1- İmam Rıza (a.s)’dan Nakledilen Rivayetler Çeşmesi.

2- Mu’cem’ur-Rical, Ayetullah Huyi Biyografisinde.

3- Ali bin Babeveyh Kummî -Şeyh Saduk’un babası- yolculuklarından birinde Bağdat’a gitmişti. O zamana kadar bir çocuk sahibi olamayan Ali bin Babeveyh, bu olaydan dolayı büyük bir üzüntü içindeydi. İmam-ı Zaman (a.f.)’in dört naibinden üçüncüsü olan Hüseyin bin Rûh’a mektup yazarak ona bu üzüntüsünü bildirdi ve İmam-ı Zaman (a.f.)’in huzuruna vardığında bu isteğini kendisine iletmesini rica etti. Şeyh Saduk’un babası bu mektubunda çocuk sahibi olma arzusunu bildirmişti. Birkaç gün sonra İmam-ı Zaman (a.f.)’den kendisine şöyle bir mektup geldi: “Senin için dua ettim, Allah sana fakih ve temiz yaratılışlı bir çocuk ihsan edecektir.” Bu dua H.K. 311 yılında Şeyh Saduk’un doğuşu ile birlikte gerçekleşmiş oldu. Birçok büyük şahsiyetler de bu konuyu nakletmiştir. Örneğin; bizzat Şeyh Saduk “Kemal’ud-Din” kitabında Şeyh Tûsi “Gaybet” kitabında (s. 195) ve Neccaşî de “Rical” kitabında (s. 183) bunu açıkça beyan etmiştir.

4- Şeyh Tûsi, H. K. 460 yılında vefat etmiş olup H. K. 412 yılında ölen Şeyh Mufid’in öğrencisidir. Şeyh Mufid ise Şeyh Saduk’un öğrencilerindendir.

5- Bu kitabın konusu fıkıhtır ve Şia’nın dört temel kitabından biridir. Şeyh Saduk bu kitabı Mâvera’un-Nehir’e yaptığı yolculukta Belh şehrine bağlı İlak kasabasında yazmıştır. Şeyh Saduk bu kitabın önsözünde şöyle yazmaktadır: “İlahi takdir beni gurbet ellere atınca “Nimet” diye bilinen mütedeyyin ve değerli Seyyid bana Muhammed bin Zekeriyya Razî’nin tıp ilminde yazdığı “Men la Yehzuruh’ut-Tabib” kitabından bahsetti. Bunun üzerine benden bütün dini hükümleri; helal ve haramları kapsayan bir fıkıh kitabı yazmamı, onu “Men la Yehzuruh’ul-Fakih” diye adlandırmamı ve istediği tüm dini hükümleri onda bulabileceği, güvenebileceği bir eser olmasını istedi. Böylece ben de onun bu isteğini kabul ettim...”

6- Emalî kitabı Şeyh Saduk’un Meşhed’de söylediği hadis dersleridir. Bu hadis dersleri H. 367 yılının Recep ayında başlamış ve H. 368 yılında sona ermiştir.

7- Bir araya toplamak ve arasını bulmak reddetmekten daha evladır.

8- Eğer Allah-u Teala’yı iptida ve intihayla tavsif etmiş olursak; onu zamanla sınırlandırmış olmamız düşünülebilir, yani onu zamanın başlangıç ve sonunda tasavvur etmiş olabiliriz. Oysaki Allah, zamanla sınırlı değildir. Evvel ve ahirden maksat, onun ezelî ve ebedî olmasıdır.

9- İsmail bin Abbad, “Sahib bin Abbad” olarak meşhurdur, “Kafi’l Kufat-i Şia” lakabını almış ve Âl-i Bûye vezirlerindendi. O fazilet, kemal ve ilimde kendi asrının yegâne şahsiyeti idi. Seyyid, Alevî ve alimlerin, onun yanında özel bir makamı vardı. Bir grup alimler, onun için bir takım kitaplar telif etmişlerdir. Örneğin; Şeyh Saduk, “Uyun-u Ahbar’ir-Rıza” kitabını onun kütüphanesine hediye olarak telif etmiştir. Sahib bin Abbad, Şiilik ve Ehl-i Beyt’i sevmede eşsiz bir kimse idi. Arzettiğimiz gibi ona “Sahib” ve “Kafi’l Kufat” lakabını vermişlerdir. Ona “Sahip” demelerinin sebebi, Rukn’ud-Devle”nin veziri olan Muhammed bin Amid ile musahib (arkadaş) olduklarından dolayıdır. “Kafi’l-Kufat” (Kifayet edenlerin kifayet edeni) demelerinin sebebi de “Sultan Fahr’ud-Devle”nin veziri olduğundan dolayıdır; devletin önemli olan bütün işlerinin sorumluluğu onun üzerine idi. Tüm sorun ve müşkülatları o hallediyordu. Bir çok eserleri ve büyük bir kütüphanesi de varmış. Bu sözler, Şeyh Abbas-i Kummî’nin “Fevaid’ur Razaviyye” (c.1, s.4) kitabından alınmıştır.

10- Rafizî, “Refeze” kökünden olup terk etmek manasına gelmektedir. Şialara “Rafizî” demelerinin sebebi de “Şeyheyn”i terk edip Hz. Ali (a.s)’ı İmam bildiklerinden dolayıdır.

11- Ümmü Veled: Sahibinden çocuk sahibi olan cariyeye denir.

12- Muvellede: Araplar arasında doğmuş ve onların çocuklarıyla beraber gelenek ve görenekleriyle büyümüş olan cariyeye denir.

13- Yeni maldan (Tarıf) kasıt Hz. İmam Rıza, eski maldan (Talid) kasıt ise Memun’dur.

14- Kuded’den kasıt, şahsın büyük ceddine oranla olan mesafesidir.

15- Soru soranın maksadı şöyle olabilir: Ben bu miktar sözle yetinmek istemiyorum, daha fazla açıklama yapmanızı ve açıkça beyan etmenizi ümit ediyorum. Yani; hükümetin görevlileri böyle bir sözü söyleyebilme hakkını İmam'dan almışlarmış. Yezid'in sözü de buna işarettir.

16- Bu olay, Hicri 179 yılının sonlarında İmam'ın, Hârun'un emri ile Medine'de yakalanması ve Basra'ya gönderilmesi zamanında vuku bulmuştur.

17- Ümmü veled; efendisinden çocuk doğuran cariyeye denir.

18- Merhum Şeyh Saduk (r.a) meşhur olan bu hadisi değişik şekilde ve değişik ravilerden nakletmiştir. Bu rivayetlerde Ehl-i Beyt imamları ve Resulullah (s.a.a)'ın on iki vasisinin isimlerini zikretmiştir. Bu rivayetlerde Cabir İbn-i Abdullah'ın bu isimleri Hz. Fatıma (s.a)'nın elinde olan nurlu bir sayfada gördüğü ve Hz. Bâkır (a.s)'a söylediği nakledilmiştir.

19- Yani; İmam Hasan'ın, kardeşi Hüseyin'i kendisinden sonra İmam yaptığı gibi, sen de beni kendinden sonra İmam yapmış olsaydın fena olmazdı.

20- İmam Mehdî (a.f)'nin isminin zikrolunmasının caiz olmadığı hakkında değişik görüşler vardır. Bazıları, İmam'ın ismini zikretmenin caiz olması hakkındaki rivayetleri Gaybet-i Kübra döneminden önceki döneme bağlıyorlar. Zira İmam'ın hayati tehlikesi söz konusuydu.

21- Oniki Ehl-i Beyt imamı hakkında olan hadisler öyle hadislerdir ki Ehl-i Sünnet ve Şia üzerinde ittifak etmişlerdir. Geniş bilgi için bkz:

Sahih-i Buhari: Ahkâm Kitabı 1148. bab, 2034. hadis, C.9, s.729 el-Kalem, Beyrut.

Sahih-i Müslim: İmaret Kitabı c.12, s.201, Dar’ul-Kitap el-Arabi, Beyrut. 9. hadisi yazmıştır.

Sünen-i Ebu Dâvud: c.4, s.106

Nevevî: Sahih-i Müslim’in Şerhi

Bihar’ul Envar: 36, cildinde 226.sayfasından cildin sonuna kadar sekiz babda 234 hadis Peygamber (s.a.a)’den 52 hadis Masum İmamlardan (a.s) bu konu hakkında naklediyor. Toplam 286 hadistir.

22- Abdullah bin Mesud, Hz. Resulullah’ın ashabından idi. O, çok Kur’an okuyan biri olup “Kur’an Kâri’si ve Öğretmeni” olarak meşhur idi. Ömer onu hilafeti sırasında Kur’an öğretmesi için Kûfe’ye göndermişti.

23- Muhaddes: Meleklerin dediklerini işiten ama onları görmeyen kimseye denir.

24- Mûsa bin Mehdî, Hârun'ur-Reşid’in kardeşi olup ondan sonra takriben bir yıl, iki ay hüküm sürmüştür.

25- Hünut: Kişinin öldüğünde yıkandıktan sonra, secdede yere temas eden uzuvlarına (avuç içleri, alın, diz kapakları ve parmak uçları) kafur dürülmesi olayına denir.

26- İnsanın fiillerinin Allah (c.c)’un ilminde var olması demek, insanın o fiilleri işlemesinde mecbur olduğu (cebir) anlamında değildir. Çünkü, ilim bir şey fiilse başka bir şeydir. Allah-u Teala insanın kendi isteğiyle bu işi sonradan yapacağını biliyor anlamındadır. “İki bin seneyle sınırlandırmak” uzun bir zaman dilimini göstermek için söylenmiş olabilir.

27- Bu hadisin senedinde olan raviler, Nevfelî hariç rical kitaplarında zikredilmemişlerdir.

28- Resulullah (s.a.a)’ın bu mucizesi başka kitaplarda görülmemiştir.

29- İmam (a.s) veliahtlığı kabul ederken devlet işlerine karışmayacağını ve hiç kimsenin azlini ve atamasını yapmayacağını şart koşmuştu. Bundan dolayı İmran-ı Sabbî’yi sadaka toplama görevine ataması şüphelidir. Bu görevden maksat, İmam’a ait sadakaların toplanma görevi olabilir.

30- Zirar bin Amr el-Kadî, fasit akideye sahip olan bir Mûtezilîdir. (Lisan’ul Mîzan)

31- Süleyman, “Bir şeyi bilmek, onun vârolmasını gerektirir” görüşüne sahipti.

32- Eğer, ayetin devamından, “Rabbinden bağışlanma diledi” diye sonraki ayette de “O meseleyi onun için affettik” buyurulmuştur, bu da görünüşte bir günahın işlendiğini sonra Dâvud (a.s)'’n istiğfar ettiğini ve Allah’ın onu bağışladığını anlatıyor, denilecek olursa şöyle cevap verilir: İstiğfar etmenin kendisi bütün şeriatlarda başlı başına bir ibadettir. Peygamber efendimiz her gün bolca mağfiret dilerdi ve Hazretin kendisi şöyle buyurmuştur: “Kalbim (halkın işleriyle meşgul olmasından dolayı) tozlanır, kararır. İşte bundan dolayı günde yetmiş kez istiğfar ediyorum.” Hazretin istiğfardan kastı halkın işleriyle ilgilendiğinden dolayı tozlanan kalbini cilalandırmak ve Allah’tan gafil olmamak için o’ndan yardım dilemekti. Demek ki, istiğfarın ille de günah ile olması gerekmez, Allah’a yaklaşmak için de olabilir.

33- Cennetteki emir “irşadî emir” olduğu için Hz. Adem (a.s)’a herhangi bir sorumluluk yüklenmemiştir. Ve onun yapmış olduğu fiil Allah’ın emrine aykırı değildir.

34- Kur’an-ı Kerim’de Bakara sûresi 250. ayette “İsrailoğullarının Tabutu”na işaret edilmiştir. Nakledildiğine göre bu tabut, Hz. Mûsa (a.s)’ın annesinin onu içerisine bıraktığı, sonra da o hazretin ölüm zamanında levha, elbise ve nübüvvet alametlerini içerisine bırakarak vasi ve halifesi olan Yuşe bin Nûn’a verdiği sandığın aynısıdır. İsrailoğulları bu sandıkla teberrük ederlerdi. Yine denilir ki, Hz. Mûsa hareket sırasında tabutu insanların önünde hareket ettirirdi, İsrailoğulları da onu ordunun önünde taşırdı. Yine nakledilen rivayete göre; tabuttan ileride yürüyen kimse ya öldürülüyor, ya da zafer elde ediyordu.

35- Şunu hatırlatmak gerekir ki, “gufran” kelimesinin asıl anlamı “örtmek”tir. “Igfir li” de “benim için ört” anlamındadır.

36- Arapça’da “dallin” bir kaç manadadır. Sapık, yolunu kaybetmiş vs. Bu ayetteki dallin kelimesi yolunu kaybetmiş manasındadır.

37- Bu hadisin senedi zayıftır. Çünkü Temim bin Abdullah Kureşî’yi Allame (r.a) kendi rical kitabında zayıf saymıştır. Ali bin Muhammed bin Cehm de nasibî ve Ehl-i Beyt düşmanıdır. Buna Şeyh Saduk’un kendisi de bölümün sonunda değinmiştir. (Gaffarî)

38- 16. Bölüm tarihtir ve toplumda kötü amel işlemenin ilahi gazaba sebep olacağını belirtiyor.

39- Ebul Futuh tefsirinde “Terkun bin Amur bin Navuş bin Şaven bin Nemrut bin Kenan” diye geçmektedir. (bkz: c.8, s.273)

40- Muhammed bin Sâbık, Ehl-i Beyte bağlı olmayan Sünnî biridir. Ahbarî (hadislere kayıtsız şartsız ve tevile, tatbike gerek görmeden bağımlı olan grup). Böyle kimselerin Ehl-i Sünnet’in Ehl-i Beyt hakkında naklettikleri menkıbelere de fazla güvenemeyiz. Gerçi Saduk (r.a) “Emalî” adlı eserinde bu hadisi başka bir tarik (senet) ile de nakletmiştir ama, orada da hadisin ravileri meçhuldür. Ancak, her hâlükârda hadisi şöyle yorumlayabiliriz: Hazret bu hadiste Fâtıma (s.a)’nın düğününün melekût alemindeki tecelli ve görkemliliğini anlatmıştır. Çünkü Fâtıma (s.a)’nın düğünü, görünüşte çok sade ve basit yapılmıştı. Halk bu sadeliği Peygamber (s.a.a)’in bu düğünü önemsemediğine yorumlamışlardı. Eğer hadis uydurma değilse düğünün melekûti şeklini beyan etmiştir.

41- Hadisin senedinde yer alan Ali bin Hüseyin bin Şazeveyh el-Mueddib meçhul bir şahıstır (meşhur rical kitaplarında ismi geçmemiştir). Yine hadisin senedinde yer alan Câfer bin Muhammed bin Masrur’un da durumu (güvenilir olup olmadığı) belirsizdir.

42- Başlangıçta Mescid-i Nebî’nin yapısı öyle bir şekildeydi ki ashaptan bazılarının evlerinin kapısı mescide açılıyordu ve bazı vakitler onlar cünüp olarak mescide girip oradan dışarı çıkıyorlardı. Halbuki cünüplü halde Mescid-i Nebî’nin içinden geçmek bile caiz değildir. Bu yüzden Resulullah (s.a.a), Ali (a.s)’ın kapısı hariç mescide açılan bütün kapıları kapattırdı. Bu olay tarihte “Sedd-i Ebvab” diye geçer.

Dikkat edilmesi gereken bir başka mevzu da şudur: Peygamber (s.a.a)’in amcası Abbas, bu olay sırasında daha Müslüman olmamıştı, Mekke’de yaşıyordu. Hadiste geçen Abbas, ya yanlışlıkla bir başka kelimenin yerine yazılmış veyahut da Abbas, bir başkasının ismi olarak burada kayda geçmiştir.

43- Resulullah (s.a.a)’in bu sözünden Zeyd’in de Resulullah’ın bir parçası olduğunu anlıyoruz.

44- Nadir hadis: Doğru sözlü bir tek raviden nakledilen ve nakledilen diğer hadislerle mana itibarıyla çelişen hadislere verilen addır. Ahkâmda bu hadislerle amel etmek doğru değildir. Elbette bazen de kendine özgü oluşu veya sayıları az oluşu, ya da tek başına ayrı bir başlık altında toplanması mümkün olmayan dağınık rivayetler için de "nadir" tabiri kullanılmaktadır. Şeyh Saduk da "Men la Yahzuruh'ul Fakih" kitabında "nadir" kelimesini bu manada kullanmıştır. (Telhis'ul Mikbas s.161) Dolayısıyla, burada da "nadir”den bu ikinci anlam kastedilmiş olabilir.

45- Bazı mıntıkalarda kıble, doğu ve batı arasında yer alıyor. Bu hadiste işaret edilen kıble de has bir mıntıkaya mahsus olup, doğu ve batı arasında olduğuna dikkat çekilmiştir.

46- Hadisin senedinde zikredilen raviler, Dâvud bin Süleyman dışında tanınmayan (mühmel) kişilerdir.

47- Bu bölümde iki benzer hadis zikredilmişir. Konunun uzamaması ve tekrar edilmemesi açısından sadece bu hadislerden birine yer verdik.

48- Bu bölüm aslında 86 hadisten oluşmaktadır. Bazı hadislerin mefhumu bu bölüm ve diğer bölümlerde zikredildiğinden dolayı tekrardan kaçınmak için 68 hadisi nakletmeyi uygun gördük.

49- Kur’an-ı Kerim’in mübarek Bakara suresinde Yahudîler’e hitaben “Peki sizler neden peygamberlerinizi öldürüyorsunuz?” buyurulmaktadır. Oysa peygamberleri onlar değil ataları öldürüyorlardı. Onlar ise atalarının bu yaptıkları amellere razı olmaları sonucunda bu hitaba muhatap olmuşlardır.

50- İmam Rıza’nın üçüncü evladı, İmam Askerî (a.s)’dır. bu yüzden hadisin metninde bir yanlışlık olmuştur. İmam’ın dördüncü evladı olmalıdır; üçüncüsü değil.

51- Buradaki yasaklama “mekruh” anlamındadır.

52- Bu hadis “Huzmuhalefe el-Amme” hadislerinden olup usul ilminin “Taadul ve Teracih” konusunda tartışılıyor ve özel şartlara haizdir.

53- Temsil babındandır ve benzetme yapmak için söylenmiştir.

54- Yani, insan bir şeyi öğrenince artık kendisine hüccet tamamlanmış olur ve aleyhine dönüşür. Bildikleri hususunda sorguya çekilecektir. Ama bu bildikleriyle amel etmişse o zaman o bildikleri lehine dönüşür.

55- Amr bin Ubeyd meşhur zahitlerden ve Mutezilî’nin büyük şahsiyetlerinden biridir. Amr aslen İranlıdır ve birçok kitapları vardır. H. 144 yılında vefat etmiş ve Mekke yakınlarında Mirran adlı bölgede defnedilmiştir.

56- Yani, Allah’ın bu konudaki gazabından daha çok gazaplanma.

57- Havuzdan maksat, Kevser Havuzu’dur.

58- Ya lesarat’il Huseyn: “Ey Hüseyin’in intikam alıcıları, neredesiniz?” manasındadır.

59- Seb’ul Mesanî; Kur’an’dan yedi ayettir.

60- Mufehhem: Akıl ilhamıyla kısa sözlerden muhatabın bütün maksadını ve hedefini anlayan akıllı kimse demektir.

61- Açıklama: Yani, eğer bir mecliste birisine yer verilirse veya kendisine güzel koku ikram edilirse reddetmemelidir.

62- İbn-i Esir “Nihaye”nin “akese” maddesinde şöyle diyor: “Bu cümlede yer alan “akikatuhu” lafzı “akisetuhu lafzından daha meşhurdur. Çünkü O Hazret saçlarını örmüyordu (veya arkada örülmüş şekilde yapmıyordu.) Mütercim’e göre ise kafada toplanan saçlar manasınadır.

63- Ağız büyüklüğü Arap'lar arasında bir güzellikti. (Meani’l-Ahbar, s. 85)

64- El ve  ayakların kalın olması Arap'lar arasında erkeğin güzelliklerinden sayılıyordu. (Meani’l-Ahbar s. 87)

65- Veya peygamber seçkin insanların ilim ve âdabını halka da öğretmesini istiyordu. (Meani’l-Ahbar s. 88-89)

66- Bu bölümde bazı hadisler aynı mefhum ya da aynı lafızlarla 28. bölüm ve diğer bölümlerde de naklolunmuştur. Bu yüzden biz onları tekrar zikretmeyi gerek görmedik. Bu bölümün aslı 52 hadistir.

67- Bu hadiste İmam’dan, ön ve arkadan çıkan şeyler hakkında soru soruluyor. İmam da ön ve arkadan çıkan üç şeyi söyleyerek görüş belirtiyor. Elbette ki abdesti bozan başka şeyler de vardır.