Back Index Next

Bir gün Hz. Ali (a.s), Peygamber efendimizin (s.a.a) seçkin sahabelerinden biri olan Huzeyfe b. Yeman'a şöyle buyurdu:

"Ey Yeman'ın oğlu! Zuhurun başlarında Muhammed hânedanının Kaim'i (İmam Mehdi) Kum denilen bir yerde ortaya çıkacak, [293] halkı hakka davet edecek, doğudan batıya herkes ona yönelecek ve İslam yeniden hayat bulacaktır… Ey Yeman'ın oğlu! Bu topraklar kutsaldır ve bütün çirkinliklerden temizlenmiştir...

Onun sancağı, Cemkeran adlı bir mescidin yanında bulunan beyaz bir dağa dikilir. O, bu mescidin minaresinin altından çıkar..."[294]

Ayetullah Necefî Mer'aşî'nin Cemkeran Mescidi Hakkındaki Görüşleri

Büyük taklit mercii Merhum Ayetullah Uzma Seyit Şahabuddin Necefî Mer'aşî (ö. 1311 H.) Cemkeran Mescidi'nin kuruluşu hakkında şunları söylemiştir:

"Bu mescid-i şerif, Hz. Mehdi'nin (a.f) gaybetinin ilk dönemlerinde kurulmuştur.[295] Eski yazılarda Sahib-i Zaman Mescidi, Cemkeran Mescidi ve Hasan b. Müslih Mescidi olarak da anılmıştır. Bu isimlerin tümü özel nedenlerle bırakılmıştır…[296]

Hz. Mehdi (a.f) burada defalarca görülmüştür. Büyük alim ve muhaddis Şeyh Saduk, Mûnisu'l-Hazin kitabında mescidin kuruluş macerasını ve faziletlerini detaylarıyla anlatmıştır. Sonraları Şeyh Saduk bu mescidi onarmış, Safevîler döneminde de birkaç kez tamirden geçmiştir. Çok sonraları Ayetullah Uzma Şeyh Abdülkerim Hâirî'nin önderliğinde bir kez daha tamir edildi.

Şahsen hakir bir kul olarak kendim de defalarca oranın kerametini gördüm. Kırk Çarşamba gecesi (Salı'yı Çarşambaya bağlayan gece) orada kalmaya muvaffak oldum ve isteklerimi aldım. Bu mescidin, Allah'ın teveccüh ettiği ve bereketini nazil ettiği bir yer olduğu konusunda hiç şüphe yok. Bu mescit, İmam-ı Zaman'a nispet verilen Kûfe'deki Sehle Mescidi'nden sonra yine o hazrete isnat edilen en güzel/ en iyi mekânlardan biridir."[297]

Cemkeran Mescidi'nde İmam Mehdi ile Mülâkat

Rivayetlere göre, başta alim ve salih kişiler olmak üzere birçok kişi İmam Mehdi'yi (a.f) görme saadetine ermişlerdir. Bunlardan bazıları kitaplarda nakledilmiştir. Biz, kısaca burada, büyük taklit mercilerimizden olan Ayetullah Uzma Seyit Muhammed Rıza Gulpaygânî, Ayetullah Uzma Mer'aşî Necefî ve Ayetullah Sâfî Gulpaygânî'den nakledilen mülakatlarla yetiniyoruz:

Ayetullah Bafikî'nin İmam Mehdi ile Görüşmesi

Ayetullah Muhammed Takî Bafikî, İran'ın önde gelen seçkin ulemasındandır. Rıza Han döneminde, tesettür yasağına karşı gösterdiği mücadeleden dolayı Kum şehrinden Rey'e sürgün edildi. Miladî 1944'te, 72 yaşındayken Rey'de vefat etti. Cenazesi Kum'a getirildi ve Hz. Mâsume'nin türbesinde, Mescid-i Bâlaser'de toprağa verildi. Kum'un ileri gelen alimlerinden biri, Ayetullah Uzma Seyit Muhammed Rıza Gulpaygânî'nin dilinden şöyle nakleder:

Ayetullah Abdülkerim Hâirî'nin taklit merciliği ve Havza'daki önderliği döneminde dört yüz kadar talebe İslamî İlimler Havzası'nda toplanmıştı. Bunlar, Ayetullah Hâirî'nin öğrencilere verdiği bursun sorumlusu olan Ayetullah Bafikî'den kışlık abâ istiyorlardı. Ayetullah Bafikî, olayı Merhum Ayetullah Abdülkerim Hâirî'ye iletti. O da, "Ben dört yüz abâyı nereden alayım?" diye yanıt verdi. Ayetullah Bafikî de "Asrın imamı Hz. Mehdi'den (a.f) alırız, efendim!" deyince Ayetullah Hâirî, "Benim o hazretten alma imkânım yok!" diye cevap verdi. Fakat Ayetullah Bafikî sözünde ısrarlıydı. "İnşallah ben alırım" dedi.

Perşembe akşamı Ayetullah Bafikî Cemkeran Mescidi'ne gitti ve İmam (a.f) ile görüştü. Cuma günü Ayetullah Abdülkerim Hâirî'ye "İmam Mehdi (a.f) Cumartesi günü dört yüz abâ vermeyi kabul buyurdular" dedi.

Ertesi gün tüccarlardan birinin dört yüz abâ getirdiğini ve talebelere dağıttığını gördüm.

Bir müjdeyle aşıkların hüznü son bulacak

Gece karanlığının ardından gök seherle aydınlanacak

Ey dil! Azalt artık acı hicran günlerini şikâyeti

Şühût ve şükür günlerinden daha tatlısı gelecek

Ey Yâkup, dökme eteğine artık, gözyaşı nehirlerini

Güler yüzlü yitik Yusuf, seferden dönecek

Necefli Alime İmam Mehdi'nin (a.f) Yol Göstermesi

Bir grup güvenilir şahıs, Merhum Ayetullah Uzma Seyit Şahabuddin Hüseynî Mer'aşî Necefî'nin şunları anlattığını rivayet etmiştir:

Bir süreliğine Necef'ten Kum'a gelen alimlerden biri, başından geçen bir olayı bana şöyle anlattı:

Bir sorunum vardı. Cemkeran mescidine gittim. Manevî bir havada kalbimde olanları İmam Zaman'a (a.f) arz ettim. Sorunumun halli için yüce Allah ile aramda vasıta olmasını istedim. Bu niyetle düzenli olarak Cemkeran'a gittim. Ama sonuç alamadım. Bir gün yine o mescitte namaz kılarken kırık bir kalple İmam Zaman'a (a.f) şöyle seslendim: "Ey efendim! Sizin huzurunuzda ve sizin evinizde başkasına tevessül etmem çirkin olmaz mı? Siz, benim İmam'ımsınız! Sizin olduğunuz yerde Kerbela sancaktârı Hz. Abbas'a dahi tevessül etmem ve onu vasıta edinmem doğru olur mu?"

Rahatsızlığın şiddetiyle yarı uykulu bir hâle girmiştim. Ansızın mümkünât aleminin kalbi nur yüzlü Hz. Mehdi'yi (a.f) gördüm. Hemen selam verdim. Selamımı aldıktan sonra şöyle buyurdular: "Çirkin olmadığı gibi, bundan asla rahatsızlık duymam. Hatta sana Kerbela sancaktârı Hz. Abbas'a ne şekilde tevessül etmen gerektiğini söyleyeyim. O'na tevessül etmek istediğinde, "Ya Ebe'l-Gavs edriknî" [Ey kendisine sığınanların babası, yardıma gel ve bana yardım et!] şeklinde hitap et.

O da, İmam Mehdi'nin (a.f) tavsiyesine amel etti ve sonuç aldı.

Başka Bir Görüşme ve Kum'da İmam Hasan Camii'nin Kurulması Olayı

Merhum Ayetullah Uzma Gulpaygânî'nin (r.a) damadı ve günümüzün önde gelen taklit mercilerinden Ayetullah Uzma Hacı Şeyh Lütfullah Sâfî (Allah ömrünü uzun etsin), şöyle anlatır:

Dönemimizde gerçekleşen ilginç ve gerçek olaylardan biri de şudur:

Kum sakinlerinin ve Tahran-Kum arası yolculuk yapanların da bildiği üzere, bu yol üzerinde Kum'dan Tahran'a giden bir yolcuya göre yolun sağında yer alan ve eskiden Kum'un sınırlarının dışında kalan bir arazi vardır. Kum'un önde gelenlerinden Hacı Yedullah Recebiyân, bu arazi üzerinde görkemli bir mescit yaptırmıştı. Mescid-i İmam Hasan adını verdiği bu mescitte hâlen dahi cemaat namazları kılınmaktadır.[298]

22 Recep 1398 Hicrî'de, Çarşamba akşamı, mescidin inşa macerasını Hacı Recebiyân'ın evinde ve bazı muhterem şahsiyetlerin huzurunda, uzun yıllardır Tahran'da ikâmet eden değerli alim Hacı Ahmed Askerî Kirman-şahî'nin dilinden bizzat işittim. Olayı şöyle anlattı:

"Yaklaşık 17 yıl önce, bir Perşembe günüydü. Sabah namazını kılmış, takibatını yerine getiriyordum. Kapı çalındı, açtım. Oto tamircisi üç genç arabayla gelmiş, 'Bugün günlerden Perşembe; lütfen bizimle Cemkeran Mescidi'ne gelin, birlikte dua edelim. Şer'î hacetlerimiz var' diyorlardı.

O zamanlar gençlere Namaz ve Kurân konulu dersler veriyordum. Üçü de bu derslere katılan gençlerden idi. Tekliflerini işitince utanarak başımı aşağı eğdim. "Ben neyim ki?" dedim. Israr ettiler. Tekliflerini geri çevirsem doğru olmazdı. Bu yüzden arabalarına bindim. Kum'a doğru hareket ettik.

Eski Tahran yolunda bugünkü binalar yoktu. Sadece sol tarafta Ali Seyyah Kahvehanesi denilen eski bir kervansaray vardı. Bugün Hacı Recebiyân'ın yaptırdığı İmam Hasan Mücteba Mescidi'nin birkaç adım gerisinde aracımız bozuldu.

Gençlerin üçü de oto tamircisiydi. Hemen kaputu açarak arabayla ilgilenmeye başladılar. Ali adlı gençlerden birinden ayak yolu için biraz su aldım. Bugünkü mescidin bulunduğu yere doğru ilerledim. Beyaz tenli, güzel yüzlü bir Seyit'le karşılaştım. Kaşları çatma, dişleri bembeyazdı. Yanağında da bir ben vardı. Sırtında ince bir abâ, başında özellikle Horasanlıların kullandığı yeşil bir sarık ve ayaklarında sarı terlik vardı. Sekiz-dokuz metreyi bulan elindeki çubukla yerleri çiziyordu. Kendi kendime, "Sabah sabah caddenin kenarında, elinde uzun bir çubukla ne yapıyor bu adam? Dost var, düşman var!" diye söylendim. Daha sonra ona dönerek; "Delikanlı! Devir top, tüfek, atom devri. Sopayla işin ne? Git dersini oku!" dedim. Sonra da tuvalet ihtiyacı için uygun bir yer aradım ve buldum. Oturacağım sırada, aynı genç "Askerî efendi, orada oturma, ben orayı işaretledim, orası mescittir" dedi.

Beni nereden tanıdığını, ismimi nerden bildiğini akıl edip de soramamıştım. Büyüğüne itaat eden çocuk gibi "Peki!" dedim ve oradan kalktım. Eliyle işaret ederek "Şu tepenin arkasına git!" dedi.

Dediği yaptım ve kendi kendime bir plan kurdum. Döndüğümde seyidi karşıma alıp sorular soracak ve "git dersini oku" diyecektim. Bu amaçla kafamda üç soru hazırladım:

1- Kum'un 8-9 kilometre dışındaki bu yerde cinler ve melekler için mi mescit yapıyorsun? Ders okumadan mimar mı olmuşsun?

2- Henüz mescit olmamışken burada hacet gidermenin ne sakıncası var?

3- Bu mescitte cinler mi namaz kılacak, melekler mi?

Bu soruları zihnimde hazırladıktan sonra yanına gittim. Ben selam vermeden o selam verdi. Selamını aldım. Elindeki sopayı yere saplayıp beni bağrına bastı. Elleri beyaz ve yumuşaktı. Onunla şaka yapmak istedim.

 Tahran'da seyitlerden biri yaramazlık yaptığında hep, "Bugün Çarşamba değil ki!" derdim. Bunu düşünerek seyide:

- Bugün günlerden Çarşamba değil, Perşembe! Güneşin altında işin ne? dedim.

- Bugün Perşembe, Çarşamba değil, diyerek tebessüm etti. Sonra da "Sen şu üç sorunu sor hele!" dedi. Kalbimden haberdar olduğu o an aklımın ucundan dahi geçmemişti.

- Ey Peygamber evladı! Sabahın erken saatlerinde dersini bırakıp caddenin kenarına koşmuşsun. Tankın, topun ve atomun hüküm sürdüğü bu devirde elindeki mızrakla ne yapıyorsun? Gidip dersini okusan daha iyi olmaz mı? diye sordum.

Gülümsedi. Başını aşağı eğerek:

- Mescit projesi çiziyorum, dedi.

- Cinlere mi, meleklere mi, diye sordum.

- İnsanoğluna, dedi. Burası mâmurlaşacak.

-Söyle bakalım, henüz buruda mescit yapılmamışken niçin ayak yoluna gitmeme müsaade etmedin? dedim. Eliyle projeye işaret ederek:

- Hz. Fatıma'nın evlatlarından biri burada şehit edildi. Ben çevresini belirledim. Burası mihrap olacak. Şu gördüğün yer de o şehidin kanının döküldüğü yerdir. Burada müminler namaz kılacaklar. Orası da tuvalet olacak. Çünkü orada da Allah ve Resulü'nün düşmanları ölmüştür, dedi.

Daha sonra bana dönerek:

- Burası da Hüseyniye olacak ve Hüseyin'in (a.s) adı anılacak, dedi.

İmam Hüseyin'in (a.s) adını söyler söylemez ağlamaya başladı. Elimde olmaksızın ben de ağladım. Sonra yine eliyle işaret ederek:

- Şu arka taraf da kütüphane olacak. Kitaplarını verecek misin? dedi.

- Ey Peygamber evladı, üç şartla veririm, dedim. Evvela, eğer yaşarsam…

- İnşallah.

- İkinci olarak; eğer burası mescit olursa…

-Aferin.

- Üçüncü olarak; tek kitap da olsa, gücümün yettiği kadar yardım ederim. Ama artık evine dön. Bunları da unut, dedim.

Tebessümle tekrar bağrına bastı beni.

- Bunu kim, ne zaman yapacak, diye sordum.

- "Yedullah fevka eydîhim"[299] (Allah'ın eli onların elinin üzerindedir), dedi.

- Ben onca ders okudum, yani Allah'ın eli bütün ellerden yukarıda mı, dedim.

- Mescidi tamamlanmış görürsen benden yana burayı yapana selam söyle, dedi.

Beni tekrar bağrına basarak "Allah hayrını versin" dedi. Caddeye çıktım. Araba tamir edilmişti. Nasıl olduğunu sordum. "Sen gelince çalışmaya başladı" dediler. Yakıcı güneşin altında kiminle konuştuğumu sordular. "Elinde on metre uzunluğundaki sopayla o büyüklükteki seyidi görmediniz mi?" dedim. "Hangi Seyit" diye sordular. Şaşırarak arkama dönüp baktım. Seyit orada değildi. Az önceki yerin dümdüz bir yer olduğunu ve tepeciklerin kaybolduğunu görünce oldukça şaşırdım. Ansızın kendime geldim. Sanki uykudan yeni uyanmış gibiydim. Arabada oturdum ve olayı onlara da anlatmadım. Harem-i Şerif'e gittim. Öğle ve ikindi namazını nasıl kıldığımı bilmiyorum. Daha sonra Cemkeran Mescidi'ne gittik. Öğlen yemeğini yiyip namaz kıldık. Arkadaşlar benimle konuşuyorlardı ama ben onlara nasıl cevap verdiğimi bilmiyordum. Bir tarafımda ihtiyar, diğer tarafımda da genç biri oturuyordu. Artık kendimi tutamayıp hüngür hüngür ağlamaya başladım. Cemkeran'a has iki rekâtlık namazı kıldım. Ardından yüz selamı göndermek için secdeye varmak istediğimde güzel kokulu bir seyidin, "Askerî efendi, selamun aleykum" deyip yanıma oturduğunu fark ettim.

Ses tonu sabahki seyidin sesinin aynıydı. Bana nasihatte bulundu. Secdeye giderek selamı ve selam zikrini okumaya başladım. Ama kalbim onun yanındaydı. Başımı kaldırıp "Efendim, siz nerelisiniz ve benim adımı nereden biliyorsunuz?" diye sormak istedim. Ama secdeden doğrulduğumda onu göremedim.

Yanımda duran ihtiyara "Az önce benimle konuşanı gördün mü?" diye sordum. "Hayır" dedi. Gence de sordum, o da görmediğini söyledi.

Adeta bir deprem sarsıntısı yaşıyor gibiydim. Ansızın irkildim ve o seyidin İmam Mehdi (a.f) olduğunu anladım. Bir anda yığılıp kaldım. Arkadaşlar beni dışarı götürdüler. Yüzüme su serpip ne olduğunu sordular.

Kısacası, namazımı kılarak hızla Tahran'a döndük. Merhum Ayetullah Cevad Horasanî, Tahran'a geldiğinde yanına gittim ve olayı anlattım. Seyidin özelliklerini sordu. Bütün özelliklerini söyledikten sonra,"Gördüğün seyit Hz. Mehdi'ymiş (a.f). Ama, şimdilik sabret; eğer orası mescit olursa, demek ki doğrudur" dedi.

Bir süre önce dostlarımdan birinin babası vefat etmişti. Cami ehli arkadaşlarla birlikte cenazeyi Kum'a götürdük. Yolda aynı yere ulaştığımızda iki büyük sütunun yerden yükseldiğini gördüm. "Buraya ne yapıyorlar?" diye sorduğumda, "Hacı Hüseyin Ağa Suhanî'nin çocukları burada Mescid-i İmam Hasan Mücteba (a.s) adlı bir mescit yaptırıyorlar" dediler.

Kum'a girdik. Cenazeyi Bağ-ı Beheşt Mezarlığı'nda toprağa verdik. Yerimde duramıyordum. Arkadaşlara, "Siz yemek yiyinceye kadar ben gelirim" deyip oradan ayrıldım. Bir taksi tutarak Hacı Hüseyin Suhanî'nin çocuklarının dükkanına gittim. "Mescidi siz mi yaptırıyorsunuz" diye sordum. "Hayır, biz yaptırmıyoruz" dediler. "Öyleyse kim yaptırıyor?" diye sorduğumda "Hacı Yedullah Recebiyân" dediler.

Yedullah kelimesini duyunca kalbim hızla atmaya başladı. Zira İmam, "Yedullah Fevka eydîhim" ayetini okumuştu. Sandalye getirdiler, oturdum. Ter içinde kalmıştım. "Demek ki İmam'ın Yedullah'tan kastı buymuş" diye düşündüm. O güne kadar kendisini hiç görmemiştim, tanımıyordum da. Geri dönüp olayı Merhum Ayetullah Şeyh Cevad'a anlattım.

Gördüğüm olayın doğru olduğunu, bu nedenle Hacı Yedullah'ı görmem gerektiğini söyledi. Dört yüz cilt kitap satın alıp Hacı Yedullah'ı bulmak için tekrar Kum'a gittim. Adresini buldum. Bir dokuma atölyesi vardı. Atölyeyi bulup görevliden onu sordum. Evine gittiğini söyledi. Telefon etmelerini ve Tahran'dan gelen birinin kendisiyle görüşmek istediğini iletmelerini rica ettim. Telefon ettiler. Telefonu Hacı Yedullah kaldırmıştı. Tahran'dan geldiğimi, bu mescit için dört yüz cilt kitap vakfettiğimi ve kitapları nereye bırakmam gerektiğini söyledim. Hacı Yedullah, bunu niçin yapmak istediğimi ve kendisiyle daha önce bir tanışmışlığımız olup olmadığını sordu. "Efendim, ben sadece dört yüz cilt kitap vakfetmişim" dedim. Niçin vakfettiğimi söylemem için ısrar edince telefonda anlatmamın mümkün olmayacağını söyledim. Bunun üzerine, "Gelecek Perşembe, akşamüzeri, kitapları şu adrese getir" dedi ve adres verdi: Çahar Rah-i Şah, Kuçe-i Sergird Şükrullahî, No: 3.

Adresi alır almaz Tahran'a döndüm. Kitapları paketledim ve Perşembe günü arkadaşlardan birinin arabasıyla tekrar Kum'a döndüm. Doğruca Hacı Yedullah'ın evine gittim. "Bu şekilde kabul edemem, meselenin aslını bilmem gerek" deyince başımdan geçenleri tamamen anlattım ve kitapları takdim ettim. Sonra sözünü ettiğimiz mescide giderek önünde iki rekat İmam Zaman (a.f) namazı kıldım ve ağladım.

Hacı Yedullah, kütüphaneyi tıpkı İmam'ın bana gösterdiği şekilde yaptırmıştı. Hacı, bana orayı göstererek:

- Allah hayrını versin, sen ahdine vefa ettin, dedi.

İşte, İmam Hasan Mücteba (a.s) Mescidi'nin kısaca öyküsü bu.

Buna ilave olarak bu mescitle ilgili Hacı Recebiyân'ın anlattığı ilginç olayı da kısaca nakledeceğiz:

Yedullah Recebiyân'ın İlginç Öyküsü

Hacı Recebiyân başından geçen olayı şöyle anlattı:

Genelde Perşembe günü, akşam saatlerinde mescit çalışanlarının ücretleri toparlanır ve ödenirdi. Aynı akşam, mescidin ustası Ekber efendi, işçilerin maaşını almak için gelerek, "Bugün bir seyit geldi, şu elli tümeni mescide verdi. Mescidi yaptıran kişi başkasından para almıyor, dedim. Ama o sert bir şekilde, 'Sana bunu al diyorum! O, bunu alır' dedi. Ben de parayı aldım. Üzerinde 'İmam Hasan Mücteba Mescidi içindir' yazıyor" dedi.

Birkaç gün sonra sabah erkenden bir kadın geldi. Yoksulluktan dolayı sıkıntıları olduğunu ve iki yetime baktığını söyledi. Elimi cebime attım, cebimde hiç para yoktu. Evdekilerden de almak aklıma gelmedi. Daha sonra yerine bırakırım düşüncesiyle mescidin elli tümenini ona verdim. Adres verip tekrar geldiği takdirde yine yardım edeceğimi söyledim. Kadın, parayı aldı ve gitti. Adres vermeme rağmen bir daha hiç gelmedi. Bir süre sonra ben o elli tümeni vermemen gerektiğini anlamış, pişman olmuştum.

Bir sonraki Cuma Ekber usta yine maaş için gelmişti. Bana:

- Eğer kabul edeceğinize dair söz verirseniz size bir şey söylemek istiyorum, dedi.

- Söyle, dedim.

- Eğer kabul ederseniz söylerim, dedi.

- Yapabileceğim bir şeyse olur, dedim.

- Yapabilirsiniz, dedi.

Epey ısrar edince söz verdim. Meğer, o da elli tümeni istiyormuş:

- Seyidin verdiği şu elli tümen vardı ya, onu bana verir misin? dedi.

- Ekber usta! Yaramı tazeledin. Sen o elli tümeni bana verdikten sonra ben de onu yardıma muhtaç bir kadına vermiştim, çok pişmanım, dedim.

Recebiyân daha sonra bize dönerek, "O gün bugündür, aradan iki yıl geçmesine rağmen belki o elli tümene rastlarım düşüncesiyle elime geçen bütün paraları kontrol ediyorum" dedi ve ardından hikâyesine devam etti:

Ekber ustaya, "Geçen hafta naklettiğin olayı tamamen anlatmamıştın. Şimdi iyice anlatmanı istiyorum" dedim. O da başından geçen bu olayı şöyle anlattı:

«O gün, yaklaşık üç buçuk sularıydı. Hava oldukça sıcaktı. Yanımda birkaç işçiyle bu sıcakta çalışıyorduk. Ansızın mescidin kapılarından birinden içeri bir beyefendi girdi. İlgi çekici nuranî bir siması vardı. Çok vakarlı ve heybetliydi. Elim iş tutmaz oldu. Durmak ve sadece onu seyretmek istedim.

Caminin etrafını gezmeye başladı. Daha sonra üzerine çıkıp çalıştığım tahtanın yanına geldi. Abâsının altına elini götürerek bir miktar para çıkardı ve bana dönerek:

- Bunu al ve mescidi yaptırana ver, dedi.

- Efendim! Bu mescidi yaptıran kişi başkasının parasını kabul etmiyor; sizden bunu alacak olursam muhtemelen rahatsız olabilir, dedim.

- Sana al diyorum! O, bunu alır, dedi. Kireçli ellerimle hemen parayı aldım. Dışarı çıktı. Kendi kendime:

- Bu sıcak havada böylesi muhterem bir zat nereden gelmiş olabilir?" diye sordum. İşçi arkadaşlardan Meşhedî Ali'yi görevlendirerek onu takip etmesini, neyle geldiğini ve nereye gittiğini öğrenmesini istedim. Aradan epey bir zaman geçmesine rağmen Meşhedî Ali henüz gelmemişti. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Yüksek sesle "Meşhedî Ali!" diye bağırdım. Mescidin sütunlarının arkasından cevap verdi.

- Nerde kaldın, ne yapıyorsun? dedim.

- O muhterem zâtı temâşâ ediyorum, dedi.

Yanıma çağırdım, geldi.

- Seyit efendi başını aşağı eğerek çıktı gitti, dedi.

- Neyle, arabası mı vardı? diye sordum.

- Hayır, hiçbir şeyi yoktu, sadece başını eğip gitti,dedi.

- Peki sen ne bekliyordun? diye sordum.

- Hiiç, onu temâşâ ediyordum, dedi.»

Hacı Recebiyân daha sonra bize dönerek şöyle dedi:

"İşte bu, elli tümenin hikâyesiydi. Ama inanın, bu elli tümen mescidin işlerini o kadar etkiledi ki anlatamam. Ben bile mescidin bu şekilde tamamlanacağına ve tek başıma masraflarının üstesinden gelebileceğime inanmıyor-dum. Ama bu elli tümen elime geçtikten sonra hem kendi işlerimde hem de mescidin işlerinde bunun etkisi olduğunu fark ettim."[300] (Hikâyenin sonu.)

Ayetullah Sâfî der ki:

Her ne kadar anlatılanlar, hikâyeyi yaşayan kimse dışında diğerleri için mescidin projesini çizen ve Cemkeran Mescidi'nde konuşan seyidin İmam Mehdi olduğuna delil sayılmasa da, Muhaddis Nurî'nin en-Necmu’s-Sakib adlı eserinin 9. bölümünde de açıkladığı gibi, bu tür olayların ve mukaşefelerin meydana gelişi, en azından Şiîler için hem mektebin doğruluğuna delalet etmektedir, hem de İmam Mehdi'nin (a.f), Şiîlerine olan dolaylı veya dolaysız inayetlerini gözler önüne sermektedir. Bu tür olayların bir bölümü içinde bulunduğumuz bu asırda meydana gelmiş ve gelmektedir. İnşallah Allah’ın yardımıyla, özellikle de asrımızda o hazretle görüşme şerefine nail olanların yaşadıklarını müstakil bir kitapta toplayacağız.[301]

Cemkeran Mescidi'nin Bugünkü Durumu

Ayetullah Uzma Necefî Mer’aşî'nin de anlattığı üzere bu mescit, İmam Mehdi'nin (a.f) emriyle Hicrî 293'te Hasan b. Müslih ve Seyit Ebul Hasan tarafından inşa edilmiş, sonraları Şeyh Saduk (r.a) [ö. 381 H.] tarafından tamir edilmiştir. Safevîler döneminde birkaç kez daha onarılan Cemkeran Mescidi, son olarak Ayetullah Şeyh Abdülkerim Hâirî döneminde de birçok kez bakımdan geçmiştir.

Gencine-i Âsar-ı Kum kitabında şöyle yazılıdır:

"Hicrî 1167 yılında Mirza Ali Ekber Kummî tarafından (Cemkeran Mescidi'ne) etrafı çevrili bir avlu, bir minare ve çeşitli çini işlemeler yanı sıra genel bir tamirat yapıldı. Bu tamiratın ardından, uzun bir aradan sonra bir kez daha restorasyondan geçirilerek süslemeler eklendi.

Kum şehrinin güneydoğusunda yer alan Cemkeran, şehir merkezine 5 km. uzaklıkta bulunan Kum’un en eski köylerinden biridir. Sahib-i Zaman Mescidi ise, köyün yaklaşık 500 m. ötesinde, güneydoğusunda yer alır."

Elinizdeki kitabın yazarı olarak, bu mescidi Miladî 1972 yılından bu yana gerek iç görünümünün, gerekse dış görünümünün her geçen gün biraz daha güzelleştiğini; mescidin, gözle görülür bir şekilde gelişip büyüdüğünü gördüm. Bugün, bünyesinde bulunan birkaç mescit, Hüseyniye, yatakhane, avlu ve dev bir kütüphanesiyle geniş bir alana yayılan büyük bir ibadethâne ve sosyal bir tesis hâline gelmiştir.

Yurt içinden ve yurt dışından gelen ziyaretçilerin akınıyla Çarşamba geceleri (Salı'yı Çarşamba'ya bağlayan geceler) Cemkeran, adeta hac döneminde Arafat ve Mina çölünde toplanan kalabalığı anımsatır. On binlerce İmam Mehdi (a.f) aşığı, bu günlerde bu kutsal yere gelerek münacat ve duayla meşgul olurlar.

Kum şehrinin gelişmesi, şehrin neredeyse Cemkeran'a kadar büyümesine sebep olmuştur. Şimdilerde trafiğe açılan "Harem'den Harem'e Caddesi" ( Hz. Mâsume'nin hareminden Cemkeran Mescidi’ne) bu gelişmenin en güzel örneklerindendir.

Cemkeran Mescidi’ne Has Ameller

Cemkeran Mescidi’nde yapılacak ameller; 4 rekât namazdan ibarettir. İki rekâtı Tahiyyet Namazı ve diğer iki rekâtı ise İmam-ı Zaman Namazı'dır. Tahiyyet Namazı'nın kılınma şekli şöyledir: Her rekâtta Fatiha sûresinden sonra 7 defa İhlas sûresi okunur. Rükû ve secde zikirleri de 7 defa tekrarlanır.

Diğer iki rekâtlık İmam-ı Zaman namazı ise şöyle kılınır: Birinci ve ikinci rekâtlarda, Fatiha sûresinin “İyyake nâbudu ve iyyâke nestaîn” ayetine gelindiğinde, burası 100 kere tekrar edilir ve sonra Fatiha’nın geri kalan kısmı tamamlanır. İhlas sûresi, bir kere okunur. Rükû ve secdede okunan zikirler de 7 kere okunur. Namaz bittikten sonra bir kere “lâ ilahe illallah” denir.[302] Sonra Hz. Zehra Tesbihâtı (34 kere Allah-u Ekber, 33 kere Elhamdulillah, 33 kere Subhanallah) okunur. Daha sonra secdeye gidilerek 100 kere Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’ine (a.s) salavat ve selam gönderilir.[303]

Ayetullah Burucerdî, Seyit Muhammed Taki Hansarî, Seyit Muhammed Rıza Gulpaygânî, Ayetullah Hüccet, Ayetullah Sadr, Ayetullah Necefî Mer'aşî ve daha birçok taklit mercii, Cemkeran Mescidi’ne ve amellerine çok önem verirler, bu yolda birçok hâcet ve isteklerine ulaşırlardı. Ayetullah Seyit Hansarî, Cemkeran Mescidi’ne genellikle yürüyerek gider ve oranın amellerini yerine getirirdi.

Güvenilir alimlerden biri, Ayetullah Burucerdî’nin şöyle dediğini rivayet eder: "Cemkeran Olayı ve İmam Mehdi (a.f) ile görüşme, uyanıkken gerçekleşmiştir. (Buna göre) Cemkeran’a ait iki namazı oraya giriş kastıyla kılınız."

Cemkeran mescidi büyüdüğünden, asıl sınırları dışındaki bölümlerde kılınan namazlar (bazı alimlerin buyurduğu üzere) sevap ümidiyle kılınmalıdır. Bu nedenle namazları asıl mescitte kılmak daha iyidir.

KUM ŞEHRİ'NDE TÜRBELERİ OLAN MEŞHUR İMAMZADELER

İmam Rıza (a.s), Hicrî 200 yılında Memun’un zorunlu davetiyle Medine’den Horasan’a geldi. Memun da siyaset gereği hükümetin veliahtlığını İmam'a bıraktı. Bu yüzden birçok imamzâde ve seyit, İmam Rıza (a.s) ile görüşmek arzusuyla Hicaz'dan İran’a geldi. Ne var ki burada Ehl-i Beyt düşmanlarıyla karşılaştılar. Birçoğu şehit oldu. Kurtulanlar ise, o dönemde Şia'nın ve Ehl-i Beyt dostlarının merkezi olan Kum şehrine yerleşip hayatlarının sonuna kadar orada yaşadılar. Meşhur görüşe göre, Kum'a yerleşen imamzâde sayısı 444'ü bulmuştur.

Safevî padişahlarından Büyük Şah Abbas döneminin meşhur yazarlarından Ahmed Razî'nin, Kum hakkında yaptığı geniş açıklamasında, Kum şehrinde bulunan imamzâdelerin sayısının 444'ten daha fazla olduğunu bildirmiştir.

Ehl-i Beyt şairlerinden Şeyh Zeki Bağban da bu konuda kaleme aldığı bir şiirinde şöyle der:

Dört yüz kırk dört asil, hepsi de eşraftan

Hakkın emriyle metfun onlar, sedefin içinde inci gibi

Murtaza Ali'nin evlatları bunlar, Allah'ı hakkıyla tanıyanın

Fark gözetme Kum, Kâbe ve Necef arasında

Can verir akıl ehli, Kum uğruna[304]

Biz burada, kısaca vasıtasız veya bir-iki vasıtayla imama ulaşan meşhur imamzâdelerden bazılarının hayatlarına değinecek ve bu konuda bazı açıklamalarda bulunacağız.

Hz. Mâsume'yi ziyaret edenlerin Kum'daki İmam evlatlarını unutmamaları, Ehl-i Beyt'e saygıyı gösteren en güzel erdemlerdendir. Zira onları ziyaret etmek ve saygı gösterisinde bulunmak demek, Ehl-i Beyt'i ziyaret etmek ve onlara saygı göstermek demektir.

Hz. Mâsume'nin Haremi Şerif'inde Defnedilen İmamzâdeler

Hz. Mâsume'nin Harem-i Şerif'ine defnedilen muhterem hanımların varlığından daha önce söz etmiştik. Bu muhterem hanımların yanı sıra, Hz. Mâsume'nin türbesinin çevresinde metfun olan birçok değerli imamzâde ve seyit vardır. Çok önceleri bu mezar-ı şeriflerin her birinin kendine has kubbesi vardı. Türbenin alanın genişlemesiyle bu kubbeler kaldırıldı ve Harem'e dahil edildi. Bu imamzâdeler şunlardan ibarettir:

1- İmam Sadık evlatlarından Seyit Ebul Hasan [Hüseyin b. Hüseyin b. Cafer b. Muhammed b. İsmail b. İmam Sadık].

2- İmam Zeynelabidin evlatlarından Hamza b. Ahmed.

3- Ebu Cafer Muhammed b. Hamza.

4- Ebul Kâsım Ali b. Muhammed b. Hamza.

5- Ali b. Hamza.

6- İmam Zeynelabidin evlatlarından, Ebu Ali Ahmed el-Hatib eş-Şecerî.

7- Ebu Cafer Muhammed b. Ahmed.

8- Ebu Muhammed Hasan b. Ahmed.

9- Ebu Ali Ahmed b. Hasan.

Bu seyitlerin hepsi, mâsum imamların evlatlarının önde gelen isimlerindendir.[305]

Musa Muberka

Hicrî 259 yılında Kum’a ilk gelen imam evlatlarındandır. İmam Cevad'ın (a.s) öz oğludur.[306] Kabr-i şerifi, Kum’un Âzer semtinde bulunan “Makbere-i Çehel Ahterân”ın yanında, "Şehzâde Musa Muberka Türbesi"[307] adıyla meşhurdur. Hicrî 296 yılında, 22 Rebiyülahır Çarşamba akşamı vefat etmiştir. Bugün, türbesinde görkemli bir kubbe ve bir de avlu bulunmaktadır.

Musa Muberka, çok değerli ve saygın bir şahsiyetti. Muhaddis Nurî, Bedr-i Muşa'şa adlı kitabında onun hayatından söz ederken İmam Rıza’ya (a.s) varan bütün seyitlerin onun soyundan geldiğini kaydeder.

Back Index Next