Back Index Next

Harem-i Şerif'te altın, gümüş, mine ve ayna işlemeleri; nesh, nestalik, şikeste, kûfi ve süls gibi hat sanatları ve buna benzer onlarca zarif sanat sergilenmiş, bu güzellikler Harem'in hemen hemen her köşesine en güzel şekliyle işlenmiştir.[265]

İran İslam devriminin ardından Hz. Mâsume'nin mukaddes hareminde maddî ve manevî değişiklikler oldu. Mescid-i Âzam Harem-i Şerif ile birleştirildi. Ayetullah Burucerdî'nin (r.a) mezar-ı şerifi Mescid-i Bâlaser'e dahil edildi.

Gerçektende Harem'in bütün işlerinde özel bir manevî hava görülmektedir. Bu manevî görüntülerden biri, televizyondan da naklen yayınlanan taklit mercilerinin ve alimlerin katılımıyla gerçekleştirilen Hz. Mâsume'nin türbesinin içinin tozlarının silinmesi sahnesidir. Bu melekutî sahne, aynı zamanda Hz. Mâsume'nin (s.a) ağabeyi İmam Rıza'nın (a.s) harem-i şerifinde yapılan, o hazretin türbesinin temizlenmesi sahnesini anımsatmaktadır.

Sözün kısası şu ki: Hz. Mâsume'nin (s.a) görkemli haremi, bütün ihtişamıyla Kum şehrinin hemen hemen merkezinde yer almaktadır. O, bu toprakların bedendeki ruhu ve parlayan güneşi; İslam ülkelerinden gelen on binlerce meftun aşığın ziyaretgâhı olmuştur.

Âşura, Erbaîn, Nevruz vb. gibi özel gün ve bayramlarda Harem ve etrafı, uzaktan-yakından gelen bu kutsal dergâhın insanlarıyla dolup taşmaktadır.

Harem-i Şerif'te Yazılı Olan Bazı Hadis ve Şiirler

Harem-i Şerif'in toplam alanı 13527 m2dir. Kubbe, eyvan ve avlular ise 1914 m2'lik bir alan üzerine inşa edilmiştir. Bu binaların birçok yerinde çeşitli hatlarda yazılar yazılmış; ayetler, şiirler ve hadisler işlenmiştir. Şimdi, bunlardan birkaç örnek sunuyoruz:

Kubbenin üst kısmında, Fethali Han tarafından okunduğu rivayet edilen ve nestalik hattıyla yazılan bir şiirde şunlar yazılıdır:

Sina'nın bağrından Musa'ya görünen ateş misin?

Yoksa (İmam) Musa'dan altın bir parça mısın?

Musa b. Cafer'in ciğerparesi Fatıma

Dergâhının toprağı amberdir hurilerin saçına

Yasin'in bahçesinde taze bir gülsün sen

Tâhâ'nın sinesinde aşikâr ayetsin sen

Mustafa'nın seçkin güneşinden bir nursun

Zehra'nın ismetli semasında Zühre yıldızısın[266]

Hicrî 1240 yılında türbeye konulan zerihin üzerinde de yine Fethali Şah'a ait bir şiir mevcuttur. Bu şiir, aynı zamanda, Hz. Mâsume'nin Harem-i Şerifi'nde yedi muhterem hâtunun defnedildiğini doğrulamaktadır.

Harem'in kuzeybatısında, kadınlar mescidine açılan kapının üzerinde yer alan bir yazıtta da Vefa'ya ait şu beyitler göze çarpar:

Ne mutlu şu yüce eve ki, ululuk ve asaletten

Aşıklarının kıblesi oldu, arzuların Kâbe'si geldi

Musa b. Cafer'in ciğerparesi'nin türbesi bu

Nuruyla Musa'yı bir kez daha görünür kıldı

Zehra'nın adaşı namus-u nebi, ismet-i kübra bu

İstikbal, izzet ve hayâ dolu bir semâ geldi

İtaat üzere Vefa, dize yazdı, kapıya tarih oldu

Bu kapı ve bu dergâh, izzet ve ikbal ehlinin tavaf yurdu oldu

Harem-i Şerif'teki Bazı Ayet ve Rivayetlerden Yazıtlar

Harem'deki bazı yazıtlarda ayet, hadis ve dualar göze çarpmaktadır. Bu yazıtlardan biri de Altın Eyvan'ın dış yüzüne süls hattıyla yazılan şu rivayettir:

“Zemahşerî el-Keşşaf adlı tefsirinde ve Sâlebî, Keşfu’l-Beyan tefsirinde Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakleder:

‘Bilin ki kim Muhammed ve Ehl-i Beyt’inin sevgisi üzere ölürse, şehit olarak ölmüştür. Kim Muhammed ve Ehl-i Beyt'inin sevgisi üzere ölürse, bağışlanmış ve kemale ermiş bir mümin olarak ölmüştür. Kim Muhammed ve Ehl-i Beyt'inin sevgisi üzere ölürse, ölüm meleği Nekir ve Münker onu cennetle müjdeler. Kim Muhammed ve Ehl-i Beyt'inin sevgisi üzere ölürse, Allah, kabirden cennete ona iki kapı açar. Kim Muhammed ve Ehl-i Beyt'inin sevgisi üzere ölürse, Allah onun kabrini rahmet meleklerinin ziyaret yeri kılar. Ve kim Muhammed ve Ehl-i Beyt'ine kin ve düşmanlık üzere ölürse, kıyamet günü onun anlına ‘Allah’ın rahmetinden uzaktır!’ yazılır. Kâfir olarak ölür ve cennetin kokusunu alamaz. Doğru buyurdu Allah Resulü.”

Bu rivayetin ardından da şu satırlar yazılıdır:

Allah’ım! Muhammed Mustafa'ya, Murtaza Ali’ye, Fatıma Betül’e, Peygamber'in iki torunu Hasan ve Hüseyin'e, Zeynelabidin Ali’ye, Muhammed Bâkır’a, Cafer Sadık’a, Musa Kâzım’a, Ali Rıza’ya, Muhammed Taki’ye, Ali Naki’ye, Hasan ez-Zeki’ye, ve kıyam edecek olan hüccetimiz asrın imamı Hz. Mehdi'ye selam gönder! Bunlar hidayet önderleri, karanlıkları aydınlatan ışıklardır. Onların velayetini kabul ettim ve düşmanlarından da beriyim."

Harem-i Şerif'teki Diğer Yazıtlar

Muhtelif renkli çini kerpiçlerle süslenmiş türbenin üzerinde beş yazıt bulunmaktadır:

1- Nash hattıyla, Ayete’l-Kürsi

2- Altın yaldızlı nash hattıyla, birçok ayet

3- Kûfi hattıyla, ayetler

4- Altın yaldızlı nash hattıyla, Tebareke Suresi

5- Muhammed b. Ebu Tâhir b. Ebu Hüseyin’in hattı ve işçiliğiyle, kabartmalı nash hattıyla, bir başka Kurân ayeti.

Harem-i Şerif'in yüzeyini oluşturan çini işlemelerde de yukarıdan aşağıya doğru Yasin, Rahman, Tebareke, Hel Eta ve Kadir sureleri bulunmaktadır. Bunların yanı sıra işlemelerde bazı hadisler de göze çarpmaktadır. Aşağıdaki rivayetler, bunlardan bazılarıdır:

“Kim dilini başkalarının yüzünü kızartmaktan korursa, Allah da kıyamet günü onun suçlarını görmezden gelir.

“Kim anne ile çocuğunun arasını açarsa Allah da kıyamet günü cennet ile onun arasını açar.”

“Güzel  soru ilmin  yarısıdır.”

“Zina fakirliği doğurur.”

“Kardeşine yardım edenin yardımcısı Allah’tır.”

Kubbenin Altınla Kaplanması

Daha önce de değinildiği gibi, Hicrî 457 (veya 457) yılında Büyük Tuğrul'un veziri Ebulfazl İrakî, Şeyh Tûsî’nin teşviki sonucu türbeyi yenileyerek Harem'e büyük bir kubbe yaptı. Bu kubbe, Safevîler döneminde gerçekleştirilen bakım ve onarım işlerine kadar aynı şekliyle kaldı.

Hicrî 1218 yılında Kacar padişahı Fethali Şah, on iki bin kerpiç kullanarak kubbeyi yeniledi ve üzerine altın kaplama yaptırdı. Bunun maliyeti o dönemin parasıyla yüz bin tümeni buldu. [267]

Hicrî 1421 yılı itibarıyla bugün, o dönemden günümüze kadar geçen 203 yıl zarfında bu kubbe aynı kaplamayla ışıl ışıl parlamaktadır.

Harem-i Şerif'in yetkili müdürü Ayetullah Mesudî tarafından, kubbenin yeniden yapılmasının gündeme geldiği son zamanlarda bir bildiri yayımlanmıştır. Bu bildiri, özetle şöyledir:

"Bir gün kubbeyi yakından görmek istedim. Kubbeye çıktığımda, bazı kaplamalarının kalktığını, alt döşemelerin yıprandığını gördüm. Olayı incelemeleri için uzmanları çağırdım. Onlar da bu şekliyle kubbeyi onarmanın mümkün olmadığını, bakır ve altın kaplamaların tamamen kaldırılarak yerine yeni bir kaplamanın yapılması gerektiğini söylediler.

İncelemeler sonucu kubbeden çıkacak altının ağırlığının 20 kg. olduğu, yeniden yapılması için ise 10 ton bakıra ve 200 kg. 24 ayar altına (yaklaşık olarak 2.5 milyar tümen) ihtiyaç duyulduğu anlaşıldı.[268]

Özel bir toplantıda bu konu yine gündeme geldiğinde ben, bunu yapmaya gücümüz olmadığını, en azından benim ömrümün buna yetmeyeceğini söyledim.

Bu konu özel bir toplantıda görüşüldüğü için katılımcılardan başka kimse toplantıda söylenenlerden haberdar değildi.

Konu hakkında görüşünü almak için büyük taklit mercii Ayetullah Uzma Muhammed Taki Behcet’in (Allah uzun ömür versin)  yanına gittim. Selam verip hallerini sorduktan sonra henüz bir şey demeden bana dönerek ‘Niçin Hz. Mâsume'nin kubbesini yapmıyorsunuz? Kubbe eskimiş durumda, tamire ihtiyacı var! Siz başlayın, Allah onun masrafını gönderir ve size de uzun ömürler verir” dedi.

Çok şaşırmıştım. Çünkü toplantımız özeldi ve kimseye haber vermemiştik. ‘Çok masraflı bir iş ve şu an bizim buna imkânımız yok’ dedim.

Birkaç gün sonra Ayetullah Behcet beni çağırdı. Yanına gittiğimde, ‘İşe başlayın! Yüce Allah parasını gönderecek. Siz bu konuyu Ayetullah Hameneî'ye iletin ve olaydan onu da haberdar edin’ dedi. Ayetullah Hameneî’nin yanına giderek konuyu ona da açtım. Bunun üzerine, ‘Ayetullah Behcet ne derse kabul ediyorum’ dedi.

Neticede, Ayetullah Hameneî bu işi onayladıktan sonra kubbeyi yaptırmak için kolları sıvadım ve gereken hazırlıklara başladık. Tekrar Ayetullah Behcet’in huzuruna vardım. İşe başlamak için 10 milyon tümen ve bir miktar altın verdi. Bu hareket, azmimi daha da artırdı. Büyük bir istekle işe başlamaya karar verdim. İnşallah Hicrî Şemsî 1380 yılında (Miladî 2001, Mart ayının sonlarına doğru) işe başlayacağız. Eğer bir engel olmazsa ve gerekli olan altını temin edebilirsek, işi bitirmek için yaklaşık olarak dört yıla ihtiyacımız olacak."[269]

Bu olayda dikkat çeken şey, arif ve takva sahibi bir taklit mercii olan Ayetullah Uzma Behcet’in imamzâ-delerin nurani türbelerini güzel bir şekilde yapıp korumak için bizi teşvik etmesi ve konuya gösterdiği önemdir. Bu konuda Resul-i Ekrem'in (s.a.a) İmam Ali’ye buyurduğu şu hadis, bizleri daha da mutlu etmektedir:

“Ey Ali! Kim sizin kabrinizi âbat eder ve bunu kendine ahdederse, Beytu’l-Mukaddes’i yapması için Hz. Süleyman'a yardım etmiş gibi olur.”[270]

Yazar der ki: “Bugün (Yaz, 2001 Miladî), kubbenin eski altınlarının önemli bir bölümü söküldü. Ustalar kubbeyi yeniden yapmaya başladılar. Diğer taraftan Harem-i Şerif'in yetkili müdürlüğünden onarım için gerekli olan bütçenin sağlandığı duyuruldu.

Türbenin İlk Zerihinin Hazırlanması

Hicrî 605 tarihinde, Âl-i Muzaffer hânedanının önde gelen isimlerinden Emir Ahmed b. İsmail, çini alanında dönemin en iyi çini ustası Muhammed b. Ebu Tâhir Kâşikar’ı, Harem'in çini işleri için görevlendirdi. Ebu Tâhir, 8 yıl boyunca bu işle meşgul oldu ve Hicrî 613 tarihinde türbenin çini işleri sona erdi.

Hicrî 950 yılında Safevî padişahı Tahmasib, türbenin etrafını yedi renkli çini tuğlalarla çevirdi. Böylece hem türbenin görünmesi sağlanmış oldu hem de ziyaretçilerin içine nezirlerini rahatlıkla atabilecekleri küçük aralıklar (pencereler) bırakıldı.

Birkaç yıl sonra Şah Abbas’ın isteği üzere bu zerihin[271] üzerine beyaz ve şeffaf çelikten yapılmış yeni bir zerih daha yerleştirildi.

1230'da Kacar padişahı Fethali Şah, aynı zerihi gümüşle kapladı. Zaman aşımı neticesinde bu zerih eskidi ve 1280'de hazineden alınan gümüşler eski gümüşe ilave edilerek yine bir zerih yapıldı.

Bu zerih birkaç kere daha tamir edildi ve ya yenilendi. Hicrî 1368 yılında Harem-i Şerif'in sorumlu müdürlüğü türbenin şeklini değiştirmeye karar verdi ve yerine yeni bir zerih monte edildi.

Zerihin Yenilenmesi Neden Gerekli?

Aradan yaklaşık olarak 40 yıl geçtikten sonra ziyaretçi akınlarının çokluğu ve teberrük alma duyguları nedeniyle türbenin gümüş zerihinde yeniden yıpranmalar baş gösterdi.

Öte yandan türbenin iç tarafındaki ahşap iskeletin de yaklaşık yüz yıl kadar geçmişi vardı. Özellikle gül suyuyla yıkandığı ve türbenin etrafındaki gümüşlerden bazıları yıprandığı için ziyaretçilerin ellerini yaralıyordu. Dökülen kanın yıkanması sonucu zerih gitgide yıprandı ve çürüdü. Bu yüzden değiştirilmesi gerekiyordu.

Zerihi Değiştirme Girişimleri

Bu sebeplerden dolayı Miladî 1997 yılında Harem-i Şerif'in sorumlu müdürü Ayetullah Mesudî, türbeyi değiştirmeye karar verdi. Aynı yıl, türbe konusunda uzman olan Üstat Hacı Hüseyin Perveriş İsfahanî ile anlaşma sağlandı ve yeni türbenin yapımına başlandı. Ama Hacı Hüseyin'in ilerleyen yaşı ve hastalığı nedeniyle işler yaklaşık olarak altı ay tamamen durdu.

Hâl böyle olunca İsfahanlı ustalar çağrıldı. Neticedeş iş Üstat Hacı Muhammed Hüseyin Abbas Pür İsfahanî’ye havale edilerek bir yeni anlaşma daha yapıldı.

Yeni Zerihteki Değişiklikler

Üzerinde Hz. Mâsume'yi metheden şiirlerin bulunduğu zerihin üst bölümü toplatılarak üzerine altın işlemeler yapıldı. Zerihin üst tarafı ile ziyaretçilerin kullandıkları parmaklıklar daha önce gümüştendi. Bu bölüm de altından yapıldı. Yaklaşık beş bin topçuk ve makara (zıvana çubuğu) dan oluşan gözenekler, öncekine nazaran daha da kalınlaştırıldı. Bu bölüm için 200 kg. halis gümüş satın alındı. Yaklaşık 330 bin mıskal 92 ayar gümüş kullanıldı. Bu oran, eski zerihte 93 bin mıskal idi.

Zerihin çürüyen ayakları, en iyi kuru çınar ağaçlarıyla yenilendi. Kısacası zerih, öncekine nazaran daha sağlam ve daha dayanıklı oldu. Şekil olarak eski zerihle fazla bir farkı olmayan yeni zerih, daha çok dayanıklılığı için yenilendi. Beş yıl içerisinde yapımı tamamlanan yeni zerih, toplam 300 milyon tümene[272] mal olmuştur.

Yeni Zerihin Montajı

Yeni zerihin tamire girdiği dönemlerde mezar-ı şerif ziyarete kapatılmıştı. Bu yüzden halk, şevk ve heyecanla yeni zerihin tamamlanmasını bekliyordu. Nihayet, Gadir-i Hum bayramına tekabül eden 3 Mart 2002 (Hicrî 1422) tarihinde, manevî bir havada, alimler, fakihler, taklit mercileri ve ziyaretçilerin sevinç gösterileri arasında Ayetullah Uzma Behcet'in de katılımıyla yerine monte edildi.

Hz. Mâsume Hakkında Bir Şiir

Ayetullah Uzma Vehîd Horasanî, Hz. Mâsume için şöyle bir şiir yazmıştır:

Ey aklın kızı, Din'in kız kardeşi

Sen izzet ve şeref cevherisin

İsmet, seninle gezer her dem

Ey yanında ilim ve amel bulunan

Sen ey insanlık tâcının cevheri

Ey hatemiyetin kutlu mührü

Şeytan "Kum" deyince kalkmıştı

Sonra da senin tahtını Kum'a koymuşlardı

Cennet oldu burası, Havva'nın mekânı

İlahî nâmusun yeri işte burası

Senin Harem'inde akıl mat olur

Türbenin toprağıyla can hayat bulur

Burada saklı beden, bilsen kimindir

Cihanın bedeninde yüce bir candır

Nur saçan bu ay, ışıldayan hilal

Kum ile Horasan'dan yansıyan bir ışıktır

İran'ın her yanı nurani ruhlarla doldu

Işık saçan bu iki nura lamba oldu

Bu haremlerden dile artık ne dilersen

Cevabı Allah'tan gelir, arştan ve kürsüden

Herkes bir ümitle kapına varır

Vahidî'yse onlardan daha muhtaçtır

Türbenin Tozunun Alınması Geleneği

Harem-i Şerif'in sınırları içerisinde birçok muhterem mekanlar bulunduğundan buraya "Harem" (hürmete şâyan) denilmiştir. Bu yüzden, rivayetlerde belirtilen ziyaret âdabına uyarak Harem-i Şerif'in ihtiramını hakkıyla gözetmemiz gerekmektedir.

Bilindiği üzere, zerihin bir bölümü Muhammedî dinin aşıkları tarafınca bu sönmeyen yıldıza adanan nezirlere ayrılmıştır. Pencereciklerden zerihe atılan nezirler, ister istemez burada tozların birikimine neden olur. Bu nedenle birkaç gün içerisinde tozunun alınması gerekir. Bu, gereklilikten de öteye, zamanla geleneğe dönüştürülmüştür. Türbe temizlenirken Kuran-ı Kerim ayetleri okunur, methiyeler söylenir, mersiye ve ağıtlar yakılır.

Zerihin kapısı aralandığında adeta ihrama bürünmüş beyaz elbiseli grup girer içeriye. Gaye, sadece görünürdeki tozları almak değil, o manevî havanın hazzına varmaktır. Onlar, yüce Allah'a dua ederek "Ey Fatıma, bize cennette şefaat et" cümlelerini zemzeme ederek yaşlı gözlerle ve huşû içerisinde türbeyi temizlerler. Nezirler toplanıp toz alındıktan sonra kabr-i şerif gül suyuyla yıkanır. Son olarak ziyaret namazı kılınır ve onun ardından da Hz. Mâsume'den kıyamet günü şefaatçi olması için Allah ile aralarında vesile olması istenir.

III. BÖLÜM

ª Cemkeran Camii

ª İmamzâdelerin Türbeleri

ª Kum'un Görmeye Değer Yerleri

Hz. Mehdi (a.f) Hükümetinin Önemli Merkezlerinden Biri Kum'dur

Kum şehri, daha İslamiyet'in I. yüzyılında Şia'nın merkezlerinden biriydi. Bu yüzden birçok imamzâde, imam yakınları ve imam dostları Kum'a yerleşmişti. Hz. Mâsume'nin gelmesiyle bu bölge daha çok önem kazandı. İslam ve Şia kültürü gelişerek yayıldı.

Bu yüzden Kum şehri, daha işin başında Şia'nın önemli bir merkezi hâline geldi. İlim Havzası'nın kurulması ve hızla gelişmesiyle birlikte bu merkez zamanla daha da genişledi ve kalıcı oldu.

İmam Sadık (a.s) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Bilin ki benim ve benden sonra evlatlarımın haremi[273] Kum'dur."[274]

Bu hadisten alınan sonuca göre, İmam Sadık'tan (a.s) İmam Mehdi'ye (a.f) kadar yedi imamın hareminin Kum olduğu anlaşılmaktadır. Antik eserlerden de anlaşıldığı üzere Kum, eskiden olduğu gibi şimdi de mezhebî ve siyasî açıdan çok önemi konuma sahip bir şehirdir. Hz Mehdi'nin (a.f) zuhuru için zemine hazırlamaya gayret gösterenler, asla Caferî fıkhının merkezi olan bu şehri unutmamalı, her gün buraya yönelik katkılarını biraz daha artırmalıdırlar.

Hz. Mehdi'nin (a.f) dünyaya hakim olacak hükümetinin merkezinin Kum olduğunu gösteren birçok rivayetler vardır. İmam Mehdi'nin (a.f) emriyle tesis edilen Cemkeran Mescidi de bunun kanıtlarındandır.

Cemkeran Mescidi (İmam-ı Zaman Camii) hakkında ayrıntılı bilgiye geçmeden önce Kum şehrinin Hz. Mehdi (a.f) hükümetiyle olan bağlantısını doğrudan veya dolaylı olarak gösteren rivayetlerden bazılarını okuyucularımızın mütalaasına sunuyoruz:

1- İmam Sadık (a.s): "Kum ehli bizim yârenlerimizdir."[275]

2- İmam Kâzım (a.s): "Kum'dan bir kişi kıyam edecek ve halkı hakka davet edecek. Bir grup, ona katılacak. Demir gibi dayanıklıdırlar. Olayların şiddetli tufanı onları sarsmaz. Savaştan yorulmaz ve korkmazlar. Allah'a tevekkül ederler. Artık çekinenlerindir mutlu son.[276]

3- Affan Basrî der ki: Bir gün, İmam Sadık (a.s) bana, "Kum'a niçin Kum denildiğini biliyor musun?" diye sordu. "Allah, Resulü ve siz daha iyi bilirsiniz" dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Çünkü Kum halkı, Muhammed hânedanının Kaim'inin [Hz. Mehdi (a.f)] çevresinde toplanır. Onunla birlikte kıyam eder, onun yanında savaşır ve ona yardım eder."[277]

4- İmam Sadık (a.s) ilmin Kûfe'den, Kum'a göçeceği, oradan da dünyanın dört bir yanına yayılacağı anlattıktan sonra sözünü şöyle tamamladı: "Allah'ın hücceti Kum ehli (sakinleri) vesilesiyle herkese tamam olacak. Öyle ki, dinin ve ilmin ulaşmadığı (en küçük) kara parçası kalmayacak ve sonra Hz. Kaim (İmam Mehdi) zuhur edecek."[278]

5- İmam Sadık (a.s) Kum'u ve halkını methettikten sonra şöyle buyurdu: "Bilesiniz ki Kum ehli, bizim Kaim'imizin (İmam Mehdi) yardımcısı ve hakkımızın savunucusudur."[279]

6- İmam Ali (a.s) Kum'u yad ederken şöyle buyurdu: "Baba, anne, dede, nine, amca ve hala bakımından insanların en hayırlısı olan (Hz. Mehdi'nin) yardımcıları, bu şehirden çıkacak."[280]

7- İsra Suresi 5. ayette, Allah-u Taâla şöyle buyurur:

"O iki vaatten birincisi gelip çattığında size, azap etmede çetin, kuvvetli kullarımızı göndeririz de (zalimleri bulmak için) yurdunuza girip sizi araştırırlar ve bu, (Allah'ın) kesin bir vaadidir."

İmam Sadık (a.s) bu ayeti okuduktan sonra üç kere "Vallahi onlar Kum ehlidir" buyurdular.[281]

Mezkur ayet, İmam Mehdi'nin (a.f) zuhurunu ve onun cesur ve kahraman yardımcılarını haber vermektedir. Nitekim, Kum halkını zuhur için ortam hazırlayan cesur bir halk olarak tanıtan İmam Sâdık (a.s), sözü edilen ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: "İlk vaat, İmam Hüseyin'in kanının intikamının alınacağı vakittir. İmam Hüseyin'in intikamını alacak olanlar, Mehdi (a.s) henüz zuhur etmeden kıyam edeceklerdir."[282]

8- Bir ara İmam Kâzım'ın (a.s) yanında Kum'dan ve Kum halkının Hz. Mehdi'ye (a.f) olan bağlılığından söz açıldı. İmam Kâzım (a.s) onlara dua etti ve şöyle buyurdu: "Cennetin sekiz kapısı vardır. Bunlardan biri Kum ehlinindir. Onlar bizim en iyi Şiîlerimizdir. Allah, bizim velayetimizi onların hilkatine yerleştirmiştir."[283]

9- İmam Ali (a.s) Kum halkına hayır duada bulunup onları methettikten sonra şöyle buyurdu: "Onlar din ehli, velayet taraftarı, ibadeti bütün iyi kullardır. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi onlara olsun." [284]

10- "Kum, Kaim'in (a.f) yârenlerinin toplandığı yerdir" ve "Kum, Fatımîlerin (Şiîlerin) sığınağıdır"[285] şeklindeki rivayetlerden de anlaşıldığı üzere, İmam Mehdi aşıkları ve dostlarıyla dolu olan Kum, zuhur döneminde o hazretin sağlam bir kalesi olacaktır. [286] Nitekim, "Mecmau'l-Ensari'l-Kaim" lakabı da Kum'un eski lakaplarından biridir.

İmam'ın zuhurunun ardından Kum yine kıyam ve kan şehri olacak, İmam, Mekke ve Kûfe'den sonra burayı dünya hükümetinin önemli merkezlerinden biri yapacaktır.

Cemkeran Mescidi

Cemkeran Mescidi'nin tesisi, 17 Ramazan 293 Hicrî'ye yani, 1129 yıl önceye dayanır.[287]

Şeyh Saduk[288] ile aynı dönemde yaşayan Tarih-i Kum[289] yazarı Hasan b. Muhammed b. Hasan Kummî (Şeyh Fazıl), Şeyh Saduk'un teliflerinden olan Munisu'l-Hazin fî Marifeti'l-Hak ve'l-Yakin kitabından naklen, Cemkeran Mescidi'nin tesisi hakkında şöyle der:

Salih ve takvalı biri olan Şeyh Hasan b. Müslih Cemkeranî der ki:

Hicrî 293 yılında, Ramazan ayının 17. günü Salı akşamıydı. Evimde uyuyordum. Gece yarısı (daha önce tanımadığım) bir grup evime geldi ve beni uyandırarak "Kalk ve Asrın İmam'ı Hz. Mehdi'nin emrine itaat et! Seni istiyor" dediler.

Hazırlanıp dışarı çıktım. Kapıda değerli şahsiyetler vardı. Selam verdim, selamımı aldılar. Hoş geldin, dediler ve beni, bugün Cemkeran Mescidi'nin bulunduğu yere götürdüler. Üzeri güzel bir halıyla örtülü genişçe bir taht   ve onun üzerinde de yaklaşık otuz yaşlarında bir genç vardı. Tahttaki yastıklara yaslanmış oturuyordu. Hemen önünde de bir ihtiyar, elindeki kitaptan ona bir şeyler okuyordu. Beyaz ve yeşil elbiseli yaklaşık altmış kadar kişi, bu gencin etrafında namaz kılıyorlardı.

Hızır (a.s) olduğunu öğrendiğim ihtiyar beni tahta oturttu. Ardından İmam Mehdi (a.f) [tahta oturan genç] öz adımla beni çağırarak şunları söyledi:

"Git ve Hasan b. Müslim'e de ki: Sen birkaç yıldır burada ekin ekiyorsun, biz de bozuyoruz. Beş yıldır burada ziraat yapıyorsun. Bu yıl yine ekin ektin. Bir an önce buranın kazancını bize iade et. Böylece o kazançla buraya mescit inşa edilsin. Hasan b. Müslim'e buranın mukaddes bir yer olduğunu söyle. Yüce Allah bu mekânı diğer mekânlardan seçmiş ve buraya değer vermiştir. Sense buraya el koyup kendi topraklarına kattın. Allah, tembih olasın diye iki oğlunu senden aldı. Ama sen uslanmadın. Bu işi bırakmazsın tahmin etmediğin bir yerden Allah'ın belasın üzerine inecektir."

"Ey efendim ve Mevla'm! Bunun için bana bir işaret vermelisiniz. Aksi takdirde halk, söyleyeceklerime inanmaz" dedim.

Bunun üzerine İmam, şöyle cevap verdi: "Seyit Ebul Hasan'ın yanına git ve Hasan b. Müslim'i getirmesini söyle. Arazinin bu gelirlerini ondan alsın ve mescit yapımı için ustalara versin. Yine bizim mülkümüz olan Erdahal yakınlarındaki Rehak'ın gelirlerini de alarak mescidin geri kalan masraflarını karşılasın. Bundan böyle Rehak'ın yarı gelirini de bu mescide vakfettik. Artık her yıl onun gelirini bu mescidin yapımında kullanabilirler.

Halka, buraya gelmelerini ve buraya değer vermelerini söyle. Burada dört rekât namaz kılsınlar. İki rekâtını 'mescidin tahiyyet namazı' niyetiyle kılsınlar. Her rekâtta 1 kez Fatiha, 7 kez İhlas Suresi okusunlar. Rükû ve secde zikirlerini 7 defa okusunlar. Sonra da iki rekât Sahib-i Zaman Namazı kılsınlar. Her rekâtta Fatiha Suresi'ni, 'iyyake nâbudu ve iyyake nestain' cümlesini 100 kere tekrar etmek sûretiyle okusunlar. Rükû ve secdelerde zikirleri 7 kere okusunlar. Namazdan sonra bir kere "la ilahe illallah" desinler ve sonra Hz. Fatıma (s.a) tesbihatını okusunlar. Daha sonra secdeye giderek yüz kere Peygamber ve Ehl-i Beyt'ine selam göndersinler. Kim bu iki namazı kılarsa, Kâbe'de namaz kılmış gibi olur."

Bunları işitince kendi kendime "Burayı sıradan bir yer bilirdim, oysa Sahib-i Zaman (a.f) mescidiymiş" diye söylendim.

O sırada İmam, bana gitmem için işaret etti. Biraz yürümüştüm ki tekrar çağırdı ve şöyle dedi:

"Çoban Cafer Kaşanî'nin sürüsünde bir keçi var, onu satın almalısın. Parasını halk temin ederse, koyunu onların parasıyla alırsın. Vermeyecek olsalar, kendin öde. Yarın gece (Salı'yı Çarşamba'ya bağlayan gece) o keçiyi getir ve burada (mescidin yanında) kes. Etini, Çarşamba günü (18 Ramazan) hastalara, özellikle de ağır hastalara dağıt. İnşallah Allah hepsine şifa verecektir.[290] Keçinin özelliklerine gelince; alaca renkli, bol yünlüdür. Bir dirhem büyüklüğünde siyah beyaz yedi benek bir yanında, dört benek de diğer yanındadır."

İşaretleri aldıktan sonra hareket ettim. İmam, yine beni çağırdı ve "70 (veya yedi gün) burada kal…" buyurdu.

Hasan b. Müslih, sözlerine şöyle devam ediyor:

Evime döndüm. Gece boyunca uyuyamadım. Sabah oldu. Namazı kıldıktan sonra Ali b. Münzir'in yanına gittim. Başımdan geçenleri ona da anlattım. Birlikte mescidin olduğu yere gittik. Ali b. Münzir, "Allah'a ant olsun ki İmam'ın (a.f) buyurduğu alametin hepsi burada" dedi. Gerçekten de mescidin sınırlarının kazık ve zincirlerle belirlenmiş olduğunu gördük.

Bu olayın ardından Ali b. Münzir ile Seyit Ebul Hasan'ın yanına gittik. Evine vardığımızda hizmetçileri; "Siz Cemkeran'dan mı geliyorsunuz?" diye sordu. Şaşırmıştık. Aynı edayla "Evet" dedik. "Seyit Ebul Hasan sabahtan beri sizi bekliyor" dediler.

İçeri girip selam verdik. Çok sıcak bir şekilde selamımızı aldı ve beni, ihtiramla iyi bir yerde oturttu. Konuşmamıza fırsat vermeden söze başladı ve şunları anlattı:

"Ey Hasan b. Müslih! Uyumuştum. Rüya aleminde biri bana 'Sabahleyin Cemkeran'dan Hasan b. Müslih adında biri sana gelecek. Onun dediklerine inan ve sözünü kabul et. Çünkü o, bizim sözümüzü sana iletecek. Kesinlikle reddetme' dedi. Rüyamın ardından hemen uyandım. Şu ana kadar da seni bekliyordum."

Hasan b. Müslih, olayı tüm detaylarıyla Seyit Ebul Hasan'a anlatır. Hâli vakti yerinde olan Seyit Ebul Hasan Rızaî,[291] hizmetçilerine atların hazırlanması emreder. Bir süre sonra atlara binerek Cemkeran'a doğru hareket ederler. Yolda çoban Cafer'e rastlarlar. Cafer'e ait sürü de yolun kenarındaki otlakta otlamaktadır. Hasan b. Müslih, sürünün içerisine girer ve İmam'ın (a.s) anlattığı alametleri taşıyan bir keçinin kendisine doğru geldiğini görür. Keçiyi yakalar ve parasını ödemek ister. Cafer, "Allah'a ant olsun ki bu keçiyi ilk kez görüyorum" der. Hasan b. Müslih ısrar etse de Cafer parayı almaz. Keçiyi daha önce belirlenen yere getirirler ve orada keserler.

Seyit Ebul Hasan mescidin sınırlarını belirleyen kazık ve zincirleri Kum'a getirerek evinde sakladı. Ağır hastalar gelip bu zincirlere sarılır ve şifa bulurlardı.

Ebul Hasan, Kum'un Museviyan Mahallesi'nde (bugünkü Âzer Caddesi) oturuyordu. Burada vefat ettikten bir süre sonra çocuklarından biri hastalandı. Babasının odasına girip kazık ve zincirlerin bulunduğu sandığı açmak ve böylece onlara dokunarak şifa bulmak istedi. Ancak sandığı açtığında içinin boş olduğunu gördü.[292]

Hz. Ali'nin Cemkeran Hakkında Gaybî Haberi

Emirü'l Müminin Ali'nin (a.s), Hicaz ve Kûfe'de Kum diye bir şehrin varlığı henüz bilinmiyorken Cemkeran Mescidi'nin kuruluşundan 253 yıl önce onun hakkında haber vermiş olması, gerçekten de ilginç bir olaydır. Envaru'l-Muşa'şaîn yazarı Merhum Katuziyan, Hulasâtu'l-Buldan'dan, o da Şeyh Saduk'un Munisu'l-Hazin adlı eserinden naklen şöyle der:

Back Index Next