Back Index Next

Molla Sadrâ ilmî bir konuda içinden çıkılamaz bir sorunla karşılaştığında Kehek'ten Kum'a gelir, Hz. Mâsu-me'yi ziyaret eder, iki alemin efendisine tevessül eder, bereket kaynağı Hz. Mâsume'nin manevî huzurundan faydalanarak ilmî sorununu çözerdi.[247]

Merhum Ayetullah Uzma Seyit Şahabuddin Mer'aşî Necefî devamlı şöyle derdi: Molla Sadrâ ne zaman ilmî bir problemle veya bilemediği bir şeyle karşılaşsa, Hz. Mâsume'nin hareminde o hatuna mütevessil olur, o iki cihan hatunundan yardım alır ve sorunlarını böyle hallederdi.[248]

7. Hakkın Gazâbı

Rıza Han’ın tesettür yasağı döneminde bir gün, Kum Emniyet Genel Müdürü, Hz Mâsume'nin haremine girerek tesettürlü hanımlara saldırdı ve çarşaflarını başlarından almak istedi.

Kadınların çığlık sesleri yükselince Harem’de bulunan Ayetullah Necefî Mer'aşî, emniyet müdürünü durdurmaya çalıştı. Bir süre tartıştılar. Tartışma sonrası Ayetullah Mer'aşî, emniyet genel müdürünün suratına çok sert bir tokat attı. Bu tokattan büyük rahatsızlık duyan ve bunu gururuna yediremeyen emniyet müdürü, Ayetullah Mer'aşî'yi ölümle tehdit etti.

Ertesi gün, bu küstah emniyet müdürü, Kum'da kapalı çarşılardan birinde gezerken çarşının çatısının bir bölümü üzerine çöktü ve müdür oracıkta can verdi.[249]

Bu olay Harem-i Şerif'te kadınların tesettürüne saldıran, Ayetullah Necefî Mer'aşî gibi üstün bir şahsiyeti ölümle tehdit eden küstah birine karşı Hz. Mâsume’nin göstermiş olduğu bir keramet olduğu kadar, aynı zamanda Ayetullah Necefî Mer'aşî'nin de kerametlerinden biridir.

8. Ayetullah Necefî’nin Dileği

Ayetullah Uzma Seyit Şahabuddin Necefî Mer'aşî şöyle anlatır:

“Sıkıntılarımın yoğun olduğu gençlik dönemlerinde, bir gün, evlenecek olan kızım için çeyizlik eşya almam gerekti. Ne var ki, bunun için maddî gücüm yoktu. Sıkıntılı halimle Hz. Mâsume'nin (s.a) türbesine gittim. Yaşlı gözlerle Hz. Mâsume'ye şöyle yakardım: ‘Ey hanımefendim, ey Mevla'm! Çektiğim zorluklarla neden ilgilenmiyorsun? Ellerim bomboşken kızımı nasıl evlendirebilirim?”

Ardından kırgın olarak eve döndüm. Mukaşefe aleminde kapının çalındığını işittim. Gidip kapıyı açtım, tanımadığım biriyle karşılaştım. Beni görünce ‘Hanımefendimiz seni çağırıyor’ dedi. Alelacele türbeye koştum. Avludan içeri girdiğimde iki cariye, Altın Eyvan'ı temizlemekle meşguldü. Yanlarına yaklaşıp bu temizliğin nedenini sordum. ‘Birazdan hanımefendimiz gelecek’ dediler. Çok geçmeden o da çıkageldi. Şekli ve endamıyla tıpkı annem Fatıma Zehra (s.a) gibiydi. Fatıma Zehra'yı (s.a) daha evvel üç kez rüyamda görmüştüm çünkü.

Hz. Mâsume'nin geldiğini görünce yanına giderek elini öptüm. Bana, ‘Ey Şahab! Biz sana ne zaman ilgi göstermedik de kınıyorsun bizi? Sen Kum’a geldiğinden bu yana daima bizim gözetimimizdesin ve inayetimiz altındasın’ dedi.

Uyandığımda Hz. Mâsume'ye karşı saygısızlık ettiğimi anladım. Hemen türbesine gidip özür diledim. Daha sonra hacetimin karşılığını aldım ve işlerim genişledi. Önümdeki zorluklar kolaylaştı, sıkıntıları aştım.[250]

Yeni Kerametler

Ne yazık ki, Hz. Mâsume'nin pak türbesinde gerçekleşen kerametler daha önceleri kaydedilmiyordu. Son dönemlerde yeni yönetimin gelmesiyle bu konular dikkate alınmaya başlandı. Bu konudaki hassasiyetlerinden dolayı mukaddes türbenin yönetimine teşekkür ederim.

Harem-i Şerif'in muhterem müdürlüğünde kayda geçen ve Hüccetül İslam Muhammed Nazarî tarafından bana sunulan notlardan yola çıkarak bu konuda gerçekleşen yeni kerametleri siz değerli okuyucularımızın mütalaasına sunuyorum:

9. Felçli Kızın Şifa Bulması

Gaflete bürünmüş gözlerin kendi zulmetine bakadurduğu bir zamanda Allah’ın feyyaz eli, Ehl-i Beyt’in keramet dolu bağrından yükselerek velayet aşıklarının yanık kalplerine velayet güneşi parlaklığıyla ışık saçtı. Bu olay, uzak bir geçmişin hikâyesi değil; günümüz tarihinde gerçekleşen taptaze bir olay. Tarih, 13 Mayıs 1994 ve günlerden Cuma…

Madde aleminin kapılarının kapandığı, ümit dolu gözlerin sadece sonsuz güce çevrildiği ve ondan çâre istendiği bir zamanda söz, artık lütuf, keramet, şefkat ve muhabbetten yanadır.

Evet, bir Cuma gecesi daha gaybın hazinelerinin açıldığını ve ilahî rahmetin bir yolcuya daha nasip olduğunu gördüm. O, ikâmet ettiği yer itibarıyla belki uzak yollardan gelmişti ama, gerçekte bu dergâha çok yakın bir yolcuydu. Evet o, Makü'ye bağlı Şût köyünde yaşayan 14 yaşında bir kız çocuğu idi. Son derece dindar olan bu kız, kısa konuşmamızda başından geçen olayı bana şöyle anlattı:

“Adım, R. E.. Makü’nün Şût köyünde oturuyorum. Dört ay önce bir soğuk algınlığı yüzünden her iki ayağım da felç oldu. Ailem beni Makü, Hoy ve Tebriz'in önde gelen hastanelerine  götürdü. Doktorlar çeşitli filmler çekip bir sürü tahliller yaptı. Ama hiçbir çare bulamadılar. Sonunda ayaklarını kıpırdatamaz olmuştum.

11 Mayıs 1994 Çarşamba akşamı rüyamda beyaz ata binmiş, beyazlar giymiş bir kadının bana doğru geldiğini gördüm. Bana, ‘Niçin hastalığının daha başında, Kum’a benim yanıma gelmedin?’ diye sordu.

Bir anda kan-ter içinde rüyadan uyandım ve olayı amcamla halama anlattım. Onlar da hiç zaman kaybetmeden Kum’a gitmek için hazırlık yapmaya başladılar. 13 Mayıs Cuma günü, öğleden sonra saat 19:30'da Hz. Mâsume'nin haremine vardım. Namazı kıldıktan sonra Hz. Mâsume'nin ziyaretnâmesini okumaya başladım. Ansızın rüyamda gördüğüm hanımın sesini işittim. Bana,‘Kalk yürü! Sana şifa verdim’ diyordu. Önce dikkat etmedim. Ama aynı sesi aynı cümlelerle yeniden duydum. Bu sefer hareket etmeye çalıştım. Gerçekten kıpırdayabildiğimi fark ettim. Tüm bunlar, iki alem sultanının inayetiyle oldu.”

İşte bu, pak vücudu vasıtasıyla Kum diyarının kutsal bir yer hâline gelmesine; aşıkların ve hidayet yolcularının mekanı, gerçek ariflerin amellerinin kıblesi olmasına neden olan eşsiz mücevherin lütfünden bir esintiydi. Bu gerçeğin kalbi yanık aşıkların yorgunluğuna bir şerbet ve gaflet uykusunda olanların uyanmasına bir ışık olmasını temenni ederim.[251]

10. Bir Sinir Hastasına Esen Rahmet Rüzgârı

Bir kere daha hakkın rahmet eli Hz. Fatıma Mâsume-'nin mukaddes hareminden zahir olarak velayet aşıklarının hüzünlü kalplerine yardımcı oldu. Hayatının baharı, sonbahar rüzgârlarına kapılan kırık bir kalp, bir kez daha nurun misafiri olarak VIII. imamın kız kardeşini ilahî dergâhın şefaatine vesile kıldı.

Bu keramet, 23 Haziran 1994'te, Perşembe günü gerçekleşiyordu. Aynı gün, azılı teröristlerin İmam Rıza'nın (a.s) mukaddes haremine yerleştirdikleri bombanın patlaması sonucu, İmam Hüseyin'in (a.s) şahadet yıldönümü olan böyle bir günde, VIII. imamın kabrinin yanında toplanan yüzlerce Müslüman şehit olmuş veya yaralanmıştı.

Bahteran şehrinde yaşayan ortaokul öğrencisi P.M adlı kız çocuğu, bu olaydan birkaç gün öncesine kadar sıradan bir sinir hastasıydı. Uzun bir müddet tedavi olmuş ama, bir sonuç alınamamıştı. Nihayet, ümitlerin çaresizliğe dönüştüğü tedavilerin ardından, ailesiyle birlikte hacetler kapısı İmam Rıza'nın (a.s) türbesini ziyaret etmeye karar verdi. P. M.'nin annesi olayı şöyle anlatır:

"Kum'a vardığımızda kendi kendime ‘Önce İmam Rıza'nın (a.s) kız kardeşi Hz. Mâsume’yi ziyaret edelim. Eğer sonuç alamazsak, Meşhed'e İmam Rıza'ya (a.s) gideriz’ dedim.

Gece yarısı saat 02:00'de Kum şehrine vardık. Bir otel odası kiraladıktan sonra sabahleyin saat 09:00'da Harem'e gittik. Çok zor uyuyan ve krizi tutunca oldukça zorluk çıkaran kızımı da, Hz. Mâsume'ye tevessül ederek türbenin yanına götürdüm. Çok sakin bir şekilde yattı. Öğle ve ikindi namazından sonra Harem'i güzel bir kokunun sardığını fark ettim. O sırada kızımın sağ eli üç kez yüzüne çekildi. Rengi bir anda normale döndü. Bir ucunu türbeye bağladığım çarşafı kendiliğinden çözülüverdi. Zerihe düğümlediğim yeşil parça da açıldı. Ardından kızım çok sakin ve rahat bir şekilde uykudan uyanarak ‘Anne, neredeyiz?’ diye sordu. ‘Hz. Mâsume'nin Harem'indeyiz kızım’ diye cevap verdim. Sonra da ‘Anne, açım’ dedi. Bir anne olarak bu sözü duymayı ne kadar özlediğimi anlatamam. 'Harem’in dışına çıkıp etraftan bir şeyler alalım' dedim. O da kabul etti. Bir yandan ilerlerken, bir yandan da herhangi bir rahatsızlık hissedip hissetmediğini sordum. ‘Hayır, Allah’a şükür, iyiyim’ dedi. Hz. Mâsume'nin avlusundaki havuzun başına geldik. Yüzünü yıkadım. Gerçekten de tabiî hâline kavuşmuştu.

Bu yüzden Hz. Mâsume'ye teşekkür ederim. Dilerim yüce Allah bütün Müslüman hastalara şifa verir."

Ey Müslüman bacı ve kardeşlerim! Şunu bilin ki, temiz bir gönül ve saf bir kalple günahlardan uzaklaşarak, ilahi güce inanarak, mâsum imamlara ve Allah katında değerli olan insanlara tevessül ederek ilahî feyze ulaşmak mümkündür.[252]

11. Felçli Kızın Şifa Bulması

Miladî 1995 yılında, (Mart'ın ortalarında) Hz. Mâsu-me'nin doğum günü kutlanıyordu. Ehl-i Beyt’in kerimesi, ziyaretçilerinin kalbine bugün bir kez daha ümit ışığı saçacak; uzun bir müddet geniz rahatsızlığı çeken ve bu rahatsızlık neticesinde sağ ayağı felç olan 11 yaşındaki Mazenderanlı bir kız çocuğu için Allah'tan yine şifa isteyecekti.

Bu küçük kız, birçok doktorun yanında tedavi görmüş ama iyileşememişti. Hüzünlerle dolu bir geleceğe doğru ilerlediğine ve geleceğinin onu karanlığa sürüklendiğine inandığı bir anda temiz kalpli ve saf niyetli bu küçük kız, keramet sahibi Hz. Mâsume tarafından ziyaretine çağrıldı.

Aynı tarihte, bir Cuma akşamı ailesiyle birlikte Hz. Mâsume'nin pak Harem'ine vardı. Hüzünlü anne, sabaha kadar, hasta kızının yanında uyumadan bekledi. Bir yandan dua ediyor, bir yandan yakarıyor, sürekli İmam Musa b. Cafer’in kızı Hz. Mâsume'ye tevessül ediyordu.

Sabah ezanına yakın bir saatte, ayakta dahi durmaya gücü yetmeyen hasta kızının uykudan uyandığını ve bir şey olmamış gibi ayağa kalktığını gördü. Bu duruma şaşıran anne, kızını yürütmeye başladı. Çocuğunun sağlığına kavuştuğunu ve Ehl-i Beyt’in bu kerime hanımının lütfüne mazhar olduğunu anladı.

Bu küçük kızın sağlığına kavuştuğu kesin olarak anlaşıldıktan sonra Fatıma Mâsume'nin Kerametleri kitabında bu olay kaydedildi.

Evet, işte tüm bu kerametler, Allah'ın lütfünün ve inayetinin birer göstergesidir. Eğer bir insan ihlas ve yanık bir kalple adım atarsa, ilahî takdir gereği istekleri karşılanır. Resulullah'ın pak hânedanı, Meryem-i Âl-i Resul ve Ehl-i Beyt’in kerimesi Hz. Mâsume ise, Allah'a giden yolda sadece bir vesiledir.

Bu özel inayetlerin, bu nuranî türbenin tüm ziyaretçilerine nasip olmasını temenni ederiz.[253]

12. Şifa Kadehi

Burası, hürmete şâyan yüceler yurdu ve gaybe açılan gönül kapısıdır. Dua ve münacatlar arasında bazen bir nurun yükseldiği, ardından mübarek bir olayın gerçekleştiği, Ehl-i Beyt’in kerimesi Hz. Mâsume (s.a) tarafından özel bir teveccühle sorunlar içerisine boğulan bir ihtiyaç sahibinin elinden tutulduğu, neticede ihtiyaçlarının ve sorunlarının karşılandığı vesile yurdu işte burasıdır.

Bu kez de, yıllarca ayağı felçli olarak yaşamını sürdüren ama, hem kendisinin hem de ailesinin ümitlerinin yıkıldığı bir anda çaresizliğinin ardından bu hastanın nasıl sürur bulduğunu mütalaa edeceğiz.

Felçli hasta, ümitleri git gide sönmeye başlamışken yüzünü bu yüce türbeye çevirmişti.

Şâban ayının 15. günüydü [İmam Mehdi'nin (a.s) doğum günü] ve 15 Şâban bayramı kutlanıyordu. Felçli hasta, bayram kutlamalarının ardından sapasağlam, yürüyerek evine dönmüştü. Bu olayı kendi ağzından dinleyelim:

"Adım, E. M. Mazenderanlıyım. Meşhed'de ikâmet eden emekli bir memurum. Üç yıl boyunca bel ağrıları çekiyordum ve ayağımı hareket ettiremiyordum. Tedavi için oldukça para harcamama rağmen bir etkisi olmadı. Bu yüzden her şeyden ümidimi kestim.

Sürekli İmam Rıza'nın (a.s) pak türbesine gidiyor dua ve tevessül meclislerine katılıyordum. Ama o hazretin herhangi bir inayeti olmadı. Sonunda kutlu viladet ve imamet gününü kapsayan Şâban ayı geldi çattı. Herkes neşe ve mutluluk içerisindeyken ben ve ailem mutsuzduk.

Böylesi buruk duygularla İmam Rıza'nın (a.s) Harem'ine gittim. Hüzünlü bir kalple son sözümü dile getirerek şöyle dedim: Efendim! Siz, Müslüman olmayanlara dahi inayet ediyorsunuz. Niçin, Şiî olan, sizin feyiz ve kerametinize sarılan benim gibi birine teveccüh etmiyorsunuz? Efendim, ya cevabımı verirsiniz ya da kız kardeşiniz Hz. Mâsume'nin türbesine gider, sizi şikâyet eder ve onu vasıta edinirim, dedim.

O akşam rüyamda Hz. Mâsume'yi (s.a) gördüm. Tam takım bir hicap giymiş, nuranî bir peçe takmıştı. Bana, “Kum'a gel, hastalığına şifa vereceğim” diyordu. Uyandığımda rüyamı aileme anlattım. “Sanırım benim şifam Hz. Mâsume'ye havale edilmiş” dedim. Ama birtakım sebeplerden ve bazı zorluklardan dolayı kesin kararımı veremiyordum.

Birkaç gün geçti. Hz. Mâsume'yi yine rüyamda gördüm. Bu kez, ‘Niçin Kum'a gelmiyorsun?’ diyordu. ‘Siz ki benim durumumu biliyorsunuz! Nasıl geleyim? Eğer mümkünse burada şifa verin’ dedim. ‘Mutlaka Kum’a gelmen gerek’ diye cevap verdi.

Artık Kum'a gitmek için kesin karar almıştım. Şabân ayının 14. günü (26.10.1373 H. Şemsî ve 1995 Miladî) sabah saat 08:00'da, Hz. Mâsume'nin (s.a) Harem'ine vardım. Ziyaretten sonra yorgunluktan uyuyakalmışım. Rüyamda yine Hz. Mâsume'yi gördüm. Siyah bir çarşaf giymişti. Yüzünde de yeşil bir peçe vardı. ‘Hoş geldin oğlum! Şimdi sözüme vefa ediyorum, artık kalkabilirsin’ dedi. ‘Yapamam’ dedim. (Elindeki bardağı uzatarak) ‘Al şu bardaktaki çayı iç ve kalk!’ dedi. Dediğini yaptım. Uyandığımda ayakta durabileceğimi hissettim. Ayaklarımı yere basarak türbesine vardım ve olanca gücümle bağırdım: 'Baba! Hz. Mâsume bana şifa verdi.'

O vakit çevremdeki muhterem ziyaretçiler beni yanlarına alarak mukaddes türbenin sorumlu bürosuna getirdiler. Hz. Mâsume'ye tüm kalbimle teşekkür ediyor, yüce Allah’tan bütün Müslüman hastalara şifa vermesini temenni ediyorum. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.[254]

13. Nahçivanlı Bir Öğrenci

Ayetullah Nasir Mekarim Şirazî, şöyle naklediyor:

“Sovyetler Birliği dağıldıktan ve Müslüman cumhuriyetler özgürlüğüne kavuştuktan sonra, özellikle Nahçi-vanlı Şiîler, Kum İslamî İlimler Havzası'nda dinî eğitim almak üzere bir kısım gençleri Kum'a göndermek için ricada bulundular. İstekleri kabul edildi ve bu alanda büyük bir katılım oldu. Müracaat eden 300 kişi arasından dereceye giren 50 kişi Kum'a gönderildi. Ne var ki, katılımcılardan biri yüksek numara almasına rağmen, gözlerinde olan sorundan dolayı reddedilmişti. Babasının yoğun ısrarları sonucu, sorumlu müdür çaresiz onu da kabul etti.

Nahçivan'dan Kum'a hareket edecek olan talebe kafilesi için özel bir uğurlama merasimi hazırlandı. Öğrenciler için çekim yapılıyordu. Kameraman, çekim sırasında özellikle gözlerinden rahatsız olan gencin üzerinde odaklandı. Genç, gözündeki rahatsızlığı teşhir eden kameramanı fark edince bundan oldukça rahatsız oldu ve üzüldü.

Kafile Kum şehrine vardığında kararlaştırılan medreseye gidildi ve öğrenciler bu medreseye yerleştirildi. Nahçivan'daki olayı unutmayan genç, medreseye yerleştikten sonra Hz. Mâsume'nin (s.a) Harem'ine gitti. Samimi bir kalple ona tevessül etti. O halde uykuya daldı. Rüya aleminde bazı şeyler gördü ve uyandığında gözlerinin iyileştiğini anladı. Medreseye dönünce arkadaşları ve onu tanıyanlar bu gencin gözlerinin iyileştiğini görünce şaşkına dönmüşler, olaydan çok etkilenmişlerdi.

Bu olay üzerine öğrenciler topluca Hz. Mâsume'nin Harem-i Şerif'ine gittiler, saatlerce dua ve münacatla meşgul oldular.

Bu haber Nahçivan’a ulaşınca oradaki Şiîler şifa bulan bu gencin, insanların hidayeti ve Müslümanların inancının güçlenmesi için geri dönmesini rica ettiler.[255]

Ayetullah Erakî'nin Dilinden

Hz. Mâsume'nin mukaddes hareminin sorumlu müdürlüğü tarafından, bu büyük fakihin vefatından birkaç ay önce yanına gittik.[256] Hz. Fatıma Mâsume'nin (s.a) kerametlerinden bildiklerini nakletmesini istedik. Önce kendisi hakkında gerçekleşen kerameti sorduk. Ayetullah Uzma Şeyh Muhammed Ali Erakî (r.a) şunları anlattı:

14. Elimin İyileşmesi

1- Elim şişer, iltihaplanır ve çok kötü kaşınırdı. Bu yüzden devamlı yanımda teyemmüm toprağı taşımak zorunda kalırdım. Zira, abdest alamıyordum. Yapılan tedaviler de etkili olmuyordu. Hz. Mâsume'ye (s.a) tevessül ettim. Elime eldiven giymem konusunda ilham olundum. Öyle yaptım, iyileşti.

15. Felçli Bir Seyidin Şifa Bulması

Ayetullah Erakî’den başkaları hakkında gerçekleşen kerametleri sorduk. Şöyle devam etti:

2- Hacı Şeyh Abdülkerim Hâirî (r.a) döneminde, Hacı Cemal Hejber adında felçli bir seyit vardı. Muharrem ayının birinci gününden onuncu gününe kadar Ayetullah Hâirî tarafından Feyziye Medresesi'nde düzenlenen Âşura merasimlerine katılmak için yakın dostlarının sırtında buraya getirilir, merasimin ardından yine dostlarının sırtında evine götürülürdü.

Abdülkerim Hâirî’nin açık sözlü hizmetçisi Seyit Ali Seyf, bir gün ona ‘Eğer doğru söylüyorsan ve seyitsen niçin halka zahmet veriyorsun? Git, Hz. Mâsume'den (s.a) sana şifa vermesini iste!’ demiş, bu söz, Seyit Cemal’e çok derin etki etmişti. Bunun üzerine Harem'e giden Seyit Cemal, sarığının ucunu türbeye bağmış ve ‘Şifa buluncaya dek buradan gitmeyeceğim' demişti.

O gün uykuya daldı. Rüyasında şifa buldu ve eline bir parça kağıt verilerek ‘Bu kâğıdı Hacı Seyit Hüseyin Alevî’ye ver’ denildi. Uyanınca kâğıdın elinde olduğunu gördü. Ama kâğıdı açıp bakmaya cesaret edemedi. Soranlara, ‘Bu kâğıdı hiç kimseye, hatta Abdülkerim Hâirî’ye dahi vermem! Hacı Seyit Hüseyin’e vermeden kimseye göstermem’ diyordu. O günden bugüne kâğıtta ne yazıldığı bilinmiyor.

16. İmam Rıza'nın Hz. Mâsume'yi Tavsiye Etmesi

3- Hacı Şeyh Ali Tahranî’nin[257] Hacı Ali Şalfuruş adında tüccar bir kardeşi vardı. Şalfuruş, kardeşinin Necef’te tahsilini sürdürdüğü yıllarında her ay düzenli olarak ona 50 Tümen gönderirdi. Bu para, o zamanlar oldukça değerli bir meblağ idi.

Bu durum Şalfuruş ölünceye kadar devam etti. Nihayet Şalfuruş öldüğünde cenazesi Kum'a götürüldü. Hz. Mâsume'nin (s.a) haremindeki Büyük Avlu'nun kıble tarafında bulunan kendisine ait kabre defnedildi.

O günlerde Meşhed'de ikâmet eden Hacı Şeyh Ali Tahranî, telgraf vasıtasıyla kardeşinin ölümünden haberdar olunca kendi kendine “Şimdi de kardeşimin hizmetlerini telafi etme zamanıdır” diyerek, İmam Rıza'nın (a.s) haremine gitti ve türbenin ayak ucunda İmam'a şöyle yakardı: “Kardeşim ömrü boyunca bana hizmet etti. Bense bir kere dahi telafi edemedim. Sadece size geldim ve sizden vefat eden kardeşime yardım etmesi için Hz. Mâsume'ye tembih etmenizi istiyorum.”

Bu olaydan hiç haberi olmayan başka bir tüccar, rüyasında kendini Hz. Mâsume'nin (s.a) türbesini ziyaret ederken görür. Rüyada, İmam Rıza'nın (a.s), kız kardeşini ziyaret etmek ve Hacı Şeyh Ali Tahranî’nin kardeşine yardım etmesini istemek için Kum’a geldiğini duyar. Uyandığında bu rüyanın ne anlama geldiğini anlamaz.

Bunun üzerine rüyasını Hacı Şeyh Ali’ye anlatır. Hacı Ali ona der ki: “Senin rüya gördüğün akşam ben, İmam Rıza'ya (a.s) tevessül etmiştim. Bu yüzden senin rüyana etki etmiş. Gördüğün rüya, doğru bir rüyadır.”

Merhum Ayetullah Uzma Seyit Muhammed Taki Hansarî, bu olayı işittiğinde şöyle demişti: Bu rüyadan anlaşıldığı kadarıyla Kum, Hz. Mâsume'nin güvencesi altındadır. İmam Rıza'nın (a.s) olaya direkt olarak müdahale etmeyip, bu konuda Hz. Mâsume'yi tembih etmeye gelmesinin nedeni de bu olsa gerek.[258]

17. Hz. Mâsume'nin (s.a) Kendi Meddahına Lütfü

4- Kum şehrinin önde gelen hatiplerinden Ağa Hasan İhtişam (Merhum Seyit Cafer İhtişam’ın oğlu) ve babası, Şeyh İbrahim Sahib Zamanî-i Tebrizî’nin[259] dilinden şöyle naklederler:

“Biz, minber ehli olarak tatillerde bir araya gelir, karşılıklı mersiyeler okurduk. Bir gün rüyamda Hz. Mâsume'nin harem-i şerifine girmek istedim. Hz. Mâsume'nin Hz. Fatıma (s.a) ile türbede baş başa konuştukları için girişin yasak olduğunu söylediler. Bunun üzerine onlara, ‘Annem seyitti, ben onlara mahremim’ dedim. İçeri girmeme izin verdiler. İki hâtun da türbede oturmuş sohbet ediyordu. Hz. Mâsume'nin Hz. Zehra’ya şöyle söylediğini duydum: ‘Hacı Seyit Cafer İhtişam, benim için methiyede bulundu. Genelde bu methi Hz. Zehra hakkında okurdu."

Şeyh İbrahim, rüyasını Hacı İhtişam'ın da aralarında bulunduğu diğer arkadaşlarına anlattı. Hacı İhtişam, ‘O şiirden aklında olan var mı?’ diye sordu. Şeyh İbrahim, ‘Evet, şiirin sonunda 'Sen Musa b. Cafer’in kızısın' mısrası vardı' diye cevap verince Hacı İhtişam hüngür hüngür ağlamaya başladı ve ‘Evet! Benim şiirimde bu cümle vardı' dedi.

İhtişam, Kum’un önde gelen hatiplerinden ve etkin meddahlarından biriydi. Bütün mersiyelerinde kendisi de çok içten ağlardı.

Hacı İhtişam’ın oğlu Hasan İhtişam şöyle der: Ona, her ne kadar ‘Her şair şiirini bitirirken kendi adına dilek ve temennide bulunur. Sen de kendin için bunu yap!' dediysek de kabul etmedi. Sonunda yoğun ısrarlarımıza dayanamayarak şu şiiri okudu:

Ey Fatıma, aziz kardeşinin canı için

Lütfet İhtişam'a görkemli yeşil sarayı

Oğlu, gerçekten de yeşil saraya kavuştuğunu söyledi. Bunun nasıl olduğunu sorduklarında da şöyle dedi: "Ayetullah Mer'aşî’nin namaz kıldığı yeri yeşile boyamış ve yeşil mermerle döşemişlerdi. Daha sonra Hacı İhtişam’ın cenazesini mescidin bu bölümüne defnettiler."[260]

Bu dört örnek, büyük fakih Ayetullah Uzma Muhammed Ali Erakî’nin dilinden nakledilmiştir. Döneminin Salman’ı sayılan bu zât-ı muhteremin sözlerinde kesinlikle şüphe etmiyoruz.

18. Hz. Ebulfazl'ın İnayeti

Kadının biri uzun bir müddet ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Yakınlarından, onunla ilgilenenlerden biri de onun bu hâline çok üzülüyordu.

Tedaviler hiç fayda etmemişti. Bütün umutları bir bir kaybolunca Hz. Mâsume'nin haremine sığınıp tevessül etmeye başladı. Bir müddet böyle devam etti.

Bir akşam, rüyasında Hz. Mâsume'yi gördü. Hazret, yanına gelerek ona şöyle demişti: “Hastanı türbeme getir! (Eliyle bir yeri işaret ederek) bu özel mekânda bırak. Amcam Hz. Abbas ziyaretime gelecek. Hastanın şifasını ondan isteyeceğim.”

Kadın, olayın devamını şöyle anlatır: Uyandığımda çok sevinçliydim. Hz. Mâsume'nin dediklerini aynen yerine getirip hastamı Harem-i Şerif'in özel bölümüne götürdüm. Hastamız orada oturunca iyi olduğunu hissetti. Bir süre sonra sevinçle “İyileştim, şifa buldum” diye bağırdı.[261]

19.Yeni Bir Keramet Daha

Hz. Mâsume'nin (s.a) Harem-i Şerif'inin sorumlu müdürü Ayetullah Mesudî, 21 Deymah 1380 H. Şemsî (2002 Miladî) Cuma günü sabah saat 09:30'da Kum şehrinin yerel televizyonunda yaptığı konuşmada şöyle diyordu:

“On beş gün önce Türkçe konuşan birkaç kişi ofisime geldi. Farsça bilmediklerinden bir tercüman çağırdık. 15 yaşında genç bir kız ve orta yaşlı bir anne karşıma geçip başlarından geçeni anlatmaya başladılar. Anne, ‘Bu, benim kızım. Bir yıldır psikolojik rahatsızlığı vardı. Doğal davranmıyordu’ dedi. ‘Belgeniz var mı?” diye sordum. İçerisinde film, reçete ve tahlil belgeleriyle birlikte doktorların raporlarının yazılı olduğu bir dosya sundu. Belgeler incelendi ve doğru olduğu anlaşıldı. Hepsi,  kızın ciddi manada ruhsal sorunu olduğunu gösteriyordu.

Anne, olayı şöyle anlattı:

Bir gece kızım ansızın uykudan uyanarak, "Beni Kum'a görür" dedi. Biz, Zencan’a bağlı bir köyde yaşıyoruz. Durumumuz iyi olmadığından, "Kızım! Yol masraflarını karşılayacak paramız yok!" dedim. Kızım "O halde küpelerimi satın" dedi. Ben de kabul ettim ve küpelerini sattım. Bu parayla Kum şehrine hareket ettik. Sabah vakti Harem'e vardık. Türbeye yaklaşıp Hz. Mâsume'ye (s.a) tevessül ettim. Bir yandan ağıtlar okuyor, bir yandan ağlıyor, bir yandan da kızımın şifa bulmasını diliyordum. Kızım da ağlıyor, ağlarken dahi hastalığı yüzünden belli oluyordu. Ansızın kızımın bağırdığını gördüm. "Ne oldu?" diye sordum. "Burada on, on iki erkek gördüm; bana 'kalk' diyorlardı. Ben de onlara 'kalkamam’ diye bağırdım" dedi.

Bir süre sonra kızım eski hâline geri döndü ve sustu. Aradan bir süre daha geçmişti ki bu kez çığlık atarak ayağa kalktı ve "İyileştim!" diye bağırdı. Nedenini sorduğumda şöyle dedi: "O adamlar tekrar bana gelerek, ‘Bir hanımefendi gelecek ve sen onun eliyle şifa bulacaksın’ deyip gittiler. Çok geçmeden hanımefendi geldi. Bana ‘Kalk!’ diye buyurdu. ‘Yapamam’ dedim. Bunun üzerine ‘Kalk! Sen artık hasta değilsin’ dedi."

O sırada ofisimde bulunan kız ağlayarak şöyle dedi: “Ben, bir yıldır hiçbir şeyi anlamıyordum. Şimdi her şeyi anlıyorum.”

Kızın annesine dedim ki: “Belki de sadece şu an için iyi oldu, daha sonra eski rahatsızlığına geri dönebilir. Siz gidin, bir hafta sonra yeniden gelin ve durumu anlatın.”

Bu teklifimi kabul ettiler. Ben de yol masraflarını karşıladım. Bir hafta sonra Zencan’dan döndüler. Hasta olan kız, “Şifa bulduğum andan itibaren daha iyi oldum, hiçbir rahatsızlığım kalmadı” dedi.

O gün, Hz. Mâsume (s.a)’nın şifa verdiğine kesin olarak inandık. Bu olaydan halkı da haberdar etmeleri için hademelerden nakkâre çalmalarını istedik.

Bir süre sonra nakkareler çalındı ve halk, bu olaydan haberdar oldu.

20. Hz. Mâsume'nin (s.a) Şehitlere Hizmet Eden Kimseye İnayeti

Hz. Mâsume'nin (s.a) harem-i şerifinin hizmetçilerinden Seyit Ebulfazl  Razavizâde şöyle anlatır:

“Savaşın başlarıydı. Şehit cenazelerini Hz. Mâsume-'nin Harem-i Şerif'ine getirirler, sonra defnedilecek yere götürürlerdi. Onların matem meclislerini elimden geldiği kadar, mersiye ve sinezenîlerle Allah rızası için canlı tutmaya çalışırdım.

Bir gece, Ehl-i Beyt (a.s) meddahlarından Eş'arî bana, “Seyit, Çarşamba günü Tevessül duası için Şeyhân Kabristanı'na gel, işim var” dedi. Oraya gittim. Dua merasiminden sonra “Annem, şehit kardeşimi rüyasında görmüş. "Seyit Ebulfazl öldü mü yoksa yaşıyor mu? diye seni sormuş" dedi. Annem de ona “Niçin onu soruyorsun?” diye sormuş. O da şöyle yanıt vermiş: “Şehitler kervanına katıldığımda hepsi benden seyidi sordular. Ona dua ettiler ve dediler ki: 'Seyit iyi bir insan. Şehitlerin cenaze merasiminde çok hizmet ediyor. Bu yüzden Hz. Mâsume (s.a) ve İmam-ı Zaman'ın (a.f) teveccühünü kazanmış. Biz ondan razıyız."

Hz. Mâsume'nin (s.a) Türbesinin Tarihçesi

Hz. Mâsume'nin (s.a) pak vücudu eskiden "Bablân" adı verilen bugünkü yerine defnedildiğinde Eş’arîler mezarın üzerine hasırdan gölgelik yaptılar. Hicrî III. yüzyılın ortalarında İmam Cevad'ın (a.s) kızı Zeyneb, buraya gelerek türbeye alçı, çimento ve taştan bir kubbe yaptırdı. Zamanla ilk kubbenin yanına iki kubbe daha yapıldı. Üçüncü kubbenin altına da İmam Cevad'ın (a.s) kızı Zeynep defnedildi.

Bu üç kubbe Hicrî 457 yılına kadar vardı. Aynı yıl büyük alim Şeyh Tûsî’nin (ö. 460 H.) teşviki ile Büyük Tuğrul'un veziri Mir Ebulfazl Irakî, bu kubbelerin yerine büyük bir kubbe yaptı.

Safevîler Dönemi

Türbe, Safevî hânedanlığına[262] kadar eski şekliyle kaldı. Yani o dönemler Hz. Mâsume'nin türbesi ve bugünkü eyvanları yoktu. Eski ve yeni avlular da henüz yapılmamıştı. Hz. Mâsume'nin (s.a) mukaddes türbesinin büyük bir bölümü Safevîler döneminde onarıldı.

Hicrî 925 yılında I. Şah İsmail, türbenin kuzeyinde yer alan Altın Eyvan'ı yaptırdı. Eski Avlu'nun (küçük avlu) da temelini attı. Şah İsmail’den sonra I. Şah Tahmasib, seramikten bir zerih yaptı. Eski avluya bitişik olan Feyziye Medresesi'nin güneyindeki eyvan da onun eseridir.

1077 yılında Şah Sufî, bugün Tabatabaî Mescidi adı verilen ve eskiden çatısı ve kubbesi bulunmayan kadınlar avlusunun kubbesini yaptı.

Türbenin güneyinde yer alan bu avlu, Şah Abbas, Şah Süleyman ve Şah Sultan Hüseyin'in mezarlarına giden özel yol oldu. Daha sonra Şah Abbas, türbeye beyaz çelikten bir zerih yaptırdı. Günümüzdeki zerih, aynı zerih olmakla beraber üzerine daha sonra gümüş kaplamalar ilave edilmiştir.

Kacarlar Dönemi

Safevî hânedanlığının ardından Kacarlar dönemine kadar[263] türbe ve etrafında önemli bir değişiklik olmadı.

Hicrî 1218 yılında Fethali Şah on iki bin kerpiç ile kubbeyi yenileyerek üzerini altınla kapladı. 1236 yılında da Mescid-i Bâlaser inşa edildi.

1275 yılında Şah Abbas’ın beyaz çelikten yaptırdığı zerihe gümüş kaplama yapıldı. 1276 yılında Şah İsmail Safevî Eyvanı, altınla kaplandı. Hicrî XIII. yüzyılın sonlarına doğru İbrahim Emin Sultan, Yeni Avlu'nun (büyük avlu) temelini attı. Daha sonra oğlu İran sadrazamı Mirza Ali Asker Han Atabey, Nasruddin Şah saltanatı sonlarına doğru Hicrî 1303 yılında avlunun inşasını tamamladı.[264]

Back Index Next