Back Index Next

Cebrail'e 'Ey dost, bu kimin sarayı?' diye sordum. ‘Bu saray, amcazâden ve vasisin Ali b. Ebu Talib'indir. Ali Şiası dışında tüm insanlar, kıyamette yalın ayak ve çıplak bir hâlde gelirler. O gün insanlar annelerinin adıyla çağrılırlar. Ama Ali Şiîleri, babalarının adlarıyla çağrılırlar' dedi.

Ey dost, bu sözün anlamı nedir, diye sordum. Bunun üzerine şöyle dedi: Şiîler, Ali'yi sevdiklerinden asil ve soylu olarak doğarlar.[214]

3- Hz. Mâsume birkaç vasıtayla Hz. Peygamber'in (s.a.a) halası Safiye'den şöyle nakleder: “İmam Hüseyin (a.s) dünyaya geldiğinde Hz. Peygamber (s.a.a) bana, "Ey halacığım, çocuğumu bana getir" dedi. Henüz onu yıkayıp temizlemediğimi söyleyince, ‘Sen mi onu temizleyeceksin!? Şüphesiz, yüce Allah onu pak ve temiz kılmıştır’ buyurdu.”[215]

4- Hz. Mâsume, Sâve'de hastalandığında “Beni Kum'a götürün. Çünkü babamdan işittim; 'Kum, bizim Şiîlerimizin merkezidir' buyurdular.[216]

5. Hicrî 1306 yılında Mısır'da basılan el-Lulu's-Semine Fi’l-Âsari'l-Mûninatü’l-Merviyye kitabında şöyle rivayet edilir:

Musa b. Cafer’in kızı Fatıma (Mâsume), Cafer b. Muhammed es-Sadık’ın kızı Fatıma'dan, o da Muhammed b. Ali el-Bâkır’ın kızı Fatıma’dan, o da Ali b. Hüseyin es-Seccad’ın kızı Fatıma'dan, o da Ebu Abdullah el-Hüse-yin’in kızı Fatıma’dan, o da Emirül Müminin'in (İmam Ali) kızı Zeyneb'den, o da Allah Resulü'nün (s.a.a) kızı ve annesi Fatıma Zehra'dan şöyle nakleder: Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Bilesiniz ki, kim Muhammed Ehl-i Beyt’inin sevgisi üzere ölürse şehit olarak dünyadan göçmüştür."[217]

Üstte nakledilen beş rivayetten anlaşılan şudur ki; Hz. Mâsume, mesajlarıyla Şianın haklılığını tebliğ etmiş, Ali (a.s) Şiasına olan sevgisini açıkça beyan etmiş ve Şianın kutsal ideallerini korumaları için mükafatlarını açıklayarak onları inançlarında sağlamlaştırmıştır.

6- Hz. Mâsume'nin Haremi Hz. Zehra'nın (s.a) Mezarının Tecelligâhıdır

Merhum Ayetullah Uzma Necefî Mer'aşî şöyle anlatır: Babam merhum Ayetullah Allame Seyit Mahmud Mer'aşî, Necef’te yaşıyordu. Ninesi Hz. Fatıma Zehra'nın (s.a) mezar-ı şerifinin yerini bulmayı çok istiyordu. Bu yüzden Hatm-i Mücerreb’[218] duasını yerine getirmeye karar verdi. Hz. Zehra'nın kabrinin yerini bir şekilde öğrenmek için düzenli olarak kırk gece bu duayı tekrarladı.

Kırkıncı gece, duayı hatmetti. Allah’a tevessül edip yakardıktan sonra yatağına girerek uyudu. Rüyasında İmam Bâkır’ı [veya İmam Cafer Sadık'ı] (a.s) gördü.

İmam ona rüyada, "Ehl-i Beyt’in kerimesine tevessül et” buyurur. Merhum, "Ehl-i Beyt’in kerimesi"nden kastın Hz. Zehra (s.a.) olduğunu zannettiğinden "Evet, kurban olayım! Zaten ben de Hz. Zehra’nın kabr-i şerifinin yerini tam olarak öğrenmek ve onu ziyaret etmek istediğimden bu duayı kırk gece hatmettim" der.

Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurur: Benim maksadım Hz. Mâsume'nin Kum'daki kabr-i şerifidir. Bazı maslahatlar gereği Allah, Hz. Zehra'nın kabrinin daima gizli kalmasını istedi. Bu yüzden Hz. Mâsume'nin kabrini de Hz. Zehra'nın (s.a) kabrine tecelligâh kıldı. Hz. Zehra'nın kabrinin yeri bilindiği taktirde ne kadar azamet ve görkemi olmalıysa, aynı görkem ve azameti Allah, Hz. Mâsume'nin kabr-i şerifine vermiştir.

Bu rüya üzerine Merhum Ayetullah Seyit Mahmud Mer'aşî, uykudan uyandığında Hz. Mâsume'yi ziyaret etmek için Kum'a gitmeye karar verdi. Tüm aile fertleriyle birlikte Necef'ten Kum'a doğru yola çıktı. Hz. Mâsume’nin türbesini ziyaret ettikten sonra Necef’e geri döndü.[219]

Ayetullah Seyit Muhammed Mer'aşî Hicri 1338 yılında Necef’te vefat etti. Ama değerli oğlu Ayetullah Uzma Seyit Şahabuddin Necefî Mer'aşî, Kum'a gelerek Hz. Mâsume'nin Harem-i Şerif’i civarında 66 yıl İslamî ilimlerle meşgul oldu. Fıkhî, kültürel, sosyal, siyasal vb. hizmetlerden sonra Hicrî 1411 yılında, Sefer ayının 8. günü 96 yaşında Kum kentinde vefat etti. Kabr-i şerifi büyük ve eşsiz kütüphanesinin kenarında bulunmaktadır.

Bu ilginç ve istisna olay, Hz. Mâsume'nin azamet ve üstünlüğünü, ninesi Hz. Zehra'nın (s.a) mübarek varlığı bir yansıması olduğunu göstermektedir. Hz. Mâsume’nin türbesinin Hz. Zehra'nın kabri şerifinin manevi celal ve görkemine sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Dikkat etmek gerekir ki bu rüyayı bir taklit mercii, müçtehit olan babasından nakletmektedir. Ayrıca Masum İmamı rüyada görmek, o rüyanın doğruluğunu gösterir.

7- Özel Ziyaretnâme

Hz. Mâsume'nin istisnai bir azamete sahip olduğuna dair şahitlerden biri de İmam Rıza'nın (a.s) Hz. Mâsume hakkında buyurduğu özel ziyaretnâmedir. Hz. Fatıma Zehra'dan (s.a) sonra, hakkında masum İmam tarafından ziyaretnâme naklolunan tek hatun, Hz. Mâsume’dir. Hz. Zeyneb, yüce bir makama sahip olduğu halde mâsum imamdan kendine has bir ziyaretnâme nakledilmemiştir. Aynı şekilde Peygamber ailesinden diğer büyük hanımlar için de böyle bir şey yoktur.

Allame Meclisî bazı ziyaret kitapları kanalıyla Ali b. İbrahim'den, o da babasından, babası da Saad Eş’arî Kummî'den şöyle nakleder:

“İmam Rıza'nın (a.s) hizmetinde idim. Bana, ‘Ey Saad, sizin orada (Kum'da) bize ait bir mezar var’ dedi. Saad, ‘Feda olayım! Acaba kastınız Musa b. Cafer'in kızı Fatıma mıdır?’ diyince, 'Evet. Kim onu hakkıyla, tanıyarak ziyaret ederse cenneti hak eder' buyurdular."

Daha sonra İmam Rıza (a.s) Hz. Mâsume'nin kabrinin nasıl ziyaret edileceğini Saad’a şöyle anlattı: Kabrin kenarına vardığında baş tarafında kıbleye dönerek dur ve 34 defa 'Allahu Ekber', 33 defa 'Subhanallah' ve 33 defa da 'Elhamdulillah' dedikten sonra şöyle söyle:

“Esselamu alâ Adem'e safvetillah ...”[220]

Bu ziyaretin bir diğer özelliği de, İmam Rıza (a.s)'ın buyurduğu gibi 34 defa tekbir, 33 defa tesbih, 33 defa da hamd söylenmesidir. Buna benzer bir emir, diğer ziyaretlerde görülmemektedir.

Ziyaretin 'Allahu Ekber' cümlesiyle başlamasının sebebi ise, ziyaretçinin bu iki dünya hatununu ziyaret ederken cânı gönülden yüce Allah’ın birliğine ve münezzeh olduğuna ikrar edip O’na şükrettikten sonra ziyarete başlanması gerektiğidir. Ziyaretçi, bu manevî hâliyle Hz. Mâsume ile irtibat kurmalıdır.

Bu, Allah'ın salih kullarının azamet ve üstün dereceleri karşısındaki en güzel haldir. Temiz bir ruhla, saf bir kalple, her türlü şüphe ve çirkinliklerden arınmış bir şekilde ziyaret etmeli ve bu vesileyle güzel sonuçlar almalıdır.

8- Mesaj İçerikli Lakapları

Hz. Mâsume hakkında iki çeşit ziyaretnâme nakledilmiştir. Birincisi Allame Meclisî'nin İmam Rıza’dan (a.s) naklettiği meşhur ziyaretnâmedir.[221]

Diğeri ise Şeyh Muhammed Ali b. Hüseyin Katuziyan’ın Envarü’Muşaşain[222] adlı eserinin 1. cildinde naklettiği ziyaretnâmedir. Bu ziyaretnâmenin bir bölümünde Hz. Mâsume'ye hitaben şöyle deriz:

“Selam olsun sana ey Tâhire (pakize), ey Hamîde (övülen), ey Berra (iyi huylu), ey Reşîde (kemale eren), ey Takiyye (takvalı), ey Nakiyye (temiz/ seçkin), ey Raziyye (liyakat sahibi) ve ey Merziyye (beğenilen)…[223]

Bu bölümde, Hz. Mâsume'nin her biri bir mesaj içeren lakaplarından sekizine değinilmiştir. Bunlar onun parlak hayatının sahip olduğu yüce değerleri anlatmaktadır. Zira onun bütün hayatı, amelleri, sözleri, düşünceleri; sadakat, temizlik, liyakat, irfan ile Allah’ın, Peygamberinin ve İmamların rızasını kazanmak üzere kurulmuştur.

9- Hz. Mâsume'nin Şefaati

Daha önce, İmam Cafer Sadık’tan, Hz. Mâsume'nin doğumu ve Kum şehrinde vefat edeceğine dair nakledilen rivayetin devamında şöyle gelmiştir:

"Adı, Musa (a.s) kızı Fatıma’dır. Onun şefaatiyle tüm Şiîlerimiz cennete girecektir."[224]

Bu rivayet, Hz. Mâsume'nin şefaatinin tüm Şiîleri kapsayacağını söylemektedir. Bu ise, o hatunun ne kadar büyük azamete sahip olduğunu göstermektedir.

İsfahan'ın Devletâbad kasabasının büyük alimlerinden Ayetullah Muhammed Nasirî Devletâbadî, babası Merhum Ayetullah Muhammed Bâkır Nasirî'den (ö. 1407 H.) şöyle nakleder:

Hicrî 1295 yılında Kum civarında kuraklık ve kıtlık oldu. Bu durum halkı bezdirdi. Sonunda içlerinden 40 dindar kişi seçerek Kum'a gönderdiler. Bunlar Hz. Mâsume'nin haremine giderek Allah'tan yağmur göndermesi için ona tevessül ettiler. Üçüncü gün onlardan biri, Merhum Ayetullah Uzma Mirza Kummî'yi (ö.1231 H.)[225] rüyasında görür. Ayetullah Mirza ona “Siz neden burada bekliyorsunuz?” diye sorar. O da “Bir süredir bölgemize yağmur yağmıyor. O yüzden buraya sığındık ve Hz. Mâsume’ye tevessül ettik” der.

Bunun üzerine Mirza Kummî şöyle der: Sadece bunun için mi burada toplandınız!? Bu önemli bir şey değil. Bu kadarı bizim de elimizden gelir. Bu gibi işlerde bize başvurun. Ama eğer tüm dünyanın şefaatini istiyorsanız, ancak o zaman kıyamet gününün şefaatçisi olan bu hâtuna (Hz. Mâsume'ye) tevessül edin.”

10- Hz. Mâsume'nin Mezarını Ziyaret Etmenin Sevabı

Hz. Mâsume'nin kabrini ziyaret etmenin mükâfatı hakkında mâsum imamlardan çok sayıda rivayet nakledilmiştir. Hz. Mâsume'nin azametini gösteren sekiz rivayeti burada naklediyoruz:

1- İmam Cafer Sadık (a.s) bir konuşmasında şöyle buyurdu: Kim onu (Hz. Mâsume’yi) ziyaret ederse cennet ona farz olur.[226]

2- Yine İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurdular: “Şüphesiz, onun ziyaretinin karşılığı, cenneti kazanmaktır.”[227]

3- Saad b. Saad Eş’arî şöyle der: Hz. Mâsume'nin kabrini ziyaret etmenin mükâfatını İmam Rıza'dan (a.s) sorduğum. Şöyle buyurdu: "Kim onu ziyaret ederse mükâfatı cennettir."[228]

4- Diğer bir yerde ise, İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: "Kim hakkıyla ve makamını bilerek onu ziyaret ederse mükâfatı cennettir."[229]

5- İmam Rıza (a.s) diğer bir yerde şöyle buyuruyor: "Kim Mâsume'yi Kum'da ziyaret ederse, beni ziyaret etmiş gibidir."[230]

6- Şiîlerden biri İmam Rıza'nın (a.s) nuranî mezarını ziyaret için Horasan'a gitmişti. Ziyaret ettikten sonra Hemedan üzerinden Kerbela'ya doğru yola koyuldu. Yolculuk esnasında rüyasında İmam Rıza’yı gördü. İmam ona şöyle buyuruyordu: Kum'a uğrayıp kız kardeşimin mezarını da ziyaret etseydin ne olurdu?[231]

7- Mevla Haydar Hansarî, İmam Rıza’nın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: Kim benim ziyaretime gelemezse Rey’de kardeşimi (Şah Abdulazim'in mezarının yanında bulunan Hamza’nın mezarını) veya Kum’da kız kardeşimi (Hz. Mâsume'yi) ziyaret etsin. Onları ziyaret eden beni ziyaret etme sevabına ulaşır."[232]

Kısa Bir Açıklama:

Açık bir dille Hz. Mâsume'nin yüce makamını ortaya koyan bu rivayetler, aynı zamanda birtakım önemli noktalara da işaret etmektedir.

Örneğin, onu ziyaret edene cennetin farz oluşu, bu ziyaretin karşılığının cennet olması, ziyaretçinin yerinin cennet olması, Hz. Mâsume’yi ziyaret etmenin İmam Rıza’yı (a.s) ziyaret etmeye eşit olması ve İmam Rıza’nın (a.s) Hz. Mâsume’nin ziyaretine gitmeyen Şiî’den onu ziyarete gitmesini istemesi, bu noktalardandır.

Nitekim, Hz. Mâsume'nin ziyaretini birden fazla imamımız tavsiye etmiştir. Naklolunan rivayetlere göre İmam Cafer Sadık, İmam Rıza ve İmam Cevad (a.s), Hz. Mâsume'yi ziyaret etmenin önemini vurgulamışlardır. Dikkat çeken bir nükte de İmam Sadık’ın, Hz. Mâsume henüz doğmadan ve hatta babası İmam Kâzım (a.s) dünyaya gelmeden önce bu tavsiyede bulunmuş olmasıdır.

Beşinci rivayette ilgimizi çeken bir konu da Hz. Mâsu-me'nin mezar-ı şerifini ziyaret etme mükâfatının mâsum imamı [İmam Rıza (a.s)] ziyaret etme mükâfatı kadar karar kılınmış olmasıdır.

Zeyd Şahham İmam Sadık'tan (a.s) “Sizlerden birini ziyaret edenin mükâfatı nedir?” diye sorduğunda İmam (a.s) şöyle buyurdu:

"Hz. Peygamber’i (s.a.v) ziyaret etmiş gibidir."[233]

İmam Rıza (a.s) şöyle buyurur: Gusüllü olarak beni ziyaret eden, annesinden doğmuş gibi günahlarından arınır."[234]

İlham Verici İki Nükte

1- Bunca makamın sebebi ne?

Hz. Mâsume hakkında yazılan onca sözden sonra, "Bunca makamın ne gereği var, niçin Hz. Mâsume diğer kız kardeşlerinden daha üstün?" şeklinde sorulabilir.

Ancak, cevap olarak şunu söylememiz gerekir ki, bu sorular Hz. Fatıma Zehra (s.a.) için de geçerlidir. Bu iki hâtun, ailevî ve zâtî üstünlüklerine ilaveten iman ve amel bakımından da seçkin şahsiyetlerdirler. Onlar bu doğrultuda ve kendi seçimleriyle yüce insanî değerlere ulaştılar; irfanları, maarif ve amelleriyle de insanlığı aydınlattılar.

Hz. Mâsume ilim, irfan, iman ve siyaset sahneleri yanı sıra velayet makamını savunma konusunda da seçkin bir şahsiyettir. Nitekim, bu uğurda da şehit olmuştur.

O, Kum'da kaldığı on yedi gün içerisinde Allah'a yakarmakla ve ibadetle meşguldü. Hz. Mâsume'nin korunarak günümüze kadar gelen bu ibadetgâhına Beytu'n-Nur adı verilir. Bugün burası, Kum'un Mir Meydanı’nda bulunan Settiye Medresesi'nde koruma altındadır.

Hz. Mâsume'nin 28 yıllık ömrü, bereketlerle doludur. Kum'da on yedi gün kalması Kum'un ilim merkezi haline gelmesindeki en büyük sebeplerden biridir. Bu ilim merkezi, şimdiye kadar İslam dünyasına on binlerce ilim adamı kazandırmıştır.

İmam Rıza’nın (a.s) sahabesi Zekeriya b. Adem ve İmam Hasan Askerî'nin (s.a) vekili Ahmed b. İshak'tan, Mirza Kummî, Ayetullah Şeyh Ebul Kâsım Kummî, Ayetullah Hâirî, Ayetullah Sadr, Ayetullah Seyit Muhammed Taki Hansarî, Ayetullah Hüccet, Ayetullah Burucerdî, Ayetullah Seyit Ahmed Hansarî, Ayetullah Gulpaygânî, Ayetullah Necefî Mer'aşî, Ayetullah Erakî, Allame Tabatabaî, Şehit Murtaza Mutahharî, Ayetullah Ruhullah Musevî Humeynî (Allah makamlarını yüksek etsin) vb. gibi seçkin şahsiyetlere kadar Kum'a daha sonra gelen taklit mercileri ve İslam düşünürleri, bunlardan bazılarıdır.

Bu seçkin şahsiyetler ve daha niceleri, Peygamber (s.a.a) hanedanının bilge hatunu Hz. Mâsume'nin Kum'daki varlığının bir bereketi olarak İlim Havzası'na merkeziyet kazandırmışlar ve bu şehri adeta bir fazilet şehrine dönüştürmüşlerdir.

Yüce Allah'ın rahmeti, tüm peygamberlerin, imamların (a.s), evliyaların ve gerçek mücahitlerin içten selamı velayet güneşinin parlak nuru ve sürekli akan Kevser membaının billur suyu o yüce hâtuna olsun.

Sözün kısası, insanı yüce makamlara ulaştıran, iman ve ameldir. İmam Bâkır (a.s) bu konuda şöyle buyuruyor: "Allah'a ant olsun ki takvası olmayan ve Allah'a itaat etmeyen bizim Şiî'miz değildir."[235]

Yine şöyle buyuruyor:

"Bizim velayetimize ancak iyi amel ve takvayla ulaşılır."[236]

2- İslam’ın ve Müslümanların kadına verdiği değer

Tarih boyunca bütün dinlerde aşırıcılık ve tefritle kadınlara zulmedilmiştir. Ancak İslam, tam ve adaletli bir şekilde kadınlara haklarını vermiş ve onları çöküşe götüren her türlü yapmacık şeylerden korumuştur.

Hz. Hatice, Hz. Fatıma, Hz. Zeyneb ve Hz. Mâsume gibi örnek kadınlardan övgüyle söz etmesi, en güzel ve içten duygularla onlara karşı saygı ve sevgi göstermesi, bu İslamiyet'in kadınlara verdiği değeri en güzel şekilde ortaya koymuştur. Bu değerler, bize şunu göstermektedir ki, semavî makamları elde etmenin yolu ne kadın veya erkek olmak, ne de siyah veya beyaz bir tene sahip olmaktır. Aksine, İslam'da ölçü, takva ve ameldir.

Hz. Mâsume'nin Kum'daki görkemli türbesine olan büyük ilgi ve saygı, İslam’ın kadınlara verdiği değerin bir örneğidir. İslam’ın kadınlara fazla değer vermediğini savunanlara cevap olarak amelen kanıtlanan bu saygı, örnek gösterilebilir.

Kuma yöneldi Gönül kuşum

Senin emin hareminde kaybolmuşum

Selam sana, ey seyitlerin teyzesi

Selam sana, ey ibadetlerin ruhu

Kum çölünün Kevser nurusun sen

Bu halkın kalbine hayat suyusun sen

Ey seyitlerin teyzesi, söyle, sen kimsin

Fatıma veyahut da ikinci Zeyneb misin

Kerbela yolundan mı döndün

Yoksa Rıza’nın ardından mı geldin…

HZ MASUME'NİN DERGÂHINDAN BAZI KERAMETLER

Keramet ve Tekvini Velayet

Büyük önem taşıyan velayet kısımlarından biri de "Tekvînî Velayet"tir. Tekvînî velayet, varlık aleminde yüce Allah’ın izniyle tasarruf yetkisine sahip olmak demektir. Hz. İsa (a.s), bu velayete sahip idi. Yani, varlık aleminde tasarruf hakkına sahipti. Kuran'da da geçtiği gibi, Allah'ın izniyle kâh çamurdan yapılan bir kuş heykeline üfleyerek can verebiliyor ve onu uçurabiliyor, kâh doğuştan kör olan birinin gözlerini açabiliyor ve hepsinden daha önemlisi, kâh ölüyü diriltebiliyordu.[237]

Hz. İsa'nın bu ilahî güce sahip olmasının nedeni, onun Allah'ın kâmil bir kulu, evliyası ve peygamberi olmasıydı. İnsan, Allah’a kâmil ve halis bir şekilde kulluk ederek O'nun kemal ve celal sıfatlarına mazhar olabilir.

İmam Cafer Sadık (a.s) bir konuşmasında şöyle buyurdu:

"Ubudiyet (Allah’a kulluk etmek) rububiyetin bırakıldığı bir cevherdir."[238]

Yani, kulluk (ubudiyet), insanı Allah'a o kadar yakınlaştırır ki nihayetinde insan, Allah'ın sıfatlarına mazhar olur ve O'nun izniyle varlık aleminde tasarruf edebilir.

Açıklama: Kulluk aşamalarını kat ederek rububiyete ulaşmak görünüşte çok ağır bir tabirdir. Çünkü bu cümlenin anlamı, “kulluktan ilahlık makamına ulaşmak” olur. Bu durumda da şöyle bir soru gündeme gelir: Acaba insan kulluk sınırından dışarı çıkabilir ya da ilahlık sınırına ulaşabilir mi?

Topraktan çıkma (insan) nerde, rab (olarak bilinenlerin) Rabbi nerede?

Üstat Şehit Murtaza Mutahharî, bu konuda şöyle der: "Dikkat edilecek bir husus şudur ki: İlahlık ile ilahî güçlere sahip olmak farklı şeylerdir. Yukarıdaki hadisten kasıt ise, insanın, Allah’a kulluk ederek O’nun izniyle bazı ilahî güçlere sahip olabileceğidir.”[239]

Yani insan, kulluğun büyük merhalelerini kat ederek tekvînî velayetin ruhuna sahip olabilir. O zaman mucizevî işler yapabilir ve ilginç kerametler gösterebilir. Burada, İmam Rıza’nın (a.s) kerametlerinden birine şahit olan bir kimsenin anlattıklarını örnek olarak göstermek mümkündür: 

"Miladî 1942 yılında İştihard'da dünyaya gelen İranhanım adında bir kız kardeşim var. İranhanım, doğduktan bir süre sonra annesini kaybetti. İki yaşına girdiğinde de ayakta duramayacak bir hâle geldi. Hatta ellerini duvara dayayıp ayağa kaldırdıklarında bile yere düşüyordu.

Babam ve büyükannem bazı yakınlarla birlikte, 1945'te İmam Rıza’ya (a.s) tevessül için Meşhed'e doğru yola koyuldular.

Kış mevsimi olduğundan Harem pek kalabalık değildi. Babam ve büyükannem, kız kardeşimi türbenin kenarında bir yere oturttular. İmam’dan (a.s) bu hastaya özel bir lütufla nazar etmesini istediler. Sonra da ziyaret namazına durdular. O esnada kardeşim ayağa kalkarak türbeye doğru yürümeye başladı ve türbeye sarıldı. O andan itibaren tam olarak şifa buldu ve artık hiçbir şeye yaslanmadan yürümeye başladı.

İranhanım'ı İştihard'a geri getirdiler. Bütün yakınlar onun önceki hâlini bildikleri için çok şaşırmışlardı. Hepsi İmam Rıza’nın (a.s) bu  lütfü karşısında sevinç gözyaşı döktü. Kız kardeşim bugün sağlıklı bir şekilde hayatına devam etmektedir."

Bu açıklamadan sonra artık şöyle diyebiliriz: Hz. Mâsume de Allah’a kul olma ve O’nu hakkıyla tanıma konusunda kemale ermiş ve manevî makamlara ulaşmıştır. Böyle bir insanın kendi velayet hakkından yararlanarak mucizevî işler ve kerametler göstermesi doğaldır.

Burada yüzlerce örnekler içerisinden birkaç örneği sizlere sunuyoruz:

1. Yolunu Kaybeden Bir Grup

İran İslam Cumhuriyeti henüz kurulmadan yıllar önce, Kum'a oldukça uzak şehirlerden birinden Hz. Mâsume'yi ziyaret maksadıyla yola koyulan bir grup, kışın dondurucu soğuğunda yollarını kaybetmişti. Her taraf karlarla kaplıydı ve vakit de akşamdı. Uçsuz bucaksız çölde ne yapacaklarını düşünüyorlardı. Bir taraftan vahşi hayvanlar, diğer taraftan da dondurucu soğuk onlar için büyük bir tehlikeydi. Araçları da yoktu. Çaresiz kalınca Allah'tan yol göstermesi ve onları tehlikeden koruması için Hz. Mâsume'yi vesile kıldılar.

Hz. Mâsume'nin Harem-i Şerifi’nin hizmetçilerinden Merhum Seyit Muhammed Razavî şöyle anlatır: O gece Harem'deydim. Biraz uyumuştum. Uykuda, Hz. Mâsume yanıma gelerek "Kalk, minarelerin lambalarını yak!" diye emir buyurdu. Saate baktım, gece yarısından biraz geçmişti ve henüz sabah ezanına dört saat vardı. Oysa her gün ezan vakti yaklaştığında minarelerin lambalarını yakardık. Bu yüzden yeniden uyudum. Hz. Mâsume'yi ikinci kez rüyamda gördüm. Bu sefer öfkeyle, "Kalk! Sana minarelerin lambalarını yak demedim mi" diye çıkışmıştı. Kalktım ve lambaları yaktım. Kar yağmış, her yeri beyaza bürümüştü. Ama Hz. Mâsume'nin emriyle niçin kandilleri erken yaktığımı anlayamamıştım.

Sabahleyin hava açılmış ve güneş çıkmıştı. Harem-i Şerif’ten geçiyordum. Ziyaretçilerden bir grubun aralarında şöyle konuştuklarını duydum. "Hz. Mâsume bize yardım etti. Ona ne kadar teşekkür etsek azdır. Harem-i Şerif’in minarelerinin lambaları yanmasaydı, Kum'un yolunu asla bulamazdık. Karlı ve soğuk gece karanlığında çölde donup kalacaktık."

O an rüyamın sebebini, Hz. Mâsume'nin niçin gece yarısı kandilleri yakmamı emrettiğini anladım.[240]

2. İmam Mehdi (a.f) Haremin Kenarında

Anlatılmaya değer olaylardan biri de şudur: Güvenilir biri olan Seyit Abdurrahim şöyle anlatır:

"Rüyamda Kum'un büyük mezarlığında kalabalık bir topluluk gördüm. Küçük çarşı tarafından gelen bir atlı oradan geçiyordu. Atlının arkasından bir şahıs, "O atlı İmam Mehdi'dir! (a.f)" diye bağırdı. Bu haberi duyunca çabucak arkasından gittim. İmam (a.s), haremin avlusuna varınca atından indi.

Avlu oldukça sakindi. İmam Mehdi (a.f) ve yanındaki şahıstan başka hiç kimse yoktu. Onları takip ettim. Yürüyerek Eski Avlu'ya geldiler. Atını tutmam için yularını bana verdiler. Kendi kendime 'Atı tutmak mı daha iyi, İmam ile birlikte olmak mı?' diye sordum. Atın yularını İmam'ın yanındaki şahsa vererek O'nu takip ettim. İmam, Harem'e girdi ve Hz. Mâsume'nin mezarının baş ucunda durdu. Hizmetçilerden kimse yoktu. Kendi kendime, 'İmam'ın (a.f) huzuruna varayım mı, varmayayım mı?' diye sordum. Türbenin kenarında durup İmam'ın (a.f) sesine kulak astım. Ama hiçbir şey anlamıyordum. Bir müddet sonra İmam, Harem'den dışarı çıktı. Ben de onun ardından dışarı çıktım ve yine onu takip etmeye başladım. Ama ansızın kayboldu. Her ne yaptıysam onu bulamadım. O saygıdeğer zâtın huzuruna varma saadetine eremedim."[241]

3. Çaresiz Hastaya Şifa

Tevatür yoluyla bize ulaşan gerçek olaylardan biri de şudur:

Hz. Mâsume'nin Harem-i Şerif’inin, Mirza Esedullah isminde ayaklarını hissetmeyen felç bir hizmetçisi vardı. Hatta ayak parmakları siyahlaşmaya başlamıştı. Hiçbir tedavi yolu sonuç vermediğinden doktorlar ayağının kesilmesi gerektiğini söylüyorlardı.

Çaresiz, o da bu gerçeği kabul etmek zorunda kalmıştı. Ameliyat için verilen vakitten bir gün önce kendi kendine, “Nasıl olsa yarın ayağımı kesecekler, bu gece Hz. Mâsume’nin Harem-i Şerif’inde kalayım ve tevessül edeyim” dedi.

Mübarek adlı biri, onu sırtına alarak Harem'e götürdü. Gecenin geç saatlerinde hizmetçiler Harem'in kapılarını kapattıklarında Hz. Mâsume’nin türbesine sarılarak hastalığından dolayı ağlayıp sızlamaya ve derdini anlatmaya başladı. İltimas ederek Hz. Mâsume'den, Allah'tan onun ayağını iyileştirmesini istemesi için istekte bulundu. Sabaha kadar yalvardı, yakardı. Henüz hava aydınlanmadan hizmetçiler gelmişlerdi. Onlar daha kapıyı açmadan Mirza Esedullah kapının ardından, "Kapıyı açın, kapıyı açın! Hz. Mâsume bana lütufta bulundu, şifa buldum!" diye bağırıyordu.

Kapıyı açtıklarında, Mirza Esedullah’ın çok sevinçli olduğunu ve hastalığının iyileştiğini gördüler. Mirza, nasıl şifa bulduğunu şöyle anlatır:

Saygıdeğer bir hanımefendi yanıma geldi ve bana "Neyin var?" diye sordu. "Ayağımdan hastayım, Allah'tan ölümümü veya şifamı diliyorum" dedim. Hanımefendi, eşarbının ucunu birkaç kez ayağıma sürdü ve "Allah sana şifa verdi" buyurdu. O an iyileştiğimi anladım. Artık ayağım ağrımıyordu. Kim olduğunu sorduğumda şöyle buyurdu: "Haremimin hizmetçisi olduğun halde beni tanımıyor musun? Ben Hz. Musa b. Cafer'in kızı Fatıma’yım."[242]

4. Şiddetli Sel Tehlikesi

Kum şehrinin coğrafi yapısını tanıyanlar, şehrin ortasından büyük bir nehrin geçtiğini bilir. Bu nehir, kilometrelerce mesafeden Gulpaygân ve Delican sınırlarını da içine alarak yağmur sularıyla birlikte Kum'a gelir ve buradan da Kum Gölü'ne dökülür.

Bu durumdan da anlaşılacağı gibi, zaman zaman aralıksız olarak yağan şiddetli yağmurlar, çok tehlikeli sellere yol açabilmektedir. Kum'un tarihine bakıldığında, bu nehrin asırlar boyu birçok zayiata sebebiyet gösterdiği göze çarpmaktadır.

Bu konuda şöyle bir olay yazılıdır: Vaktiyle Kum, çok büyük ve azgın bir selle karşı karşıya kalmıştı. Kum halkı evlerin ve binaların sel suları altında kalabileceği endişesiyle büyük bir tedirginlik yaşıyordu. Böyle bir anda meçhul bir elin ortaya çıktığı ve sele işaret ettiği görüldü. Bir anda azgın sular yavaşladı ve yönünü değiştirdi. Böylece tehlike uzaklaşmış oldu.[243]

Şeyh Zeki Bağban, meşhur Şerefname’sinde bu konuya yönelik yazdığı bir şiirinde şöyle der:

Azgın sel suları Kum'a geldiğinde

Takdirin sürüklediği yerden

Bilir misin kim onu uzaklaştırdı bu diyardan?

Mâsume idi O, yüce Mûsa'nın kızı

Kum'un dert ortağı, Allah resulünün zürriyetinden

5. Nakkare Sesleri

Vaktiyle Merhum Ayetullah Uzma Hacı Şeyh Abdülkerim Hâirî'nin taklit mercii olduğu dönemde (takriben 70 yıl önce) belden aşağısı tutmayan felçli bir şahıs vardı. Yürürken koltuk değneği kullanır, ayakları yerde sürünürdü. Kafkaslı olan bu kimseyi Kum halkının çoğu tanırdı. Ayaklarının şifası için Meşhed'e gitmişti ancak bir sonuç alamamıştı. Bu yüzden Hz. Mâsume'nin dergâhına yönelmiş, şifa bulmak için Kum'a gelmişti.

Bir Ramazan ayı gecesiydi. Ansızın şehirde nakkare sesleri yükseldi.[244] Halk bunun sebebini sorduğunda, ayaklarından sakat olan bir şahsın Hz. Mâsume'nin Harem'inde şifa bulduğunu söylediler.

Bir süre sonra o şahısın Kafkaslı olduğu anlaşıldı. Kafkaslıyı gördüklerinde ayaklarındaki sakatlığın iyileştiği ve rahat bir şekilde dolaştığı görüldü.[245]

6. Molla Sadrâ'nın Hz. Mâsume'ye Tevessülü

Molla Sadrâ ve Sadru’l-Müteellihin adıyla tanınan Sadruddin Muhammed b. İbrahim Şirazî, Safevîler döneminin önde gelen alim, hekim ve filozoflarındandır. Babasının ölümünden sonra Şiraz'dan İsfahan'a geldi. Şeyh Bahâî ve Mir Dâmad'dan ders alarak tahsiline devam etti. Zamanla dönemindeki filozofların iftihar kaynağı oldu. Hayatının uzun bir bölümünü Kum'un yakınlarında bulunan Kehek köyünde geçirdi. Hac ve Umre için defalarca Mekke'ye müşerref oldu. Hicrî 1050 yılında yedinci seferinden dönerken Basra'da vefat etti.

Önemli Arapça eserleri şunlardır: Esfar-u Erbaâ, Şerh-i Usul-u Kafi, Kitabu'l-Hidaye ve Şerh-u Hikmeti'l-Eşrak.

Dönemlerinin önde gelen meşhur üstat ve bilginlerinden Molla Muhsin Feyz Kaşanî ve "Şevarik, Meşarik ve Guher-i Murad" adlı eserlerin yazarı Mevla Abdürezzak Lahicî (Feyyaz lakabıyla meşhurdur) Molla Sadrâ’nın damadı ve öğrencileridir.

Bir gün Feyz Kaşanî'nin hanımı babası Molla Sadrâ'ya “Kız kardeşim mübalağa ifade eden Feyyaz'ın eşidir, ben ise Feyz'in eşiyim” diyince, Molla Sadrâ ona şöyle cevap verdi: “Senin kocanın lakabı daha iyi. Çünkü o, feyzin özüdür.”[246]

Back Index Next