başını da bir parçaya sararak hediye unvanı ile diğer hediyelerle birlikte Hârun’un yanına getirdi. Hârun hediyeleri kabul etti. Ama Abdullah’ın kafasını gördüğünde şaşırdı ve çok sinirlendi. Câfer’e de şöyle dedi: Yazıklar olsun sana, neden böyle yaptın? Câfer “Müminlerin emirine yazmış olduğu küfürlü mektubundan dolayı bunu yaptım” dedi. Bunun üzerine Hârun şöyle cevap verdi: Sen bu işi benim iznim olmadan yaptın. Bu, mektuptan daha kötüdür.

Bu olay geçti. Hârun uzun zaman sonra Bermekîlerin yok olması için karar aldığında Mesrur-u Kebir’i, Câfer’in katli için görevlendirerek ona şöyle dedi: Onun boynunu vurmak istediğin zaman ona şöyle söylersin; “Bu, amcam oğlu Abdullah bin Hasan’ın yerinedir, sen onu benim iznim olmadan öldürmüştün!”

72- Yani, nasıl Resulullah bizler için hak kabul etmişse, bizim için de halka karşı yerine getirmemiz vacip olan bir hak vardır. O da, bu dünyada önderlik, ahirette ise şefaattir.

73- Bu bölümde üç rivayete yer verilmiştir, tekrar olduğundan diğerlerini zikretmiyoruz.

74- Bu bölümde 37 rivayet vardır. Mefhum açısından aynı olanları tekrar nakletmedik.

75- Fatıma Bint-i Mûsa bin Câfer, aynı zamanda İmam Rıza (a.s)'ın kızkardeşidir. En çok "Mâsume" lakabıyla anılır. Türbesi İran'ın Kum kentindedir.

76- Mesahin-i Berki, s.88.

77- Maide/29.

78- Sefinet’ül-Bihar, c.2, s.252.

79- Hz. Ali (a.s)’ın ziyaretnamesinde “ceddinize” yerine “kardeşine” kelimesi söylenir.

80- Bu bölümde İmam Rıza’nın hareminin bereketleri hususunda 13  hikaye nakledilmiştir ki birkaçını naklettik.


İÇİNDEKİLER